Salı, 10 Recep 1447 | 2025/12/30
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

-Basın Açıklaması- Salih: Hâdi, Amerikalıların İnsanları Katletmesine Benden Daha Çok İzin Vermektedir

Yemen'de günlük olarak yayınlanan Salih'e bağlı "Yemen el-Yevm" Gazetesi, 06.09.2012 Perşembe günkü 101. sayısının ilk sayfalarında, Salih'in devrilmesinin ardından Hâdi'nin Devlet Başkanlığını üstlendiği 2012 yılında Amerikan insansız uçaklarının saldırılarının daha da arttığını gösteren bir grafik ekleyerek "Amerika'nın, Yemen'deki Hava Saldırıları" başlıklı bir haber yayınlamıştır.

Nitekim grafik, Salih'in "2002-2011" arası yönetimi dönemindeki on yıl boyunca "17 katliam operasyonunun" olduğu hava uçuşlarının toplam sayısının, Hâdi'nin bir yıllık yönetimi dönemindeki "32 katliam operasyonuna" ulaşan uçuş sayısının yaklaşık yarısına denk geldiğini göstermektedir!

Kayda değerdir ki son dönemde, Hadramut, el-Baydâ ve Radâ'nın her birinde bir çok kişinin ölümüne yol açan insansız uçakların bir dizi saldırılarına tanıklık edilmiştir.

Neden Salih, bugün yapmış olduğu eleştiriyi Amerika'nın kendi döneminde aynı eylemleri yaptığında yapmamıştır? Bu çifte standart niye? Ayrıca bu Hâdi kimdir? Halbuki Hâdi, daha dün Salih'in yanında oturan yardımcısı değil midir? Yoksa Hâdi hakkında, Salih'in çalışmış olduğu unsurun aksine bir şey mi yayınlanmıştır? Dolayısıyla suçlu olan önce Salih sonra da Hâdi'dir.

كَبُرَ مَقْتًا عِندَ اللَّهِ أَن تَقُولُوا مَا لا تَفْعَلُونَ "Yapmayacağınız şeyleri söylemeniz, Allah katında büyük bir nefretle karşılanır." [Saf 3]

Salih, Amerika'nın İngilizlerin Yemen'deki egemenliğini sarsan açık nüfuzunu azaltmak için onun Yemen'deki eylemlerini ifşa etmek istemektedir.

Nitekim Salih ve onun ardından da Hâdi, Salih dönemindeki 300 milyon dolar olan "yardımların" Hâdi döneminde 337 milyon dolara yükseltilmesi karşılığında Amerikalıların Yemen'deki insanları katletmesine izin vermektedir.

Yemen halkı, Abyan şehrindeki el-Mahfad halkının kanlarını seri bir şekilde akıtmakla başlayan iman ve hikmet sahibi Yemen'deki yöneticilerin yaptıklarına ve yapmakta olduklarına razı mı olacaktır? Daha önceden akıtılan kanlar da Müslümanların kanları değil midir? Yoksa onlar, tekrar Amerikan uçaklarının saldırılarını bekleyecekler  ve bunun üzerine mi ayağa kalkacaklardır?!

İslam ümmetinin tamamı, kendisini destekleyecek, Müslüman bir kadının "Va Mutasımâ" şeklindeki çığlığı üzerine harekete geçen Amuriye ordusu gibi düşmanlarına karşı orduları harekete geçirecek ve ister Müslüman isterse kafir olsun tüm insanlar arasında adaleti sağlayacak birini beklemektedir. Bu ise İslam ile hükmedecek, İslam ülkelerini birleştirecek, yeryüzünde adaleti ikame edecek ve Müslümanları koruyacak olan Müslümanların Halifesi'dir. Bekleyeni için yarın hiçte uzak değildir.


Dr. Muhammed Et-Taşî
حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir
Medya Bürosu Başkanı
Yemen Vilâyeti

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Terörle Mücadele Kanununun Değiştirilmesi, Halka Karşı Yeni Bir Terörizm Olup Bundan Maksat ise Anti-Amerikancı Seslerin Peşine Düşmek ve Pakistan'ı Polisiye Bir Devlet Yapmaktır

Terörle mücadele kanunun değiştirilmesi, Pakistan halkına karşı gerçekleşmiş olup bu değişimden maksat ise "şüpheli" olanları adalete teslim etmemenin yanı sıra tüm bu terörist eylemlerin arkasında duran Raymond Davis şebekesi gibilerinin bombalı saldırılarından, taifeci cinayetlerinden ve askerî tesislere yönelik saldırılarından sorumlu olanları haklı çıkarmaktır. Zira video görüntüleri de dahil bu cürümlere ortak olan bu kafir Amerikalılara karşı yeterli kanıtlar olmasına rağmen, evet buna rağmen onlardan binlerce vizelilerin ülkeye girişlerine izin verildiği gibi İslamabad, Lahor, Peşaver ve Kuta'nın en hassas bölgelerinde ev kiralamalarına da izin verilmektedir. Mesela Raymond Davis gibi onlardan biri suçüstü yakalandıklarında Keyâni, Zerdâri ve siyasî ve askerî liderliklerdeki diğer Amerikan ajanları aracılığıyla ülkeden kaçmalarına yardım edilmektedir. Bundan dolayı bu değişimden maksat, teröristlerin yasa gereği mahkemeye teslim edilmeleri değildir. Bilakis bundan maksat, Keyâni ile onun suç ortaklarının, Amerika'nın Pakistan üzerindeki hegemonyasına ve sözde terörizmle savaşa karşı çıkan ve sahte videolar üretmek ve onlara karşı telefon bilgilerini kullanmak yoluyla Pakistan vatandaşlarını teröristler olarak nitelendiren Keyâni ile hainlerden oluşan küçük zümresini ifşa eden Pakistan vatandaşlarına yönelik casusluk yapmalarına yasal bahane sağlamaktır.

Bu değişim, diktatörler ve demokratlar ile aynı şekilde kurumlarının ve onun içerisindeki yöneticilerden her birinin bir paranın iki yüzü gibi olduklarını bir kez daha kanıtlamıştır. Zira onların her ikisi de sadece Amerika'nın çıkarlarını korumak için çalışmaktadırlar. Nitekim Müşerref döneminde Amerika'nın Pakistan'a yönelik askerî ve siyasî müdahalede bulunmasını meşrulaştırmak için dokunulmazlık yasaları çıkarıldığı gibi şimdi de demokrat gurup, Amerika'nın Pakistan üzerindeki hegemonyasına karşı çıkan bütün sesleri bastırmak amacıyla hükümete yasal bir kılıf sağlamak için bu değişimi çıkarmıştır.

İslam dünyasını sarsan ve baskıcı otoriter rejimleri toplumlar üzerindeki adaletsizliği kısman kaldırmaya mecbur bırakan Arap Baharı'nın patlak vermesiyle birlikte Keyâni ile Pakistan'ın siyasî ve askerî liderliğinde onunla birlikte olan bir avuç suçlu zümrenin, terörizme karşı savaşı ülkenin polisiye devletine dönüşmesinin gerekçesi olarak gösteren Saddam Hüseyin, Kaddafi ve Hüsnü Mübarek'in adımlarını takip etmeleri bir ironidir. Nitekim 1997 yılında yayınlanan değişimden önceki yasaların, Pakistan'ı terörizmden "temizlemeye" muktedir olmadığını ve bundan dolayı da bu değişimi getirdiklerini söylemişlerdir. Halbuki bu, Amerikalı teröristlerin lehine gerçekleştiği gibi bu yasalar, Keyâni ile siyasî ve askerî liderliklerdeki diğer Amerikan ajanlarına, bu savaştaki fitneyi daha fazla alevlendirme fırsatı vermektedir. Böylece halk da polis ve istihbarat ajansları tarafından uygulanan zulmün içerisine düşmüş olacaklardır.

Hizb-ut Tahrir, gazetecileri, aydınları, politikacıları, insan hakları örgütlerini ve hukukçuları, bu baskıcı değişime karşı çıkmaya ve yöneticileri bu zulmü işlemekten engelleme noktasındaki görevlerini yerine getirmeye davet eder. Ayrıca Hizb-ut Tahrir, Silahlı Kuvvetleri içerisindeki muhlisleri, Keyâni ile siyasî ve askerî liderlikteki zümresine engel olmaya ve Pakistan'ı Amerikan hegemonyasından ve bu fitne savaşından kurtaracak olan Hilafet'i ikame etmesi için Hizb-ut Tahrir'e nusret vermeye davet eder.


Şeyh Şehzad
حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir
Resmi Sözcü Yardımcısı
Pakistan Vilâyeti

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Müslüman Yöneticilerin Tepkisizliği Hastalıklı Kafaları Cesaretlendiriyor

Onurumuz, şerefimiz ve önderimiz Muhammed Mustafa'ya [Sallallahu Aleyhi Ve Sellem] hakaret eden kâfir Batı'nın serseri "sanatçılarına" yönelik gereken cevabı, Müslüman kardeşlerimiz tüm dünyada meydanlara çıkarak verdiler ve vermeye de devam ediyorlar. Müslümanların bu tepkileri sadece hakaret eden figüranlara değil, genel manada İslam'a ve onun kutsallarına yönelik kinlerinden dolayı parmaklarını ısıran kâfir Batılılaradır. Çünkü kâfir Batı, İslam ve Müslümanlar ile tarih boyunca hiçbir zaman barışık yaşamamış ve kıyamete kadar da yaşamayacaktır.

Kâfirler, Rasulullah'a [Sallallahu Aleyhi Ve Sellem] hakaretin sonrasında bununla da yetinmeyip, meydanları doldurarak Rasullerine olan sadâkatlerini gösteren Müslümanları kınayan açıklamalar yaptılar. Çünkü Rasulullah'a [Sallallahu Aleyhi Ve Sellem] bu denli sahip çıkılması onları endişelendirmişti. Yükselen bu tansiyondan sonra Amerika Başkanı Obama, Başbakan Erdoğan'ı telefon ile arayarak Müslümanları sakinleştirmelerini istedi. Obama'nın bu talebine karşılık Erdoğan'ın ve diğer Müslüman ülkelerdeki yöneticilerin, Müslümanları tepkisizliğe sevk eden tüm bu açıklamaları, kâfirlerle dostluklarının bir nişanesidir.

Ayrıca Başbakan Erdoğan bu konuda bir açıklama yaparak son 10 yılda neyi başarmış olduğunu övünerek gösterdi ve bunu şu sözleriyle itiraf etti: "Biz paratoner devlet olduk, son 10 yılda Müslümanların gazını aldık." Başbakanın bu sözlerini ise kimse eleştirmedi ve hiç kimse Başbakanı bu sözlerinden dolayı kınamadı. Başbakan Erdoğan'ın ve diğer yöneticilerin bu sessizliği ise hastalıklı bazı kafaları daha da cesaretlendirdi. Bu seferde Türkiye'de Sevan Nişanyan isimli bir gazeteci, Allah Rasulu'ne [Sallallahu Aleyhi Ve Sellem] ağır hakaret ve iftiralarda bulunmayı düşünce özgürlüğü bağlamında değerlendirdi. Ülke yöneticilerinin ve iktidarın oluşturduğu sarhoşluğun etkisinden kurtulamayan bazı STK ve İslami düşünürlerin, bu haddini bilmezliği nefret suçu polemiği ile değerlendirdiğini ve içi boş, cılız açıklamalarla yetindiklerini gördük. İşte bu açıklamaların yetersizliği bu tür hastalıklı kafaları cesaretlendirmektedir.

İyice bilinmelidir ki, Müslümanların kutsallarına saldırı Batı'lı kâfirlerin İslam ve kutsallarına olan kinini göstermektedir. Müslümanları kayıtsızlığa ve duyarsızlığa çağıran Başbakan Erdoğan gibi yöneticiler ve aynı düşüncede olan kurum ve kuruluşlar, İslam'ın kutsallarına ihanet etmektedirler. Bu ise Ümmetin uyanışa geçtiği böyle bir dönemde, Müslümanları tekrar uykuya çağırarak İslam'ın yükselişine perde vurmaktır.

O halde Müslümanların başındaki yöneticiler, İslam'ın kutsallarına saldıran Batı'lıları rahatlatmak ve memnun etmek için değil, Allah'ı [Subhanehu ve Teâlâ] razı etmek ve Müslümanların kalplerini onarmak için çalışmalıdırlar. Bunu ise Allah'ın indirdikleri ile yöneterek, Allah'ın Rasulü'ne [Sallallahu Aleyhi Ve Sellem] dil uzatanlara hadlerini bildirerek ve Rasulullah'ın [Sallallahu Aleyhi Ve Sellem] müjdelediği gibi İkinci Raşidi Hilafeti ilan ederek yapabilirler.

Devamını oku...

Açık Bir Mektup Hindistan Time Gazetesi'nin, 27 Eylül 2012'de "Tahkikatlar Neticesinde: Hindistan'daki Mücahitlerin, Yasaklı İslamî Cemaatlerle İlişkileri Bulunmaktadır" Başlıklı Yayınlamış Olduğu Makaleye Reddiye

Sayın editör;

Bu reddiyeyi sizlere, "Hindistan Time" Gazetenizde yayınlanan bir makale üzerine yazmaktayız. Zira makalede, Hindistan'daki mücahitler ile Hizb-ut Tahrir arasında bağlantıların olduğu iddiası zikredilmektedir. Nitekim makalede, üzerinde yorum yapmak istediğimiz bir çok mugalatalar ve saptırıcı açıklamalar da geçmektedir.

Hizb-ut Tahrir, şiddet içermeyen bir metot ile fikrî ve siyasî çalışmalar yoluyla İslam dünyasında İslamî Hilafet'i yeniden kurmak için çalışan küresel İslamî ve siyasî bir parti olup Hizb-ut Tahrir'in, 1953 yılında Filistin'de kurulmuş olan İslamî ve siyasî bir parti olduğu ve şuanda da şebâbına karşı yargısız bir şekilde işlenen işkence ve gelişigüzel tutuklamalara rağmen Orta Doğu, Afrika, Asya ve Batı'nın olduğu 40 küsur ülkede çalıştığı da bilinmektedir. Dolayısıyla hizbin, tek bir kez dahi fikrî ve siyasî yolundan saptığı ve şiddete başvurduğu görülmemiştir.

Yasaklı partiyle ilgili makalede Hizb-ut Tahrir'in de adres olarak gösterilmesi, okuyucu için büyük bir saptırmadır. Zira Hizb-ut Tahrir, İngiltere, Danimarka, Hollanda, Fransa, Amerika, Kanada, Avustralya, Filistin, Lübnan, Doğu Afrika, ayaklanma sonrasında ise Yemen, Mısır, Tunus, Libya ve benzerleri gibi birçok ülkelerde yasaklı değildir. Nitekim Hizb-ut Tahrir her nerede yasaklandı ise bu yasak, adil yargı kapsamı dışındaki sınıfsal politik dürtüler yoluyla olmuştur. Bundan hedeflenen de ya Almanya'da olduğu gibi özel çıkarları olan cemaati yatıştırmak yada demir yumrukla yöneten diktatör rejimleri korumak içindir. Dolayısıyla her durumda da bağımsız ve tarafsız bir mahkeme aracılığıyla bu yasağı haklı çıkaracak her hangi bir delil getirilememiştir. Bundan dolayı bizler, hizib nitelendirilirken siyaset yüklü isimlendirmelerin kullanılması noktasında uyarıda bulunuruz.

Hizb-ut Tahrir ile Hindistan'daki mücahitler arasında bir bağlantının olduğu iddiasına gelince;  bizler, ister Hindistan içerisinde isterse de başka bir ülkede olsun hizib ile mücahitler arasında  herhangi örgütsel bir bağlantının varlığını kesinlikle reddediyoruz. Zira Hizb-ut Tahrir'in hedefleri, literatürleri ve siyasî görüşleri tamamen şeffaf olup bu, internet ve dünyanın dört bir tarafındaki kütüphanelerde çok yaygındır. Dolayısıyla Hizb-ut Tahrir gibi sorumlu herhangi bir örgütün, herhangi bir tarafın yayınlanan bu "literatürlere" erişmesini engellemesi imkansızdır. Bundan dolayı bu tür yayınların sırf mücahitlerin ellerinde bulunmasından dolayı Hizb-ut Tahrir ile Hindistan'daki mücahitler arasında bir bağlantının olduğuyla ilgili iddialar, hayal kırıklığına uğratmıştır.

Hindistan Time Gazetesi'nin editör ekibine, tarafsızlığı ve bağımsızlığı koruma hususundaki sorumluluğunu hatırlatmak isteriz. Zira bizler, gazetenin, yayınlamış olduğu rapora büyük bir önem atfettiğinden eminiz ve bizim, diğer medya prosedürlerine yada gelecekte yasal prosedürlere başvurma gereksinimimizi engellemek için bu reddiyenin gazetenin sayfalarında yayınlanmasını bekliyoruz.

Saygılarımızla.


Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Yemen'de Gerçek Değişimi Meydana Getirecek ve Kadını Refah İçerisinde Yaşatacak Olan Sadece Hilafet'tir

İngiltere İnsanî Yardım Örgütü Oxfom, "Hala Bir Değişim Bekliyoruz" başlığı adı altında yayınladığı raporunda, Devlet Başkanı Ali Abdullah Salih'i deviren protesto hareketinin başlamasından önceki dönemle karşılaştırıldığında Yemen'deki kadının durumunun bozulması hakkında uyarıda bulunmuştur. Bu ise Yemen'in bölgelerinin genelinin acısını çektiği artan insanî krizin gölgesinde olmuştur.

Örgüt raporunda, Yemen'deki her beş kadından dördünün, geçtiğimiz 12 ay boyunca hayat şartlarının kötü olduğunu dile getirdiklerine dikkat çekmiştir. Nitekim açıklamaya göre 15-49 yaşları arasındaki Yemenli kadınların dörtte birisi, "şiddetli kötü beslenmenin" acısını çekmektedirler.

Ali Salih'in devrilmesinin ardından Yemen'deki kadınların durumlarının bozulması, ayaklanmanın  hedeflerini gerçekleştiremediğini göstermektedir. Dolayısıyla acı hakikat ise Yemen halkının fedakarlıklarının ve çabalarının sarmalanmasının gerçekleşmiş olmasıdır. Zira Yemen'in mevcut Devlet Başkanı, daha önceki hiçbir şeye muhalefet etmemektedir. Çünkü bir tagut, başka bir tagutla yer değiştirmiştir! Nitekim ayaklanma, özellikle de kadınlar olmak üzere Yemen halkının arzulamış olduğu fakirlik, açlık ve güvensizlikten uzak kerim bir hayatı ve keyifli bir yaşamı getirememiştir. Dolayısıyla mutlu olarak adlandırılan Yemen, yöneticilerin yapmış oldukları cinayet, istismar, yağmalama ve zulmün yanı sıra sömürgeci kafir Batı'ya tabi olmalarından dolayı sefil bir Yemen haline gelmiştir.

Yemen sakinlerinin yarısını açlıkla tehdit eden bu insanî krizin ardından Yardım Kuruluşları, - Yemen'in Dostları Konferansı Gurubunun New York'ta toplanmasıyla birlikte- bağışçı ülkeleri Sana'a'ya yönelik acil yardımların artırılması çağrısında bulunmuşlardır. Ayrıca İnsanî Yardım Kuruluşları, Birleşmiş Milletleri'nin bu yılki Yemen'in acil ihtiyaçlarını karşılamaya dönük toplam 585 milyar dolarlık çağrısının talep edilen miktarın yarısına bile ulaşmadığını ve Yemen'in Dostları Riyad Konferansı'nın taahhüt etmiş olduğu fonların yaklaşık %4'ne eşdeğer olduğunu da eklemişlerdir.

İslam ile hükmedilmeyen diğer ülkeler gibi Yemen'de de kadınların, müreffeh, güvenli ve huzur içerisinde yaşamaları noktasındaki en temel hakları ihlal edilmekte olup özelikle kadınlar olmak üzere Yemen halkı, İslam kamil ve kapsamlı bir şekilde tatbik edilmedikçe kerim bir hayatın keyfini çıkaramayacaklardır. Zira İslam, kadının ve evlatlarının nafakasını garantilemesinin yanı sıra meskenin, giyeceğin ve yiyeceğin karşılanmasını kadın için gerekli bir hak olarak belirlediği gibi devlet de bunları meşru bir şekilde karşılamakla yükümlüdür. Ayrıca kadının, güvenliğinin, eğitiminin ve sağlığının karşılanması da buna dahildir. Dolayısıyla Allahuteala'nın vaadi ve Resulü [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]'in müjdesi olan  Nübüvvet Minhacı Üzere İkinci Raşidi Hilafet Devleti kurulmadıkça köklü bir çözüm ve gerçek bir değişim olmayacaktır. Nitekim Allahuteala, şöyle buyurmaktadır:

وَعَدَ اللَّهُ الَّذِينَ آَمَنُوا مِنْكُمْ وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَيَسْتَخْلِفَنَّهُمْ فِي الأَرْضِ كَمَا اسْتَخْلَفَ الَّذِينَ مِنْ قَبْلِهِمْ وَلَيُمَكِّنَنَّ لَهُمْ دِينَهُمُ الَّذِي ارْتَضَى لَهُمْ وَلَيُبَدِّلَنَّهُمْ مِنْ بَعْدِ خَوْفِهِمْ أَمْنًا يَعْبُدُونَنِي لا يُشْرِكُونَ بِي شَيْئًا وَمَنْ كَفَرَ بَعْدَ ذَلِكَ فَأُولَئِكَ هُمُ الْفَاسِقُون "Allah, sizlerden iman edip salih amel işleyenleri, kendilerinden öncekileri yeryüzünde Halife kıldığı gibi onları da yeryüzünde Halife kılacağını, onlar için seçtiği dinlerini (İslam'ı) yeryüzünde hakim kılacağını, (geçirdikleri) bu korkularını güvene çevireceğini vaadetti. Zira onlar yalnız Bana kulluk ederler ve hiçbir şeyi Bana ortak koşmazlar. Her kim de bundan sonra inkar ederse işte onlar fasıkların ta kendileridir." [Nur 55]

Dr. Nesrin Nevaz
Hizb-ut Tahrir
Merkezî Medya Bürosu Üyesi

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Her Bir Meselede İslam İle Hükmedildiğine Dair Bir Metin Olmaksızın Anayasadaki Şatafatlı İbareler Mısır'ın Bir Sonraki Laik Anayasasının Hakikatini Değiştirmeyecektir!

Anayasa Komisyonu, (Devlet, İslam şeriatının hükümlerine bir helal getirmeksizin siyasî, kültürel ve ekonomik alanlarda kadın-erkek eşitliği ilkesini pekiştirmek için tüm yasama ve yürütme önlemlerini almak, anne, çocuk, sağlık ve miras hakkı hizmetlerini sağlamak ve aile ile toplum içinde çalışması gibi görevleri arasındaki uzlaşıyı garantilemekle yükümlüdür) şeklindeki metnin geçtiği yeni Mısır anayasasının (36.) maddesine (Kurucu Meclis, ülkenin yeni anayasa taslağını belirlemiştir) ibaresini koyması üzerine, evet bunun üzerine yüz parti ve Mısır İnsan Hakları Örgütleri, uluslar arası sözleşmelerde belirlenen kadın haklarını ihlal ettiği şeklinde itibar ettikleri bu madde hakkında ciddî endişelerini ifade ettikleri bir açıklama yayınlamışlardır. Bu ise kadın-erkek arasındaki eşitlik fikrine dönük maddenin, İslam şeriatının hükümleriyle sınırlandırılması sayesinde olmuştur.

Hizb-ut Tahrir Medya Bürosu Kadınlar Kısmı, Anayasa Komisyonu ile Kenane-Mısır'daki laik örgütlere bir yanıt olarak şöyle bir yorumda bulunmuştur:

Birincisi: Kurucu Meclis daha önceleri, bir önceki Mısır anayasası ile örneğin İsviçre, Almanya ve Güney Afrika gibi diğer devletlerin anayasalarından alınmış bir anayasa koyacağını açıklamıştır. Bundan dolayı bu anayasa, İslam esası üzerine kurulmamıştır. Buda onun, bir İslamî anayasa olmadığı, bilakis laik bir anayasa olduğu anlamına gelmektedir. Nitekim Allahutela, şöyle buyurmaktadır:

أَفَمَنْ أَسَّسَ بُنْيَانَهُ عَلَى تَقْوَى مِنَ اللّهِ وَرِضْوَانٍ خَيْرٌ أَم مَّنْ أَسَّسَ بُنْيَانَهُ عَلَىَ شَفَا جُرُفٍ هَارٍ فَانْهَارَ بِهِ فِي نَارِ جَهَنَّمَ وَاللّهُ لاَ يَهْدِي الْقَوْمَ الظَّالِمِينَ "Binasını Allah korkusu ve rızası üzerine kuran kimse mi daha hayırlıdır, yoksa binasını yıkılacak bir uçurumun kenarına kurup onunla beraber kendisi de çöküp cehennem ateşine giden kimse mi? Şüphesiz ki Allah zalimler topluluğunu hidayete erdirmez.." [et-Tevbe 109]

İkincisi: (36.) maddenin, İslam ile bir ilgisi yoktur. Bilakis ona, zoraki (İslam şeriatının hükümlerine bir helal getirmeksizin) ibaresi sıkıştırılmıştır. Zira madde, kafir Batı'nın fikirlerinden olan kadın-erkek arasındaki eşitlikten bahsetmektedir. Halbuki kadın-erkek arasındaki eşitlik, Müslüman toplumların ele aldığı bir mesele değildir. Çünkü kadının erkekle eşit olması yada erkeğin kadınla eşit olması, içtimaî hayata etkisi olan bir mesele olmamasının yanı sıra İslamî yaşamda vuku bulması muhtemel bir mesele de olmadığı gibi insan olması itibarıyla kadının doğal haklarını sindiren, kadının bu haklarını talep eden ve eşitlik fikri hususundaki bu talebi de hakları elde etmenin bir yolu olarak benimseyen Batı'yı taklit edenlerin dışındaki Müslümanlardan herhangi biri de bunu dile getirmez. İslam'a gelince; onun, bu habis (eşitlik) fikirle hiçbir ilgisi yoktur.

Üçüncüsü: Batılı hayat tarzı laiklikten başka bir anayasa tasavvur etmeyen komisyon tarafından, Mısır'ın bir sonraki anayasasına şatafatlı genel ibarelerin konulmasının, ardından da İslam'a kin besleyen laik sivil toplum kuruluşları ile tüm bunların arkasında duran -Mısır arenasındaki temel oyuncu- Amerika'nın, sırf bu tür ibarelerin konulmasından dolayı yeni İslamî anayasa mevzusunu kışkırtmasının hakikati, işten tüm bunların hakikati, yeni anayasada İslamî ibareler bulunmaktadır şeklinde insanları saptırmaya yönelik bir manevradan ibarettir. Şöyle ki; şayet (İslam şeriatının hükümlerine bir helal getirmeksizin) gibi şatafatlar, daha önceki tagut anayasada geçenlerden daha çok olursa avam insanlar, anayasanın İslamî olduğunu düşünecekler, İslam ile hükmedilmesini arzulayan Kenane halkı İslam ile yönetimi talep etmekten yüz çevirecek, bu ibarelerin etkisiyle uyuyacaklar, laik sivil cumhuriyet yönetimi devam edecek ve böylece de onlar gafillerden olacaklarıdır!

İslamî anayasa, başkasından değil sadece İslam hükümlerden alındığı gibi onu insanların üzerine tatbik edecek olan da Allah'ın izniyle yakında geri dönecek olan İslamî Hilafet Devleti olacaktır. Dolayısıyla toplumsal uyumu ve onun ilerlemesini garantilemek için Hakîm ve Habîr'in katından olan içtimaî nizamın gölgesinde kadının hakkını ve onurunu koruyacak olan İslamî Hilafet Devleti'dir.

Hizb-ut Tahrir'in elinde, ümmetin önüne koyduğu bir anayasa bulunmakta olup onun içerisindeki maddelerden her birinin şeri delillerini de açıklamıştır. Dolayısıyla o, sırf İslamî bir anayasadır. Yani devlette ve toplumda İslam'ın amelî olarak tatbik edilmesini açıklayan şeri hükümlerdir.

Dr. Nesrin Nevaz
Hizb-ut Tahrir
Merkezî Medya Bürosu Üyesi

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Hizb-ut Tahrir, Hamas'ın Şebbihalarına Rağmen Gazze'de Davetini Taşımaya Devam Etmektedir

Hamas'ın şebbihalarının, geçen Çarşamba günü işlemiş oldukları cürümlerinin kasıtlı olduğu gözlemlenmektedir. Zira gizlice anlaşarak iki otobüs içerisinde Gazze şehrindeki Ebî Zer Mescidi'ne gelmişler, namaz kılanlarla birlikte akşam namazını kılmışlar, ardından da Dr. Ebu Meysara'nın yıllardan beridir mescitte düzenli olarak verdiği dersini yaptığı sırada Hizb-ut Tahrir şebâbına saldırmak üzere bölgedeki liderliklerine yaklaşmışlardır. Nitekim yolu aydınlatan, Rabbi razı eden ve Batı'yı öfkelendiren bir sesi önlemek için onun dersini engellemişler, onu mescidin dışına çıkarmışlar ve etrafındaki hizbin şebâbını da dağıtmışlardır! İşte onlar, böyle yapmışlardır.

Otobüslerin, uygunsuz olarak mescit bölgesinin dışından katılmaları ve silahlar ile cihazları taşıyanların, saldırganlarla olan bağlantısının ve video kameralarının ortaya çıkması şeklindeki bu tür vakıalar meselenin, ferdî değil Ebi Zer Mescidi ve çevresindeki Hamas yetkilileri ile çetelerinin, bu kasıtlı cürümle ilgili olduklarını göstermektedir.

Ders veren Dr. Ebi Meysera ile diğer hizbin şebâbını korumak için müdahalede bulunan ve dargınlıkları ile itirazlarını ifade eden mescitteki namaz kılanların tutumu, şebbihaların hak karşısında kör olduklarını, insanların dersi ve müderrisi etkili bulduklarını ve şebbihaların ümmetin engin eğilimine karşı olduklarını göstermektedir.

Şimdi sorarız: Mescitte ders verenin ve Hizb-ut Tahrir'in davet çalışmasının bölgedeki Hamas liderliğine ne zararı var?! Yahudilerin sabah akşama saldırdığı sahte Filistin otoritesi için tartıştıklarını görmüyorlar mı?! Yoksa onlar, İslamcıların liderlik ettiği ancak İslam'ı tatbik etmedikleri rejimlerin altında hakkı açıklayan hizbi engellemek mi istiyorlar?! Dahası onlar, Allah'ın düşmanlarını dost edinmek ve onlarla yaptıkları siyasî, ekonomik, güvenlik ve askerî anlaşmaları korumak mı istiyorlar?! Yada İslam daveti, Hamas'ın bir tekeli haline mi gelmiştir?! Dikkat edin! Onlar, batıllarının kendileri için daha hayırlı olduğunu gözlemlemektedirler.

Bizler daha önce de Hamas'ın evlatlarının, Hizb-ut Tahrir'in şebâbının genel bir şekilde mescitlerdeki derslerini engelleme girişimleri hakkındaki konuşmaları ele almış ve akil adamlara, tüm bu beyhude girişimlerden bahsetmiştik. Ancak zulüm, bu dereceye kadar ulaşmıştır. Dolayısıyla bizler, Allah'ın mescitlerinin Hamas'a ait olmadığını yüksek sesle ilan ederiz. Zira mescitler, Hamas yada onun dışındakilerin karargahları ve medya büroları olmadığı gibi bu şekilde olması da gerekmez. Bunun yanı sıra zaten fikrini ve delilini kaybetmiş birinden başkası da kuvvete ve baltacılağa başvurmaz. Dolayısıyla fikrin karşılığı fikir ve delilin karşılığı da delildir.

Hizb-ut Tahrir olarak bizler, meydana gelenlerin sorumluluğunu ve bunun sonuçlarını Hamas'a yükler ve akil adamları, Allah'ın evine ve kullarına karşı işlenen bu cürüm ve benzerlerinden dolayı yetkililerin elinden tutmaya ve davet taşınması hususunda Allah'tan itti etmeye davet ederiz. Ayrıca bizler, davet taşıma vacibini gerçekleştirmek için bizlere yüklenen icraatları tüm zaman ve mekanda uygulayacağımızı, yeryüzüne yayılan davetini on yıllar boyuca sürdüren Hizb-ut Tahrir'i, diktatör rejimlerin tüm ceberrutluklarının engelleyemediğini ve Allah'ın izniyle hiçbir engelleyicinin de engelleyemeyeceğini ilan ederiz.

وَمَنْ أَظْلَمُ مِمَّن مَّنَعَ مَسَاجِدَ اللّهِ أَن يُذْكَرَ فِيهَا اسْمُهُ وَسَعَى فِي خَرَابِهَا "Allah'ın mescitlerinde O'nun adının anılmasına engel olan ve onların harap olmasına çalışandan daha zalim kim vardır!" [el-Bakara 114]

Devamını oku...

-Basın Konferansı Sonuç Bildirgesi- Bağışçılar Konferansı, Ajanların Korunması ve Ülkenin İpotek Edilmesi İçindir!

Hizb-ut Tahrir / Yemen Vilayeti, 04-05.09.2012'de Salı ve Çarşamba günlerinde düzenlenen Yemen'in Dostları Riyad Konferansı'ndan bir gün sonra, yani 06.09.2012 tarihinde Perşembe günü düzenlenen "Bağışçılar Konferansı, Ajanların Korunması ve Ülkenin İpotek Edilmesi İçindir" başlıklı basın konferansının kapanışında aşağıdaki hususları vurgulamıştır.

Birincisi: Basendwah hükümetinin, 04-05.09.2012 tarihlerinde düzenlenen Yemen'in Dostları Riyad Konferansı'ndan 11 milyar dolar talep etmesi, Yemen ekonomisinin geçmiş dönemdeki yöneticiler ve zebanileri tarafından yağmalanıldığını ve hala da yağmalanmaya devam edildiğini onaylaması anlamına gelmektedir.

İkincisi: Yemen'in Dostları Riyad Konferansı ile daha önce yapılan benzeri Yemen'in Dostları Konferansları, Yemen'e hiçbir hayır getirmedikleri gibi kafir sömürgeci ülkelerin siyasî ve ekonomik olarak Yemen'in üzerindeki egemenliklerini ve hegemonyalarını artırmaktan başka bir şey de getirmeyecektir. Zaten Yemen'in dostlarının, 2008 yılından bu yana hala ekonomik krizin acılarını çekmeye devam eden Amerikalılar ve Avrupalılar olduğu da bilinmektedir. O halde bunlar, Yemen'e nasıl bir destek ve yardımda bulunacaklar ki? Dolayısıyla bu, şek ve şüphe uyandıran bir durumdur!! Ayrıca onlar, açıklamalarında yardım koordinasyonlarının kendilerine hizmet eden bir durumla ilgili olduğunu onaylamaktadırlar. Dolayısıyla bu, hayırseverler tarafından yapılan bir bağış değildir...

Üçüncüsü: Riyad konferanslarının kapanış açıklamasında, İngiltere'nin gözettiği ve Amerika'nın ise fırtınasında yalpaladığı Körfez girişiminin desteklendiği vurgulanmıştır. Zira o, yağmurdan kaçarken doluya tutulanın misali sadece ülkenin kaybını artırmaktadır.

Dördüncüsü: Yemen halkı, bütün ekonomik sorunları çözmeye muktedir olan İslam'ın ekonomik çözümlerine yeniden güven duymalıdır.

Beşincisi: Hizb-ut Tahrir, tatbik edilen kapitalist ekonomik sisteminin ortadan kaldırılıp onun yerine Allah'ın izniyle Raşidi Hilafet Devleti'nin gölgesindeki İslam'ın Ekonomik Sistemi'nin getirilmesinin vacip olduğunu vurgular.

En son olarak deriz ki; Hizb-ut Tahrir, Yemen halkı ile tüm İslam ümmetinin hayattaki sorunlarının, ekonomik sorun olmadığını bilakis Hilafet'in olduğu siyasî sistemi temsil eden İslam yönetiminin yokluğunun doğal bir sonucu olduğunu vurgular.


Dr. Muhammed Et-Taşî
حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir
Medya Bürosu Başkanı
Yemen Vilâyeti

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER