Pazar, 18 Cumade’l Ûlâ 1447 | 2025/11/09
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

-Basın Açıklaması- Yemen'deki İktidar Rejimi, Hala Günahında Pervasızlaşmaktadır

Yemen'deki iktidar rejimi, bazı basın organları yoluyla 21.05.2012 pazartesi Sebin Meydanı'ndaki patlama günündeki intihar bombacısı olarak Emîruddîn el-Verâfi'nin ismini tekrarlayıp durmaktadır! Halbuki hala hayatta olan Emîruddîn el-Verâfi, haberi öğrendikten sonra avukat kardeşiyle birlikte patlamanın olduğu "Sebin Meydanı'na" gitmiş ve İçişleri Bakanlığı yetkilileriyle görüşmüştür. Zira soruşturma komisyonunun önünde, patlama eylemi hakkındaki olayla ilgili rapor kaydedilmiştir.

Ancak el-Verâfi'nin ismi, aynı medya organları tarafından ertesi gününe, yani 22.05.2012 Salı gününe kadar intihar bombacısı olduğu şeklinde tekrarlanmaya devam etmiştir. Buda ailesinin, bir kez daha ona eşlik etmeye sevk etmiştir. Ancak bu defa yetkililerle görüşmesi ve olayla ilgili son bir rapor kaydetmeleri için başkent sekretaryasına kadar eşlik etmişlerdir. Fakat İçişleri Bakanlığı, "patlamanın üçüncü günü", yani 23.05.2012 Çarşamba günü, "Güvenlik Medya Merkezi" internet sitesi yoluyla Emîruddîn el-Verâfi'yi intihar saldırısı eyleminin uygulayıcısı olarak ilan etmiştir! Hatta 23.05.2012 Çarşamba gece saat 11'e kadar da siteden silmemiştir. Buda Yemen'de günlük olarak yayınlanan el-Ulâ Gazetesi'nin, 24.05.2012 Perşembe günkü 429. sayısında haberi tekrar etmesine ve detaylarını ortaya çıkarmasına neden olmuştur.

Emîruddîn el-Verâfi'nin ailesi, gerçeği söylemekten vazgeçirmek ve medya organlarına konuşmak yoluyla güvenlik birimlerini ifşa etmesini engellemek için iktidar rejimi tarafından ağır bir baskıya maruz kalmış ve ailesine, oğullarının herhangi bir cezai sorumluluktan kurtulmasının sessiz kalmalarına bağlı olduğunu ulaştırmıştır!

Görünen o ki İçişleri Bakanlığı; biriminin, gerçekleşmesinin ardından suça açıklık kazandırmadaki hızının ve etkisinin boyutunu ortaya çıkarmak için Emîruddîn el-Verâfi hakkında kasten yanıltıcı beyanda bulunmuş ve Cumhurbaşkanlığı Sarayı patlaması olayında meydana geldiği gibi gerçeği ortaya çıkarmak yerine onu gizlemek için insanların zihinlerini, Sebin Meydanı patlamasının sözde intihar saldırısı sonucunda olduğuna ve başka bir şeyden dolayı olmadığına yönlendirmek için de çok çalışmıştır.

Yemen'deki insanlar, uzman olmayan aşağılık güvenlik biriminin, insanlar husumetlerinin çözümü için yardım talebinde bulunmak amacıyla kendisine ulaştığında insanlara eziyet vermede acayip usta bir yöntem uyguladığının ve onları, kendilerine başvurmak zorunda olmadıklarına, dahası sorunlarını kendi aralarında karşılıklı rıza ile çözmelerine sevkettiğinin farkındadır.

Ayrıca insanlar, Sebin Meydanı'ndaki patlamanın soruşturmasının sonucunun, 03.06.2011'deki Cumhurbaşkanlığı Sarayı'ndaki patlamaların sonucuna benzer şekilde olacağını önceden bilmektedirler ki buda bu ikisinin arkasında aynı cihet durduğu içindir. Zira her iki olaya da yerel soruşturmacıların yanı sıra Amerika Federal Soruşturma Bürosu Ekibi [FBI]'da katılmıştır. Nitekim Cumhurbaşkanlığı Sarayı olayındaki soruşturmalar, olay, olay yeri olan Cumhurbaşkanlığı mescidinin içerisine dikilen beş şişenin patlaması sonucunda olduğu şeklinde sonuçlanmıştır ki bu ise patlamanın siyasî suikastlarda kullanılan Fogaz tipi roketin patlaması neticesinde olduğu şeklinde söylenen soruşturmaların sonucuna aykırıdır. Dolayısıyla böylece insanlar için yürütülen soruşturmaların detayları gizlendiği gibi ona erişimleri de engellenmiştir.

İnsanlar, kendilerine kimlerin hükmettiğini biliyorlar mı? Adalet şartları da dahil insanların işlerini gözeten bir kimsenin İslam ile karakterize olmasının manası nedir acaba? Dolayısıyla onların suç mahallinde değil güven mahallinde olması gerektiği gibi bugün akmasından dolayı hiçbir ağırlığı olmayan kanlarını koruyacak olan İslam'ın hükümlerine de bağlanılması gerekmektedir. Sebin Meydanı'nda meydana gelenler ise buz dağının sadece görünen kısmıdır.

İslam'ın tatbik edilmesi, işe yaramaz ellerin sadece Yemen'deki değil bilakis bütün yeryüzündeki Müslümanların kanlarından uzaklaşmasının garantörü olacaktır. Dolayısıyla Yemen'deki iktidar rejimi, kendi başından başkasını kurtarmayacak ve insanları, geçmişte olduğu gibi şeri hükümlere göre değil de kendi çıkarlarını gerçekleştirmek için Batı'nın isteklerine göre gözetmeye devam edecektir. Aynı şekilde insanlar, rejimin devrilmesinin ve değişmesinin anlamını çok iyi bilsinler ve rejimi devirmek ve onun yerine Hilafet'i kurmak için çalışsınlar ki böylece saf yaşamlarının bulanmasının ardından mutlu bir şekilde yaşasınlar ve dünyanın şerifine ve ahrette de Allah'ın ecrine nail olsunlar. Nitekim Allahuteala, şöyle buyurmaktadır: يا أَيُّهَا الَّذِينَ آَمَنُوا اسْتَجِيبُوا لِلَّهِ وَلِلرَّسُولِ إِذَا دَعَاكُمْ لِمَا يُحْيِيكُمْ  "Ey iman edenler! Allah ve Resulü sizi size hayat veren şeye davet ettiği zaman icabet ediniz." [Enfal 24]

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Hizb-ut Tahrir'in Sana'da, 24.05.2012 Tarihinde "Amerika'nın Yemen'deki Çalışmalarına Karşı Hizb-ut Tahrir'in Tutumu" Başlıklı Düzenlediği Basın Konferansının Kapanış Açıklaması

Kendisinden şeri hükümlerin fışkırdığı İslam akidesine dayalı küresel İslamî bir hizib olması vasfıyla Hizb-ut Tahrir, yaklaşık kırk ülkede çalışmasının yanı sıra İslamî Hilafet Devleti'ni kurmak ve Müslümanların, Allah'ın indirdikleriyle hükmetmesi, Müslümanlar ile İslam dünyasındaki yapay varlıkları İslamî Hilafet Devleti'nin olduğu tek bir varlık altında birleştirmesi, onları küfür rejimlerinden, hükümlerinden ve Amerika, İngiltere ve benzeri sömürgeci devletlerin hegemonyasından kurtarması, Yahudi varlığını cihat yoluyla kökünden söküp atması ve İslam risaletini davet ve cihat yoluyla bir hidayet ve nur olarak tüm dünyaya taşıması için Allah'ın kitabı ve Resulü [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]'in sünneti üzerine biat edecekleri tek bir Halife nasbetmek yoluyla İslamî hayatı yeniden başlatmak için çalışmaktadır.

Hizb-ut Tahrir, İslamî bir ülke olması vasfıyla Yemen'de çalışmasının yanı sıra diğer İslam ülkelerinde de çalışmaktadır. Bu nedenle Batı'nın Yemen'de izlediği komplolara ve politikalara meydan okuması doğaldır. Ayrıca ideolojisi İslam olan siyasî bir hizib olması vasfıyla Resul [Sallallahu Aleyhi ve Alâ Âlihi ve Sellem]'in metoduna göre devleti kurmak için şiddet kullanmaksızın çalışmaktadır. Dolayısıyla o, şiddeti benimsemediği gibi Hilafet'i kurmaya dönük şeri çalışma ile cihadın arasını da ayırmaktadır.

Bunun içindir ki Hizb-ut Tahrir, aşağıdaki hususları vurgular:

1-Hizb-ut Tahrir, daveti taşımanın ve İslamî devleti kurmanın, şiddet ve silah kullanarak olmayacağını, sadece şu üç merhaleden oluşan Resul [Sallallahu Aleyhi ve Alâ Âlihi ve Sellem]'in metoduna göre olacağını vurgular ki üç merhale şunlardır: (Mümin ve muhlis bir kitle ortaya çıkarmak. Fikrî çatışma ve siyasî mücadele yoluyla toplumla kaynaşmak. Hilafet Devleti'nin irtikaz noktası olacak bir yerde yönetimi teslim etmesi için güç ve kuvvet ehlinden nusret talep etmek.

2- Hizb-ut Tahrir, ister Sada ve Ebyan savaşları olsun ister meydanlarda veya Arhab ve Nehim'de öldürülenler olsun ister siyasî komplolar neticesinde öldürülenler olsun isterse de en sonuncusu yetmiş iğrenç cürümde olduğu gibi askerlerin öldürülmesi olsun Yemen ülkesinde Müslümanlar arasındaki her türlü savaş ve öldürmeleri kınar.

3- Hâdi rejiminin, sözde terörizmle savaşında Amerika ile işbirliğini durdurması gerektiği gibi Amerika'nın insansız uçaklarla Yemen'in Müslüman evlatlarını öldürmesine izin verenlerin yargılanmasını talep ederiz Çünkü o, egemenliği çiğnemekte ve yargı sınırları dışında öldürmektedir.

4- Silahlı cemaatlerle diyalog siyasetinin takip edilmesi, aslında iki Müslümanın kılıçlarıyla değil akıllarıyla karşı karşıya gelmesi şeklinde olması.

5- Hizb-ut Tahrir, bağışçı konferanslar yada sözde "Yemen'in dostları" -ki onlar Yemen'in düşmanlarıdır- yolunda dilencilik yapmayı durdurmaya çağırır. Çünkü bu konferanslar, sömürgeciliğin araçları olup tehlikeleri de büyüktür. Zira bu, sömürgeciliğe ve zorbalığa karşı sessiz kalmaları için Yemen halkına bir rüşvet olmasının yanı sıra aslında Batı'nın kaç yüz milyarlarca dolar olduğunu bildiği bağışçı bankalardaki fasit yetkililerin bütçe açıklarını örtmek içindir.

6- Hizb-ut Tahrir, tüm siyasî çalışma yapan çevreleri, Amerika ile İngiltere'nin Yemen'in işlerine müdahalede bulunmalarını -ki Yemen halkı, kendisine vesayet edilecek kadar küçük değildir- engellemeye ve Filistin, Irak, Sudan, Pakistan, Afganistan ve diğer yerlerde kara tarihleriyle bilinen bu sömürgeci devletlerle muamelede bulunmamaya çağırır.

7- Hizb-ut Tahrir, tüm Yemen halkını, kapitalizmi, laikliği ve cumhuriyet, demokrasi, federalizm ve benzerleri gibi olan tüm beşeri yönetim sistemlerini kaldırıp atmaya ve İslam'a sımsıkı sarılarak tüm ekonomik sorunların yanı sıra diğer toplumsal sorunları da çözecek olan İslamî Hilafet'i kurmak için çalışmaya çağırır.

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Hizb-ut Tahrir / Pakistan Resmî Sözcüsü Navit Butt'un Kaçırılma Davası: Keyâni'nin Baltacıları, Navit Butt'un Ailesine Ölümle Tehdit Eden Bir Mektup Teslim Etmişlerdir

Gizli güvenlik servisleri bugün, Navit Butt'un ailesine, içerisinde daveti taşımayı durdurmadığı taktirde Navit Butt'u öldürmekle tehdit eden bir mektup göndermişlerdir ki böylece onlar, onun bedeninden kurtulacaklardır. Nitekim Keyâni'nin baltacıları, haktan kıl kadar sapmayan mümin erkeklerle karşı kaldıklarında bunu bir alışkanlık edinmişlerdir. Diğer taraftan bu ölüm tehdidinin gönderilmesi sayesinde Keyâni, Navit Butt'u kaçırma cürümünü işlemesinin ardından günah silsilesine bir günah daha eklemiş olmaktadır. Ancak o, bu cürümü işlemekle Pakistan'daki Hilafet'e davetin daha da güçlendiğinin farkında değildir. Zira zulüm, sadece mukavemeti alevlendirmektedir. Ayrıca bu onun, insanlar önünde iflas ettiğini kanıtlamakta ve insanların dikkatlerini de Hizb-ut Tahrir şebabının olduğu gerçek devlet adamlarına çekmektedir.

Keyâni'nin bu ölümle tehdit etme yöntemi, kovboy Amerikalı efendilerinin yöntemidir. Zira onlar, bu hayatı çok sevmekteler ve ölümden de korkmaktadırlar. Bu nedenle onlar, başkalarını korkutan ölüm tehdidi ile baltacı eylemlerini benimsemektedirler. Ancak onlar, zulmün İslam ve Hilafet'i geri getirme davası yolunda şehit olmayı bir kayıp değil bir kazanç sayan bu ümmete hiçbir faydası olmayacağını bilmemektedirler. Hatta şehitlerin sayısı, şu anda Suriye ve Orta Asya'da meydana geldiği üzere binlere ulaşsa bile.

Keyâni'nin vahşî yöntemi, tüm Batılı güçlerin ajanlarının yöntemidir. Çünkü Keyâni, kendisine düşünme izni bile verilmeyen bir köledir. Ayrıca o, kendisini gece gündüz yönlendiren efendisinin yönlendirmesi olmaksızın İslam dünyasındaki Hilafet meselesiyle ilgili bir tek cümle bile konuşamaz. Hatta Amerika'nın bizzat kendisi konuşmaya muktedir değildir. Çünkü ufuktaki Hilafet'in belirtileri, İslam dünyasında net bir şekilde görünmektedir. Zira o, İslam dünyasındaki sömürgeci Batı'nın yok oluşunun bir habercidir. Dolayısıyla Batı, İslamî toprakları taksim etmeden, kaynaklarını sömürmeden ve silahlı kuvvetlerini zincire vurmadan önce Hilafet Devleti, birkaç yüzyılın lider devleti olacağı gibi farklı cinsiyetlerin, ırkların ve dinlerin de limanı olacaktır. O halde sömürgeci Batı'nın ajanı Keyâni, Hilafet'e davet eden hayırlı bir sözcü olan Navit Butt'un açık bir şekilde yargılanmasına izin vermeyi bir kenara bırak Pakistan'ın kurtuluşunun gerçek yolu için onunla açık bir şekilde tartışılmasına nasıl izin versin ki?

Bu nedenle Hizb-ut Tahrir, Keyâni ve efendilerine der ki; öfkenizden geberin ve geriye kalan günlerinizi saymaya başlayın. Zira sizden önceki tagutlar da, ağızlarıyla Allah'ın nurunu söndürmeye çalışmışlar ama onlar, onun nurunu giderek daha da fazla alevlendirmişlerdir. Dolayısıyla o, onları yakmış ve tamamen yok olup gitmişlerdir.

يُرِيدُونَ أَنْ يُطْفِئُوا نُورَ اللَّهِ بِأَفْوَاهِهِمْ وَيَأْبَى اللَّهُ إِلَّا أَنْ يُتِمَّ نُورَهُ وَلَوْ كَرِهَ الْكَافِرُونَ "Allah'ın nûrunu ağızlarıyla (üfleyip) söndürmek istiyorlar. Halbuki kafirler hoşlanmasalar da Allah nurunu tamamlamaktan asla vazgeçmez." [et-Tevbe 32]

Devamını oku...

Hizb-ut Tahrir /Türkiye Vilayeti Suriye Kıyamına Destek Olmak İçin Çalışmalarına Yoğun Bir Şekilde Devam Etmektedir

  • Kategori Türkiye
  •   |  

Tunus'ta başlayan ve daha sonra tüm Arap beldelerini etkisi altına alarak zalim diktatörlerin birbiri ardına devrilmesini, Müslümanların üzerlerine örülen korku duvarlarının yıkılmasını ve aynı zamanda güzel günlerin muştusunu veren ayaklanmaların en kanlısı, en acımasızı ve şüphe yok ki en hayırlısı Suriye'de yaşanmaktadır. Esed ve zulmünde ona ortak olan bütün şebbihalarının katliamları, bırakın İslami kimliğe sahip olmayı, insani onur taşıyan herkesi derinden etkilemiştir.

Ne yazık ki daha önce Filistin, Irak, Afganistan, Bosna, Çeçenistan ve Keşmir‘de olduğu gibi Suriyeli Müslüman kardeşlerimizin de aziz kanları yerde kalmış, katledilen çocuklarının feryatları kâfirler tarafından çizilen sûni sınırların ötesine geçememiştir. Zira Hilafet'in ilga edildiği günden bugüne kadar Müslümanlar sahipsiz, korumasız ve yapayalnız bırakılmıştır.

Dünü ve bugünü zulümlerle dolu olan Müslümanların yarınlarının da böyle olmaması için çalışan Hizb-ut Tahrir/Türkiye Vilayeti, Suriye kıyamında kardeşlerini yalnız bırakmamak, yapılan zulmü tâli gündemlerin gerisine atmamak ve zalim Esed'e haddini bildirmeyerek zulmünde ona ortak olanlara karşı sesini yükseltmek adına, olayların başladığı günden bu yana aşağıdaki faaliyetleri yapmış ve İnşaAllah yapmaya da devam edecektir.

 

1-      8 Mayıs 2011/İstanbul Beyazıt Meydanında yaklaşık 5.000 kişinin katıldığı basın açıklaması,

2-      26 Haziran 2011/Ankara Anadolu Gösteri Merkezinde düzenlenecek olan ve yaklaşık olarak 5.000 kişinin katılacağı konferans Valilik tarafından iptal edildi,

3-      21 Ağustos 2011/Ankara'da Suriye Büyükelçiliği önünde 1.000 kişinin katıldığı basın açıklaması,

4-      15 Aralık 2011/Ankara'da Gazi Üniversitesi Ostim Meslek Yüksek Okulunda "Dünden Bugüne Türkiye-Ortadoğu İlişkileri" konulu konferans,

5-      29 Ocak 2012/İstanbul Sultanbeyli'de "Nusrete Kapılarını Açan Belde; Biladüş-Şam" konulu panel,

6-      10 Şubat 2012/İstanbul Beyazıt Meydanında yaklaşık olarak 2.000 kişinin ve İslami camiaların önderlerinin de iştirak ettiği gıyabi cenaze namazı ve basın açıklaması,

7-      10 Şubat 2012/Ankara Hacı Bayram Camiisin de yaklaşık olarak 1.500 kişinin katıldığı gıyabi cenaze namazı ve basın açıklaması,

8-      1 Nisan 2012/Ankara AKM Kültür Merkezinde "Suriye'de Neler Oluyor" konulu konferans,

9-      2 Nisan 2012/Şanlıurfa'da "Suriye Ümmetindir" konulu panel,

10-  27 Nisan 2012/Şanlıurfa'da "Suriye Ümmetin Evladıdır" konulu konferans,

11-  5 Mayıs 2012/Şanlıurfa'da "Suriye Konusunda Müslümanlara Düşen Sorumluluklar" konulu konferans,

12-  13 Mayıs 2012/Adana'da 800 kişinin katıldığı "Suriye'de Yaşananlar ve Müslümanların sorumlulukları" konulu konferans,

13-  19 Mayıs 2012/Bursa'da yaklaşık olarak 750 kişinin katıldığı "Ümmetin Evlatlarının Feryat Ettiği Yer; Suriye" konulu konferans,

14-  22 Mayıs 2012/Şanlıurfa'da yaklaşık olarak 2.500 kişinin katıldığı "Sessiz mi Kalacağız Suriye!" konulu konferans,

15-  27 Mayıs 2012/İstanbul Arnavutköy'de yaklaşık olarak 1.000 kişinin katıldığı "Sessiz mi Kalacağız Suriye!" konulu konferans,

16-  3 Haziran 2012/İstanbul Sultanbeyli'de Bayanlar tarafından düzenlenen "Sessiz mi Kalacağız Suriye!" konulu panel,

وَسَيَعْلَمُ الَّذِينَ ظَلَمُوا أَيَّ مُنقَلَبٍ يَنقَلِبُون

"Zalimler, nasıl bir inkılâp ile devrileceklerini yakında bileceklerdir." [Şuara 227]

Devamını oku...

Sizin Gibi Dostlar Varken Düşmana Ne Hacet!

  • Kategori Türkiye
  •   |  

İlki Tunus'ta toplanan "Suriye'nin Dostları" toplantısının ikincisi, 1 Nisan 2012 Pazar günü İstanbul'da, aralarında ABD, İngiltere ve Fransa Dışişleri Bakanlarının da bulunduğu 83 ülkenin katılımıyla düzenlendi. Özellikle pek çok kesimin büyük umutlar bağladığı bu toplantıda adeta "dağ fare doğurdu" ve en öne çıkan karar, Suriye Ulusal Konseyi'nin Suriye halkının tek meşru temsilcisi kabul edilmesi oldu.

Bu toplantı, Suriye meselesinin çözümü yolunda Amerika'nın belirlediği yol haritasının adımlarından ve buna zemin hazırlama aşamalarından biridir. Toplantı adının "Suriye'nin Dostları" olması bile tek başına bu toplantının Müslümanlar tarafından planlanmadığının açık bir göstergesidir. Çünkü Suriye halkı, dostluktan, arkadaşlıktan önce Müslümanların kardeşidir.

Hedef, Beşşar Esed rejimini askeri müdahale olmaksızın yumuşak bir geçişle değiştirmektir. Bunun için Suriye muhalefetini tek çatı altında toplamak, muhalif kanadın güçlenip meşruiyet kazanmasını sağlamak, (İstanbul Konferansı) daha sonra da devletlerarası arabulucular (Annan Planı) yoluyla muhalefet ile iktidar arasında görüşmeleri başlatmaktır. Akabinde yapılacak müzakereler sonucunda ise seçimlere gidilecek, böylece moda tabiriyle iktidar paylaşım modeli adı altında muhalefete mevcut rejimde bir pay verilip akan nezih kanlar heder edilecektir. Suriye için görünen Amerikan planı budur.

Obama ile Seul'de görüşen, ardından İran'a koşup Amerika'nın Suriye planını İran'la birlikte uygulamaya sokan Erdoğan, ilk kez çözümün sandıkta olduğuna işaret ederek İran dönüşünde şöyle diyordu: "İran Beşşar'la görüşme yaparak sandığı 6 ay içerisinde getirirse sıkıntılar da azalır, anayasa, parlamento ve başkanlık sorunları çözülür. Muhaliflerle de biz görüşürüz." O yüzden İstanbul'daki toplantı bu planda Türkiye'ye yüklenen misyonun bir parçasıydı. Bir senedir, binlerce Müslüman acımasızca katlediliyor, hapsediliyor, işkence ediliyor, kadın, çocuk, yaşlı demeden evler insanların başına yıkılıyor, fakat Başbakan Erdoğan çıkıp hala "Esed uygulamada olumlu bir yaklaşım sergilerse sabırla bekleriz" ve "Seçimler adil, şeffaf ve uluslararası denetime açık olmalı" diyebiliyor. Orada yaşanan korkunç vahşete rağmen, hala "Demokratik Suriye" çağrısı yapabiliyor, sözde Milli Misak'ın temel referans olduğunu söyleyebiliyor!

Bugün sabırla bekleyeceğini ifade eden Erdoğan, olayların başında yaptığı hamasi konuşmalarda "Hama'nın hesabı sorulmadı ancak Humus'un hesabı sorulacak... Yeni bir Hama katliamına müsaade etmeyeceğiz" dediği halde, o günden bugüne kadar hangi kanı durdurabilmiş, neyin hesabını sorabilmiştir? Bırakınız Suriye halkına yardım etmeyi, daha geçenlerde kaçırılan iki Türk gazetecinin akıbetini bile öğrenmekten aciz kaldığını bizatihi itiraf etmiştir. Tüm bu tezat açıklamalar, Başbakan Erdoğan'ın akıllara zarar bir kararsızlık içerisinde bocaladığını göstermektedir.

Sınır ötesi operasyon adı altında Irak'a defalarca giren, Kafirlerin arzusu üzerine askerlerini Afganistan'dan Somali'ye kadar her tarafa gönderen Türkiye, akrabalık ve kardeşlik bağlarıyla bağlı olduğumuz ve bugünlerde insanın kanını donduran bir can pazarına dönüşmüş olan Suriye'ye girmekten aciz midir? Katil Beşşar ve çetelerine müdahale etmekten aciz midir? Akan kanı 24 saat içinde durdurmaktan aciz midir? Harekete geçmek için daha kaç bin insanın vahşi yöntemlerle katledilmesini bekleyecektir? Bugün Türkiye'nin yapması gereken; İslam'ın ve Müslümanların amansız düşmanı Amerika'nın planları doğrultusunda, hayali muhalefet çatısı Suriye Ulusal Meclisi'ne kucak açmakla yetinmek ve içi boş laflarla katil Beşşar Esed'e katliamları için daha fazla mühlet vermek midir, yoksa Allah'tan başka kimseden yardım beklemediklerini haykıran ve "Halk İslami Hilafet'i istiyor" diye sloganlar atan Suriyeli Müslümanlarla birlikte Raşidi Hilafet'i ikame etmek midir? İşte bu, gerçek bir kurtuluş ve nihai bir çözümdür.

وَمَا لَكُمْ لاَ تُقَاتِلُونَ فِي سَبِيلِ اللّهِ وَالْمُسْتَضْعَفِينَ مِنَ الرِّجَالِ وَالنِّسَاء وَالْوِلْدَانِ الَّذِينَ يَقُولُونَ رَبَّنَا أَخْرِجْنَا مِنْ هَذِهِ الْقَرْيَةِ الظَّالِمِ أَهْلُهَا وَاجْعَل لَّنَا مِن لَّدُنكَ وَلِيًّا وَاجْعَل لَّنَا مِن لَّدُنكَ نَصِيرًا  "Size ne oldu da Allah yolunda ve "Rabbimiz! Bizi, halkı zalim olan bu şehirden çıkar, bize tarafından bir sahip gönder, bize katından bir yardımcı yolla!" diyen zavallı erkekler, kadınlar ve çocuklar uğrunda savaşmıyorsunuz!" [Nisâ 75]

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER