Pazar, 18 Muharrem 1447 | 2025/07/13
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

-Basın Açıklaması- Yargı Reformu mu Yoksa İslam Nizamının Tatbik Edilmesi mi?

Erzincan başsavcısının, Erzurum özel yetkili cumhuriyet savcısı tarafından "Ergenekon terör örgütü üyeliği, sahtecilik, iftira ve tehdit" suçlamasıyla gözaltına alınıp tutuklanması ve 3. ordu komutanının sorguya çağrılmasının ardından Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'nun (HSYK), Erzurum özel yetkili savcısının yetkilerini elinden alması hükümet ile yargıyı karşı karşıya getirdi.

İktidara geldiği günden beri başta ordu olmak üzere İngiliz yanlısı laik kurumları etkisiz hale getirmeyi kendisine görev sayan AKP hükümeti, özellikle 2008 yılından bu yana Ergenekon terör örgütü adı altında TSK'ya yönelik başlattığı tutuklama kampanyasında ciddi başarı elde ettiğini görüp bunun içerisine her zaman karşısında bir engel teşkil eden yargı mensuplarını da katmak isteyince HSYK tarafından Erzurum özel yetkili savcısının yetkilerini alması şeklinde belki de hiç beklemediği tehditvari bir karşılık buldu ve bunun akabinde yargı mensuplarıyla hükümet arasında yaşanan karşılıklı sataşmalarla durum bir yargı krizine dönüştü. Böylece İngiliz yanlısı Kemalist laik kurumlarla Amerikan yanlısı demokrat laik hükümet arasında yıllarca süren gizli çatışma ayan beyan ortaya çıkmış oldu. Müslümanların akidesine aykırı laiklik (dinsizlik) akidesine, yani beşerin çıkardığı kanunlara dayalı olan yargının AKP hükümeti tarafından reforme edilmesi asla Müslümanların lehine olmayacaktır. Zira AKP'nin yapacağı değişiklik katiyen İslam akidesine dayalı şeri hükümler çerçevesinde olmayıp bilakis kafir Batı patentli ve Amerikan türetmesi küfür fikirleri olan özgürlükler ve demokrasi fikirleri çerçevesinde olacaktır. Oysa İslami şeriata göre hükümleri koyan insan değil bizzat Allah'tır ve Allah Subhanehu, insanların ve sultanın, alakalarında ve amellerinde koyduğu hükümlere uymalarını zorunlu kılmış ve bunun dışında hükümler çıkartıp bu hükümlere uymalarını haram kılmıştır. Yani ister mevcut yargının savunduğu fikirler olsun isterse de AKP hükümetinin yapacağı reformlar olsun hepsi Müslümanların akidesiyle uyuşmayan küfür fikirlerine dayalı olup bunlardan herhangi birisini desteklemek Müslümanlara haramdır.

Ey Türkiye'deki Müslümanlar!

O halde yargısıyla, anayasasıyla ve kanunlarıyla sadece İslam nizamını tatbik edecek olan Raşidi Hilafet Devleti'ni bir an önce ikame ediniz. Küfür fikirlerine dayalı bu kokuşmuş yargıyla onun savunucuları olan hain idarecilerden kurtulmanın başka yolu yoktur.

أَفَحُكْمَ الْجَاهِلِيَّةِ يَبْغُونَ وَمَنْ أَحْسَنُ مِنْ اللَّهِ حُكْمًا لِقَوْمٍ يُوقِنُونَ "Yoksa onlar hala cahiliye hükmünü mü istiyorlar. İnanan bir kavim için Allah'tan daha iyi hüküm veren mi vardır?" [el-Maide 50]

Yılmaz Çelik
حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir

Resmî Sözcüsü
Türkiye Vilâyeti

Devamını oku...

Soru-Cevap

Soru: Obama yönetimi, 29.01.2010 günü Amerikan kongresine Tayvan'a Patroit Füzeleri, helikopter, mayın tarama gemisi, F16 savaş uçaklarının iletişim donanımlarını kapsayan 6,4 milyar dolar tutarında silah satmayı planladığını bildirdi.

O halde Tayvan'la silah anlaşmasından Amerika'nın çıkarı nedir? Ekonomik kriz döneminde kısmen kendisini desteklemesinin yanı sıra özellikle Obama'nın gelmesi ve 2009 kasım ayında Çin'i ziyaret etmesinin ardından Çin ile olan ilişkilerinin iyileşmeye başladığı bir sırada Amerika, Çin'le ilişkilerini nasıl olur da riske sokabilir? Tayvan'ı Çin'in temsilcisi olarak tanımaktan vazgeçmesinden sonra Tayvan'ın Amerika için bir önemi var mıdır? Yoksa bunun arkasında başka maksatlar mı vardır? Bunu açıklamanızı rica ediyoruz. Allah sizleri hayırla mükafatlandırsın.

Cevap:

 

1. Soruda geçtiği üzere Obama yönetiminin 29.01.2010'da Tayvan'a füze kalkanı, helikopter, mayın tarama gemisi, F16 savaş uçaklarının iletişim donanımlarını kapsayan 6,4 milyar dolar tutarında silah satmayı planladığını bildirdiği doğrudur... Bunun üzerine... Çin, şiddetli şekilde rahatsız ve öfkeli bir tepki verdi. Zira Çin'in güçlü tepkisi altında Çin Dışişleri Bakanı Hu Yafei'nin Yardımcısı, bir açıklama yaparak Tayvan'a silah satılmasına ilişkin bu Amerikan projesinin, "Şüphesiz Çin-Amerikan ilişkilerine zarar vereceği, iki ülke arasında büyük alanlardaki değişim ve işbirliği üzerinde olumsuz ve riskli yansımaları olacağı" noktasında uyardı. Ve şöyle ekledi: "Çin'in ayrılmaz bir parçasını oluşturan Tayvan'a silah satılmasına dönük bu yeni Amerikan adımı, doğrudan içişlerine müdahale etmek, Çin'in ulusal güvenliğini büyük bir tehlikeye maruz bırakmak ve ülkenin barışçıl şekilde yeniden birleşmesini hedefleyen çabaları yok etmektir." Ayrıca Pekin'deki Amerikan büyükelçisine de sert bir dille nota verildi. [Xinhua Çin Sitesi /30.01.2010] Ayrıca Çin Dışişleri Bakanı Hu Yafei, Amerika'nın Tayvan'a silah satışları karşısındaki ülkesinin kararlı tutumunu dile getirerek şöyle dedi: "Birleşik Devletler, güçlü muhalefeti ve yinelenen Çin protestosunu küstahça görmezlikten gelerek Tayvan'a 6,4 milyar dolar tutarında silah satmayı planladığını duyurmuştur." Ve şöyle dedi: "Bu adım, Çin ile Birleşik Devletler tarafından ortaklaşa yapılan üç açıklama özellikle de 17 ağustos açıklaması ile açıkça çelişmektedir." Ayrıca bunun Çin'in içişlerine toyca yapılmış bir müdahale olup Çin'in ulusal güvenliğine ve barışçıl şekilde yeniden birleşmesi çabalarına zarar vereceğini ifade ederek Amerika'nın bu anlaşmaya ilişkin hatalı kararını derhal iptal etmesini, Çin'in temel çıkarlarına ve Tayvan boğazı üzerindeki ilişkilerin barışçıl gelişmesi teyidine bağlı kalmaya saygı göstermesini talep etti. [Aynı kaynak] Aynı şekilde Çin Savunma Bakanlığı ve Çin Halk Meclisi Dışişleri Komisyonu, Tayvan'a yönelik Amerikan silah anlaşmasını sert bir dille protesto eden benzer açıklamalar yaptılar. Bunların dışında Çin, protestosuna ilişkin somut adımlar attı. Zira Çin Dışişleri Bakanlığı tarafından bir basın açıklaması yayınlanarak: "Çin, iki ülkenin orduları arasındaki değişim programlarının yanı sıra yakında yapılması halinde aslen kararlaştırılan stratejik güvenlik, silah kontrolü, silahların yayılımını engelleme hakkında bakanlar düzeyindeki istişareleri kısmen durdurma kararı aldı." Ve şöyle ekledi: "Çin, Tayvan'a silah satışına karışan Amerikan şirketlerine yaptırımlar da uygulayacaktır." Ve şöyle belirtildi: "Bölgesel ve devletlerarası büyük meselelerdeki Çin-Amerikan işbirliği bu mesele yüzünden kesinlikle etkilenecektir." [Xinhua /30.01.2010]

2. Bu, Çin'in tepkisi ve dikkat çekici şekildeki kızgınlığı açısındandır. Amerika'ya gelince; Çin'in tepkisine soğuk ve ilgisiz bir tepki verdi. Zira Amerikan yönetimindeki ileri gelen yetkililerinden hiç bir kimse açıklama yapmadı ve Amerika Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Laura Tischler, "Bu tür anlaşmalar, Tayvan boğazı boyunca güvenliğin ve istikrarın korunmasına katkı sağlayacak olup bu anlaşma Amerika'nın ‘tek Çin' politikası, Tayvan ilişkilerinin yasallığının yanı sıra iki devlet arasındaki ilişkilere dönük Çin-Amerikan ortak üçlü açıklamalarla da örtüşmektedir" şeklindeki açıklaması ile yetindi [Routers / 30.01.2010] Buna rağmen bilinmektedir ki Amerika'nın bu davranışı, fiilen üçlü açıklamalarla özellikle de Tayvan'a silah satılmasına yönelik uzun vadeli politikalar uygulamaya çalışmayacağını ve adaya yönelik silah satışlarını aşamalı olarak azaltacağı sözünü verdiği 17 ağustos açıklamasıyla çelişmektedir!

3. Birleşik Devletler'in bu davranışları ne gelişigüzel davranışlardır ne de Tayvan'a silah satışından maksadı ticari bir kar elde etmektir. Bundan maksadı sadece dolar karşısında yuanın değerini yükseltmesi ve diğer ticari meselelerin yanı sıra Amerikan devletinin doğrudan müdahale ettiği Amerikan "Google" arama motorunun denetimi meselesi de dahil bir çok meselede cevap vermesi için Çin'e baskı yapmaktır.

4. Ayrıca Çin, gerek mali krizi gerekse Irak ile Afganistan'daki krizi sonucunda sarsılan Amerika'nın konumunu istismar ederek kendi muhitinden uzak şekilde devletlerarası siyasi çalışmada bulunduğu görülmektedir. Dolayısıyla Amerika, ateşi söndü sönecekken Tayvan konusu ile meşgul etmek ve bunu ısındırmak için Çin civarında etkin bir sorun oluşturmayı amaçlamıştır. Bu bir yöndendir... Diğer yönden ise bu, Amerika'nın hala güçlü bir devlet olup devletlerarası yıldızının henüz sönmediği şeklinde Çin'e yönelik bir mesaj olmasının yanı sıra diğer büyük devletlere yönelik de bir mesajdır.

5. Tayvan'ın Amerika için önemine gelince; Tayvan, Çin ile ilişkisi sayesinde elde ettiği çıkarı karşısında Amerika için önemli bir şey arz etmemektedir. Zira Amerika, 1979 yılından bu yana Tayvan'ı tanımaktan vazgeçmiş ve Çin halkını temsil edenin Çin halkı olduğunu ikrar etmiştir. Obama da yönetime gelmesinden bu yana Çin'e yönelik bu tutumlara cesaret verici diğer tutumlar eklemiş, özellikle 2009 kasım ayında Çin'e yaptığı son ziyareti sırasında Çin'e sınırsız tebessümlerde bulunmaya çalışmış, askeri ilişki de dahil onunla olan ilişkileri güçlendirmek ve geliştirmek niyetinde olduğunu ilan etmiştir... Çünkü Amerika, ister mali ister ticari ister dış politikada olsun pek çok hususta Çin'e muhtaçtır.

6. İşte tüm bunlar, Amerika'nın Çin'le olan ilişkilerini ne 6,4 milyar dolar ne de Çinlileri temsil eden bir devlet olarak Tayvan'dan vazgeçmişken devletlerarası siyasi haritada hiç bir şey ifade etmeyen Tayvan için feda etmesinin imkansız olduğunu göstermektedir.

Bunun içindir ki Çin'le atmosferleri ısındırmak hesaplanmış baskı araçlarının ötesine geçmeyecektir. Hele ki Amerika, Çin'in tepkisinin aralarındaki ilişkilerini koparma noktasına ulaşmayacağından eminken. Hatta Amerikalı yetkililerden birisi geçenlerde söyle demiştir: "Çin'in tepkisi geçicidir."

 

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Afganistan Yöneticileri, Hiçbir İzzete Sahip Olmayanların Yanında İzzet Arıyorlar

Batı, uluslararası kuvvetlerin yerini alması için Afganistan'daki askeri ve sivil otoriteyi güçlendirmek, mücahitlerin saflarını parçalamak, onları siyasi sürece dahil etmek ve barış süreci adı altında mevcut "demokratik" rejime çekmek için Londra konferansında (Müslüman beldelerindeki özellikle de Afganistan'daki yöneticilerinden olan) ajanlarını kullanmıştır. Bu ise bölgedeki siyasi nüfuzundan taviz vermeden Afganistan bataklığından çıkabilmek için işgale meşruiyet özelliği kazandırmaya dönük sömürgeci Amerika ile müttefiklerinin bir tuzağıdır.

Afgan ordusu ile polisinin güçlendirilmesi ve güvenlik görevlerinin onlara tevdi edilmesi işte tüm bunlar, Afganistan halkının katledilmesi ve boyun eğdirilmesi görevini işgalciler yerine Afgan ordusu ile polisi yapacak dolayısıyla da işgalciler kıllarına dahi zarar gelmeksizin Müslümanların birbirleri ile savaşmalarını seyredecekler. Bu sırada bölgenin kontrol altına alınması ve boyun eğdirilmesini kararlaştıran siyasi ve askeri hedeflerini de gerçekleştirmiş olacaklar.

İşgalci kafirlerin uygulamaya çalıştıkları üslupların en tehlikelisi, saflarını parçalamak ve işgalci Amerikalıların ajan yönetimine ortak etmek amacıyla Taliban ve mücahitlerle uzlaşma olarak adlandırdıkları şeydir. Allah korusun şayet bu gerçekleşirse Afganistan'a ağır bir darbe olacak ve onu tamamen düşmanların iradesine tabi kılacaktır. Ancak bizler mücahitlere bu tür hatalar yapmalarını yakıştıramıyor kafirlerin planlarına karşı uyanık ve dikkatli olmalarını ümit ediyoruz.

Afganistan'daki mevcut rejim, bu konferansa katılımı ile işgalcilerin isteklerini yerini getirmekte ve onların emirlerini uygulamaktadır. Dolayısıyla o, Müslümanların katledilmesinde onlara ortak olarak kafirlerin yanında izzet aramaktadır. Allahuteala şöyle buyurmaktadır:

بَشِّرِ الْمُنَافِقِينَ بِأَنَّ لَهُمْ عَذَابًا أَلِيمًا الَّذِينَ يَتَّخِذُونَ الْكَافِرِينَ أَوْلِيَاء مِن دُونِ الْمُؤْمِنِينَ أَيَبْتَغُونَ عِندَهُمُ الْعِزَّةَ فَإِنَّ العِزَّةَ لِلّهِ جَمِيعًا "Münafıklara kendileri için elim bir azap olduğunu müjdele! Müminleri bırakıp da kafirleri dost edinenler, onların yanında izzet (güç ve şeref) mi arıyorlar? Oysa izzetin tamamı şüphesiz Allah'a aittir." [en-Nîsa 138-139]

Bizler, Afganistan'daki Müslümanları, bu konferansın sonuçları ile onda ortaya çıkan planları ve tuzakları reddetmeye davet ediyor ve onları işgalci kafirlerin ağına düşmekten de sakındırıyoruz. Ayrıca onlara tüm izzetin Allah'a ait olduğunu hatırlatıyoruz.

Devamını oku...

Londra Konferansı Şeytan'ın Vaatlerinden Bir Vaattir ve Şeytan Gururdan Başka Bir Şey Vaat Etmez

  • Kategori Afganistan
  •   |  

Afganistan ile ilgili yapılan Londra konferansı, Batının konferanslarının dahası İslami ümmete karşı kurdukları komplolar silsilesinin bir parçasıdır. Müslüman Afgan halkı, geçen dokuz yıl içerisinde Almanya Bonn'da, Tokyo'da, Londra'da ve Paris'te yapılan bu gibi konferansları denemiş, bu konferansların kendisine hiçbir faydası olmadığı ortaya çıkmış, Batının işgale meşruiyet kazandırmak için Afganistan'daki mevcut rejimi bu konferanslarda nasıl kullandığını, insanlar ile ülkenin satılmasının ve ahlaksızlık ile yolsuzluğun yayılmasının bir aracı yaptığını görmüştür.

Bu konferansın ilan edilen en önemli hedefleri, güvenliğin pekiştirilmesi, uluslararası güçlerin yerine çözümler üretebilecek Afgan ordusunun ve polisinin oluşturulmasına öncelik verilmesi, mücahitlerle uzlaşılması, sivilleri Taliban'ın takibatlarından korumak, ekonomik kalkınma ile hükümetin damarlarında yaygınlaşan mali ve idari yolsuzlukla mücadele etmektir. Bu hedeflere bir göz atalım:

Güvenlik, istikrar, Afgan ordusu ile polisinin oluşturulması açısından olana gelince; hangi güvenlikse bu? Zira Afganistan'daki güvenlik idareleri, CIA, Im Aye Sex, FBA, Blackwater ve benzerlerinin birer laboratuarları ve yuvaları haline gelmiş olup CIA ajanlarının işlediği cinayet olayları bizden hiç de uzak değildir. Batılı güçler, ülkenin çeşitli bölgelerinde günlük onlarca kişiyi katlederken hangi güvenlikten bahsediyorlar? Şimdi Batılı güçler, bu ülkedeki Müslümanlara boyun eğdirmekte başarısız olmasının ve büyük kayıplar vermesinin ardından kirli ve insanları katletme görevlerini Batılı işgalci güçlerinin yerine yapmaları için ordu ve polis oluşturmaya çalışmaktadır. Dolayısıyla her iki tarafta kayıp ülkenin evlatları olurken kafir düşmanlar kurtulmaktadır. O halde bu, Afganistan'ın maslahatı için olabilir mi!?

Mücahitlerle uzlaşma fikrine gelince; mücahitlerin saflarını parçalamak ve işgalci Amerikalıların ayan yönetimine ortak etmek için onların içine çekilmek istendiği bir tuzak olduğu açıktır. Allah korusun şayet bu gerçekleşirse Afganistan'a ağır bir darbe olacak ve onu tamamen düşmanların iradesine tabi kılacaktır. Ancak bizler mücahitlere bu tür hatalar yapmalarını yakıştıramıyor kafirlerin planlarına karşı uyanık ve dikkatli olmalarını ümit ediyoruz.

Ekonomik açıdan olana gelince; Afganistan'daki siyasi irade, -ki şayet işgalin gölgesinde bir iradenin varlığından bahsedebilirsek- borçlar yoluyla Dünya Bankası, Birleşmiş Milletler, Uluslararası Para Fonu gibi sömürgeci kurumlar ile Birleşik Devletler ve İngiltere gibi sömürgeci devletlere bağlı hale gelmiştir. O halde böyle bir vakıanın gölgesinde ekonomik kalkınmanın gerçekleşmesi ve insanların yaşam durumlarına önem verilmesi tasavvur edilebilir mi!?

Mali ve idari yolsuzlukla mücadeleye gelince; bizzat siyasi bir saptırmadır. Zira somut nedenleri gözler önünde duruyor ve yolsuzluğun arkasında durup onu besleyen ve yolsuzluk yapanları insanların geleceklerine tahakküm etmelerini sağlayan işgalci kafir Batı iken bunu yapmak nasıl mümkün olacaktır?

Ey Cihat ve Rıbat Ülkesinin Müslümanları!

Bu konferans kesinlikle sizlerin lehine değildir. Bilakis tamamen sizlerin aleyhine olup kafirlerin tuzaklarından bir tuzaktır. Afganistan'daki mevcut rejim, bu konferansa katılımı ile işgalcilerin isteklerini yerine getirmekte ve onların emirlerini uygulamaktadır. Dolayısıyla o, Müslümanların katledilmesinde onlara ortaktır. Bunun içindir ki buna karşı sessiz kalmanız özellikle de ordu ve polis içerisindeki evlatlarınızın işgalciler adına insanların öldürülmesini üstlenmelerini kararlaştıran kafirlerin planlarını kabul etmeniz asla caiz değildir.

Hizb-ut Tahrir / Afganistan, kafirlerin işbirlikçileri ve ajanları olan bu zalim yöneticilerin yakalarından tutmaları ve yeryüzüne Allah'ın hükmünü geri getirecek, yani Müslümanlara izzeti iade edecek, kafirleri küçük ve aşağılayıcı kılacak, cihada gidecek, İslam'ı zirveye çıkaracak, dünyanın her tarafını kuşatacak, İslam topraklarını, sömürgeci kafirler ile zalim ve fasık yöneticilerin pisliğinden kurtaracak ve dünyanın dört bir tarafına hayrı yayacak olan Raşidi Hilafet Devleti'ni kurmak amacıyla Hizb-ut Tahrir ile birlikte çalışmaları için dinleriyle izzetli ve rableriyle güçlü olan Müslümanlara hitap etmektedir. Allah [Subhânehu ve Te'alâ] şöyle buyurmaktadır:

وَعَدَ اللَّهُ الَّذِينَ آمَنُوا مِنكُمْ وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَيَسْتَخْلِفَنَّهُم فِي الأَرْضِ كَمَا اسْتَخْلَفَ الَّذِينَ مِن قَبْلِهِمْ وَلَيُمَكِّنَنَّ لَهُمْ دِينَهُمُ الَّذِي ارْتَضَى لَهُمْ وَلَيُبَدِّلَنَّهُم مِّن بَعْدِ خَوْفِهِمْ أَمْنًا يَعْبُدُونَنِي لاَ يُشْرِكُونَ بِي شَيْئًا وَمَن كَفَرَ بَعْدَ ذَلِكَ فَأُوْلَئِكَ هُمُ الْفَاسِقُونَ "Allah, sizlerden iman edip salih amel işleyenleri, kendilerinden öncekileri yeryüzünde halife kıldığı gibi onları da yeryüzünde halife kılacağını, onlar için seçtiği dinlerini (İslam'ı) yeryüzünde hakim kılacağını, (geçirdikleri) bu korkularını güvene çevireceğini vaadetti. Zira onlar yalnız bana kulluk ederler ve hiçbir şeyi bana ortak koşmazlar. Her kim de bundan sonra inkar ederse işte onlar fasıkların ta kendileridir." [en-Nûr 55]

Resulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem] şöyle buyurmaktadır:

ثُمَّ تَكُونُ خِلافَةً عَلَى مِنْهَاجِ النُّبُوَّةِ "... Sonra da Nübüvvet Minhacı üzere Hilafet olacaktır."

إِنَّ فِي ذَلِكَ لَذِكْرَى لِمَنْ كَانَ لَهُ قَلْبٌ أَوْ أَلْقَى السَّمْعَ وَهُوَ شَهِيدٌ "Şüphesiz bunda, aklı olan veya hazır bulunup kulak veren kimseler için bir öğüt vardır." [el-Kâf 37]

 

Devamını oku...

Hizb-ut Tahrir Pakistan Karaçi'de Büyük Bir Yürüyüş Düzenledi

  • Kategori Pakistan
  •   |  

10 Şubat 2010 tarihinde Hizb-ut Tahrir / Pakistan Vilâyeti, Pakistan'ın ticari merkezi olan 20 milyon nüfuslu Karaçi kentinde büyük bir yürüyüş düzenledi. Zerdari'ye bağlı emniyet güçleri yürüyüşe katılmak isteyen yüzlerce kişiyi zorbaca engellemek isteyerek kimlik soruşturmasına tabi tuttular.

Yürüyüş; Amerikan yargısının Pakistan'lı saygıdeğer nörolog Afiyet Sıddıki hakkında beş yıl süreyle Amerikan despotluğunun esareti altında işkence görmesi ve üç çocuğundan mahrum edilmesi sürecinden sonra işlemediği bir suça rağmen, suçlu bulmasını protesto etmek amacıyla düzenlenmiştir.

Yürüyüş esnasında göstericiler "Ey Pakistan ordusu, Afiyet'in öcünü al, Hilafeti yeniden kur", "Amerikan varlığına son" gibi afiş ve pankartlar taşıdılar. Yürüyüşçüler ayrıca İslam beldelerindeki Amerikan varlığına son verecek ve beldeleri kalkan misali her türlü vahşilikten koruyacak Hilafetin yeniden kurulması için, Pakistan ordusundan nusret talep ettiler.

 

Daha fazla fotoğraf için tıklayınız...

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Yahudi Karşısında Zelilleşen Filistin Otoritesi Hizb-ut Tahrir Şebabını Kaçırıp Dava Açıyor

 

      19.01.2010 Salı günü, otoritenin Amerikalı General Dayton'a bağlı güvenlik birimleri "aslan kesilerek" ez-Zahiriyye şehrine girdiler, sokaklarında arbede çıkardılar, evlerinin mahremiyetini ihlal ettiler, Hizb-ut Tahrir şebabından beşini kaçırdılar ve ikisine de kaçırma teşebbüsünde bulundular. Beş şebabın kaçırılmasından iki gün sonra 150. madde gereğince mezhepçiliği ve ırkçılığı körüklemek, guruplar ile ümmetin çeşitli unsurları arasında çatışmayı provoke etmek suçlamasıyla mahkemeye gönderdiler. Hakimin, haklarında kefaletle serbest bırakılmalarına karar vermesinin ardından "el-Ketat" istihbarat birimleri göz altına aldı ve Dora bölgesindeki emniyet birimleri el-Haram-il İbrahim mescidinde, Filistin'i gasp eden, Yahudi varlığını kuran ve Filistin'i kolay bir lokma olarak ona teslim eden imparatorluğun mirasçısı Tony Blair'in karşısında hakkı haykıran şab Ali Muhammed'i tutukladılar. Ali Muhammed'e aşağıdaki suçlamalar yöneltildi: 1. İnsanların atmosferini bozmak. 2. Çatışmaya davet etmek. 3. Otoriteyi aşağılamak.

Bu azgın kampanya öncesinde de Cenin, Kalkilya, Tulkerim, Bethlehem ve Halil'de Hizb-ut Tahrir şebabı saflarına yönelik tutuklamalar olmuştur. Bizler Hizb-ut Tahrir olarak, sadece işgalci "Yahudi" askerlerine yaraşan bu barbar çetenin davranışlarının Hizb-ut Tahrir şebabını zerre kadar etkilemeyeceğini defalarca söyledik ve aşağıdaki hususları da vurgulamak isteriz:

1. Mezkur 150. madde, otoriteye, onun sembollerine, "mevcut" partisine özellikle de kendi dışındaki örgütler ile insanların geneline karşı ırkçılığın ve baskının her türlüsünü uygulayan, ciddi bir kutuplaşma durumu oluşturan, homurtuları tahrik eden ve canlara kıyan guruplar arasında silahlı çatışmaya dayanacak derecede ümmetin çeşitli unsurları arasında çatışmayı körükleyen yeni korumalara intibak eder. Dahası otoritenin birimleri, işgalci Yahudi ile işbirliği yapmakta ve Fetih'in muhlis evlatları da dahil işgale direnin herkesi ya takip etmekte ya tutuklamakta yada öldürmektedir.

2. Hizb-ut Tahrir, parçalamayıp birleştiren, gurupçu ve mezhepçi çatışmaları yasaklayan, kardeşler arası savaşı haram kılan ve zimmet ehlini koruyan İslam rayesi altında ümmetin vahdeti için gecesini gündüzüne katmaktadır. Hizb-ut Tahrir, Gazze'deki iç savaşı durdurmak için büyük çaba harcamakta, Batı Şeria'daki iç savaşı önlemek için tüm guruplar ve etkili güçlerle temasa geçmektedir. Dolayısıyla otorite bu maddeyi, marufu emredip münkerden nehyeden halis ve muttaki Hizb-ut Tahrir şebabına değil kendisine ve güvenlik güçlerine uygulamalıdır.

3. Güvenlik birimleri, Yahudi karşısında uysallaşmakta, Yahudi'nin sokaklarda ve kontrol noktalarında çıkarttığı arbedeler karşısında acizleşmektedir. Zira güvenlik birimleri, daha birkaç gün önce güney Kudüs kontrol noktasında gözaltına alınan Bethlehem Valisi Bakan Hamayel de dahil Yahudi varlığının kontrol noktalarında göz altına aldığı vatandaşlar için ne yapmıştır?! Güvenlik güçleri, Batı Şeria şehirlerinde arbede çıkaran Yahudi yerleşimcilerin saldırılarından insanları korumak için ne yapmıştır?! Yoksa Dayton'un emirleri, Filistin'in muhlis evlatlarını takip etmeyi ve işgalci ile otorite tarafından bu ezilen halkın evlatlarına yönelik takibatında işgal ordusuyla birlikte güvenlik işbirliği yapmayı mı gerektiriyor? Kökünüz kurusun emi! Hiç mi akletmiyorsunuz?

4. Gerek otorite ve onun güvenlik birimleri gerekse Dayton ve bu zelil otoriteyi harekete geçiren Yahudi varlığı çok iyi bilsinler ki Hizb-ut Tahrir şebabı, gayesine ulaşmasını engellemek için hizbin üzerine çılgınca saldıran büyük-küçük dünyadaki tüm devletlerin karşısında yüce dağlar gibi duracaklardır. Bu çılgınca saldırı ancak onların, Allah'ın gelecek olan nusretine olan imanlarını arttıracak, kanaatlerini pekiştirecek, dayanıklılıklarını güçlendirecek ve güvenlerini arttıracaktır ki o nusret, Allah'ın dostlarını izzetlendirecek ve düşmanlarını zelil kılacak olan Nübüvvet Minhacı Üzere Raşidi Hilafet Devleti'dir ve o gün müminler Allah'ın nusretiyle sevineceklerdir. وَاللّهُ غَالِبٌ عَلَى أَمْرِهِ وَلَـكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لاَ يَعْلَمُونَ "Şüphesiz ki Allah, emrine galiptir. Velakin insanların çoğu bunu bilmezler!" [Yusuf 21]

 

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Hizb-ut Tahrir / Sudan Vilayeti'nden Bir Heyet, Sadık el-Mehdi İle Görüştü

 

      İslami ümmete ve sorunlarına karşı sorumluluk bilincinden hareketle Hizb-ut Tahrir / Sudan Vilayeti, parlak isimlendirmeler ve aldatıcı başlıklar altında yürütülmeye çalışılan parçalama ve bölme planlarını başarısızlığa uğratmak için Sudan'daki düşünce ve kanaat önderleri ve siyasilerle görüşmeler ve toplantılar gerçekleştirmektedir. Bu noktadan hareketle Hizb-ut Tahrir / Sudan Vilayeti'nden bir heyet, bugün kurtuluş öncesi Sudan başbakanlığı yapan ve Ulusal Ümmet Partisi Başkanı olan el-Ensar'ın İmamı Sayın Sadık el-Mehdi'ye bir ziyaret gerçekleştirdi. Merkezi Temas Lecnesi Başkanı Üstat Nasır Rıza liderliğindeki heyette, Vilayet Meclisi üyesi üstat Şarık el-Berberî, Merkezi Temas Lecnesi üyeleri Mühendis Hasbullah en-Nur ile Şeyh Ivad Halil ve Resmi Sözcülük Bürosundan üstat Mecdi Salihin bulunmaktadır.

Heyet tarafından aşağıdaki hususlar vurgulanmıştır:

1- Gelecek seçimlere katılmak kurtuluş hükümetine meşruiyet vermek olup ona katılan kimse, Sudan'ın güneyini kuzeyinden ayıran cürümü de tebrik etmiş sayılır.

2- İslam esası üzerine kaim olmayan Müslümanların beldelerindeki her hangi bir beldenin yönetimine yönelik her türlü siyasi proje başarısız olmaya mahkum olup ümmet, Hilafet Devleti özlemi içindedir.

3- Sudan'daki sömürgeci yabancıların planlarına karşı koymak ve sayısı (26) bin kişiye ulaşan sözde Birleşmiş Milletler güçlerini kaldırıp atmak gereklidir.

Diğer taraftan Sayın Sadık el-Mehdi, seçimler ve yabancı müdahaleler hakkındaki partisinin tutumunu ortaya koyarak ülkeleri kurtaracak tek hadaratsal projenin İslam olduğunu vurgulamıştır.

Sonuç olarak her iki taraf da İslami referansı, ülkenin vahdetini ve yabancı oluşumlara karşı koymayı teyit eden bir vesikayı vurgulamıştır.

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Cemaron'un Hizb-ut Tahrir'i Yasaklama İhtirası Dünyaya Özgürlüğün ve Demokrasinin Gerçek Anlamını Göstermektedir

 

     İngiltere Başbakanı Gordon Brown'un, terörizmle mücadele çerçevesinde açıklama yaptığı bir sırada Muhafazakar Parti lideri David Cemaron da "Şimdi bir adım atıp Hizb-ut Tahrir yasaklayacak mı?" talebiyle yeniden Hizb-ut Tahrir'in yasaklanması çağrısında bulundu."

Hizb-ut Tahrir'in İngiltere'deki Medya Temsilcisi Taci Mustafa şöyle dedi: "'Cameron', kışkırtıcı bir şekilde Hizb-ut Tahrir'e yönelik son saldırısının geri tepip seçim kampanyasında başarısız olunca seçim propagandası bağlamında başka bir popülist girişimde bulunarak yasakla ilgili çağrısını tekrarlamıştır."

"Cameron ve Cameron gibilere deriz ki: Hadi sıkıysa Hizb-ut Tahrir'i yasaklayın da dünya sizlerin ne tür bir ödlek olduğunuzu görsün. Zira fikri tartışmaya meydan okuyacağınıza elli küsur yıldır şiddetten uzak siyasi bir çalışma tarihine sahip İslami siyasi olan bir hizbin yasaklanmasına karar veriyorsunuz. Böylece 'özgürlük, demokrasi ve çoğulculuk' hakkındaki kof konuşmaların boş sözcüklerden ibaret olduğunu tüm dünya görecektir."

"Aslında onu korkutan şey, artık fikirlerimizin dünyadaki Müslümanlar arasında kök salmış olmasıdır. Bu ise Müslüman beldelerdeki Batılı dış politikaları eleştirmede uzlaşmamamız ve İslami alemdeki despotizm ve diktatörlüğün yerine Müslümanların beldelerinde İslami Hilafet'in ikamesine daveti gevşemeksizin sürdürmemiz sebebiyledir. Zira güvenliği, istikrarı, insanların sultanını, muhasebeyi ve adaleti getirecek olan Hilafet'tir ve şeriat tüm bunları garantilemiştir." "Görünen o ki "Camero'un" "güvenlik" stratejisi, siyasi bir hizbin yasaklanması ve "terörizmin" gerekçelerini dillendirdiği sömürgecilik politikalarından uzaklaştırarak İslam ile Müslümanlara yamamaya yönelik yüzeysel girişimler etrafında dönmektedir."

"Sayın Cameron'a deriz ki; artık ne yapacaksan yap! Fikirlerimizin yayılmasını engellemekte asla başarılı olamayacaksın. Zira Ebu Garip, Guantanamo, işkence ve muteber yargı usullerinin terk edilmesinin yanı sıra siyasi bir cemaati de yasaklayarak ancak Batılı fikrin ayıplarını daha fazla ifşa olmasına yardımcı olacaksın.

Her defasında bu sesler yükselmekte olup yeni muhafazakarların yüzünden öte bir şey olmayan "Tory" bloğunun solgun yüzüne karşı sprey püskürtmeye yönelik girişimler görüyoruz. Ancak bir saniye! Hükümet "sivil özgürlükleri nasıl kemirir", bu "mücadele edilmesi gereken bir rezilliktir" çerçevesindeki etkili ve anlamlı sözlerin sahibi Kars Jerilnj değil midir? Şimdi de kalkmış Hizb-ut Tahrir'i yasaklamak mı istiyor?! Bir yandan İslami beldelerin işgal edilmesini "özgürlük ve demokrasinin" korunması temelinde savunurlarken diğer yandan yasaklama yöntemiyle siyasi muhalefeti susturmaya yönelik çağrıda bulunuyorlar. Zira onların dünyasında insanlar, bu münafık fasit yöneticiler gibilerinin dikte ettiği değerlere tabi oldukları ölçüde hürdürler. Bu ise bu gibi politikacıların desteklediği özgürlük ikiyüzlülüğünün ta kendisidir ve bizler, onların bununla korkuttuğu kimselerden değiliz."

 

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER