Cumartesi, 17 Cumade’l Ûlâ 1447 | 2025/11/08
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

-Basın Açıklaması- İçinizde Hiç Dosdoğru Bir Adam Yok Mu?!

Hunhar Suriye rejimi, önceki gün Humus kentinde vahşi bir katliama imza attı. Beşşar el-Esed'in zebanileri kenti çevirip üzerine ateş yağdırdı. Medyada geçen haberlere göre yaklaşık 300'den fazla insan katledildi, 1000'in üzerine yaralı var. Kuşkusuz bu katliamlar ilk kez yaşanmıyor, halk hareketinin başladığı günden beri dozu artan şiddette devam ediyor. Güya bölgenin liderliğine ve rol modelliğine soyunun Türkiye de dahil bütün dünya, kadın, çocuk, genç yaşlı, masum suçlu ayrımı yapmayan bu insafsız canavarların pervasız katliamlarını ölüm sessizliği içinde seyrediyor. Arap Birliği göstermelik olarak toplantılar düzenliyor, birtakım içi boş kararlar alıyor, gözü körleri gözlemci diye gönderiyor. Birleşmiş Milletler, NATO, İslam Konferansı Örgütü vs. devletlerarası ve bölgesel kurumlar cılız ve kof tepkilerle top çevirip duruyor.

Muhakkak ki Beşşar el-Esed liderliğindeki Suriye rejimi uzun süredir Amerika'nın kuklasıdır ve Amerika, devletlerarası ve bölgesel kuruluşlar yoluyla süreci uzatarak el-Esed rejimine zaman kazandırmakta, bu zaman zarfında iktidar alternatifler oluşturmaya çalışmakta, muayyen bir sonuca varılıncaya kadar mazlum Suriye halkını, Suriye ordusunun samimi askerlerini ve hak sözü haykıran ileri gelenlerini korkunç bir katletme ve tasfiye etme operasyonuna devam etmesi için zalim rejime yeşil ışık yakmaktadır. Dolayısıyla rahatlıkla denebilir ki Suriye'de süregelen bu kanlı operasyonun doğrudan hedefi genel anlamda İslam ve Müslümanlar, özel olarak İslami hayatın yeniden başlatılmasıdır. Devletlerarası kurumların içi boş dalaverelerinin sebebi işte budur! Bölgesel kurumların kör bakışlarının sebebi budur! Türkiye de dâhil bölgedeki güdümlü uydu devletlerin ölüm sessizliğinin sebebi işte budur! Sağır kulakların bu sessizliği, kör gözlerin bu yumuluşu öyle bir dereceye vardı ki kimi İslami kesimler de dahil çoğu durumda harekete geçip ortalığı ayağa kaldıranlar, şimdilerde kahredici bir yere çakılmışlık pozisyonundalar!

Dünyanın sustuğu, kurumların ve kuruluşların sustuğu, bölge devletlerinin ve ordularının sustuğu, sözde duyarlı kesimlerin sustuğu, halkların sustuğu böyle bir vahşet karşısında, bu apaçık İslam ve Müslüman düşmanlığı karşısında bizler susmayacağız, susmayacağız, susmayacağız! Her şeyi gören, her şeye şahit olan Allah Subhânehu'ya yalvaracağız, O'ndan medet umacağız, O'ndan zafer bekleyeceğiz. Tâ ki Raşidî Hilâfet Devleti'nin şanlı orduları Rablerinin emrine itaatle Küfrün zulümlerini İslam'ın adaletine dönüştürünceye kadar...

وَمَا لَكُمْ لاَ تُقَاتِلُونَ فِي سَبِيلِ اللّهِ وَالْمُسْتَضْعَفِينَ مِنَ الرِّجَالِ وَالنِّسَاء وَالْوِلْدَانِ الَّذِينَ يَقُولُونَ رَبَّنَا أَخْرِجْنَا مِنْ هَذِهِ الْقَرْيَةِ الظَّالِمِ أَهْلُهَا وَاجْعَل لَّنَا مِن لَّدُنكَ وَلِيًّا وَاجْعَل لَّنَا مِن لَّدُنكَ نَصِيرًا  Size ne oluyor da Allah yolunda ve "Rabbimiz! Bizi halkı zâlim olan bu beldeden çıkar, bize katından bir velî, koruyucu gönder ve bize katından bir yardımcı gönder" diyen zavallı erkekler, kadınlar ve çocuklar uğrunda savaşmıyorsunuz?! [en-Nîsa 75]

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Değil 117 Sene, 1170 Sene De Verseniz, Hizb-ut Tahrir'i Asla ve Kat'a Yıldıramayacaksınız!

Hizb-ut Tahrir, 2 Eylül 2005 günü İstanbul'daki Fatih Camii önünde tüm Müslümanlara, İslam Ümmeti'nin geçmişini ve bugününü çarpıcı örnekler ve izahatlarla beyan edip tek kurtuluş yolunun Nübüvvet Minhâcı üzere Râşidî Hilâfet Devleti'nin kurulmasından geçtiğini bütün dünyaya haykıran muhteşem bir organizasyona imza atmıştı. Hilâfet'in yıkılışının Hicrî yıldönümü münasebetiyle Türkiye'de Fatih Camii'nde düzenlenen bu gösterinin aynı formattaki benzerleri, aynı günde, aynı vakitte, aynı konuşma metniyle Endonezya'dan Fas'a kadar çok sayıda halkı Müslüman ülkede de düzenlenmişti.

40'a yakın ülkede düzenlenen bu gösteriler akabinde, Türkiye'den güya demokrasi, güya insan hakları, güya sosyal reformlar, güya gelişmişlik bakımından çok daha geride kalmış olanlarında bile görülmemiş bir şiddet, görülmemiş bir medya yaygarası, görülmemiş bir terör kasırgası, görülmemiş bir yargı saldırısı ve görülmemiş bir ceza yağmuru Türkiye'de görülmüş, 24 Ocak 2011 günü sonuçlanan davada 49 Müslüman hakkında toplam 117 sene hapis cezası verilmiştir. Demokrasi, düşünce özgürlüğü, insan hakları havarisi kesilenler, söz konusu İslam olunca, söz konusu İslam Devleti Hilâfet olunca, söz konusu İslam'a davet eden Hizb-ut Tahrir olunca, söz konusu Ümmet'in ihlaslı evlatları olunca, bu kez aslan kesilip pervasızca adli takibatlar yapmaktan, tutuklama dalgaları başlatmaktan, son kullanma tarihi koyar gibi asırlık saçma sapan cezalar vermekten haya etmemektedirler.

Hizb-ut Tahrir, ideolojisi İslam olan siyasi bir partidir. İslami hayatı yeniden başlatma gayesini, hiçbir şiddet eylemine karışmaksızın, yalnızca fikri ve siyasi çalışmalarla gerçekleştirme çabası içerisindedir. Güneş balçıkla sıvanmaz misali, bütün dünya, hatta bu cezayı verenler ve verdirenler dahi bu gerçeği hiç kuşkusuz bilmektedir. Rasulullah (SallAllahu Aleyhi ve Sellem)'e "el-Emin" (güvenilir) deyip dindaşlarına vermedikleri emanetleri O'na verdikleri, O'nun gerçekten Allah'ın Rasulü olduğundan çocuklarının kendi çocukları olduğundan daha emin oldukları halde yine de kendi içlerinde kendilerini yalanlaya yalanlaya O'na, "sihirbaz, yalancı, fitneci" diyenlerle bugün Müslümanlara bile bile "terörist, fundamentalist, irticacı" diyenler arasında ne fark vardır? Kendi çürük, kokuşmuş ve Batılı fikirleriyle Müslümanlara karşı mücadeleden aciz kalanlar, bu ithamlarında yalancı ve iftiracı olduklarını kesinlikle bildikleri gibi, değil 117 sene 1170 sene de verseler, Hizb-ut Tahrir'i asla ve kat'a yolundan saptıramayacaklarını, Hilâfet'in kurulmasını gerçekleştirerek Allah Subhânehu'nun vaadini er veya geç gerçekleştireceğini ve bekçiliğini yaptıkları bu zalim rejimin Saddam'ın, Kaddafi'nin ve diğer zorbaların rejimleri gibi devrileceğini de kesinlikle bilmektedirler.

أَلَمْ تَرَ أَنَّهُمْ فِي كُلِّ وَادٍ يَهِيمُونَ، وَأَنَّهُمْ يَقُولُونَ مَا لاَ يَفْعَلُونَ، إِلاَّ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ وَذَكَرُوا اللَّهَ كَثِيراً وَانتَصَرُوا مِن بَعْدِ مَا ظُلِمُوا وَسَيَعْلَمُ الَّذِينَ ظَلَمُوا أَيَّ مُنقَلَبٍ يَنقَلِبُونَ  "Görmüyor musun, onlar her vâdide şaşkın şaşkın dolaşırlar ve yapamayacakları şeyleri söylerler. Ancak îman edip sâlih amel işleyenler, Allah'ı çokça zikredip zulme uğratıldıktan sonra zafere ulaşmaya çalışanlar başkadır! Zaten zulmedenler, nasıl bir yıkılış ile yıkıldıklarını çok yakında bileceklerdir." [eş-Şu'arâ 224-227]

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Filistin Otoritesi, Filistin ve Halkını Yahudilere Satmakta Bedelini de Filistin Halkının Ödemesini İstemektedir!

Otoritenin, Filistin halkının geçimlerini takip etmeyi sürdürmesi nedeniyle, özellikle de çiftçileri kapsayan ve sanayiciler ile tüccarlar için de külfetli olan yeni vergi kanunlarının açıklanmasının ardından Filistin topraklarına büyük bir hınç ve öfke yayılmıştır. Dolayısıyla bu, insanları bitkin düşürmek için zaten yüksek olan fiyatların daha da yükselmesine yol açacaktır. Dolayısıyla buda, Ramallah, Tulkerim, Ebu Deys ve diğer bölgelerdeki göstericilerin sokaklara çıkmasına yol açmasının yanı sıra tüm kurumlar, guruplar ve eğilimler tarafından otoriteyi eleştiren sesler yükselmiştir. Hizb-ut Tahrir olarak bizler, bu hususta defalarca uyarıda bulunduğumuzu vurgulayarak deriz ki:

Otorite, Filistin topraklarının büyük bir kısmını Yahudilere feragat etmeyi gerektiren hain Oslo Anlaşma'larını imzalamasının ardından, Filistin halkının sefil yaşantısını yükselteceğinin, işgalcinin koyduğu vergileri hafifleteceğinin ve Batı şeria ile Gazze Şeridi'nin işgalciden kurtulmuş Filistin toprakları olduğunun propagandasını yapmaktadır. Böylece insanları, Filistin'i kurtarmada başarısız olan Arap yöneticiler ile Filistin'i Yahudilere veren bağışçı Batılı devletlerin paralarıyla lüks bir hayat yaşayacaklarına inandıracaktır.

Bazı menfaatçiler, otoritenin yalanlarını doğrulamalarına ve kimlerin gören gözleri kör ettiğini görmelerine rağmen otoritenin ve tabiilerinin kötülüklerine rıza göstermekteler ve otorite, vaat ettiği dünyevî menfaatleri gerçekleştirse bile mübarek Filistin topraklarının bir karışını bile Yahudilere feragat etmenin haram olduğunu unutmaktadırlar. Ancak şeytanî vaatleri gerçekleştirecek olmalarından dolayı heyhat ki heyhat!

يَعِدُهُمْ وَيُمَنِّيهِمْ وَمَا يَعِدُهُمُ الشَّيْطَانُ إِلاَّ غُرُوراً "(Şeytan) onlara vaadde bulunur ve onlara (boş) ümitler verir; halbuki şeytanın onlara vaadde bulunması aldatmacadan başka bir şey değildir." [en-Nisâ 120]

Filistin Kurtuluş Örgütü ile otoritenin ortaya çıkardığı şeyin, kötü meyvesi olan habis bir bitkiden başka bir şey olmadığını bir kez daha vurgularız. Zira otorite, Filistin'in büyük bir bölümünü su istimal ettikten, işgalcinin güvenliğini korumak için onunla güvenlik koordinasyonu kurduktan, işgalcinin politik, güvenlik ve malî yükünü kaldırdıktan ve onu, tarihin en ucuz işgalcisi yaptıktan sonra şimdi de Batı Şeria ve Gazze'nin kurtulmadığını dahası hala işgal altında olduğunu açıkladığı gibi bağışçı devletler ile Yahudi devleti de, siyasî vaatlerinden dönmesinin ardından malî sözlerinden de dönmüştürler. Ayrıca otorite de, Filistin'in bir bütün olarak kurtuluşunun mesuliyetini yüklenmesi için onu İslam ümmetinin kucağına geri vermek yerine saçma müzakerelere devam etmekte, kendi adamları ile Yahudilerin güvenliğini koruyan güvenlik birimlerine para toplamak için Filistin halkının yiyeceklerini takip etmektedir.

Otoritenin güvenlik ve malî politikaları, ülkeyi baştan aşağı dolaşan elçileri, generalleri ve aynı şekilde Dünya Bankası yoluyla finansör sömürgeci devletlerin otoriteye dikte ettiği kasıtlı politikalardır. Buda Filistin halkını fakirleştirmek ve güçlü iradelerini kırmak içindir ki böylece otoritenin, ülkeyi Yahudilere feragat etmesine boyun eğip kabul etsinler yada işgalci Yahudi'nin çıkarı için göç edip ülkeyi terk etsinler.

Filistin halkı, işgalcinin ve otoritenin uyguladığı bütün saptırıcı araçlara, katliama, işkenceye ve baskıya rağmen hain otoritenin tavizlerine ne boyun eğecekler nede kabul edeceklerdir. Aynı şekilde bizler de eminiz ki; açlık ve yoksullaştırma politikaları, Filistin halkının göç etmesinde yada aşağılık otoritenin tavizlerini kabule boyun eğmesinde başarılı olamayacaktır. Bilakis otoriteye karşı sesleri ve lanetleri günden güne artacak ve tavizleriyle açlık ve cürümsel politikalarını bırakıncaya kadar da otoritenin karşısında duracaklardır. Aynı zamanda onlar, aralarından Raşidi Hilafet altında İslam ile hükmedecek, tüm Filistin'i kurtarmasının yanı sıra halkını da işgalcinin zulmü ile otoritenin adaletsizliğinden ve zulmünden kurtarmak için orduyu harekete geçirecek adil bir imamı çıkarmaları için gözlerini ayaklanan İslam ümmetine dikmişlerdir. Hizb-ut Tahrir olarak bizler de, Allah'ın izniyle bunun olacağına ve kafirlerin burunlarının sürtüleceğine inanıyoruz.

وَاللّهُ غَالِبٌ عَلَى أَمْرِهِ وَلَـكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لاَ يَعْلَمُونَ "Şüphesiz ki Allah, emrine galiptir, muktedirdir. Velakin insanların çoğu bunu bilmezler!" [Yûsuf 21]

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Uzlaşı Hükümeti, Salih'i Rada'daki Zengibar Klonlamasından Engellemede Başarılı Olabilmiş midir?!

Bu Ocak ayının 20'si Cuma günü Yemen'de yayınlanan Ahbar el-Yevm Gazetesi; uzlaşı hükümetinin, 19 Ocak Perşembe günü, Körfez turundan iki gün önce bir sonraki başkan Basendwah'ın başkanlığında acil bir toplantı yaptığını, toplantıda silahlı bir gurubun harekete geçmesinin ardından el-Beyda ilinin Rada ilçesindeki olayların sonucunu ele aldığını haber yapmış ve toplantının, 14 Ocak cumartesi günü Şeyh el-Gablî Tarık ez-Zeheb'in liderlik ettiği "el-Kâide'nin", Rada ilçesine girmesine ve el-Ameriya Camisi ve Rada'nın merkezindeki antik kale de dahil Meydan bölgesine hakim olmasına müteakiben olduğunu bildirmiştir.

Üyeleri arasında keskin tartışmalara tanık olunan hükümet toplantısında, konferansa katılan savunma bakanları, toplantıyı izleyen Cumhuriyet Muhafızları Kuvvetleri ile içişleri ortaklığındaki katılımcılar ve merkez güvenlik güçlerinden her birine, hükümetin silahlı gurubun Rada şehrini ele geçirmesine neden olan kimseleri muhasebe etmesine yönelik sorular yöneltilmiştir.

Nitekim  ilçede bulunan Ali Abdullah Salih'in başkanlık ettiği Cumhuriyet Muhafızları Kuvvetleri ile "İçişleri Bakanlığı'na bağlı" merkez güvenlik güçleri, "Ali Abdullah Salih'in kardeşinin oğlu" Yahya Muhammed Abdullah Salih'in başkanlık ettiği Sana'daki liderlikten gelen emirler üzerine ilçeden çekilmiş ve sonunda da silahlı gurubu şehirden çıkarmaya dönük saldırı yapmaktan vazgeçmiştir. Ayrıca silahlı gurubun ilçeye girmesinden iki gün önce Dara İş Müdürlükleri Koruma Vekili'nin evi de boşaltılmıştır. Nitekim "Tarık ez-Zeheb'in kardeşi" Halit ez-Zeheb, Rada ilçesine girilmesi ve en ufak bir direnişle karşılaşmaksızın teslim edilmesi için kardeşiyle ulusal güvenlik arasında işbirliği olduğu şeklinde açıklamalarda bulunmuştur. İşte tüm bunlar, Mika 25. Tugayı hariç merkez güvenlik güçleri ile diğerlerinin geri çekilmelerinin ardından silahlı oldukları sanılan bir gurubun, 2011 yılında Zengibar ve Ebin şehirlerini kontrolü altına alma şeklini akla getirmektedir. Demek ki bu silahlı gurubun, buraları kontrolü altına almasının ardından yine kontrolü altına alması için Aden şehrine girmesi de planlı olmuştur. Dolayısıyla şu anki hususlar, bu silahlı gurubun 2011 Mayıs ayının sonlarında Zengibar şehrine girerek burasını kontrolü altına alması ile ateşle oynamasını engellemek için 03. Haziran 2011 günü Ali Abdullah Salih'i hedef alan "Fogaz" tipi roket saldırısının arasında bir bağlantının olduğunu ortaya koymaktadır.

Rada şehrinin silahlı guruba teslim edilmesi olayı, otoriteyi kesin olarak bırakmadan önce Salih'in, Amerika'ya gitmekten vazgeçmesinin ardından ve önümüzdeki 21 Şubatta yapılacak olan erken başkanlık seçimlerinin öncesinde gerçekleşmiştir. Zira geçen hafta, Salih ve işbirlikçilerinin dokunulmazlıklarının temsilciler meclisinde kabul edilmesinin ardından Salih, partisinin milletvekillerinden seçimlerin ertelenmesi ve temsilciler meclisinin onaylaması amacıyla da hükümetin dokunulmazlıkta bazı değişiklikler yapması talebinde bulunmuştur.

Ayrıca kendisinin doğrudan gitmesi için çalışan iç kesimi cezalandırmak ve dışarıya da korku salmak için Salih ve yönetim rejiminin kontrol ettiği Yemen şehirlerinde güvenlik açıklarının bulunduğu düşüncesi, Carnegie Uluslararası Barış Vakfı'nın, bunun Körfez için bir tehlike oluşturduğu ve Bab el-Mendeb'de seyretmesi gerektiğiyle ilgili en son verdiği raporların ardından gerçekleşmiştir.

Peki, tüm bu kanıtların ardından uzlaşı hükümeti, Salih'in Yemen'in istikrarıyla ilgili saçmalığını durdurabilmiş midir? Yoksa karşısında değil de yanında yer alması için uzlaşı hükümetini getiren Salih midir?

Salih'in ve yönetimdeki yaptıklarının meşru olduğunu söyleyen sesler, bu tür olaylar meydana geldiğinde nereye kayboldular? Halbuki İslam'da, şehirlerin iç güvenliğini koruma ve istismarcıları engelleme işini Cumhuriyet Muhafızları değil polis yapmaktadır. Ayrıca her hangi bir gaye için, insanların canları ve güvenliği de hafife alınmamalıdır. Zira gaye vasıtayı meşru kılmaz.

Müslüman ülke yöneticilerinin hiçbirisi, insanların gözetim hakkını yerine getirmemektedirler. Bilakis kapitalist Batı hükümlerine rıza göstermeleri için onlara azapların en kötüsünü tattırmaktadırlar.

İslam ile yönetmeye, insanları mutlu etmeye ve korkutmak yerine onları gözetmeye muktedir olan sadece Hilafet'tir. Bun nedenle Hizb-ut Tahrir, Yemen ve diğer Müslüman ülkelerdeki Müslümanları, Hilafet'i kurmak için kendisiyle birlikte çalışmaya davet etmektedir. O halde hiçbir güç, sizi bundan alıkoymasın.

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Gizli Ordu İstihbaratı, İslamabad'taki Hizb-ut Tahrir Üyelerini Kaçırıp İşkence Etmekte ve Dr. Abdukayyum da Altı Aydır Baltacıların İşkencesi Altında Hala Hükümetin Zindanlarında Tutulmaktadır

Hilafet'i ikame etmek ve sömürgeci rejimi yok etmek için mücadele eden tek siyasî bir hizib olan Hizb-ut Tahrir, diğer yerlerdeki asil duruşunda olduğu gibi Pakistan'da da fedakarlıklar göstermeye devam etmektedir. Zira en son olarak Pakistan istihbaratı, Hizb-ut Tahrir üyesi Azam Hân'ı cami önünden kaçırmış ve hükümetin, sömürgeci kapitalist rejimle mücadele etmesini ve alternatif bir sistem olarak İslam'ın geri dönmesi için çalışmasını bir cürüm sayması nedeniyle de kendisine şiddetli işkencede bulunmuşlardır. İşkencenin ardından da onu, Hizb-ut Tahrir'i terk etmeye zorlamışlardır.

Hizb-ut Tahrir, bu korkakça eylemi şiddetle kınar. Zira Azam Hân, Ulu Önder Üniversitesi Bilgisayar İlimleri alanında mastır yapmış ve bilgisayar yazılım şirketinde üst düzey bir pozisyonda çalışmaktadır. Dolayısıyla kendisi, hükümetin baltacıları tarafından öyle şiddetli bir işkenceye uğramıştır ki kas kirişleri ve omuz bağları ciddi hasar görmüştür. Hatta doktorlar, onun iyileşmesinin en az altı hafta alabileceğini söylemişlerdir.

Bu istihbarat subayları, kendilerinden önce de Kureyş'in, İslam davetini yaymaktan ve İslam'ı ikame etmekten vazgeçirmek için sahabeye işkence ettiğini ancak sefil bir şekilde başarısız olduğunu unutmuş gibidirler. Dolayısıyla Pakistan da dahil İslamî ve İslamî olmayan ülkelerdeki istihbarat subayları, Hizb-ut Tahrir üyelerinin azmini kırmayacakları gibi Hizb-ut Tahrir'i durdurmaya da asla muktedir olamayacaklardır. Dolayısıyla da bizler, bu istihbarat subaylarına, Keyanî'ye ve Gilani'ye deriz ki; siz ve efendileriniz burunlarınızı sokmanıza rağmen Hilafet kurulacaktır. Şunu iyi biliniz ki; ümmet uyanmaya ve sultanını yeniden elde etmeye başlamıştır. Dolayısıyla akıbetiniz, Mübarek ve Kaddafi'nin akıbeti gibi olacaktır ve bunun olması da gerçekten çok yakındır. Zira mesele, sadece zaman meselesidir. Ayrıca efendilerinin isteklerinin yerine getiren baltacılar da iyi bilsinler ki; onların akıbeti de Kaddafi'nin baltacılarının akıbeti gibi olacak olmasının yanı sıra ahiretteki akıbetleri ise bundan çok daha kötü olacaktır.

قُلْ هَلْ نُنَبِّئُكُم بِٱلأَخْسَرِينَ أَعْمَالا ٱلَّذِينَ ضَلَّ سَعْيُهُمْ فِى ٱلْحَيَاةِ ٱلدُّنْيَا وَهُمْ يَحْسَبُونَ أَنَّهُمْ يُحْسِنُونَ صُنْعا أُوْلَـٰئِكَ ٱلَّذِينَ كَفَرُواْ بِآيَاتِ رَبِّهِمْ وَلِقَائِهِ فَحَبِطَتْ أَعْمَالُهُمْ فَلاَ نُقِيمُ لَهُمْ يَوْمَ ٱلْقِيَامَةِ وَزْناًً ذٰلِكَ جَزَآؤُهُمْ جَهَنَّمُ بِمَا كَفَرُواْ وَٱتَّخَذُوۤاْ آيَاتِى وَرُسُلِى هُزُواً "De ki: Size, (yaptıkları) işler bakımından en çok ziyana uğrayanları bildirelim mi? (Bunlar;) iyi işler yaptıklarını sandıkları halde, dünya hayatında çabaları boşa giden kimselerdir. İşte onlar, Rablerinin ayetlerini ve O'na kavuşmayı inkar eden, bu yüzden amelleri boşa giden kimselerdir ki, biz onlar için kıyamet gününde hiçbir ölçü tutmayacağız. İşte, inkar ettikleri, ayetlerimi ve resullerimi alaya aldıkları için onların cezası cehennemdir." [Kehf 103-104-105-106]

Ayrıca Hizb-ut Tahrir üyesi Rahim Yâr Hân gibi Dr. Abdulkayyum da hala altı aydan bu yana kaçırılmış olup sözde "bağımsız yargı da" bu gerçeği bildiği halde istihbarat subaylarına onun serbest bırakılması emrini verememektedir. Halbuki Hizb-ut Tahrir üyeleri, bu birimler tarafından gerçekleştirilen benzer kaçırılma durumlarının ardından serbest bırakılmışlardı! Nitekim 19 Ocak yarın, yargı komisyonu bir toplantı yapacak. Dur bakalım bu toplantının ardından yargı, yeniden kaçırılanların yanında bekleyip duracak mı yoksa Dr. Abdukayyum'un kaçırılışına son vermek için bazı pratik adımlar atacak mı bekleyip göreceğiz.

Hizb-ut Tahrir, göğüslemesi gereken fedakarlıklar ne olursa olsun Hilafet yoluyla İslam'ı ikamet etmek için durmaksızın mücadele edeceğine dair Allah'a, Resulüne ve ümmete söz vermiştir. Nitekim Hizb-ut Tahrir'in yaklaşık altmış yıllık mücadelesi, buna dair parlak bir örnektir elhamdulillah.

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Hizb-ut Tahrir / Endonezya, Yakıt ve Doğalgaz Fiyatlarının Liberalleşmesini (Serbestleştirilmesini) Reddeder

Geniş çapta açıklandığı üzere Endonezya hükümeti, 01. Nisan 2012'nin başında yakıt ve doğalgaz desteğini (sübvansiyonunu) sınırlandıracaktır. Ayrıca hükümet, bu liberalleştirmenin insanların maslahatı için olduğunu da iddia etmiştir. Aslında bu politika, insanların zararına ve yabancı şirketlerin faydasına olan bir politikadır. Bu nedenle bu politikanın, aşağıdaki sebeplerden dolayı kesin olarak reddedilmesi gerekmektedir.

1-Desteklenen yakıtların kısıtlanması, yakıt ve doğalgaz fiyatlarının liberalleşmesi yolundaki başka bir adımdır. Çünkü bu kısıtlamalar, yakıtlardan desteğin kaldırılması mesabesindedir. Böylece insanlar, Bertemax gibi desteklenmeyen yakıtlara yönelmeye mecbur kalacaklardır. Dolayısıyla bu, yabancı yakıt ve doğalgaz şirketlerinin beklediği bir andır. Zira insanlar, petrol ürünlerini bile almada tereddüt ettikleri (Premium) gibi ucuz yakıtlar bulamayacaklardır.

2- Yakıtların desteklenmesine yönelik kısıtlama, uzun vadede Total, Şhell ve benzerleri gibi akaryakıt istasyonlarına sahip olan yabancı petrol şirketlerinin çıkarına olacaktır. Hatta şu anda bu şirketler, tüketicilerin Pertamina'nın sattığı ucuz yakıt olan (Premium)'u tercih ettiklerinden dolayı çok para kaybetmektedirler. Dolayısıyla bu kısıtlama, özel otomobil sahiplerini Bertamax gibi yüksek oktanlı yakıtı kullanmak yada yabancı şirketlerin çıkardığı yakıtları satın almak zorunda bırakacaktır. Dolayısıyla da üretim maliyeti kabul edilebilir ve yakıt da daha kaliteli olmakla birlikte yabancı şirketlerin yakıtları, Pertamina üretim piyasasında daha rekabetçi bir hale gelecektir. Bunun üzerine de yabancı akaryakıt istasyonlarının sayısı, kısa bir sürede hızla artış gösterecektir. Şayet hiçbir yenileme olmazsa, Pertamina'nın dağıtım sektöründeki aktivetesi daha az rekabetçi bir hale geleceği gibi Pertamina'ya bağlı dağıtım istasyonları da yabancı yakıt şirketlerine yönelmeye başlayacaklardır. Kesinlikle buda Pertamina'nın zararına olacaktır. Böylece üretim sektörü zayıflayacağı gibi dağıtım sektörü de rekabet edemez bir hale gelecektir.

3- Yakıtlara yönelik kısıtlama ile özellikle yakıtlar ve doğalgaz olmak üzere doğal kaynaklar idaresinde yabancı şirketlere büyük rol vermeye dönük her türlü politika, İslam'a aykırı bir politikadır. Çünkü bol miktarda bulunan doğal kaynaklardan petrol, doğalgaz ve benzerleri, İslam'da kamu mülkiyetinden sayılmakta olup devlet de bunları, insanların maslahatı için idare etmektedir. Petrol ve doğalgazı idare etme hususunda özel şirketlerin, Pertamina şirketini temsil eden hükümetten daha verimli olduğu sözüne gelince; bu, kabul edilemez bir sözdür. Çünkü ortada, Kuveyt Ulusal Petrol Şirketi (Kuveyt), Suudi Arabistan Petrol Şirketi (Suudi Arabistan), İran Ulusal Petrol Şirketi (İran), Petroleos Şirketi (Venezuela), Çin Petrol Şirketi (Çin) ve Petronas Şirketi (Malezya) gibi petrol üretimini verimli bir şekilde idare ve kontrol eden ulusal şirketler bulunmaktadır.

Yukarıda geçen nedenlere binaen Hizb-ut Tahrir / Endonezya, aşağıdaki hususları açıklar:

1- Desteklenen yakıtlara dönük kısıtlama reddedilmelidir. Çünkü bu politika, Endonezya'daki petrol ve doğalgaz idaresinin liberalleşmesine yönelik bir adımdır. Özellikle bu liberalleşme, üretim sektörünün ardından dağıtım sektöründe de olacaktır. Ayrıca bu liberalleşme, yabancı şirketlere petrol ve doğalgaz sektörünü daha fazla kontrol etme hakkı verecek ve devletin rolünü de zayıflatacaktır. Açıktır ki bu politikanın, doğal kaynaklara sahip olan insanlara ciddi zararı olacaktır.

2- Bu kapitalist politika, sadece insanlara zarar vermekle kalmayacak bilakis ülkeyi de sömürgeci yapacaktır. Bu nedenle bu politikanın reddedilmesi ve petrol ve doğal kaynakların İslam Nizamı'na göre idare edilmesi gerekmektedir. Çünkü bu doğal kaynakların, İslam şeriatına göre devlet tarafından idare edilmesi gerektiği gibi kârları da insanların maslahatı için kullanılmalıdır.

3- Tüm Müslümanlar, İslamî Hilafet'in gölgesinde bütün şeri hükümlerin tatbik edileceği İslamî hayatı icat etmek için mücadeleyi yoğunlaştırmaya davet edilmelidir. Hakeza Kur'an-il Kerim'in belirttiği üzere alemler için rahmet olan İslam'a da vurgu yapılmalıdır. İşte o zaman özellikle petrol ve doğalgaz olmak üzere doğal kaynakların idaresi şeri hükümlere göre olacağı gibi Allah'ın izniyle de alemler için rahmet tahakkuk etmiş olacaktır.

Allah bize yeter. Zira O, ne güzel Mevla ve ne güzel yardımcıdır.

Devamını oku...

‘Eğer Siz Allah'a Yardım Ederseniz O da Size Yardım Eder' Cuması Münasebetiyle: Hilafet'i İkame Etmek Suretiyle Allah'a Hakkıyla Yardım Edin

  • Kategori Suriye
  •   |  

6/1/2012 tarihi ve ‘Eğer siz Allah'a yardım ederseniz O da size yardım eder' Cuması münasebetiyle Suriye devrimine 43 Cuma ve Allah [Subhânehu ve Te'alâ] katında değerli olup Müslümanların kanıyla boyanmış yaklaşık 300 ağır gün geçmiş bulunuyor. Bu süre içerisinde, öldürmek için cani Suriye rejimine uluslararası ve bölgesel toplum tarafından süreler verilmiş, işlediği cinayetleri ört bas etmek üzere bu rejim için yalancı ve sahte şahit heyetler kurulmuş ve gün ortasında güneş gibi aşikar görülen ihanetler de bu mübarek devrimi sarmıştır. Belki Suriye'deki ayaklanan, sabreden ve iman eden halkımız bunu kesin şekilde fark ederek bu mübarek sloganı/başlık vermekle ifade etmiştir. Zira bu slogan/başlık üzerinde durmadan geçmemek gerekir. Bu ne güzel bir başlıktır. Çünkü o Allah [Subhânehu ve Te'alâ]'nın izniyle sadık bir imandan gelmektedir. Bu da şeri metoda bağlı olan sadık bir tutum gerektirir ki zaferin gerçekleşmesi için ilgili sebeplerin her ikisi de tamamlanmış olur.

Bu mübarek devrim büyük bir mesafe katederek artık Allah [Subhânehu ve Te'alâ]'nın izniyle zafere ulaşmak üzere ve bununla birlikte Müslümanların cinayet tarihinde eşi ve benzerini görmediği bu cani rejimin de artık devrilme zamanı gelmiştir. Bu rejim tıpkı Suriye başbakanlığına bağlı mali denetleme merkez organı birinci sorumlusu ve savunma bakanlık teftiş sorumlusu Mahmud Süleyman Hac Hamed'in de rejimden ayrılırken dediği gibi: ‘Suriye hükümetinin tümü bir zindan içerisindedir. Bu hükümetin hiç bir şahısı güvenlik güçleri olmadan hareket edemez. Onların her biri ayrılmak ister, ama kendi aile ve akrabaları için endişeleniyorlar.' Uluslararası ve bölgesel olarak verilen destekler, bu rejimin işlediği cürümler, ona fayda etmeyecektir. Arap gözlemcilerin gelmesiyle birlikte başlattığı hain patlamalar da onu kurtarmayacaktır. Bu hain patlamalar, rejimin başını döndüren ve cesurca haykıran sıcak olan Hay El-meydan'da tekrarlandı. Yine bu rejimi onun güvenlik güçleri ve kudurmuş çeteleri korumayacaktır. Nitekim adı geçen genel denetleyicinin söylediğine göre  rejim, devrimi ve ayaklananları yok etmek için güvenlik güçlerine ve kudurmuş çetelere yaklaşık iki milyar Suriye lirası tahsis etti. Muhakkak ki bu rejim göstericilerin sebat etmesi ve onu tarihin çöplüğüne atmasına ısrar etmesi karşısında kendi ecelinin çok yakın olduğunu hissediyor. Hatta bulunduğu güvenlikte iken Esad'ı ansızın da yakalayabilir ki, işte o zaman hiç bir koruma şekli onu asla kurtarmayacaktır.

Ey Allah'ın izniyle yakında Şam'ın yardım ve zafer Müslümanları:

Allah [Subhânehu ve Te'alâ]'nın Müslümanlara olan zaferi gerçektir. O ancak zafere götüren şeri sebeplere tutunan ihlâslı kullarına gelir. Yoksa bu zafer kâfir Batı'nın ajanı olan Arap Birliğinden yardım dileyenlere ve Müslümanlar hakkında desise çeviren BM'in boş çözümlerine boyun eğenlere gelmez. Nitekim Resulullah (صلى الله عليه وسلم) yardım talep etmek üzere Beni Sa'sa'a kabilesine kendini arz ettiği zaman onlar kendisinden sonra yönetimin kendilerinde olmasını şart koşarken o bunu reddetti. İşte bunun gibi ve aynı şekilde siz de Allah [Subhânehu ve Te'alâ]'ya karşı ihlaslı olmayan her şeyi reddedin. Ve biliniz ki etrafınızdakilerin hepsi sizi yalnız bırakarak ihanet ederse Allah [Subhânehu ve Te'alâ]'nın yardımı sizin için yeterlidir. Allah [Subhânehu ve Te'alâ] şöyle buyurmuştur: (إِنْ يَنْصُرْكُمُ اللَّهُ فَلَا غَالِبَ لَكُمْ وَإِنْ يَخْذُلْكُمْ فَمَنْ ذَا الَّذِي يَنْصُرُكُمْ مِنْ بَعْدِهِ وَعَلَى اللَّهِ فَلْيَتَوَكَّلِ الْمُؤْمِنُونَ)(Allah size yardım ederse artık sizi yenecek yoktur. Sizi yardım­sız bırakırsa da O'ndan başka size yardım edecek kimdir? O hal­de mü'minler, sadece Allah'a tevekkül etsinler)Ali İmran 160. Ve yine biliniz ki başlatmış olduğunuz işin tamamlanması için bazı şehirler değil bütün şehirleri ve susmakta olan kardeşlerinizi harekete geçirmelisiniz ve Suriye ordusunun bazısı değil tümündeki kardeşlerinizin yardımını talep etmeniz gerekir ki onlar da yılanın kuyruğu değil başını keserek bu rejimi devirsinler. Bunun için de bütün gücünüzü ve imkanlarınızı zorlayarak seferber ediniz, taşıdığınız bütün pankartlarınızda  Allah'a iman esasına dayalı olması kaydıyla İnsanların ve ordunun gayretlerini artıracak, halkına ve ümmetine karşı kusurlarından dolayı Allah [Subhânehu ve Te'alâ]'nın karşısında sorumluluklarına davet edecek ifadeler haykırınız.

Ey sadece Allah için ihlâslı olan komutan ve askerler:

Bu gün İslam ümmetinin tümü Hilafet kapısının eşiğinde durmaktadır. Hizb-ut Tahrir gençleri de onun kapısını açmak üzere yemin ettiler. Bu yüzden bize yardım ediniz ki hep birlikte kapıyı açalım. Böylece Allah [Subhânehu ve Te'alâ] bu ümmete aziz bir nusret ve açık bir fetih nasip etsin. Siz ise şeran Allah [Subhânehu ve Te'alâ]'nın sizinle ümmete zafer ve kurtuluşu nasip ettiği Hilafet'in kapısısınız. Allah [Subhânehu ve Te'alâ]'nın nusretine müstahak olacağınız şeye Allah [Subhânehu ve Te'alâ]'nın hakkı için kalplerinizi ve aklınızı açınız. Biz de Hizb-ut Tahrir olarak güç ve nusret sahipleri olduğunuz için sizi çağrı görevine uymaya davet ediyoruz. Bu çağrı görevi sizin tağutla birlikte zebanilerini de devirmenizi, ümmetinize ve dininize sahip çıkarak yardım etmenizi gerektirir. Böylece  ellerinizi ellerimize uzatınız ki Müslümanların kalpleri ve akıllarının özlem duyduğu Raşidi Hilafet'i hep beraber ikame edelim. Bu Hilafet bunca ızdırap ve bekleyişten sonra mazlum nefislerin özlediği hak ve adalet ile hükmedecektir. Allah [Subhânehu ve Te'alâ] şöyle buyurmuştur: (وَاذْكُرُوا إِذْ أَنْتُمْ قَلِيلٌ مُسْتَضْعَفُونَ فِي الْأَرْضِ تَخَافُونَ أَنْ يَتَخَطَّفَكُمُ النَّاسُ فَآَوَاكُمْ وَأَيَّدَكُمْ بِنَصْرِهِ وَرَزَقَكُمْ مِنَ الطَّيِّبَاتِ لَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ)(Şunu da hatırlayın ki, bir zamanlar yeryüzünde azlıktınız ve za­yıf görülüyordunuz. İnsanların sizi tutup kapmasından korkuyordunuz da O sizi barındırdı. Sizi yardımıyla kuvvetlendir­di. Size en temiz ve en hoş şeylerden rızık verdi. Tâ ki şükredesiniz.) Enfal 26

Devamını oku...

Soru-Cevap

Soru:

Irak başbakanı Nuri El-maliki Cumartesi günü 31/12/2011'de Irak'ın Amerikan güçlerinin çekilmesini kutladığını açıkladı. Daha önce Amerika'nın çekilmesinden sonra Irak'ın durumunu görüşmek üzere Maliki 12/12/2011'de Amerika'ya iki günlük ziyarette bulunarak devlet başkanı Obama, yardımcısı ve Irak sorumlusu Bayden ve dışişleri bakanı Clinton ile görüşmüştü. 15/12/2011'de de Amerikan savunma bakanı Leown Banette, Amerikan güçlerinin Irak operasyonunun sona ermesiyle alakalı kararın uygulanacağını açıkladı. Bu münasebetle karar; Bağdat havaalanında küçük bir tören düzenlenerek Amerikan bayrağı indirilip yerine Irak bayrağı dalgalanarak kutlandı.

Bu kutlamalar hakkında görüş nedir? Ve Amerika gerçekten Irak'tan tam olarak çekildi mi? İstediği hedefleri gerçekleştirmede başarısız mı oldu, yoksa Irak'ta kurmak istediği nüfuzu gerçekleştirip faal bir güç ve tek bir devlet olarak Irak'ı yok ederek etkisiz hale getirdi mi? Bir de seçim için çekilmenin Obama'ya bir faydası var mı?

Cevap:

Şüphesiz işgalin sona ermesi için kutlama büyük bir şeydir. Çünkü Allah (Subhanehu ve Teala) kafirlerin Müslüman beldelerinde nüfuz sahibi olmalarını haram kılmış ve şöyle buyurmuştur: (وَلَنْ يَجْعَلَ اللَّهُ لِلْكَافِرِينَ عَلَى الْمُؤْمِنِينَ سَبِيلًا)(Allah, mü'minlerin aleyhine kâfirlere asla yol ver­meyecektir.)Nisa 141 Bu durum; işgalin kökleri, ayakları ve yapraklarıyla; nüfuzu, fikirleri ve kanunlarıyla; yardakçıları, ajanları ve ekmeğine yağ sürenleriyle birlikte fiili olarak sona erdiği takdirde geçerlidir. İşte o zaman kutlamanın zafer ve kurtuluş tadı olacaktır. Allah (Subhanehu ve Teala) şöyle buyurmuştur: (وَيَوْمَئِذٍ يَفْرَحُ الْمُؤْمِنُونَ*بِنَصْرِ اللَّهِ)(O günde mü'minler sevineceklerdir. Allah'ın yardımı dolayısı ile...)Rum 4-5 Ancak işgal, adı ve cismiyle kalıyorsa ve adına değişiklik yapılıyorsa, o zaman kutlamanın zafer ve kurtuluş tadı olmaz.

Cevabın gerçeğine vakıf olabilmek için aşağıdaki hususları belirteceğiz:

1- Bilindiği gibi Amerika, Obama başkanlığında olan şu anki yönetim gelmeden önce Irak'tan çekilme kararını almıştı. Bu yüzden işgal kararını alan Bush başkanlığındaki eski yönetim, nüfuzunu sürekli olarak muhafaza edebilmesi için 17/11/2008'de Irak'a güvenlik anlaşması yapmasını mecbur kıldı. Bu anlaşmanın 24.üncü Maddesinin 1.inci fıkrasınca 2011'in sonuna doğru Amerikan güçlerinin çekilmesinin gerektiği geçiyordu. Şu anki yönetim ise sadece çekilme ile ilgili kararı uyguluyor. Bu çekilme kararı ise Obama'nın seçim kampanyasının birinci turunda Amerikan güçlerinin Irak'tan çekilmesini sağlayacağı şeklinde verdiği sözü uygulamak içindir. Nitekim verilen bu sözün Obama'nın seçimleri kazanmasında etkisi olmuştur. Fakat Obama bu anlaşmayı kendi imzalamadığı halde, onu seçim kampanyasında kullanmıştı. Zira o önümüzdeki yılda yapılacak seçimlerde tekrar seçilmesi için verdiği sözü tutma işi gelecek seçim kampanyasının gündemini oluşturdu.

2- Bu konuyu dikkatlice inceleyen, Amerika'nın direkt askeri şekil dışında Irak'tan nihai olarak ayrılmadığını görecektir. Zira o, Amerikan büyükelçiliği memurları ve anlaşmalı uzmanlar gibi kendine bağlı bir takım güçleri çeşitli gerekçeler altında orada konuşlandırdı. Ayrıca Irak güçlerini eğitmek, ona yardım etmek ve görevine başlaması için hazırlamak için eğiticiler de vardı. Bütün bu güçler haberlerde de geçtiği gibi Irak'ın dört üssünde bulunacaklardır.

Bu güçlerin büyükelçiliğin memurları veya eğiticiler adı altında bulunmasının sebebine gelince; Amerika'nın Irak halkının ekserisinin askeri güçlerin dokunulmazlığına karşı olduğunu görmesidir. O kadar ki parlamentoda bazı çevreler bu kararın geçilmesine oy vermeyeceğini açıklamıştır. Bunun üzerine Amerika, Maliki ve hükümetiyle birlikte desise yaparak eğitim gerekçesiyle sayısı 16.000 kişiye varan binlerce memur ve Amerikan büyükelçiliğiyle anlaşmalı uzmanlar ile birlikte yüzlerce askeri konuşlandırdı! Bu konu hakkında Fransız medyasının 13/12/2011 tarihli yayınlarında şunlar geçmektedir: ‘Dokunulmazlık meselesi kaypaklık yaparak çözülmüştür. ABD'nin Bağdat büyükelçiliği 16.000 kişiden oluşan dünyanın en büyük elçiliği olacaktır şeklinde yorumlayabiliriz.‘ Yani Amerikalılar istediklerini gerçekleştirdiler. O da değişik isimler altında diplomatik olarak bir takım şahısların dokunulmazlık hakkına sahip olmasını sağlamaktır. Böylece kendi programlarını uygulayarak az miktar hariç askeri güçlerin üniformayla çekilmesi ve sivil olarak çok büyük miktarda güçlerin kalmasını sağlamıştır. Bu hususta Irak'taki ajanları olan Maliki ve diğerleri de bilerek bu desiseleri onunla çevirdiler. Halbuki bunun planları Amerika'nın Bağdat'ta çalışan olarak bu sayıyı karşılayacak kadar dünyanın en büyük büyükelçilik inşa etmek istediğinden beri yıllar öncesi yapılmıştı. Bu nedenle casusluk için büyük bir merkez olmakla beraber bu büyükelçilik askeri Amerikan üssü sayılır. Çünkü o perde arkasından Irak'ın işlerini yönetecektir. Hatta kendisi desiseleri çevirecek ve Irak halkı arasında fitne ve bölücülük yayacaktır. Tıpkı işgalden bu yana yaptığı gibi. Bunun haricinde o, yüzlerce asker ve anlaşmalı uzmanları dört askeri üsde konuşlandıracaktır. Yani bunlar eğitici ve uzman adı altında bu dört üssü yöneteceklerdir!

3- Muhakkak ki Amerika; kendi hegemonyası ve nüfuzunu yaymak, kendine rakip olan batılı devletlerin nüfuzunu bertaraf etmek, bölgede bir üs olarak kullanmak, servetlerini çalmak, kendi nizam ve yaşam tarzına mecbur etmek, gücünü imha ederek ümmeti birleşmesi , Aziz ve Hakim olan Rabbinin hükmünü ikame etmek üzere güçlü bir dayanak noktası olmaması için Irak'ı işgal etmiştir. İşte bu yüzden dünyanın en büyük büyükelçiliğinde bu korkunç sayıdan oluşan anlaşmalı uzman ve memurları konuşlandırdı ve Irak'ı bir çok alanlarda güvenlik anlaşmaları ve stratejik ortaklık gibi anlaşmalara bağladı. Zira Amerikan başkan yardımcısı Josef Bayden Bağdat'a yaptığı ziyaret esnasında buna işaret ederek şöyle söyledi: ‘Bundan üç sene önce her iki devlet ikili stratejik ortaklığı olan bir anlaşma imzalamıştı. Bu anlaşma uzun vadeli olan yardımlaşma ve dostluk ilişkilerini tesis etmek üzere her iki devletin arzusunu vurguladı. Zira bu ikili stratejik ortaklığı olan anlaşma devamlı olup karşılıklı menfaate dayalı olan ilişkilerimizin üzerine kurulu olduğu esası temsil eder.' (Al-jazeraa 30/11/2011) Buna benzer bir söz de Obama'nın 12/12/2011'de Maliki ile birlikte yaptığı ortak basın toplantısında geçti: ‘Şüphesiz ABD Irak'tan en son Amerikan askeri çekildikten sonra Bağdat'ın güçlü ve daimi ortağı olarak kalacaktır.' Sözü geçen bu anlaşmanın 27.nci maddesinin 1.inci fıkrası şöyle geçiyor: ‘Irak'ı tehdit eden dış veya iç tehlike meydana gelip her hangi bir saldırıyla karşı karşıya kaldığında, onun egemenliğini veya siyasi istikrarını, onun toprak, su ve hava sahasının bütünlüğünü bozan yahut demokrat sistemini ve seçilmiş kurumlarını tehdit eden bir durum olduğunda, Irak hükümetinin talebi uyarınca, her iki taraf derhal stratejik görüşmeye başlarlar. Her ikisinin arasında varılan görüş birliğince bu tür tehditleri bertaraf etmek için ABD diplomat, askeri veya her hangi başka uygun seçenekleri uygulayacaktır.' Bu madde Amerikan ajanı her hangi bir hükümetle anlaşarak Amerika'nın askeri olarak müdahale etmesini kolaylaştırır. Böylece durumun gereği diye onunla anlaşır.

4- Sonunda Amerika Irak'ı yerle bir etti, ilkel  çok eski çağlara gerilemiş ve zayıf bir hale getirdi, onun halkından yüz binlercesini katledip yaraladı, milyonlarcasını da evsiz bıraktı, aralarına fitne, ayrılık ve bölücü tohumları soktu ve onlara ülkenin parçalanmasına yol açacak küfür ve zararlı bir anayasa getirdi...ki bu anayasa ülke içinde bağımsız eyaleti ilan etme hakkını içeriyor ve Irak'ı kendisine bağlayan anlaşmalar, bu bağlılığı korumak ve Amerika'nın Irak'taki nüfuzunun devamlılığını ve hegemonyasını muhafaza etmek için kendi yetiştirdiği ajanlarla, yanı sıra Irak'ı kendisine bağlı kalması için birçok sorun ve problemler altında bıraktı. Nitekim Obama Irak'ın Amerika'ya olan bağlılığını ve tabiliğinin garanti olmasına ortaklık diyerek şöyle dedi: ‘Biz her iki ülkemizin arasında yeni ortaklık inşa ediyoruz. Ve savaşa son çatışma ile değil vatana doğru son bir süreç ile son veriyoruz.' Devamla: ‘Bu çok mükemmel bir iştir.' (A.F.B 15/12/2011)

5- İşin özü Amerika her ne kadar direnişçilerin güçlü darbelerine maruz kalarak unutamayacağı bir ders almış da olsa, fakat o Irak'taki hedeflerini gerçekleştirmiştir. Bu çizgiye göre Amerika; kendine tabi olacak şekilde bir sistem bıraktıktan sonra çekileceğini açıkladı, ülkeyi parçalayacak ve istikrarlılığını sarsacak küfür ve zararlı bir anayasa koydu, ülkeyi Amerikalılara bağlayan, onların inisiyatiflerine bırakan, bozuk yönetimlerinin tehdid altında gördükleri zaman ajanların kendisiyle işbirliği yapmasını meşrulaştıran bir takım güvenlik ve stratejik anlaşmalar ve bunun gibi diğer anlaşmalar yaptı. O her ne şekilde olursa olsun Amerikan nufuzunu korumak için 16.000 Amerikalıdan oluşan devasa bir büyükelçilik adı altında yarı askeri bir üs kurduktan sonra çekileceğini açıkladı, eğitici ve uzman adı altında varlığını dört üste sınırlı bıraktı. Bu büyükelçilik ve üsler casusluk için büyük bir merkezdir! Amerika'nın kökleri ve kolları Mezopotamya'dan koparılmadığı sürece çekilme tam olmaz.

6- Bütün bunlara rağmen Amerika; Irak'ta Rablerinden dolayı güçlü ve dinlerinden dolayı da izzetli adamların var olduğunu bilmektedir. Bunlara Irak'ta doğru ve ihlaslı bir yönetim eksiktir. İşte o zaman masa Amerika ve ajanlarının başına geçecek ve arkalarına bakmadan kaçacaklardır. Bu ise Allah'a güç değildir.

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER