Pazar, 18 Cumade’l Ûlâ 1447 | 2025/11/09
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

لزوال الدنيا أهون على الله من قتل مؤمن بغير حق "Allah katında dünyanın yok olması bir müminin haksız yere öldürülmesinden daha hafiftir." Askerî Konsey, Amerika ve Yahudi Varlığı İçin Kenane-Mısır Gençlerinin Kanlarını Akıtmaktadır

  • Kategori Mısır
  •   |  

Ey Müslümanlar! Ey Kenane-Mısır Halkı!

Abbasiye faciası, Amerika'nın gerek kendi gerekse Yahudi varlığının çıkarlarını koruyan bölgedeki ilk hizmetçisi Mübarek'in yerine ajan rejimini korumak için getirdiği Askerî Konsey liderlerinin yüzlerindeki son sahte maskeleri de düşürmüştür. Zira bugün bu Konseyin liderleri, Amerika için kurban olarak gençlerin tahir kanlarını akıtmak için Kahire sokaklarına geri dönmüştür. Nitekim bu husustaki en son girişimi, eski Mübarek rejiminin yeni yüzlerle klonlanmasındaki başarısızlığı sezmesinin ardından Kenane-Mısır halkına kuvvet yoluyla hegemonyasını dayatmak olmuştur.

Amerika'nın, bir birini takip eden krizler ve kaoslar içerisinde Askerî Konsey'in liderleri içerisindeki ajanları yoluyla ülkeye girmekten çekinmemesi, kuvvet yoluyla kendisi için ajan bir rejim dayatması ve mübarek ayaklanmayı sıfır noktasına geri döndürmesi amacıyla ordunun sokağa indirilmesi için bu Konseye bir gerekçe oluşturmak içindir. Nitekim Askerî Konsey, Kenane-Mısır halkını yapay krizlerle korkutup sindirmeyi, çevirdiği planlarla güvenliği kaçırmayı, İslam'ı, nizamlarını ve hükümlerini çarpıtmayı başarmasının ardından Amerika ile Yahudi varlığına boyun eğeceği tam bir kurtuluşa ulaşmak için insanları ümitsizliğe düşürmeye ve onları ayaklanmalarına devam etmekten döndürmeye çalışmaktadır.

Ey Müslümanlar! Ey Kenane-Mısır Halkı!

Amerika'yı, Yahudi devletini ve tüm Batı ülkelerini korkutan şey, İslamınıza ve Rabbinizin şeriatını Hilafet Devleti'nin olduğu İslam Devleti içerisinde kamil bir şekilde hakim kılmaya geri dönmeniz ve sahih İslamî bir hayatı yaşamanızdır. Zira bu devlet yoluyla sizin ümmetler arasında var olmanız onları korkutmaktadır. O halde yeryüzü halklarının; insanlara, menfaatçiliğe ve laik kapitalizme kul olmaktan kurtulup tek ve Kahhar olan Allah'a kul olması, dünyanın darlığından dünyanın ve ahiretin genişliğine ve dinlerin zulmünden İslam'ın adaletine çıkarılması için davet ve cihat için harekete geçiniz. Nitekim bu halklar, zulüm ve baskı bataklığından kurtulmak için sizin gibileri beklemektedirler. Zira Allah'ın, İslam ümmeti olarak size emanet ettiği ve sizi kendisi için hazırladığı görev işte budur. Ayrıca Allah kıyamet gününde, bu halklar hakkında soracak olmasının yanı sıra bu mesajı onlara taşıyıp taşımadığımız hakkında da bize soracaktır. Nitekim Allahu teala, şöyle buyurmuştur:

وَكَذَلِكَ جَعَلْنَاكُمْ أُمَّةً وَسَطًا لِتَكُونُوا شُهَدَاءَ عَلَى النَّاسِ وَيَكُونَ الرَّسُولُ عَلَيْكُمْ شَهِيدًا "İşte böylece sizin insanlığa şahitler olmanız, resulün de size şahit olması için sizi vasat bir ümmet kıldık." [el-Bakara 143]

Bu nedenle kafir kapitalist ülkeler, İslam dünyamızdaki rejimlerin kendilerine ajan olarak kalmaya devam etmelerine büyük bir hırs göstermektedirler. Velev ki kuvvet ve şeriat ile dine kayıtsız kalarak insanların kanlarının akıtılması yoluyla olsa bile. Zira onlar, bir mümin hakkında ne bir yemin ne de bir zimmet gözetmektedirler.

Ey Müslümanlar! Ey Kenane-Mısır Halkı!

Allahu teala, şöyle buyurmaktadır:

وَإِن تَتَوَلَّوْاْ يَسْتَبْدِلْ قَوْماً غَيْرَكُمْ ثُمَّ لاَ يَكُونُوۤاْ أَمْثَالَكُم "Eğer (savaşa) çıkmazsanız, (Allah) sizi pek elem verici bir azap ile cezalandırır ve yerinize sizden başka bir kavim getirir ve siz (savaşa çıkmamakla) O'na hiçbir zarar veremezsiniz." [et-Tevbe 39]

Ve Subhânehu ve Te'âla, şöyle buyurmaktadır:

وَاللّهُ غَالِبٌ عَلَى أَمْرِهِ وَلَـكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لاَ يَعْلَمُونَ "Şüphesiz ki Allah, emrine galiptir, muktedirdir. Velâkin insanların çoğu bunu bilmezler!" [Yûsuf 21]

Dolayısıyla biz istesek de istemesek de Allah, bizim yada bizim dışındakiler hakkındaki emrine galiptir. O halde kendinizi, değişimden uzak tutmayınız. Vallahi bu, açık bir hüsrandır. Zira bu, orta çözümü, uyumluluk adı altındaki egemenlik yoluyla İslam'ın birliğinden feragat etmeyi, "İslam'ı referans alan sivil devlet" adı altında ve hiçbir şekilde tek kaynak olmamasına rağmen "İslam şeriatının ilkeleri, şeriatın ana kaynağıdır" gibi aldatıcı ibareler yoluyla sahtekarlığı ve dalkavukluğu kabul etmektir! Bu gibi ibareler, Allah'ın yönetimde tek olmadığını ifade etmektedir. Ayrıca tüm bunlar, İslam'dan yüz çevirmek ve ondan geri dönmektir. Buna rağmen Amerika ve kafir Batı, bu feragati ve bu dalkavukluğu kabul etmemekte, rejimin başının sadece kendilerinin ajanı olmasına razı olmakta, dahası bize uygulanan sistemlerin ve kanunların kendi sistem ve kanunlarından kopyalanmış olmasını istemekte ve bedenlerimizin parçalanması pahasına bunun tamamlanmasında ısrarcı olmaktadırlar.

Gerçekten üzücü olan ise başta sözde İslamcılar olmak üzere Mısır'daki siyasî güçlerin, Abbasiye faciasını seçilmiş Cumhurbaşkanının hızla otoriteye teslim olma talebine bir argüman olarak almalarıdır. Sanki mevcut laik Cumhuriyet rejimindeki bu seçimler, bütün sorunları çözen ve ülkeyi refaha ve güvenliğe doğru ilerleten bir kurtuluş yoluymuş gibi. Bizler yine tekrarlarız ki; gelecek olan Devlet Başkanı'nın da boyun eğeceği mevcut Cumhuriyet rejimi olduğu sürece bu seçimler hiçbir şeyi değiştirmeyecektir. Bilakis vacip olan, bu rejimi kökünden söküp atmak ve onun yerine İslamî Hilafet'i kurmaktır.

Ey Kenane-Mısır Ordusu İçerisindeki Subaylar ve Askerler!

Subhânehu ve Te'âla, şöyle buyurmaktadır:

وَمَنْ يَقْتُلْ مُؤْمِنًا مُتَعَمِّدًا فَجَزَاؤُهُ جَهَنَّمُ خَالِدًا فِيهَا وَغَضِبَ اللَّهُ عَلَيْهِ وَلَعَنَهُ وَأَعَدَّ لَهُ عَذَابًا عَظِيمًا "Kim bir mümini kasden öldürürse onun cezası, içinde ebediyen kalacağı cehennemdir. Allah ona gazap etmiş, onu lanetlemiş ve onun için büyük bir azap hazırlamıştır." [Nisa 93]

Ve Sallallahu Aleyhi ve Sellem de şöyle buyurmaktadır:

إذا التقى مسلمان بسيفيهما فالقاتل والمقتول في النار "İki Müslüman kılıçları ile karşı karşıya geldiği zaman, katil de maktul de ateştedir."

İyi biliniz ki; Allah katında dünyanın yok olması bir müminin haksız yere öldürülmesinden daha hafiftir. O halde bu komplo içerisindeki din düşmanlarına yardım etmeyiniz ve kardeşlerinizin kanlarının akıtılmasının bir aracı olmayınız. Yoksa bu kanların sorumluluğunu taşırsınız ve kıyamet günüde de zelil ve hüsrana uğramış bir şekilde gelirsiniz.

Ve yine iyi biliniz ki; sizin yararınıza olan İslam'a nusret vermek ve Mısır'da Hilafet Devleti'nin olduğu devletini kurmak yoluyla İslam şeriatını eksiksiz kamil ve kapsamlı bir şekilde hakim kılmaktır. Böylece Mısır, İslam dünyasındaki Hilafet'in başkenti olmasının yanı sıra İslam ülkelerini birleştirecek ve Sykes-Picot'un yapay sınırlarını ortadan kaldıracak olan büyük İslam Devleti'nin çekirdeği olsun. Nitekim Hizb-ut Tahrir, işte bunun için çalışıp sizi ve tüm Kenane-Mısır halkını buna davet ettiği gibi yine sizleri, Amerika'ya, Yahudilere ve kafir Batı'ya, kendilerine İslam ülkelerinde şeytanın vesveselerini bile unutturacak olan iyi bir ders vermeye davet etmektedir. Buda Nebimiz [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]'in müjdelediği Nübüvvet Minhacı Üzere Hilafet Devleti'ni kurmak için ona nusret vermek ve onunla birlikte çalışmak yoluyla olacaktır. Zira Nebimiz [Sallallahu Aleyhi ve Sellem], Ahmed'in rivayet ettiği sahih hadiste şöyle buyurmuştur:

ثم تكون خلافة راشدة على منهاج النبوة "Sonra Nübüvvet Minhacı Üzere Raşidi Hilafet olacaktır."

يا أَيُّهَا الَّذِينَ آَمَنُوا اسْتَجِيبُوا لِلَّهِ وَلِلرَّسُولِ إِذَا دَعَاكُمْ لِمَا يُحْيِيكُمْ وَاعْلَمُوا أَنَّ اللَّهَ يَحُولُ بَيْنَ الْمَرْءِ وَقَلْبِهِ وَأَنَّهُ إِلَيْهِ تُحْشَرُونَ "Ey iman edenler! Allah ve Resulü sizi size hayat veren şeye davet ettiği zaman icabet ediniz. Biliniz ki, Allah kişi ile onun kalbi arasına girer ve siz mutlaka onun huzurunda toplanacaksınız." [Enfal 24]

 

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Hizb-ut Tahrir, Hillary Clinton'un Ziyaretine Dönük Bir Protesto Gösterisi Düzenlemiştir Haçlı Amerika İle Olan Stratejik ve Güvenlik İşbirliğini Reddediniz

Hizb-ut Tahrir bugün, 05. Mayıs 2012'de planlanan Hillary Clinton'un ziyaretine dönük bir protesto gösterisi düzenlemiştir. Nitekim gösteri, Yüksek Mahkeme'den başlamış olup Ulusal Basın Kulübü'nün dışında son bulmuş ve Hizb-ut Tahrir üyeleri de aşağıdaki mektubu okumuşlardır:

El- Hak Subhânehu ve Te'âla, şöyle buyurmuştur:

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لاَ تَتَّخِذُوا الْيَهُودَ وَالنَّصَارَى أَوْلِيَاءَ بَعْضُهُمْ أَوْلِيَاءُ بَعْضٍ وَمَنْ يَتَوَلَّهُمْ مِنْكُمْ فَإِنَّهُ مِنْهُمْ إِنَّ اللَّهَ لاَ يَهْدِي الْقَوْمَ الظَّالِمِينَ "Ey iman edenler Yahudileri ve Nasranileri dost edinmeyin. Çünkü onlar birbirlerinin dostlarıdırlar. Şayet sizden her kim onları dost edinirse o onlardandır. Muhakkak ki Allah zalimler toplumunu hidayete erdirmez."[Maide 51]

Ve aynı şekilde şöyle buyurmuştur:

إِن يَثْقَفُوكُمْ يَكُونُوا لَكُمْ أَعْدَآءً وَيَبْسُطُوا إِلَيْكُمْ أَيْدِيَهُمْ وَأَلْسِنَتَهُمْ بِالسُّوءِ وَوَدُّوا لَوْ تَكْفُرُونَ "Şayet onlar sizi ele geçirirlerse, size düşman kesilecekler, size ellerini ve dillerini kötülükle uzatacaklardır. Zaten onlar inkar edivermenizi istemektedirler." [el-Mumtehine 2]

Ey Müslümanlar!

Yöneticileriniz, Allahu [Subhânehu ve Te'âla]'nın ayetlerine herhangi bir ihtimam göstermemektedirler. Bu yüzden Şeyha Hasina, Hâlide Ziya ve sözde Sivil Toplum Kuruluşlarından oluşan bu demokratik rejimin yöneticileri, haçlı Amerika'nın Dışişleri Bakanı olan Hillary Clinton'a ev sahipliği yapacaklar ve onunla birlikte yemek yiyeceklerdir. Hillary'nin ziyaretinin amacı ise Bangladeş ile olan stratejik ve güvenlik işbirliğini kurumsallaştırmak ve aynı şekilde ülkedeki siyasî ve ekonomik işlerde Amerika'nın elini güçlendirmektedir. Zira Amerikalılar, bazen terörle mücadele, bazen demokrasi ve kalkınmaya teşvik ve bazen de ordu ile askerî ilişkiler adı altında çeşitli üsluplar kullanmaktadırlar. İşte tüm bunlar, Müslümanların katledilmesi, servetlerinin yağmalanması ve ümmet üzerinde egemenlik kurulması planlarının uygulanması içindir. Zira şuanda Amerika, bölgede İslamî uyanışın ve Çin'in büyümesi nedeniyle gözlerini Bangladeş'e dikmiştir. Bunun amacı ise stratejik ve güvenlik ortaklığı kisvesi altında bu bölgedeki dayanağını pekiştirmek için Bangladeş'e boyun eğdirmektir. Buda sözde güvenlik stratejisinin, baskı ve hegemonyadan başka bir anlama gelmediğini göstermektedir. Zira bu, Amerikalıların Irak'taki ajanları Nuri el-Maliki, Afganistan'daki ajanları Karzai ve Pakistan'daki ajanları Zerdâri, Keyâni ve Gilâni yoluyla gerçekleştirdikleri stratejik ve güvenlik ortaklıklarıdır ki bu anlaşmalar, bu ülkelerdeki ümmete üstün gelmek için yapılmıştır.

Ey Müslümanlar!

Amerikalılar, hain Hasina ile mevcut demokratik rejimin yardımıyla hızla hedeflerini gerçekleştirmeye doğru ilerlemektedirler. O halde bu ajanın devam etmesine izin mi vereceksiniz? Yöneticileriniz gibi Amerika'nın kölesi olmayı kabul mü edeceksiniz? Kesinlikle hayır! Asla buna izin vermeyeceğiz. O halde Hillary'nin ziyaretini protesto ediniz, haçlı Amerika ile olan stratejik ve güvenlik işbirliğini reddediniz ve her hangi bir gecikme olmaksızın adam kaçırma ve öldürmeye dayalı olan demokratik rejimin olduğu bu emperyalizmi ortadan kaldırmak... ve ülkenin ekonomisine, yönetime ve orduya hakim olan emperyalizmi ortadan kaldırmasının ardından ülkeyi koruyacak, güçlü bir ordu kuracak ve ağır sanayiye dayalı bir ekonomi inşa edecek olan Hilafet Devleti'ni yeniden kurmak için olan mücadeleye katılınız.

Ey Kuvvet Ehli!

Daha başınıza ne gelecek ki? Zira Kur'an'ı yakan, onu necis yerlere atan ve şehitlerinizin üzerine bevleden düşmanlarınızı gördüğünüz halde hala damarlarınızdaki kanlarınız kaynamıyor mu? Yoksa damarlarınızda dolaşan kanlar, Resul [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]'in sahabesinin, Halid İbn-u Velid'in, Fatif Bahtiyar Halıcı'nın ve mücahit Şah Celal'in kanları değil midir? Peki düşmanlarınızın size üstün gelmesine sessiz mi kalacaksınız? Halbuki önünüzde iki seçenek vardır; ya köle bir ordu olmayı kabul edeceksiniz yada Hilafet Devleti'ni yeniden kurmak için nusret vermek yoluyla ensarlar gibi bir ordu olacaksınız? O halde çok geç olmadan Hasina ile mevcut rejimi kaldırıp atınız.

وَإِن تَتَوَلَّوْاْ يَسْتَبْدِلْ قَوْماً غَيْرَكُمْ ثُمَّ لاَ يَكُونُوۤاْ أَمْثَالَكُم "Eğer (savaşa) çıkmazsanız, (Allah) sizi pek elem verici bir azap ile cezalandırır ve yerinize sizden başka bir kavim getirir ve siz (savaşa çıkmamakla) O'na hiçbir zarar veremezsiniz." [et-Tevbe 39]

يا أَيُّهَا الَّذِينَ آَمَنُوا اسْتَجِيبُوا لِلَّهِ وَلِلرَّسُولِ إِذَا دَعَاكُمْ لِمَا يُحْيِيكُمْ  "Ey iman edenler! Allah ve Resulü sizi size hayat veren şeye davet ettiği zaman icabet ediniz." [Enfal 24]

Devamını oku...

Hizb-ut Tahrir'in Lübnan'da düzenlemiş olduğu (01.05.2012) tarihli Konferansta Emir ATA EBU RAŞTA'nın Açılış Konuşması

Sevgili kardeşlerim

Esselamü aleyküm ve Rahmetullahi ve Berakatuhu

Hamd Alemlerin rabbi olan Allah'a mahsustur, salat ve selam onun aline ashabına ve kıyamete kadar ona ihsanla tabi olanların üzerine olsun.

Allah (Subhânehu ve Te'alâ) şöyle buyurdu:

وَلَا تَحْسَبَنَّ اللَّهَ غَافِلًا عَمَّا يَعْمَلُ الظَّالِمُونَ إِنَّمَا يُؤَخِّرُهُمْ لِيَوْمٍ تَشْخَصُ فِيهِ الْأَبْصَارُ*مُهْطِعِينَ مُقْنِعِي رُءُوسِهِمْ لَا يَرْتَدُّ إِلَيْهِمْ طَرْفُهُمْ وَأَفْئِدَتُهُمْ هَوَاءٌ

O gün, başlarını dikerek koşacaklar, gözleri kendilerine bile dönmeyecek ve gönülleri bomboş kalacaktır. - Ey Peygamber! İnsanları, azabın geleceği gün ile korkut. O gün, zalimler şöyle diyecekler: "Ey Rabbimiz! Bizi yakın bir zamana kadar ertele de senin davetine uyalım ve peygamberlere tâbi olalım." Onlara: "Daha önce ahirete intikal etmeyeceğinize dair yemin etmemiş miydiniz?" denilir. (İbrahim.43/44)

Ebu Musa'nın rivayet ettiği bir Hadisi şerifte Allah Resulü SallAllahu Aleyhi ve Sellem (şöyle) buyurdu: Allah zalimlere (diktatörlere) süre verir ta ki onları yakalayana dek. Sonrada bir daha bırakmaz. Bundan sonra (SallAllahu Aleyhi ve Sellem) şu ayeti okudu:

وَكَذَلِكَ أَخْذُ رَبِّكَ إِذَا أَخَذَ القُرَى وَهِيَ ظَالِمَةٌ إِنَّ أَخْذَهُ أَلِيمٌ شَدِيدٌ

Rabbin, haksızlık eden memleketleri (onların halkını) yakaladığında, onun yakalayışı işte böyle (şiddetlidir). Şüphesiz onun yakalaması pek elem vericidir, pek çetindir! (Hud 102)

Bu hadisi Buhari ve Muslim rivayet etmiştir. Bu rivayet Buhari'ninkidir.

Allah [Subhânehu ve Te'alâ] diktatörlüğe ilk örnek olarak Firavunu vermiştir. O bütün sınırları aşıyor, halkı sömürüyordu. Haddini aşmış biriydi ve o şöyle dedi: Sizin rabbiniz benim.

فَأَخَذَهُ اللَّهُ نَكَالَ الْآخِرَةِ وَالْأُولَى

Allah onu, (herkese ibret olarak) dünya ve ahiret azabıyla cezalandırdı. (Naziat 25)

O halkı susturuyordu ve halkın hakikati söylemesine engel oluyordu ve kendisinin onaylamadığı hiçbir konuşmaya da müsaade etmiyordu.

قَالَ فِرْعَوْنُ مَا أُرِيكُمْ إِلَّا مَا أَرَى

Ey kavmim! Bugün, yeryüzüne hakim kimseler olarak hükümranlık sizindir. Ama Allah'ın azabı bize gelip çatarsa, kim bize yardım eder? Firavun: Ben size kendi görüşümü söylüyorum ve yine size ancak doğru yolu gösteriyorum dedi. (Mumin 29)

Hatta kendine karşı en ufak bir karşı çıkışta dahi isyanla suçlanıp ülkenin bütünlüğü için komplolar kurduğuna ilişsin iftiralar atıyordu.

قَالَ فِرْعَوْنُ آمَنْتُمْ بِهِ قَبْلَ أَنْ آذَنَ لَكُمْ إِنَّ هَذَا لَمَكْرٌ مَكَرْتُمُوهُ فِي الْمَدِينَةِ لِتُخْرِجُوا مِنْهَا أَهْلَهَا فَسَوْفَ تَعْلَمُونَ

Firavun dedi ki: "Ben size izin vermeden ona iman mı ettiniz? Bu, hiç şüphesiz şehirde, halkını oradan çıkarmak için kurduğunuz bir tuzaktır. Ama yakında (başınıza gelecekleri) göreceksiniz! (Araf 123)

Fakat sonunda Firavun yenildi ve arkasında bütün malını ve servetini bırakarak yok oldu. Ne yerde ne gökte kimse onun için yas tutmadı. O dışlanmış ve lanetlenmiş olarak kaldı.

كَمْ تَرَكُوا مِنْ جَنَّاتٍ وَعُيُونٍ * وَزُرُوعٍ وَمَقَامٍ كَرِيمٍ * وَنَعْمَةٍ كَانُوا فِيهَا فَاكِهِينَ * كَذَلِكَ وَأَوْرَثْنَاهَا قَوْمًا آخَرِينَ * فَمَا بَكَتْ عَلَيْهِمُ السَّمَاءُ وَالْأَرْضُ وَمَا كَانُوا مُنْظَرِينَ

Onlar geride nice şeyler bıraktılar; bahçeler, çeşmeler, ekinler, güzel konaklar ve zevkü sefa sürdükleri nice nimetler! İşte böylece biz de onları başka bir topluma miras bıraktık. Gök ve yer onların ardından ağlamadı; onlara mühlet de verilmedi. (Duhan 25-29)

Değerli kardeşlerim:

Günümüzde hakim olan diktatörler firavunun birinci ve ikinci işlediği suçu aldılar fakat firavunun yok olmasıyla ilgili olarak yeterince düşünmediler.

İnsanları susturuyorlar ve şayet kendilerini yücelten, alkışlayan ve ağızlarından çıkanlar iyi olsun kötü olsun fark etmeden onları öven sözler olmadığı sürece hiçbir konuşmaya müsaade etmiyorlar. Onlar bütün iyiliklerini kaybetmişler ve kendi elleri ile inşa etmiş oldukları kötülükleriyle kuşatılmışlardır.

Onlar gerçekleştirilen her protestoyu, ufak çapta dahi olsa, yasa dışı bir eylem olarak sergileyip dıştan yönlendirilen bir komplo olduğunu söylemekteler. Halbuki herkes tarafından çok iyi bilinmektedir ki diktatörlerin kendileri dış güçlerin mallarıdır. Onlar Allah [Subhânehu ve Te'alâ]'ya, O'nun elçisi [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'e ve bütün inananlara savaş açıp bu şekilde Siyonistlerin ve dinsiz sömürgecilerin menfaatlerini gözetmek için başa getirilmişlerdir.

Bu iki suçu firavundan alıp uygulamaktalar ve bundan dolayı da onun yolunu takip etmekteler. Fakat nedense firavunun kendi kötülüklerinden ötürü tatmış olduğu sonuçlardan hiçbir ders çıkartmamışlar ve unutmuşlardır. Sadece bu dünyada değil hem bu dünyada hem de ahirette tadacakları cezasının laneti onları yakalayıp kuşatacaktır.

Her baskıcı diktatörün sonundan da ders çıkartmıyorlar, onun yerine hala günah işlemeye devam ediyorlar.

Diktatörlerin biri kaçak gibi, panik halinde, sürgün edilmişçesine terk etti, uçağı havada uçarak onu kabul edecek ve barındıracak bir yer arayıp durdu. Fakat kendisi defalarca reddedildi ta ki kendini saklayıp barınak verecek kendisi gibi bir diktatör bulana kadar.

Bir başka diktatör ise sedye ile o mahkemeden bu mahkemeye taşındı, çok çaresiz gözükmekle küçülerek ve itaatkar bir şekilde ‘Evet, efendim' diye cevap vermekte... Halbuki hakim olduğu dönemlerde ise istediği bir şeye sadece parmağı ile işaret etmesi onu elde etmesi için yeterliydi.

Üçüncü diktatör ise kendinden üstün kimsenin olmadığını düşünüyordu. Şüphelileri hiç bir gerekçe olmadan idam ediyordu. Ve bu dindar insanların sadece idam edilmeleri ile de yetinmiyordu. Onları bir kamyonun arkasına bağlatıyordu ta ki bu şekilde ölene kadar. Bu insanlar sert taşların üzerinde sürükleniyorlar ve parçalanarak can veriyorlardı. Bu diktatörün sonu da bir kertenkele deliği oldu, gidecek yeri olmadığı halde yok edilmeden önce bir kanalizasyon borusunda bulundu. İnsanlarla lağım fareleri diye dalga geçiyordu ki kendisi o dalga geçtiği hal üzerinde bulundu.

Dördüncü diktatör ise emirler dağıtıp yasaklar koyardı. Ama en nihayetinde kendisine emirler verilip yasaklar konuldu. Kendi ülkesinde kalıyor ondan sonra iki günde Najd de ve şimdi ise bulunduğu hali için teselli aramak amacıyla bütün ülkeyi geziyor. Umman'da duruyor ondan sonra İngiltere'deki sahiplerinin yanında ve otoritesini kaybettiği yere dönmeden de fizyoterapi için Washington'da kalıyor ki kalan az rüşvetini kullanmak için.

Beşinci diktatör ise hem görme hem de algılama yetisini kaybetti ve etrafındaki diğer diktatörlerin başına gelenleri görüyor. Maalesef, buna rağmen hala kendi baskısına karşı gelen masum Müslümanların kanlarını içtiği halde susuzluğunu dindiremedi. Yani, bunun için öldürmeye devam etti ki bu şekilde halkın yakmış olduğu meşaleyi söndürebileceğini zannetti. Bununla birlikte unutuyor (ya da unutmuş gibi davranıyor) ki hakikatin alevi Allah (cc)'nin dilemesi ile alevlendi ve onu asla söndüremeyecek. Ta ki bu alev tıpkı kendisinden önceki diktatörleri yaptıkları kötülükleri başına geçirip onları lanetleyip dışladığı gibi uzak diyarlara atana denk. Ve bununla onun rejimi yok edilecek ve Şam tekrar olması gerektiği yere getirilecek tıpkı Allah'ın elçisinin (sav) buyurduğu gibi ‘Şam inananların konaklayacağı yerin merkezidir' (Ahmed'den rivayet edilmiştir) ve, ‘İslam'ın merkezi Şam'dır' (Al Kebir de Taberani tarafından rivayet edilmiştir)

Değerli kardeşlerim

Sizler hiç umulmadık diktatörlerin nasıl yerle bir edildiğini gördünüz ve duydunuz. Ayriyeten sizler bu aşılmaz zannedilen korku bariyerinin nasıl kırıldığına şahit oldunuz. Bu olan bitenlerde akledenler için veyahut kulak verip samimi bir hakikate şahitlik edenler için bir mesaj var. Geri sayım başladı ve diktatörlerin ve karanlık günlerin sonu artık yakındır, bunun için ölüm bile olsa.

Diktatörlerin korku bariyerlerinin aşıldığı dönemde iyilik ve hakikat için daha çok yer kalıyor ve bunun için daha fazla doğruyu göstermek için çalışmamız gerekiyor.

Yani, ümmet güçlü ve akıllı eylemlerde bulunmalı ki dikkatleri çekebilsin. Ve bu hareketler aldatmacaları ve ümmeti zedeleyen dengesizlikleri etkilemeli. Bu dengesizlikler hatta o derece oldu ki batının hedeflediği gayelere kadar ulaştı. Bu hareketler ve `devrimler`i bağımsız olarak gördük, ta ki Bouazizie'nin yangın olayından sonrasına kadar. Ondan sonra çok hızlı bir şekilde yayıldı. Ancak, uluslararası güçler, olayların zamanlamasından ötürü çok şaşırdılar ve devrimler gerçekleşmeden evvel ajanlarını koruyamadılar. Bundan dolayı değişimleri kısıtlamak için sürekli çalışmalar içine girdiler ta ki diktatörleri yok etmeye kadar gittiler. Bunu da mevcut olan sistemin zarara uğramaması için yaptılar. Ne zamanki camilerde Müslümanların ayaklanmalarını ve meydanlarda binlerce kişinin birlikte dualarını görüp bu sistemin yapısının değişeceğini ve İslam'ın hakimiyeti ile ortadan kalkacağının korkusuna kapıldılar. Bunun için kasıtlı olarak ellerinden geleni yaptılar ki hedefledikleri iki unsur gerçekleşebilsin.

Birincisi, İslami duyguları yanlış bilgi vererek kontrol altına almaya çalıştılar ki `ılımlı Müslümanların da laiklerden farklı olmadıklarını sadece onlar İslami kişiliklerini isimleri ile ortaya koymak istemekte olduklarını söylediler. Eğer bunu yapmamış olsalardı o zaman laikler topluluğu arasında kaybolup hiç bir farkları olmayacaktı. Onlarda sivil laik devlet için ve laik bir demokrasi için çağrıda bulunuyorlar tıpkı laiklerinde istediği gibi.

İkincisi, Batı kendini güçlü kılmak için aşağılamalara ve işkencelere devam etti bazen direk kendisi müdahale ederek bazen de ajanları aracılığı ile ki bu şekilde samimi bir şekilde İslam'ın hakimiyeti için Allah azze ve celle nin emrettiği şekil olan Hilafet şekli gibi ve Allah'ın elçisi (sav)in yapmış olduğu gibi ve ondan sonraki halifelerin yaptığı gibi ikame etmek isteyenleri engellemek için.

Bu onların hedeflediği gayeleridir. Ama bizim için bağlayıcı olan ve görevimiz olan ise insanları kültürlendirip başka bir deyişle bu popüler organizasyonların yöneticilerinin ilgisini çekip onların aralarına sömürgeci devletler ve ajanları aracılığı ile yayılmaya çalışılan zehire karşı uyarmaktır. Ve sözde `ılımlı Müslümanlar` yani sivil devlet ve laik demokrasi adı altında kendilerine verilen yanlış bilgilere karşı da, bunu yapmalıyız ki bu çağrılar onların çalışmalarını etkilemesin ki feda ettikleri kanları boşa gidip heba olmasın.

Ayrıca, ümmet bütün gayretleri ile otorite sahibi insanlara ulaşmalı, yani ümmetin samimi askerlerine ve aynı zamanda doğru değişimin yollarını aramalı ki bu; insanlar tarafından inşa edilen ve Batının hizmetinde olan sistemin fikir ve kurallarının temelini yok edecektir. Bu ümmetin İslam'ı tekrar hakim kılma yoludur, ki bu Allah (cc)'nun ve elçisi (sav)'in emretmiş olduğu İslam devletidir yani Hilafet devletidir.

Ümmetin ve onun ordusunun faaliyetleri bu doğru değişimin gerçekleşeceğinin garantisidir.

Uluslararası organizasyonlardan ve sömürgeci güçler tarafından yardımlar sunuldu. Arap birliğinden planlar ve Kofi Annan ve diğer sömürgeci güçlerin ajanlarından, ki Amerika dan, Güvenlik konseyinden 21 Nisan 2012'de 2043 no.lu kararla doksan günlük gözlemciler gönderildi ki bunlar büyük bir futbol maçını gözlemleyenlerden daha zayıftırlar.

Daha ötesi, 20 Nisan 2012 konseyinde Amerikan Savunma Bakanının aldatmasını duyduk ki şöyle diyordu; `Suriye devlet başkanı hala popüler ve ordusu kendisine bağlı`. Bütün bunlar gösteriyor ki onlar rejimlerini destekliyorlar ki daha fazla ölümler gerçekleşsin ve halkı bastırsın ta ki Amerika mevcut ajanı olan Beşşar`ın yerine yeni bir kukla bulabilsin. O Suriyeliler tarafından dışlandığına göre Amerika artık kendi çıkarlarının gerçekleşemeyeceğinden endişelidir.

Bu planların hiçbir değeri yoktur. Bunlar - yüzeysel bakıldığında iyi gibi gözükse de - sadece ölümcül birer zehirdir ve doğru değişimi gerçekleştiremezler fakat korkunç ve ölümcül değişime sebep olurlar. Çünkü bu değişim, bu katil rejimle konuşulabileceği kanısındaki onların temiz kana olan susuzluğu hala dinmemiştir. Böyle ölümcül bir rejimle nasıl diyalog kurulabilir.

Amerika ve Batı, ümmet nazarında hiçbir iyiliği gözetmemektedirler çünkü onlar Müslümanların devleti olan Hilafete karşı planlar hazırlamışlardır. Ondan sonra onlar Müslüman ülkelerini parçalayıp aralarındaki bağı yok etmişlerdir. Bu şekilde onlar bu ülkeler arasındaki seyahatleri de engellemişlerdir. Ve yine onlar bu diktatör yönetimleri kurmuşlardır. Bu yüzden bu ülkeler, onların ajanları ve planları için ümmet uyanık olmalı ve kendi ordusuna güvenip dayanmalı. Onlar Allah (cc)'nun dediği gibi;

هُمُ الْعَدُوُّ فَاحْذَرْهُمْ قَاتَلَهُمُ اللَّهُ أَنَّى يُؤْفَكُونَ

Onlar düşmandır, onlardan sakın! Allah onları kahretsin! Nasıl da (haktan) çevriliyorlar! (Münâfikûn 4)

Kısacası, sizin saygın konferansınızı `Ümmetin devrimi: bunu başarısız kılma planları ve bu İslami programın kaçınılmaz olması, inşa Allah` Allah [Subhânehu ve Te'alâ]'dan bizlere başarı vermesini ve bunun meyvelerini toplamamızı sağlamamızı temenni ve niyaz ederek açıyorum ve duamızın sonu ise Allaha, Dünyanın sahibine hamddir.

Esselamu aleykum ve rahmetullahi ve berakatuhu

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Lübnan'da Hizb-ut Tahrir Konferansı "Ümmetin Ayaklanması: Kürtaj Planları ve İslamî Projenin Kaçınılmazlığı"

Hizb-ut Tahrir, Trablus / Lübnan'da, "Ümmetin Ayaklanması: Kürtaj Planları ve İslamî Projenin Kaçınılmazlığı" başlıklı küresel bir konferans düzenlemiştir. Konferansa, Hizb-ut Tahrir ve diğerlerinin olduğu ümmetin evlatlarından olan seçkin siyasetçiler, aydınlar ve medyacılar katılmışlardır. Konferansın faaliyetleri, H. 10. Cumâde'l Âhir 1433 el-Muvafık 01.05.2012 Salı günü sabah saat 09:30'da başlamıştır.

Konferansta hassas meseleler ele alınmış olup bunların en önemlileri şunlardır:

Halkların ayaklanmalarının sebebi, Şam ayaklanması, Arap dünyasındaki ayaklanmaların başarıları ve beklentileri, ayaklananların kaybolan programları ve Batı ile yöneticilerin ayaklanmalarla nasıl muamelede bulundukları? Ayaklanmanın azınlıklardan kapıp kaçırılma girişimleri, sivil devlete ve uluslararası korumaya çağırmanın siyasî intihar olduğu, ayaklanmalar ve Batılı hegemonyada oluşturduğu kırılmalar ve azim Hilafet projesi... ve diğer önemli ve hassas meseleler...

Hizbin Mısır'daki Medya Bürosu, Büro Başkanı Üstad Şarif Zâyid'in, "Arap Dünyasındaki Ayaklanmaların Başarıları ve Beklentileri" başlığı altında yaptığı konuşmasıyla katılmıştır. Konuşmada şunlar geçmiştir: "Arap dünyasındaki haklar, zalim, fasit ve Batı'ya bağlı olan rejimlere karşı ayaklanmışlar ve on yıllardır üzerlerine çöreklenen bu mevcut tagutlardan kurtulmak için de çok güzel fedakarlık, cesaret ve kararlılık manzarası sergilemişlerdir." Aynı şekilde şunlar geçmiştir: "Müslüman ülkelerdeki ayaklanmalar ufukta, genel bir hayrı müjdelemektedir. Şüphesiz bizler, Allah'ın izniyle bu ümmetin, Amerika ve kafir Batı'nın bu ayaklanmaları başarısız kılmaya ve onun Allah'ın izniyle Nübüvvet Minhacı Üzere Hilafet'in geri dönmesiyle sonuçlanacak olan doğal seyrini çarpıtmaya dönük planlarını başarısız kılmaya muktedir olduğundan eminiz."

Allahu teala, şöyle buyurmuştur:

إِنَّا لَنَنصُرُ رُسُلَنَا وَالَّذِينَ آمَنُوا فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَيَوْمَ يَقُومُ الأََشْهَادُ Şüphesiz resullerimize ve iman edenlere, hem bu dünya hayatında hem de şahitlerin (şahitlik için) kalkacakları günde nusret veririz." [Mu'min/Ğâfir 51]

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Hizb-ut Tahrir / Endonezya, Mushaf-ı Şerif'in Yakılmasını Kınar

Mushaf-ı Şerif, 29.04.2012 Pazar günü, Florida / Amerika Dove World Outreach Center Kilise Papazı Terry Jones tarafından bir kez daha yakılmıştır.

Geçen yıl, yani 20.03.2011 tarihinde, yine bu kilisenin papazı Mushaf'ın yakılmasını fotoğraflayıp bunu internet üzerinde yayınlayarak dünya Müslümanlarını öfkelendirmişti.

Hizb-ut Tahrir / Endonezya, Amerikan Büyükelçiliği önünde bir protesto eylemi gerçekleştirmiş ve aşağıdaki hususları açıklamıştır:

1- Ahlak dışı bu çirkin eylemi kınamış ve bunu, Kur'an'ın mukaddesatlarına, onuruna ve kutsiyetine bir hakaret olarak gördüğü gibi aynı şekilde İslam'a ve tüm dünya Müslümanlarına da bir hakaret olarak görmüştür.

2-  Mushaf'ın yakılması, Amerikan hükümetinin, dinlerin kutsallıklarını koruduğu şeklindeki iddiasının bir yalan olduğunu gösterdiği gibi aynı şekilde övünüp durduğu insan haklarının korunmasının da bir yalan olduğunu göstermiştir. Mushaf-ı Şerif'in yakılması olaylarıyla birlikte Amerika'nın içindeki ve dışındaki diğer farklı yerlerde mukaddesatlara hakaret edilme vakıaları, insan hakları nazariyesinin, sadece İslam ve Müslümanların dışındakilere yönelik olduğunu göstermektedir. Nitekim Müslümanlar, kendi dinlerini hedef aldıkları sürece Mushaf'ın yakılması meselesinde meydana geldiği üzere Amerikan hükümeti rahat durmayacak, bilakis her hangi bir cürümün gerçekleşmesinin önlenmemesi için mücrimleri teşvik edecek ve olay yerine gitmeleri noktasında da güvenlik birimlerini yavaşlatacaktır.

3- Diğer taraftan mesele, sayıca çok olmalarına rağmen Müslümanların zayıf olduğunu göstermektedir. Ancak Müslümanlar, 1.5 milyar küsur insan olmalarına rağmen birleşmedikleri ve İslamlarını hakim kılmadıkları sürece sayının hiçbir faydası olmayacaktır. Zira onlar, dinlerini ve Rablerinin azim Kitabını korumaya güç yetirememektedirler. Binaenaleyh bu meselenin, dünya Müslümanlarını, Hilafet'in kurulması ve şeri hükümlerin tatbik edilmesi amacıyla çalışmak için güçlü ve ciddi bir şekilde harekete geçirmesi kaçınılmazdır. Zira Hilafet olmadıkça onların vahdetleri gerçekleşmeyecektir. Sonra Müslümanların, Florida / Amerikan Kilisesi Papazı'nın yaptığı gibi başta iğrençliklere karşı Kur'an'ın mukaddesatlarının korunması olmak üzere İslam'ın kerametini ve mukaddesatını korumaya dönük gücü de bulunmaktadır. Aksi taktirde İslam'ın ve Müslümanların maslahatları için çalışmayan Müslümanların mevcut yöneticilerinin altında İslam'a ve Müslümanlara yönelik saldırılar deva edecektir.

Hilafet' gelince; (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'in kavlinde geçtiği üzere İslam'ı ve Müslümanları koruyacak sadece odur:

إنّما الإمام جنة يقاتل من ورائه ويتقى به "İmam [Halife] bir kalkandır onun arkasında savaşılır ve onunla korunulur." [Buhari ve Müslim rivayet ettiler]

Dolayısıyla Hilafet kurulmadıkça kafirler tarafından İslam'ın ve Müslümanların mukaddesatlarına yönelik saldırılar devam edecektir.

Allah bize yeter! Zira O, ne güzel bir Vekil, ne güzel bir Mevla ve ne güzel bir Yardımcıdır.

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Hükümet Birimleri, Dokuz Ayın Ardından Dr. Abdulkayyum'u İşkence Hücrelerinden Serbest Bırakmıştır Keyâni ve Zerdâri, Hizb-ut Tahrir ve Şebabının Hilafet Devleti'ni Kurmaya Dönük Mücadelesini Engelleyemeyeceklerdir

Hırsızların ve adam kaçıranların izinden yürüyen hükümet birimleri, gece karanlığındaki Abdulkayyum'u serbest bırakmıştır. Nitekim o, Rahim Yar Han'da ünlü bir diş hekimi ve Hizb-ut Tahrir'in üyesi olan bir doktordur. Kendisi dokuz ay önce, silah tehdidi altında ve küçük kız çocuğunun önünden hükümetin baltacıları tarafından arabasından kaçırılmıştır. Bu dokuz ay içerisinde, aşırı yaşlı olmasına rağmen fiziksel ve psikolojik işkenceye maruz kalmıştır. Ona yapılan işkencede o kadar ileri gidilmiştir ki; Allahu [Subhânehu ve Te'âla]'ya bir yakınlık hissetmesin diye Kur'an okumasına bile izin verilmemiştir.

Bu dönemde Pakistan İstihbaratı MI ile ISI, Yüksek Mahkeme'de yalancı şahitlik etmişler ve ardından da Dr. Abdukayyum'un kendi yanlarında olmadığına dair Allah'a yemin etmişlerdir!! Bu yöneticiler ve onlara bağlı birimler, yalan söylediklerinde hiçbir utanç yada haya hissetmedikleri gibi ardından da Allah'ın Kerim Kitabı üzerine yemin etmişlerdir. Zira Amerika'ya tam bir sadakat ve itaat etmelerinin ardından bu yöneticiler ve baltacılar, Allah'ın Kitabı üzerine yalan yemin etmeyi küçük görmektedirler. Bu nedenle bu insanlara deriz ki; "şüphesiz siz, dünyanızı ve ahiretinizi satmaktasınız."

Bu güne itibarıyla Hizb-ut Tahrir'in üyesi Habibullah da hükümetin aynı bu birimleri tarafından Karaçi'de ona bağlı işkence zindanlarında işkenceyle karşı karşıya kalmıştır. Kaçırılma musibetinden dolayı Allahu [Subhânehu ve Te'âla] ona, sabır ve sebat ihsan etsin. Ayrıca Peşaver'deki Hizb-ut Tahrir üyesi Üstad İrfan'da aynı şekilde cezaevindedir.

Keyâni ve Zerdâri'ye, geçtiğimiz dokuz ay boyunca süren kaçırmalar, tutuklamalar, işkenceler ve baskınlar hususunda bir açıklamada bulunmak isteriz; bu uygulamalar, Hizb-ut Tahrir'in mücadelesini asla yavaşlatamayacağı gibi dahası ona etki bile etmeyecektir. Bilakis bunun yerine bu zulüm, davet taşıyıcısının azmini artıracaktır. Artık ümmet için açık bir hale gelmiştir ki; haktan korkanlar, bizzat bu hainler olduğu gibi sözde muhalefet partileri de sömürgecilerin talimatlarına göre ülkede uygulanan demokratik rejimi korumak için çalışmaktadırlar. Bu sırada bu rejimi kökünden söküp atmak ve İslam Nizamı'nı kurmak için çalışan tek cihet, bizzat Hizb-ut Tahrir olduğu gibi aynı şekilde bu meselede muhlis olan da odur.

Ebi Cehil ile Ebi Leheb'in Muhammed [Sallallahu Aleyhi ve Âlihi ve Sahbihi]'nin davetine olan düşmanlıkları, davete şöhret ve hız vermişti. Dolayısıyla Keyâni ve Zerdâri'nin ağır cürümleri de davete hız kazandırması şeklindeki aynı neticeyi doğuracaktır. Dolayısıyla da asrın Ebu Leheb ve Ebu Cehil'lerinin yargılanacağı gün, çok uzak değildir. İşte o gün müminler de Allah'ın nusretiyle sevineceklerdir.

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Hizb-ut Tahrir, Pakistan'daki Ekonomik Sorunların Tek Çözümü Olan İslam'ın Ekonomik Sistemi Hakkında İslamabad, Lahor, Karaçi ve Peşaver'de Genel Konuşmalar Düzenlemiştir

Hizb-ut tahrir, insanları Hizb-ut Tahrir'in ülkedeki ekonomik sorunun çözümüne dönük görüşüyle bilinçlendirmek amacıyla genel konuşmalar düzenlemiştir. Nitekim bu konuşmalar, büyük mescitler ile büyük şehirlerdeki diğer kamuya açık alanlarda düzenlenmiş ve konuşmacıların binlerce insana hitap ettiği bu konuşmalar, üç gün devam etmiştir.

Konuşmacılar; Pakistan'daki ekonomik sorunun, kaynakların olmaması yada kaynakların azlığı sebebiyle olmadığını bilakis bu ülkede uygulanan kapitalist rejim sebebiyle olduğunu, kapitalizmin kaynakları insanlar arasında adaleti sağlayacak şekilde dağıtmaya muktedir olamadığını bilakis bu kaynakların, kapitalistler ile çokuluslu şirketlerin ellerinde yoğunlaştığını söylemişlerdir. Ayrıca konuşmacılar; İslam'ın ekonomik sisteminin dışında kaynakların adil bir şekilde dağıtılmasını garantileyen kanun ve kuralları içeren bir sistemin olmadığını ve İslam'ın, güçlülere zayıfları ezme fırsatı tanımadığını da söylemişlerdir.

Konuşmacılar, mülkiyet, ziraat, vergilendirme ve parayla ilgili İslamî kanunlara ışık tutmuşlar ve şöyle demişlerdir; Muhammed [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]'in hadisine göre petrol, doğalgaz, elektrik ve maden kaynaklarının özelleştirilmesi caiz değildir. Zira İslam bunları, kamu mülkiyetlerinden saymıştır. Bu nedenle İslamî Hilafet, insanlara ve sanayi sektörlerine karsız bir şekilde enerji sağlayacaktır. Bunun sonucunda da insanlar ve sanayi sektörü, Hilafet kurulur kurulmaz rahat bir nefes alacaklar ve buda devlette canlılığı yayacaktır. Mesela İslam, devletin gelir kaynaklarını sınırlandırmasının yanı sıra Halife'nin istediği gibi vergi koymasına izin vermemektedir. Zira İslam, ister doğrudan ister dolaylı olsun tüm vergileri haram kılmış ve bunu, insanlar için bir zulüm saymıştır. Ancak devletin, üzerine düşen hususlarda devletin ve insanların ihtiyaçlarını karşılamak için tüm yolların tükenmesinin ardından İslam, maruf ölçülerdeki ihtiyaçlarının fazlasından ve sürekli değil de geçici bir şekilde olması kaydıyla fakirlerin dışında sadece zenginlere vergiler konulmasına izin vermiştir. Bu ise herkese daimi bir şekilde vergiler koyan kapitalist rejime tamamen zıttır.

Yine konuşmacılar, ziraat ile ilgili İslamî kanunlara işaret etmişler ve şöyle demişlerdir: İslam şeriatının kanunlarına göre şayet bir kişi, ölü bir araziyi ekerse o, onun olur. Ayrıca şayet bir kişi, arazisini peş peşe üç yıl ekmezse, devletin bu araziyi ondan alıp ekme imkanı olan kimselere verme hakkı da vardır.

Ayrıca konuşmacılar, İslam'ın parayla ilgili kanunlarına da değinmişler ve İslam'daki paranın mevcut kağıt para gibi olmadığını, paranın %100 altın ve gümüşe endeksli olması gerektiğini, devletin dilediği şekilde para basma hakkına sahip olmadığını, böylece enflasyon sorununun çözüleceğini ve bunun da büyük ölçüde insanların refahına yansıyacağını vurgulayarak bu meseleyi açıklamışlardır.

Ardından konuşmacılar, "temiz demokrasiye" çağıranların, aslında İslam yerine yine eski fasit kapitalist rejimin uygulanmasına çağırdıklarını söyleyerek Hilafet Devleti olmadıkça şeriat kanunlarının uygulanmasının imkansız olduğunu eklemişler ve Subhânehu ve Te'âla'nın şu kavlini okumuşlardır:

وَمَنْ أَعْرَضَ عَنْ ذِكْرِي فَإِنَّ لَهُ مَعِيشَةً ضَنْكًا "Her kim de zikrimden yüz çevirirse, şüphesiz onun sıkıntılı bir hayatı olur." [Tâ-hâ 124]

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- İttifak Stratejisi, "Kafirlerin Daimi Hakimiyeti" Demektir!

بَشِّرِ الْمُنَافِقِينَ بِأَنَّ لَهُمْ عَذَابًا أَلِيمًا 138 الَّذِينَ يَتَّخِذُونَ الْكَافِرِينَ أَوْلِيَاء مِن دُونِ الْمُؤْمِنِينَ أَيَبْتَغُونَ عِندَهُمُ الْعِزَّةَ فَإِنَّ العِزَّةَ لِلّهِ جَمِيعًا "Münâfıklara kendileri için elîm bir azap olduğunu müjdele! Müminleri bırakıp da kafirleri dost edinenler, onların yanında izzet (güç ve şeref) mi arıyorlar? Oysa izzetin tamamı şüphesiz Allah'a aittir." [en-Nîsa 138-139]

Amerika ve onun haçlı müttefikleri, Afganistan ve Irak'ta hezimetle karşı karşıya kalmalarının ardından bölge üzerinde uzun dönem egemen olabilmek amacıyla hezimetlerini örtbas etmek için stratejik ittifak anlaşmaları imzalamaya çalışmaktadırlar. Bundan öncede Bush yönetimi, 2007 yılında Irak'ta Maliki rejimi ile aynı türde stratejik ve güvenlik anlaşmaları imzalamıştır.

Bizzat ajan Karzai rejimi de İngiltere, Fransa, İtalya ve Hindistan gibi işgalcilerle stratejik anlaşmalar imzalarken aynı şekilde diğer bazı ülkelerle müzakereler de sürmektedir. Ayrıca Amerika ile olan stratejik anlaşmanın da sonu yaklaşmıştır. Ancak Chicago Konferansı'ndan önce yada konferans sırasında, küresel haçlı Devlet Başkanı Obama ile dostu Hamid Karzai arasında anlaşmanın imzalanması amaçlanmaktadır.

Stratejik anlaşma, aslında insanlara Afganistan'daki savaşın sona ereceği şeklinde yanlış bir izlenim vermeye dönük aldatıcı bir araçtır. Ancak hakikatte ise anlaşmanın imzalanmasının ardından da masum Müslümanların kanlarının akıtıldığı kanlı savaşın sürecek olmasının yanı sıra zulüm, fesat, yoksulluk ve barbarlık da devam edecektir. Dolayısıyla Müslümanlar, Müslüman kardeşlerini öldürmeleri için kullanılacaktır. Buda bunun, Afganlılar arasında hem dünyada hem de ahirette lanet olacak olan bir savaşın olacağı anlamına gelmektedir. Dolayısıyla bu anlaşma yoluyla işgalciler, küçük yardımlarda bulunmak karşılığında maksimum stratejik ve sömürgeci faydalar elde edeceklerdir.

Buna paralel olarak bazı mücahit unsurlarla da diyalog gerçekleşmektedir. Bu ise kafir karşısında hezimeti kabul etmek anlamına gelmektedir. Halbuki İslam bize, işgalcilere karşı savaş hazırlıkları yapmamızı, İslamî Hilafet Devleti'ni kurmak için mücadele sınırımızı artırmamızı ve şeri hükümlere göre işgalciler ile ajan yöneticilerin planlarını ifşa etmemizi emretmektedir. İslam ümmetine saldıranlara, topraklarımızı işgal edenlere, gençlerimizi ve yaşlılarımızı katledenlere ve bizleri yurtlarımızdan çıkaranlara gelince; onlarla stratejik anlaşmalar imzalamak kesinlikle caiz değildir. Bilakis onlarla olan ilişkilerimizde, Allahu [Subhânehu ve Te'âla]'nın emirlerini tatbik etmek üzere amel etmemiz gerekmektedir:

وَاقْتُلُوهُمْ حَيْثُ ثَقِفْتُمُوهُمْ وَأَخْرِجُوهُم مِّنْ حَيْثُ أَخْرَجُوكُمْ "Onları yakaladığınız yerde öldürün. Sizi çıkardıkları yerden siz de onları çıkarın." [el-Bakara 191]

Allahu [Subhânehu ve Te'âla]'nın çağrısına icabet ederek tabi olunması gereken yol işte budur. Zira O, kafirlerle anlaşmalar imzalamayı, onların hakimiyetini ve dostluğunu kabul etmeyi ve onlarla işbirliği yapmayı haram kılmaktadır. Dolayısıyla tüm bunlar, İslam'da bir cürümken bu hain yöneticiler, Allah'ın, Resulünün ve müminlerin düşmanlarıyla dostluk köprüleri kurmaktadırlar. Nitekim Allahu [Subhânehu ve Te'âla], Kerim Kitabında şöyle buyurmuştur:

إِنَّمَا يَنْهَاكُمُ اللَّهُ عَنِ الَّذِينَ قَاتَلُوكُمْ فِي الدِّينِ وَأَخْرَجُوكُمْ مِنْ دِيَارِكُمْ وَظَاهَرُوا عَلَى إِخْرَاجِكُمْ أَنْ تَوَلَّوْهُمْ وَمَنْ يَتَوَلَّهُمْ فَأُولَئِكَ هُمُ الظَّالِمُونَ "Allah, yalnız sizinle din uğrunda savaşanları, sizi yurtlarınızdan çıkaranları ve çıkarılmanız için onlara yardım edenleri dost edinmenizi yasaklar. Artık her kim onları dost edinirse, şüphesiz onlar zalimlerin ta kendileridir." [el-Mumtehine 9]

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER