Pazartesi, 19 Cumade’l Ûlâ 1447 | 2025/11/10
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

-Basın Açıklaması- Navit Butt, Kaçırılmasının Üzerinden Üç Hafta Geçmesine Rağmen Hala Mahkemeye Çıkarılmamıştır

Hizb-ut Tahrir / Pakistan Resmî Sözcüsü Navit Butt, kaçırılmasının üzerinden üç hafta geçmesine ve Yüksek Mahkeme, mahkemeye çıkarılmasıyla ilgili bir emir yayınlamasına rağmen hala mahkemeye çıkarılmamıştır. Nitekim hükümetin avukatı, ilgili odakların şu ana kadar bildirimleri teslim almadıkları, bunun için avukatının ek süre talep ettiği ve bu nedenle de mahkemenin, Navit Buttûn kaçırılmasının üzerinden tam bir ayın geçmiş olduğu bu haziran ayının 11'ine ertelendiği şeklinde boş bir gerekçe sunmuştur.

Mesajların birkaç dakika içerinden dünyanın dört bir tarafına gönderildiği iletişim devrimi çağında İslamabad'taki Yüksek Mahkeme bildirimleri ilgili odaklara teslim etmemiştir! Bilakis mahkeme, son hafta verilmelerini "rica etmiştir." Dolayısıyla ne üzücüdür ki bağımsız olduğunu iddia eden yargı otoritesi, sadece siyasi kurumun değil bilakis aynı şekilde askerî kurumun da emirlerini uygulayacağının garantisini verememektedir. Yoksa bizzat yargı otoritesi de, meşru olmayan faaliyetlerini yerine getirmeleri için ellerinde geniş bir zaman olsun diye hükümetin baltacılarıyla işbirliği yapmakta ve usul ve teknik kanunları yoluyla da onlar için yasal bir kılıf mı olmaktadır? Ayrıca "bağımsız" yargı otoritesi, diplomatlar oldukları gerekçesi altında Amerikalıların ruhsatsız silahlarıyla ülkenin dört bir tarafında dolaşmalarına göz mü yummaktadır? Zira onlarla birlikte olan bu silahlar ele geçirildiğinde onlara karşı davalar kaydedilmemekte bilakis onlarla büyük şahsiyetler sıfatıyla muamele edilmekte ve büyük bir saygıyla serbest bırakılmaktadırlar?! Diğer taraftan Amerika'nın ülke üzerindeki hegemonyası ile mevcut kapitalist rejimin sona ermesi için çağrıda bulunanlar ve Pakistan'da Hilafet Devleti'nin kurulmasını talep edenler, gece gündüz fark etmeksizin eşlerinin ve çocuklarının gözleri önünde kaçırılmaktalar ve Hilafet'i kurmak için olan barışçıl mücadelelerinden vazgeçmeleri için onlara baskı uygulamak amacıyla işkenceye ve ölümle tehdide maruz kalmaktadırlar.

Çok gariptir ki "bağımsız" yargı otoritesi, yürütme erkinin başkanı Gilâni, emerlerinin uygulanmasını reddettiğinde onu huzuruna çağırırken ancak Keyâni'nin baltacılarının, Afiyet Sıddîk, Mecid-il Ahmar, Adyala cezaevinden kaçırılarak akrabalarına cesetleri teslim edilen kişilerin olaylarının yanı sıra diğer bir çok olaylar gibi çok sayıda insan kaçırmaya karıştıklarına dair yeterli deliller sağlanmasına rağmen aynı yargı otoritesi Keyâni'yi mahkemenin huzuruna çağırma cüretinde bulunamamaktadır. Buda Keyâni ile siyasî ve askerî liderlikteki hain arkadaşlarının, Amerika'nın Pakistan'daki hegemonyasını sona erdirmek ve İslam'ın tatbik edilmesini talep etmek için çalışan herkese karşı korkunç bir örnek olmak istediklerinin kanıtıdır.

Hizb-ut Tahrir, Keyâni'ye ucuz taktiklerinin Hizb-ut Tahrir'e karşı başarılı olamadığı gibi başarılı da olamayacağına ve Keyâni'nin Kaddafi, Hüsnü Mübarek ve Bin Ali'nin sonunu unutmaması gerektiğine dair açık bir mektup göndermek istemektedir. Zira Keyâni, onlardan daha güçlü olmadığı gibi Batı'ya ve Amerika'ya onlardan daha fazla yakın da değildir.

Allah'ın izniyle Hilafet, çok yakında kurulacak ve işte o gün, Müslümanların sevineceği ve Keyâni ile baltacılarının da korkup dehşete düşeceği bir gün olacaktır.

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Alimlerin, Yemen'de Allah'ın Şeriatıyla Hükmedilmesine Dönük Açıklaması... İşte Nebilerin Varisleri Böyle Olur

Görsel ve yazılı medya organlarının yayınlarında Yemen alimlerinin açıklaması geçmiştir. Bunlardan biri de Ahbar el-Yevm Gazetesi'nin şu başlıklı yayınıdır: "Hayatın tüm alanlarında Allah'ın şeriatıyla hükmedilmesi ve Yemen'in bir çok yerlerindeki silahlı çatışmadan dolayı Yemen'de akan kanın durdurulması için Yemen Devlet Başkanı Hâdi'ye bir Çağrı." Nitekim açıklamada geçen çağrının ilk maddesinde şöyle geçmektedir: "Hayatın tüm alanlarında Allah'ın şeriatıyla hükmedilsin, mutlak egemenlik Allahuteala'nın şeriatına ait kılınsın, yerine getirmek için yemin ettiğiniz ve başbakanın güven oyu alırken parlamentonun önünde taahhüt ettiği gibi aynı şekilde bizim ulaşmayı ve kabul etmeyi umduğumuz ve alimlerin, oylama için şeri hükümlere boyun bükmenin kutsallığının azametine, Rabbani alimlerden oluşan, hakkı açıklayan ve İslam'a aykırı her şeyi reddeden şeri bir referansın oluşturulmasının vacibiyetine vurgu yapan Yemen alimlerine yönelik mektubunda taahhüt ettiği Allah'ın şeriatına aykırı olan yada onu küçümseyen anayasa veya kanunlar veya yönetmelikler veya da yapılan her türlü anlaşmalar boyutundaki tüm kanunların çıkarılmasının yasaklanması."

Hizb-ut Tahrir olarak bizler, iman ve hikmet beldesinin alimlerinin, hiçbir korku yada utanç duymamaksızın ve bu hususta kendilerini hiçbir kınayıcının kınaması korkusu sarmaksızın Müslümanların emrine dayalı bu kerim çağrısından dolayı duyduğumuz sevinci ve memnuniyeti ifade ederiz. Bu ise iman ve hikmet dolu bu beldenin halkının nebevî vasfının tasdik edilmesinden öte bir şey değildir. Zaten bu, Nebi [Sallallahu Aleyhi ve Selem]'in kendileri, evlatları ve evlatlarının evlatları için dua ettiği ensarın torunları için hiç de şaşırtıcı olan bir şey değildir.

Bizler, sayın celil alimlerin, doğrudan ve fiili olarak bu vasiyetin uygulanmasını denetlemeleri ve Allah'ın şeriatının tatbik edilmesinden kıl kadar sapmamaları için kendimizi paralamaktayız. Zira bütün Müslümanları gayesi, hayatın her alanında fiili olarak Allah'ın şeriatıyla hükmedilmesi ve sadece Yemen'de değil tüm dünyada Allah'ın şeriatının egemen olmasıdır.

Sayın celil alimler: Allah, sizin yolunuzu hayırlı bir yol olarak belirlemesinin yanı sıra sizleri, mevcut zamanımızda oluşan zulüm karanlığında Müslümanlara doğru yolu gösteren bir fener kıldığı gibi ayrıca Allah sizleri, her yerde Allah'ın şeriatıyla hükmedilmesi için çalışan Müslümanların aydınlanacağı bir meşale kılmıştır.

Hizb-ut Tahrir, Allah'ın bizlere vaat ettiği ve Nebisi [Aleyhi's Salatu ve's Selam]'ın müjdelediği Hilafet'i kurarak İslamî hayatı yeniden başlatmak için İslamî ümmetin içerisinde çalışmaktadır. Dolayısıyla sömürgeci Batı fikirleri ile saptırıcı fikirlerinin yanı sıra sömürgeci fikirleri pekiştirmek ve onu yaşatmak için çalışan ve ümmetin İslam'ı yaşamasını engelleyen kiralık Müslüman yöneticilerin, ümmeti kendisinden engellediği doğal talebi işte budur. Nitekim şayet alimler bunu fark ederlerse kesinlikle ümmetimize yönelecekler ve İslamî hayatı yeniden başlatmak ve Allah'ın şeriatıyla hükmetmek için çalışmak yoluyla Allah rızası için onlara liderlik edeceklerdir. Ki böylece Müslümanlar, Allah'ın rızasıyla hoşnut olacakları gibi insanlıkta İslam'ın hayrıyla hoşnut olacaklarıdır.

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Mazlumlardan Zulmü Kaldıracak ve Fasit Zalimlerden İntikam Alacak Olan Bizzat Mübarek Şeri Hükümlerdir

"Zaman sustu ve küfür konuştu;" zira şehitlerin aileleri ile tüm Mısırlıların uzun bekleyişinin ardından Yargıç Ahmet Rıfat'ın, devrik lider Mübarek ile İçişleri Bakanı Habib Adlî'nin cinayet cürümlerinin yanı sıra diğer cinayet cürümlerine teşebbüste bulunmakla ilgili cinayet cürümlerine iştirak ettikleri suçlamasıyla müebbet hapse mahkum oldukları ve diğer tüm sanıkların ise beraat ettikleri şeklindeki ifadesi herkesi şoke etmiştir. Dolayısıyla buda birçok kişiyi şu soruları sormaya sevketmiştir: Mübarek ve Habib Adlî provokatörler olarak yargılanırken nasıl olur da asıl fail ve cürümün ana uygulayıcısı olan İçişleri Bakanı'nın yardımcıları beraat edebilirler? Suç kanıtlarının yok olmasına yol açanlar neden yargılanmamaktadır? Mübarek ayaklanmanın ateşlenmesinde ana sebep olan polis karakollarındaki işkence dosyalar neden açılmamaktadır?!

Karardan dolayı şaşkınlık yaşayan ve karara itiraz ederek meydanlara çıkanlara deriz ki; şu an Mısır'da uygulanan beşerî  kanun hükümleri sınırlı olduğu gibi aranızda adaleti sağlamaktan da acizdir. Zira o, eksik, aciz ve muhtaç olan insanın koymuş olduğu bir şeydir. Dolayısıyla mazlumlardan zulmü kaldıracak ve fasit zalimlerden intikam alacak olan bizzat mübarek şeri hükümlerdir. Çünkü o, asla insanlara zulmetmeyen Alîm ve Habîr olanın katındandır. Ancak insanlar, Allah'ın indirdiklerinden başkasıyla hükmedilmesini dayatanlara, Allah'ın kitabını bir kenara atarak onun yerini o gün kendisine karşı ayaklandıkları dini hayat ve devletten ayıran İslam'ın dışındaki bir sistemle değiştirenlere karşı sessiz kalarak kendilerine zulmetmektedirler. Zira ona karşı Allah'ın şeriatından başkasıyla hükmetmesinden dolayı ayaklanmadılar, bilakis onun zulmünden ve fesadından dolayı ayaklandılar. Nitekim rejimi devirdiler... ama nizamı ve esasına göre yargılanmak üzere olan beşerî kanunları olduğu gibi kalmaya devam etmektedir. Zira o, Yakup'un oğlunun kanı üzerinden kurdun beraatının önünü açmaktadır!

Alahuteala, şöyle buyurmuştur: إِنَّمَا جَزَآءُ ٱلَّذِينَ يُحَارِبُونَ ٱللَّهَ وَرَسُولَهُ وَيَسْعَوْنَ فِى ٱلأَرْضِ فَسَاداً أَن يُقَتَّلُوۤاْ أَوْ يُصَلَّبُوۤاْ أَوْ تُقَطَّعَ أَيْدِيهِمْ وَأَرْجُلُهُم مِّنْ خِلافٍ أَوْ يُنفَوْاْ مِنَ ٱلأَرْضِ ذٰلِكَ لَهُمْ خِزْيٌ فِى ٱلدُّنْيَا وَلَهُمْ فِى ٱلآخِرَةِ عَذَابٌ عَظِيمٌ "Allah ve resulüne karşı savaşanların ve yeryüzünde fesat çıkarmaya çalışanların cezası ancak ya (acımadan) öldürülmeleri ya asılmaları yahut el ve ayaklarının çaprazlama kesilmesi yahut da bulundukları yerden sürülmeleridir. Bu onların dünyadaki rüsvaylığıdır. Onlar için ahirette de büyük azap vardır." [Nisa 33]

Peki insanların ölmesi, malların yok edilmesi, namusların çiğnenmesi, fesada ve zulme karşı ayaklananların öldürülmesi  ve adil olan şeriatın uygulanmasının engellenmesi, işte tüm bunlar yeryüzünde fesat çıkarmak olup failleri ölümü ve asılmayı hak etmiyorlar mı? İşte Rabbinizin hükmü budur. Zira Allahuteala, şöyle buyurmaktadır: هَذَا كِتَابُنَا يَنطِقُ عَلَيْكُم بِالْحَقِّ إِنَّا كُنَّا نَسْتَنسِخُ مَا كُنتُمْ تَعْمَلُونَ "Bu, yüzünüze karşı gerçeği söyleyen kitabımızdır. Çünkü biz, yaptıklarınızı kaydediyorduk." [Casiye 29] Yoksa batılı söyleyen Yargıç Ahmet Rıfat'ın kitabı değil.

Bizler sizleri, bu beşeri kanunlar ile kokuşmuş beşerî cumhuriyet sistemini kaldırıp atmaya ve yeniden Allah'ın indirdikleriyle hükmetmek ve aranızda adaleti sağlayacak, zalimlerden intikam alacak, İslam'a ve Müslümanlara izzet kazandıracak, -Müslümanı ve Kıptisiyle- bütün insanlara İslam'ın sınırları içinde mutlu bir hayat yaşatacak olan İslamî Raşidi Hilafet'i kurmak yoluyla durumları köklü ve kapsamlı bir değişimle değiştirmek için çalışmaya davet ediyoruz.

أَفَحُكْمَ الْجَاهِلِيَّةِ يَبْغُونَ وَمَنْ أَحْسَنُ مِنْ اللَّهِ حُكْمًا لِقَوْمٍ يُوقِنُونَ "Yoksa onlar hala cahiliye hükmünü mü istiyorlar. İnanan bir kavim için Allah'tan daha iyi hüküm veren mi vardır?" [el-Maide 50]

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Maliye Bakanı'nın Bütçeye Dönük Konuşması, Şayet Hilafet'in Kurulmasından Önceki Son Konuşma Olursa Gerçekten "Tarihsel" Bir Konuşma Olacaktır

Maliye Bakanı Şeyh Hafız'ın bugün yaptığı ve bunu, - beş yıl uzatılan görevinin sonuna gelen- hükümet için bir ilk olduğu gerekçesiyle "tarihsel" olarak nitelendirdiği bütçe konuşması, her yılki bir bütçe sunumundan ibarettir. Bu nedenle bu bütçe, enerjiyi makul bir fiyatla temin edecek olmasından veya sanayi ve tarımı canlandıracak olmasından veya yüksek fiyatlardan dolayı belleri kırılan insanlara rahat bir nefes aldıracak olmasından veya onları zalim vergilerden muaf tutacak olmasından dolayı olan "tarihsel" bir bütçe değildir. Bilakis basitçe bu, zaten atılmış olan Maliye Bakanı'nın bakış açısından dolayı "tarihseldir!"

Hizb-ut Tahrir der ki; bu konuşmayı tarihsel kılacak olan şey, insanların içerisinde dünyanın dört bir tarafındaki sömürgeci, insafsız ve çökmüş bir sistem olan kapitalizme dayalı diğer baskıcı politikaların bildirgesini işiteceği son konuşma olmasıdır. Bunu tarihi bir olay kılan şey ise İslam ile hükmedecek, Pakistan'daki Müslüman toprakları ekonomik patlamaya dönüştürecek bir nizam olan Hilafet Devleti kurulmadan önce türünün son konuşması olmasıdır. Şimdi burada, Allah'ın izniyle Hilafet'in yürürlüğe koyup uygulayacağı bazı kanunları yayınlayacağız:

1- Makul Enerji Fiyatları ve Yükselen Sanayi:

Hilafet'in kurulması halinde makul ve kabul edilebilir enerji fiyatları bakımından bir rahatlama hissedeceksiniz. Çünkü Hilafet Nizamı'nda, kamu mülkiyetlerinin özelleştirilmesi ve özel mülkiyetlerin de kamulaştırılması imkansızdır. Bilakis bu kaynakların gerçek sahipleri bizzat insanlardır. Dolayısıyla Hilafet zamanında bu kaynaklar, sadece insanlar adına idare edilecektir. Zira Resulullah [Sallallahu Aleyhi ve Sellem], şöyle buyurmuştur:

الْمُسْلِمُونَ شُرَكَاءُ فِي ثَلَاثٍ الْمَاءِ وَالْكَلَإِ وَالنَّار "Müslümanlar şu üç şeyde ortaktırlar: Su, mer'a ve ateş."

Buna göre petrol kuyuları, doğalgaz, kömür madenleri ve enerji santralleri de dahil tüm enerji kaynaklarının, özelleştirmeye tabi tutulması imkansızdır. Hilafet'in gölgesindeki devlet, mevcut kapitalist hükümetlerin yaptıkları gibi bu kamu mülkiyetlerini kendi tekeline almayacak bilakis kullanımının tüm topluma geri dönmesini garantileyecektir. Bunun için enerji ve yakıt fiyatlarının yükselmesi önemli ölçüde azalacak ve insanların refahı sağlanacağı gibi felç olan sanayi ve tarım sektörleri için de yeni bir hayat sağlanacaktır.

2- Gelir Kaynaklarının Etkinleştirilmesi:

Hilafet'in kurulması halinde toplumu felç eden vergilerin kaldırılması yüzünden insanlar tam bir refaha tanık olacaklardır. Zira Resulullah [Sallallahu Aleyhi ve Sellem], şöyle buyurmuştur:

لا يَدْخُلُ الْجَنَّةَ صَاحِبُ مَكْسٍ "Gümrük vergisi alan cennete giremez."

Buna göre devletin, ister isteyerek olsun isterse de Dünya Bankası ve İMF'ye bir yanıt olarak olsun insanlara kalıcı vergiler koymasına izin verilmeyecektir. Bilakis Allahu [Subhânehu ve Te'âla] tarafından meşru kılınan sadece Hilafet Devleti'nin hazine gelirleri olup İslam'da insanların mülkiyetleri kutsaldır. Dolayısıyla Hilafet Devleti'nin, "vergi" kılıfı altında insanları soyması imkansızdır. Zira Allahu [Subhânehu ve Te'âla], devletin gelirlerini adil bir şekilde belirlemiştir. Mesela Hilafet Devleti'nde vergi koymak caiz değildir. Ancak şeriatın belirlediği mücbir sebepler kapsamında geçici bir dönem için sadece zenginlere vergi konulabilinir. Dolayısıyla İslam, doğalgaz, petrol, bakır ve altın gibi kamu mülkiyetleri gelirleri ile öşür ve haraç gibi tarımsal üretim de dahil ticarî arzların üzerindeki zekat yoluyla insanları ezmeye gerek kalmaksızın onların işlerinin gözetimi için fon sağlayacak gelirlerin tahsilinde nevine münhasır bir sistemdir.

3- İstikrarlı Makul Fiyatlar:

Hilafet'in kurulması halinde insanlar, mevcut fiyatların yüksek olmasına karşın rahat bir nefes alacaklardır. Çünkü İslam, bütün servetin gerçek para birimi değerinin karşılığının sadece altın ve gümüş olmasını farz kılmıştır. Zira Resulullah [Sallallahu Aleyhi ve Sellem] Müslümanlara, devletin para birimi olarak 4.25 gram ağırlığındaki altın dinar ile 2.975 gram ağırlığındaki gümüş dirhemin bir araç olmasını emretmiştir. Buda Hilafet'in, kendi isteği ve hevasına göre kağıt para basmasının imkansız olduğu anlamına gelmektedir. Dolayısıyla Hilafet'i, bin küsur yıldır mal ve hizmetlere dönük istikrarlı fiyatların keyfini çıkarmaya iten neden işte budur.

4- Tarımsal Devrim:

Hilafet'in kurulması halinde tarımsal üretimde benzersiz önemli bir artışa tanık olacağız. Zira İslam, tarım arazisinin mülkiyetini, onun işletilmesine bağlı kılmıştır. Zira Resulullah [Salllallahu Aleyhi ve Sellem], şöyle buyurmuştur:

مَنْ أَعْمَرَ أَرْضًا لَيْسَتْ لأَحَدٍ فَهُوَ أَحَقُّ "Her kim bir kimseye ait olmayan bir araziyi imar ederse o, onudur."

Dolayısıyla İslam, üç yıl peş peşe ekmemesi halinde tarım arazisinin sahibinden alınmasını farz kılmıştır. Buda sahibinin, tarım arazisinden tam olarak yararlanmasını sağlamaktadır. Ayrıca Hilafet Devleti, araziyi ekme imkanları olmayanlara hibe yada faizsiz bir şekilde krediler verecektir. Hakeza birkaç ay içerisinde hem tarım arazilerinde hem de kırsal alanlara erişimde bir artış olacaktır.

Hizb-ut Tahrir Müslümanları, kafir kapitalizmi kaldırıp atmaya ve Hilafet'i yeniden kurmak için ciddi bir şekildeki çalışmayı benimsemeye davet eder.

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Hizb-ut Tahrir, Hula Halkına ve Şam Ayaklananlarına Destek Vermek Amacıyla Beyrut, Trablus ve el-Beka'da Gösteriler Düzenlemiştir

Hula ve Hama halkı ile Esad rejiminin güçsüz bıraktığı ve gece gündüz kanlarını akıttığı Suriye'nin diğer halklarına destek vermek ve mübarek Şam ayaklanmasının içeriğini vurgulamak amacıyla Hizb-ut Tahrir, bugün Cuma namazının akabinde Trablus, Beyrut ve Beka olmak üzere üç gösteri düzenlemiştir. Dolayısıyla Trablus'ta, büyük bir kalabalık Büyük el-Mansurî Camisi'nden dışarı çıkarak mücrim tagut Beşar Esad'ın devrilmesine ilişkin sloganlar atmışlar, İslam Dârı'nın merkezi Şam'da İslamî Devletin kurulacağını müjdelemişler ve Muhammed İbrahim'in kendilerine bir konuşma yaptığı el-Tel Meydanı'na ulaşıncaya kadar şehrin sokaklarında dolaşmışlardır.

Trablus'ta ise namaz kılanlardan büyük bir kalabalık, Aişe Bekkar Camisi'nin önünde bir gösteri yapmışlar ve onlara, Hizb-ut Tahrir / Lübnan Medya Bürosu Üyesi Şam halkının kahramanlıklarını öven bir konuşma yaparak şöyle demiştir: "Çünkü Beyrut gurupları, Beyrut aileleri ve Beyrut İslam'ı zulme karşı sessiz kalmayı reddettikleri gibi omurgasızların safında olmayı da reddetmektedirler. Dolayısıyla Hizb-ut Tahrir'in Lübnan'daki çığlığı, Beyrut'un, halkının ve insanlarının çeteler ve şebbihalarla olmadıklarını -ve asla da olmayacaklarını-, bilakis ümmetlerinin yanında yer aldıklarını, onların ümmetten bir parça olduklarını ve ümmete isabet edenin onlara da isabet edeceğini tüm dünya zalimlerine duyurmak içindir."

Beka'da ise göstericiler, Saadnayel'deki İmam Ali İbn-u Ebi Talib Camisi'nin önünde toplanmışlardır. Zira Hizb-ut Tahrir / Lübnan Merkezî Temas Lecnesi üyesi Dr. Mahir Savân ve Şeyh Velid el-Veys ile Hula katliamını kınayan Saadnayel Belediye Başkanı Halil eş-Şuhayma'dan her biri göstericilere bir konuşma yaparak Lübnan hükümetinin, "Suriye rejimine bağlı Suriye birimlerinin kaçırdığı Lübnanlı kaçırılanlarının sorununu dikkate almasını ve Halep'te kaçırılan Lübnanlıların dosyasına resmî düzeyde dikkate alıp önem vermesini" talep etmişlerdir.

Hizb-ut Tahrir konuşmacıları konuşmalarında, Şam bölgesindeki çatışmanın hakikatini anlamamızın kaçınılmaz olduğunu vurgulamışlardır. Bu hakikat ise bugün bu ümmetin, sadece zalim laik rejimlerle değil bilakis başta İran, Türkiye ve bölgemizde kendisine bağlı diğer ülkeler yoluyla defalarca Şam ayaklanmasına kürtaj yapmak isteyen Amerika olmak üzere bütün Batılı güçler ve araçlarıyla olan bir çatışmanın içerisinde olmasıdır. Ayrıca bağlılıklarını yenilemek için her dönemde Şam'daki akıl hocalarına giden otorite organlarının başkanlarının reddedilmesine vurgu yaptıkları gibi Şam ayaklanmasının, taifeci bir ayaklanma olmadığına bilakis on yıllarca insanların boyunlarına tahakküm eden mücrim bir çeteye, yani sadece Beşar ve çetesine değil onun gibi olanlara yönelik bir ayaklanma olduğuna ve Suriye ile Lübnan'daki şeref sahibi herkesin bu zulme karşı ayaklandığına vurgu yapmışlardır. Bunun yanı sıra Esad'ın Lübnan'daki destekçilerini, ülkeyi sonucu herkes için bir felaket olacak olan iç savaşa sürüklemeleri hususunda uyarmışlardır.

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Suriyeli Diplomatların Sınır Dışı Edilmesi, Anlamsız Bir İkiyüzlülüktür

Dışişleri Bakanı Bob Carr, Hula katliamına bir tepki olarak, geçen hafta Suriye Maslahatgüzarın sınır dışı edileceğine dair bir girişimde bulunmuştur. Senatör Carr, Hula'da neler olduğunu anlatan görüntülere ve raporlara erişimin ardından bu kararı almanın zor bir şey olmadığını söylemiştir. Nitekim federal muhalefet de sınır dışı kararını desteklemiş ve Gölge Dışişleri Bakanı Julia Bishop şöyle demiştir: "Çocukları da kapsayan sivillere dönük en son katliam, insanlığa meydan okumakta olup rejime, en güçlü kınama ifadelerinin geçtiği bir mesaj yönlendirmeyi gerektirmektedir."

Hizb-ut Tahrir / Avustralya Medya Temsilcisi Osman Bedir, bu bağlamda şunları söylemiştir:

"Avustralyalı yetkililer tarafından gelen bu gösteri, apaçık bir pervasızlıktır. Zira Suriye'deki intifada, bir küsur yıldan bu yana Suriye rejimi tarafından vahşî bir baskıya maruz kalmış ve ardışık katliamlar sırasında on binlerce insan ölmüştür. Ayrıca sürekli olarak bir yargılama olmaksızın adam kaçırma, işkence ve idam uygulanmış ve sivillere karşı tanklar ve silahlar kullanılmıştır. Peki Senatör Carr, bu olayların raporlarına ve görüntülerine erişmemiş midir? Halbuki bu, Avustralya hükümetinin bir küsur yıldır, Suriye rejiminin Avustralya'daki temsilcisini sınır dışı etmekle temeyyüz eden basit sembolik uygulamadan daha fazlasını yapmasını gerektirirdi. Dolayısıyla çok geç kalan küçük çaplı bu tür hamleler, hiç kimseyi kandıramayacaktır."

"Suriye temsilcileri sınır dışı edilmelerine rağmen Suriye Büyükelçiliği hala açıktır. Buda Avustralya hükümetinin, hala Suriye kasabı ve barbar rejimi ile olan diplomatik ilişkilerini koruduğu anlamına gelmektedir."

"Avustralya'nın ikiyüzlü tutumu, Orta Doğu, Orta Asya ve Afrika'daki diktatör rejimlerle olan diplomatik, ekonomik ve askeri ilişkilerini devam ettirmesi gerçeğinde ortaya çıkmaktadır. Ayrıca Avustralya, halkların ve tagutlara karşı olan intifadalarının yanında yer aldığını iddia etmesine rağmen güçlerinin doruğundayken tagutları desteklediğini ve aynı şekilde İslam dünyasındaki tagutlarla olan ilişkilerini sürdürüp güçlendirmeyi koruduğunu görmekteyiz."

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Sayın El-Vadi Elektronik Gazetesi Editörüne; Hizb-ut Tahrir / Mısır Vilayeti, Sûfi Bir Hizb Değildir

"El-Vadi" Elektronik Siteniz, 28.05 günü, Üstad Zahran Celal'in, hizbin geçen günlerde dağıttığı beyan hakkında yazdığı "Hizb-ut Tahrir, Kafir "Şefik" Cumhuriyetine Meydan Okumayı ve Hilafet'i Geri Getirmeyi Talep Etmektedir" başlıklı bir rapor yayınlamıştır. Aslında rapor, genel anlamda güzel ama yazar, doğruların yanı sıra raporun sonunda şöyle demiştir: "Hizb-ut Tahrir, Mısırlı siyasî bir hizb olmasının yanı sıra 25 Ocak ayaklanmasının ardından kurulmuş olup Mısır'daki Sûfi bir akımdan neşet etmiştir." Hizbe yönelik bu nitelendirme doğru değildir. Zira Hizb-ut Tahrir, sûfi bir hizb değildir. Bilakis Mısırlı "Sûfi" Hizb-ut Tahrir'den başka ideolojisi İslam olan siyasî bir hizbtir. Şayet raporun yazarı, sorumluluk sahibi olsaydı özellikle bizlerden bilgi almak için bizimle bağlantıya geçerdi. Nitekim ayaklanmanın ardından Tahrir Meydanı'nı bir işaret olarak kabul ederek aynı ismi taşıyan birçok hizb kurulmuştur. Sonra aynı beyanın, sitenizde iki defa yayınlanması garip değil midir? Ayrıca aynı tarihte, (bu hataya düşmeyen) Üstad Ahmed Sabri, "İslamî Hizb-ut Tahrir: Hilafet Nizamı'nın Alternatifinden Razı Olmamaktadır" başlığı altında aynı beyan hakkında bir yorum yazmıştır.

Bu nedenle bizler sizlerden, Celil alim Takıyyuddîn en-Nebhâni'nin altmış yıl önce kurduğu, o zamandan beri Müslümanların ölüm kalım meselesinin, İslamî Raşidi Hilafet'i kurmak olduğuna çağıran ve Hizb-ut Tahrir anıldığında Hilafet'in ve Hilafet anıldığında ise Hizb-ut Tahrir'in hatırlandığı Hizb-ut Tahrir / Mısır Vilayeti ile 25 Ocak ayaklanmasının ardından Muhammed Abu el-Azayım'ın kurduğu Mısırlı "Sûfi" Hizb-ut Tahrir'in arasında kasıtsız olduğunu düşündüğümüz bu karışıklığın ortadan kalkması için bu açıklamanın, saygın sitenizde yayınlanmasını istiyoruz.

Buradan da Hizb-ut Tahrir, sûfi bir hizb değildir. Bilakis ideolojisi İslam olan siyasî bir hizip olup İslam'ın hükümlerinden başkasını da benimsememektedir. Dolayısıyla o, ümmetten bir parça olup ümmetin Dâr-ul İslam'da İslamî bir hayat yaşaması için onu sahih bir kalkınmayla kalkındırmak gayesiyle ümmetle birlikte ümmetin içerisinde çalışmaktadır. Nitekim kurulduğundan bu yana adını, Müslümanlara kafir Batı'ya, fikirlerine ve sistemlerine bağımlılıktan kurtuluşu göstermesinden dolayı almıştır.

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اتَّقُوا اللَّهَ وَقُولُوا قَوْلاً سَدِيدًا "Ey İman edenler! Allah'tan korkun ve doğru söz söyleyin." [Ahzab 70]

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Hizb-ut Tahrir / Tunus'un, Bilgilendirme, Haber ve Açıklama Sunması Hakkında

Hizb-ut Tahrir / Tunus, 14.05.2012 Pazartesi günü, adalet limanı gözetimindeki e-posta yoluyla, (üyelerini de kapsayan genel yasal af hükmünün) gerçekçi, pratik ve yasal olarak sabit varlığından dolayı bir açıklama, bilgilendirme ve haber babından yetkili makamlara idarî bir dosya göndermiştir. Bunu da genel merkezi, organları ve onu temsil edenler hakkındaki açıklaması takip etmiştir. Yani o, hiç kimseye tenezzül etmediği gibi asla vazgeçmemekte ve herhangi aşağılık ve zararlı bir durumu da kabul etmemektedir. Bu nedenle o, aşağıdaki hususları vurgulamıştır:

1- Hizb-ut Tahrir'in amellerinde asıl olan sadece şeri hükümlerle mukayyet olmaktır. Zira o, siyasî arenaya girdiğinde sadece şeri hükümlerle mukayyet kalarak bunu yapmıştır. Şeri hükümse, ne güçlerdir ne kişisel takdirlerdir ne kutsallıktır ne vesayettir nede papazlıktır. Ancak o, Kur'an, sünnet ve bu ikisinin irşat ettiklerinden ve tafsili delillere dayalı olarak istinbat edilendir.

2- Hizb-ut Tahrir, şu ayeti kerime gereğince farz olan bir çalışma için kurulmuştur:

وَلْتَكُنْ مِنْكُمْ أُمَّةٌ يَدْعُونَ إِلَى الْخَيْرِ وَيَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَيَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنْكَرِ وَأُولَئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ "Aranızda hayra (İslam'a) davet eden, marufu emredip münkerden nehyeden bir ümmet (siyasi bir hizb) bulunsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir." [Âl-i İmrân 104]

Dolayısıyla hizib, Allah'ın bir farzını yerine getirmek için kurulmuş olup buda Nübüvvet Minhacı Üzere Raşidi Hilafet Nizamı'nı kurarak Allah'ın indirdikleriyle yönetmek için olan çalışmasında temeyyüz etmektedir. Zira Müslümanların, yokluğundan dolayı sıkıntılı ve sefalet içinde yaşadığı nizam, işte bu nizamdır. Ayrıca yeniden başlatıldığında önce Allah'ın rıdvanının olmasının yanı sıra İslam ile adaletinin bir rahmet olacağı nizam da bu nizamdır ki ilişkileri düzenleyecek ve ümmet ile ülkenin varlığını garantileyecek olan da işte budur... Dolayısıyla çıkarları ölçeğinde ümmetin arzularına göre hareket eden küçük bir gurubun arzuları dışında bunun için bir engel de yoktur... Nitekim bu Hizb-ut Tahrir, varlığı ve kurulması için izin almadığı gibi herhangi bir odağa da dayanmamaktadır. Bilakis daima şeri hükümleri araştırmaktadır. Dolaysıyla o, fikrî çatışma ve siyasî mücadele yapmak ve sadece İslam Devleti'ni müjdelemek için değil bilakis onu kurmak için yeterince mufassal fikirler benimsemiştir ki buda İslam'ın bütün hayat işlerinde uygulanmasını garantileyecek ve Allah'ın izniyle bu tatbiki güzelleştirip devam ettirecek hayırlı bir kıyam olacaktır.

3- Allah'a dayanmasının ve hakkıyla O'na tevekkül etmesinin ardından hizib, gayesini gerçekleştirmek için içerisinde hayrın yattığı ümmete yönelmiştir ki böylece ümmet, kendisiyle birlikte hareket etmese bile kendisine kucak açanlardan olsun... Çünkü o, Sultanın sadece ümmete ait olduğunu düşünmektedir ki böylece ümmet, Rabbi ve yaratıcısının şeriatıyla yönetmesi için ardı ardına yöneticisini seçsin ve onu muhasebe etsin. Yine o, herhangi bir başlık altında yabancılarla ilişki kurmayı, Allah'a, Resulüne ve müminlere bir hıyanet saymaktadır... Zira bugün yeni tarihî bir dönemle birlikte İslamî ümmetin hali, kementinin fiilen, hükmen, gözetim ve alemler için bir rahmet olarak Müslümanların elinde olmasından daha az değildir... Hatta Allah'ın indirdikleriyle ilgili bir yönetimin olması, İslamî ümmetin vahdeti, devletin vahdeti, İslamî ümmetin kanının, malının, topraklarının ve ırzının kutsallığı, bağımlılıktan ve sömürgeciliğin her türlüsünden nihaî olarak kurtulmak için ölüm kalım davalarını da belirlemelidirler.

4- Hizib, Resul [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]'in, fikri çatışma, siyasî mücadele ve ümmetin nusret bulmasına dayalı metodunu takip etmektedir... Zira bu metot, şiddet ve maddî eylemlerden hâli bir metot olmasının yanı sıra fırsatçılıktan, tutumların ve fikirlerin bir eşya ve meta gibi satılmasından da hâli olduğu gibi kesinlikle zorba düşmanlıktan da hâli olan bir metottur.

5- İslam'dan benimseme yapan Hizb-ut Tahrir, yönetim, içtima, ekonomi, öğretim, siyaset ve dış siyaset gibi tüm genel hayat işleri için mufassal bir alternatif ortaya koyduğu gibi onun fikri temellerini, tafsili yasama içeriğini ve icra süreci yönlerini de ortaya koymuştur ki böylece azim İslam esası üzerine gözetim, yeterlilik ve refah gerçekleşmiş olsun... Bunlar ise sadece güçlü İslamî delillere sahip olan şeri içtihatlardır.

Başa dönecek olursak Hizb-ut Tahrir olarak bizler, içerisinde geçici hükümet yetkililerine adresimizi ve liderliğimizi bildirdiğimiz idarî çözüme yönelik bilgilendirme ve haber sunduk. Ancak bizler bu "bilgilendirme ve haberi" sunarken dinimiz için çalışmak amacıyla bir izin talep etmiyoruz. Zira daha önceki zorbalık ve zulme rağmen dünyada izzetin ve ahirette de Allah'ın rıdvanının gerçekleşmesi için çalıştık ve zalimlerin işkencelerine ve cezaevlerine sabrettik. Ancak bizler, bizimle insanların arasından çekilmelerini talep ediyoruz. Zira azim İslam ümmetinin olduğu bu ümmetin evlatları olarak bizler, sadece Allahuteala'ya güvenerek ve Nurunu tamamlayacağı ve hak olan Dinini hakim kılacağı vaadi gerçekleşinceye kadar O'nun Celali'ne ve gücüne sığınarak, yeryüzünde İslam'ı ikame etme projesi olan projemizi gerçekleştirmek için yürümeye devam edeceğimize dair Allah'a söz verdik.

هُوَ الَّذِي أَرْسَلَ رَسُولَهُ بِالْهُدَى وَدِينِ الْحَقِّ لِيُظْهِرَهُ عَلَى الدِّينِ كُلِّهِ وَلَوْ كَرِهَ الْمُشْرِكُونَ " O (Allah), dinini bütün dinlere hakim kılmak için resulünü hidayet ve hak din ile gönderendir, velev müşrikler kerih görseler de!" [Saf  7]

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER