Cuma, 16 Cumade’l Ûlâ 1447 | 2025/11/07
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

-Basın Açıklaması- Somali, Batı'nın Sömürgeci Müdahalelerini Artırmasına Değil Aslî Çözümlere Muhtaçtır

Somali'yle ilgili yapılan Londra Konferansı, geçen yirmi yıl boyunca süren başarısızlıklarının ardından Somali'ye yabancı sömürgeci çözümleri dayatmaya dönük başka bir girişim anlamına gelmektedir. Halbuki Somali, sadece İslam vasıtasıyla yeni bir gelecek ve istikrarlı bir hayat inşa etmeyi ümit etmektedir. Tabi ki üzerindeki zulüm ve kölelikten kurtulabilirse.

Hizb-ut Tahrir'in İngiltere Medya Temsilcisi Taci Mustafa, bugün, konferansla ilgili şöyle bir değerlendirmede bulunmuştur: "İngiltere hükümeti, "İngiltere için bir terör" tehdidi temsil ettiği bahanesini haklı çıkarmak için açılan savaşın paramparça ettiği fakir İslam ülkesinde istikrarı gerçekleştirmeyi amaçlayan Lancaster House'daki konferansa sadece iki yıldan beri ev sahipliği yapmaktadır. Bu Londra Konferansı, Afganistan çerçevesinde de yapılmıştı. Buna rağmen Batı müdahalesi hala ölüm getirmekte olup bu güne kadar da Afganistan'da istikrarı sağlayabilmiş değildir. İngiltere bugün bir kez daha Londra'nın ev sahipliğini yaptığı Somali'yle ilgili konferansta Somali'ye "istikrarı" getirmek üzere yardım etmeye hazırlanmaktadır. "

"Konferansta, Somali'de istikrarı sağlamak için devam eden dış müdahalelerin yıkıcı yöntemi hakkında hiçbir şey söylenmeyecektir. Nitekim 2007'den bu yana Somali'ye yirmiye varan Amerikan saldırısı olduğu gibi bir felaket olan " Umut Yenileme Operasyonunun" yapılmasının yanı sıra 2006'da da on yıllardan beri ilk defa Somali'de barış ve istikrar dönemini gerçekleştiren İslam Mahkemeleri Birliği'ne Amerika ile İngiltere'nin desteklediği Etiyopya saldırısı gerçekleşmiştir."

"Amerika ve İngiltere hükümetleri, Müslümanların ölmesine ve katledilmesine yol açan yabancı işgali desteklemek yoluyla Somali'yi istikrarsızlaştırmak için yardımlaşmaktadırlar. Çünkü bu hükümetler, hem Somali'nin önemli deniz yollarını denetleyen, henüz işlenmemiş kaynaklara sahip olmakla birlikte Afrika'nın en uzun ikinci sahil şeridine de sahip olan stratejik bir konuma sahip bir ülke olarak devam etmesini hem de kendi hakimiyetleri dışında kalmasını kabul etmemektedirler."

"Kapitalist devlet olmaları vasfıyla Amerika ile İngiltere'nin gelişmekte olan (üçüncü) dünya ülkelerindeki ortak çıkarları, İngiliz İmparatorluğu günlerinde olduğu gibi doğrudan askerî müdahalelerin kullanılması da dahil ekonomik ve siyasî kazanımlar adı altında bölge halklarına boyun eğdirmektir."

"Geçen yirmi yıl boyunca, Batılı başkentler tarafından Somali'ye dayatılan bütün çözüm girişimleri başarısız olmuştur. Dolayısıyla İnsanlar, maddî çıkarından önce insanların maslahatlarını düşünen İslam Devleti'ni kurmadıkları sürece bölgenin Batı sömürgeciliğinden kurtulması imkansızdır. Tarihî açıdan olana gelince; bölgedeki bütün etnik guruplar için istikrarı ve barışı sağlayacak ve insanları yoksulluk ve zulümden kurtaracak olan sadece İslam Nizamı'dır. Bugün İslam dünyası, yirminci yüz yılla karakterize olmuş Batılı sömürgecilerin bekçiliğini yapan tagutlara ve despotlara karşı gerçek tarihî bir ayaklanma yapmaktadır. Bugünkü konferans ise İslam dünyasındaki hakimiyetini korumaya çalışan İngiltere için umutsuz başka bir örnek olacaktır. Somali'deki bütün kardeşlerimizi ve bacılarımızı, bu girişimleri reddetmeye davet ettiğimiz gibi gerçek muhasebeye boyun eğecek bir hükümet ile bölgenin servetlerini insanlara geri iade edecek olan bir sistemi getirecek ve Afrika Boynuzu'nu gelişim ve refah yolunda ilerletecek olan İslamî Hilafetî kurmak için çalışmaya da davet ediyoruz."

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Ey Gururlu Şam Halkımız... Sabrediniz, Sebat Gösteriniz ve Hilafet'e Kadar Ayaklanmanızı Beyan Ediniz Zira Rezil ve Utanç Verici Birlik, Katil Beşar'ın Ortağıdır Ne Kadar da Kötü Davranıyorlar

Ey Şam halkı ve ey Allah'ın yoluna bağlanan halk, Allah için cömert davrandınız. Zira tagut ve zebanilerine karşı dayanmada ve sebat etmede örneklerin en güzelini gösterdiniz. Şüphesiz Allah, sizlere nusret verecek ve kafirler ile avenelerini de rezil edecektir. Bizler, Kenane topraklarından sizleri destekliyor, çevrenizde dönüyor ve sizlere Rabb-ul İzze'nin şu kavliyle sesleniyoruz: إِنَّ اللَّهَ اشْتَرَى مِنَ الْمُؤْمِنِينَ أَنْفُسَهُمْ وَأَمْوَالَهُمْ بِأَنَّ لَهُمُ الْجَنَّةَ "Muhakkak ki Allah, müminlerin canlarını ve mallarını cennet karşılığında satın almıştır." [et-Tevbe 111] Aha şimdi sizler, Allah yolunda canlarınızı feda etmektesiniz. O halde Allah'ın dışındaki birine meyletmeyiniz. Zira O, nusretiyle sizleri destekleyecek, kafirleri rezil edecek ve mümin kavmin göğsüne şifa verecektir.

Hizb-ut Tahrir / Mısır Vilayeti olarak bizler, kafir Batı'yı razı etmek amacıyla katliamını artırması için Beşar'a mühlet veren ve "rezil ve utanç verici bir birlik olan" Arap Birliğine yönelerek ona dayananlara ve hiç utanmadan Suriye'deki kanların akmasını seyreden dünyaya da deriz ki:

"Kehanetinizde hüsrana uğrayacaksınız. Zira çocukları, kadınları ve yaşlıları katletmede daha da ileri gitmesi için Beşar'a verdiğiniz mühlet hiçbir fayda sağlamayacak ve selefleri Bin Ali, Mübarek ve Kaddafi gibi bu tagutta devrilecektir.

Ümmet, hiçbir zaman size umut bağlamamıştır. Bize söyleyin Allah aşkına! Ne zaman meselelerinizden tek birini dahi çözebildiniz? Ne zaman kararlarınızın kayda değer bir etkisi oldu? Filistin'e, tavizden başka bir şey verebildiniz mi? Zira Filistin'i helak edip ucuz bir şekilde Yahudilere teslim etmediniz mi?!!! Dahası Filistin ve Lübnan'da Yahudilerin katlettiği kadınlara, çocuklara ve yaşlılara yada Irak'ta Amerikalı ve İngilizlerin katlettiklerine bir şey yapabildiniz mi? Libya ve Yemen'de, size kurulan komplolardan başka bir rolünüz var mı?

Suriye'de meydana gelenlere karşı aylarca sessiz kalmanızın ardından bir arpa boyu kadar bile yol alamadınız. Zira gözlemcilerinizi gönderdiniz, ardından onları hayal kırıklığı ve başarısızlık kuyruklarında sürüklenmeye ittiniz ve bugün de Arap Birliği Barışı Koruma Gücünden bahsediyorsunuz. Koruyacağınız bu barış, hangi barış acaba?! Hem kendinizi hem de sizinle birlikte yürüyenleri hayal kırıklığına uğrattınız. Bizler, sizin hakkınızda hüsnü zan beslemiyor ve sizleri kamuya havale ediyoruz. Zira sizler, İslamî Hilafet'i kurarak İslamî hayatın yeniden başlaması için çalışmayı engellemek amacıyla ümmete karşı açtıkları savaşta ümmetin düşmanlarıyla ortak oldunuz. Ancak şahitlerin şahitlik edeceği o günde Rabbinizin hesabından kurtulamayacaksınız. Ayrıca ümmet, küfür beldelerinde efendilerinize hizmet eder bir şekilde kendisiyle oynamanıza izin vermeyecek bilakis sizleri tarihin çöplüğüne kaldırıp atacaktır. "

إِنَّا لَنَنْصُرُ رُسُلَنَا وَالَّذِينَ ءَامَنُوا فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَيَوْمَ يَقُومُ الأَشْهَادُ "Muhakkak ki resullerimize ve iman edenlere hem bu dünya hayatında hem de şahitlerin (şahitlik için) kalkacakları günde nusret vereceğiz. [Ğâfir/Mu'min 51]

Devamını oku...

Arap Ülkelerine Demokrasi ve Laiklik Taşımak, Sözde Baharı Kara Kışa Çevirmektir!

  • Kategori Türkiye
  •   |  

Devrim sonrası Tunus Meclisi'nde konuşan ilk Cumhurbaşkanı sıfatıyla Abdullah Gül, Tunus kamuoyuna hitabının neredeyse her cümlesinde "demokrasi" vurgusu yapmaktan kendini alamadı. Daha önce Başbakan Erdoğan'ın Mısır ve Libya ziyaretinde tepkiyle karşılanan "laiklik" vurgusu gibi Cumhurbaşkanı'nın bu ısrarı da Müslümanlar nezdinde beyhudedir. "Tunuslu genç ve aydınların kıvılcımını yaktığı bu devrim de, Batı Avrupa ve Amerika'da cereyan eden birinci demokrasi dalgası, 1989'dan sonra Doğu Avrupa ve Latin Amerika'da yaşanan ikinci demokrasi dalgası gibi tarihteki yerini alacaktır" diyen Cumhurbaşkanı Gül'ü azimli bir demokrasi taşeronu haline getiren faktör nedir acaba?

Üstelik Cumhurbaşkanı Gül, Arap Baharı'nı Avrupa'daki devrimlere benzeterek Arap alemindeki gelişmeleri doğru okuyamadığını da göstermiş oldu. Asıl dehşete düşüren analizi ise şu sözlerinde saklıydı: "Heyecan duyuyorum; çünkü bu Meclis bölgemizde her türlü bedeli ödemek pahasına büyük bir özgürlük, hak, adalet ve onur mücadelesi veren tüm kardeş halkların yüzünü çevirdikleri bir demokrasi mabedidir." Herkesçe malumdur ki mabed tapınma yeri demektir. Müslümanların mabedleri de bellidir ve Allah Subhânehu'ya ibadet ettikleri yerlerdir. Tunus bir mabed ise, tapınılan mabud ne olmaktadır? Tunus küfrün mabedi değil, asırlarca Hilâfet'in gölgesinde ilmi ve takvasıyla meşhur olmuş İslami bir beldedir.

Cumhurbaşkanı Gül yine, Tunus'taki demokratikleşme sürecinin, halen devam eden Mısır, Libya, Yemen ve Suriye'ye, hatta tüm Araplara, tüm Müslümanlara, tüm insanlara ilham kaynağı olacağını iddia ederek bu ülkelerde insanların derdinin hiçbir zaman demokrasi olmadığını, Irak ve Afganistan'da görüldüğü gibi zorla da dayatılamadığını, aksine yalnızca İslam'ı arzuladıklarını görememiştir. Nitekim Tunus ve Mısır'da iktidara gelenler, sırf İslami kimliklerinden dolayı halktan oldukça yüksek oylar almışlardır. Aynı durum Cumhurbaşkanı'nın partisi AKP için de geçerlidir. Üstelik Cumhurbaşkanı, demokrasiyi seçimlerle eşdeğer tutarak dar ve soyut bir tanımla ele almış, bu küfür nizamını İslam'la bağdaştırma gafletine düşmüş, Tunus'taki yeni anayasa çalışmalarını da bu çerçevede değerlendirmiştir.

Demokrasi, insan-yapımı kanunlarla insanları yönetme nizamıdır. Küresel çapta kanun koyan/dayatan sömürgeci Batılı devletler olduğuna göre, bugün demokrasiyi savunmak sömürgeciliği savunmakla eşdeğerdir. Siyasi yönden böyledir. İslami yönden ise şöyledir: İslam, insanların kula kulluktan Allah'a kulluğa yükseltilmesini emreder, bunun için kendisine özgü hayatın tüm alanlarını kuşatan hükümler, kanunlar ve çözümler koyar.

Şu halde Allah [Subhânehu ve Te'alâ]'nın Kur'an ve Sünnet'te apaçık ortaya koyduğu İslami İdeoloji Kıyâmete kadar varlığını sürdüreceğine göre, geçerliliğini ve her çağda insan fıtratına uygun, aklını ikna eden ve kalbine güven veren vasfını koruyacağına göre, bundan yüz çevirip başka hükümler, kanunlar, çözümler aramak her Müslümana haramdır. Sömürgecilik ise nüfuzu ve yol açtığı küresel felaket açısından bakıldığında da tek kelimeyle insanlık dışıdır. Buna rağmen Cumhurbaşkanı Gül, çok daha ileri gidip "İslam ile demokrasi, bölgenin sosyo-kültürel dokusu ile modernite bağdaşmaz" sözünün oryantalist bir hurafe olduğunu söyleyerek sadece demokrasiye dar bir bakışla bakmakla kalmayıp İslam'a da kör bir gözle baktığını göstermiştir. İslam ile demokrasinin bağdaşabileceğini söyleyen akıl sahibi bir kimse art niyetli değilse, ya İslam'ı tanımıyordur, ya demokrasiyi tanımıyordur, ya da ikisinden de bîhaberdir.

Afganistan ve Irak'ı işgal edip oraları harabeye çevirerek Müslümanlara zorla demokrasi dayatamayacağını gören Sömürgeci Kafirler, başarısız kaldıkları bu sopa politikasını, taşeron yöneticiler eliyle yeni tür bir havuç politikasına çevirmişlerdir. Cumhurbaşkanı Gül ve Başbakan Erdoğan bu politikaya hizmet etmek, Arap baharını kışa çevirmek, Müslümanların zillet ve hezimet sürecini daha da uzatmak için mi Arap ülkelerine demokrasi ve laiklik taşıma işini yüklenmişlerdir? Bu yöneticiler Batı'ya kulak vereceklerine Rasulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'e kulak verseler ya!

مَنْ كَانَ يُؤْمِنُ بِاللهِ وَاليَوْمِ الآخِرِ فَـــلْــيَقُـــلْ خَيْرًا اوْ لِيَصْمُتْ  "Her kim Allah'a ve Âhiret Günü'ne iman ediyorsa, ya hayrı (İslam'ı) konuşsun, ya da sussun!"

Devamını oku...

Gecenin Zifiri Karanlıklarından Sabahın Şafak Aydınlığına Çıkarken 3 Mart

  • Kategori Türkiye
  •   |  

Genel olarak İslâm ile Küfür, özel olarak İslâm Âlemi ile Batı Dünyası arasındaki ideolojik çatışmanın bir aşaması olarak Osmanlı Hilâfet Devleti'nin yıkılması ile birlikte, Müslümanlar ölümcül bir yenilgiye ve on yıllar boyunca sürecek elîm bir ıstıraba uğratılmakla kalmıyor, dahası Batılı Kapitalist ideoloji tüm çirkefliği ve iğrençliği ile Sömürgeci küresel hâkimiyetini îlân etmiş oluyordu.

Avrupa'da, Amerika'da, Ortadoğu'da, Türkiye'de ve dünyanın neredeyse tüm bölgelerinde insanların mutsuz, huzursuz, halinden şikâyetçi olduğuna, ülkelerindeki yönetimlerden nefret ettiklerine şahit oluyoruz. Kapitalizmi lanetlediklerine, demokrasiyi benimsemediklerine, sözde büyüdüğü iddia edilen ekonominin refahını hissetmediklerine, geleceğe ilişkin ümitlerinin kırıldığına, toplumsal kaosların ve krizlerin acısını en yakınlarına kadar gördüklerine şahit oluyoruz.

Her tarafta insanlar ayaklanıyor, protesto gösterileri düzenliyor, sesini yükseltiyor, öfkesini ve acısını haykırıyor. Yazılı, işitsel ve görsel medya araçlarının zevahiri kurtarmak namına yürüttüğü toplum mühendisliği projelerine ve duyguları deşarj operasyonlarına artık kanmıyor. Bütün dünya, insan fıtratına aykırı, sahih akıldan mahrum, duygusunu yitirmiş devlet yapılarından kurtulmak istiyor artık.

Toplumların yaşadığı kaosa birkaç bildik örnek verelim: Adalet Bakanlığı tarafından açıklanan istatistiklere göre, Türkiye'de kadın cinayetlerinde 2002'den 2009'a kadar %1.400 oranında artış olmuştur. Türkiye'de her 4 çocuktan 1'i aile içi cinsel istismara uğramaktadır. 2000 yılı itibariyle Türkiye'de 25 yaşın üzerinde okuma yazma bilmeyen kişi sayısı 5 milyon 801 bin!

Komünist ideolojinin yıkılmasından sonra kendi başına kalan Kapitalist ideolojinin alternatifsiz olduğu, krizler sonucu tıkandığı durumlarda yine çözümü Kapitalizm içinde aramak gerektiği, toplumsal ve siyasal sorunların Kapitalist fikirler olan demokrasi, insan hakları, özgürlükler, liberal ekonomi gibi sözde değerlerin eksikliğinden kaynaklandığı vs... sürekli pompalanıyor.

Şu anda artık, gerçek anlamda ne bir devletlerarası düzen vardır, ne de böyle bir düzenin mevcut güçler tarafından kurulabileceğine dair bir emare vardır. Şimdiki durum, tek kelimeyle kaostur! Sayıca ve teçhizatça az bir direniş karşısında başarı kazanmaktan âciz kalan bir Amerika, parçalanmışlık ve ulus-devlet belâsından kurtulamamışlığın sonucu olarak bir türlü siyâsî-askerî bir birlik vasfı kazanamamış bir Avrupa ve bünyesindeki İngiltere ve Fransa, eski imparatorluk günlerinin özlemiyle kıvranan bir Rusya, Batılı şirketlerin istilası altında balon gibi şişen bir Çin... ne de bir başka güç, artık dünyayı düzene getiremez. Hepsi de sömürgeci olan bu devletlerden zulümleri ve eziyetleri kaldırmaları beklenemez. Suriye örneğinde açıkça görüldüğü gibi Birleşmiş Milletler'inden NATO'suna Arap Birliği'nden İslâm Konferansı Teşkilatı'na kadar... Sömürgeciliğin hizmetinde oldukları, mazluma karşı zâlimin tarafında bulundukları âşikâr olan tüm devletlerarası ve bölgesel kurumlara da hiçbir ümit bağlanamaz.

Dünyanın en kritik jeostratejik coğrafyasının kadîm sâkinleri ve sahipleri olan Müslümanlar, mahrum oldukları siyâsî liderliğe yine kavuştukları, yeniden ayağa kalktıkları, yeni bir çığır açtıkları an, hiç kuşkusuz insanlık Küfrün karanlıklardan İslâm'ın aydınlığa çıkacak, yepyeni bir dünya düzeninin temelleri atılacaktır.

Muhakkak ki İslam, hayatın tümünü kapsayan mükemmel çözümleriyle, tüm insanlığı küfrün karanlıklarından İslam'ın aydınlığına çıkaracak yegâne sahih ideolojidir. Hiçbir Müslüman bugün inkâr edemez. Müslümanların takıldığı nokta, günümüzde Kapitalist ideolojinin böylesine egemen, böylesine güçlü olduğu bir dünyada İslami ideolojinin yeni bir alternatif siyasi liderlik olarak ortaya çıkıp çıkamayacağı meselesidir. Yoksa İslam'ın eksiksiz, tastamam, kusursuz olduğu hususunda hiçbir sahih Müslümanın en ufak şüphesi yoktur.

Oysa hakikatte bu bir çelişkidir. Hem İslam'ın mükemmel olduğuna inanacağız, hem de bugün hayata hâkim olmaktan aciz kalacağına inanacağız. İşte bu çelişki, beraberinde Kapitalizm gibi İslam'a aykırı ideolojilere, demokrasi gibi fikirlere, uzlaşma gibi çözümlere teslim olma acziyetini doğurmuş, İslam Ümmeti'ni İslam'dan uzaklaştırıp İslam düşmanı sömürgecilerin kucağına sürüklemiştir. İşte bu acziyete, bu helake sürüklenişin kırılma noktalarından biri, Rasulullah (SallAllahu Aleyhi ve Sellem)'in ifadesiyle Müslümanların kalkanı olan Hilâfet'in zamanın sömürgeci süper güçlerinin projeleri doğrultusunda 3 Mart 1924 günü Türkiye'de kaldırılmasıdır.

İşte Hizb-ut Tahrir sizlere sesleniyor, Ey Müslümanlar!

İslam'ın izzet ve azametini yeniden kuşanması, Müslümanların yeniden kuvvet ve heybete kavuşması, İslam Ümmeti'nin yeniden "insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmet" konumuna ulaşması, ancak ve sadece İslami hayatı yeniden başlatmak üzere Raşidi Hilâfet Devleti'nin yeniden kurulmasıyla mümkündür.

Irak ve Afganistan direnişleriyle yenilmez sanılan kâfir orduları perişan edip rezil bir hezimete uğratan, Arap baharıyla korku duvarlarını yıkan, devrilmez sanılan diktatörleri deviren, hiçbir kınayıcının kınamasından sakınmaksızın her yerde hak sözü haykıran İslam Ümmeti, Hilafet'i Allah'ın izniyle kurmaya ehil ve muktedir olduğunu göstermiştir. Tüm kara propaganda kampanyalarına, zalim rejimlerin katliamlarına, zorba demokrasilerin tutuklama ve sindirme operasyonlarına, ekonomik ilerleme adı altında aldatma çabalarına, medya araçlarının, sivil toplum kuruluşlarının ve kanaat önderlerinin sistem içi çözümlere teşvik eden saptırmalarına rağmen, Müslümanlar içerisinden geçtiğimiz bu zifiri gece karanlığını yırtacak şafağın aydınlık ışıltısını sabırsızlıkla beklemektedir. Ve Allah Subhânehu ve Tealâ şöyle buyurmuştur:

فَانتَقَمْنَا مِنَ الَّذِينَ أَجْرَمُوا وَكَانَ حَقًّا عَلَيْنَا نَصْرُ الْمُؤْمِنِينَ "Cürüm işleyenlerden mutlaka intikam almışızdır. Zaten mü'minlere nusret (zafer) vermek de üzerimize bir hak (borç) olmuştur." [er-Rûm 47]

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Hizb-ut Tahrir Şebabatı, "Gerçek Bir değişime Davet-Geleceğimiz Hilafet'tir" Başlığı Altında Hilafet Devleti'nin Cihazlarını Sunmak Amacıyla Lahor'da Bir Konferans Düzenlemişlerdir

03. Mart 1924'de Hilafet Devleti'nin yıkılışının yıldönümü münasebeti ile Müslüman ülkelerdeki ayaklanmaları desteklemek için  Hizb-ut Tahrir şebabatı, "Gerçek Bir değişime Davet-Geleceğimiz Hilafet'tir" başlığı altında Lahor'da bir konferans düzenlemişlerdir. Hizb-ut Tahrir şebabatı, insan yapımı bütün rejimlerin başarısızlığı ve insanlığın yeni bir hayat sistemini araştırmaya ihtiyacı olduğu konusunu ele almışlar, İslam'ın insanlığın karşı karşıya kaldığı siyasî, ekonomik ve içtimai sorunları nasıl çözeceğini açıklamışlar ve İslam ümmetinin, Pakistan, Türkiye, Irak ve Mısır gibi dünyanın en uzun nehri ile en iyi tarım arazileri de dahil petrol, kömür, doğalgaz, altın, gümüş ve uranyum gibi zengin doğal ve insan kaynaklarına sahip olduğunu vurgulamışlardır. Ayrıca Süveyş Kanalı, Hürmüz Boğazı ve Bâb el-Mendeb Boğazı gibi önemli deniz ticaret yollarının Müslüman ülkelerinden geçtiğini de vurgulamışlardır.

Konuşmacılar; ümmetin şu andaki ihtiyacının, ajan yöneticilerin ve kafir kapitalist rejimin alaşağı edilmesinde ve Hilafet Devleti'nin olduğu tek bir devletin gölgesinde İslam'ın tatbik edilmesinde gizli olduğunu ve böylece ümmetin durumunun iyileşmesi için devasa doğal ve insan kaynaklarından faydalanılacağını söylemişlerdir. Yine konuşmacılar; Müslümanların İslam'ı hayatlarında yaklaşık 1300 yıl kamil bir şekilde tatbik etmelerine rağmen bu tatbikin sadece üç kıtayla sınırlı kalmadığını bilakis aynı şekilde siyaset, ekonomi, öğretim, tıp ve bilim alanlarında da insanlığı kalkındırdığını ve İslam'ın doğru ve kapsamlı olmasından dolayı da tüm insanların sorunlarını çözdüğünü söylemişlerdir.

Ayrıca konuşmacılar şunu da eklemişlerdir; ümmet, kafirlerin koyduğu sınırları ortadan kaldırmak ve ardından da İslam'ın hayatta kamil bir şekilde tatbik edilmesi için Müslümanları Hilafet rayesi altındaki tek bir devlet altında birleştirmek yoluyla geçmişteki görkemlerine tekrar geri dönebilecek olmasının yanı sıra bizim geriye tek bir seçeneğimiz kalmıştır ki o da ümmeti gerçek değişime yönlendirmektir. Yine konuşmacılar; ümmetin, tüm dünyayı Hilafet'in kurulması yoluyla İslam'ın kapsamlı bir şekilde tatbik edilmesine çağırdığında, sanayi tarihinde önemli bir döneme tanıklık edeceğimizi ve bu hedefin gerçekleşmesi için uluslararası düzeyde Müslüman kadınların da paylarının olduğunu ve bu nedenle de Pakistan'daki kadınların, bacılarının izinde yürümeleri ve bu mücadeleye katılmaları gerektiğini söylemişlerdir.

Konuşmacılar; konferansın sonunda katılımcı kadınları, Hilafet Devleti'ni kurmak amacıyla çalışmak için Hizb-ut Tahrir'e katılmaya davet etmişlerdir.

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Ümmü Derman İslam Üniversitesi'ndeki Hizb-ut Tahrir Şebabı, Suriye Rejimi Tarafından Halkımıza Dönük Uygulanan Baskı ve Katliamı Protesto Etmek Amacıyla Hartum'daki Suriye Büyükelçiliği Önünde Toplanmışlardır

Ümmü Derman İslam Üniversitesi'ndeki Hizb-ut Tahrir / Sudan Vilayeti şebabı, Fatihab'daki üniversite öğrencilerine bir hitapta bulunmuşlar, ardından da bütün öğrenciler Suriye'deki halkımızla birlikte olduklarını ve mücrim Beşar rejiminin sadece Allah'a iman edip değişimin kaçınılmazlığına inanan savunmasız halkımıza karşı işlediği katliamları reddettiklerini ifade etmek amacıyla Hartum'daki Suriye Büyükelçiliği'ne doğru ilerlemişlerdir. Nitekim konuşma, İslam ümmetinin birliği, bizleri ve Suriye'deki kardeşlerimizi birleştirecek olanın azim İslam'ın olduğu ve onlara isabet edenlerin bizlere de isabet ettiği üzerinde yoğunlaşmıştır. Nebi [Sallallahu Aleyhi ve Sellem], ne kadar da doğru söylemiştir:المُسْلِمُونَ تَتَكَافَأُ دِمَاؤُهُمْ وَيَسْعَى بِذِمَّتِهِمْ أَدْنَاهُمْ، وَيَرُدُّ عَلَيْهِمْ أَقْصَاهُمْ، وَهُمْ يَدٌ عَلَى مَنْ سِوَاهُمْ "Müslümanlar kanlarında birbirlerine denktirler, en alttakiler verdiği emana bağlı kalırlar, en üstekilerde onlara icabet ederler ve onlar kendileri dışındakilere (düşmanlarına) karşı tek yumrukturlar." Dolayısıyla bizim şeri vacibimiz, Suriye'deki kardeşlerimize yardım etmek olup yapılabileceklerin en küçüğü ise Hartum'daki Suriye Büyükelçiliği önünde protesto etmek için toplanmak yoluyla sesimizi dünyaya duyurmaktır.

Şebab, Büyükelçiliğe ulaştıklarında tekbir ve tehliller getirmişler ve aşağıdaki şekilde sloganlar atmışlardır:

"Birdir, Birdir, Müslümanların Kanı Birdir", "Şam Halkı Vaat Edildikleri Hilafet İle Nusret Bulacaklardır", "Allah'tan Başka İlah Yoktur ve Hilafet Allah'ın Vaadidir" ve benzerleri...

Ardından Müslüman ülkeler ile duygularının birliğine ve Sudan halkı ile Suriye halkını birleştirecek olanın azim İslam ideolojinsin olduğuna vurgunun geçtiği bir mektup okunmuştur. Ancak konuşmacı sözlerini bitirmeden önce polis güçleri, bu eylemi yasaklayan unsurların olduğu gerekçesiyle konuşmanın tamamlanmasını engellemişlerdir.

Hizb-ut Tahrir / Sudan Vilayeti olarak bizler, hükümet tarafından bu meşru amele karşı gösterilen bu davranış karşısında deriz ki:

Müslümanlara baskı yapılması ve onların Suriye'deki kardeşlerine yardım etmelerinin engellenmesi, Sudan'daki bu rejimin, son nefesini vermek üzere olan Suriye'deki mücrim rejimin mayasından olduğunu göstermektedir. Allah'ın izniyle yarın, zalimlerin de devri son bulacak ve kendi halklarına düşmanlık ve zorbalık eden dahası onların boğazlarına silah dayayan tüm bu rejimler yıkılacaktır.

Bizler, Müslümanların dünyanın dört bir tarafındaki Müslümanlara yardım edecek olan Raşidi Hilafet'in gölgesi altında İslam'ın kokusunu teneffüs edecekleri şafağın yaklaştığından kesinlikle eminiz.

وَسَيَعْلَمُ الَّذِينَ ظَلَمُوا أَيَّ مُنْقَلَبٍ يَنْقَلِبُونَ "Zulmedenler, nasıl bir yıkılış ile yıkıldıklarını çok yakında bileceklerdir." [eş-Şu'arâ 227]

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- İskandinavya'daki Müslümanlar, Şam Halkının Ayaklanmasına Dönük Desteklerini Yenilemekle Birlikte Baas Rejiminin Cürümleri İle Masumların Kanlarını Akıtmasını da Kınamaktadırlar

Hizb-ut Tahrir / İskandinavya, Suriye'deki laik Baas rejimine karşı ayaklanmalarında Şam halkını destelemek ve yardım etmek amacıyla 17.02.2012 Cuma günü, İsveç'in başkenti Stockholm'daki Suriye Büyükelçiliği önünde oturma eylemi yapmasının yanı sıra Danimarka'nın başkenti Kopenhag'da da bir yürüyüş düzenlemiştir. Nitekim Müslüman kalabalıklar, Cuma namazının akabinde Danimarka'nın başkentinin sokaklarından (Skt. Hans Torv) kentinin meydanlarından birine doğru dolaşmaya başlamışlardır. Daha sonra kalabalıklar durarak tekbirler getirmişler ve mübarek Şam halkının ayaklanmasını destekleyen sloganlar atmışlardır. Bunu da birçok sayıdaki konuşmacının, Suriye'deki son gelişmeler hakkında yaptıkları konuşmaları takip etmiş ve konuşmalarında, Şam ayaklanmasının maruz kaldığı Arap ve Batılı komplolara yönelik şerî ve siyasî tutumu açıklamışlardır.

Konuşmacılar, Suriye'deki Baas rejiminin cürümlerini kınayan ve tagut Beşar rejimine karşı Şam halkını destekleyen sözcüklere de yer vermişlerdir. Ayrıca konuşmacılar, Batı'nın müdahalede bulunması noktasında uyarıda bulunmuşlar ve bunu, siyasi bir intihar olarak nitelendirmelerinin yanı sıra şehitlerin kanlarına ve fedakarlıklarına özellikle de Şam halkının bölgedeki Batılı sömürgeci devletlerin çıkarlarıyla çelişen talep ve özlemlerine dönük bir hıyanet olarak nitelendirmişlerdir. Yine konuşmacılar, Batı politikasının Müslümanların canlarını hiç önemsemediğini ve bu hususu, Suriye'deki Baas rejimi de dahil Müslüman ülkelerdeki zalim ve tagut rejimlere yardım ederek, destekleyerek ve onları koruyarak teyit ettiklerini açıklamışlardır. Dahası konuşmacılar, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi Örgütü'ne karşı çıkmışlar ve örgütün, ne Filistin'de ne Bosna'da ne Irak'ta ne Afganistan'da ne Keşmir'de nede diğer Müslüman ülkelerde Müslümanların güvenliğini ve kanlarını koruyamadığını bilakis bu Batılı örgütün, Müslüman ülkelere saldırmayı ve işgal etmeyi meşrulaştırmanın bir aracı olmayı sürdürdüğünü açıklamışlardır.

Yine konuşmacılar, Müslümanların, Allahuteala'nın yardımının ardından zatî güçleriyle gerçek değişimi gerçekleştirmeye muktedir olduklarını, Şam halkının mübarek ayaklanmalarında ortaya koydukları güçlü irade ve kahramanca fedakarlıkların bunun kefili olduğunu, bir de buna Müslüman orduların içerisindeki muhlis Silahlı Kuvvetleri'nin harekete geçmesi eşlik ederse en güçlü ve en zorba despot rejimlerin bile yıkılacağını ve bunun, geri kalan Arap ülkelerindeki ayaklanmalar için de geçerli olduğunu vurgulamışlardır.

Dahası konuşmacılar şunu da vurgulamışlardır; İnsanlar, kafir laik Baas rejimini ortadan kaldırmak ve onun yerine İslam ümmetinin akidesinden kaynaklanan İslamî yönetimi ikame etmek için ısrar ettikleri sürece Müslümanların mübarek ayaklanmaları ile Şam'daki kahramanca fedakarlıkları asla heder olmayacak ve böylece ayaklanmanın hedefleri ve talepleri de gerçekleşmiş olacaktır.

Kapanıştan önce protestocular, Müslüman ülkelerdeki Silahlı Kuvvetleri'nden, Şam halkını koruma ve Hilafet Devleti'ni kurma hususundaki görevlerini yerine getirmek için harekete geçmelerini talep eden bir mektup okumuşlar ve sonra da dua için ellerini kaldırarak, Allahu Subhânehu'dan, Şam halkına ve diğer Müslümanlara lütufta bulunmasını ve Müslüman ülkelerdeki zalim tagutlara karşı nusret vermesini talep etmişlerdir.

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Avustralya İstihbarat Teşkilatı (ASIO), İfsat Etmekte, Pervasızlaşmakta ve Vizyonunu Kaybetmektedir

Geçen hafta sonunda basın raporları, Avustralya İstihbarat Teşkilatı (ASIO) konusuna ve Müslüman toplulukların ilişkilerine tuzak kurmakla karakterize olan yöntemlerine ışık tutmuşlardır. Bu raporlar, bir önceki ay yayınlanan benzer raporların akabinde geldiği gibi aynı şekilde ASIO Başkanı David Irvine'nin 23 Ocak 2012'de Sidney Enstitüsü'nde (Sydney Institute) yaptığı konuşmasının akabinde gelmiştir. Zira o, şöyle demiştir: "Yerel olarak oluşan terörizm tehdidi, aramızda var olan gerçek bir tehdittir." Ayrıca ASIO'nun İslam karşıtı olmadığını iddia ederek onun, Müslüman bireyleri işe alma arzusunu sürdürdüğünü açıklamıştır.

Bu söylenenlere karşın aşağıdaki hususları açıklamak isteriz:

Birincisi: ASIO'nun, toplulukların ilişkilerine tuzak kurma yöntemleri bizim için hiç de yeni değildir. Zira tecavüz, zorbalık, sataşma, "modern dostluk ziyareti" dayatması, rüşvet, gizli mesajları takip etme ve buna benzer yöntemler, uzun zamandan bu yana bir birini takip eden yöntemler olup Müslüman aktivistler, örgütler ve cami komiteleri tarafından tamamen bilir bir hale gelmiştir.

İkincisi: Casusluk ajanslarının takip ettiği ve casusluk masraflarını karşılamak için kamu kaynaklarının giderek tüketildiği ifsat edici yöntemler, berbat gerçeğin üzerindeki örtüyü kaldırmaktadır. Zira bu yöntemler, modern liberal demokrasiyi giderek despot rejimlere dönüştürdüğü gibi aynı şekilde özgürlük ve adalet arasındaki engin boşluğu ve zorbalık ile adaletsizliğe dayalı gerçeği de ifşa etmektedir. Nitekim Avustralya Casusluk Ajansları'nın bütçesi yılda bir milyar doların üzerine ulaşmıştır. Sadece ASIO'nun maliyetlerinin hacmi, geçtiğimiz on yıl içerisinde %500 oranında artmış olup yakında maliyeti 590 milyon dolara ulaşan Canberra'daki yeni yönetim merkezine taşınacaktır.

Üçüncüsü: İstihbarat ajanslarının finansman hacmindeki bu muazzam büyümeye rağmen -kendi beyanlarına göre- güvenlik tehdidi sürekli yükseliş göstermektedir. Buda politikalarının başarısızlığının devam ettiğini göstermektedir. Nitekim David Irvine'nin son uyarısı, Kevin Rudd'un Şubat 2010'da yaptığı konuşmanın tekrarından ibarettir. Zira o vakit Rudd şöyle demişti: "Terörizm tehdidi dinmiş değildir ve yarın, her zaman olduğu gibi Avustralya Güvenlik Birimleriyle karşı karşıya gelecektir. " Aslında Batılı hükümetlerin, meşhur "terörizmle savaş" sloganlarıyla ilgili politikaları, işlerinin daha da kötüleşmesine neden olmuştur. Dolayısıyla iç politikaların, bütün toplulukları açık bir şekilde korkutur ve suçlar hale gelmesi ve belanın temelindeki denetimsizliği sürdürmesi beklenilmektedir ki buda, sömürgeci dış politikaların takip edilmesi demektir.

Dördüncüsü: ASIO'nın görevi, halklarına karşı ASIO'nun şu anda uyguladığı en iğrenç araçlarla başlayıp rutin işkence ve cinayetle sonuçlanan baskıcı yöntemleri takip eden İslam dünyasındaki meşhur iğrenç istihbaratlar hakkında bilgi edinmektir. Buna rağmen Müslümanları susturmakta başarısız olmuştur. Zira Orta Doğu ve Kuzey Afrika'daki ayaklanmalar, buna tanıklık etmektedir. Ayrıca Müslümanlar, hızla İslamlarının faziletli yaşamlarına geri dönmekte olup İslamlarını hedefleyen bütün girişimleri, aptallıkla karakterize olmuş uygulamaları ortadan kaldırma çabasından ibarettir.

Beşincisi: Müslümanlar, İslam düşmanı bir örgüt olan ASIO tarafından çıkarılan sapkınlıkları görmekte olup Müslümanları işe alma çabasının nedeninin ise çirkin yöntemlerinin ve hedeflerinin üzerini örtbas etmek için olduğunun da farkındadırlar ki sahip oldukları tanıdık simaları da bu yolla kandırmışlardır. Dolayısıyla eylemler, sözlerden daha yüksek sesle konuşmaktadırlar. Dolayısıyla da bu durumda, davranışlarının kelimelerin arkasındaki ikiyüzlülüğü ifşa ettiğini görmekteyiz. Nitekim ASIO, devletin İslam'a düşmanlık eden kollarından biri olup çeşitli kollarını, içerde zorla entegrasyonu dayatmanın, dışarıda da sömürgeci uygulamaları sürdürmenin önünü açmak amacıyla Müslümanlara baskı yapmak için kullanmaktadır.

Altıncısı: Müslümanlara, ASIO'da çalışmayı reddetmelerini önerdiğimiz gibi aynı şekilde çalışanlarıyla bir araya gelmeyi yada yasal olarak mecbur kaldıkları zaman dışında onlarla konuşmayı reddetmelerini de öneririz. Zira kişi haklarını uygularken, korkmasını gerektirecek bir neden yoktur. ASIO, her ne zaman gizli ve korkunç yöntemlerini artırsa bizlerin daha açık ve daha özgüvende olmamız gerekmektedir. Dolayısıyla bizler Müslümanları, fabrikasyon kanıtlar üreterek kendilerini korkutmayı hedefleyen ucuz yöntemlere karşı koymaya teşvik ediyoruz ki böylece İslam'a sımsıkı bağlılıklarını ifade eden en asil yollarla tepki vermeyi gözetlesinler ve devletin aşırılıklarını sorgulamada daha istekli olsunlar.

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER