Salı, 18 Cumade’s Sânî 1447 | 2025/12/09
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

Soru-Cevap

Soru:

Bizlere, Myanmar'ın (Burma) siyasî vakıası, bu ülkedeki Müslümanlara dönük bu korkunç zulmün nedenleri ve buna yönelik bölgesel ve uluslararası tutumlar hakkında kısa bir bilgi vermenizi rica ediyoruz. Saygı ve teşekkürlerimi sunuyorum.

Cevap:

Bu hususta yapılan gerekli inceleme aşağıdaki şekildedir:

1- Bu ülkenin nüfusu 50 milyon küsura ulaşmış olup bunların yaklaşık %20'si Müslümanlardan oluştuğu gibi bunlar da başkent Rangoon'da, Mandalay şehrinde ve Arakan bölgesinde yoğunlaşmışlardır. Buranın halkının %70'i Budistlerden olup geri kalanları ise Hinduizm, Nasranilik ve diğer dinlere mensupturlar. Ancak Burma, bunların %4 oranındaki küçük bir kısmını tanımakta olup diğerlerini yabancı olarak görmekte, onları kovmaya çalışmakta, onların ülke vatandaşlığına izin vermemekte ve onlar için herhangi bir hak da tanımamaktadır. Bu nedenle öldürülmeleri ve yurtlarından edilmeleri için rejimin de desteğiyle Budistlerin saldırılarına maruz kalmaktadırlar.

2- Tarihçiler bu ülkeye İslam'ın, yüzyıllar boyunca dünyanın en büyük devleti olan İslamî Hilafet Devleti'nin olduğu Halife Harun Raşid'in döneminde, yani 788 yılında girdiğini ve İslam'ın azametini, sıhhatini ve adaletini gördüklerinde de onun Burma'nın dört bir tarafına yayıldığını söylemektedirler. Nitekim Müslümanlar, üç buçuk küsur asır, yani M. 1430 ile 1784 yılları arasında Arakan bölgesine hakim olmuşlar ve bu yıl içerisinde kafirler, bölge üzerine üşüşmüşler, Budistler burayı işgal etmişler, bölgede fitne fesat yaymışlar, özellikle alimleri ve bilim adamları olmak üzere Müslümanları katletmişler, servetlerini yağmalamışlar, mescit ve medreseler gibi İslamî yapıtları yıkmışlardır. Bunu ise kinlerinden ve cehaletleri olan Budizm taassupçuluğundan dolayı yapmışlardır.

3- Bölgede, İngiltere ile Fransa arasındaki rekabetin yanı sıra sömürgeci bir paylaşım söz konusudur. Zira İngilizler, M. 1824 yılında Burma'yı işgal ederek buraya sömürgelerini dayatırlarken Fransızlar da buraya komşu olan Laos'u işgal ederek sömürgelerini dayatmışlardır. İngiltere, 1937 yılında sömürgesi Burma'yı "İngiliz-Hindistan hükümetinden" ayırmış ve böylece İngiliz sömürgesi, yönetim olarak "İngiliz-Burma hükümeti" adı altında bu hükümetten ayrılmış olmuştur. Buda Arakan bölgesini, Budistlerin tasallutu altındaki bu hükümete bağlanmaya itmiştir.

4- İkinci Dünya Savaşı sırasında ve M. 1940 yılında bu sömürgede, Japonya'da eğitim alıp işgalci İngilizleri kovmaya yemin eden Burmalı otuz kişinin oluşturduğu (Otuz Milis Yoldaş ve Burma Bağımsızlık Ordusu) olarak bilinen bir hareket başlamıştır. Nitekim bunlar, ülkelerine 1941 yılında işgalci Japonlarla birlikte girmişlerdir. Dolayısıyla Burma, Japonya'nın 1945 İkinci Dünya Savaşı'ndaki hezimetine kadar İngiltere ile Japonya arasındaki çatışma hatlarından biri olmuştur. İşte o zaman İngiltere, Burma üzerindeki sömürgesini yeniden genişletmeye muktedir olabilmiştir. Nitekim Müslümanlar, 1942 yılında Budistler tarafından yaklaşık (100.000) yüz bin Müslümanın öldüğü katliamlara maruz kalmalarının yanı sıra onlardan yüz binlercesi de ülke dışına sürgün edilmişlerdir. Sonra İngiltere, 1948 yılında Burma'ya şekli bir bağımsızlık vermiş, bunun bir yıl öncesinde, yani 1947 yılında da bağımsızlığa hazırlamak için bir konferans düzenlemiş ve ülkedeki bütün gurupları ve etnik kökenlileri çağırırken Müslümanları buradan uzaklaştırmıştır. İşte bu konferansta İngiltere, on yılın ardından bütün gurup yada etnik kökenlerin bağımsızlık hakkına izin veren metnin geçtiği bir madde koymuş ancak Burma hükümeti bunu uygulamamış ve Müslümanlara zulmetmeye devam etmiştir.

5- Burma'da, 1962 yılında General Ne Win'in liderliğinde askerî bir darbe gerçekleşmiş ve Devlet Konseyi, kanun ve düzeni geri getirmek içindir adı altında askerî bir konsey tesis edilmiştir. Dolayısıyla o, 1988 yılına kadar ülkeye doğrudan hükmetmiş, konsey 1997 yılına kadar kalmış ve Ne Win'in ülke üzerindeki hakimiyeti de devam etmiştir. Nitekim 1990 yılında muhalefet Ulusal Demokratik Partisi'nin koltuklarının genelini elde ettiği seçimler yapılmış ancak askerî hükümet, yeni bir anayasa konuluncaya kadar otoritenin geçişini kabul etmemiştir. Dolayısıyla 1993 yılından bu yana yeni bir anayasa koymak için sürekli toplantılar yapılmaya başlamıştır. Bu darbenin ardında Müslümanlar, Budist taassupçusu askerî yönetim tarafından zulümlere maruz kalmasının yanı sıra bu yönetim, üç yüz binden (300.000) fazla Müslümanı Bangladeş'e sürgün etmiştir. Ayrıca yarım küsur milyon Müslüman da 1978 yılında ülke dışına kovulmuş, yaşlı, kadın ve çocuk olmak üzere onlardan kırk binden fazlası kendilerine dayatılan ağır şartlar nedeniyle ölmüşlerdir. Bu ise Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği istatistiklerine göredir. 1988 yılında ise yüz elli binden (150.000) fazla Müslüman ülke dışına göç etmişlerdir. Hatta 1990 yılında konseydeki sandalyelerin çoğunluğunu kazanan muhalefet partisine verdikleri desteğin intikamını almak için yarım küsur milyon Müslüman, göçe ve ülkeden kovulmaya maruz kalmışlardır. Böylece ülkenin hükümeti, Müslümanları ülke halkından olmayan yabancılar olarak görür hale gelmiş olup bu Müslümanların evlatları, otuz yıldan beridir eğitimden ve evlilikten de mahrum edilmektedirler. Dahası Müslümanlara, sayılarının azalması için üç yıllığına evlenmemeyi bile dayatmışlardır. Dolayısıyla hükümet tarafından onlara, en iğrenç uygulamalar gerçekleşmiştir. Nitekim 1989 yılında hükümet, İngiliz-Burma olan adını Myanmar olarak değiştirmiştir. Dolayısıyla ortada bu ikinci adı tanıyan ülkeler olduğu gibi onu tanımayıp birinci ismi kullanan ülkeler de bulunmaktadır.

6- Asker, Burma'ya hükmetmeye devam etmiş ve İngilizler bazı zaman doğrudan diğer bazı zaman da ajanları Hindistan yoluyla onları desteklemişler ve Rusya ve Çin'in desteğini kazanmak ve hakikatinin üzerini örtmek için de Burma/Myanmar rejimi görünüşte komünistlere yakın olmaya itilmiştir ki zaten de böyle olmuştur. Mesela Arap dünyasındaki birçok rejimlerin, Amerika yada İngiltere'nin ajanları olduklarını örtmek için Rusya ve Çin gibi komünistlere yaklaşmaları gibi. Amerika geçmişte, askerî rejimi desteklemek için Hindistan'ın tutumlarını gerekçe göstererek onunla yakın işbirliği içerisine girmiştir. Mesela AFP Haber Ajansı, 28.05.2012'de Hindistan başbakanı Manmohan Singh'in bu tarihte Burma'yı ziyaret ettiği ve Burma Devlet Başkanı ile bir dizi anlaşmalar yaptığı haberini aktararak şunları belirtmiştir: "Hindistan, özellikle güvenlik ve enerji alanlarında olmak üzere geçen asrın doksanları boyunca Askerî Konsey'e yakınlık göstermiştir. Nitekim Washington, 2010 yılında Burma'daki insan haklarının çiğnenmesine karşı suskunluğundan dolayı Hindistan'ı kınamıştır. Hatta Suu Kyi'nin çalışmasının bir kısmını Hindistan'da tamamlamasına ve Büyükelçi olan annesinin, Hindistan'ın ülkesindeki Askerî Konsey'e olan desteğinden dolayı üzüntüsünü ifade etmesine rağmen." Ayrıca 2007 Kasım ayında haber ajansları, Washington'un Hindistan ve Çin'den her birine Burma'daki askerî rejime silah temin etmeyi durdurmaları ricasında bulunduğunu aktarmıştır.  Nitekim Burma'daki askerî rejim, Amerika'nın kendisine yönelik kampanyasının gölgesinde Çin'in desteğini kazanmak için Çin'in, Bangal Körfezi ile Hint Okyanusu'nda askerî tesisler kurmasına izin vermiştir. Ayrıca bu, Kuzey Doğu'da uzunluğu bin kilo metreye ulaşan kara sınırları olan Hint Okyanusu yönündeki Burma'da kendisi için bir aralık oluşturan Çin'in de çıkarına bir durumdur. Dahası Hindistan'ın, aynı şekilde Kuzey-Batı kara sınırlarından dolayı Burma ile yakın ilişkilerinin bulunmasının yanı sıra doğrudan İngiltere- Hindistan hükümetini takip etmiştir. Ancak İngiltere'nin buradan şeklî olarak çekilmesinin ardından Hindistan, Burma üzerinde kendi koruması altında olan ve desteğine dayanan bir vasi gibi olmuştur.

7- Nitekim Amerika, kamuoyunu askerî yönetime karşı kışkırtmış ve kamuoyunun dikkatleri, muhalefet başkanı (Aung San Suu Kyi)'nin 2010'un Kasımında serbest bırakılacağına çekilmiştir. Ardından Askerî Konsey'e yönelik baskıları artırmış ve bizzat konsey çözülsün ve yönetimi de sivillere teslim etsin diye kamuoyunu bu çerçevede tahrik etmiştir. Ancak İngilizler ve onlarla birlikte Hindistan hükümeti, meseleye İngiliz kurnazlığı ile çözüm bulmuşlar ve konseyi, usta üsluplar yoluyla genel seçimlere davet etmeye sevketmişlerdir... Nitekim 2010 yılında seçimler yapılmış ve seçimlerde sandalyelerin yaklaşık %80'nini alan bir asker partisi olan Dayanışma ve Birliği Geliştirme Partisi kazanmıştır. Böylece bizzat Askerî Konsey çözülmüş ve yönetimi de başta 2011'in Mart ayında yönetimi teslim alan emekli General Tein Sein olmak üzere emekli generallerden ibaret olan sivillere teslim etmiş olmuştur.

8- Amerika, askerî rejimin emekli generallerinden oluşan adamlarını uzaklaştırmak ve muhalif bir lider getirmek için hala Burma rejimine baskı uygulamaktadır. Zira muhalif lidere ve Ulusal Demokratik Partisi'ne olan desteği apaçık ortadadır. Bu nedenle muhalefet liderinin 2015 seçimlerini kazanması olasılığıyla ilgili geleceğe yönelik analizler yaymaktadırlar. Nitekim Amerika Dışişleri Bakanı Hillary Clinton, 2011 yılının Aralık ayının ilk günlerinde Burma'yı ziyaret etmiş ve ülkesinin, yirmi yıldan bu yana ilk defa Burma'ya Büyükelçi atayacağını ve oradaki demokratik reformlarla paralel olarak ilerleyen yaptırımları hafifleteceğini açıklamıştır. Dolayısıyla burada, 01.04.2012'de 45 sandalyelik kısmî seçimler yapılmış ve bu seçimlerde muhalefet lideri Aung San Suu Kyi'nin başkanlığındaki Ulusal Demokratik Parti'si 43 sandalye elde etmiştir. Bunun üzerine Amerika Dışişleri Bakanı şöyle bir açıklamada bulunmuştur: "Son aylarda (Burma'da) gerçekleşen ve devam edecek olan ilerlemenin boyutları hakkında bir yargıya varmak için hala vakit çok erkendir." [AFP / 02.04.2012] Dolayısıyla Amerikan dış sorumlusu bu şekilde, ülkesinin Burma rejimine baskılar uygulamasını istemekte ve demokratik süreçteki ilerlemenin inandırıcılığına şüphe düşürmektedir. Çünkü ülkeyi yöneten ve siyasî sahnedeki hakimiyetlerini elinde bulunduranlar bizzat sivil görünümlü askerlerdir. Geçen asrın doksanlarında askerin koymuş olduğu anayasa gereğince de parlamentodaki sandalyelerin dörtte birinin seçilmiş değil atanmış askerlerden olması gerekmektedir.!

Hakeza Amerika, Burma'daki siyasi durumdan hoşnut olmadığı gibi muhalefet lideri ve partisinin siyasî aktivitesinin uygulayıcısının serbest bırakılması yönünde ilerleme kaydetmektedirler. Ancak onlar, bu rejime baskı uygulamaya devam ettikleri gibi daha fazla baskı yapma beklentisiyle rejimin inandırıcılığı hususunda şüpheler ortaya koymaktadırlar ki böylece İngiliz yanlısı askerleri yönetimden uzaklaştırma imkanı bulabilsinler.

9- Ancak İngiltere'nin lehine bir durum söz konusudur. Zira İngiltere Dışişleri Bakanı William Hague, Burma'da meydana gelenlerle ilgili şöyle bir olumlu değerlendirmede bulunmuştur: "Burma halkına dönük ikili yardımların en önde gelenlerinden sayılan İngiltere, Burma'daki siyasî süreci desteklemeye hazırdır." [Associated Pres / 03.04.2012] Nitekim İngiltere başbakanı David Cameron, bu seçimlerin akabinde Burma'ya bir ziyarette bulunmuş olup bu ziyaret, 1962 darbesinden bu yana Batılı bir başkanın Burma'ya yaptığı ilk ziyaret olarak kabul edilmektedir. Dolayısıyla o, Burma rejimine övgüde bulunarak şöyle demiştir: "Şimdi burada, reformları gerçekleştirmek için azimli olduğunu ve tedbirler aldığını söyleyen bir hükümetin olmasının yanı sıra buraya gelmek için en uygun bir zaman olduğuna inanıyor ve bu tedbirlere ben de teşvik ediyorum." [AFP / 13.04.2012] Nitekim şöyle diyen devlet başkanı ile de bir araya gelmiştir: "Bizler, Burma'da demokrasi ve insan haklarını güçlendirmeye dönük gösterdiğimiz çabalarımızı kabul etmenizden dolayı mutluyuz."

Hakeza İngiltere, Myanmar'daki siyasî durumdan hoşnut olduğu gibi onu desteklemektedir de.

10- 03.06.2012'de; Budistler ile Müslümanlar arasında, on binlercesi evlerinden göç etmeye başlayan Müslümanların bulunduğu yerleri kapsayan birçok bölgelerde öldürme, evlerin yakılması ve yerinden edilme gibi olayların patlak vermesinin ardından Budistler, Müslümanları taşıyan bir otobüse saldırmışlar ve onlardan dokuzunu katletmişlerdir. Bangladeş ise kendilerine kaçanlara yardım etmeyi reddetmiş, dahası onları geri çevirmiş ve onların yüzlerine sınırları kapatmıştır. Nitekim geçen yıl böylesi bir tarihte yine Müslümanlar, benzer saldırılara maruz kalmalarının yanı sıra ülkeyi terk etmeye zorlandıkları gibi on yıllar boyunca da her yıl öldürme, yerlerinden edilme ve ülkelerinden kovulma gibi benzeri durumlara maruz kalmış ve oradaki rejim tarafından desteklenen kindar Budistler tarafından evleri yıkılmıştır. Başta Amerika olmak üzere Batılılar ise muhalefet liderini serbest bırakmasından ve Müslümanların maruz kaldığı hususların hatırlanmasına kayıtsız kalan demokratik dönüşümünden dolayı yeni rejimi kutlamışlardır. Nitekim Burma'daki Amerikan Büyükelçiliği bir beyanat yayınlamış ve beyanatında, Büyükelçilik Maslahatgüzarı Michael Thurston'un Yangon'daki yerel İslamcı örgütler ve Arakan'daki Ulusal Kalkınma Partisi ile ayrı ayrı bir araya geldiğinden bahsetmiştir. Zira Thurston, şöyle demiştir: "Şu anda en önemli şey, tüm tarafların sakin kalmalarıdır. Çünkü diyaloga daha fazla ihtiyaç olduğu gibi diyalog ise sadece sakinlik olduğunda gerçekleşebilir." Ve şöyle demiştir: "Büyükelçilik, Myanmar hükümetini, yasal icraatlara ve hukukun üstünlüğüne saygı duymanın yolunu araştırmaya teşvik etmektedir." [Amerikan Associated Pres / 14.06.2012] Yani Amerika, ölüme ve yerinden edilmeye maruz kalan insanlara şöyle demektedir; sizlerin yapması gereken, sakinliğe ve diyaloga bağlı kalmanızın yanı sıra yasal icraatlara saygı duymanızdır! Çünkü öldürülenler ve yerlerinden edilenler bizzat Müslümanlardırlar. Ama Budist Rahipler 20.09.2007'de bir yürüyüş yaptıkları ve Burma'daki askerî rejim de buna baskı uyguladığında aşağılık Amerika, yerinde durmamış, Burma üzerine ağır cezalar dayatmış ve Batı ülkeleri de bunu takip etmişlerdir. Buda Amerika'nın, Müslümanların maruz kaldığı hususlara önem vermediğini, bunu umursamadığını, çıkarlarının gerçekleşmesi ve nüfuzunun genişlemesi dışındakileri önemsemediğini göstermektedir. Zaten İslam'a ve Müslümanlara düşman olan bütün Batılıların tutumu genel olarak budur.

11- Sonuç olarak; doğrudan askerî giyimli generallerin hakim olmasının yanı sıra şu anda da sivil giyimli emekli generallerin hakim olduğu Burma rejimi, hala İngiliz yanlısıdır. Dolayısıyla İngilizler, gerek açık gerek gizli gerek doğrudan gerekse de dolaylı olarak İngiltere'nin Hindistan'daki ajanları yoluyla onu desteklemektedirler. Ayrıca İngilizler, sadece bugünlerde değil bilakis bu ülkedeki İslamî yönetimin sona ermesinden bu yana Müslümanların öldürülmesinde ve onlara işkence edilmesinde Budistleri desteklemektedirler.

Siyasî dehaya sahip olan İngilizlerin yöntemi, Burma'daki askerî rejimi, Amerika'nın bu rejime karşı yürüttüğü kampanyada desteklerini elde etmek için Rusya ve Çin gibi olan komünistlere yakınlaşmaya sevk etmektir.

Amerika'ya gelince; 1991 yılında Nobel barış ödülünü kazanmasının yanı sıra babası ise İngilizlere karşı çıkan ve 1947 yılında ölen Aung Sang olan Tzu Chi Ong liderliğindeki Ulusal Demokratik Partisi'ni desteklemektedir. Nitekim muhalefet lideri onun öldürüldüğü suçlamasında bulunmakta ve babasına da bağımsızlık kahramanı olarak itibar etmektedir.

Amerika ile İngiltere'nin Burma'daki siyasi çatışmasına rağmen ancak bu ikisi, içi boş açıklamaların dışında Batı'nın sözde herhangi bir insanî duygusunu sarsmaksızın Müslümanlara işkence edilmesi noktasında Budistleri desteklemede anlaşmışlardır... Ancak rahiplerin yürüyüşlerinden dolayı baskıya maruz kalmalarını yada muhalif herhangi bir Budist'in hapsedilmesini protesto etmektedirler.

Çin'e gelince; ülkede bir etki elde edememesinden dolayı ekonomik ve stratejik çıkarlarını gerçekleştirmek için oradaki rejimi desteklemektedir.

Müslümanların ülkelerindeki yöneticilere gelince; karış karış ve adım adım Amerika ile Batı'yı takip edip kıllarını dahi kıpırdatmamaktadırlar. Mesela Burma'ya komşu olan Bangladeş, yüz yıllardan beridir temizlenmeye ve şiddetli zulümlere maruz kalan Müslüman kardeşlerine yardım etmemektedir. Bilakis o, sadece bununla da kalmayıp yardım etmediği gibi kendilerine başvuranlara da baskı uygulamakta ve yüzlerine karşı sınırları kapatmaktadır. Ayrıca bu yöneticiler, Allah'ın وَإِنِ اسْتَنْصَرُوكُمْ فِي الدِّينِ فَعَلَيْكُمُ النَّصْرُ "Eğer onlar din hususunda sizden yardım isterlerse, onlara yardım etmek üzerine borçtur." [el-Enfâl 72] şeklindeki emrine icabet edeceklerine Amerika ile diğer Batılı ülkelere icabet ettikleri gibi diğer çatışma bölgelerine askerler göndermelerinin yanı sıra başlarının ve omuzlarının üzerinde de Birleşmiş Milletleri güçlerinin alametleri bulunmaktadır!

Bu yöneticilerden hiçbir hayır umulmayacağı gibi her şeyden önce onlardan şer umulacak olmasının yanı sıra Halife Harun Raşid'in döneminden bu yana üç buçuk asırdan fazladır gölgelendikleri Hilafet geri gelmedikçe bu ülkedeki Müslümanların güvenliğini de geri getiremeyeceklerdir... Zira onların güvenliğini sağlayacak ve dünyanın dört bir tarafına hayrı yayacak olan sadece Hilafet'tir. Umulur ki o da Allah'ın izniyle çok yakında olur.

 

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Myanmar Müslümanları, Dünyanın Sessizliği Önünde Doğranırken Ülkenin Mücrim Devlet Başkanı ise Onların Kovulmaları Çağrısında Bulunmaktadır!

Mübarek Ramazan ayının ilk günlerinde ve Myanmar Müslümanlarına dönük bir biri ardına yapılan toplu katliam ile etnik temizlikten altı hafta sonra, kıyım operasyonları ile sistematik olarak yerinden edilme kapsamında, hain uluslararasının sessizliği önünde ve Arap ve uluslararası medyanın kasıtlı yokluğunun gölgesinde Myanmar Müslümanlarına yönelik küresel bir gizli anlaşmanın, dahası oradaki Müslümanların varlığının sona erdirilmesine dönük bir komplonun olduğuna dair bir manzara ortaya çıkmıştır. Hatta dün, yani 19.07.2012 Perşembe günü orada meydana gelenleri yayınlayan Uluslararası Af Örgütü'nün açıklamaları, hiçbir medyada yer almamıştır bile!

2000 küsur Müslümanın kurban verildiği ve 90.000'den fazlasının yerinden edildiği bu açık cürümün ardından katil Myanmar Devlet Başkanı "Thein Sein", 11 Temmuz'da, yani geçen Çarşamba günü Birleşmiş Milletler Mülteci Yüksek Komiseri "Antonio Jaterres" ile yaptığı görüşme sırasında Myanmar'daki Müslüman azınlık üyelerinin, ülke dışına kovulmaları için "Rohingya" olarak bilinen mülteci kamplarında toplanması çağrısında bulunmuştur. Zira o, şöyle demiştir: "Yasadışı yollarla ülkeye giren Rohingyalıları kabul etmemiz imkansızdır ve onlar, övgü duyduklarımızdan da değillerdir." Sonra da onların, "Ülkenin güvenliği için tehlike oluşturduklarını" eklemiştir.

Yani onun görüşü, bu aşağılık ırkçılıktır! Zira o insanları, etnik kökenlerine, ırklarına ve dinlerine göre sınıflandırırken İslam ise Mecusi ve  Ehl-i Kitap ile Müslümanlara muamelede bulunduğu gibi eşit olarak muamelede bulunmaktadır. Hem de ajan mücrim beşeri rejimler ile azim ve yüce hükümleri olan İslam arasından çok büyük bir fark var iken. Sonra da sırf Rabbimiz Allah'tır diyenlerin doğranıp katledilmelerinde hiçbir şeyin olmadığı ve onun ulusal güvenlik için bir tehlike olduğu söylenmektedir! Resulullah şöyle buyururken ne kadar da doğru söylemiştir:

إِذَا لَمْ تَسْتَحْيِ فَاصْنَعْ مَا شِئْتَ "Haya etmiyorsan dilediğini yap."

"Arakan" vilayetindeki Rohingya'da yaklaşık 800.000 Müslüman yaşamaktadır. Zira Amerika Birleşik Devletleri onları, dünyada zulme maruz kalan en büyük azınlıklardan biri olarak görürken Myanmar'daki rejimin, Rohingya'yı tanımaması ve onları, Bangladeş'ten yasadışı olarak gelen göçmenler olarak görmesi dikkat çekicidir.

Orada gerçekleşen ve gerçekleşmeye devam edenler hakkında aktarılan haber eksikliğinin gölgesinde bizler, Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği'nin raporundaki şu sözler sayesinde oradaki Müslümanların başına gelen cürüm ve zulmün bir kısmını gösterebiliriz: "Myanmar'daki Rohingyalılar, zorla çalıştırma, gasp, dolaşım özgürlüğü üzerindeki kısıtlama, ikamet etme hakkının olmaması, zalim evlilik kuralları ve arazinin müsadere edilmesi de dahil zulmün her türlüsüne maruz kalmaktadırlar."


Myanmar'daki Müslümanların Kanları, Üç Tarafın Boynundaki Bir İhmalkarlıktır
:

1- Batı ajanı mücrim Myanmar devletine yönelik bu hitabımız, diğer tüm Batılı devletlere yönelik hitabımız  gibi olmayacaktır. Şöyle ki; zulüm günleri uzamış olsa da bu, onun için bir yürek acısı ve pişmanlık olacaktır. Zira Firavun'un Mısır topraklarındaki zorbalığı ve büyüklenmesi uzamış ama Allah onu, rezil ve helak etmiştir. Çünkü bu, Allah'ın zalimler hakkındaki sünnetullahıdır.

2-Nüfusunun geneli Müslüman bir İslam beldesi olan Bangladeş devleti, Myanmar'a komşu olmasına rağmen ancak o, katliam ve yerinden edilme gibi birkaç metre ilerisinde meydana gelenlerden dolayı kılını dahi kıpırdatmamaktadır. Dolayısıyla cürüm ve ajanlıkta o da aynen Myanmar devleti gibidir.

3-Medya organları siyasallaşmıştır. Dolayısıyla gerek şeffaflık gerekse de objektif olsun doğru dürüst hiçbir bilgiye sahip değiliz. Dolayısıyla da "fikir ve karşı fikir" sloganları bir yalan ve aldatmadan ibarettir. Nitekim sen, onun hakikatine "daha çok vakıf olsan da" "vakıada olduğu üzere" sadece senin bilmeni istedikleri şeyleri bilebilirsin. Bu da vakıanın kendi arzularına, dahası efendilerinin arzularına göre saptırılmasından öte bir şey değildir. Zira onlar, bu yada şu sömürgeci ülkenin çalışanlarından daha fazla değillerdir.

Bizler, Myanmar'daki Müslümanların kanlarının sorumluluğunu taşıyan tarafları belirledik. Bu ise sadece onların bu şekilde olduğu anlamına gelmemektedir. Bilakis bu, onlara yardım etmeye muktedir olan bütün Müslümanların boyunlarındaki bir sorumluluktur. Zira Bangladeş, Endonezya ve Malezya gibi Myanmar'a komşu ülkelerdeki Müslüman askerleri bekleten şey nedir acaba? Peki onlar, kardeşlerine yapılan katliamı ve yerinden edilmelerini görmüyorlar mı? İslam ve akidenin harareti onları harekete geçirmeyecek mi? Ayrıca onlar, Kerim Resul [Sallallahu Aleyhi ve Âlihi ve Sellem]'in şu kavlini işitmemişler midir(?):

المُسْلِمُونَ تَتَكَافَأُ دِمَاؤُهُمْ وَيَسْعَى بِذِمَّتِهِمْ أَدْنَاهُمْ، وَهُمْ يَدٌ عَلَى مَنْ سِوَاهُمْ، "Müslümanlar kanlarında birbirlerine denktirler, en alttakiler verdiği emana bağlı kalırlar... ve onlar, kendileri dışındakilere (düşmanlarına) karşı tek yumrukturlar."

Allah Azze ve Celle'den, bu nidamızı ve yardım çağrımızı uzatmamasını temenni ediyoruz. Zira bizim, acı ve elemleri uzayan kardeşlerimiz olduğu gibi dünyanın her bir tarafından olan milletler onların üzerlerine üşüşmekteler ve hepsi de onlardan bir pay elde etmek istemektedirler. Ancak zulmün gecesi ne kadar uzarsa uzasın İslam'ın fecri doğacak olup Raşidi Hilafet Devleti yoluyla hak olan aslına geri döneceği gibi bütün şikayetler de sahiplerine geri dönecek ve böylece yeryüzü, zulüm ve zulümatla dolmasının ardından adalet ve hakkaniyetle dolacaktır.

Hizb-ut Tahrir olarak bizler, Myanmar'daki halkımıza ve kardeşlerimize karşı işlenen cürümleri ifşa ederek tüm ümmeti, Mevlâ Azze ve Celle'nin mükellef kıldığı üzere Allah'ın şeriatıyla hükmedecek, Müslümanların kanlarını, ırzlarını ve saldırgan mücrimlerin arzu ettikleri servetlerini koruyacak olan bir imama biat etmeye ve Müslümanları da tek bir vücut gibi olmaya davet ediyoruz. Vallahi Allah için kardeşlersiniz ve vallahi Allah'ın emanetini taşımaktasınız.

وَاللّهُ غَالِبٌ عَلَى أَمْرِهِ وَلَـكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لاَ يَعْلَمُونَ "Şüphesiz ki Allah, emrine galiptir, muktedirdir. Velakin insanların çoğu bunu bilmezler! [Yûsuf 21]

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Ey İslam'ın Şam'ındaki Müslümanlar: İşte Rabbiniz Sizleri, Mücrim Hücre Üyelerinin Öldürülmesiyle Nimetlendirdi O Halde Allah İçin Nusreti, "Dâr-ul İslam'ın Merkezi Şam'da" Raşidi Hilafet'i Kurarak Tamamlayınız

Hezimete uğramış olan rejim; dün, yani 18.07.2012 Çarşamba günü resmî medyası yoluyla Şam'daki Ulusal Güvenlik Merkezi'nde patlama olduğunu ve Savunma Bakanı ve Başbakan Yardımcısı General Davut Racha, Savunma Bakanı Yardımcısı ve Cumhurbaşkanı'nın eniştesi General Âsıf Şevket, Cumhurbaşkanı Yardımcısı Asistanı ve Kriz Yönetim Hücresi Başkanı General Hasan et-Turkmâni ile İstihbarat Genel Araştırma Kolu Başkanı Tuğgeneral Hafız Mahluf'den her birinin hayatını kaybettiğini açıklarken İçişleri Bakanı Muhammed eş-Şaar ile Ulusal Güvenlik Bürosu Başkanı Tümgeneral Hişam İhtiyar'ın da yaralandığı ve her ikisinin de karanlık akıbetlerini bekleyen diğer yaralılar gibi yoğun bakım odasına alındıkları açıklanmıştır. Zaten karmaşık olan bu patlamanın gerçekleşeceği ve Allahuteala'nın izniyle Beşar ile köhne rejiminin çok yakında çöküşe doğru gideceği bir sır değildir.

Bizler, intikamından dolayı Allah'a hamd ederek bu olayın, açıkça yıllar boyunca müminlerin göğsüne çöreklenen kanlı facir rejimin çöküşünün çok yakın olduğuna işaret ettiği hususunda Şam halkımızı müjdeleriz. Ancak bizler, konuşlandırılmış olan bütün ayaklanmacıları, bu rejimi kökünden söküp atıncaya kadar ısrarla, azimetle, planlı ve uyumlu bir şekilde ulaştıkları şey üzerinde sebat etmeye çağırıyor ve aynı zamanda da her biri kendi ülkesinin çıkarlarına göre açıklama yapmaya başlayan habis Batı'nın komploları hususunda da uyarıyoruz. Nitekim İngiltere Dışişleri Bakanı William Hague, "Çarşamba günkü saldırıda Suriye Savunma Bakanı ile güvenlik birimlerindeki üst düzey yetkililerin öldürülmesi, bu çatışmayı sona erdirmek için Birleşmiş Milletler tarafından güçlerin harekete geçirilmesinin gerekli olduğunu ortaya koymaktadır" şeklinde bir açıklama yapmış ve ardından konuyu saptırarak "Açıkçası durumun hızla çok kötüye gittiğini " ve "kaos ile çöküşün" Suriye'yi tehdit ettiğini düşünüyorum demiştir. Bu şekilde o, Amerika'yı Beşar'ın alternatifini oluşturması için acele ettirirken onun güvenliğine ve yaptıklarına muktedir olamamasını da istismar etmektedir. Bunu da Amerika'nın kafasını karıştırmak ve yönetimden elini çekmesine katkıda bulunmak maksadıyla yapmaktadır. Ayrıca Almanya Şansölyesi aynı görüşü benimseyerek şöyle demiştir: "Bu bize, Birleşmiş Milletleri'nden gelecek kararı onaylamanın vaktinin geldiğini göstermektedir...." Bunun aksine Amerikan Savunma Bakanı Panetta, "Beşar'ın çekilmesi ve otoritenin barışçıl bir şekildeki geçişine izin vermesi için" Beşar'a baskı uygulanmasını istemiş ve Beyaz Saray ise "Ülkeyi yüksek riskten uzak tutmak için siyasî çözümün çok yakın olduğunu" açıklamıştır.


Ey Şam Halkı! Allah'ın İzniyle Nusret ve Zafer Çok Yakındır
:

Zafer; tüm temiz kanlarla, çiğnenen hurumatlarla ve doğranan çocuklarla alay edecek olan Batı'nın kuklalarından yeni bir kukla getirmek için bir milyon küsura ulaşan şehit, yaralı ve göç ederek yerinden edilmiş olanların faturasını Beşar'a pahalıya ödetmek değildir. O halde sakınınız ve size ahdettiğimiz gibi olunuz ki o da şudur: Sert bir cellat savaş alanındadır ve o, İslam'a ve kendisine doğru acele ettikleri devletine karşı savaşma kararı alan efendilerine hizmet etmek için Müslümanların Ruvaybida yöneticilerinin liderlik ettiği size karşı kurulmuş olan kokuşmuş entrikaların tamamen farkındadır.

Nitekim mübarek yolculuğunuz, arkasında Batı'nın, Batı'dan da önce baba ile oğulun iktidarı altında dört on yıldır zevkini çıkardıkları güvenliğin ardından sorumlularını kendilerine yaklaşan yeni tehlikeyi ele almaları için toplantıya çağıran Yahudilerin olduğu (Beşar) ile rejiminin yatağına kadar dayanmıştır! Hizb-ut Tahrir olarak bizler ve sizler, Allah'ın sadece ehil olanlara nasip edecek olduğu nusretinden eminiz. Ve Allah'ın izniyle bizler ona ehiliz. Zira bizler, Allah'ın şeriatını kavradık ve Beşar ailesi ve onun mücrim maiyetinin kaldırıp atılmasının ardından hayatımızda Kur'an hükümleri ile Tahir Nebevî sünneti kendimiz için anayasa kılacağız. Hatta bugünkü patlamayla biraz da olsa nusretin ve başarının lezzetini tatmış oldunuz. Ancak büyük mutluluk ise Allah'ın izniyle Batı'ya ve onunla birlikte kuyrukları ile kargalarına kendisinden beri olamayacakları ölümün isabet edeceği Allah'ın şeriatının ikame edildiği gün olacaktır. Dolayısıyla bugün Suriye'de olması gereken en önemli şey, Müslümanları bir araya getirecek olan Raşidi Hilafet'i kurmak için çalışmaktır. O halde zafer; kanlarını ve canlarını ortaya koyan ve bizim de Allah'tan şehadetlerini katında kabul etmesini temenni ettiğimiz Suriye'deki bütün Müslümanların zaferiyken bu zaferin (siyasî yada askerî olsun) Batı'ya tabi olan laik dış muhalefetin kendisine ait olduğunu ilan etmesine izin vermeyiniz. Bu nedenle sizleri, hem Batı'nın tuzaklarına düşmeme hem de Tunus, Mısır, Libya ve Yemen'deki kardeşlerinizin düştüğü duruma düşmeme hususunda uyarıyoruz. Zira onların hem ayaklanmaları hem de servetleri çalındığı gibi küfür hükümleri onlara, sizin elbiseniz olmayan İslamî elbise altında yeniden geri dönmüştür. Çünkü sizin elbiseniz, iman ve takva elbisesi olduğu gibi izzetiniz de İslam'ın ve ehlinin izzet bulacağı, küfür ile ehlinin ise zelil olacağı Raşidi Hilafet Devleti'ni kurmaktır. Ömer [Radıyallahu Anh]'ın şu sözlerinde bizim için bir hayır vardır: "Biz Allah'ın İslam ile izzetlendirdiği bir kavimiz. Her ne zaman biz Allah'tan başkasından bir izzet istediğimizde ise O bizi zelil kılmıştır."

Sözlerin en doğrusu Allahuteala'ya aittir ki O, şöyle buyurmuştur: أَيَبْتَغُونَ عِندَهُمُ الْعِزَّةَ فَإِنَّ العِزَّةَ لِلّهِ جَمِيعًا "Onların yanında izzet (güç ve şeref) mi arıyorlar? Oysa izzetin tamamı şüphesiz Allah'a aittir." [en-Nîsa 139]

Dolayısıyla Allah'ın izniyle İslam ve Müslümanlar izzet bulacağı gibi kafirler ile ajanlarının da burunları sürtülecektir.


Hizb-ut Tahrir
Suriye Vilayeti
Medya Bürosu Başkanı
Mühendis: Hişam el-Baba

Devamını oku...

Müslümanların Oruç ve Bayramın Birliğinde İhtilaf Etmesi Başlangıç Noktası yada Kaynaklarda Olan İhtilaftan Dolayı mıdır?

  • Kategori Fas
  •   |  

Fas'taki Oruç ve bayramın başlangıcının ilan edilmesi ile Zilhicce ayının girişi her yıl özel yada genelde tartışma konusu olurken genellikle de Fas'taki orucun başlangıcı ve sonu, diğer İslam ülkelerinden bir gün gecikmeli olmaktadır. Hatta her Ramazan'ın başlamasıyla birlikte Fas halkının dilinde şu cümleler meşhur olmuştur: "Ayı gördünüz mü? O bir günlük mü yoksa iki günlük müdür?" "Biz, her zaman onun başını ve ayaklarını yeriz." "Bizim günahımız onların üzerinedir." Yani orucu ve bayramı ilan edenlerin üzerinedir. Dolayısıyla Fas halkı için iki arefe ve iki oruç olur hale gelmiştir. Büyük arefedir ki o; hacıların vakfe günüyle örtüşmekte olup buda Fas'ın kameri ay takvimine göre Zilhicce'nin sekizinci günüdür. Diğeri ise küçük arefedir ki oda; bundan bir gün sonrasıdır. Dolayısıyla da insanlar her iki arefede de oruç tuttukları gibi hatipler de minberlerden buna çağrıda bulunmaktadırlar. Nitekim devletin, orucun ve bayramın gecikmesi ile İslam ülkelerinin Zilhicce ayı da dahil hilal aylarının ispatında ihtilaf etmeleri hususundaki delili, başlangıç noktasındaki ihtilaftır.

Ey Müslümanlar!

İyi biliniz ki Fas'taki orucun ve bayramın başlangıcının ilan edilmesi, siyasi bir karar olup bunun başlangıç noktasının ihtilaf etmesiyle hiçbir ilgisi yoktur.

Başlangıç noktasının ihtilaflı olması, astronomik bir olgu ve evrensel bir yıl olup bunun ulusal sınırlar ve mevcut siyasî rejimlerle hiçbir ilgisi yokken bizler, Ramazan ayının girmesinin ve çıkmasının ilan edilmesinin ulusal devlet sınırlarıyla ve yöneticinin arzularıyla  ilişkilendirildiğini görmekteyiz. Dolayısıyla tek bir ulusal devletteki iki Müslümanın, aralarındaki mesafe ne kadar uzak olsa da oruçları birleşirken aralarını ayıran dikenli sınırlardan dolayı birbirine komşu olan iki Müslümanın oruçları ihtilaf etmektedir! Mesela Doğu Vecde halkı, en Güney'deki Kuveyra halkı ile birlikte oruç tutarlarken birisi Faslı ve diğeri de Cezayirli olmasından dolayı George Bagel sınır noktası tarafındaki iki Müslümandan her birinin kendine ait orucu bulunmaktadır. Peki ayın başlangıç noktası Vecde ve Kuveyra'nın arasını birleştirirken aynı yerdeki George Bagel ile Moritanya ve Cezayir ile birlikte olan Fas sınır boyu üzerindekileri farklılaştırmakta mıdır?!

Orucun ilan edilmesi, ulusların farklı olmasına ve siyasî tabiiyete göre olmasının yanı sıra bazı ülkelerde de mezhepçi tabiiyete göre olup başlangıç noktasındaki ihtilafa göre değildir. Her ne kadar yalan ve iftirayla böyle olduğunu iddia etmiş olsalar bile.

Başlangıç noktasındaki ihtilafın, hilalin ispatına etki etmesi meselesine gelince; o zamanki iletişim araçları yetersiz olduğu için İslamî Hilafet'in her köşesindeki bütün Müslümanlara ayın girdiği haberini bildirmenin vakıa olarak imkansız olmasından dolayı geçmiş alimler bunu incelemişlerdir. Mesela Horasanlı (Asya) bir Müslüman en uçtaki Faslı bir Müslümana, ulaşım aracının hayvan olduğu bir zamanda Ramazan hilalini gördüğünü nasıl haber verecek?

Başlangıç noktasının ihtilafının, hilalin görünmesinin ispatına etki ettiğini söyleyenler, Kurayb'in şu hadisini delil getirmişlerdir ki hadis şöyledir:

أنّ أم الفضل بعثته إلى معاوية بالشام، فقال: فقدمت الشام فقضيت حاجتها واستُهل عليّ رمضان وأنا بالشام فرأيت الهلال ليلة الجمعة، ثم قدمت المدينة في آخر الشهر، فسألني عبد الله بن عباس، ثم ذكر الهلال، فقال: متى رأيتم الهلال؟ فقلت رأيناه ليلة الجمعة، فقال: أنت رأيته؟ فقلت: نعم، ورآه الناس وصاموا وصام معاوية، فقال لكنّا رأيناه ليلة السبت فلا نزال نكمل ثلاثين أو نراه، فقلت: ألا تكتفي برؤية معاوية وصيامه؟ فقال: لا، هكذا أمرنا رسول الله صلى الله عليه وعلى آله وسلم "Ümmü el-Fadl, (Kureyb'i) Şam'da bulunan Muaviye'ye göndermiştir. (Kureyb) dedi ki: Şam'a geldim ve Ümmü el-Fadl'ın ihtiyaçlarını giderdim. Ben Şam'da iken Ramazan hilali girmişti. Cuma gecesi hilali gördüm. Sonra ayın sonunda Medine'ye geldim. Abdullah İbn-u Abbas bana soru sordu. Sonra hilalden bahsederken şöyle dedi: Hilali ne zaman gördünüz? Ben de dedim ki: Onu Cuma gecesi gördük. (İbn-i Abbas) dedi ki: Sen hilali gördün mü? Ben de dedim ki: Evet, insanlarda hilali görerek oruç tuttular ve Muaviye'de oruç tuttu. (İbn-i Abbas) ise Fakat biz hilali cumartesi gecesi gördük, (Ramazan'ı) otuza tamamlayıncaya veya onu (hilali) görünceye kadar (orucu) tutmalıyız dedi. Ben de dedim ki: Muaviye'nin görmesi ve oruca başlamasıyla yetinmeyecek miyiz? (İbn-i Abbas) dedi ki: Hayır, Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Ala Âlihi ve Sellem) bize böyle emretti." Dolayısıyla İbn-u Abbas, Muaviye'nin hilali görmesini kabul etmemiş ve onun orucuyla da oruç tutmamıştır. Dolayısıyla bu, şeri bir delil değildir. Sadece İbn-u Abbas'ın, Sallallahu Aleyhi ve Ala Âlihi ve Sellem'in şu kavli hakkındaki içtihadıdır:

صوموا لرؤيته وأفطروا لرؤيته "(Ramazan ayının) hilalini gördüğünüz zaman oruç tutun. (Şevval ayının) hilalini gördüğünüz zaman da bayram edin."

Dolayısıyla da bu tercih edilen içtihat, Ensar'dan bir gurup tarafından rivayet edilen sarih hadise aykırıdır ki o hadis de şudur:

غُمَّ علينا هلال شوال فأصبحنا صياماً، فجاء ركب من آخر النهار، فشهدوا عند النبي صلى الله عليه وعلى آله وسلم أنهم رأوا الهلال بالأمس، فأمرهم رسول الله أن يفطروا، ثم يخرجوا لعيدهم من الغد "Dediler ki: Şevval hilalini (hava koşulları nedeni ile) göremedik. Böylelikle sabaha oruçlu olarak başladık. Günün sonunda bir kafile geldi. Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Ala Âlihi ve Sellem)'in yanında dün hilali gördüklerine dair şahitlik ettiler. Bunun üzerine Rasulullah onlara oruçlarını bozmalarını, daha sonra da ertesi gün bayramları için çıkmalarını emretti."

Böylece Resul (Sallallahu Aleyhi ve Ala Âlihi ve Sellem) onlara, Medine-i Münevvere dışında Şevval hilalinin başkaları tarafından görülmesi nedeniyle Ramazan'dan bir gün sandıkları bir günde oruçlarını bozmalarını emretmiştir. Zira kafile hilali, Medine'ye varmadan bir gün önce görmüşlerdi.

Bugünkü duruma gelince; bütün devletlerde çeşitli iletişim araçları mevcut olup hilalin görülmesi haberini bütün dünyaya bir kaç saniyede iletmeye muktedirdirler. O halde Müslümanların ister doğrudan gözle görülmesi şeklinde olsun isterse de yakını veya uzağı gören dürbün gibi vasıtalar ile görülmesi şeklinde olsun bu şekillerden birisi ile hilalin görülmesinin yeryüzünün herhangi bir yerinde sabit olması haberini işitince oruca başlamaları yada bayram için orucu bozmaları gerekir. Çünkü muteber olan görmek, gözle görmektir. Yoksa astronomik hesaplamalar değildir. Zira Resulullah [Sallallahu Aleyhi ve Sellem] şöyle buyurmuştur:

فإن غُمَّ عليكم فأكملوا العدّة ثلاثين "Eğer size hava kapalı olursa sayıyı otuza tamamlayınız."

Ey Müslümanlar!

Hak, apaçık ortadadır. Zira Resulullah [Sallallahu Aleyhi ve Sellem], şöyle buyurmuştur:

صوموا لرؤيته وأفطروا لرؤيته، فإن غم عليكم فأكملوا العدة ثلاثين "(Ramazan ayının) hilalini gördüğünüz zaman oruç tutun. (Şevval ayının) hilalini gördüğünüz zaman da bayram edin. Eğer size hava kapalı olursa sayıyı otuza tamamlayın."

Bu hadisteki (oruç tutun.... Ve bayram edin) hitabı, Müslümanların tamamı için olup Faslı ile Cezayirli ve Moritanyalı arasında bir fark olmadığı gibi Faslı ile Endonezyalı ve Türkiyeli ile Mısırlı arasında da bir fark yoktur.

Bir Müslüman, Ramazan yada Şevval hilalini gördüğünde bütün Müslümanların oruç tutmaları veya bayram etmeleri gerekmektedir ki bu hususta bir ülkeyle diğer bir ülke bir Müslümanla diğer bir Müslüman arasında hiçbir fark yoktur. Çünkü Müslümanlardan hilali gören bir kimse, onu görmeyen için bir hüccettir. Zira İbn-u Abbas'ın şöyle dediği rivayet edilmiştir:

جاء أعرابي إلى النبي صلى الله عليه وعلى آله وسلم فقال: رأيت الهلال، فقال: أتشهد أن لا إله إلا الله وأنّ محمداً رسول الله، قال: نعم، فنادى النبي صلى الله عليه وعلى آله وسلم أن صوموا "Bir bedevi, Nebi [Sallallahu Aleyhi ve Ala Âlihi ve Sellem]'e gelerek ben hilali gördüm dedi. O da buyurdu ki: Allah'tan başka ilahın olmadığına ve Muhammed'in Allah'ın Resulü olduğuna şahitlik eder misin? O da (Bedevi) evet deyince bunun üzerine Nebi [Sallallahu Aleyhi ve Ala Âlihi ve Sellem] oruç tutunuz diye nidada bulundu."

İbn-u Ömer [Radıyallahu Anhuma]'nın şöyle dediği rivayet edilmiştir:

تراءى الناسُ الهلال، فأخبرتُ رسول الله صلى الله عليه وسلم أَني رأيته، فصامه وأمر الناس بصيامه "İnsanlar hilali düşünürlerken ben, Resulullah [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]'e onu gördüğümü söyledim. O da oruç tuttu ve insanlara da oruç tutmalarını emretti."

Dolayısıyla bir ülkedeki bir Müslümanın şahitliği diğer ülkedeki bir Müslümanın şahitliğinden daha evla olmadığı gibi bölünmeler ile kafirlerin İslam ülkelerine koydukları sınırların da hiçbir kıymeti yoktur.

"Hilalin, bir İslam ülkesinden görülmesi halinde ister ülkeler yakın isterse de uzak olsun şayet halkı ayı görmemiş olsalar bile diğer ülkedeki Müslümanlara oruç vacip olur sözü, Malikiler nezdinden meşhurdur. İbn-u Abdulbirr bunu, el-İstizkâr Kitabı'nda İmam Malik'e atfetmiştir. Ondan da bunu, İbn-u el-Kasım ve Mısırlılar rivayet etmişlerdir. İmam Nevevi el-Mehzeb'in şerhinde, İbn-u Munzir'in İkrima, el-Kasım, Salim ve İshak İbn-u Râhaveyh'den onun hilali gören ülke halkının haricindekilere gerekli olmadığını ve el-Leys, eş-Şâfi ve Ahmed'ten de herkes için gerekliği olduğunu naklettiğini söylemesinin yanı sıra el-Medenî ve el-Kûfi sözünün Malik ve Eba Hanife anlamına geldiğinden başka bir şey bildirmediğini de söylemiştir. Nitekim Fas Evkaf ve İslami İşler Bakanlığı lisanıyla çıkan Hak Davet Dergisi'nin 28. sayısındaki Abdulhâdi et-Tâzî'ye ait "İslam Dünyasında Orucun Birliğine Doğru: Malikiler, Orucu Diğer Ülkelerde de Birleştirmenin Liderleridirler" başlıklı konuda şunlar aktarılmıştır: "Hilalin ne zaman bir bölgede görüldüğü sabit olursa diğer bölge halklarının üzerine, her ne zaman bu kendilerine güvenilir bir yolla ulaşırsa oruçlarında ve bayramlarında bununla amel etmeleri vacip olur şeklindeki söz, Malikiler, Hanefiler ve Hanbeliler nezdinde sahih bir sözdür."

Peki şayet diğer İslam ülkeleri için de tek bir ülkenin görmesi gereklidir sözü, Malikiler -ki bu, meşhur bir mezheb olup Malikiler bunu diyenlerin öncüleridirler- nezdinde sahih bir söz ise o halde devlet, hala ısrarla Maliki mezhebinden olduğunu söylediği halde neden buna muhalefet etmektedir?

Ey Fas Halkı!

Sizlerin de bildiği üzere hak, tabii olmaya en çok müstahak olandır. Dolayısıyla sizlerin, orucun başlangıcının ilan edilmesi bağlamında orucun birleşmemesinin günahının bunu en iyi kanıt olarak ilan edenlerin üzerine olacağını kast ederek söylemiş olduğunuz "Bizim günahımız onların üzerinedir" sözünüz, İslam ülkelerinde şeri olan ayı görenlerle birlikte oruç tutmamanızda sizin için bir mazeret değildir. Hatta devlet bunu ilan etmemiş olsa bile. Zira Yaratana isyanda yaratılana itaat yoktur. O halde oruçlarınızı, Allah'ın ve Resulünün emrine icabet ederek tutunuz ve siyasî yöneticilerin görüşleri ile saray mollalarının zaman ve mekandan kopuk olan fetvalarına göre tutmayınız.

Orucun ve bayramın birleşmemesine dönük köklü çözüm, İslam ülkelerinin, Resulullah [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]'in râyesinin olduğu tek bir râye altında birleşmesi ve Müslümanlara da bütün Müslümanları tek bir devlet altında toplayacak, onlara İslam'ı tatbik edecek, Müslümanların oruçlarını birleştirecek, bayramlarını birleştirecek ve şiarlarını birleştirecek olan bir Halife nasbetmek için ciddi bir şekilde çalışmaktadır. Böylece Hacılar için büyük arefe Fas devleti için de küçük arefe şeklinde iki arefe işitmeyeceğiz.

Ey Müslümanlar! Kur'an ayını, Kur'an'ın devletini kurmak için çalışma ayı kılmak gerektiğini çok iyi biliniz.

Zira Allahuteala, şöyle buyurmaktadır:

وَقُلِ اعْمَلُواْ فَسَيَرَى اللّهُ عَمَلَكُمْ وَرَسُولُهُ وَالْمُؤْمِنُونَ وَسَتُرَدُّونَ إِلَى عَالِمِ الْغَيْبِ وَالشَّهَادَةِ فَيُنَبِّئُكُم بِمَا كُنتُمْ تَعْمَلُونَ "De ki: (Yapacağınızı) yapın! Muhakkak ki yaptıklarınızı Allah da resulü de müminler de görecektir. Sonra görüleni ve görülmeyeni bilen Allah'a döndürüleceksiniz de O size yapmakta olduklarınızı haber verecektir." [et-Tevbe 105]

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Davet

 

Hizb-ut Tahrir'in Bab-ı Sadun'daki el-Burak salonunda yapmayı planladığı basın toplantısının gecikmesinden dolayı özür dileriz. Nitekim toplantı, 21.07.2012 cumartesi günü sabah saat 09:30'da aynı yer ve aynı zaman diliminde yapılacaktır.

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Tireymse Katliamı; Suriye'deki Müslümanları Ümitsizliğe Düşürmek ve Onları Sendeleyen Amerika'nın Çözümünü Kabul Etmeye Sevketmek İçindir

12.07.2012 Perşembe günü mücrim Suriye rejimi, tüm dünyanın gözü ve kulağı önünde Suriye halkına karşı korkunç katliamını yenilemiştir. Zira Hama'nın kırsalındaki Tireymse'de helikopterler, tanklar ve ağır topların bombalamasının ardından kadın, çocuk ve erkekler olmak üzere 300 küsur kişinin öldüğü bir katliam işlemiş, şebbihaları günahkar ellerine geçenleri doğramış ve ailelerin tamamını meydanda idam etmiştir... Yine aynı Perşembe günü Batı da; Güvenlik Konseyi'nde, diplomatik ve ekonomik yaptırımları dayatan cezalar altında ağır silahların kullanılmasını durdurma çağrısı yapan (Suriye halkını katletmesi için) mücrim Suriye rejimine yeni bir 10 gün daha mühlet veren karar taslağının tartışıldığı Güvenlik Konseyi yoluyla mücrim Beşar'a verdiği mühleti yenilemiştir.

İşte bu, Amerika'nın çizdiği ve Rusya ve Çin'in sırtına binmek için Annan'dan İran ve Beşar'a kadar araçları yoluyla uyguladığı uluslararası bir komplodur... Zira Amerika, bu utanç veri cürümü ve bu katliamı sesli ve görüntülü olarak aktaran bu açık medya vasıtasıyla Suriye halkına şunu demek istemektedir: Senden ümitsizlik ve teslimiyetin yanı sıra Amerika'nın yeni çözümünü kabul etmen istenmektedir. Dahası Amerika, hala bir alternatif bulamadığı gibi bunu yapmanın çok zor olduğunu da görmektedir. Bu nedenle o, çözümünü kolaylaştırmak için ajanı Beşar yoluyla daha fazla katliamların işlenmesine başvurmaktadır. Aynı zamanda da Amerika, Rusya'nın tutumuna karşı olduğunu iddia etmektedir. Zira Amerika Başkanı Obama, normal ve rutin ziyaretler olduğu halde Rus imha ediciler ile Tartus Limanı'ndaki diğer savaş gemilerine yöneldiğini açıklamıştır... Tüm bunlar, insanların ümitsizliğe düşmesi ardında da söylediğimiz gibi Amerikan çözümünü kolaylaştırmak için açıklanmaktadır... Bu Amerika ile onun yaratıkları ve takipçilerinin hepsi ahlaksız katillerdirler... Dolayısıyla Amerikan nüfuzunun, geri dönmeyi hayal bile edemeyecek şekilde şehitlerinin kanlarıyla boğarak Şam topraklarından sökülüp atılması gerekmektedir.

Mümin ve sabırlı Suriye halkına gelince; 13.07.2012'deki cumasına, "Esad ve İran'ın Hizmetkarı Annan'ı Bırakın" cuması adlandırmasıyla cevap vererek böylece kurnaz ve kanlı uluslararası bu oyunlara verdiği güçlü tutumunu tescillemiş ve her defasında olduğu gibi Allah'tan başkasının önünde eğilmeyeceğini ve sorumluları, sendeleyen Amerika'nın bir sonraki uluslararası çözümünde kendileri için bir rol verilmesini bekleyen laik Suriye dış muhalefete değil Allah'a iman edip O'nun şeriatına bağlanan bir kimsenin emrine teslim olacağını ilan etmiştir.


Ey Suriye'deki Mümin ve Sabırlı Müslümanlar
!

İflas etmiş mücrim rejimin, askerî ve diplomatik yoldaki en üst bölünmelerin ve ayaklanmanın kıvılcımının kendisiyle birlikte olmalarıyla övünüp durduğu -ki bunlar, Şam ve Halep'tir- kalelerine kadar ulaşmasının ardından içerideki rükünleri yanmakta ve hayat öğeleri düşmektedir. Zira Halep, isyanını ilan etmek için tüm gücüyle sokaklara dökülürken Şam ise hala uyumaya devam etmekte ve Esad'ın yatak odasına, sarayının üstündeki Yahudi varlığının uçaklarına olan uzaklıktan çokta uzak olmayan savaş ve füzelerle uyanmaktadır... Bu vahşî rejimin önünde, size karşı katliam üzerine katliam işlemekten başka bir şey kalmamıştır. Zira o, Şam ve Halep'te de Humus, Rastan, İdlib ve Deir el-Zour'da yaptığını yapmak istemektedir... Aynen gömülü babasının daha önce Hama'da yaptığı gibi... Dolayısıyla önünüzde, her düzeyde bu rejimi devirmek için aynı anda tek bir adamın yanında durmanızdan ve Silahlı Kuvvetleri'ndeki evlatlarınızın aynı anda Allah hakkı için bu rejimi yok etmek ve insanlığı rejimin pisliklerinden kurtarmak için emirler vermelerinden başka bir çözüm yoktur.


Ey Suriye'deki Allah'a İman Eden Müslümanlar
!

Siz ey kahramanlar! Allah'ın izniyle nusret bulacaksınız. Zira Allah, işiten ve görendir. Bizler ise kesinlikle (Beşar ve onunla birlikte olan) mücrim bir kavmin çatışmasını görmekteyiz. Zira Kur'an da zikri geçen Firavun ve onun ileri gelenlerinin karşısındaki efendimiz Musa ile onunla birlikte olan müminlerde bizler için en hayırlı teselli ve teskinlik vardır.

وَقَالَ الْمَلأُ مِنْ قَوْمِ فِرْعَوْنَ أَتَذَرُ مُوسَى وَقَوْمَهُ لِيُفْسِدُوا فِي الأَرْضِ وَيَذَرَكَ وَآَلِهَتَكَ قَالَ سَنُقَتِّلُ أَبْنَاءَهُمْ وَنَسْتَحْيِي نِسَاءَهُمْ وَإِنَّا فَوْقَهُمْ قَاهِرُونَ   قَالَ مُوسَى لِقَوْمِهِ اسْتَعِينُوا بِاللَّهِ وَاصْبِرُوا إِنَّ الأَرْضَ لِلَّهِ يُورِثُهَا مَنْ يَشَاءُ مِنْ عِبَادِهِ وَالْعَاقِبَةُ لِلْمُتَّقِينَ "Firavun'un kavminden ileri gelenler dediler ki: Musa'yı ve kavmini, seni ve tanrılarını bırakıp yeryüzünde bozgunculuk çıkarsınlar diye mi bırakacaksınız? (Firavun): Biz onların oğullarını öldürüp, kadınlarını sağ bırakacağız. Elbette biz onları ezecek üstünlükteyiz, dedi. Musa kavmine dedi ki: Allah'tan yardım isteyin ve sabredin. Şüphesiz ki yeryüzü Allah'ındır. Kullarından dilediğini ona varis kılar. (Güzel) akıbet muttakilerindir." [Âraf 127 128]

Yine Allahuteala, Musa [Alehi's Selam] ile onunla birlikte olan müminler hakkında şöyle buyurmuştur:

وَنُرِيدُ أَن نَّمُنَّ عَلَى ٱلَّذِينَ ٱسْتُضْعِفُواْ فِى ٱلأَرْضِ وَنَجْعَلَهُمْ أَئِمَّةً وَنَجْعَلَهُمُ ٱلْوَارِثِينَ "Biz istiyorduk ki mustazaflara yeryüzünde lütufta bulunalım, onları liderler yapalım ve (ülkelere) varis kılalım.." [Kasas 5-6] Azim olan Allah doğru söyledi.

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Rejim, Hala Günahından Pervasızlaşarak Muhlisleri Yargılamakta ve Mücrimleri ise Onurlandırmaktadır

11 Temmuz 2012 Çarşamba günü, Hizb-ut Tahrir / Sudan Vilayeti üyesi kardeş el-Fatih Abdullah İsmail Kalakila el-Lifa Mahkemesi önünde görünmüştür. Bu ise yetkililerin, 28.03.2011 tarihli 2570 sayılı bildirimi harekete geçirmelerinin, yani bir küsur yılın ardından (Anayasal Düzeni Yıkmak) şeklindeki (50.) madde ile (Şiddet veya kaba kuvvetle otoriteye muhalefet etmeye çağırmak) şeklindeki (63.) madde altında gerçekleşmiştir.

Kardeş el-Fatih'in bünyesindeki gerçekler, Kalakila el-Lifa bölgesindeki mescitte kılınan namazın akabinde sözde İslam'ı savunanlarla yaptığı İslam akidesi temelindeki bir tartışma şeklinde özetlenebilir!!

Hizb-ut Tahrir / Sudan Vilayeti olarak bizler, bir küsur yıl geçmesinin ardından otoritenin bu bildirimi yeniden harekete geçirmesi bağlamında aşağıdaki hususları vurgularız:

Birincisi:

(50) ila (63.) maddelerindeki suç unsurları, bizzat maddî eylemlerdir. Uzak yakın herkes bilmektedir ki Hizb-ut Tahrir, ortaya çıkmasından bu yana Nebi [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]'i takip ederek küfürle hükmeden ve yıkılmak üzere olan bu rejimleri değiştirmek için maddî eylemlerde bulunmamıştır. Bilakis hizib davetini, siyasî bir yolla İslamî hayatı yeniden başlatmak için taşımaktadır.

İkincisi:

En son gösterilerin akabinde rejime isabet eden panik durum onu, her haykırışı kendi aleyhine sanarak sağa sola debelenmeye sevketmektedir. Nitekim rejim, daha da ileri giderek masum davet taşıyıcılarına zulmetmekte ve mücrimleri ise onurlandırmaktadır. Dolayısıyla (asrın cürümü) olan Nifaşa durumunda gördüğümüz gibi isyancılara ve Yahudi devletine petrollerinin verilmesi ve bunun da Etiyopya görüşmeleriyle sonuçlanması, işte tüm bunlar insanlara Allah'ın indirdiklerinden başkasıyla hükmeden bu rejimin çöküşünü hızlandıracaktır.

Üçüncüsü:

Hizb-ut Tahrir içerisindeki davet taşıyıcıları, Nübüvvet Minhacı Üzere Raşidi Hilafet'i yeniden kurarak İslamî hayatı yeniden başlata davası yolunda nefislerini, ailelerini ve mallarını satmışlardır ve onların seyirlerindeki sloganları ise şudur: إِنَّ اللَّهَ اشْتَرَى مِنَ الْمُؤْمِنِينَ أَنْفُسَهُمْ وَأَمْوَالَهُمْ بِأَنَّ لَهُمُ الْجَنَّةَ "Muhakkak ki Allah, müminlerin canlarını ve mallarını cennet karşılığında satın almıştır." [et-Tevbe 111]

Raşidi Hilafet'in gölgesinde İslamî ümmetin arzuladığı görkemli İslamî hayatta, iyiliği emredip münkeri nehyedenlerin durumu yükselirken münkeri işleyip iyilikten yoksun olanların durumu ise alçalacaktır.  İşte o zaman zalimler, nasıl bir inkılapla devrileceklerini bileceklerdir.

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Amerika, Tedarik Hatlarını Yeniden Açan Pakistan Yöneticilerini İnsansız Uçak Saldırıları ve Yalan Manevralarla Ödüllenmektedir

Amerika, NATO ikmal hatlarını yeniden açan Pakistan yöneticilerini, sivillere dönük insansız uçak saldırılarını daha da artırmak ve Pakistan Silahlı Kuvvetleri'ne karşı sahte manevralar yapmakla ödüllendirmektedir.

Amerika ve Pakistan ordusu ile sivil liderliklerdeki hainler, omuz omuza Pakistan Silahlı Kuvvetleri'nin devasa gücünü baltalamaya çalışmaktadırlar. Zira hainler, Amerika ile Amerikan istihbaratı ve askeriyenin Pakistan Silahlı Kuvvetleri'nin sırlarına erişme imkanı veren anlaşmalar imzalamışlardır. Hatta Amerikalılar, istihbarat bilgileri toplama imkanı bulabilmek için bizzat Ordu Genel Komutanlığı da dahil Silahlı Kuvvetleri'nde hassas sitelerin kurulmasına önem vermekte olup buda Amerikan Silahlı Kuvvetleri'ne bu istihbarat bilgilerini kullanma imkanı vermektedir.

"Raymond Davis orduları" gibi özel ordularını, Pakistan Silahlı Kuvvetleri'ne yönelik saldırılarda kullanmak ve Kabileler Bölgesi'ndeki Müslümanları suçlamak yoluyla Amerika, savaşın devam etmesi için Müslümanları birbirlerine karşı kışkırtmaya çalışmaktadır. Bu sırada da hainler, Amerika'nın Afganistan'daki güçlerinin tedarik hatlarını garantilemektedirler. Zira Amerika, Belucistan, Kabileler Bölgesi ve diğer yerlerdeki çatışmaları körüklemeye çalışan Hint İstihbaratı önünde açık bir şekilde Afganistan'da kalmaya devam edecektir. Dolayısıyla Amerikan Hava Kuvvetleri'ne Pakistan içerisinde imkanlar verenler bizzat bu hainlerdir. Zira Amerikan insansız uçakları, saldırılarına Müslümanların evlerinin üzerinden başlamakta ve Kabileler Bölgesindekilerin evlerini başlarına yıkmaktadırlar. Ayrıca Pakistan Silahlı Kuvvetleri İstihbaratı'ndaki istihbaratçı hainler, muhlis Müslümanları Müslüman kardeşlerine karşı doldurmaktadırlar. Nitekim hain yöneticiler, kafirlerin kurbanı olsunlar diye Pakistan İstihbaratını orada veya buradaki mücahitleri takip etmeye sevk etmektedirler. Hakeza bu hainler, Hint İstihbaratları ile İngilis istihbaratındaki müttefiklerinin kalplerindeki korkusu sabit olan Pakistan İstihbarat Kurumu'nu, Haçlıların elindeki bir oyuncağa çevirmişlerdir.

Hainleri, Silahlı Kuvvetlerine karşı daha çok şiddetlendirense, Pakistan'daki yöneticilerin, birkaç gün içerisinde Amerikan Haçlı savaşına dönük askeri desteklerinin çekilmesi, Amerikan askerî üslerinin kapatılması ve Amerika'nın Afganistan'daki ikmal hatlarının kesilmesi yoluyla Müslümanlara karşı savaşında Amerika'yı ezici bir hezimete uğratma imkanı vermeleridir. Aslında Amerika'nın gerçek ağırlığı bu ödlek kuvvetlere bağlıyken Pakistan Silahlı Kuvvetleri ise, Kabil'in Dakka, Taşkent ve İslamabad ile birleşmesi ve Haçlılara ve Hindistan devletine karşı sert bir darbe indirilmesi amacıyla Müslümanlar için birkaç saat içerisinde Kabileler Bölgesine, Belucistan'a ve diğer yerlere seferberlik başlatabilir.

Hizb-ut Tahrir, ahiret için bu dünyadan vazgeçmeye razı olan cesur subayları, İslam beldelerinin, halklarının ve Silahlı Kuvvetleri'nin Amerika'nın elinde daha çok yıkıma uğramaktan kurtarmak amacıyla derhal Hilafet Devleti'ni kurması için Hizb-ut Tahrir'e nusret vermeye davet etmektedir.

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لاَ تَتَّخِذُوا عَدُوِّي وَعَدُوَّكُمْ أَوْلِيَاء تُلْقُونَ إِلَيْهِم بِالْمَوَدَّةِ وَقَدْ كَفَرُوا بِمَا جَاءَكُم مِّنَ الْحَقِّ "Ey iman edenler! Benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olanları, sevgi göstererek dost edinmeyin! Oysa onlar size gelen hakkı inkar etmişlerdir." [el-Mumtehine 1]

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER