Cuma, 27 Rebiu’l Evvel 1447 | 2025/09/19
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

Reform Kararları, Suriye Rejiminin Ömrünü Uzatma Amaçlı Bir Aldatmacadır Talep Edilen Rejimin Derhal Gitmesidir

  • Kategori Suriye
  •   |  

Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad, birçok kişinin ölümü ve yaralanmasıyla sonuçlanan rejim karşıtı halk hareketlerinin başlamasından iki hafta sonra işlerin netleşmesi ve halka verilen reform vaatlerinin belirlenmesi beklentilerinin olduğu bir ortamda 30.03 çarşamba günü Halk Meclisi'nde (Kukla Meclisi'nde) bir konuşma yaptı. Beşar Esad, konuşmasının "istisnai bir anda" geldiğini söyledi... Kimileri ise fırsatları tepen umut kırıcı, içi boş ve reform vizyonundan yoksun bir konuşma olduğunu söyledi. Hatta Beşar Esad'ın kritik bir zamanda filozof kesildiği görüldü. Konuşmaya ve konuşmanın içeriğine girmeden önce daha önce meydanlarda yaşanan siyasî gelişmeleri arz etmek kaçınılmazdır. Çünkü bundan uzak bir şekilde konuşmayı anlamak imkansızdır.

-Öncelikle yöneticilere karşı düzenlenen halk protestolarının tüm bölgeyi sardığı, (Tunus ve Mısır gibi) bazı ülkelerde yöneticileri alaşağı etmeyi başardığı, (Libya ve Yemen gibi) bazı ülkelerde bunu başarma evresinde olduğu, bundan dolayı Suriye rejiminin son derece gergin bir atmosfer içerisinde yaşadığı, buna karşı koymaktan başka bir çaresinin olmadığının görüldüğü hatırlanmalıdır.

‑Suriye'deki halk protestoları, 15.03 günü başlamış ve 23.03 çarşamba günü kanlı ve trajik bir hal almıştır. Suriye rejimi, hiçbir kutsiyeti göz önünde bulundurulmaksızın Deraa'daki Ömer mescidinin basılması sonucunda onlarca kişinin hayatına mal olan bir katliam işlemiş ve masum kanlar sel olup akmıştır. Suriye rejimi de her zaman olduğu gibi Deraa'da katledilen kişilerin ailelerinin onurlarını hiç sayarak akıttığı bu kanları, mescidi kendilerine yuva edinen ajanların kanı olarak vasıflandırarak Deraa halkını ajan ve hain olarak nitelendirmiştir...

-Bu katliam ve protestoların yayılması korkusu üzerine Suriye rejimi, Beşar Esad'ın Danışmanı ve Deraa doğumlu olan Buseyna Şaban aracılığıyla siyasî ve hizmet alanında bir dizi reform kararlarının alındığını ilan ederek bir ses bombası patlattı. Bu açıklamanın bu denli hızla yapılması, 25.03 cuma gününün Suriye'de genel bir öfke gününe dönüşmesinden duyulan korku ve rejim karşıtı büyük öfkeyi dindirmekti. Açıklanan bu reformun bentleri şu şekildedir: Deraa'da yaşanan olayların aslını ve içeriğini öğrenmek için bir komisyon oluşturulması, faillerin ve ihmali olanların sorgulanması, devlet işçilerinin maaşlarının hemen arttırılması, sağlık güvenceleri için gerekli olan finansmanın sağlanması, yolsuzlukla mücadele için yeni ve etkin mekanizmaların geliştirilmesi, olağanüstü hal uygulamasının sona erdirilmesinin derhal ele alınması, siyasî partilere dönük bir yasa tasarısının hazırlanması, yeni bir medya yasası çıkarılması, yargı otoritesinin güçlendirilmesi ve gelişigüzel tutuklamaların engellenmesi.

Buseyna Şaban, dış destekli karanlık ellerin olduğunu ve bu kişilere karşı koymada halk ile rejimin birlik içerisinde olduğunu söyledi... İleride açıklanacak başka reform paketlerinin de olacağı sözünü verdi.

-Suriye'nin birçok bölgesinde 25.03 cuma günü büyük gösteriler düzenlenmiş ve Suriye rejimi, özellikle Samaneyn şehri olmak üzere diğer bölgelerde (Hama'da takip ettiği) katliam yöntemini takip etmiştir.

-Yine Deraa doğumlu olan Devlet Başkanı Yardımcısı Faruk el-Şara, insanların karşısına çıkarak başkanın, vaatlerde bulunacağı bir konuşma yapacağını ve beklemeleri gerektiğini açıklamıştır.

-Suriye rejimi, herkesin geniş bir popülariteye sahip olduğunu sanması için 29.03 salı günü en büyüğü Şam'da olmak üzere birçok bölgede büyük gösteriler tezgahlamıştır. Bilindiği üzere bu tür gösteriler, okulları, daireleri, kurumları, kuruluşları, sendikaları, orduyu ve sivil güvenlik birimlerini kapsayacağından mazeret sahibi bir kimse bile suçlanma korkusuyla bu gösterilerden geri kalamaz. Rejimin tezgahladığı bu gösteriler, yapılması kararlaştırılan devlet başkanının konuşmasından önce kendi pozisyonunu desteklemeye dönük gösterilerdi.

İşte Esad, böyle bir atmosfer içerisinde 30.03 günkü konuşmasını yukarıda geçtiği üzere Şaban ve el-Şara'nın işlerin netleşeceği, halkın taleplerinin karşılanacağı, en ufak ayrıntıların üzerinde titizlikle durulacağı vaatlerinde bulunduğu, iç ve dış kamuoyunun... özellikle de şehit ailelerinin beklediği bir ortamda yaptı. Ancak konuşma, herkesin beklentilerinin tam aksine ümit kırcı bir felaket oldu. Hatta konuşması, bu gibi şartlarda (çoğunlukta olsa bile) reform talep eden bir kimsenin dışarıda tezgahlanan ve içeride birtakım bağlantıları olan bir komplo içerisinde olduğu, (kendince) küçük bir azınlık olan bu kişilere karşı koyulması ve engellenmesi gerektiği şeklinde Suriye halkını suçlayan ve tehdit eden bir içerik taşımaktaydı. Esad konuşmasında, "Reformların sadece bölgeyi saran dalganın bir yansıması olması halinde içerikleri bir yana bir yıkım olacağını" ifade etti. Böylece reform taleplerini bir kaos, bunun için ayaklanmayı ise birbirine karıştırılan yeni bir moda ve fitne olarak değerlendirdi. Sonra meydan okuyarak şöyle dedi: "Karşı koymamız gerekirse başımız gözümüz üstüne!" Böylece halkına karşı koymaya ve taleplerine boyun eğmemeye kararlı olduğunu gösterircesine şehitlerin kanları üzerinde dans etti. Sonra kendisinin reform yanlısı olup yönetimi teslim almasından bu yana bunu ortaya attığını ama normal şartların ve dış komploların hayata geçirmeyi ertelemek zorunda bıraktığını iddia etti. Ardından cevap verilmesi gerek asıl sorunun "Nasıl bir reform istiyoruz?" sorusu olduğunu ifade etti. Esad'a göre ise reform, Firavun'un yolu üzere olduğu sürece ancak kendisinin uygun gördüğü şekilde olur.

مَا أُرِيكُمْ إِلا مَا أَرَى وَمَا أَهْدِيكُمْ إِلا سَبِيلَ الرَّشَادِ "Ben size kendi görüşümü söylüyorum ve yine size ancak doğru yolu gösteriyorum." [Mümin 29]

Nasıl bir reform istediğine bir bakalım:

Konuşmasında istenilen reformun henüz eksik bir vizyon olduğunu, 2011 yılında her şeyin yeni kanlardan ibaret olacağını ve bu kanlarla yeni bir döneme geçeceklerini belirtti. Esad'ın bu ifadesinde insanlara bıkkınlık veren simaları değiştireceği ve bir çalışma vizyonu ortaya koymadan başka yandaş simaları getireceği ortaya çıkmaktadır. Sanki başka simaların getirilmesi ve eski bozuk kanların yeni bozuk kanlarla değiştirilmesi bir çözümmüş gibi!

-Esad'ın konuşmasının ertesi günü danışmanı Buseyna Şaban'ın 24.03 günü açıkladığı reform adımlarına ilişkin bir dizi başkanlık direktifleri yayıldı ve bu da aşağıdaki şekildeydi:

-Bölgesel liderlikler, vatanın güvenliğini ve onurunu korumayı ve terörle mücadeleyi içeren bir yasanın ele alınması ve tamamlanması amacıyla ileri gelen hukukçulardan oluşan bir komisyon oluşturdu. Bu ise komisyonun çalışmasını 25.04.2011 tarihinden önce bitirmesi şartıyla olağanüstü halin kaldırılmasının ön aşmasını oluşturacaktı. Bu direktifte açıkça görüldüğü üzere Esad, olağanüstü hal kanununu terörle mücadele kanunu ile değiştirmek istemektedir. Bu ifadede devlet başkanının, lafızlardan başka bir şeyde değişimin olmayacağı üzerinde ısrarı vardır. Böylece Esad, daha önce olağanüstü hal kanunu yoluyla yaptığı gibi... insanları terörle mücadele kanunu yoluyla tutmayı, tutuklamayı, insanları tek tek saymayı, istihbarat birimlerini yaymayı ve hakları yemeyi istemektedir.

-Vatanın birliğini güçlendirmek amacıyla onuncu bölgesel konferansın, büyük çoğunluğunu Kürtlerin oluşturduğu Haseke şehrinde 1962 yılında yapılan genel nüfus sayımı sorununun çözümüne ilişkin tavsiyesini uygulamayı ele alması için bir komisyon oluşturuldu ve çalışmasını tamamlaması için komisyona 15.04.2011 tarihine kadar süre verildi.

Bu rejim, bu insanlara zulmetti ve istihbarat birimleri ellerini hala insanların yakasından çekmedi. Bu insanların meselelerine haklarda, şeri vecibelerde ve İslam kardeşliğinde diğer insanlarda olduğu gibi Müslüman bir halkın meselesi gözüyle bakmak yerine ayrılıkçı niyeti taşıyan ve düşmanlarla bağlantı kuran komplocu bir bakışla bakmaktadır. Şimdi de kalkmış hem onların meselelerini çözmek istediğini -ki baskılar olmasaydı bunu yapmazdı- göstermekte hem de baskılara boyun eğmeyeceğini ve baskıyla reform olmayacağını söylemektedir. Yani rejim, bu direktifleri yayınlayarak talepleri ve kendisine öfkeyle dolu insanları geçiştirmek istemektedir.

-Deraa ve Lazkiye şehirlerinde bazı sivil ve askerî tutukluların hayatına mal olan tüm davalarda hızlı bir soruşturma yapması için özel bir adlî komisyon oluşturuldu.

Bu adlî komisyon, devlet başkanı ve devlet yanlısı hakimler tarafından seçilmiş olup bu komisyonun vereceği hükümler Suriye'de bu tür hakimlerin alışık olduğu üzere önceden hazırlanan hükümlerdir.

Bu rejim, her geçen gün hem Allah hem de halkıyla hiçbir ilgisinin olmadığını göstermektedir. Hatta halkının tepesine çıkmakta, kendisini şüphelerin ve muhasebenin üzerinde görmektedir. Bizler deriz ki Suriye'deki rejim reforma değil değişime muhtaçtır.

Eğer Suriye rejimi, reform istediğini iddia ediyorsa ona deriz ki: Olmayan bir şey verilmez, fasit bir kimse reform yapamaz, Suriye'de fesadın başı rejimin başıdır, sonra ona en yakın olanlardır ve bunun aksi düşünülemez. Yine ona deriz ki: Talep edilen kararların derhal uygulanması değil rejimin derhal gitmesidir ve rejimin yapabileceği geriye kalan tek doğru şey çekip gitmesi ve insanların trajedilerine son verilmesidir. Aksi takdirde kendisini kapkaranlık bir gelecek beklemekte, tarih onu lanetleyecek hatta lanetlemeye başladı bile. Suriye halkı, rejimin gitmesinde karar kılmış ve bu uğurda ödeyeceği her türlü bedelin rejimle birlikte reformlarda hiç gündeme gelmeyen insanların en çok sıkıntısını çektiği belaların başı olan istihbarat birimlerinin kalması halinde ödeyeceği bedelden az olacağını düşünmektedir.

Ey Suriye'deki Müslümanlar ve Subaylar!

Suriye'deki halkımıza deriz ki: Rejime ve zebanilerine karşı uzun bir zamandır sessiz kaldınız ve o da size olan baskısını arttırdı. Rejime karşı sessiz kalmanız, sizleri dünyada büyük bir zillete ve ahirette Allah'ın öfkesine maruz bıraktı. O halde bunu, Allahu [Subhânehu ve Te'alâ]'yı razı edecek ve dinini yüceltecek bir değişim ile telafi edin. Subaylara da deriz ki: Boyunlarınızda Müslümanların kanlarının olduğu bir halde Rabbinizle buluşmaktan sakının! Başkalarının dünyası için ahiretinizi harap etmekten sakının! Bilakis hem kendinizin hem Rabbinizin hem de dininizin hakkı için yönetimi bu mücrim çetenin elinden alın ve Allah'ın yönetimi olan Nübüvvet Minhacı Üzere Raşidi Hilafeti yeryüzünde kurarak işleri en güzel şekilde düzeltmeye çalışın. Yolun doğrusu Allah'a aittir ve ham alemlerin Rabbi Allah içindir.

Devamını oku...

- Basın Açıklaması - Mevcut Yönetim Sistemi ve Başındakiler, Halkı Kurtarmada Başarısız Oldular Ümmetin Gerçek Kurtuluşunu Gerçekleştirecek Olan Sadece Hilafettir

Hizb-ut Tahrir şebabı, Dakka, Chittagong ve Syhlet farklı mescitlerde cuma salahından sonra genel bir hitapta bulunarak mevcut yönetim sisteminin ve başındakilerin, halkı kurtarmada başarısız olduklarını vurguladılar. Konuşmacılar, Müslümanları ümmeti kurtaracak olan Hilafet Devleti'ni kurmak için çalışamaya çağırarak bu yılın Bangladeş'in kuruluşunun 40. yılı olduğunu ancak ülkenin fakir olarak kalmaya devam ettiğini ifade ettiler. Zira hala halkın %40'ı fakirlik sınırının altında yaşamakta, ülke servetinin %90'dan fazlasını nüfusun %10'dan daha az bir kesim elinde tutmakta, yüz binlerce işsiz öğretmenin bulunmakta, ailelerinin geçimi için tutuklu kamplarına benzeyen konfeksiyon atölyelerinde çalışmak zorunda kalan milyonlarca kadın bulunmakta, başkent Dakka'da sürekli elektrik kesilecek derecede hala ekonomi geriye gitmekte ve herhangi güçlü bir sanayileşme temelinden yoksun durumdadır! Bu ise ülkedeki mevcut devletin sadece küçük bir resmidir.

Ayrıca konuşmacılar, halkı mevcut yönetimi ve 40 yıl boyunca ülkeyi yöneten Avami Birlik Partisi yöneticilerini alaşağı etmeye teşvik ettiler. Zira bu kafir laik sistem, bir beşer ürünüdür ve halkın yaşadığı mutsuzlukların ve çektiği sıkıntıların gerçek sebebidir. Avami Birlik Partisi, bu sistemi koruma bahanesiyle ülkenin servetlerini yağmalamayarak bir taraftan hayatı pahalılaştırmaktalar ve diğer taraftan ülkenin servetlerini ve maslahatlarını yabancı efendilerine satmaktalar ve insanları fakirliğin pençesine terk etmekteler. Bu yöneticiler, ancak Bin Ali, Mübarek ve Kaddafi gibi fasit yöneticilerle ve 40-50 yıl boyunca Arap ülkelerindeki Müslümanlara baskı yapan diğer tagut yöneticilerle kıyaslanabilir. Bangladeş'teki Avami Birlik Partisi yöneticileri de onlar gibidir. Zira 40 yıl boyunca hem Müslümanlara hem de Avami Birlik Partisi yöneticilerine ve mevcut sisteme karşı başkaldıran Müslümanlara zulmettiler.

Yegane kurtuluş yolu, Kur'an ve sünnet yönetimini kurmak, İslam ümmetini birleştirmek ve Müslümanlar arasındaki suni sınırları kaldırmaktır. Bu ise Hilafet Devleti'ni tekrar getirmediğimiz sürece asla gerçekleşmeyecektir. Zira bu ümmete dünyada ve ahirette hayrın ulaşması ve ümmetin Hilafetin olduğu tek bir devlet altında birleşmesi Kur'an ve sünnetin tatbik edilmesiyle gerçekleşecektir. Böylece işgücünü, kaynakları ve ümmetin ordularını tek doğrultuda birleştirecektir ki bu da onun dünyanın birinci süper devleti olarak konumuna geri dönmesini sağlayacaktır.

Konuşmacılar, Kur'an-il Kerim'den mevcut yönetim sistemi ve ajan fasit yöneticiler karşısında sessiz kaldıkları sürece ülke halkının mutsuz olmaya devam edeceğini açıklayan bazı ayetler okudular. Allahu [Subhânehu ve Te'alâ]'nın şu kavli gibi: وَمَنْ أَعْرَضَ عَنْ ذِكْرِي فَإِنَّ لَهُ مَعِيشَةً ضَنْكًا وَنَحْشُرُهُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ أَعْمَى "Her kim de Zikrimden yüz çevirirse, şüphesiz onun sıkıntılı bir hayatı olur ve Biz onu kıyamet günü de kör olarak haşrederiz." [Tâ-hâ 124]

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Yahudiler Karşısında Zelilleşen Filistin Otoritesi Güvenlik Birimleri, Ümmetin Şereflilerine Saldırıyor

Filistin Otoritesi Güvenlik Birimlerinin, Filistin Otoritesinin Yahudi varlığına ve Yahudiler lehine Filistin'in genelinden taviz veren tüm hıyanet anlaşmalarına boyun bükmesini reddeden Hizb-ut Tahrir şebabından ve Filistin halkından olan ümmetin şereflilerine yönelik azgın kampanyası çerçevesinde Önleyici Güvenlik Birimleri, Tulkerim şehrinde Hizb-ut Tahrir'li bir şab olan Şeyh Abdullah Hasan'ı 18.03.2011 cuma akşamı evinden kaçırdı ve hala tutuklu bulunmaktadır.

Filistin Otoritesi, uzun bir dönemdir Abbas'ın defalarca iddia ettiği üzere Filistin'in Filistinlilerin olduğu, dolayısıyla Yahudilerle anlaşmalar yapmaya hakları olduğu şeklinde İsra ve Miraç arzı hususunda Yahudiler lehine ifratı kökleştiren ve pekiştiren bir takım yanlış, çirkin, sapık ve sapkın fikirlerin propagandası için bazı hatipleri kullanmaya yeltenmektedir. Oysa Filistin Otoritesi ve FKÖ, bu mücrim anlaşmalar gereği Filistin'in genelinden Yahudiler lehine taviz vermiştir.

Filistin Otoritesi Vakıflar Bakanlığının talimatlarına göre vakıflar hatibi, Tulkerim'deki Mescd-i Hudâ'da 18.03.2011 cuma günü bir konuşma yaparak Filistin'in Filistinlilerin olduğunu ve Filistin bayrağının Allah katında kutsal bir bayrak olduğunu söyledi! Bu durum, bu mescidin imamı ve İslam daveti taşıyıcısı olması itibarıyla Şeyh Abdullah'ı, hatibin konuşmasının hatalı olduğunu, Filistin'in Müslümanların genelinin olduğunu, Filistin bayrağının Müslümanların beldelerini devletçiklere ve Batılı sömürgecilere bağlı mandalara bölen Sykes-Picot'un bir sonucu olduğunu, dolayısıyla bu bayrağın kutsal olmadığını, Müslümanların rayesinin Resul [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in şeri kıldığı ve taşıdığı (el-Ukab) rayesi olduğunu açıklamaya sevk etti. Bunun üzerine şeyh, aynı gün gece evinden kaçırıldı.

Eğer Filistin Otoritesinin ve Şeyh Abdullah'ın kaçırılması kararını veren güvenlik sorumlusunun zerre kadar hayası olsaydı geçen hafta defalarca Tulkerim'i mubah kılan işgal devriyelerine karşı "egemenliklerini" uygularlardı. Eğer Filistin Otoritesinin zerre kadar aklı olsaydı bölgeyi saran rüzgarın mahiyetini fark eder ve tüm meydanlarda Filistin halkına yönelik davranışlarıyla bu ülkelerde meydana gelen benzeri bir durumun başına geleceğini bilirdi.

Filistin Otoritesi ve despotik birimleri, baskı ve zulümlerinin Hizb-ut Tahrir şebabının azmini asla kıramayacağını bilmelidir. Çünkü bu şebab, İslam'ın emin bekçileri olacaklarına, hakkın yanında yer alacaklarına ve marufu emredip münkerden nehyedeceklerine dair Allah'a söz verdiler. Allah, İslam'ı ve Hilafet Devleti'ni galip kılıncaya kadar isabet eden hiçbir sıkıntı onlara zarar veremeyecek ve Allah'ın izniyle onlar hak üzere devam edecekler. إِنَّا لَنَنصُرُ رُسُلَنَا وَالَّذِينَ آمَنُوا فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَيَوْمَ يَقُومُ الأََشْهَادُ "Şüphesiz resullerimize ve iman edenlere, hem bu dünya hayatında, hem de şahitlerin (şahitlik için) kalkacakları günde nusret veririz." [Mumin/Ğâfir 51]

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Allah'ın Yolundan Sapmaktan Vazgeçmenizin Zamanı Gelmedi mi?!

Hartum'daki El-Kelakila el-Luffa Polis Merkezi, H. 23 Rabî-us Sâni 1432 el-muvafık M. 28 Mart 2011 pazartesi günü basiret üzere Allah'ın davetini taşıyan 29 yaşındaki Hizb-ut Tahrir üyesi Kardeş el-Fatih Abdullah İsmail'i tutukladı. Polis, yüzüne karşı şu iki madde altında 2570 sayılı tebligatı okudu: 50. Madde: Anayasal düzeni ihlal etmek ve cezası idamdır. 63. Madde: Şiddet veya kaba kuvvetle kamu otoritesine muhalefet etmeye çağırmak. Ardından yetkililer, 29 Mart 2011 salı günü tutukluluk halini 72 saat uzattılar!!

Bu sözde cürümün tek somut dayanağının Kardeş el-Fatih'in, El-Kelakila el-Luffa'daki Mescid-i Ömer İbn-ul Hattab'ta zulüm ve zulmün şeri hükümlerle kaldırılması keyfiyeti hakkında sadece sözlü şekilde konuşması olduğunu öğrenmemiz ironik ve şaşılacak bir durumdur!!

Bizler Hizb-ut Tahrir / Sudan Vilayeti olarak aşağıdaki hususları açıklarız:

Birincisi: Ümmetlerini basiret sahibi kılan ve İslam ideolojisiyle kültürlendiren davet taşıyan masum Hizb-ut Tahrir şebabını, polis merkezlerinde hapsetmekle cezalandırmak korkunç bir münker ve Allah yolundan sapmaktır: الَّذِينَ يَسْتَحِبُّونَ الْحَيَاةَ الدُّنْيَا عَلَى الآخِرَةِ وَيَصُدُّونَ عَنْ سَبِيلِ اللَّهِ وَيَبْغُونَهَا عِوَجًا أُولَئِكَ فِي ضَلالٍ بَعِيدٍ "Dünya hayatını ahirete tercih edenler, Allah yolundan saptıranlar ve onun eğriliğini isteyenler var ya, işte onlar uzak bir sapıklık içindedirler." [İbrâhim 3]

Bu tür bir amel, davet taşıyıcılarının güçlerini zayıflatamayacak ve azimlerini kıramayacaktır. Bilakis Allah'ın izniyle zamanı gelen Raşidi Hilafetin gölgesinde İslamî hayatı yeniden başlatmak için güçlerine güç katacaktır.

İkincisi: Bu amel, fikir özgürlüğünden bahseden 2005 beşerî anayasalarına bile muhalefet etmektedir. Keza (50.) maddesinde görüş veya sözle değil anayasal düzeni ihlal eden bir fiili işlemekten ve (63.) maddesinde şiddet veya kaba kuvvetle kamu otoritesine muhalefet etmeye çağırmaktan bahseden 1991 beşerî ceza hukuku yasasına da muhalefet etmektedir. Herkes bilmektedir ki Hizb-ut Tahrir, kurulduğundan beri maddî eylemde bulunmamıştır. Yani onlar, Hizb-ut Tahrir'in şebabına yönelik muameleleriyle kendi beşerî kanunlarına bile muhalefet etmekteler. Tüm bunlar, İslam'a ve taşınmasına yönelik bir kindir!

Üçüncüsü: Bizler biliyoruz ki bölgedeki tagutların devrilmesinin üzerine bu ülkedeki siyasî liderlik bir şaşkınlık içersindedir ve bu tür tebligatlar bunun göstergesidir. Bu liderlik bilmez mi ki Hizb-ut Tahrir, Allahu [Subhânehu ve Te'alâ]'nın vaadi ve Resul [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in müjdesi olan Raşidi Hilafeti kurarak İslamî hayatı yeniden başlatmak için çalışmasına devam edecektir. Ne tuzak kuranların tuzağı nede komplocuların saptırması ona zarar verecektir. İşte o zaman zulmedenler nasıl bir inkılap ile devrileceklerini göreceklerdir.


İbrâhîm Usmân [Ebu Halîl]
حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir

Resmî Sözcüsü
Sudan Vilâyeti

Devamını oku...

- Basın Açıklaması - Hizb-ut Tahrir, Emperyalist Kafir Devletlerin Libya'ya Yönelik Saldırılarına Karşı Bir Yürüyüş Düzenledi

Hizb-ut Tahrir, perşembe günü öğleyin sömürgeci kafir devletler Fransa, İngiltere ve Amerika'nın Libya'ya yönelik saldırılarına karşı bir yürüyüş düzenledi. Yürüyüşe Hizbin üyelerinden, aktivistlerinden ve taraftarlarından yüzlerce kişi katıldı. Yürüyüş başlamadan önce Hizb-ut Tahrir'in bir üyesi, aşağıdaki noktalara odaklanan bir konuşma yaptı:

1- Fransa, İngiltere ve Amerika'nın Libya'ya yönelik askerî müdahalesi, açıkça İslam ümmetine yönelik bir saldırıdır ve Libya'yı Batı sömürgeciliğinin hakimiyeti altında bırakmayı hedeflemektedir. İnsan haklarından ve insanî yardımlardan söz etmek, kendi babalarına ve annelerine karşı sorumluluklarını yerine getirmeyen Batılıların değerleri ile örtüşmemektedir! Ayrıca birçok diğer diktatör rejimlerin yanı sıra on yıllarca Kaddafi tagutunu ve rejimini destekleyenler bizzat bu sömürgeci güçlerdir ve Bangladeş'teki Şeyha Hasina rejimi gibi diğer İslam beldelerindeki baskıcı rejimleri desteklemeyi sürdürmektedirler.

2- Kaddafi tagutu ortadan kaldırılmalı ve Libya halkına yardım edilerek kurtarılmalıdır. Bu, İslam ümmetinin özellikle de Müslüman ordunun görevidir. Müslümanların sorunları, bizzat Müslümanlar tarafından çözülmelidir. Hizb-ut Tahrir, İslam ordularını özellikle de bu bölgedeki silahlı kuvvetleri, görevlerini yapmaya, Libya'daki Müslümanlara yardım etmek için çalışmaya, onları Kaddafi ve avenelerinden kurtarmaya çağırır. Zira asker sayısı 450.000 bini geçen Mısır ordusu, Kaddafi tagutunun işlediği katliamı durdurmaya fazlasıyla muktedirdir. Suudi ordusu, Bahreyn'deki tagutu korumak için oraya müdahale edebiliyorken ne diye Libya halkını kurtarmaya gitmiyor? Arap Devletleri Topluluğu'ndaki tagutlar, uçuşa yasak bölge oluşturulması için karar çıkarabiliyorlarken ne diye Libya'ya girmeleri için ordularını serbest bırakmıyorlar? Neden Irak'ta yüz binlerce kişinin katledilmesine neden olan aynı kuvvetleri kullanıyorlar?

Neden Bangladeş ordusu, hala kışlalarındadır? Bangladeş yöneticileri, emperyalistlerin çıkarlarını korusun diye orduyu Birleşmiş Milletler Misyonu altında dünyanın dört bir tarafına gönderdikleri bir "paralı asker gibi" kullanmaya alıştılar. Madem ki ordumuz, Batının İslam ümmetinin Afrika ve başka yerlerdeki servetlerini yağmalamak için açtığı savaşlara katılmak için dünyanın dört bir tarafına gidebiliyor o halde ne diye Libya tagutu Kaddafi'ye karşı mazlum kardeşlerimize yardım etmesi için gönderilmiyor? Allahu [Subhânehu ve Te'alâ], şöyle buyurmaktadır: وَإِنِ اسْتَنْصَرُوكُمْ فِي الدِّينِ فَعَلَيْكُمُ النَّصْرُ "Eğer onlar din hususunda sizden yardım isterlerse, onlara yardım etmek üzerine borçtur." [el-Enfâl 72]

3- Kendilerini emperyalistlerden kurtarma hedeflerini gerçekleştirmeleri, küfre, diktatör yönetime ve Batının ajanlarına son vermeleri için Müslümanların önündeki tek çözüm, Hilafet Devleti'ni yeniden kurmaktır. Kur'an ve sünnetle hükmederek, ümmeti, kaynaklarını ve ordularını birleştirerek, Müslümanıyla gayrimüslimiyle eşit bir şekilde tebaalarına karşı sorumluluklarını yerine getirmeleri için yöneticileri muhasebe etmeyi garantileyerek gerçek değişimi gerçekleştirecek olan işte budur. Hizb-ut Tahrir, Müslümanları güçlerini farzların koruyucusu olan Hilafet Devleti'ni kurmak için çalışmaya odaklamaya çağırıyor.

Devamını oku...

İslam Nesli, Seçimlere ve Laik Siyasî Sisteme Katılmakla Değil Bağımsız ve Ayrıcalıklı Kalmakla İlerler

  • Kategori Avustralya
  •   |  

New South Wales eyaletinde 26 Mart 2011'de seçimler yapılacak. Daha önceki seçim kampanyalarında sürekli olduğu gibi partilerin oylarını kazanmak için İslamî nesle sevgiyle yaklaştıklarını görmekteyiz.

Emekçiler ve liberaller olmak üzere her iki siyasî cephe, -aynen diğer partiler gibi- seçimlerin olmadığı dönemde İslam'a ve Müslümanlara saldırmada birbirleriyle yarışmaktalar. İç ve dış politikalarında İslam ve Müslüman karşıtı bir politika vurgusu yapmaktalar ve takip etmekteler. Bugün ise bu iki cephenin, otoriteyi geri almak veya korumak için seçim kampanyalarında Müslümanları istismar etmeye çalıştıklarını ve İslamî nesle karşı dostane bir görüntü sergilediklerini görmekteyiz.

İslamî nesil ortamlarında Müslüman neslin ilerlemesine ve maslahatlarına hizmet edeceği düşüncesiyle seçimlere katılma ve oy kullanma fikrine teşvik eden sesler var. Bu seslerin çabalarında samimi olduğunu, gayreti ve ihlasıyla övgüyü hak ettiğini sanıyoruz. Ancak seçimlere katılmaya teşvik etmesinin sağlıklı bir temele dayanmadığı ve dar görüşlü olduğu görüşündeyiz.

Laik demokratik sistem çerçevesinde oy verme ve siyasî katılım konusunu ele alırken her şeyden önce bu konu hakkındaki şeri hükmü bilmemiz sonra da oy vermeye ilişkin politikanın belirlenmesi kaçınılmazdır.

Şeri hüküm açısından olana gelince; laik demokratik yönetim sistemi, küfür ve İslamî olmayan bir sistemdir. Dolayısıyla bu sistemde yönetime veya yasamaya katılmak haramdır. Çünkü bu, Allahu [Subhânehu ve Te'alâ]'nın ayet-il kerimede emrettiğine muhalif olan bir yönetime katılmak demektir: وَمَن لَّمْ يَحْكُم بِمَا أنزَلَ اللّهُ فَأُوْلَـئِكَ هُمُ الظَّالِمُونَ "Her kim Allah'ın indirdikleri ile hükmetmezse işte onlar zalimlerin tâ kendileridir." [el-Mâide 45] Bundan başka Allah'ın indirdikleriyle hükmetmeyi vacip kılan ve başkasıyla hükmetmeyi haram kılan onlarca ayet vardır.

Oy verme açısından olana gelince; iki veya daha fazla şey arasında seçim yapma işlemidir. Dolayısıyla mubah bir üsluptur. Ancak bu üslup, haram olan bir fiille alakalı olursa seçim işlemi buna bağlı olarak haram olur. Mesela oy verme, hastane yapılmasını destekleyenler ile yol yapılmasına destekleyenler arasındaki bir seçim olursa bu mubah olurken eşcinselliği meşrulaştıran kimse ile kanunlaşmasına çağıran kimseyi seçmekle alakalı olursa haram olur. Çünkü her iki durum da haramdır. Laik kapitalist siyasî sitemdeki parlamenter seçimlerde oy vermenin vakıası, yasamada bulunacak ve İslamî esasın dışında hükmedecek kişileri seçmek için olduğuna göre bu, şeran haramdır. Dolayısıyla oy vermek de haram bir iş olmaktadır.

Bazı kazanımlar ve maslahatlar elde etmek için seçimlere katılmalıyız sözü hatadır ve yanlıştır. Çünkü Müslümanların gerçek maslahatı, ancak şeri hükümlere bağlanmaktadır. Ayrıca ileride göreceğimiz üzere vatandaşlık haklarını elde etmek için de şu veya bu partiye oy vermek gerekmez.

Karşıt görüşlerin nitelendirdiği gibi seçimlere katılmaktan imtina etmeyi soyutlanmak olarak nitelendirmek caiz değildir. Çünkü laik demokrasilerde belirli türde siyasî bir faaliyeti empoze etme hakkı yoktur ve oy kullanmamanın siyaset dünyasında bir anlamı vardır.

Seçimleri boykot etmekle ilgili sözümüz kesinlikle izolasyon anlamına gelmez. Aksine bu, bizleri pozitif ilişki kurabilen, her şeyde İslamî ilkelere dayanan, toplumda İslam'a göre bir model olan bağımsız, güçlü ve muvahhit bir nesil oluşturmaya itmelidir.

İslamî neslin birliğinin önemi, hayatî bir meseledir. Çünkü bu, fikrî, ekonomik ve siyasî gücümüzü ifade eder. Bu laik partilere katılmaya veya oy vermeye davet etmek, İslamî neslin birliğine darbe indirmek ve onu parçalayarak emekçi veya liberal veya yeşiller veya başka partiler arasında bölmek demektir. Bu da İslamî neslin evlatları arasında çatışmaları doğuracaktır.

Aynı şekilde İslamî neslin ve kurumlarının bağımsızlığı da hayatî bir meseledir. Hükümet fonlarına güvendiğimizde genellikle bu bağımsızlık gerilemektedir. Çünkü bu fonlar, çoğu durumlarda şartlara bağlanmakta olup bundan faydalanan kimseleri, hükümetin ajandasına ipotek etmektedir. Bu da onları, seslerini yükseltmeleri gereken meselelerde bile hükümeti eleştirmekten geri durmaya itmektedir. Bizzat bu durum, sistemdeki siyasî katılıma da intibak etmektedir. Zira kişi veya kurum, sisteme daha fazla katıldıkça onun daha fazla esiri olmaktadır. Çünkü katılım şartlarını belirleyenler ve belirledikleri ajandaya bağlı kalmayanların katılımının devam etmemesini sağlamaya çalışanlar bizzat ö

Seçimlere katılmadan mescitler inşa etme, yeni merkezler ve okullar açma, tesis, helal gıda, fon ve benzeri hususları sağlama gücümüz hakkındaki önemli soruyla ilgili hususa gelince; bu ihtiyaçların genelinin birer vatandaşlık hakkımız olduğunu bilmemiz gerekir. Bunları dileneceğimiz bir lütuf veya bize gösterdikleri bir minnet olarak görmemize gerek yoktur. Siyasî katılımda bulunmak insanların haklarını elde etmesinin şartlarından değildir. Aslında Batılı devletlerdeki insanların geneli, seçime katılmamalarına ve siyasî sistemin geneline karşı olumsuz bir tutum takınmalarına rağmen birer vatandaş olarak temel haklarını kaybetmemektedirler. Temel haklardan sayılmayan taleplere gelince; bunları Müslüman neslin finanse ettiği özel projelerle gerçekleştirilmek mümkündür. Nitekim bu alandaki geçmişimiz kendisinden söz ettirmektedir. Zira Batıdaki Müslüman nesiller, genellikle hükümetin yardımları olmadan kendi evlatlarının katkıları ve yoğun çabaları sayesinde birçok mescit, okul ve merkez inşa etmiş ve helal gıda temin etmeye dönük projeler üretmiştir.

Bağımsız ve güçlü bir nesil oluşturmak için yapılacak en hayırlı şey, ihlasla, azimle ve ilkelere bağlılıkla bezenmiş erkeklerin, kadınların ve gençlerin bulunmasıdır. İşte o zaman gerek ümmetimizin meselelerine yardım etmek için haricî düzeyde olsun gerekse yerel olarak Müslümanları kötü göstermek veya çocuklarımızı ve gelecek nesillerimizi Batılı hadarat çevresinin fesadından korumak gibi dahilî düzeyde olsun tüm temel meselelerimizi ele alma yönünde ileri adım atabiliriz.

Yerel ihtiyaçlarla ilgili hususa gelince; bu, İslam karşıtı propagandalara karşı koyacak ve İslam davetini geniş ölçüde tüm topluma tebliğ etmeyi üstlenecek güçlü İslamî şahsiyetler çıkartmak için çalışan bağımsız kurumlar oluşturmayı gerektirir. Etrafımıza bir göz attığımızda birçok sorunun sıkıntısını çeken ve geniş ölçüde toplumsal durumlara karşı kızgınlığın egemen olduğu bir toplumun olduğu görülür. Bu nedenle Müslümanlar, toplumda aydınlatıcı bir yön, mutlu bir hayata ve sorunların gerçek çözümüne özlem duyanlardan samimi ve açık fikirli Avusturyalıları cezbeden hidayet ışığı olmalıdırlar. Bu ise ancak örnek alınan bir örnek olmamızla, İslam davetini geniş ölçüde sözlü ve amelî olarak taşımamızla mümkündür.

Laik siyasî düzene katılımla kazanabileceğimiz değersiz bazı kazanımları elde etmek ancak bozuk siyasî sistemin uygulamalarına ve siyasî partilere katılarak değerimizi düşürmek ve Müslümanlığımızın safiyetini çarpıtmakla mümkündür. Hatta ve hatta bu partilerden bazıları, dışarıdaki kardeşlerimizin ve bacılarımızın kanlarının heder edilmesinin birebir sorumlusudur. وَلاَ تَرْكَنُواْ إِلَى الَّذِينَ ظَلَمُواْ فَتَمَسَّكُمُ النَّارُ وَمَا لَكُم مِّن دُونِ اللّهِ مِنْ أَوْلِيَاء ثُمَّ لاَ تُنصَرُونَ "Sakın zulmedenlere meyletmeyin! Yoksa size ateş dokunur. Sizin Allah'tan başka dostlarınız yoktur. Sonra nusret de bulmazsınız." [Hûd 113]

İslam'ın İslam akidesini esas alan kendisine özgü siyasî çalışma metodu vardır. Zira Resul [SallAllahu Aleyhi ve Sellem], kerim sahabesi ile birlikte Mekke-i Mükerrame'de küçük bir azınlıkken insanlar onları kaçırıyor, eziyet ediyor, öldürüyor, yalanlıyor ve ambargo uyguluyorlardı. Buna rağmen SallAllahu Aleyhi ve Sellem, tek başına kafirlerin akidelerine, şeriatlarına, adetlerine ve geleneklerine meydan okuyarak İslam'a davet etmeyi sürdürüyordu. Aynı zamanda şeri hükümlere muhalefet etmeden veya kafirlere yağ çekmeden imkanı dahilinde sahabeleri korumaya çalışıyordu. İşte Rabbinden kendisine vahyedilen hedeflerin belirlenmesi ve hitabet araçları sayesinde Nebi Aleyhi's Salatu ve's Selam'ı iktidar kılan tam olarak bu davranıştır. O halde Kureyş'in umutsuzca ve ısrarla Resul [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'i davetinde tavizler vermeye ikna etmeye çalıştığını görmemiz şaşırtıcı değildir. Ta ki onların nizamını kabul etsin. Ancak bunlar bir fayda vermedi.

Ey Müslümanlar!

Yarın seçimler bittiğinde emekçi ve liberal partilerle diğerleri hep birlikte halka kupalarla kutlama yapacaklar. Ancak üzücü ve talihsiz olan ise Müslüman neslimizin evlatları arasındaki anlaşmazlıklar ile adavetler devam edecek ve bizleri daha da zayıflatacaktır. Bu partilerin hepsi buna sevinecektir.

Ey Müslümanlar!

Ey insanlar için çıkartılmış en hayırlı ümmet! Vakıaya razı olmak ve boyun bükmek sizlere yakışmaz. Aksine sadece İslam'a dayanan hedefler belirlememiz ve bunları hayata geçirmek için aktifleşmemizi kaçınılmaz kılmalıdır. Zira mevcut sisteme ve vakıaya razı oldukça kendimizi giderek vakıasal tavizlerin uçurumuna yuvarlanmış ve İslam'la örtüşmesi için vakıayı değiştirmek yerine vakıayla örtüşmesi için kasıtsız şekilde İslam'ı tevil etmeye başvurmuş bulacağız. يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ اسْتَجِيبُواْ لِلَّهِ وَلِلرَّسُولِ إِذَا دَعَاكُم لِمَا يُحْيِيكُمْ "Ey iman edenler! Allah ve resulü sizi, size hayat verene çağırdığında icabet edin." [el-Enfâl 24]

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Hizb-ut Tahrir/Türkiye Vilayeti Resmi Sözcülüğü Adına Bir Heyet, Tacikistan'ın Ankara Büyükelçiliğine, Tacik Yönetiminin Hizb-ut Tahrir Şebabına Yönelik Vahşi Cürümlerini Anlatan Bir Beyan Teslim Ederek Uyarıda Bulundu

02 Cumadel Ula el-muvafık 05 Nisan 2011 Salı günü, Hizb-ut Tahrir/Türkiye Vilayeti Resmi Sözcülüğü adına bir heyet, Hizb-ut Tahrir üyelerinin Tacikistan yönetimi tarafından maruz bırakıldığı vahşi işkenceleri ifşa eden, soruşturma, hüküm ve yargılama örnekleriyle ilgili bir açıklamayı iletmek üzere Tacikistan'ın Ankara'daki Büyükelçiliğine gitti. Büyükelçinin şehir dışında olması nedeniyle görüşme, büyükelçinin asistanıyla gerçekleştirildi. Yapılan görüşmede önce Hizb-ut Tahrir'in çalışma metodu ve faaliyetleri hakkında, sonra Hizb-ut Tahrir'in şebabına yönelik son dönemde iyice artan baskı, şiddet, yıldırma, işkence, haksız soruşturmalar, adaletten uzak yargılamalar ve hükümler hakkında bilgi verildi. Heyet, hiçbir yönetimin baskı ve zor kullanarak ayakta kalamayacağı, Tacik yönetiminin İslami beldelerde tağuti yönetimlere başkaldıran hareketlenmelerden ders çıkarması gerektiği, Hizb-ut Tahrir şebabının bu türden baskılara asla boyun eğmeyeceği, Allah'ın izniyle sebat edeceklerinden kuşku olmadığını, hizbin şebabıyla mücadele edebilmek için ancak Hizb-ut Tahrir'in benimsediği fikirlerden daha üstün bir fikir icat etmeleri gerektiği, Tacik yönetiminin ise fikir yönünden aciz kalması sebebiyle zulme başvurduğunun, bu görüşmeye Hizb-ut Tahrir Resmi sözcülüğü adına geldiklerini, ancak Allah'ın izniyle İkinci Raşidi Hilafet kurulduğunda Hilafet Devleti'nin gücüyle geleceklerini, işte o zaman Tacik yönetimi diye bir şeyin de kalmayacağını, yönetimdekilerin ancak Hilafet'i kabul etmekle kendilerini kurtarabileceklerini ifade ederek uyarıda bulundu ve Hizb-ut Tahrir/Tacikistan tarafından yayınlanan "Tacikistan'daki [Orta Asya] Soruşturma, Hüküm ve Yargılama Örnekleri" başlıklı beyanı teslim etti.

Söz konusu beyan üç bölümdür. Birinci bölümde, Tacik yönetiminin kendisi ve ailesine uyguladığı vahşi işkenceleri açıklayan Tacikistan'daki Hizb-ut Tahrir şebabından Razıkov Abdurresül Abdussettarovic'in mektubuna yer verilmiştir. İkinci bölümde Tacik mahkemelerinin hizb şebabı hakkında verdiği hüküm örnekleri ki; 4 ila 20 yıl arasında değişen hapis cezalarıyla Hizb-ut Tahrir gençlerinin isimleri yer almaktadır; üçüncü bölümde ise yargılama ve soruşturma örneklerine yer verilmektedir. Hizb-ut Tahrir'in, İslam Devleti'ni kurmak için çalışırken Resul [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]'i örnek alarak şiddete başvurmaksızın siyasî ve fikrî çalışma yoluyla İslam'a davet eden siyasî bir hizb olduğu bilindiği halde sorgucuların, hizbe terör suçlaması yaftaladıkları ve tüm şebabtan hizbin diğer şebabını göstermelerini istedikleri, bu sorgucuların işinin, hakikati araştırmak olmadığı aksine sahte suçlamalar hazırlayarak ve ağır işkenceler yoluyla maksatlarıyla örtüşen ifadeler almaya çalıştıkları açıklanmıştır. Tacik halkının, baskılar yoluyla İslam'ı öğrenmekten uzaklaştırılmaya çalışıldığı ancak güçlü İslami duygulara sahip olduğu, Orta Asya beldeleri halklarının, yöneticilerini alaşağı etmek ve şerefli bir şekilde İslamî yönetime dönmek için harekete geçmede daha öncelikli olduklarına da değinilmektedir. إِنَّا لَنَنْصُرُ رُسُلَنَا وَالَّذِينَ ءَامَنُوا فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَيَوْمَ يَقُومُ الأَشْهَادُ "Muhakkak ki resullerimize ve iman edenlere hem bu dünya hayatında hem de şahitlerin (şahitlik için) kalkacakları günde nusret vereceğiz. [Ğâfir 51]


حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir
Resmî Sözcü Yardımcısı
Türkiye Vilâyeti

Devamını oku...

Hizb-ut Tahrir / Pakistan Vilâyetinden Yürüyüşe Davet

  • Kategori Pakistan
  •   |  

Pakistan'daki Hizb-ut Tahrir gençleri, Nisan ayının üçünden itibaren ayın 17'sinde gerçekleştireceği büyük protesto yürüyüşü için Pakistan'ın birçok şehirlerindeki insanlara çağrıda bulunuyor...

Hizb-ut Tahrir, 17 Nisan 2011 pazar günü öğleyin saat 15:00'de Paşaver, Revalpindi, Lahor ve Karaçi'de şeri görevlerini yerine getirmeleri için silahlı kuvvetlerine sadık bir çağrıda bulunmak için sizden yanında yer almanızı talep ediyor. Şu andan ve bu günden itibaren mescitleri, mahalleleri, üniversiteleri, fakülteleri, okulları, mahkemeleri, basın kulüplerini ve diğer tüm mekanları, imkanları dahilinde toplulukları desteklemeye çağırın. Alim, avukat, gazeteci, tüccar, doktor, mühendis ve halk liderleri gibi aranızdaki etkin ve yetkin kişilere gelince; gerek konuşmalar gerek kısa mesajlarla gerek Facebook gerekse Hilafet Devleti'ni kurması için Hizb-ut Tahrir'e nusret vermeleri için silahlı kuvvetlerden tanıdıkları muhlis kimselerle temas kurarak Allah'ın kendilerine vermiş olduğu konumları vasıtasıyla bu mücadeleye katılmalıdırlar.

Hizb-ut Tahrir, Amerika'nın askeri ve siyasi varlığını Pakistan'dan söküp atmak ve bu hain yöneticileri ve hükmetmekte oldukları fasit rejimi söküp atmak ve onun yerine Hilafet Devleti'ni kurmak için kendisine nusret vermesi talebi ile Pakistan Silahlı Kuvvetlerine çağrıda bulunacak.

Fotoğraf galerisi için tıklayınız...

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER