Cuma, 27 Rebiu’l Evvel 1447 | 2025/09/19
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

-Basın Açıklaması- Ey Mısır'ın Kadınları! Adaleti ve Kadın Haklarını Garantileyecek Olan Sadece Hilafet Devleti Anayasasıdır

"Kadın Araştırmaları Bakış Merkezi", Silahlı Kuvvetler Yüksek Konseyi tarafından mevcut sistemde kadınlarla ilgili olarak bir geçici anayasa beyanının (kotanın) yayınlanmasını kadın haklarına zulmedilmesi olarak değerlendirdi...

Burada Yüksek Konsey veya diğer kurumlar tarafından yayınlanacak olan herhangi bir kanunun yada beyanın bundan daha iyi olmayacağına dikkat çekmek isteriz!! Hatta bu kota, Bakış Merkezinin istediği gibi değiştirilmiş olsa dahi Mısırlı kadınlar, adaletli ve onurlu bir hayat yaşayamayacaklardır! Zira sorun, köklüdür ve bizzat rejimin temeliyle alakalıdır...

Mısırlı kadınların yaşadığı aşağılama, baskı, fakirlik ve zulmün sebebi, sadece Mübarek'in diktatör yönetimi ve rejimi değildir. Aksine bu zulmün temeli, insanlığa hiçbir hayrı dokunmayan beşerî kanunlara muhakeme olan yürürlükteki laik sistemdir.

Mısır'da kadınların durumu, kötü ve korkunç olup tüm sınırları aşmıştır. Zira el-Ahram el-Arabi de dahil birçok kaynakta okuma-yazma bilmeyen kadın oranının %60'a ulaştığı geçmektedir. Fakirlik sınırı altında yaşayan kadın oranı ise %40'a ulaşmıştır. Aynı şekilde başka bir kaynakta kadınların %90'na yakınının, üniversiteyi bitirdikten sonra iki yıl boyunca bir iş bulamadığı geçmesinin yanı sıra bakım ve sağlık hizmetleri de yetersizdir...

İşte bunlar, demokratik beşerî sistemlerin semeresidir!! Bu felaketler, sadece Mısır'la sınırlı değildir. Bilakis Pakistan'dan Endonezya, Bangladeş, Afrika, Güney Amerika ve Orta Asya'ya kadar tüm İslam beldelerinde ve diğerlerinde de vardır. Hatta Hindistan ve Brezilya gibi ekonomik gelişmeye sahip laik devletler bile kadınla ilgili sorunları çözememişlerken İngiltere, Amerika, Fransa, İtalya ve İspanya gibi Batılı devletlerde ise kadınların hakları sadece engellenmekle kalmanın ötesinde sermaye sahiplerince köleleştirilerek ürünlerin pazarlanması için bir eşya ve zevkleri doyurucu bir meta haline gelmiştir!

Ey Mısırlı Kadınlar! Ey Baskı ve Vahşet Karşısında Cesaretiniz ve Sebatınızla Tagutların Kalplerine Korku Salan Kadınlar! Seslerinizi adalet talebiyle yükselttiniz ve asrın Firavununun tahtını devirdiniz. Ancak yeryüzüne, insanlara ve ümmete daha parlak bir gelecek sağlayacak anayasa ve siyasî bir sistemi belirlemede azim bir sorumluluğu üstlenme rolünün zamanı gelmiştir.

Ey Hakkı ve Adaleti İsteyen Kadınlar!

İslamî bir anayasanın kadına saygısızlığı doğuracağı, bunun da kadının aşağılanmasına ve alçaltılmasına neden olacağı ve demokratik laik sistem dışında kadın haklarını güvence altına alacak başka bir sistemin olmadığı şeklinde İslam hakkında yalanlar yaymaya çalışan kimseler vardır! İslam'a yönelik bu ithamlar, yeni bir şey değildir. Zira diktatör rejimler, laik otoriter yönetimlerini devamını sağlamak için bunların propagandasını yapmış ve Batılı hükümetler, ekonomik çıkarlarını garantilemek amacıyla sömürgecilik savaşlarını ve İslam dünyasındaki politikalara yönelik süregelen müdahalelerini meşrulaştırmak için bunları yaymışlardır.

Ey Mısırın Sevgili Anneleri ve Kızları!

Mısır'da kadının yaşadığı zulüm ve zorbalığın artması, medya organlarının, dergilerin, eğitimin ve siyasî sistemin propagandasını yaptığı liberal Batılı hadaratın topraklarınıza nüfuz etmesinden kaynaklanmaktadır. Zira Mısır, kadının sermaye sahipleri için en büyük kar getiren bir araç olmasına izin veren "liberal özgürlüğü yaymaya" çalıştıkları "Doğunun Hollywood'u" şeklinde tanınır hale gelmiştir.

Ortada dile getirmek istemedikleri bir hakikat vardır ki o, eğitim, ekonomi, iş, yargı ve siyasetin yanı sıra uygun bir eş seçimi, boşanma talebi ve kendi haklarına saygın hususlar gözüyle bakma gibi hakları 1400 yıldır kadına tam olarak sadece İslam vermiştir. Zira birçok şeri delillerde erkeğin kadına şefkat ve saygıyla muamele etmesine dair emirler gelmiştir. Resul [SallAllahu Aleyhi ve Sellem], Veda Haccı'nda şöyle buyurmuştur: اسْتَوْصُوا بِالنِّسَاءِ خَيْرًا فَإِنَّهُنَّ عِنْدَكُمْ عَوَانٍ "Kadınlara hayrı tavsiye ediniz. Zira onlar, sizin yanınızda yardımcılarınızdır." Ve şöyle buyurmuştur: خَيْرُكُمْ خَيْرُكُمْ لأَهْلِهِ "Sizin en hayırlınız, ailesine en hayırlı olanınızdır." Yine kadın, demokratik laik sistemlerde temel haklarını garantilemenin mücadelesini verdiği bir sırada İslam, ona karşı şiddeti, istismarı ve kötü muameleyi yasaklamıştır.

Ey Mısırın Sevgili Anneleri ve Kızları!

Diktatör yada demokratik olsun beşerî kanunlara dayalı olup da İslam dünyasında kadının başarı hikayesini temsil eden tek bir sistem dahi yoktur. Zira Irak ve Afganistan'da demokrasi tecrübesi, ağır bir başarısızlığa uğramıştır. O halde daha parlak bir gelecek yönünde umutların yükseldiği bir sırada Arap dünyasının geriye kalanında bu tecrübeyi fiilen yaşamak ister miyiz?! Kadının, bu başarısız beşerî sistemlerin altında sürekli olarak yaşadığı kıssa, zillet, utanç ve sefalettir.

Kanun koyucular ne kadar dürüst ve zeki olurlarsa olsunlar insanın sınırlı aklına dayalı hiçbir sistem, asla insanların temel ihtiyaçlarını temin etmeye muktedir olamayacaktır. "İslamî ve İslamî olmayan" şeklinde isimlendirilen parlamentolar, insanların işlerini gütmede veya kadının onurunu korumada başarısız olurlarken başka bir başarıyı gerçekleştirebileceklerini tasavvur etmek mümkün müdür?! Resul [SallAllahu Aleyhi ve Sellem], şöyle buyurmuştur: لا يُلْدَغُ الْمُؤْمِنُ مِنْ جُحْرٍ مَرَّتَيْنِ "Mümin, bir delikten iki defa sokulmaz."

Ey Bu Ümmetin Anneleri ve Kızları!

Müslüman yada gayrimüslim olsun kadının hak ettiği hakları temin etmeye sadece İslam muktedirdir. Zira kadının onurunu takdir eden, kadını dünyanın tüm hazinelerinden daha değerli sayan ve kadını koruma sorumluğunu bizzat hayatı koruma derecesinde gören sadece İslam'dır. SallAllahu Aleyhi ve Sellem, şöyle buyurmuştur: الدُّنْيَا مَتَاعٌ وَخَيْرُ مَتَاعِ الدُّنْيَا الْمَرْأَةُ الصَّالِحَةُ "Dünya, bir metaadır ve dünya metaının en hayırlısı ise saliha kadındır."

Ey Bu Ümmetin Anneleri ve Kızları!

Allahu [Subhânehu ve Te'alâ], diktatörü ortadan kaldırmanız için size güç verdi. Mısır'ın ve Mısırlı kadınların hatta tüm İslam dünyasının kurtuluş yolu sadece Hilafet Devleti Nizamı'dır. Eğitim, ekonomi, iş, siyaset ve İslam şeriatında belirlenen yargı gibi kadının tüm ihtiyaçlarını karşılayacak olan bu nizamdır.

Kadının sırtından aileye bakma yükünü kaldıracak ve onun maddî güvencesini sağlayacak olan Hilafettir. Kadının öğretim, seyahat ve çalışma gücü ile güvenli bir ortamda siyasî bir aktivist olmasını sağlayacak olan toplumsal kanunların çerçevesini belirleyecek olan Hilafettir. Hilafet, zorla evliliği, baskıcı uygulamaları ve kadına yönelik olumsuz klasik tutumların bitirmeye çalışmasının yanı sıra cehaletle mücadele edecek ve aynı şekilde temel ihtiyaçların doyumunu garantileyecek bir devlettir.

Hilafet, Müslüna yada gayrimüslim olsun kadına yönelik hiçbir saldırıya tahammül etmeyen siyasî bir nizamdır! Kadına yönelik hiçbir şiddet veya kötü muamele veya baskı veya istismar şekline de tahammül etmez. Ne kadar hafif olursa olsun her türlü alayı ve cinsel istismarı ağır bir cezayı hak eden bir suç olarak görür. Kadının itibarına iftira atmayı veya erkeğin arzularını doyurmanın bir aracı olmasını yasaklar. Dünyaya kadının onuruna ve haklarına yönelik gerçek takdirin nasıl olacağını gösterecek bir devlettir.

Ey Bu Ümmetin Anneleri ve Kızları!

Bozuk bir temel üzerine güçlü, sabit ve sarsılmaz yeni bir ev inşa etmek imkansızdır. Bundan dolayı eski rejimin kalıntılarını söküp atmalı, beşerî sistemin direklerini yıkmalı ve yönetim sisteminde köklü bir değişiklik yapmalıyız. Bizler -Müslüman bacılarınız- olarak sizleri, Sümeyya, Hatice, Ümmü Ammara, Esma Binti Ebî Bekir [RadiyAllahu Anhunne]'nin adımlarını takip etmeye, Allahuteala'ya itaat etmeye, ümmetin ve ümmetin kızlarının üzerine adalet ve onur fecrini doğuracak olan bu devleti beldenizde kurmak için bizlerle birlikte çalışmaya çağırıyoruz.


Dr. Nesrin Nevaz
Hizb-ut Tahrir
Merkezî Medya Bürosu Üyesi

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Fransa'da Peçenin Yasaklanması, Laikliğin Başarısızlığının Başka Bir Kanıtıdır

Fransa'da peçe yasağı, 11 Nisan 2011 pazartesi günü yürürlüğe girdi. Zira yeni kanuna göre, toplu taşıma araçları, parklar ve sokaklar da dahil genel alanlarda peçe giyen herkes suçlu sayılacak ve genel alanlarda peçe giyen herhangi Müslüman bir kadın, ya yüzünü açmaya zorlanacak yada 150 eoru para cezası ödeme veya laik cumhuriyetin değerlerinde bulunması gereken "erdemler" hakkında Fransız vatandaşlardan ders alması gibi bir cezaya çarptırılacaktır!! Ailesindeki kadınları peçe giymeye zorlayan koca veya baba, ya 30,000 euro para cezası ödeyecek yada 1 yıl hapis yatacak.

Bu yasak kararı, Fransa'daki iktidar partisinin İslam'ın Fransız toplumu üzerindeki "olumsuz etkisi", okulların kantinlerinde helal et verilmesiyle ilgili endişeler, sadece helal etin olduğu özel lokantaların bulunması ve mescitlerin yetersiz gelmesinden dolayı Müslümanların sokaklarda salah kılması hakkında genel bir forum düzenlemesinin akabinde geldi. Keza Fransa İçişleri Bakanı, Claude Gueant, Fransa'da Müslümanların sayısının artmasını bir sorun olarak nitelendirdi.

Bu tür yorumlar, forumlar ve peçeyle mücadele yasa tasarısı, iktidar partisinin anti-göç oranının yükselmesini ve Fransızların yabancılardan nefret etmelerini istismar etmeye dönük girişimlerinden öte bir şey değildir. Bunu ise 2012 yılı cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesinde yapılan seçim anketlerinin durumunun zayıfladığını gösteren Sarkozy'e hizmet etmesi amacıyla İslam karşıtı ırkçı bir dalgaya kapılması girişimi altında yapmaktadır. Yine bunlar, geçen ayki yerel seçimlerde seçmenlerin arasındaki popülaritesinde dikkat çekici bir yükselme görülen aşırı sağcı Le Pen taraftarlarının oylarını kazanmaya dönük girişimlerdir.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Bürosu Üyesi Dr. Nesrin Nevaz, bu hususta şu değerlendirmelerde bulundu:

"Fransa, komik bir şekilde kendisini Libya ve Fildişi Sahili'ni diktatörlükten kurtarıcısı olarak sunmaya çalışırken sınırları içerisindeki Müslüman kadınlara diktatörlüğü dayatmakta ve onları, dinî inançlarını terk etmeye zorlamaktadır. Fransız laikliği, sözde saçma sapan bir 'kadının kurtuluşu ve seçme özgürlüğü altında Müslüman kadını, sırf mütevazi kıyafetinden dolayı Fransız toplumunda dışlanmışlığa itmekte ve kadınları, dinî inançları yüzünden evlerine kapatılmış bir esir olarak görmektedir."

"Ne üzücüdür ki Fransız laikliği, Müslüman kadınları ırkçı seçmenlere yaranmak için bir yem olarak kullanmakta, ırkçı siyasî muhaliflerin üstesinden gelmek, laikliğin fırsatçılığını ve çöküşünü gösteren siyasî hedefleri gerçekleştirmek üzere Müslümanlar ile gayrimüslimler arasındaki çatışma ipinde oynamak için bir seçim aracı olarak görmektedir. İşte toplumu parçalayan ve bölen bu olup bir parça kumaş değildir. Dini azınlıklara karşı önyargılı olmaya teşvik eden bir ideoloji, siyasî rekabette nasıl adil olabilir? Tutarlı, istikrarlı ve uyumlu toplumlar inşa etmede öncü bir sistem olduğunu nasıl iddia edebilir?!"

"Kadına yönelik bu ırkçı muamele ve düşmancıl ayrışım, güvenlik gerekçelerinin ve kadın haklarının arkasına gizlenen sırf ırkçı yasaların parçasından başka bir şey değildir. Müslümanlara yönelik bu baltacılığın hedefinin, Avrupa'da İslam'ı kabul edenlerin sayısının artmasının üzerine onları, sarsılmaz dinî inançlarını terk etmeye ve laik liberal değerleri kabullenmeye itmektir."

"Entegrasyon politikasından söz etmek, sırf arkasında Fransa'daki Müslümanları özellikle İslam'a ilişkin açık her türlü görüntülerden 'temizleme' girişiminin gizlendiği bir kılıftır. Tartışmanın odağı, İslam'ın Fransız toplumu üzerindeki 'olumsuz etkisi' yalanı olmak yerine laikliğin insanlıktan yoksun olması, tüm hakları özümseyememesi, tüm insanlığın işlerini düzenlemede ideal bir sistem olduğu yalanı iddiasında hızla geri adım atması olmalıdır."

"İslam gelince; ırkçılığa, fırsatçılık siyasetine ve azınlıkların hedef alınmasına nefretle bakan siyasî bir akidedir. İslam Nizamı, Hilafet rayesi altında tüm dinlerin haklarının garantilendiğini gösteren örneklerle dolu bir tarihi olan nizamdır. İslam Nizamı, özel ibadetlerinin korunmasına ihtiyaç duyan dini azınlıkların hissettiği dahası yaşadığı kırılganlık veya güvensizlik sıkıntısı çekmeyen bir yaşam tarzdır."

"Böylesine kritik bir zamanda bizler, Fransa, Avrupa ve tüm Batı ülkelerindeki Müslüman kadınlara, zorla dinî inançlarından döndürmeyi hedefleyen çocuksu korkutma taktikleri karşısında kararlı bir duruş sergilemeye ve İslamî inançlarına sımsıkı sarılmaya çağırıyoruz."


Dr. Nesrin Nevaz
Hizb-ut Tahrir
Merkezî Medya Bürosu Üyesi

Devamını oku...

Soru-Cevap

Soru: Anayasa Mukaddimesi Kitabının 2. cüzünün 147. sayfasının altıncı satırında şöyle geçmiştir: Allahuteala'nın şu kavline gelince; وَآتُواْ حَقَّهُ يَوْمَ حَصَادِهِ "Hasat günü de hakkını verin." [el-Enâm 141] Bu ayette zekat varit olmamıştır. Çünkü bu ayet Mekke'de inmiştir ve zekat Medine'de farz kılınmıştır. Bundan dolayı öşür olmadığı halde narı zikretmiştir."

Yine Maliye Kitabının 213. sayfasının ilk satırında "Ekin ve Meyvelerin Zekatı Kitap ve Sünnetle Farzdır" başlığından sonra şöyle geçmiştir: Kitaba gelince; Allahuteala'nın şu kavlidir: وَآتُواْ حَقَّهُ يَوْمَ حَصَادِهِ "Hasat günü de hakkını verin." [el-Enâm 141]

Soru şudur: Anayasa Mukaddimesi'nde geçtiği üzere içerisinde zekat varit olmadığını söylememizin bilinmesine rağmen bu ayeti, zekatın vacipliğine nasıl delil getirebiliyoruz? Yani bu ayeti, ekinin ve meyvenin zekatının vacipliğine nasıl delil kılabiliyoruz? O halde bunun hakkında tashîh yayınlanması gerekmez mi?

 

Cevap:

1- Mukaddime Kitabında geçenler, Maliye Kitabında geçenlerden daha detaylıdır ve şöyle bir anlayış çıkarılabilinir:

Bu ayetin, yani وَآتُواْ حَقَّهُ يَوْمَ حَصَادِهِ "Hasat günü de hakkını verin." ayetinin, zekata genel olarak delil getirilmesi, yani bütün ekinlerde zekat vardır denilmesi doğru değildir. Çünkü bu ayet, Mekkîdir ve zekat henüz farz kılınmamıştı.

Böyle bir anlayış çıkarılabilmesine rağmen bu ayeti, her ekin için genel olmayan bir şekilde dahası Mukaddime'de geçtiği üzere delil getirenler de vardır:

a-      Hasat edilenler için

b-      Beyanı gerektiren mücmel bir ayet olarak

Binaenaleyh Mukaddime Kitabında şöyle geçmiştir: "Dolayısıyla narın zekata dahil olduğunu saysak bile hasat edilen şeylere hamledilirdi. Çünkü nar, hasat edilmez. Dolayısıyla mücmel kabilinden olur. Hadisler gelerek hasat edilenlerden zekatı verilecek olan şeylerin buğday ve arpa olduğunu beyan etmiş ve bunlara hurma ve üzüm olmak üzere iki sınıf daha eklemiştir. Her halükarda bu ayet Mekke'de indiğine ve o zaman henüz zekat farz kılınmadığına göre bu, bu ayetle istidlalin reddedilmesi için yeterlidir."

Yani bu ayet, tüm ekinlerin zekatına dair delil getirilemez. Çünkü Allah'ın kelamının siyakı, bu ayetin tüm ekinlerin zekatına delil getirilmeyeceği şeklindedir. Ancak bu ayetin, hasat edilenler hakkında ve hadislerin beyan ettiği mücmel şeklinde delil getirilmesi mümkündür.

Maliye Kitabına gelince; mücmel olarak zikredilmiştir. Mücmel hadis, yani [فيما سقت الأنهار والغيم العشور...] " Bulutun (yağmurun) ve nehirlerin suladığı (arazilerin mahsulünde)..." hadisi, zekata delil getirilmiş olsa dahi mücmel deliller tek başına yeterli değildir. Çünkü mücmel delil, beyana muhtaçtır ve beyanı da zekatı sadece muayyen bir miktara ulaşan buğday, arpa, hurma ve üzümle sınırlandıran hadislerdedir...

Hakeza beyanın takip etmesi şartıyla mücmel nassı delil getirmek caizdir. Bu nedenle Maliye Kitabında ayet mücmel olarak zikredilmiş ardından bunu, beyan edici hadisler takip etmiştir. Zira Maliye Kitabında şöyle denilmiştir:

"Ekin ve Meyvelerin Zekatı Kitap ve Sünnetle Farzdır." Kitaba gelince; Allahuteala'nın şu kavlidir: وَآتُواْ حَقَّهُ يَوْمَ حَصَادِهِ "Hasat günü de hakkını verin." [el-Enâm 141] Sünnete gelince; Nebi SallAllahu Aleyhi ve Sellem'in şu kavlidir: لَيْسَ فِيمَا دُونَ خَمْسَةِ أَوْسُقٍ صَدَقَةٌ "Beş vasktan az olan şeylerde zekat yoktur." [Muttefekun aleyh]

Her şeye rağmen Mukaddime Kitabında olduğu gibi Maliye Kitabında da ayrıntılı olsaydı daha iyi olurdu... Buna rağmen Mukaddime'de geçtiği gibi detaylı bir şekilde anlaşılsın diye tashîh edilmesi için bir neden görmüyorum.

Devamını oku...

Soru-Cevap

Soru: Mecusiler hakkındaki bir hadiste, Ömer İbn-ul Hattab'ın Mecusileri hatırlayınca onların durumu hakkında ne yapacağını bilmediğini söylediği ve Abdurrahman İbn-u Avf'ın, Resul [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'i şöyle derken işittiğime şahitlik ederim dediği geçmiştir: سُنُّوا بِهِمْ سُنَّةَ أَهْلِ الْكِتَابِ "Onlara Ehl-i Kitaba uyguladığınızı uygulayın." Alimler, bu hadisi sadece kanların korunması karşılığında cizye alınmasına hamlettiler. O halde "onların kadınlarıyla evlenilmez ve kestikleri yenilmez" konusunu bu hadise eklemek doğru olur mu? Yoksa bu bir içtihat ve nassa dair bir anlayış mıdır?

 

Cevap:

- Onlara uygulayınız... hadisi, [غير ناكحي نسائهم ولا آكلي ذبائحهم] "Onların kadınlarıyla evlenilmez ve kestikleri yenilmez" ifadesinin zikredilmediği hadisler şeklinde varit olmuştur. Bunlardan bazıları şunlardır:

- Malik, Cafer İbn-u Muhammed İbn-u Ali'den o da babasından Ömer İbn-ul Hattab'ın Mecusileri hatırlayınca onların durumu hakkında ne yapacağını bilmediğini söylediği ve Abdurrahman İbn-u Avf'ın, Resul [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'i şöyle derken işittiğime şahitlik ederim dediğini tahric etmiştir: سُنُّوا بِهِمْ سُنَّةَ أَهْلِ الْكِتَابِ "Onlara Ehl-i Kitaba uyguladığınızı uygulayın."

- İbn-u Ebî Şeybe, Musannafı'nda Cafer'den o da babasından Ömer'in (Resul [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in) kabri ile minberi arasındaki bir meclisteyken Ehl-i Kitaptan olmayan Mecusiler hakkında ne yapacağımı bilmiyorum deyince Abdurrahman İbn-u Avf'ın Resul [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'i şöyle derken işittim dediğini tahric etmiştir: سُنُّوا بِهِمْ سُنَّةَ أَهْلِ الْكِتَابِ "Onlara Ehl-i Kitaba uyguladığınızı uygulayın."

- Ancak İbn-u Ebî Şeybe, Musannafı'nda geçen başka bir rivayetinde sorunun sebebinin Mecusilerin cizyesi hakkında olduğunu, yani sorunun cizye hakkında olduğunu zikretmiştir. Bu rivayette şöyle demiştir: Bize Vakî', bize Sufyan ve Malik İbn-u Enes Cafer'den, o da babasından Ömer İbn-ul Hattab'ın, Mecusilerin cizyesi hakkında insanlarla istişare ettiğini ve Abdurrahman İbn-u Avf'ın Resul [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'i şöyle derken işittim dediğini tahdis etti: سُنُّوا بِهِمْ سُنَّةَ أَهْلِ الْكِتَابِ "Onlara Ehl-i Kitaba uyguladığınızı uygulayın."

Bu da konunun, Mecusilerden cizye alınması hakkında olduğu anlamına gelmektedir. Bu nedenle Resul [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in hadisi, buna dair bir delildir. Yani Mecusiler açısından cizyenin hükmü, Ehl-i Kitap için olan hükmün aynısı olup bu hadis, nikah ve kestikleri hayvanlar gibi başka meseleleri kapsamaz.

-Şâfii'nin bu konuda zikrettiği şey de budur. Zira el-Beyhaki, Fî Marifet-is Sünen ve'l Âsâr'da şöyle dediğini tahric etmiştir: Bize Ebu Bekir, Ebu Zekeriya ve Ebu Saîd'in şöyle dediklerini haber verdi: Bize Ebu el-Abbas tahdis etti, bize Rabî' haber verdi, bize Şafii haber verdi, bize Malik Cafer İbn-u Muhammed İbn-u Ali'den o da babasından Ömer İbn-ul Hattab'ın Mecusileri hatırlayınca onların durumu hakkında ne yapacağım bilmiyorum(?) dediğini ve Abdurrahman İbn-u Avf'ın, Resul [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'i şöyle derken işittiğime şahitlik ederim dediğini haber vermiştir: سُنُّوا بِهِمْ سُنَّةَ أَهْلِ الْكِتَابِ "Onlara Ehl-i Kitaba uyguladığınızı uygulayın." Şafii, Ebî Saîd'den yaptığımız rivayetimiz hakkında şöyle dedi: Şayet böyle bir rivayet sabit olmuşsa bu, onların kadınlarıyla nikahlanmamız ve kestiklerini yememiz hakkında değil cizyenin alınması hakkında olduğu anlamına gelmektedir.

Bu, hadisler, yani [غير ناكحي نسائهم ولا آكلي ذبائحهم] "Onların kadınlarıyla evlenilmez ve kestikleri yenilmez" ifadesini zikretmeyen hadisler hakkındadır.

Ancak bu ifadeyi açıkça zikreden hadisler de vardır:

İbn-u Ebî Şeybe, Musannafı'nda Hasan İbn-u Muhammed'den Nebi SallAllahu Aleyhi ve Sellem'den şunu tahric etmiştir: كتب إلى مجوس أهل هجر يعرض عليهم الإسلام فمن أسلم قبل منه ومن لم يسلم ضرب عليه الجزية غير ناكحي نسائهم ولا آكلي ذبائحهم "Hacer Mecusilerine onlara İslam'ı arzeden bir mektup yazdı ki; kim Müslüman olursa ondan kabul edilecek, kim de Müslüman olmazsa ona cizye konulur. Onların kadınlarıyla nikahlanılmaz ve kestikleri yenilmez."

El-Heysemi, Buğyet-ul Bahis an-Zevaid-i Musned-il Haris adlı kitabında bu hadisin bir benzerini zikretmiş ve demiştir ki: Bize Abdulaziz İbn-u Ebân, bize Sufyan Kays İbn-u Muslim'den, o da Hasan İbn-u Muhammed İbn-u Ali İbn-u Ebî Talib'ten şöyle dediğini tahdis etmiştir: كتب رسول الله صلى الله عليه وسلم إلى مجوس هجر يسألهم الاسلام فمن اسلم قبل منه إسلامه ومنه أبى أخذت من الجزية غير ناكحي نسائهم ولا آكلي ذبائحهم "Resul [SallAllahu Aleyhi ve Sellem], Hacer Mecusilerine onlardan Müslüman olmalarını talep eden bir mektup yazdı ki kim Müslüman olursa ondan İslam'ı kabul edilecek, kim de karşı çıkarsa ondan cizye alınır. Onların kadınlarıyla nikahlanılmaz ve kestikleri yenilmez."

Devamını oku...

Soru-Cevap

Soru: Maliye Kitabının 44. sayfasında şu hadis geçmektedir: لم تحل الغنائم لأحد سود الرؤوس من قبلكم... "Ganimetler sizden önce hiçbir başı siyaha helal kılınmadı." Hadiste geçen [سود الرؤوس] "başı siyah" kelimesiyle kastedilen nedir?

Cevap: [سود الرؤوس] "başı siyah" kelimesi, Ebî Hurayra'nın hadisinde [أَحَدِ] "hiçbir kimseye" kelimesine izafe edilerek geçmiştir: Hadiste geçen [سود الرؤوس] kelimesiyle kastedilen, başları siyah olması itibarıyla Benî Adem'den kinayedir. Yani ganimetler Sallallahu Aleyhi ve Sellem'den önce Benî Adem'den hiçbir kimseye helal kılınmadı demektir...

Devamını oku...

Soru-Cevap

Soru: İslam'da İktisat Nizamı Kitabının 260. sayfasında devletin bütçesi konusunda (bütçe) kelimesi geçmektedir. Yine Anayasa Mukaddimesi Kitabının 2. cüzünün 170. sayfasında (bütçe ve muvazene) kelimeleri geçmektedir. Ayrıca Hilafet Devletinde Maliye Kitabının 33. sayfasında Beyt-ul Mâl'in Divanları konusunda (genel muvazene) kelimesi geçmektedir.

Hesapların kontrolü mesleğinde çalışan bir kişi olmamdan ve bu ıstılahların kullanılması uzmanlığımın bir parçası olmasından dolayı bana göre, bu iki ıstılahın kullanımının farklı olmasına rağmen tek bir şeymiş gibi iç içe geçmesi uygun değildir. Bundan dolayı bu iki ıstılahın kullanım keyfiyetinin tekrar gözden geçirilmesini rica ediyorum.

Zira muvazene, devletin gelirlerine ve harcamalarına dair gelecekteki planı ve gelirlerinin yeterliliği ile harcama yapacağı yerler bakımından bunlara yönelik beklentileridir.

Bütçe ise geçen bir sene veya geçen belirli malî dönem içerisindeki gelirler, giderler ve ödenekler gibi devletin malî işlemlerini açıklayan malî rapordur. Yani diğer bir ifadeyle geçen dönem içerisinde meydana gelen malî hareketlerin özetidir.

Dolayısıyla birincisi gelecekteki bir planlamadan bahsederken ikincisi, tarihsel bir özetten bahsetmektedir.

İktisat Nizamı Kitabında bütçe kelimesi geçmekte ve muvazeneden bahsedilmekte, Anayasa Mukaddimesi Kitabında, muvazene konusu açıklanmasına rağmen muvazene ve bütçeden aynı manada bahsedilmekte ve Maliye Kitabında, muvazeneye muvazene sıfatıyla işaret edilmektedir.

Ayrıca İktisat Nizamı Kitabının 261. sayfasında -bütçe lafzıyla zikredilen- muvazene konusu açıklanırken görünürde Anayasa Mukaddimesi Kitabının 171. sayfasında ortaya çıkan sonucun aksi bir sonuç ortaya çıkmaktadır.

Zira İktisat Nizamı Kitabının 262. sayfasında şöyle geçmektedir: "Bu açıklamalardan da anlaşılıyor ki demokratik devletlerde olduğu gibi İslam'da yıllık bütçe hazırlanmasına gerek yoktur. Ne bütçenin geneli ne bölümleri ne de bölümlerin detayları ve miktarları için senelik bütçe hazırlanmasına gerek vardır. Nitekim bütçenin gelir ve giderlerine dair genel bölümlerini şeriat belirlemiş, onun bölümlerini, detaylarını ve gereken meblağları belirleme işlerini de Halifeye bırakmıştır."

Anayasa Mukaddimesi Kitabında şöyle geçmektedir: "Madem ki Halifenin kendi görüşüne ve içtihadına göre gelirlerin kısımlarını, her kısma konulacak meblağları, harcamaların kısımlarını ve her kısma ait meblağları belirleme hakkı vardır o halde gerek kısımları gerekse gelirler yada harcamalar için olsun her kısma ait meblağlarıyla devlet için yıllık bir bütçenin belirlenmesinde bir mania yoktur. Yasak olan şey gelirleri ve harcamalarıyla bütçenin bölümleri için yıllık bir bütçenin belirlenmesidir. Çünkü bunları şeri hükümler belirlemiştir. Dolayısıyla bunlar daimidir."

Bu çelişkiyi açıklamanızı rica ediyorum. Allah sizi hayırla mükafatlandırsın.

 

Cevap:

1- Soruda, "muvazenenin" devletin gelecekteki malî durumu ve bütçenin, devletin geçmişteki malî durumu hakkında olması bakımından "bütçe" ile "muvazene" arasında farkın olduğunun geçmesine gelince:

Bu tanım, gelir ve gider kısımlarına bakılmaksızın bir önceki senenin gelir ve gider bölümlerinin bir sonraki seneye göre farklı olduğu kimselere göredir. Beşerî ekonomik sistemler böyledir. Zira lafızda ayrım yapıyorlar. Çünkü geçen senenin maliye bölümleri, yasama organına göre gelecek senenin bölümlerinden farklılık arz eder. Zira bir bölümü belirleyen veya iptal eden veya değiştiren odur.

İslam'da ise geçmişteki ve gelecekteki gelir ve giderler bölümü arasında fark yoktur. Zira bunlar daimidir. Farklılık sadece Halifenin görüşüne ve içtihadına göre kısımlarda olur.

Bu nedenle "muvazene" veya "bütçe" ıstılahının kullanılması bize göre aynı manadadır ve bu, doğrudur. Özellikle ki bu ıstılah, "el-Vezn ve'l Mizan" kökünden türemiştir. Dolayısıyla "muvazene veya bütçe" olarak türemesi, sanki biri bir kefede ve diğeri bir kefede olmak üzere iki taraf arasındaki mukayeseyi göstermek içindir. Bu, ıstılahın koyulması bakımındandır.

Kullanım bakımından olana gelince; eğer iki taraftan her biri geçmişte ve gelecekte değişmiyorsa aynıdır. Yok eğer değişiyorsa bu ıstılahın bu mana için ve şu ıstılahın açıklama maksadıyla şu mana için kullanılması caizdir. Kullanım bakımından böyledir diyorum. Fakat ıstılah bakımından aynıdır.

2- İktisat Nizamı Kitabı ile Mukaddime Kitabı arasında farkın olduğunu gözlemlemenize gelince; böyle bir şey yoktur. Sadece Mukaddimenin İktisat Nizamından daha fazla ayrıntılı olmasıdır:

İktisat Nizamında şöyle geçmiştir:

"Demokratik parlamenter sistem ile yönetilen ülkelerde devlet için her yıl genel bir bütçe hazırlanır. Demokratik ülkelerin parlamentolarında her yıl hükümet tarafından bir bütçe kanun tasarısı hazırlanarak parlamentonun görüşüne sunulur. Bütçe parlamentoda tartışılarak görüşüldükten sonra kanun teklifi halinde parlamentonun oyuna sunulur ve parlamentonun onaylamasının ardından 'bütçe kanunu' adı altında uygulamaya konulur."

"İslam Devleti'nde ise demokratik ülkelerde olduğu gibi bütçe bir yıllık değildir... Çünkü Beyt-ul Mâl gelirleri delillerle (nasslarla) sabit olan şeri hükümlere göre tahsil edilir. Gelirler de olduğu gibi harcamalar da şeri hükümlere göredir. Bu şeri hükümler sabit olduğundan kalıcı ve süreklidir. Bütçede gelir ve giderler için kesinlikle içtihada ve oylamaya gerek yoktur. Gelir ve gider bölümleri değişmez şeri hükümlerin belirlediği daimi bölümlerdir. Bu açıklamalar, bütçenin geneli içindir. Bütçenin bölümlerine gelince; bu bölümlerin içereceği meblağ ve bunların tahsili ile ilgili durumlar ise Halifenin rey ve içtihadına bağlıdır. Bunlar şeriatın Halifeye verdiği görevler içindedir. Halife, bütçenin bu kısmıyla ilgili uygun gördüğü kararı alır ve Halifenin aldığı karara uymak da farzdır."

"Bu açıklamalardan da anlaşılıyor ki demokratik devletlerde olduğu gibi İslam'da yıllık bütçe hazırlanmasına gerek yoktur. Ne bütçenin geneli ne bölümleri ne de bölümlerin detayları ve miktarları için senelik bütçe hazırlanmasına gerek vardır. Nitekim bütçenin gelir ve giderlerine dair genel bölümlerini şeriat belirlemiş, onun bölümlerini, detaylarını ve gereken meblağları belirleme işlerini de Halifeye bırakmıştır."

Mukaddimede ise şöyle geçmiştir:

"Bütçe veya muvazene lafzı, Batılı bir ıstılah olup manası; devletin sağladığı gelirlerin, bu gelirlerin toplandığı yerlerin olduğu bölümlerin, bu yerlerin kollarının olduğu kısımların ve tahsil edilen meblağların beyan edilmesi yoluyla beyan edilmesidir. Ayrıca harcama yapılan yerlerin olduğu bölümlerin, bu yerlerin dallarının olduğu kısımların ve her kısımdaki mezkur işlerden her birine harcanan meblağların beyan edilmesi yoluyla devletin yaptığı harcamaların beyanı da belirlenir. İşte bütçenin veya muvazenenin vakıası budur. Müslümanlar ise bu vakıayı bilmiyorlardı. Onlar sadece Beyt-ul Mâl'i biliyorlar, gelirler onda toplanıyor ve harcamalar ondan yapılıyordu. Ancak Beyt-ul Mâl'e ait gelirlerin ve ondan harcamaların yapılıyor olması bütçe adıyla isimlendirilmemiş olsa da onun vakıasını oluşturmaktadır. Bundan dolayı bu lafzın ıstılahi anlamında alınmasında bir mania yoktur ki o, gelirler bölümü, harcamalar bölümü ve bunlardan her birinin bölümünün toplamıdır. Buna göre devletin bir bütçesi veya muvazenesi olmalı ve bu bütçe Beyt-ul Mâl'e bağlanmalıdır."

"Bölümleri, kısımları ve bunlara konulacak meblağlarıyla bu bütçenin hazırlanmasına gelince; şeri hükümler bunu belirlemiştir. Zira şeri hükümler gelerek haraç ve fey gibi gelirleri belirlediği gibi harcamaların keyfiyetini de belirlemiştir. Kesinlikle harcama yapılması gereken ve ancak mal olduğunda harcama yapılması gereken şeyler de sabittir. Dolayısıyla şeri hükümler gelerek gelirleri de harcamaları da belirlemiştir. Dolayısıyla da buna göre bütçenin bölümleri daimî bölümler olur. Çünkü bunları şeri hükümler belirlemiş ve şeri hüküm ise daimi olup değişmez. Bütçenin kısımları ise yağmurla sulanan arazilerin haracı ve sulama ile sulanan arazilerin haracı veya benzerleri gibi bütçeden dallanan kollardır. Bunları Halife belirler. Çünkü bunlar, işlerin gözetilmesinden ve Halifenin görüşü ile içtihadına terkedilmiş şeylerdendir. Belirlenecek meblağlar da böyledir. Çünkü meblağlar, cizye, harac ve benzerlerinin miktarında olduğu gibi Halifenin görüşüne ve içtihadına göre belirlenir. Çünkü bunlar, Halifeye bağlı olan şeylerdendir. Dolayısıyla Beyt-ul Mâl'in gelirleri, Beyt-ul Mâl'in harcamaları ve Beyt-ul Mâl'de şeriatın belirlemediği şeylerin tasarrufunu Halifenin görüşüne ve içtihadına bağlı kılınmasına ilişkin şeri hükümlerin delilleri olur. İşte bu üç delil; gelirlerin delilleri, harcamaların delilleri ve İmamın işleri gözetmesinin delili, bu maddenin delilleridir. Madem ki Halifenin kendi görüşüne ve içtihadına göre gelirlerin kısımlarını, her kısma konulacak meblağları, harcamaların kısımlarını ve her kısma ait meblağları belirleme hakkı vardır o halde gerek kısımları gerekse gelirler yada harcamalar için olsun her kısma ait meblağlarıyla devlet için yıllık bir bütçenin belirlenmesinde bir mania yoktur. Yasak olan şey gelirleri ve harcamalarıyla bütçenin bölümleri için yıllık bir bütçenin belirlenmesidir. Çünkü bunları şeri hükümler belirlemiştir. Dolayısıyla bunlar daimidir."

Yani İktisat Nizamı Kitabında şöyle denmiştir:

- Şeri hükümlere göre daimi olmasından dolayı gelir ve giderler bölümü için yıllık bütçe diye bir şey yoktur...

- Halifenin reyi ve içtihadına bağlı olmasından dolayı gelir ve gider kısımları için "yıllık veya yıllık olmayan" bir süreyle sınırlı bir bütçe yoktur...

- Ancak belirli bir süreyi göz önünde bulundurmaksızın maslahatın gerektirmesi halinde kısımları uygun gördüğü bir süreliğine takdir etme işi Halifeye aittir.

Bundan da ortaya çıkmaktadır ki Halife, kısımlar için bir yıl veya daha fazla veya daha az süreliğine bir bütçe belirlemek zorunda değildir. Ancak "maslahatın gerektirmesi halinde", belirli bir süreye bakmaksızın kısımlar için bir bütçe belirleme hakkına sahiptir.

Mukaddime Kitabında ise şöyle denmiştir:

- Halife için yıllık bir bütçe belirlemesinde bir mania yoktur.

- Ancak yasak olan şey bütçenin bölümleri için yıllık bir bütçenin belirlenmesidir. Dolayısıyla bunlar daimidir.

Mukaddimede geçenlerden de görüldüğü üzere arasında İktisat Nizamı Kitabı ile bir çelişki yoktur.

- Mukaddimede Halifenin belirlemesinde bir mania yoktur denmiştir...

- İktisat Nizamında, belirli bir süreye bakmaksızın maslahat gerektirmesi halinde kısımları belirleme işi Halifeye aittir denmiştir.

Yani Halife, bütçenin kısımlarını yarım veya bir veya iki seneliğine belirleyebilir...

Gördüğünüz gibi meselede bir çelişki yoktur.

Maliye Kitabında geçene gelince; burada muvazene kelimesi, gelecekteki mali durum için kullanılmıştır ve bunda bir sorun yoktur.

Devamını oku...

Sorular ve Cevaplar

Soru-1: İslam Nizamı Kitabında şöyle geçmiştir: "Aklî ameliye, vakıanın duyu organları yoluyla beyne nakledilmesi ve vakıanın, vasıtası ile yorumlanabileceği öncül bilgilerin bulunmasıdır."

Allame Şeyh en-Nebhani [Rahimahullah], bu ameliyenin gerçekleşmesinde öncül bilgilerin bulunmasının önemini net bir şekilde açıklamıştır.

Ancak insanın bilgi elde edebilmesi için bir alıcıya sahip olması ve bu alıcının da işitme veya görme olması kaçınılmazdır. Dokunma, koklama ve tatma gibi diğer organların bu görevi yerine getirmesi imkansızdır...

Doğuştan kör veya sağır olan bir çocuğun, herhangi bir bilgi edinmesi imkansızdır. Dolayısıyla diğer duyu organları sağlıklı olmasına rağmen onda aklî ameliye gerçekleşmez ve fikir ortaya çıkmaz.

Soru şudur: Doğuştan görme ve işitme nimetinden mahrum olan herkes mükellef değil midir?

Şayet cevap: "Hayırsa", Allah Azze ve Celle'nin şu kavli ne demektir:

صُمٌّ بُكْمٌ عُمْيٌ فَهُمْ لا يَعْقِلونَ "Sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler ve onlar, akıl da etmezler."

Cevap:

Aklî ameliye için duyu organları, beyin, vakıa ve ön bilgi gereklidir... Bu akli ameliyenin tamamlanması, bu dördünün sağlıklı olması oranında gerçekleşir. Doğuştan kör ve sağır olan bir kimsede duyu organlarında ve bilgilerde eksiklik olur... Dolayısıyla aklî ameliye, sahip olduğu diğer duyu organları ve elde ettiği bilgiler oranında gerçekleşir.

Bu gibi kişilerin dokunma gibi diğer duyu organları, gören kimselerden daha güçlü ve daha dakik olduğu da bilinmelidir.

Bana, bu kişilerden birisi kör bir kişinin olduğunu, bir kişi ile bir defa karşılaştığı ve onunla tokalaştığı, yani eline dokunduğunda ardından bir süre sonra onunla tekrar karşılaşıp elini dokunmasıyla onu tanıdığını aktardı.

Velhasıl: Bir kimse, yukarıda belirtilen dört şeye sahip olduğu sürece düşünebilir. Ancak ondaki aklî ameliyenin sonucu, yukarıdaki dört unsurun bulunmasına göre ya sağlıklı ve sahih şekilde tam yada eksik olur yada sağlıklı olmaz...

صُمٌّ بُكْمٌ عُمْيٌ فَهُمْ لا يَعْقِلونَ "Sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler ve onlar, akıl da etmezler." ayet-il kerimesine gelince: Bu mecazi anlamdadır. Yani bu ayet, gerçekten sağır, kör ve dilsiz olan kimseler hakkında değildir. Bilakis sahip oldukları bu melekleri ihmal eden ve bunları doğu şekilde kullanmayan kimseler hakkındadır. Dolayısıyla bu kişilerin gözleri olsa da kördürler, kulakları olsa da sağırdırlar ve dilleri olsa da konuşamayan dilsizdirler. Yani aynen şu ayet gibidir: لَهُمْ قُلُوبٌ لاَّ يَفْقَهُونَ بِهَا وَلَهُمْ أَعْيُنٌ لاَّ يُبْصِرُونَ بِهَا وَلَهُمْ آذَانٌ لاَّ يَسْمَعُونَ بِهَا أُوْلَـئِكَ كَالأَنْعَامِ بَلْ هُمْ أَضَلُّ أُوْلَـئِكَ هُمُ الْغَافِلُونَ "Onların kalpleri vardır, onlarla kavramazlar; gözleri vardır, onlarla görmezler; kulakları vardır, onlarla işitmezler. İşte onlar hayvanlar gibidir; hatta daha da aşağıdırlar. İşte onlar gafillerin ta kendileridir." [el-A'râf 179]

Soru-2: Halifenin benimsemesinin hilafına olan kâdinin hükmü, hükmün bozulmasını gerektirir mi? Şayet böyleyse bu hal, Anayasa Mukaddimesi'nin 1. cüzünün 83. maddesinde geçen hükmü bozan üç halle birlikte neden zikredilmemiştir?

Cevap:

Kâdinin hükmü, bizce benimsenen üç halde, yani İslam'la yönetimi terk etmesi ve küfür hükümleriyle hükmetmesi veya kat'î bir nassa muhalefet etmesi veya meselenin vakıasına muhalefet etmesi hallerinde bozulur. Bu, Halifenin benimseme yapmaması halindedir. Fakat Halife benimseme yapmışsa kâdiye düşen, benimsenen şeri hükümlere göre hükmetmesidir. Dolayısıyla istihsana ve mesalih-i mürseleye değil kitaba, sünnete, icmâ-us sahabe ve kıyasa bağlanmalıdır... Mesela benimsenmiş bir hükümse müzara'anın haram olmasına bağlanmalıdır. Dolayısıyla bunun dışında başka bir şeyle hükmedemez.

Eğer kâdi, benimsenenin dışında başka bir şeyle hükmetmişse İmamın emrine muhalefet etmiş olur, bu yüzden cezalandırılır ve hükmü reddedilir. Ancak biz bu hali, üç halin içerisinde zikretmedik. Çünkü aslolan kâdinin benimsenenin hilafına hükmetmemesidir.

Her müçtehide düşen, Halifenin benimsemede bulunduğu herhangi bir mesele hakkındaki içtihadı sonucunda vardığı hükmü terk etmesidir. Çünkü sahabe, İmamın emrinin ihtilafı kaldıracağı üzerinde icmâ etmiştir.

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER