Cuma, 16 Cumade’l Ûlâ 1447 | 2025/11/07
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

Amerika Mushaf-ı Şerif'e El Uzatıyor, Allah da Onların Ellerini Felç Etsin!

Amerika hala kokuşmuş yöntemlerini tüm dünyaya kanıtlarcasına sürdürmeye devam ediyor. Muhakkak ki o, tarihin başlangıcından beri insanlığın tanıdığı en kötü hadarattır. İşlediği son cürüm ise aralarında çok sayıda Mushaf-ı şerifler de olmak üzere pek çok dini kitabı, Afganistan'ın İslami toprakları üzerinde bir grup Amerikan askerinin eliyle iğrenç ve çirkin bir biçimde imha etmesi olmuştur.

Kuşkusuz bu davranış, tüm dünyanın artık alışageldiği Amerikan tarzına aykırı değildir ve milyonlarca insan onların sayısız pisliklerinin acısını tatmış, sayısız cürümlerine şahit olmuştur. Bu onların aslında mevcuttur. Ne onları frenleyecek bir ahlakları, ne umursadıkları bir dinleri vardır. Bilakis onların tüm insanlığın başına bela edip en kokuşmuş hadarat haline getirdikleri "özgürlük"leri vardır ve bu sayede her kutsal onlara mübah olmuş, her dokunulmazı ayaklar altına almışlardır.

Mushaf-ı Şeriflerin bu Amerikalı "zındıklar" eliyle hakârete uğraması, bizlere onların insanlığı aşağılayan iğrenç davranış silsilelerini hatırlatıyor; aşmadık had bırakmadılar! Çiğnemedik namus, ahlak, örf bırakmadılar! İşledikleri en tiksindirici cürümler arasına katılan "Ebu Gureyb"i ve katledilen Afgan Müslümanların üzerine bevletmelerini hiçbirimiz unutmadı daha! Daha bunun üzerinden bir ay geçmemişken geçen sene Nisan ayında Amerikalı papaz Terry Jones'un Florida'da Kur'an'ı yakma girişimini de unutmadık daha! Bunun üzerine gönüllerindeki iman ateşi Afgan Müslümanları kaynatmış, ülkenin her tarafında protesto ve kınama gösterileri düzenlemişler, bu cesaretleri sonucu onlarcası mücrim işgal kuvvetlerinin ateşiyle şehit düşmüşler, onlarcası yaralanmıştı. Şu halde Afganistan'da, Pakistan'da ve Irak'ta ve diğer dünya ülkelerinde işledikleri bunca cürümü unutmamız mümkün mü?

Artık İslami Ümmet'in, Amerika'nın kutsallarımıza ve dokunulmaz kıymetlerimize karşı bu saldırısı ve düşmanlığı karşısında susan veya destekleyen başımızdaki mevcut sistemlerin hakikatini kavramasının tam zamanıdır. Bizler, Hizb-ut Tahrir olarak, tüm İslam Ümmeti'ne, bilhassa yönetimleri değiştirmeye muktedir güç sahiplerine sesleniyoruz: Haydi artık her iki yurtta, dünyada ve âhirette Müslümanların izzetini sağlayacak Hilâfet Devleti'nin kurulması yoluyla Allah'ın kelimesinin yüceltilmesi uğrunda el ele verelim, birlikte çalışalım.

يا أيها الذين آمنوا استجيبوا لله وللرسول إذا دعاكم لما يحييكم

Ey iman edenler! Allah ve Rasulü sizi, size hayat verecek olana davet ettiğinde icâbet edin! [el-Enfâl 24]

 

Osman Behhaş
مدير المكتب الإعلامي المركزي

لحزب التحرير
Hizb-ut Tahrir
Merkezi Medya Bürosu Müdürü

Devamını oku...

Yeni Vergi Yasası, Otoritenin Filistin ve Halkına Karşı Açtığı Kapsamlı Savaş Saldırısından Öte Bir Şey Değildir Dolayısıyla Sessiz Kalmaları, Başlarına Daha Fazlasını Getirecektir

  • Kategori Filistin
  •   |  

Otoritenin başkanı Abbas, 2011 yılına ait (8) sayılı gelir vergisine dönük yeni bir yasa kararına imza atmıştır. Bu yeni yasa içindeki en bariz olanlardan bir kısmı şunlardır; tarım sektörünün gelir vergisine boyun eğdirilmesinin yanı sıra insanlar, emeklilik geliri ve hizmetin sona ermesi gibi vergilerden muaf olan birçok sektörlere boyun eğdirilecektir. Böylece kişi, kendi evi bile olsa akrabalarının ve evlatlarının oturması karşılığında gelir vergisi öder hale gelecektir. Nitekim otorite, yasanın geriye dönük olarak uygulanmasını planlamaktadır.

Bu yasa otoritenin, ekonomik baskı ve Yahudilere hizmet eden güvenlik projesi ile sözde Filistin Otoritesi'ne harcamak amacıyla insanların paralarını yağmalamak da dahil tüm araç ve yöntemlerle Filistin halkını teslimiyetçi çözümlere boyun eğdirmeye dayalı sabit politikası kapsamında gerçekleşmektedir. Otoritenin fasit adamlarının, kamu mallarını yağmalaması da bunun cabası. Dolayısıyla tüm toplanan vergi türleri, emlak vergisi ve inşaat ile ilgili ücretler olarak iki katına çıkarılmaktadır. Dolayısıyla da sayılamayacak kadar ruhsat, ücret, vergi ve para cezaları türleri olup bunlar, sürekli artış göstermektedir.

Otoritenin, kemer sıkma politikası ve yeni vergi yasası şeklindeki isimlendirmesinin sebebi, olağanüstü acil bir nedenden dolayı değildir. Bilakis otoritenin oluşturulmasının ve Yahudi ile olan anlaşmasının bir parçasıdır. Zira Filistin Otoritesi, ortaya çıkmasından bu yana savaşın malî ve ekonomik yükünü taşıyacağına dair Yahudilerle anlaşma yapmıştır. Otorite bunu, hiçbir şey üzerinde otoritesi olmamasına ve kendisi için harcayacağı hiçbir serveti bulunmamasına rağmen yapmıştır. O halde bunu, insanların ceplerinden başka nereden harcayacak ki? Zaten otoritenin, bütçenin büyük bir kısmını hastaneler ve okullar inşa etmek ve insanların maslahatları için değil de Yahudileri koruyan güvenlik güçleri için harcadığı da bilinmektedir!

Otorite, tugyanını derinleştirmiş, insanların mallarını haksız yere gasbetmiş ve insanların muamelelerinin büyük bir çoğunluğunu vergiye ve ihbarnameye bağlı hale getirmiştir. Böylece kişi, kendisi, babası ve dedesi için sayısız "haklar" ödemek zorunda kalmakta ve otoritenin kendilerine yönelik icraatları nedeniyle de Filistin halkı üzerindeki ekonomik ve malî yükler da daha da artış göstermektedir. Nitekim ücret ve vergilerin tahsil edilmesi, ister (aslen zalim olan) yasaya göre olsun isterse de yasa dışındaki zorbacı tahsilata göre olsun bütün her şeyde ikiye katlanmaktadır. Böylece vergi ve maliye daireleri, insanların paralarını batıl yolla ele geçiren, müsadere tehdidi yoluyla onları telif ödemeye zorlayan, insanlara muamelelerini ve maslahatlarını sürüncemede bırakma şantajında bulunan rekabet, yönetim ve uygulama yerleri haline gelmiştir. Böylece de Filistin halkından olan vatandaşlar, Yahudilerin çekiçleriyle otoritenin örsleri arasında inler bir hale gelmiştir. Mesela ithal malların vergileri Yahudilere ödenmekte olup otorite de (gümrük kontrolcüleri) olarak isimlendirilen eşkıyalar yoluyla bunlara el koymakta ardından da "bunların değerlerini", yani fiyat değerlerini yeniden belirleyerek mal sahiplerini vergi ve gümrükten daha fazlasını ödemeye zorlamaktadır!

Yeni vergi yasası, Filistin halkında aşırı öfke ve galeyan fırtınası estirmiş ve yasayı protesto eden yürüyüşler ve oturma eylemleri düzenlenmiştir. Bunun üzerine İMF'nin öğrencisi olan Amerika'nın adamı Selam Feyad, gözlere kum serpmek amacıyla yasa hakkında diyalog çağrısı yapmıştır. Her ne kadar diyalog için 15.02.2012 şeklinde bir zaman sınırlaması belirlenmiş olsa da bu diyalogun içeriği boşaltılmıştır. Buda onun, şekli bir diyalog olduğu anlamına gelmektedir. Çünkü otorite, Filistin halkı dinleri ve dünyaları hakkında açtığı savaşa orantılı olarak otoritenin karşısında güçlü bir şekilde durmazlar ise diyaloga bakmaksızın bu yasayı uygulamak istemektedir.

Otoritenin malî ve ekonomik politikaları ile -devam etmesi halinde- yeni yasa, fiyatların ve işsizliğin daha da artmasına ve tarım sektörünün çökmesine neden olacaktır ki böylece tarım sektöründe çalışanlar Yahudilerin yanında çalışan işçiler haline gelecek ve toprakları da müsadere (el konulma) ve Yahudilere sızdırılma riskine maruz kalacaktır. Ayrıca bu politikalar ile yeni yasa, projelerin durmasına, gençlerin ve sermeyenin göçüne neden olacaktır.

Otorite (daha öncede annesi olan Filistin Kurtuluş Örgütü), ortaya çıktığından bu yana siyasî, ekonomik, içtimaî ve kültürel olmak üzere her bakımdan Filistin halkının başına gelen bir felaket olmuştur. Siyasî açıdan olana gelince; otorite, Filistin meselelerini harap etmekte, bunlarla birlikte uçurumdan uçuruma yürümekte, onları aşağılamakta ve mücahitlerini hapsetmek, işkence etmek ve iftira atmak için takip eden Yahudilerin güvenlik kolu olarak çalışmaktadır.

İçtimaî açıdan olana gelince; otorite, kadın ve çocuk özgürlüğü sloganları altında şeref, iffet ve fazilet mefhumlarını yok etmek için birçok yerel ve uluslararası örgüt ve kuruluşlarla gizli anlaşmalar yapmaya çalışmaktadır. Dolayısıyla gençlerle-kızlar, erkeklerle-kadınlar arasında ihtilat atmosferleri ile çıplaklık kültürünü oluşturmak ve müstehcenliği ve rezilliği yaymak için büyük bir çaba harcamaktadır. Bunu da güzellik kraliçesi yarışmaları yapmak, kadın futbolu, şarkı ve tiyatro grupları oluşturmak, kritik yaşlardaki geç erkekleri ve kızları yaşam tarzlarına entegre olmaları amacıyla kafirlerin arasında yaşamaları için burslu olarak göndermek yoluyla yapmaktadır. Ayrıca otorite, görevi kadın ve erkek arasındaki ilişkileri İslam'la çelişen ve parçalanma, çözülme ve dağılma ile karakterize olmuş Batı modeline göre yeniden yapılandırmak olan "modern" olarak adlandırdığı yasaları çıkarmak için hummalı bir şekilde çalışmaktadır.

Kültürel alanda olana gelince; otorite, Filistin öğretim müfredatını, Müslüman evlatlarından laik şahsiyetler oluşturma, dinlerini hayatlarından ayırma, İslamî kimliklerini yok etme, işgalci Yahudi ile birlikte yaşama zihniyetini oluşturma, gerçek Filistin'i unutturma, 67 bölgeleri olarak bilinenlerin bizzat Filistin olduğu şeklinde Müslümanların evlatlarını aldatma ve mefhumların arasını karıştırma esasına göre belirlemiştir ki böylece İslam'ın, diğer dinler gibi sadece bir din olduğu ve bütün dinlerin de eşit olduğu tasavvur edilmiş olsun.

İslam, insanların mallarının batıl yolla yenmesini haram kıldığı gibi tüketim ve kalıcı vergileri de haram kılmıştır. Zira Aleyhi's Salatu ve's Selam şöyle buyurmuştur: لا يَدْخُلُ الْجَنَّةَ صَاحِبُ مَكْسٍ "Gümrük vergisi alan cennete giremez." [Müsnedi Ahmed] Sahih-i Müslim'de, Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in zina edip recmedilen Gamidiyye hakkında şöyle buyurduğu geçmektedir: ... فَوَالَّذِي نَفْسِي بِيَدِهِ لَقَدْ تَابَتْ تَوْبَةً لَوْ تَابَهَا صَاحِبُ مَكْسٍ لَغُفِرَ لَهُ "...Nefsim elinde olan Allah'a yemin olsun ki; öyle bir tövbeyle tövbe etti ki şayet gümrük vergisi alan (bu şekilde) tövbe etseydi onun (günahları) bağışlanırdı." Dolayısıyla bu, vergiler ile tüketim vergisinin haramlılığından ve insanların mallarını almanın cürmünün büyüklüğünden kinayedir.

Ey Müslümanlar! Ey Filistin halkı! Sizlere düşen, sadece mallarınızı etkileyen hususlarda değil, bilakis dininizi, evlatlarınız ve kadınlarınızın dinini etkileyen ve mukaddes Filistin topraklarınızın meselesini helak eden hususlarda otoritenin bütün kötülüklerini inkar etmektir. O halde sakın otoritenin kötülüleri karşısında sessiz kalmayınız. Nitekim Arap ülkelerinde yaşananlarda elbette sizler için bir ibret vardır. Zira halk, hakları ve nail oldukları onurları için ısrarcı olunca nasıl da yöneticilerinin burunları sürtülmüş dahası geride kalanlardan olmuşlardır. İyi biliniz ki otoritenin arakasında kafirler bulunmaktadır. Dolayısıyla onlar, her defasında nabzınızı ölçmekteler ve sizleri, sessiz ve sakin olarak görmeleri halinde de size olan zulümlerini ve aşağılamalarını daha da artıracak olmalarının yanı sıra dininize, akidenize ve yaşam tarzınıza dönük gaddar saldırılarını da artıracaklardır.

Ey Müslümanlar! Ey Filistin halkı! Müslümanların yöneticileri ve Filistin otoritesindeki benzerleri, ne İslam'ın nede Müslümanların hayrını istemektedirler. Zira onlar, sömürgeci kafir devletler ile Yahudi devletinin çıkarlarını temsil etmektedirler. Dolayısıyla vakti saati geldiğinde ümmet onları sert bir şekilde muhasebe edecektir. Dolayısıyla da sizler için, Allah'ın ipine sımsıkı sarılmaktan ve Hanif İslam dininin gölgesinde yaşamaktan başka bir kurtuluş yoktur. Bu ise ancak, Müslümanları birleştirecek, alemlerin Rabbinin şeriatını tatbik edecek, hainlerden ve mücrimlerden intikam alacak olan Raşidi Hilafet Devleti'nin gölgesinde mümkün olacaktır. O halde bunun için çalışanlardan olunuz.

وَلا تَرْكَنُوا إِلَى الَّذِينَ ظَلَمُوا فَتَمَسَّكُمُ النَّارُ وَمَا لَكُمْ مِنْ دُونِ اللَّهِ مِنْ أَوْلِيَاءَ ثُمَّ لا تُنْصَرُونَ "Sakın zulmedenlere meyletmeyin; sonra size ateş dokunur. Sizin Allah'tan başka dostlarınız yoktur. Sonra yardım da göremezsiniz!" [Hud 113]

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Belçika'da: Demokrasi ve İfade Özgürlüğü Adına Hizb-ut Tahrir'in Hilafet Konferansı Yasaklanmıştır

Hasselt Belediye Başkanı Hilde Claes, güvenlik birimleri ve İçişleri Bakanlığı ile yaptığı istişareler sonucunda 04.03.2012 tarihinde yapılması kararlaştırılan Belçika'daki Hizb-Tahrir'in Hilafet Konferansı'nı yasaklama kararı almıştır. Belediye başkanı, konferansın yasaklanmasını şu sözleriyle gerekçelendirmiştir: "Tarihsel suçların inkarı ve haklı çıkarılmasıyla [NEGATIONISM] ilgili 23.03.1995 yasasına binaen konferansı yasaklama kararı aldım. Ayrıca ortada ırkçılığı yasaklayan yasaya da muhalefet söz konusudur. Çünkü bizler, güvenlik yönünü garanti edemeyiz. Dolayısıyla bu bile toplantının yasaklanmasının kabul edilmesi için yeterlidir."

Halbuki Hizb-ut Tahrir daha önce de Belçika otoritelerinin bilgisi dahilinde bir dizi başarılı konferanslar ve gösteriler düzenlemiş ve hiçbir gün her hangi bir güvenlik sorunu meydana gelmemiştir. Dahası güvenlik birimleri, defalarca hizbin şebabının güzel organizasyonu, dikkati ve disipline bağlılığı ile ilgili şaşkınlığını ifade etmiştir. Bundan dolayı polisin, güvenlik endişesi nedeniyle gösterinin düzenlenmemesi tavsiyesinde bulunması olası değildir. Dolayısıyla güvenlik korkusu meselesinin, sırf belediye başkanının uydurduğu bir yalan ve iftiradan ibaret olduğunu sanıyoruz.

Şayet belediye başkanı güvenlik yönle ilgileniyor ve konferansın genel bir kaosa sürüklemesinden korkuyorsa yapması gereken, bunun sebebini alaycı ve hakaretvarî bir üslupla İslam'a ve Müslümanlara saldırmaktan başka işleri olmayan bizim dışımızdaki kişilerde araması gerekir. Dolayısıyla ilk gözlenmesi gerekenler de onlardır. Çünkü onlar, antipati ve nefret ruhunu yaymak yoluyla Müslümanlar ile gayrimüslimler arasına fesat sokmaktadırlar. Ayrıca konferansın yapılmasını önlemek ve insanları ajite etmek yoluyla yalan ve uydurmalarla güçlü bir kampanya düzenleyenler de bizzat onlardır. Nitekim belediye başkanını etkileyen şey de işte budur.

Irkçılıkla ilgili olana gelince; Başbakanın bu sözü, nereden kaynaklanmaktadır acaba? Yoksa bizim hakkımızda bir ırkçılık tespiti mi olmuştur? Bizim kültürümüzde, ırkçılığımızı gösteren bir şey mi buldu ki? Hizbimizden her hangi biri, geçmişte bu nedenle hiç yargılanmış mıdır? Dolayısıyla bu, hiçbir kimsenin kanıtlayamayacağı bir suçlamadan öte bir şey olmadığı gibi sadece yalanlardan ibarettir.

Sözde tarihsel suçların inkarı ve haklı çıkarılmasıyla ilgili olana geline; belediye başkanı neden bahsetmektedir Allah aşkına? Biz, tarihsel bir gerçeği inkar mı ettik ? Ayrıca oda ne ki? Yoksa belediye başkanı, Kongo'daki soykırım suçlarından mı bahsetmektedir? Kast edilen şey bu mudur acaba?

Güvenliği ihlal ve ırkçılık iddiaları ise batıl bir iddiadır. Halbuki belediye başkanı, kendisiyle tartışmak ve konulara açıklık getirmek için Hizb-ut Tahrir şebabına çağrıda bulunarak bu hususu kanıtlayabilirdi. Ancak o, aşırı sağ kanat savunucularının tuzağa düşmüş ve onların maksatlarını gerçekleştirmiştir. Dolayısıyla yasaklama kararını, bizzat belediye başkanının kendisi alarak güvenlik birimleri ve İçişleri Bakanlığı ile istişarede bulunmak yoluyla da bu kararı haklı çıkarmaya çalışmaktadır. Zira İçişleri Bakanı Joel Milcat bunu, şu sözleriyle vurgulamıştır: "Hasselt Belediye Başkanı Hilde Claes ile devlete ait bir salonda yapılacak olması itibarıyla yapılacak olan konferansın yasaklanması olasılığını gözden geçirmek amacıyla istişarede bulunduk."

Son olarak; "Ben bu konferansı yasaklarım. Zira ben, demokratik bir sistemin sorumlusu olarak aşırıcı şekillerin her türlüsüne karşıyım" diyen belediye başkanına sormak isterim; gerçekten koruduğunu iddia ettiğin demokrasi bumu dur? O halde demokrasi, kanıtlar üzerine değil de yalanlar üzerine kurulmuştur. Yoksa sizin ifade özgürlüğünüz, İslamî görüşün ifade edilmemesi şartıyla mı garanti altına alınmıştır?

Nitekim belediye başkanı, ifade hakkımızı engelleme kararıyla bizlere zulmetmiştir. Böylece liberal demokratik sistemin kendisine bile dürüst olmadığını kanıtlamış olmaktadır.


Okay Pala [Ebu Zeyn]
حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir
Medya Temsilcisi
Hollanda

Devamını oku...

Güney Kardufan ve Mavi Nil Eyaletleri, Koruma Görevini Üzerinden Atan ve Savaşın Devam Etmesini Besleyen Uluslararası Örgütlere Kapılarını Açmıştır

  • Kategori Sudan
  •   |  

Birleşmiş Milletler Sudan İnsani İşler Koordinatörü Mark Coates, dün, yani 25.02.2012'de Sudan hükümetinin muvafakatiyle ikinci kez Güney Kardufan Eyaletine Birleşmiş Milletler görevlisi olarak dönüşünden dolayı mutluluk duymuş, insani yardımların Güney Kardufan ve Mavi Nil'deki çatışmalardan etkilenenlere ulaşımının kolaylaştırılması için Birleşmiş Milletler, Afrika Birliği ve Arap Birliği'nin ortak bir öneri sunduklarını açıklamış ve şunu da eklemiştir: "Yakında bu öneriyi aktif bir duruma getirmeyi umuyoruz." Aynı bağlamda İnsani Yardım Komiseri Süleyman Abdurrahman şu açıklamada bulunmuştur: Mavi Nil ile ilgili insani durumlara dönük ortak bir alan araştırması için son düzenlemeler bu hafta içerisinde başlayacaktır. Ayrıca şunu da eklemiştir. Son olaylardan etkilenmiş olanların insani ihtiyaçlarını belirlemeye dönük araştırma, Birleşmiş Milletler Kuruluşları ile işbirliği içerisinde olacaktır.

Hizb-ut Tahrir / Sudan Vilayeti olarak bizler, bu olaylar karşısında aşağıdaki hususları açıklarız:

Birincisi: Şuan Güney Kardufan ve Mavi Nil eyaletlerinde patlak veren savaş, kökleri Sudan topraklarına uzanan ve sanki filizleri, tayyib halkımıza acı veren harp, savaş, yerinden edilme ve göç şeklinde şeytanın başları gibi çıkan Nifaşa Anlaşması'nın acı bir meyvesidir. Dolayısıyla Sudan'ı parçalamak amacıyla Amerika'nın projelerine hizmet eden çarpık bir otoritenin sandalyelerinde oturmak için bakan olanlar, çok ağır bir bedel ödeyeceklerdir.

İkincisi: Devletin tebaasındaki bütün insanların işlerinin gözetimi, sadece devletin sorumluluğundadır.

فَالإِمَامُ الَّذِى عَلَى النَّاسِ رَاعٍ وَهْوَ مَسْئُولٌ عَنْ رَعِيَّتِه "İnsanlara çobanlık yapan İmam, güttüklerinden sorumludur..." [Sahih-il Buhari] Dolayısıyla her hangi bir uluslararası odağın müdahalede bulunmasına izin verilmesi caiz değildir. وَلَن يَجْعَلَ اللّهُ لِلْكَافِرِينَ عَلَى الْمُؤْمِنِينَ سَبِيلاً "Allah müminler aleyhine kafirlere asla bir yol (otorite) vermeyecektir." [en-Nisâ 141] Dolayısıyla da işlerin gözetimi, devletin insanlara karşı bir görevi olup tebaanın dilenmesi gereken bir hibe ve bağış değildir. Oysa insanlar, otoritenin yada kuruluşların kapılarında dilenip durmaktadırlar. Bu nedenle devletin yapması gereken, Sudan'ın dört bir tarafındaki savaş mağdurlarının işlerini yürütmesi ve derhal yiyecek, giyecek, mesken, öğretim, tedavi ve güvenliği sağlamasıdır. Sıcak noktalara yakın olan bölgelerdeki bütün halkımızın yapması gereken ise her zamanki durumu gibi devlet görevlerini ihmal ettiği sürece olaylardan etkilenmiş olan kardeşlerine evlerini, okullarını ve hastanelerini açmalarıdır. Ayrıca bütün herkesin de devleti muhasebe etmesi ve onu değiştirmesi gerekmektedir.

كَلاَّ، وَاللهِ لَتَأمُرُنَّ بالمَعْرُوفِ، وَلَتَنْهَوُنَّ عَنِ المُنْكَرِ، وَلَتَأخُذُنَّ عَلَى يَدِ الظَّالِمِ، وَلَتَأطِرُنَّهُ عَلَى الحَقِّ أطْراً، وَلَتَقْصُرُنَّه عَلَى الحَقِّ قَصْراً، أَوْ لَيَضْرِبَنَّ اللهُ بقُلُوبِ بَعْضِكُمْ عَلَى بَعْضٍ، ثُمَّ ليَلْعَننّكُمْ كَمَا لَعَنَهُمْ "Kesinlikle hayır! Vallahi ya marufu emredip münkerden nehyedecek, zalimin zulmüne engel olacak, onu hakka yöneltecek, onun hak ile (şeriat ile) yetinmesini sağlayacaksınız yada Allah sizin kalbinizi birbirine vuracak sonra da  onları lanetlediği gibi sizi de lanetleyecektir." [Ebu Davu ve Tirmizi rivayet etti]

Üçüncüsü: Uluslararası görevlilerinin geri dönüşüne ve Mavi Nil Eyaleti'ne dönük ortak alan araştırmasında Birleşmiş Milletleri ile işbirliği yapılmasına izin vermesi sayesinde hükümetin tutumunun zayıflığı ortaya çıkmıştır. İşte tüm bunlar bu iki eyaletin kapılarının, bu gibi savaşlar için sürekli tedarik hattı oluşturan sözde insani yardım örgütlerine açılması için bir giriş mesabesindedir. Zira hükümet, isyancı güçlere askeri ve lojistik malzemeler götüren Birleşmiş Milletler ve Kızıl Haç uçaklarına kaç kez el koydu ki? Bilakis iktidar partisinin siyasi sektörünün başkanı, 18.02.2012 günkü gazeteye şöyle bir açıklamada bulunmuştur: "İki eyalete yabancı örgütlerin girmesini isteyen dış odaklar bulunmakta ve bunlar, bazı örgütlerin liderliğinde Sudan'a dönük düşmancıl Kulisler yapmaktadırlar. Partim, Güney Kardufan ile Mavi Nil'in başka bir Darfur olmasına asla izin vermeyecektir." Ve şöyle eklemiştir: "Bu örgütlerin girmesine izin vermemiz isyancı hareketleri ödüllendirmemiz anlamına gelmektedir." [Gazete numarası: 6672]

Dördüncüsü: Savunma Bakanı'nın, Mavi Nil Eyaleti'ndeki askeri operasyonların sona ermesinin yaklaştığını açıkladığı bir sırada alev alev yanan bu iki eyaletin kapılarının sözde insani örgütlere açılması, ordu ve nizami kuvvetler için bir tehdit unsuru ve savaşın süresinin uzatılması olarak görülmelidir. Tüm bunlardan daha kötüsü ise Sudan'ı parçalamaya çalışan Amerika'nın cürümsel projelerinin uygulanmasıdır. Zira Dışişleri Bakanı Ali Karti, 19.02.2012 Pazar günü, Amerikan elçisi Princeton Lyman ile yaptığı görüşmenin ardından şöyle bir açıklamada bulunmuştur: "Lyman, Amerikan idaresinin önerilerini sunmuştur ki bunlar, Obama'nın Sudan'ın borçlarını kaldırma teklifi karşılığında hükümetin, Birleşmiş Milletleri'nin Güney Kardufan ile Mavi Nil'e dönük yardım operasyonunu  onaylamasını, gelecek Ağustos ayında Ebiyi'deki referandumun yapılmasını, Özellikle Güney Kardufan ve Mavi Nil Eyaletleri olmak üzere Kuzey'in siyasi geleceğinin bilinmesini şart koşmaktadır."

يَعِدُهُمْ وَيُمَنِّيهِمْ وَمَا يَعِدُهُمُ الشَّيْطَانُ إِلا غُرُورًا " (Şeytan) onlara söz verir ve onları ümitlendirir; halbuki şeytanın onlara söz vermesi aldatmacadan başka bir şey değildir." [en-Nisa 120]

Beşincisi: Birleşmiş Milletler ile sözde insani yardım örgütleri, Afrika Birliği ile kurumları ve Arap Birliği, işte tüm bunlar kesinlikte tarafsız değildirdirler. Bilakis bunlar, büyük devletlerin elindeki uysal araçlar olup bunları, ümmetlere ve halklara karşı olan cürümlerini yerine getirmek amacıyla ülkelerdeki varlıklarını meşrulaştırmak için kullanmaktadırlar. Dolayısıyla Birleşmiş Milletler ve onun Haçlı Güvenlik Konseyi de uluslararası politikadaki beş büyük devletin araçları olup bunların tarihleri, Filistin'den başlayıp Afganistan, Irak, Somali ve Güney Sudan'ın ayrılmasına kadar Müslümanlara karşı işledikleri komplolar ve cürümlerle doludur. Ayrıca Afrika Birliği de bu komplolara tanıklık etmektedir ki Sudan Ordusu Resmi Sözcüsü şöyle bir açıklamada bulunmuştur: "Gıda ve yakıt nakli için çalışan Uluslararası Ortak Afrika Güçlerine bağlı sekiz araç, bölgedeki Adalet ve Eşitlik Hareketi tarafından ele geçirilmiş olup ancak güçler, bu araçların kaybolması hakkında bilgi vermemiş ve bunların çalındığını  yalanlamıştır. Ordu da buna, ortak güçler ile Adalet ve Eşitlik Hareketi arasındaki bir işbirliği olarak itibar etmiştir." [El-Cezira internet sitesi / 02.02.2012] Dahası Afrika Birliği, Amerika'nın çıkarlarına hizmet etmekte olup mevcut Afrika devletlerinin sınırlarının korunmasını sağlayan anlaşmasına kadar hıyanette bulunmuştur. Arap Birliğine gelince; Sudan'ın birliği üzerindeki komplocuların en barizi olması ve Sudan'ı bölen ve parçalayan analaşmaya yalancı şahitlik etmesi bir utanç ve rezillik olarak ona yeter. Tüm bunlardan sonra akıllı biri, bu kurumların bizim hayrımızı istediğini söyleyebilir mi?

مَّا يَوَدُّ الَّذِينَ كَفَرُواْ مِنْ أَهْلِ الْكِتَابِ وَلاَ الْمُشْرِكِينَ أَن يُنَزَّلَ عَلَيْكُم مِّنْ خَيْرٍ مِّن رَّبِّكُمْ "Ne Ehl-i Kitaptan kafirler ne de müşrikler Rabbinizden size bir hayrın inmesini istemezler." [el-Bakara 105]

Ey Sudan Halkı!

Amerika, hayatınızın ayrıntıları üzerindeki hakimiyetini pekiştirmektedir. Zira bunu, hükümetin hıyaneti ve siyasi ortam aracılığı ile yapmaktadır. Nitekim susmanız nedeniyle Güney Sudan'ı ayırmış, bunun ardından orada çalışmış ve bölgesel unsurlar temelinde genişletilmiş özerk yönetim (özerklik) yoluyla Darfur'un ayrılmasının zeminini hazırlayan Doha Anlaşması yoluyla Darfur dosyasına yapışmıştır. Dolayısıyla Güney Kardufan ve Mavi Nil Eyaletleri'ndeki savaşın devam etmesi amacıyla tedarik hatlarının açılması için şu an sizlere baskı uygulayan ve iddia ettiği üzere Kuzey ve Güney Sudan arasında askıda kalmış sorunları çözmek için arabuluculuk yapmaya çalışan da bizzat Amerika'dır. O halde geriye düşman Amerika'ya teslim etmediğimiz hangi meselemiz kaldı ki?!

هُمُ الْعَدُوُّ فَاحْذَرْهُمْ قَاتَلَهُمُ اللَّهُ أَنَّى يُؤْفَكُونَ "Düşman onlardır. Onlardan sakın. Allah onları katletsin (kahretsin)! Nasıl da döndürülüyorlar." [el-Munâfikûn 4]

Ey Müslümanlar!

Bu Sudan'da meydana gelenler, dünyada ve ahirette bir bir utançtır. O halde aklınızı başınıza alın, Rabbinize dönün, Allahu [Subhânehu ve Te'âla]'ya kulluk makamına yükselin ve bu politikacıları, İslam akidesinin esasına göre muhasebe edin. Zira onların, kanlarınıza ve diğer mukaddesatlarınıza olan yaklaşımı Batılı kafir efendileri içindir. Zira Resul (Sallallahu Aleyhi ve Sellem), şöyle buyurmuştur: « سَتَكُونُ أُمَرَاءُ فَتَعْرِفُونَ وَتُنْكِرُونَ فَمَنْ عَرَفَ بَرِئَ وَمَنْ أَنْكَرَ سَلِمَ وَلَكِنْ مَنْ رَضِيَ وَتَابَعَ » "Öyle yöneticileriniz olacak ki onları bileceksiniz ve terk edeceksiniz. Her kim tanırsa berî olur, her kim reddederse selameti bulur, velakin her kim de rıza gösterip tâbi olursa..." Bu yöneticileri ve politikacıları muhasebe etmekle birlikte Nifaşa ağacını kökünden kesmeye ve hayatınızı yeniden Nübüvvet Minhacı Üzere Raşidi Hilafet'in gölgesinde İslam esasına göre düzenlemeye dönük değişim için ciddi olarak çalışmaya devam ediniz. İşte çalışanlar, bunun için çalışsınlar.

وَقُلِ اعْمَلُواْ فَسَيَرَى اللّهُ عَمَلَكُمْ وَرَسُولُهُ وَالْمُؤْمِنُونَ وَسَتُرَدُّونَ إِلَى عَالِمِ الْغَيْبِ وَالشَّهَادَةِ فَيُنَبِّئُكُم بِمَا كُنتُمْ تَعْمَلُونَ "De ki: (Yapacağınızı) yapın! Muhakkak ki yaptıklarınızı Allah da resulü de müminler de görecektir. Sonra görüleni ve görülmeyeni bilen Allah'a döndürüleceksiniz de O size yapmakta olduklarınızı haber verecektir." [et-Tevbe 105]

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Şam'daki Ayaklanmayı Desteklemek İçin Beka'da Bir Gösteri Yapılmıştır

Hizb-ut Tahrir şebabı bugün, Beka bölgesinde katil taguta karşı Şam'daki ayaklananlara destek vermek amacıyla Cuma salahının akabinde bir gösteri düzenlemiştir.

Bine yakın gösterici, Cuma salahının ardından Saadnayel ve Tala Bay beldeleri arasında yürümüşler ve Esad rejiminin devrilmesine ve Suriye halkına destek vermeye dönük sloganlar atmışlardır.

Devamını oku...

Hain Yöneticiler, Sömürgeci Amerika'yı Korumak İçin Pakistan Silahlı Kuvvetleri İçerisindeki Muhlisleri "Temizlemeye" Çalışmaktadırlar

  • Kategori Pakistan
  •   |  

11 Şubat 2012'de, Pakistan gazeteleri ve televizyon kanalları, Askeri Mahkeme'nin Pakistan ordusu içerisindeki en verimleri subaylardan biri olan Tuğgeneral Ali Hân'ın yanı sıra diğer dört askeri subaylar hakkında işlem başlattığı haberini aktarmışlar ve gazeteler, işgalci Amerika'nın Pakistan'daki sorumluluğunu taşıyan ve Pakistan atmosferine nüfuz eden Amerika'nın 2011 Mayıs ayında Abbotabad'a askeri saldırıda bulunmasını sağlayan askeri liderliğin isteği üzerine Tuğgeneral Ali Hân'ın tutuklandığını bildirmişlerdir!

Haber raporları, bu subayın Pencap bölgesindeki mütevazi bir aileden olduğunu, askeriyeye 32 yıl hizmet verdiğini ve birçok altın madalya aldığını eklemelerinin yanı sıra Tuğgeneral Ali Hân ile görev yapan ordu subaylarının Ali Hân'ın, Kabileler ve Afganistan bölgelerindeki Müslümanlara yönelik haçlı kampanyasında Amerika ile olan ittifakın durdurulması için askeri liderliğe baskı uyguladığına tanıklık ettiklerini bildirmiştir. Nitekim bu baskının doruk noktası, eski Genelkurmay Başkanı General Müşerref'in Prestijli askeri bir kurum olan Quetta Kurmay Kolejinde açıkça meydan okuduğu sırada gerçekleşmiştir. Zira Müşerref burada, Amerika ile olan ittifakı muhasebe etmiş, aynı şekilde Amerika ile olan ittifakın "sınırlarının" açıkça bildirilmesini istemiş ve bu esnada Müşerref, kendisini savunmaya dönük bir kelime dahi etmemiştir. Birkaç hafta sonra Müşerref, şahsen terfiler için olan Askeri Şura'ya başkanlık etmiş ve Tuğgeneral Ali Hân'ın "Tümgeneral" rütbesine terfi etmesini reddetmiştir. Nitekim yargılanma anına kadar Tuğgeneral Ali Hân, Pakistan ordusu içerisindeki en kıdemli Tuğgenerallerdendi!.

Hizb-ut Tahrir / Pakistan Vilayeti, Tuğgeneral Ali Hân'a yönelik Askeri Mahkeme'nin uygulamaları bağlamında aşağıdaki noktaları hatırlatmak ister:

Birincisi: 2011 Mayıs ayında Amerikan kuvvetlerinin uyguladığı Abbotabad operasyonunun ardından [PR108/2011-ISPR] Ordu Basın Bilgilendirme Merkezi'nden yapılan askeri istihbaratların beyanına göre 05. Mayıs 2011'de kolordu komutanları bir toplantı yapmışlar ve "Benzer herhangi bir operasyonun gerçekleşmesi ve herhangi bir şekilde Pakistan'ın egemenliğinin çiğnenmesi halinde askeri/istihbarat düzeyinde Amerika Birleşik Devletleri ile olan işbirliğinin gözden geçirilmeye maruz kalacağı" kararı almışlardır. Buna rağmen 26 Kasım 2011'de Amerikan kuvvetleri ile NATO kuvvetleri benzer bir operasyon gerçekleştirmişler ve Pakistan hava sahasını ihlal etmişler ve 24'den fazla Müslüman askerleri katletmişlerdir. Kolordu komutanlarının kararı açısından olana gelince; 07 Şubat 2012'deki basın raporuna göre şimdiki Genelkurmay Başkanı Eşfak Pervez Keyâni, Afganistan'daki NATO ve Amerikan kuvvetleri için Pakistan üzerindeki tedarik hatlarının durdurulmasını beyan etme tepkisiyle sınırlı kalmıştır. Ancak 09. Şubat 2012'deki haberler, Amerika Büyükelçisi Kamerun Munter'in, Pakistan hava sahasının hala Batılı güçlerin tedariki için kullanıldığını vurguladığını ifade etmişlerdir. Buda Amerikan liderliğindeki Batılı güçlerin, Keyâni'nin açıklamasına rağmen kuvvetlerinin tedariki için hala Pakistan hava sahasını kullandıklarını kanıtlamaktadır! O halde Askeri Mahkeme'ye tabi tutulması gereken, Ali Hân gibi olan Tuğgeneraller midir yoksa Keyâni gibi olan Generaller midir?

İkincisi: NATO'nun, Kasım ayında yaptığı saldırıların ve 24 Müslüman askeri şehit etmesinin ardından Keyâni, öfkelerini dindirmek amacıyla silahlı kuvvetler içerisindeki muhlislerin gözlerine kum serpmeye başlamasının yanı sıra Amerika'nın uyguladığı insansız hava uçak saldırılarından dolayı Pakistan'ın öfkeli olduğunu ve uçakların hava sahasına nüfuz etmesini engelleyeceğini açıklamıştır. Burada soruyoruz: Keyâni, gerçekten Amerika'ya bu şekilde meydan okuyacaktı da o halde neden Abbotabad operasyonundan hemen sonra bu "cüretini" ilan etmedi? Yoksa onun bu konuşması, her zamanki halini yansıtmamakta mıdır? Zira bu konuşmayı, insansız hava uçaklarının hala Pakistan'daki Müslümanları katletmeye devam ettiğini, NATO saldırılarında onlarca kişinin hayatlarını kaybettikleri gibi insansız hava uçaklarının saldırılarında da binlercesinin hayatlarını kaybettiklerini bilmesine rağmen yapmıştır. Hakeza Keyâni, Amerika'nın Pakistan ordusu ile istihbarat yeteneklerini istismar etmeye devam etmesini sağlamakta olup buna yönelik bir kesinti ve inceleme de yapmamaktadır... O halde gerçekten Askeri Mahkeme'ye tabi tutulması gereken Tuğgeneral Ali Hân mıdır yoksa General Keyâni midir?

Üçüncüsü: 27 Ocak 20112de, Amerikan istihbarat subayı Raymond Davis, insansız uçakların saldırıları hakkında bilgi toplarken iki Pakistanlıyı katletmiş ve beraberinde uzun menzilli radyo, Küresel Yer Belirleme Sistemi (GPS), teçhizatlar ve hassas sitelere ait fotoğraf fihristi bulunmuştur. Ama Pakistan İstihbarat Servisi (ISI) Genel Müdürü General Ahmed Şuca Paşa'nın onayıyla, Pakistan'a ve egemenliğine yönelik açık komplolarına kayıtsız kalınarak Raymond David'in serbest bırakılması için anlaşmaya varılmıştır. Hatta bugün itibariyle Amerikan istihbarat yetkilileri ülkede serbestçe dolaşım hakkına sahiptirler. Burada soruyoruz: Gerçekten Askeri Mahkeme'ye tabi tutulması gereken kimdir? Tuğgeneral Ali Hân gibi olanlar mı yoksa insansız hava uçaklarının saldırıları için bilgi sağlamada Amerikan istihbaratı ile işbirliği yapan General Paşa gibi olanlar mıdır?

Dördüncüsü: Askeri Mahkeme'nin, Tuğgeneral Ali Hân'a yönelik uygulamaları, İslam topraklarındaki Amerikan politikaları çerçevesinde yapılmaktadır ki bu politikalar, Askeri liderlikteki hainler tarafından uygulanmakta ve silahlı kuvvetler, ümmetinin güçlü olmasını istemesinin yanı sıra Müslüman silahlı kuvvetler yoluyla Müslümanlar üzerinde hakimiyet kurmaya çalışan Amerikan nüfuzundan kurtulmak isteyen bütün Müslüman muhlis subaylardan "temizlenmektedir." Zira 24 Kasım 2008'de Arizona Fort Huachuca'da Ordu İstihbarat Merkezi Komutanı General Major John M. Custer, Washington Times Gazetesi'yle yaptığı röportajda şöyle bir açıklamada bulunmuştur: "Eski komutanlar bizleri sevmektedirler. Zira onlar, Amerikan kültürünü anlıyorlar ve bizim düşman olmadığımızı biliyorlar. Ancak onların güçleri yoktur." Yine Mart 2009'da Washington Post Gazetesi'nde Amerikan Merkez Komutanlığı Komutanı Orgeneral David Petraeus'un Danışmanı David Kilcullen'e ait şöyle bir açıklama geçmiştir: "Pakistan'da 173 milyon insan, 100 nükleer başlık ve Amerikan ordusundan daha büyük bir ordu vardır... Altı ay içerisinde Pakistan rejiminin çöküşünü görebileceğimiz bir aşmaya geleceğiz... Radikallerin ülkeyi ele geçirmesi, terörizme karşı savaşta yaptıklarımızın hepsini gölgede bırakacaktır." İşte bu Amerikan politikasından dolayı "ordu", İslam'a meyleden subaylardan "temizlenmektedir." Dolayısıyla bu, Şeyha Hasina'nın liderlik ettiği Bangladeş'te Amerikan ajanları ve Hindistan tarafından takip edilenlerin aynısıdır. Dolayısıyla da bu, İslam'ın yanında yer almalarının yanı sıra Amerika ve Hindistan ile ittifak kuran hain yöneticilerin karşısında duran onlarca muhlis subayların tutuklanması yoluyla yapılmaktadır. Ayrıca bu politika, Suriye'de on yıllar boyunca takip edilen aynı "temizleme" politikasıdır. Şu anda da Amerika, bu politikanın durmasına imkan vermemekte ve ajanı Beşar'ın, on bir ay boyunca ağır toplarla, tanklarla ve hava kuvvetleriyle halkına karşı açtığı savaşı izlemektedir. Burada soruyoruz: Bu yöntem, Amerika tarafından, kendisine bağlı kalmaları amacıyla ordu içerisindeki görev sürelerinin uzatılmasıyla mükafatlandırılan Keyâni ile Paşa'nın uyguladıkları aynı yöntem değil midir? Bu politika, Pakistan Silahlı Kuvvetleri'nin subaylarını, Amerikan yanlısı yapmak ve halklarına karşı Amerikan çıkarlarını korumak için değil midir? Halbuki bu subaylar, yabancı saldırılara karşı halklarını korumak için Allah'a yemin etmemişler midir? Yine bu politika, Keyâni ile Paşa'nın, bu fitne savaşanın Karaçi de dahil Pakistan'ın büyük şehir noktalarına genişlemesi için hazırladıkları bizzat Kabileler Bölgesinde uygulanan politika değil midir? Ayrıca Silahlı Kuvvetleri'nden ihraç edilmesi için muhlis bir subayın takip edilmesinin sebebi, Amerikan politikasına karşı olan cesur tutumunun etkili olması ve diğer subayların da benzer bir tutum sergilemeleri korkusu değil midir? O halde Askeri Mahkeme'ya tabi tutulması gereken, Tuğgeneral Ali Hân gibi olan muhlisler mi yoksa Keyâni ve Paşa gibi Müslüman Pakistan'a Amerikan nüfuzunu sokan hainler midir?!

Ey Pakistan Silahlı Kuvvetleri İçerisindeki Subaylar!

İyi biliniz ki Amerika, ümmet içerisindeki en güçlü kurum olan Müslüman Silahlı Kuvvetleri sayesinde bu köklü ümmet üzerinde hakimiyet kurmaya çalışmaktadır. Diğer taraftan o, ümmet içerisinde küresel muhlis siyasi bir parti olan Hizb-ut Tahrir'i yasaklamak ve ona sansür uygulamak yoluyla insanların saptırılmış olarak kalmalarını arzulamaktadır... Nitekim Hizb-ut Tahrir, ümmete karşı planları olan tüm sömürgeci güçler tarafından yasaklandığı gibi Orta Asya'da Rusya'nın, Pakistan, Bangladeş ve Arap ülkelerinde Amerika ile İngiltere'nin ajan kukla yöneticiler yoluyla yaptıkları gibi bu sömürgeci güçlere ajanlık eden yöneticiler yoluyla muhtelif Müslüman ülkelerde de yasaklanmıştır. Ancak tüm bunlara rağmen hizib, büyümüş ve tek bir liderlik altında kırk küsur ülkede çalışan küresel en büyük siyasi bir hizib haline gelmiştir. Silahlı Kuvvetleri içerisindeki muhlislerle yan yana olan Hizb-ut Tahrir, Allah'ın izniyle ümmeti sömürgeciliğe kölelik yapmaktan kurtarmaya muktedirdir.

Ey Pakistan Silahlı Kuvvetleri İçerisindeki Subaylar!

Elinizde var olan gizli gücü görmüyor musunuz? O halde Amerika Birleşik Devletleri, çıkarlarını korumak için size nasıl dayanabilir? Kindar Amerika'nın, gücünüzdeki tehdidi hissetmesinden dolayı orduyu muhlislerden "temizlemek" için çalıştığını görmüyor musunuz? Keyâni ile Paşa'nın, kalplerinizin ve akıllarınızın lisanı haliyle konuştuklarından dolayı Ali Hân gibi Tuğgeneralleri susturmak istediklerini görmüyor musunuz? Dolayısıyla Amerika'nın, paralı zayıf bir güce dönüştürmek istediği bu kurumdan korkmasının sebebi, sadece kendi çıkarlarını garantilemeyi düşündüğündendir. Dolayısıyla da Pakistan ile güvenliğine bakılmaksızın askeri kurumu, körü körüne Amerika'nın isteklerinin uygulayıcısı yapmak için çalışan Amerikan ajanları var olduğu sürece Tuğgeneral Ali Hân, zulme uğrayanların ilki olmadığı gibi sonuncusu da olmayacaktır.

O halde Amerika sizleri, halkınıza karşı kendisinin gardiyanlarına dönüştürmeye çalışırken sizler susacak mısınız? İçinizdeki muhlisler Askeri Mahkeme'ye tabi tutulup hainlere de terfileri verilirken sizler sessiz mi duracaksınız?

İçinizden bazılarınızın, kendileriyle birlikte olmanın külliyen zarar olduğunu bilmelerine rağmen sırf dünyevi kazançlarını gerçekleştirmek için hain yöneticiler ile kafir Amerikalıların yanında yer aldıklarını ve onları desteklediklerini biliyoruz. Ancak iyi biliniz ki; Allah'ın izniyle çok yakında Hilafet kurulduğunda ümmet tarafından hainlerle birlikte bu gibileri de cezalandırılacaklardır. Yine iyi biliniz ki; Allahu [Subhânehu ve Te'âla]'nın azabı, bu dünyadaki her türlü azaptan daha büyüktür. Zira Allahu [Subhânehu ve Te'âla], şöyle buyurmuştur:

فَأَذَاقَهُمْ اللَّهُ الْخِزْيَ فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَلَعَذَابُ الآخِرَةِ أَكْبَرُ لَوْ كَانُوا يَعْلَمُونَ "Allah onlara dünya hayatında zilleti tattırmıştır. Ahiretin azabı ise elbette daha büyüktür. Keşke bilmiş olsalardı." [Zümer 26]

Allahu [Subhânehu ve Te'âla], hak bir nusret için bağışladığı gücü kullanmaksızın susan geri kalanlarınızı da kıyamet günü hesaba çekecektir... Zira Allah'ın, Firavun'a itaat etmelerinde dolayı Firavun ile birlikte Firavun'un ordusunu da nasıl cezalandırdığını görmediniz mi? Yoksa sizler, cennetin ebedi nimetlerine karşı dünya hayatı ile zevklerine razı mı olacaksınız? Zira Allahu [Subhânehu ve Te'âla], şöyle buyurmuştur:

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ مَا لَكُمْ إِذَا قِيلَ لَكُمُ انفِرُواْ فِي سَبِيلِ اللّهِ اثَّاقَلْتُمْ إِلَى الأَرْضِ أَرَضِيتُم بِالْحَيَاةِ الدُّنْيَا مِنَ الآخِرَةِ فَمَا مَتَاعُ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا فِي الآخِرَةِ إِلاَّ قَلِيلٌ "Ey iman edenler! Size ne oldu da "Allah yolunda savaşa çıkın!" denildiğinde yere çakılıp kalıyorsunuz? Yoksa ahiretin yerine dünya hayatına mı razı oldunuz? Oysa dünya hayatının menfaati, ahiretin yanında çok azdan başkası değildir." [et-Tevbe 38]

Sonra içinizden birçoğu, düşmanların hezimetine ve Müslümanların nusretine özlem duymaktadır. Bu nedenle ey kardeşlerimiz! Artık Hilafet Devleti'ni kurması için Hizb-ut Tahrir'e nusret vermenin zamanı gelmiştir. Belki de Allahu [Subhânehu ve Te'âla], yakında Hilafet'in sizlerin eliyle kurulmasını sağlayacak ve böylece Allah, şerri ve batılı ortadan kaldıracaktır. Zira Allahu [Subhânehu ve Te'âla], şöyle buyurmuştur:

لِيُحِقَّ الْحَقَّ وَيُبْطِلَ الْبَاطِلَ وَلَوْ كَرِهَ الْمُجْرِمُونَ " (Bunlar), günahkarlar istemese de hakkı gerçekleştirmek ve batılı ortadan kaldırmak içindi. " [Enfal 8]

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Dengesini Kaybeden Fas Rejimi, Hizb-ut Tahrir Şebabına Yönelik Cürümlerini Haklı Çıkarmak İçin Yalanlar Üretmeye Başlamıştır

Rejimin, dengesini kaybettiğinin ve gelecek olan İslam'dan korktuğunun ilk işaretleri, İçişleri Bakanlığı'nın 04. Şubat cumartesi günü yaptığı şu açıklamasında görülmektedir: "Yargı polisine bağlı ulusal polis gücü, uluslararası boyuttaki terör örgütleri listesinde yer alan "İslami Hizb-ut Tahrir" adlı örgüte bağlı üç kişiden oluşan bir hücreyi dağıtmıştır."

Açıktır ki İçişleri Bakanlığı'nın, bildiriminde "hücre dağıtımı" ifadesini kullanması, ülkenin ve insanların güvenliğini tehdit eden silahlı askeri bir hücre gibi bahsedilmesi şeklindeki önerisinden dolayıdır. Bunu da özgürlükler, demokrasi ve reform süreci gibi iddialarının gölgesinde yaptığı iğrençliklerini ve dengesizliğini haklı çıkarmak için yapmaktadır. Zira o, hizbin, ülkenin güvenliğini tehdit eden ve risk altına sokan maddi sabotaj eylemler yapma niyetinde olduğu şeklinde insanları, gözlemcileri ve okuyucuları aldatmaya çalışmaktadır. Ayrıca İçişleri Bakanlığı, bu "maddi sabotaj eylemeleri" hakkında yaptığı açıklama sırasında, "Fas'ın birçok şehirlerinde, demokratik süreçteki etkinliğe şüpheyle bakan ve fitneyi tahrik eden birçok neşriyat dağıtılmıştır" şeklindeki aynı bildirimde kendi kendini yalanlamıştır. Zira İçişleri Bakanlığı'nın, kafir Batı'nın kucağından ithal edilen demokrasisine inanmayanları fitneyi tahrik etmek ve sabotaj eylemlerinde bulunmak için çalışıyor olarak görmesi bir alaydan ibarettir. Halbuki Hizb-ut Tahrir şebabının tek silahı, söz ve üstün fikri ve siyasi bir çalışmadır!!!

Ardından bunu, İçişleri Banklığı'nın insanların, okuyucuların ve gözlemcilerin akıllarıyla alay etmesi takip etmiştir. Zira o, ülkesi ve dini için yanıp tutuşan ülke vatandaşlarından bir Müslüman'a sırf Danimarka vatandaşlığına sahip olduğu için şüpheyle bakmıştır. Sanki Danimarka vatandaşlığına sahip olan herkes, belli bir süre yaşayıp yada yabancı ülkede okuyup sonra da ilmiyle ülkesine faydalı olmak için geri dönmüyormuş gibi ve sanki İçişleri Bakanlığı'nın mantığında şüphecilik ve güvensizlik yer etmiş gibidir!! Sadece bununla da kalmamış dahası İçişleri Bakanlığı'nın insanların akıllarıyla alay etmesi, hizbin Avrupa'nın desteğini aldığını bir kanıt olarak göstermesi boyutuna kadar ulaşmıştır!! Zira bildirimde şöyle geçmiştir: "Dağıtılan hücre elemanları, Fas'ın birçok şehirlerinde, demokratik süreçteki etkinliğe şüpheyle bakan ve fitneyi tahrik eden birçok neşriyat dağıtarak nihilist (felsefi) fikirlerinin propagandasını yapmak yoluyla Avrupa'da ikamet eden ve aynı örgüte bağlı olan aktivistlerden maddi destek almaktadırlar."

Dini için yanıp tutuşan bu Müslüman mühendisin tek suçu, neşriyatlar ve fikri kitaplar dağıtma niyetinde olmasıdır. Zira Elektronik Enval Gazetesi'nin yayınladığı haberde şöyle geçmiştir: "Kenitra güvenlik birimleri, bu Şubat'ın 3'ü Cuma günü akşam saat dokuz sularında "Necim-T" adlı bir vatandaşı İslamî Hizb-ut Tahrir mensubu olduğu suçlamasıyla tutuklamıştır." Enval bölgesine bağlı "Nesim-ul Bahr'da" ikamet eden sakinlerden birinin ifadesine göre tutuklamayı gerçekleştiren güvenlik birimleri, neşriyatların hizbin Dár-ul Baydâ'daki faaliyetiyle bir ilişkisi olabilir diye dağıtılma niyetinde olunan neşriyatların yanı sıra Takıyyuddin en-Nebhâni'nin kitaplarına el koymuştur. Nitekim Suçlanan kişi, Bi'ril Râmi'deki Nesim-ul Bahr'da ikamet etmekte olup 1975 doğumlu ve dört erkek çocuk babası olmasının yanı sıra Fas'a yerleşmeden önce yıllarca Danimarka'da medya mühendisi olarak ikamet etmiştir.

Fas rejiminin iddia ettiği demokrasi ve reform süreci işte budur. Zira o, rejime övgüler yağdırmayan ve onun sütunlarını pekiştirmek için çalışmayan herkesi hapse atmakta, tutuklamakta ve takip etmektedir. Ayrıca rejimden hoşnut olanlar, sadece onun gölgesinde yürüyen ve değişimin, makamın yükselmesi ve rejimin olduğu gibi kalmasıyla olacağını iddia edenlerdir ki buda; Batı ile fikrinin ülkemize egemen olması, Batı tarafından topraklarımıza ve servetlerimize el konulması, ülke halkımızın fakirleşmesi ve aşağılanması demektir.

Fas rejimi ve kuyrukları çok iyi bilsinler ki artık ümmet olduğu yerde saymamaktadır. Dolayısıyla korkutma, sindirme, saptırma ve yalan hususunda rejime yardımcı olmaya çalışanlar, artık hiç kimseyi aptal yerine koyamayacaklardır. Zira Müslümanlar, artık Hilafet Devleti'ndeki İslam'ı ister hale gelmişlerdir ve bu hususta da çok kararlıdırlar. Dolayısıyla hapis, iftira ve korkutma asla onları bundan vazgeçiremeyecektir. Hatta İçişleri Bakanlığı'nın, peygamberimizin doğum günü münasebetiyle 500 tutukluyu serbest bırakacağı söylentileri de bir fayda sağlamayacaktır. Zira ümmet, artık ne sakinleştiricilere nede yamalara razı olmaktadır. Bilakis ümmet, zulmün ve Batı hadaratının ortadan kalkıp onun yerine İslam'ın ve alemlerin Rabbinin şeriatının geleceği gerçek köklü bir değişim istemektedir.

Devamını oku...

"Sakın zulmedenlere meyletmeyin! Yoksa size ateş dokunur. Sizin Allah'tan başka dostlarınız yoktur. Sonra Nusret de bulmazsınız." [Hûd 113]

  • Kategori Tunus
  •   |  

Son zamanlarda, kırık ekonomiye dönük oturma ve protesto eylemleri artmaya başlamıştır. Hükümet de yaptığı birçok konuşmalarında, insanların biraz sabretmelerini, çalışması için hükümete fırsat vermelerini, protesto ve oturma eylemlerini yaymalarının ekonominin tekerleğine taş koyacağını, mühlet ve ateşkes talep etmelerini açıklamıştır. Gerçekten insanların ne için sabretmelerini istiyorsunuz ki?

İnsanlar, sömürgeci çevrelerin diktasıyla Bin Ali rejiminin belirlediği sonra da Bâci Kâid es-Sibsi'nin kabul ettiği bütçeyi benimsemiş olmanıza mı sabredecekler? Oysa bu bütçe, daha öncekiler gibi insanların işlerinin gözetiminde ve fakirlik, işsizlik ile üretim zayıflığı sorunlarının çözümünde başarısızlığı ve ihmali yansıtan korkunç bir bütçedir.

Yoksa insanlar, sömürgeci kafir Batı müdahalede bulununcaya ve insanları belli bir süreliğine susturmanız için size vaat ettiklerini verinceye kadar mı sabredecekler?

Oysa bizler sizlerin, Rablerinin kendileri için razı olduğu ve insanların da sizleri onun için seçtiği İslam'ın kerim tebasından olan insanların işlerini gözetmek için çalıştığınızı göremiyoruz. Bilakis onları, sömürgeci kafirlerin ayakları altında helak ettiğinizi görüyoruz. Aha işte seçilmişliğini ve meşruluğunu iddia ettiğiniz ilk Bakanınız ve hükümet başkanınız, sömürgeci kafirleri rahatlatan Davos Ekonomik Forumu için koşuşturmasının yanı sıra asla İslam ile de hükmetmeyecektir. Zira o, şöyle bir açıklamada bulunmuştur: "Ben, siyasi İslam adına yeni bir sisteme çağrılması gerektiğine kesinlikle inanmıyorum. Dolayısıyla ıstılahların seçiminde dikkatli olmalıyız. Nitekim bizler, demokratik rejimlerin ortaya çıkmasına neden olan özgür ve nezih seçimlere tanıklık ettik." Ardından aşağılık ve rezil bir dilenci gibi şöyle devam etmiştir: "Avrupa ve Amerika Birleşik Devletleri'ndeki dostlarımızın desteğine güveniyoruz. Zira Tunus, özellikle Avrupalılar olmak üzere komşularına açık olan bir ülkedir."

Ey Başbakan! Askerleri Müslümanların topraklarını kirleten, Müslümanların evlatlarından, kadınlarından ve çocuklarından on binlercesini katleden Amerika Birleşik Devletleri, gerçekten bizim dostumuz mudur? Ülkemize fitne fesat saçan ve Bin Ali'yi yönetimdeki son anına kadar destekleyen Fransa, gerçekten bizim dostumuz mudur? Hilafet Devletimizi yıkan, tek vücut olan ümmetimizin bedenini parçalayan ve mücrim Yahudi varlığını başımıza diken İngiltere, gerçekten bizim dostumuz mudur?

Ey Başbakan! Bizler senin, sömürgeci kafirlerin ayakları altında bizim boyunlarımıza binmek için büyük bir hızla Burgiba ile firari Bin Ali'nin helak olmuş yolunda ilerlediğini görmekteyiz. İşte sen bugün, Batı senden hoşnut olduğu için mutluluk duymaktasın. İşte sen bugün, insanların maişetlerini daraltan ve onların en verimli evlatlarını yabancı yatarım bahanesiyle sadece büyük şirket sahiplerine hizmet eder hale getiren ülkemizdeki ekonomi politikasının mimarı Uluslararası Para Fonu'nun (İMF) Başkanı "Christine Lagarde'nin" gelişinden dolayı mutluluk duymaktasın. Ayrıca Tunus, 14 Nisan 1958 yılından bu yana bu İMF'nin üyesi değil midir? O halde İMF bizlere, hayal kırıklığı ve sıkıntılardan başka ne kazandırdı ki? Sonra, devriye misyonları yoluyla yıllık olarak Tunus ekonomisini gözden geçirmekle birlikte ülkenin genel ekonomi tasarrufunu da gözden geçiren bu İMF değil midir? Ayrıca Bin Ali ülkeyi, ekonomik ve finansal alanda uluslararası kabul görmüş standartlara ve kurallara göre iyi tasarrufta bulunulmasına dönük üye devletlerin tepkisinin boyutunu izlemek ve bu devletlerin finansal sistemine kapsamlı bir incelemede bulunmak amacıyla 1999 ve 2000 yılları arasında İMF ile Dünya Bankası ortaklığında başlatılan "Teknik Özellikler ve Kurallar Girişimi" ile "Finansal Sektörü Değerlendirme Programı'nın" içerisine sürüklememiş midir? Oysa yağmacı Fon'a olan üyeliğimizden, yoksulluk, işsizlik, aşağılama ve aşağılanmadan başka ne elde ettik ki?

O halde ey başbakan! Genelde dünya özelde ise Müslüman ülkeler üzerinde sadece Amerika ile Avrupa'nın hakimiyetini sürdüren bu yağmacı Fon'un vesayetini bizim ve ülkemizin ekonomisinin üzerinden kaldıracak mısın? Yoksa sen, sadece ülkemizin gidişatını geçmişte resmedildiği üzere belirlemek ve tahakküm eden kapitalist rejimin değiştirilmemesini sağlamak için gelen küresel yağmacı şirketlerin simsarlarını tebessümlerle ve kucaklayarak mı karşılayacaksın?

Ey Başbakan! Sana, Allahuteala'nın şu kavlini hatırlatırız:

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لاَ تَخُونُوا اللَّهَ وَالرَّسُولَ وَتَخُونُوا أَمَانَاتِكُمْ وَأَنْتُمْ تَعْلَمُونَ "Ey iman edenler! Allah'a ve rasule hainlik etmeyin; (sonra) bile bile kendi emanetlerinize hainlik etmiş olursunuz." [el-Enfâl 27] Dolayısıyla Allah ve resulüne iman ve itaat etmek, mümin ile Allah ve resulü arasındaki bir ahittir. O halde Rabbinle olan ahdine hainlik etme, yoksa aşağılanmış olarak kalırsın. İyi bil ki emanet, Müslümanların durumlarını düzeltmede azim bir husustur ki böylece onun üzerinde istikrarlı olabilsinler yada bunu oluşturabilsinler. Nitekim Nebi [Sallallahu Aleyhi ve Sellem], bunun ortadan kaldırılması yada ihmal edilmesi hususunda uyarıda bulunmuştur. Dolayısıyla onun ortadan kaldırılması, Müslümanların işinin dağılması demektir. Dolayısıyla da her kim buna azmederse, Müslümanların işlerinin velayetinin gerçek sahibi işte o olur. Zira Müslümanların işlerinin velayeti, onlar için bir emanet ve nasihattir.

Ey Müslümanlar! Kurucu meclisin üzüntünüzü gidereceğini ve hükümetin de işlerinizi gözeteceğini iddia ederek aylar boyunca demokrasiyi beklemenizi sağladılar. Oysa sömürgecileri razı etmek amacıyla yüzlerini onlara çevirini, İslamınızı ve Kur'an'ınızı sırtlarının arkasına atanı, dahası ondan beri olanı iktidara getiren demokrasilerinin sahteliği artık sizin için ortaya çıkmıştır. Ayrıca düşmanınız olan sömürgeci kafirin yardımı dışında işlerinizi gözetmede aciz olanlar ile neredeyse sömürgeci kafiri dışarı atacakken tekrar onu ülkemize yerleştirenler de artık sizin için açığa çıkmıştır.

Ey Müslümanlar! Belanın başı ve zulmün temeli, sendeleyip duran bu korkunç kapitalist rejimdir. Zira şu anda onun, patlamasına ve çökmesine iki mızrak boyu hatta daha az bir zaman kalmıştır. Aha işte kapitalist rejimin halkları, onu inkar etmekteler ve onun ateşiyle yanıp kavrulmalarının ardından "Wall Street" işgaline çağrıda bulunarak yüzlerce şehirde ona karşı ayaklanmaktadırlar. İyi biliniz ki; temel nedenleri kökünden sökülüp atılmaksızın zulmün bazı görüntülerinin ortadan kaldırılmasıyla gerçek değişim asla meydana gelmeyecektir. Dikkat edin! Bencil kısmi taleplerle asla haliniz iyileşmeyecek, dahası sizleri bir araya getirmeyip parçalayacak, sizleri kaoslar içinde boğacak, bununla düşmanlarınız sevinecek ve aranızda tahrip edici fitneyi körükleyecektir. Böylece bir kez daha sizin üzerinize egemen olmak kolaylaşacaktır. Dolayısıyla bu gerçekleşen büyük olayların hala ülkemizde ve diğer Müslüman ülkelerde devam etmesi, gerçek kurtuluşun, azim bir yükselişin ve izzetin anahtarı olması gerektiği gibi zalim yöneticilerin alaşağı edilmesinin ve bazı acil bencil isteklerin gerçekleşmesinin sınırlarında da durmamayı gerektirmektedir.

Ey Müslümanlar! Sizleri, Amerika, Fransa ve İngiltere'nin dikte ettiği zelil ve aşağılık yöneticilerden geri kalan mücrim politikaları kaldırıp atmak, yöneticilerin avenelerinden olan bütün simgeleri alaşağı etmek, siyasî ve fikrî sömürgeciliğin kökünü Müslüman ülkelerden kazımak, düşmanlarımızla ilgili zalim tüm anlaşmaları ve sözleşmeleri bir kenara fırlatmak ve bunların yerine [azim Kur'an'ın anayasası olan] izzetli, yüce ve İman anayasasını getirmek için bizimle birlikte çalışmaya çağırıyoruz...!! Aksi taktirde bizim ve insanlık için kapitalizmin ateşinden ve onun ağırlığından kurtuluş yoktur. Dahası İslamî İktisat Sistemi de olan İslam Nizamı olmadıkça onurlu bir yaşam yada ihtiyaçların yeterliliği yada mutlu bir hayat da olmayacaktır.

Ey Müslümanlar! Hizb-ut Tahrir olarak sizlere sesleniyoruz; sizler, insanlığın efendisi Muhammed Aleyhi's Salatu ve's Selam'ın doğum yıl dönümü olan azim bir yıl dönümünün eşiğindesiniz. Zira bu yıl dönümü, Kisra'nın tahtının yıkılışı ile ateşinin sönüşünün, atalarınızı ümmetler arasındaki çöküntüden ve aşağılanmadan çıkaran ve sizleri insanlık için çıkarılmış en hayırlı ümmet olarak sarsılmaz aziz bir ümmet kılan azim İslam risaletinin, insanlara Allah'ın şeriatıyla hükmeden ve onların arasında adaleti yerleştirmesinin yanı sıra dünyanın dört bir tarafında hidayeti ve nuru yayan İslam Nizamı ile devletinin ve asırlarca küfre ve halkına üstün gelmenin yıldönümüdür.

وَلَوْ أَنَّ أَهْلَ الْقُرَى آمَنُواْ وَاتَّقَواْ لَفَتَحْنَا عَلَيْهِم بَرَكَاتٍ مِّنَ السَّمَاء وَالأَرْضِ وَلَـكِن كَذَّبُواْ فَأَخَذْنَاهُم بِمَا كَانُواْ يَكْسِبُونَ "O ülkelerin halkı iman edip ittikâ etselerdi üzerlerine semanın ve arzın bereketlerini yağdırırdık. Ancak yalanladılar ve bizde ettikleri yüzünden onları yakalayıverdik." [Arâf 96]

يا أَيُّهَا الَّذِينَ آَمَنُوا اسْتَجِيبُوا لِلَّهِ وَلِلرَّسُولِ إِذَا دَعَاكُمْ لِمَا يُحْيِيكُمْ وَاعْلَمُوا أَنَّ اللَّهَ يَحُولُ بَيْنَ الْمَرْءِ وَقَلْبِهِ وَأَنَّهُ إِلَيْهِ تُحْشَرُونَ "Ey iman edenler! Allah ve Resulü sizi size hayat veren şeye davet ettiği zaman icabet ediniz. Biliniz ki, Allah kişi ile onun kalbi arasına girer ve siz mutlaka onun huzurunda toplanacaksınız." [Enfal 24]

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER