Pazartesi, 17 Cumade’s Sânî 1447 | 2025/12/08
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

-Basın Açıklaması- Amerika, Tedarik Hatlarını Yeniden Açan Pakistan Yöneticilerini İnsansız Uçak Saldırıları ve Yalan Manevralarla Ödüllenmektedir

Amerika, NATO ikmal hatlarını yeniden açan Pakistan yöneticilerini, sivillere dönük insansız uçak saldırılarını daha da artırmak ve Pakistan Silahlı Kuvvetleri'ne karşı sahte manevralar yapmakla ödüllendirmektedir.

Amerika ve Pakistan ordusu ile sivil liderliklerdeki hainler, omuz omuza Pakistan Silahlı Kuvvetleri'nin devasa gücünü baltalamaya çalışmaktadırlar. Zira hainler, Amerika ile Amerikan istihbaratı ve askeriyenin Pakistan Silahlı Kuvvetleri'nin sırlarına erişme imkanı veren anlaşmalar imzalamışlardır. Hatta Amerikalılar, istihbarat bilgileri toplama imkanı bulabilmek için bizzat Ordu Genel Komutanlığı da dahil Silahlı Kuvvetleri'nde hassas sitelerin kurulmasına önem vermekte olup buda Amerikan Silahlı Kuvvetleri'ne bu istihbarat bilgilerini kullanma imkanı vermektedir.

"Raymond Davis orduları" gibi özel ordularını, Pakistan Silahlı Kuvvetleri'ne yönelik saldırılarda kullanmak ve Kabileler Bölgesi'ndeki Müslümanları suçlamak yoluyla Amerika, savaşın devam etmesi için Müslümanları birbirlerine karşı kışkırtmaya çalışmaktadır. Bu sırada da hainler, Amerika'nın Afganistan'daki güçlerinin tedarik hatlarını garantilemektedirler. Zira Amerika, Belucistan, Kabileler Bölgesi ve diğer yerlerdeki çatışmaları körüklemeye çalışan Hint İstihbaratı önünde açık bir şekilde Afganistan'da kalmaya devam edecektir. Dolayısıyla Amerikan Hava Kuvvetleri'ne Pakistan içerisinde imkanlar verenler bizzat bu hainlerdir. Zira Amerikan insansız uçakları, saldırılarına Müslümanların evlerinin üzerinden başlamakta ve Kabileler Bölgesindekilerin evlerini başlarına yıkmaktadırlar. Ayrıca Pakistan Silahlı Kuvvetleri İstihbaratı'ndaki istihbaratçı hainler, muhlis Müslümanları Müslüman kardeşlerine karşı doldurmaktadırlar. Nitekim hain yöneticiler, kafirlerin kurbanı olsunlar diye Pakistan İstihbaratını orada veya buradaki mücahitleri takip etmeye sevk etmektedirler. Hakeza bu hainler, Hint İstihbaratları ile İngilis istihbaratındaki müttefiklerinin kalplerindeki korkusu sabit olan Pakistan İstihbarat Kurumu'nu, Haçlıların elindeki bir oyuncağa çevirmişlerdir.

Hainleri, Silahlı Kuvvetlerine karşı daha çok şiddetlendirense, Pakistan'daki yöneticilerin, birkaç gün içerisinde Amerikan Haçlı savaşına dönük askeri desteklerinin çekilmesi, Amerikan askerî üslerinin kapatılması ve Amerika'nın Afganistan'daki ikmal hatlarının kesilmesi yoluyla Müslümanlara karşı savaşında Amerika'yı ezici bir hezimete uğratma imkanı vermeleridir. Aslında Amerika'nın gerçek ağırlığı bu ödlek kuvvetlere bağlıyken Pakistan Silahlı Kuvvetleri ise, Kabil'in Dakka, Taşkent ve İslamabad ile birleşmesi ve Haçlılara ve Hindistan devletine karşı sert bir darbe indirilmesi amacıyla Müslümanlar için birkaç saat içerisinde Kabileler Bölgesine, Belucistan'a ve diğer yerlere seferberlik başlatabilir.

Hizb-ut Tahrir, ahiret için bu dünyadan vazgeçmeye razı olan cesur subayları, İslam beldelerinin, halklarının ve Silahlı Kuvvetleri'nin Amerika'nın elinde daha çok yıkıma uğramaktan kurtarmak amacıyla derhal Hilafet Devleti'ni kurması için Hizb-ut Tahrir'e nusret vermeye davet etmektedir.

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لاَ تَتَّخِذُوا عَدُوِّي وَعَدُوَّكُمْ أَوْلِيَاء تُلْقُونَ إِلَيْهِم بِالْمَوَدَّةِ وَقَدْ كَفَرُوا بِمَا جَاءَكُم مِّنَ الْحَقِّ "Ey iman edenler! Benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olanları, sevgi göstererek dost edinmeyin! Oysa onlar size gelen hakkı inkar etmişlerdir." [el-Mumtehine 1]

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Ayrılık Yılında... Sudan, Yıkımdan ve Seraptan Başka Ne Elde Etmiştir

Bugün Sudan'da üzerimizden elim bir yıl dönümü geçmiş olmasının yanı sıra 09 Temmuz 2011'de de Sudan'ın bölünmesi ve Güney Sudan Cumhuriyeti adında yeni bir devletin doğuşu resmen ilan edilmişti. Peki Sudan, bu ayrılıktan seraptan ve yıkımdan başka ne elde etmiştir acaba?!

Hizb-ut Tahrir / Sudan Vilayeti, Amerika'nın Güneyin ayrılmasını ve Sudan'ın geri kalanlarının parçalanmasını hedefleyen planlarının yolunda devam edilmesinin sonuçları hakkında uyarmasının ve Başkent ile Sudan'ın muhtelif şehirlerinde yaptığı sempozyum ve konferanslar yoluyla bu habis planları ifşa etmesinin yanı sıra onlarca beyan, neşriyat ve kitapçıklar yayınlamış, yürüyüşler yapmış, imzalar toplamış ve bunu da Cumhurbaşkanlığı'na teslim ettiği gibi belki dinleyen bir kulak bulunabilir diye parlamento önünde de oturma eylemi düzenlemiştir... Ancak çağrıda bulunulan da bir hayat yoktur. Dolayısıyla planlar Amerika'nın istediği şekilde yürümüş ve Sudan ise Amerika'nın öğütme makinesinin içerisine düşmüştür.

Hizb-ut Tahrir / Sudan Vilayeti olarak bütün herkese bizler, "Ey Müslümanlar! Güney Sudan'da Yeni Bir Yahudi Varlığının Oluşmasını Engelleyiniz" başlığı altında yönelttiğimiz ve orada şu anki olay hususunda da uyarıda bulunduğumuz çağrı yoluyla ayrılma (felaketinden) önce söylediklerimizi hatırlatırız ki çağrıda geçenler aşağıdaki şekildedir:

-Allah Göstermesin- Güney Sudan'ın ayrılması gerçekleşirse bunun anlamı aşağıdaki şekildedir:

Birincisi: Önce Sudan halkını onların ardından da bütün Müslümanları çevreleyen bir günah ve masiyettir. Çünkü onlar, daha önce ve şu anda Müslümanların sultanına tabi olan İslamî topraklar noktasında ifrata kaçmışlardır. Bu nedenle onun bir karışından bile ifrata kaçmaları Müslümanların üzerine haramdır.

İkincisi: -Önce Güneyin ayrılması yoluyla- Sudan'ın geride hiçbir şey bırakmayacak olan parçalanma girdabının içerisine sürülmesi demektir. Dolayısıyla Sudan'daki oyunun iplerini elinde tutan Amerika, Güneyin ayrılmasının ardından marjinalleşme iddialarıyla Darfur'u, sonra Kardufan, Mavi Nil ve Doğu Sudan'ı koparmaya hazırlanmaktadır.

Üçüncüsü: Güneyin ayrılması, komplo kurmak ve savaşları, çatışmaları ve cürümleri kışkırtmak için Güney Sudan'da sözde yeni bir Yahudi devletinin kurulması anlamına gelmektedir. Zira hepimiz, Güney Sudan'daki isyancı hareketle Yahudi devleti arasındaki tarihsel ilişkiyi bilmekteyiz.

Dördüncüsü: Güney Sudan'da yeni bir Yahudi devletinin kurulması ise Yahudilerin Nil havzasında etkinleşmesi ve doğrudan Mısır ve Sudan'ın güvenliklerini tahdit etmeleri anlamına gelmektedir.

Beşincisi: Güney Sudan'daki Müslümanların teslim edilmesi, kafirlerin hakimiyeti altında olup onların istediği şeyleri yapar bir hale gelmeleri içindir.

Altıncısı: Gelecekte Kuzey ve Güney devletleri arasındaki sınır savaşları.

 

Nitekim yukarıda söylediklerimizin tamamı gerçekleşmiştir; Zira Darfur, sözde Doha vesikası yoluyla ayrılmaya hazırlanırken Güney Kardufan ve Mavi Nil'in de parçalanmaya hazırlanmaları için savaş alanı haline gelmişlerdir. Yahudilerin, yeni doğmuş Güney devletçiği ile olan ilişkisi ise görünür bir hale gelmiştir. Zira Güney devletçiğinin başkanı  Salva Kiir'in ilk ziyareti, Amerika'nın ardından "İsrail'e" olmuştur.

Sınır savaşlarına gelince; Heglig'in Güney Sudan ordusu tarafından işgali hususunda meydana gelenler yeterlidir. Zira gerginliğin, hala durumun başı olan sınırlarda devam etmesinin yanı sıra büyük bir bölümü Güneye giden petrolün kaybedilmesi nedeniyle zor yaşam koşuları da hala devam etmektedir. Ondan yada bundan daha tehlikeli olansa siyaset ve yaşamda Allah'ın metodu dışındaki uygulama noktasındaki masiyet nedeniyle herkesin yaşadığı bu sıkıntılı yaşamdır. Subhânehu şu kavlinde bizim için ne kadar da doğru söylemiştir:

وَمَنْ أَعْرَضَ عَنْ ذِكْرِي فَإِنَّ لَهُ مَعِيشَةً ضَنْكًا "Her kim de Zikrimden yüz çevirirse, şüphesiz onun sıkıntılı bir hayatı olur." [Tâ-hâ 124]

Bizler, bu beyan yoluyla kalıntılar üzerinde ağlamayı istemiyoruz. Bilakis Nübüvvet Minhacı Üzere Raşidi Hilafet'in ilan edilerek bu vakıanın değişmesi için çalışmaya bir teşvik olması amacıyla hatırlatmak istedik. Böylece onun sayesinde durum, Allah, Resulü ve müminlerin sevdiği şekilde değişeceği gibi yine onun sayesinde kafirlerin ve onların ülkemizdeki ajanlarının ellerini koparacağız. Böylece de Subhânehu ve Te'âla'nın buyurduğu gibi gökyüzü ve yeryüzünün bereketleri bizim üzerimize yağacaktır:

وَلَوْ أَنَّ أَهْلَ الْقُرَى آمَنُواْ وَاتَّقَواْ لَفَتَحْنَا عَلَيْهِم بَرَكَاتٍ مِّنَ السَّمَاء وَالأَرْضِ "O ülkelerin halkı iman edip ittika etselerdi üzerlerine semanın ve arzın bereketlerini yağdırırdık." [Arâf 96]

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Hizb-ut Tahrir / Mısır Vilayeti, Kahire'deki İlk Konferansını Başarıyla Düzenlemiştir

Hizb-ut Tahrir / Mısır Vilayeti, Kahire'deki Barolar Birliği salonunda, "Ümmetin Kalkınmasının Yolu... Nübüvvet Minhacı Üzere Hilafet'tir" başlığı altındaki ilk konferansını büyük bir başarıyla düzenlemiştir. Nitekim salonu dolduracak şekilde kalabalık bir konferans olmuş, konferansa birçok gazeteci, medya ve uydu kanalları katılmış ve yazılı, görsel ve elektronik olmak üzere Mısır ve uluslararası basında da büyük bir yankı uyandırmıştır. Dolayısıyla konferans, Basın Sendikası'nın laik basın gurupları tarafından üzerine uygulan baskılardan dolayı son anda kendisiyle yapılan kira sözleşmesini iptal etmesine rağmen bu başarıyla tamamlanmıştır. Zira sözleşmenin iptali ile ilgili ihtar mektubu konferansın yapıldığı aynı gün ulaşmıştır. Ancak Allah'a hamd olsun böyle bir durum beklenildiği için Barolar Birliği'nin salonunda alternatif bir solan ayırtılmıştır. Zira "özgürlük ifadesini" kendisi için mubah kılıp özellikle Hilafet'e ve İslam'ın hayatta kamil bir şekilde tatbik edilmesine davet edenler olmak üzere başkalarına yasaklayan laik fraksiyonların bunu yapması beklenmekteydi. Çünkü onlar, bir mümin hakkında ne bir yemin nede bir zimmet gözetmektedirler. Ancak Allah, onların çalışmalarını başarısız kılmış ve elhamdulillah konferansı başarılı kılmıştır.

Ayrıca aynı konferans salonunda, konferans saati başlamadan önce kalabalık bir Basın Konferansı yapılmıştır. Burada Hizb-ut Tahrir / Mısır Vilayeti Medya Bürosu Başkanı Şerif Zâyid, meydana gelen durumları, Basın Sendikası'nın anlaşmayı nasıl ihlal edip son anda iptal ettiğini açıklayan bir konuşma yapmış ve konuşmayı, çoğunlukla Hilafet konusu ile hizbin Hilafet'in geri gelmesinin keyfiyetine dönük görüşü, Mısır'daki ümmet ile medya ortamının bu meseleye verdiği önemi kanıtlayan hususları ve aslında Hilafet'in birçok kişinin ilgi odağı haline geldiği çerçevesinde dönen gazetecilerin soruları takip etmiştir. Ardından konferans, Hakîm'in kelamı olan ayetlerin tilavetiyle başlatılmış, konferansın katılımcı bilginleri selamlanmış ve bunun ardında da Hizb-ut Tahrir / Mısır Vilayeti Resmî Sözcüsü Üstad Muhammed Abdulkavî Abdulcelil, Hizb-ut Tahrir, Hilafet ve Hilafet'in kurulmasının delillerini anlatan bir konuşma yapmıştır. Sonra konferansta namaz molası verilmiş ve ardından da Konferansın Genel Sekreteri Mühendis Alaaddin ez-Zinetî'nin Hilafetî kurmanın şeri metodunu anlattığı ikinci bölüm başlamış, konuşmasında Resul [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]'in İslam Devleti'ni kurmak için üzerinde yürüdüğü ve "kendisiyle emrolunmamasından" dolayı da maddî eylemi ve silah taşımayı reddettiği fikrî ve siyasî metodu açıklamıştır. Buda onun, metodunda ilahî ve vahyin emrine göre hareket ettiğinin ve kendi görüşü ve içtihadına göre hareket etmediğinin açık kanıtıdır. Dolayısıyla buda bu metodu takip etmenin vacip olduğu ve bizlerin de buna bağlanmamız gerektiği anlamına gelmektedir. Sonra Alim Dr. Yâsir Sabır, konferansın başlığı olan "Ümmetin Kalkınmasının Yolu... Nübüvvet Minhacı Üzere Hilafet'tir" hususundan bahsetmiş ve burada, kalkınmanın temelini, kapitalist ideolojiye sahip olan Batı'nın insanların sorunlarını sahih bir çözümle çözmede başarısız olduğunu, Batı'nın ister yönetimde ister ekonomide isterse de İçtimai Nizam'da olsun  insanlığı bir krizden başka bir krize düşürdüğünü, Hilafet'in ümmeti birleştirmeye ve sömürgecinin koyduğu yapay "Sykes-Picot" sınırlarını aşmaya dönük sahih bir proje olduğunu, Hilafet Devleti'nin Allah'ın izniyle ilk günden itibaren büyük bir güç doğuracağını ve Hizb-ut Tahrir / Mısır Vilayeti şebabının, Allah'ın Mısır-Kenane arzına en güzel hayrı ve erkekleri bağışlamasından dolayı bu devletin başkenti ve irtikaz noktası olması için dünyanın dört bir tarafındaki kardeşleriyle yarışacağını, buranın İslam dünyasının kalbi olup buradan Yahudilerin çıktığını ve artık İslam ile buranın izzetinin yeniden geri dönmesinin vaktinin geldiğini açıklamıştır. Bu konuşmanın ardından katılımcıların güçlü bir kaynaşmasına tanık olunan soru ve cevaplar oturumu başlamış ve insanların birçoğu da hizible iletişim kurmayı ve onun hakkında daha çok bilgi sahibi olmayı arzuladıklarını ifade etmişlerdir.

Allah'tan, bu konferansın, Hilafet'in kurulması yoluyla Mısır'daki İslamî hayatı yeniden başlatmaya davet etmek için en hayırlı bir çıkış yolu olmasını ve Allah'ın bizlere bu davet için nusret ve imkan bağışlamasını temenni ediyoruz. Zira O, işiten ve icabet edendir. رَبَّنَا افْتَحْ بَيْنَنَا وَبَيْنَ قَوْمِنَا بِالْحَقِّ وَأَنْتَ خَيْرُ الْفَاتِحِينَ "Rabbimiz! Bizimle kavmimiz arasında adaletle hükmet! Sen hükmedenlerin en hayırlısısın." [Âraf 89]

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Ümmetin Kalkınmasının Yolu Bizzat Azim Olan Hilafet Projesidir

بسم الله الرحمن الرحيم

Essalatu ve's Selamu Alâ Seyyidil Murselîn ve Alâ Âlihi ve Sahbihî Ecmaîn,

Bayanlar ve baylar;

Barolar Birliği konferans salonunda bulunanlar, hoş geldiniz.

Basın Sendikası Genel Kurulu'nun, salonu kiralamak için hizib adına resmî talepte bulunmamızın ve konferansın konusunu ve tüm detaylarını açık bir şekilde beyan etmemizin ardından yaklaşık iki ay önce sendika ile yapmış olduğumuz sözleşmeyi gelişigüzel ve ani bir şekilde iptal etmesinin ardından Barolar Birliği Konferansı'na başvurmak zorunda kaldık. Sonra talep, sendika idaresine gönderilmesinin ardından resmî kabulü elde ettik ve harçların ödenmesi ve sözleşme sonuçlarını tam bir şekilde yerine getirdik. Sonra birkaç gün önce, yani konferansın düzenlenmesinden bir hafta önce ve davetiyelerin bütün her yere dağıtılmasının ardından içerisinde hiçbir şekilde yazılı bir haber olmaksızın Basın Sendikası'nın konferansın iptalini duyuran derginin haberiyle şok olduk. Nitekim ilk yazılı duyuruya, 04.07.2012 tarihinde, yani konferansın düzenlenmesinden üç gün önce sendikanın kapısına astıklarında ulaştık!

Sendika başlangıçta, beşinci katta binaya zarar veren bir yangının patlak vermesi gibi konferansın iptaline dair zayıf bir gerekçe iddiasında bulunmuş ve ardından sonunda -bu konferansın düzenlenmesini istemediğinden- bu iptal kararını almaya zorlayan bazı basın odakları tarafından üzerine uygulanan baskıların olduğunu itiraf etmiştir.

Bizler, burada soruyoruz; ifade özgürlüğünün savunulmasında mızrak ucu ve onun için bir kale olduğunu iddia eden bir kuruluş tarafından bu davranış, nasıl çıkarılabilir? Bu kuruluş, rejimin ilkeleri ile ona iman eden herkesin altını üstüne getirdiği halde nasıl fikrin ve ifadenin engellenmesinde helak olmuş rejimin modelini izleyenlerin ilki olabilir?! Dolayısıyla övünüp durdukları liberalizm ile demokrasinin ifrazatları bizzat bu değil midir? Evet bunlar, aynen bu şekildedirler. Zira kıblelerinin merkezi olan Avrupa'daki ideolojik efendilerine baktığımızda onların, ülkelerinde düzenlenen Hilafet Konferanslarını engellemek yoluyla ilk yolu belirlediklerini görürüz. Nitekim onlar, Belçika, Avusturya ve Almanya'da Hilafet Konferanslarını engellemişler ve her yerde Hilafet Livası'nı taşıyan şebaba baskı uygulamışlardır. O halde bu düşünce özgürlüğü, onlara helal de onların dışındakilere ise haram mıdır?!

Ey değerli konuklar! Bizler, bu gibi olayların meydana gelebileceğini beklediğimizi gizlemiyoruz. Zira bu, bu laik liberal fikrin savunucularının kendileriyle çeliştiklerinin boyutunun en son açık örneğidir. Nitekim onların fikri manzumeleri, sağlam bir kale seviyesinde değildir. Bilakis o, meydan okuyan gerçek bir ideoloji ile karşılaştığında devrilmenin ve helak olmanın eşiğindeki zikzaklı çelişkilerdir.

Aslında bizim, özellikle hak sahipleriyken konferansın Basın Sendikası yada önünde düzenlenmesi için ısrarcı olma imkanımız vardı. Ancak bizler, -işin vakıasının ve iddialarının tüm yönleriyle araştırılmasının ardından- kötü niyetli gizli ellerin yapmaya çalıştığı sendikanın önündeki herhangi bir çatışmayı önlemek için konferansı bu alternatif salonda yapma kararı aldık.

Hizb-ut Tahrir olarak bizler, fikir ve ideoloji sahipleri olup sahip olduklarımızın anlaşılmış olan bir diyalogda ortaya atılmasını istiyoruz. Zira bizler, hiçbir demagoji yada çatışmacı üsluplar olmaksızın delile delille karşılık veririz.

Bizlere, defalarca böyle bir zamanda Hilafet konferansı düzenlememizin nedeni sorulmuştur. Buna birçok yönden cevap verebiliriz:

Son zamanlarda, özellikle mevcut başkanın seçim kampanyasında kalkınmayı kendisine dönük bir slogan olarak belirlediği bu ülkede kalkınmanın yolu hakkındaki tartışmalar çoğalmıştır. Ancak kalkınmanın nedenleri hakkındaki araştırma yolları, doğru bir şekilde izlenmemiştir. Zira kalkınmanın gerçek nedenlerini araştırmak yerine onun sonuçlarına bakmaya gidilmiştir. Dolayısıyla fikri, toplum üzerinde kuvvetli olan ve bu ümmetin maslahatlarını benimseyen Hizb-ut Tahrir için kalkınmanın hakikatinin ne olduğunu (?) açıklamak şart olmuştur. (Zira o, fikrî bir yükseliş olmasının yanı sıra hayat, kainat ve insan gibi küllü bir fikrin varlığı yoluyla elde edilmekte olup ondan da bir bütün olarak tatbik edilecek olan kapsamlı bir hayat nizamı fışkırmaktadır.)

Ayrıca o, ileride Mısır için konulacak olmasının yanı sıra sözde İslamcılar da dahil onun, toplumun tüm çevreleri ve kesimleri tarafından kabul edilen bir uzlaşma anayasası olması gerektiği şeklinde sonlandırılan yeni anayasanın sokaklarda konuşulur bir hale geldiği bu ülkedeki siyasî elitler arasındaki tartışmayı ısıtmaktadır.

Yine Hizb-ut Tahrir'in üzerine, buradaki uzlaşmanın, bakış açıları ve maslahatlarına binaen tüm gurupların anayasa işlerine dahil edilmesi ve bunun, dikte edilen ve bazen de çelişkili muhtelif bakış açılarıyla karışık hükümlerle kombine edilmiş olan bir anayasayla sonlandırılması anlamına geldiğini açıklaması şart olmuştur.

Dolayısıyla bu gibi bir anayasanın, -insanların işlerini, devletin şeklini ve yönetici ile yönetilenin ilişkisini düzenleyen kamu düzenini sağlayacak olan- kalkınmaya götürmesi imkansızdır. Bilakis bu, kesinlikle kaosa, gerilemeye ve çöküntünün daha da artmasına yol açacaktır.

Bilakis anayasanın, akideden, yani tek küllî bir fikir olan saf bir kaynaktan alınması gerektiği gibi bu akidenin de halkın taşıdığı bir akide olan kendisinden anayasanın ve nizamın fışkırdığı bir akide olması gerekir ki böylece halkı, devletini ve liderliğini kucaklasın. Zira devlet, yükselişe ve refaha doğru hızla ilerleyen halkıyla güçlü olacaktır. Dolayısıyla başarılı ayaklanmaların ve dünyanın dört bir tarafında kalkınan halkların hali işte budur.

Bizler Müslümanlar olarak, üzerimize uygulayacağımız anayasa ve hükümler ile istediğimiz gibi istediğimiz şeyler üzerinde ittifak etmede muhayyer değiliz. Bilakis bizlere düşen, nazil olduğu gibi şeri hükümlere bağlı kalmaktır. Zira Allahuteala, şöyle buyurmuştur:

وَمَا كَانَ لِمُؤْمِنٍ وَلاَ مُؤْمِنَةٍ إِذَا قَضَى اللَّهُ وَرَسُولُهُ أَمْرًا أَنْ يَكُونَ لَهُمْ الْخِيَرَةُ مِنْ أَمْرِهِمْ "Allah ve Resulü bir işe hükmettiği zaman, ne mümin bir erkek ne de mümine bir hanım için o işlerinde herhangi bir serbestlik olur." [el-Ahzâb 36]

Bundan dolayı bizler, Mısır'daki ümmetin önüne uygulamaya hazır İslam akidesinden fışkırmış olan Hilafet Devleti'ne dönük bir anayasa koymak için bu konferansı yapmayı uygun bulduk ki böylece onlara düşen, araştırma yapıp aslen kendisinde muhayyer olmadıkları hususlar üzerinde uyumluluk sağlamalarıdır. İşte tek bir kaynaktan fışkıran saf ve temiz bu anayasayla kalkınma olacaktır.

Bizler bu konferansta, sahih şekliyle maalesef sömürgeci kafirin Müslümanların zihinlerinden kaybettirdiği kalkınma projesi ile onun mufassal şeri delillerini ortaya koymak istiyoruz.

Bu projenin gücüne ve Mısır ile yirmi birinci asırdaki İslam dünyasının sorunlarının çözümlerine dair-İslamî Hilafet Devleti'nde yaşanmış- canlı örnekler getirmek istiyoruz. Dahası bununla birlikte konferans, bir krizden çıkıp öncekinden daha kötü bir krize giren tüm insanlığın sorunlarına dönük sahih çözümleri de barındırmaktadır.

Ayrıca bizler, konferansın sonunda geriye kalan gizli ve kristalleşmiş hususlar ile üzerine parmak basılması gereken fikirleri açıklamak için seçkin konuklarla verimli canlı bir tartışma yapmayı istiyoruz.

En son olarak kendilerine insaf edecek olmasının yanı sıra haklarını geri iade edecek olanın bizzat Hilafet Devleti olduğuna dair canlı örnekleri açıklamak için katılımcılardan gayrimüslimleri selamlayacağız. Zira gayrimüslimlerin mallarını, evlatlarını, kanlarını hakkıyla koruyacak olan bizzat Hilafet'tir. Böylece gayrimüslimler ile Müslümanlar  kanunlar önünde eşit olacakları gibi onların gözetimleri tam ve hakları da eksiksiz olacaktır.

Ey sayın konuklar! Hilafet projesi, tutum, dahası tutumlara layık olan azim bir projedir. Dolayısıyla sizleri, bu projeyi etüt etmeye, araştırmaya ve onun hakkında tartışmaya davet ediyoruz. Allah'tan bu konferansı, sonunda toplumun farklı kesimlerini içren kanaatlere erişen Mısır-Kenane'de kapsamlı fikrî kaynaşmalar için bir başlangıç kılmasının yanı sıra başarının temel taşı olan bu projenin sıhhati ve zaruretine dair kamu uyanıklığı nasip etmesini temenni ediyoruz.

Hepinize teşekkür ederiz.

 

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Cumhuriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni'ne

Gazetenizin 16 Temmuz 2012 tarihli nüshasının birinci sayfasında "Hizb-ut Tahrir üyeleri de serbest-Adalette eşitlik yok" başlığıyla, TBMM Adalet Komisyonu'nun CHP'li üyesi Ali Rıza Öztürk'ün açıklamasına dayandırdığınız haber, mesnetsiz iddialar içermektedir. Ayrıca meclis Adalet Komisyonu üyesi olan Ali Rıza Öztürk'ün tutarsız ifadeleri birbiri ile çelişmekte ve hakikatleri yansıtmamaktadır.

Bu asılsız iddiaları ele almadan önce belirtmeliyiz ki yaptığınız bu haber, 15 Temmuz 2012 tarihli Sözcü Gazetesinin aynı konu ile ilgili yaptığı "Şeriatçı 120 Tutuklu Son Anda Tahliye Oldu" başlıklı yalanlarla dolu haberin kötü bir kopyasıdır. Şimdi yaptığınız bu haberde geçen yalan beyanları ele alacak olursak;

1.    Haberde CHP'li üyenin açıklamasına dayandırdığınız "Savcının itirazına karşın mahkemenin Hizb-ut Tahrir üyesi 120 tutukluyu son dakikada tahliye ettiği" haberinizin gerçekle hiçbir alakası yoktur. Aynı anda 120 Hizb-ut Tahrir üyesinin mahkemeye çıkması söz konusu olmadığı gibi, farklı davalardan yargılanan 120 kişinin de aynı duruşmada bir araya getirilmiş olması, yargılama usulü açısından imkânsızdır.

2.    Haberde "120 Hizb-ut Tahrir üyesinin tahliye edildiğini" belirtmeniz vahametin de ötesinde bir hatadır. Zira bu gün itibariyle tüm Türkiye genelinde Hizb-ut Tahrir davalarından yargılanan tutuklu ve hükümlü sayısı sadece 11'dir. Eğer gerçekten gazetecilik yapmış olsaydınız böyle bir yanlışa düşmez ve gerçeğe çok kolay ulaşırdınız.

3.    İddia edilenin aksine, Hizb-ut Tahrir davası sanıklarından hiçbiri, 3. yargı paketinden yararlanmamıştır. Paketin yasalaşmasından sonra sadece 3 kişi tahliye olmuş, onların tahliyeleri ise cezalarının bitmesine altı ay kaldığı için denetimli serbestlik yasasından kaynaklanmıştır.

4.    "Yargı yandaş mahkûmlara ve katillere çalışıyor" iç başlıkla verdiğiniz haberde, yargının Hizb-ut Tahrir davasını Ergenekon, Balyoz ve KCK davaları ile aynı minvalde değerlendirmediğini belirtmişsiniz. Kurulduğu günden bu güne kadar hiçbir cebir, şiddet ve terör eylemine katılmayan aksine fikri ve siyasi bir çalışma yapan Hizb-ut Tahrir, buna rağmen yargı tarafından hukuki hiçbir dayanak olmadığı halde bazı zorlama yorumlarla "Terör Örgütü" kapsamında değerlendirilmeye çalışılmaktadır. 1967 yılından bu güne Hizb-ut Tahrir'e yönelik onlarca operasyon yapılmış, binlerce kişi gözaltına alınıp tutuklanmış, yüzlercesi cezaya mahkûm edilmiştir. Hatta bu operasyon ve yargılamaların%80'e yakını Ak Parti İktidarı döneminde yapılmıştır. Dolayısıyla Hizb-ut Tahrir ideolojisi gereği asla yandaş siyasi bir parti olmamıştır ve olmayacaktır.

 

Cumhuriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni'nden, ilgili habere yönelik bu reddiyemizi haberin verildiği aynı sayfada yayınlamasını, ilkeli, dürüst ve insanlar arasında ayrım gözetmeyen habercilik anlayışına göre hareket etmesini talep eder, kamuoyuna önemle duyururuz.

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Sözcü Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni'ne

Gazetenizin 15 Temmuz 2012 tarihli nüshasının sürmanşetinde "Şeriatçı 120 Tutuklu Son Anda Tahliye Oldu" başlığıyla verilen Saygı Öztürk imzalı haber, mesnetsiz iddialar içermekte ve sözde deneyimli gazetecinizin tutarsız ifadeleriyle sap ile saman birbirine karıştırılmaktadır.

Bu asılsız iddiaları ele almadan evvel, belirtmeliyiz ki Şeriat, İslami hükümler demektir. Şeriatçı ifadesinden toplum, devlet ve siyaset alanında İslami hükümlerin tatbikini isteyenler kastedilmekte ve bu ifadeyle aslında İslami hükümler ve ihlâslı Müslümanlar düşman görülmektedir. Cumhuriyet tarihi boyunca İslam düşmanı laik-Kemalist zihniyet tarafından da bu böyle algılanmış, bu kindar algı, on yıllar boyunca binlerce Müslümanın hayatını karartmıştır. Gazetenizin yayın politikası da göz önünde bulundurulduğunda İslam'a ve Müslümanlara ne kadar mesafeli olduğunuz ve gerçekte kimin "sözcü"lüğünü yaptığınız Müslüman halkımızca zaten malumdur. Şimdi bu haberde geçen saptırmacaları tek tek ele alacak olursak;

1.    Haberde "13 Temmuz Cuma günü Hizb-ut Tahrir yöneticilerinin ve üyelerinin de aralarında bulunduğu 120 sanık Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi'ne çıktı" denilmektedir, oysa bunun gerçekle hiçbir alakası yoktur ve böyle bir duruşmanın bu minvalde icra edilmediği mahkeme kayıtlarından rahatlıkla görülebilir. Aynı anda 120 Hizb-ut Tahrir üyesinin mahkemeye çıkması söz konusu olmadığı gibi, farklı davalardan yargılanan 120 kişinin aynı duruşmada bir araya getirilmiş olması da yargılama usulü açısından imkânsızdır.

2.    Haberde bir yandan hükümlülerin serbest bırakılmasının hukuka aykırı olduğu ifade edilirken diğer yandan tutukluların serbest bırakıldığı söylenerek hukuki bir çelişkiye düşülmüştür. Üstelik yayınlandığınız savcılık belgesinde, bırakıldığını söylediğiniz herhangi bir Hizb-ut Tahrir üyesi de yoktur. Belgede ismi geçen Fatih Demirci, halen Sincan F Tipi cezaevindedir.

3.    İddia edilenin aksine, Hizb-ut Tahrir davası sanıklarından hiçbiri, 3. yargı paketinden yararlanmamıştır. Paketin yasalaşmasından sonra sadece 3 kişi tahliye olmuş, onların tahliyeleri ise cezalarının bitmesine altı ay kaldığı için daha önce çıkan denetimli serbestlik yasasından kaynaklanmıştır. Şayet varsa ve uyumuyorlarsa, adliye muhabirlerinizin bunlara ulaşması hiç de zor değildir.

4.    Ayrıca haberde delil olarak gösterilen belgede 120 kişinin değil, nedense sadece bir kişinin ismi geçmektedir. Üstelik o belgede de "Halen Başsavcılığımızca yakalamalı olarak aranan hükümlü" denilmesi, hukuken hatadır. Zira Sincan F-tipi Cezaevi'nde bulunan birinin "yakalamalı olarak aranan" olması nasıl mümkün olabilmektedir? Sırf bu belge bile göstermiştir ki böylesi çelişkiler barındıran bir belgeyi hazırlayan savcının da -ki o sizin iddianız- sizinle paralel bir zihniyete sahip olduğu açıktır.

5.    Haberde belirtilen Yargıtay 9. Ceza Dairesi'nin 19.04.2004 tarihli kararının tamamen zorlama yorumlara dayalı hukuk dışı bir karar olduğu, Türkiye'nin önde gelen hukuk otoritelerinin hazırladığı bilimsel mütalaalarda net bir biçimde ortaya konulmuş, bu mütalaalar ayrıca ilgili mahkemelere de sunulmuştur.

Sözcü Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni'nden, ilgili habere yönelik bu reddiyemizi haberin verildiği aynı sayfada yayınlamasını, ilkeli, dürüst ve insanlar arasında ayrım gözetmeyen habercilik anlayışına göre hareket etmesini talep eder, kamuoyuna önemle duyururuz.

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER