Pazar, 18 Muharrem 1447 | 2025/07/13
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

Milli Eğitim Bakanlığı, Öğrenciler Arasında Laiklik Mefhumunun Propagandasını Yapıyor

 

     Milli Eğitim Bakanlığı, Lübnan'daki ortaöğretim okulu birinci ve ikinci sınıf talebelerine yönelik, "Sence laiklik Lübnan'daki içtimai ve siyasi hayatta demokrasiyi güçlendirmek için mi çalışmaktadır? Görüşünü örneklerle birlikte açıkla" sorusunun geçtiği bir yarışma kağıdı dağıtmıştır.

Bu sorunun -öğrencilerin vereceği görüşler dikkate alınmaksızın- orta ikinci sınıf öğrencilerine yöneltilmesi, laiklik düşüncesinin, hakikatte düşman milletlerden gelerek hala Lübnan'ın da bir parçası olduğu İslami ümmetin kimliğini ve hadaratını ortadan kaldırmak isteyen düşmanca bir fikir olmasına rağmen Müslümanların kültürüyle çelişmeyen tarafsız bir fikirmiş gibi pazarlanmakta olduğunu göstermektedir. -Milli Eğitim Bakanlığı tarafından gelen- bu duyuru, Lübnan yetki organlarından bir organın yaptığı resmi-siyasi bir uygulama olup ona olan yaklaşımımız bu temel esas üzere olmalıdır.

Laiklikten maksat, toplumu laikliğe dönüştürmektir. "Laiklik" ıstılahı ise Batılı bir ıstılah olup tüm açıklığı ile dini hayattan ayıran, yani eğitim, basın ve kamu işlerinde diğer sektörlerin dahil olduğu toplum, devlet ve yasamadan ayırma anlamına gelen "dinsizliğin" düzmece bir tercümesidir. Şöyle ki din, mütedeyyin fertler nezdinde ibadetler ve ahlakla sınırlandırılmış olsun.

Laikliğin, ilahi yetkilendirme adı altında topluma ve siyasete tahakküm eden kilisenin ve kralların teokratik sistemine karşı yapılan inkılap sonucunda Batı'da ortaya çıkmış bir yaşam biçimi olduğu hiç kimseye gizli değildir. Bu laiklik, 1789 yılında yapılan büyük Fransız ihtilalıyla birlikte vakıa zemininde ortaya çıkmıştır. Dolayısıyla ruhani, ahlaki ve insani değerlerin kaybolup maddi değerler ile bireyciliğin egemen olması ve dünya savaşlarını çıkaran bencil maddi çıkarların tahakküm etmesi de dahil bugün Batılı toplumların yaşadığı yaşam tarzı, sömürgecilik yarışında on milyonlarca insanın canına kıymıştır. Şöyle ki maksimum fiziksel zevklere ulaşmak olan saadet mefhumu, insanı orman kanunlarıyla yaşamaya iten hayvani bir yaşantı ortaya çıkarmıştır. Demokrasiye gelince; o ve laiklik bir paranın iki yüzü gibidir. Zira demokrasinin dayalı olduğu en önemli kaide, egemenliğin halka ait olmasıdır. Bunun manası ise yasama, yani toplumla alakalı nizamları ve kanunları koyma hakkına sahip olan bizzat halktır. Dini hayattan ayırmanın tabii bir neticesi olarak da Batılılarda bu kaide ortaya çıkmıştır.

Batı, önce fikri istila yoluyla laikliği İslami ülkelere transfer etmek için çaba sarf etmiş ardından da Birinci Dünya Savaşı'nda Hilafet Devleti'ne karşı zafer kazanmasının üzerine onu insanların yaşadığı bir vakıa olarak dayatmıştır. Zira İslami ülkeleri parçalara ayırmış, buralarda yapay yeni devletler kurmuş ve bunlar için kendi anayasa ve nizamlarından transfer edilmiş anayasalar ve nizamlar koymuştur. Böylece insanların toplum içerisindeki ilişkilerine onun kanunları tahakküm eder olmuştur. Bu da laikliğin, -Lübnan da dahil- İslami ülkelere dayatılması, Batının, İslam'ı yönetim ve toplum vakıasından kaldırmaya yönelik tarihi savaşında İslam hadaratına galip gelmesinin bir sonucu olduğu anlamına gelmekte olup ümmet içerisinde İslam'ın etkisinden geriye kalan şeyleri, İslam dünyasındaki kendisine bağlı rejimler, dernekler ve kurumların elleriyle kaldırmaya hala devam etmektedir.

Binaenaleyh aşağıdaki hususları açıklamamız önemlidir:

Laiklik, İslam ile çelişen bir fikirdir. Zira dinin, hayattan, toplumdan ve devletten ayrılması anlamına gelmektedir. İslam'ı ise Allahuteala, ancak hayata bakış açısını içeren bir din, toplum ve devlet için bir nizam ve dolayısıyla yaşam için bir metot olarak inzal etmiştir. Allahuteala şöyle buyurmuştur:الْيَوْمَ أَكْمَلْتُ لَكُمْ دِينَكُمْ وَأَتْمَمْتُ عَلَيْكُمْ نِعْمَتِي وَرَضِيتُ لَكُمُ الإِسْلاَمَ دِينً "İşte bugün, size dininizi kemale erdirdim. Üzerinize olan nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslam'a razı oldum." [el-Mâ'ide 3]

إِنَّا أَنزَلْنَا إِلَيْكَ الْكِتَابَ بِالْحَقِّ لِتَحْكُمَ بَيْنَ النَّاسِ بِمَا أَرَاكَ اللّهُ وَلاَ تَكُن لِّلْخَآئِنِينَ خَصِيمًا "İnsanlar arasında, Allah'ın sana gösterdiği şekilde yönetesin diye sana kitabı hak ile indirdik. Sakın hainlerin savunucusu olma!" [en-Nisâ' 105] Dolayısıyla laikliği benimsemek ve ona inanmak; yönetim, iktisat, içtima, cihat, kısas ve had nizamları gibi toplumdaki insanların ilişkilerini düzenleyen İslam hükümlerini inkar etmek anlamına gelmektedir... İslam'ın kati hükümlerini inkar ise İslam'ın tümünü inkardır. Allahuteala şöyle buyurmuştur:

أَفَتُؤْمِنُونَ بِبَعْضِ الْكِتَابِ وَتَكْفُرُونَ بِبَعْضٍ فَمَا جَزَاء مَن يَفْعَلُ ذَلِكَ مِنكُمْ إِلاَّ خِزْيٌ فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَيَوْمَ الْقِيَامَةِ يُرَدُّونَ إِلَى أَشَدِّ الْعَذَابِ وَمَا اللّهُ بِغَافِلٍ عَمَّا تَعْمَلُونَ "Yoksa siz kitabın bir kısmına inanıp bir kısmını inkar mı ediyorsunuz? Sizden böyle davrananların cezası dünya hayatında ancak rüsvaylık; kıyamet gününde ise en şiddetli azaba itilmektir. Allah, yapmakta olduklarınızdan asla gafil değildir." [el-Bakara 85]

Demokrasiye gelince; aynı şekilde o da İslam ile çelişmektedir. Zira İslam, kendi devlet başkanını seçme, gözetleme ve muhasebe etme hakkına sahip olması anlamında sultayı ümmete vermesine rağmen egemenliği şeriata vermiş ve Müslümanlara, nizamları ve kanunları seçme hakkı vermemiştir. Zira Müslümanların dinlerine imanı, Allahuteala'nın Resulü [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in üzerine inzal ettiği tüm şeriatına teslim olmalarını gerektirir. Dolayısıyla Allahuteala'nın, kitabı ve resulü [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in sünnetinde kesinleştirdiği bir hususun -Milli Eğitim Bakanı'nın bu yarışmada yaptığı gibi- insanların görüşlerine sunulması haram kılınmış bir ameldir. Allahuteala şöyle buyurmuştur:

فَلاَ وَرَبِّكَ لاَ يُؤْمِنُونَ حَتَّى يُحَكِّمُوكَ فِيمَا شَجَرَ بَيْنَهُمْ ثُمَّ لاَ يَجِدُوا فِي أَنْفُسِهِمْ حَرَجًا مِمَّا قَضَيْتَ وَيُسَلِّمُوا تَسْلِيمًا "Hayır! Rabbine ant olsun ki onlar aralarında çıkan anlaşmazlıklarda seni hakem kılıp içlerinden de bir sıkıntı duymaksızın verdiğin hükme tam bir teslimiyet ile teslim olmadıkları sürece iman etmiş olmazlar." [en-Nîsa 65]

Sömürgeciliğin egemenliğinden bu yana ülkemizde evlatlarımıza okutulan eğitim müfredatı, onların kültürlerini ve şahsiyetlerini Batılı kültür ve Batılı şahsiyete göre şekillendirmek için konulmuştur. Bu da İslami şahsiyetin ortadan kaldırılması anlamına gelmektedir. Bu husus yeni bir şey değildir. Bu tür bir yarışmada yeni olan şey şudur ki Milli Eğitim Bakanlığı laikliği, medeni toplum, medeni kanun ve medeni mahkemeler gibi kapalı ifadeler ve başlıklarla pazarlarken gerçek ismini bir tarafa bırakın artık açık ismiyle pazarlamaya başlamıştır... Bundan maksat ise Müslümanların bağlı kalmaya devam ettikleri haramlardan geriye kalanların mubah kılınması anlamına gelmektedir. Ülkemizdeki Batılı sefaretlerin, bu tür projelere dikkat çektiği ve onun gözetim ile desteğini üstlendiği hiç kimseye gizli değildir.

Evlatlarımız ve diğer Müslümanlar laikliğin, dinin hayat işlerinden ayrılması anlamına geldiğinin, onun kabulünün ise İslam ile şeriatının inkarı anlamına geldiğinin farkında olmalıdırlar. Demokrasi ise yasamayı şeriata değil halka vermektedir. Yani helal ile haramı, hak ile batılı ve hayır ile şerri birbirinden ayırmada söz sahibinin Allah'ın şeriatı olacağı yerde insanların çoğunluğuna ait olması demektir. Allahu Subhânehu şöyle buyurmuştur:وَلاَ تَقُولُواْ لِمَا تَصِفُ أَلْسِنَتُكُمُ الْكَذِبَ هَـذَا حَلاَلٌ وَهَـذَا حَرَامٌ لِّتَفْتَرُواْ عَلَى اللّهِ الْكَذِبَ إِنَّ الَّذِينَ يَفْتَرُونَ عَلَى اللّهِ الْكَذِبَ لاَ يُفْلِحُونَ "Dillerinizin uydurduğu yalana dayanarak "Bu helaldir, şu da haramdır" demeyin. Aksi halde Allah'a karşı yalan iftira etmiş olursunuz. Kuşkusuz Allah'a karşı yalan iftira edenler asla iflah olmazlar." [en-Nahl 116] Dolayısıyla ne Müslüman bir alim ne de bir müftü, laikliğin ve demokrasinin bu manada alınmasının caiz olduğunu söylemeye cüret edemez. Lübnan'daki şeriat alimleri, aydınlar, partiler, siyasiler ve emir sahiplerinden olan Müslümanların tamamına, toplumda İslam'ın ve şeriatın yerini alan laikliği pekiştirmeye yönelik her türlü girişimin karşısında durmada büyük bir sorumluluk düşmekte ve insanları, özellikle de gelecek nesilleri daha fazla laiklik içerisinde boğmayı hedefleyen yeni girişimler karşısında engelleyici bir bariyer olarak durmakla muhataptırlar. Dahası bir hadarat ve hayat nizamı olması bakımından İslam'ın sahih görüntüsünün bu gençliğe ulaştırılması için çabalar birleştirilmelidir. Ardından onlar da böylece bu İslam'ı, hadaratı ve nizamı ile İslami hayat dairesinden çıkması sebebiyle belalar ile felaketlerin acısını çeken ümmeti kalkındırmaya dönük siyasi bir proje olarak taşımış olsunlar. Dahası akıllarını, bizzat Batılı akilleri bile tiksindirmeye başlamış olan Batılı laiklik ve çürümüş demokrasisiyle istila ettirmek yerine İslam'ı bir risalet olarak tüm dünyaya taşımış olsunlar. Allahuteala şöyle buyurmuştur:

كُنْتُمْ خَيْرَ أُمَّةٍ أُخْرِجَتْ لِلنَّاسِ تَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَتَنْهَوْنَ عَنْ الْمُنكَرِ وَتُؤْمِنُونَ بِاللَّهِ "Sizler, insanlar için çıkartılmış en hayırlı ümmetsiniz. Marufu emreder, münkerden nehy eder ve Allah'a iman edersiniz." [Âl-i ‘İmrân 110]

 

 

Devamını oku...

- Basın Açıklaması - Hizb-ut Tahrir'den Yasağın ve Muhyiddin Ahmed'den de Ev Hapsinin Kaldırılmasını Talep Eden Binlerce Mesaj İçişleri Bakanına Ulaşmıştır

 

     Bangladeş'te 8000'den fazla Müslüman son birkaç gündür İçişleri Bakanı'na, hükümetten Hizb-ut Tahrir'e dayatılan yasak ile Hizb-ut Tahrir'in Bangladeş'teki resmi sözcüsü Muhyiddin Ahmed'in ev hapsi yasağının kaldırılmasını talep eden mesajlar göndermiştir. Bu mesajlarda şu ifadeler geçmiştir:

Hükümet, 22 Ekim 2009'da Bangladeş'te, emperyalistlerin yönlendirmesiyle Hizb-ut Tahrir'i yasaklamıştır. İşte o zamandan beri Resmi Sözcü Muhyiddin Ahmed, eşi ve çocukları ev hapsine tabi tutulmaktadır. Aynı zamanda hükümet, Hizb-ut Tahrir'i yasaklayan keyfi kararını haklı çıkaracak yasal bir neden veya özür sunmakta başarısız olduğu gibi Muhyiddin Ahmed'e yönelik herhangi bir suç isnat etmekte de başarısız olmuştur.

Hükümetin bu uygulamaları, haksız ve keyfi olup İslam'a aykırıdır. Bu uygulamanın dünyanın dört bir tarafındaki diktatörlerin siyasi hasımlarına yönelik muamelelerinde gerçekleştirdiği uygulamalardan hiçbir farkı yoktur. Mesajlar, Rab-il İzze Subhânehu ve Te'alâ'nın vaadiyle tamamlanmıştır. Zira o, şöyle buyurmuştur:

إِنَّ ٱلَّذِينَ فَتَنُواْ ٱلْمُؤْمِنِينَ وَٱلْمُؤْمِنَاتِ ثُمَّ لَمْ يَتُوبُواْ فَلَهُمْ عَذَابُ جَهَنَّمَ وَلَهُمْ عَذَابُ ٱلْحَرِيقِ "Şüphesiz inanmış erkeklerle inanmış kadınlara işkence edip sonra tevbe de etmeyenlere cehennem azabı ve (orada) yanma cezası vardır." [el-Burûc 10]

 

 

 

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Birleşmiş Milletler, Afganistan'daki Mücahitlere Karşı Olmaları için Kamuoyunu Saptırmaktadır

Birleşmiş Milletler, 2118 kişinin öldüğü 2008 yılındaki ölümlerin %14 artarak 2009 yılında 2412 sivilin öldüğünü 13.01.2010'da duyurdu. Rapor, ölümlerin %70'inin veya 1630'unun direnişçiler tarafından gerçekleştiğini açıklarken NATO kuvvetleri ile müttefikleri ise 596 sivilin öldürülmesini, yani ölümlerin %25 üstlenmektedir ki böylece Birleşmiş Milletlerin belirttiği üzere 2008'deki ölüm oranına göre %39 oranında azalmıştır.

İşgal kuvvetlerinin ateş açması sonucu ölen masum sivillerin sayısının minimum bir sayıda sunulması kabul edilemez bir husustur. Zira Kunduz, Herat'taki Azizabad, Helmand, Farah, Nangarhar, Vardak, Ghazni, Logar ve Kuna olaylarında; yaşlı, kadın ve çocuklardan binlercesi, insansız uçakların saldırısı sonucu uyku ve düğünleri esnasında soğukkanlılıkla öldürülmüş ve haçlı ordularının Afganistan'daki masum sivillerin üzerindeki silah denemelerinde beyaz fosfor yoluyla kemiklerine varıncaya kadar çocuklar yakılmıştır. Bu bile raporda zikredilen sayıların sağlıklı olmadığını tamamen ortaya koymaktadır. Kaldı ki Afganistan'ın birçok yerinde işgal kuvvetlerinin evlere girerek masumları katlettiği veya sırf manzaradan zevk almak amacıyla köpeklerini küçük çocukları ve kadınları yemeye zorladıkları benzeri pek çok olay vardır. Ayrıca ya medya organlarına ulaşmamasından ya da yayınlanmasının engellenmesinden dolayı bu haçlıların vahşi eylemlerinin aktarılmadığı binlerce öykü vardır.

Ayrıca IPC, BBC ve Alman ARD televizyonu haberleri tarafından gerçekleştirilen başka bir çalışma daha vardır ki bu çalışma; yapılan bir ankette 1534 Afganlıdan %42'si şu anda şiddetin sorumlusu olarak Taliban'ı suçlamaktadır ki bu oran geçen yıla nazaran %27 artmıştır. Bulardan %17'si ise şiddetin arkasında duranlar hususunda NATO ile Afgan güvenlik güçlerini suçlamaktadır ki bu oran, geçen yıl %36'ydı. Bu anket geçen ay yapılmış olup hata payı %3 oranındadır.

Bu anketin, ilgili bölgelerde yaşamayıp görüşleri Batılı medyanın sunumu ve propagandalarından etkilenen insanların ortasında gerçekleştirilmesi makul ve gerçekçi değildir. Tüm dünya, haçlı kuvvetlerine karşı Afganistan'ın her bölgesinde ortaya çıkan bu gösterilere şahittir.

Şu anda yalanda uzmanlaşmış olan bu araçlar bir taraftan işgalci kuvvetlerin öldürdüğü kimselerin sayılarını hafifletmek yada azaltmak için çaba harcarlarken diğer taraftan ölü sayılarını mücahitlerin sırtına yüklemektedirler. Böylece katliamı yapanlar kalplerinde zerre kadar merhamet bulunmayan, Müslüman ve beşeriyet düşmanları olduğu halde mallarını korumak için savaşmalarına rağmen bu mücahitler hakkında karanlık bir manzara çizmektedirler.

 

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Filistin Otoritesi İnsanların İbadetlerini İfsat Etmekte, Mescit Hatiplerinin Siyasi Tutumlarına Şantaj Yapmakta ve Rızıkları Noktasında Onları Tehdit Etmektedir

Filistin otoritesi gün geçtikçe daha da küstahlaşmakta, keyfi tutuklamalar ve maişetlerin kesilmesi tehdidinde bulunarak insanlara zorbalık yapmakta, otoritenin safsataları ve cürüm politikalarını propagandasında ve Batının kucağına atlayıp Yahudi devletinin çıkarlarına hizmet eden otoritenin simgelerini popüler etmede kullanılması karşılığında minberlerin hak sözü haykıranlara yasaklanması amacıyla ağızları kapatma politikasını yerleştirmekte ısrar etmektedir.

Otorite, uydu kanallarında kendisinin borazanlığını yapan kimse kalmayıp Filistin meselesini tasfiye projeleri bataklığındaki her gün yankılı çöküşünü haklı çıkaran deliller noktasında iflas edince Resulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in minberlerine el atmaya ve onları batıl otoriter beyanatların verildiği basın konferansları haline çevirmeye yönelmiştir.

Hizb-ut Tahrir olarak bizler, dini kisve altında batılı yaymak isteyen ve Cuma salatını otoriteye uygun bir hale çeviren kimselerin karşısında hakkı haykırmanın elzem olduğunu düşünüyoruz. Bunun içindir ki insanlara aşağıdaki hususları açıklarız:

1- Vakıflar Bakanlığı aylardan beri otoritenin programlarına ve planlarına hizmet ederek, genel işler, insan hayatı ve maslahatlarıyla alakalı içerikten yoksun Cuma hutbesi konularını mescit hatiplerine empoze ve dikte etmeye çalışmaktadır. Cuma salatını bir takım dinsel merasimlere ve vaazlara döndürmeyi istemektedir. Böylece dini hayattan ayırma ilkesi, devletin de kendisinden olduğu bir din olması vasfıyla İslam'ı bir ideoloji olarak görmek istemeyen ve utanmadan laikliklerini dışa vuran simgelere sahip otoritenin fikri bir kaidesi olarak somutlaşacaktır.

2- Otoritenin mescit karşıtı politikaları giderek tırmanmış olup mescit inşası için Vakıflar Bakanlığı ile yerel yönetimin onayını gerektiren yeni bir kanun dayatmak yoluyla mescitleri kontrol altına almak için dahası hayırsever Müslüman evlatlarının yeni mescit inşa etmeye yönelik her türlü girişimlerini engellemek için bir kampanya yürütmekte, işgalci Yahudi'nin politikasını bile sollayarak mescitlere karşı küstah savaşında "küçük mescit" olarak gördüğü yerleri kapatmaya çalışmaktadır.

3- Kamu hizmetlerinde çalışan personellere karşı mücadelede, siyasi eğilimleri nedeniyle görevlerinden almada, rızıkları ve evlatlarının geçimleri noktasında onlara şantaj yapmada aynı çizgisini devam ettirmek amacıyla otorite, hak söz söylemelerini engelleyerek onları otoritenin birer resmi borazanı yapmak ve siyasi olarak şantaj yapmak için hatiplere meydan okumaktadır.

4- Filistin meselesi hakkında komplo kuran, Yahudi işgaline karşı silah kullanılmasına inanmamakla övünen ve işgale karşı yeni bir intifadaya asla izin vermeyecek olan kendi başkanını savunma çabası içerisinde Vakıflar Bakanlığının, "size bir fasık haber getirirse" adı altında dayattığı son Cuma hutbesi bir skandal olup kokusu burunların deliklerini sızlatmıştır. Zira otorite, bu hutbeyi tüm hatiplere dağıtmış ve vakıf yetkilileri de hatiplerle bir araya gelerek onlara şantaj yapmışlar, hutbeyi okumaya zorlamışlar ve onlardan karşı çıkanları rızıklarını kesmekle tehdit etmişlerdir. Hatta iş, Vakıflar Bakanının toplantı esnasında hatiplere, "kim otoritenin bir lokma yemeğini yerse onun kılıcını sallaması gerekir" diyerek otoritenin ve başkanının savunucuları olmalarını talep etmesine kadar ulaşmıştır.

5- Otorite, yaptıklarının iğrençliğini ve insanların inançları ile dinleriyle çatışmakta olduğunun farkında olmasından ötürü güvenlik güçlerini birçok mescidin çevresine seferber etmekte, musallileri korkutmak için onları sopalarla donatmakta, otoritenin yazdığı rezil ve utanç verici görüntünün yanı sıra birçok mescitte sıkı güvenlik görüntüsü altında konuşmalar yapılması için düzenlemeler yapmaktadır.

6- Buna rağmen otoritenin, boyun eğsinler diye insanları ehlileştirme girişimlerinin başarısız olmasının yanı sıra batıl barış sürecini ilerletmek amacıyla işgalcinin güvenliğini garantilemek isteyen Amerikan generalinin gözettiği güvenlik güçleri sayesinde insanlar üzerinde otorite sağlamakta da başarısız olmuştur. Nitekim otoritenin geçen Cuma'daki çirkin eylemleri ve insanlara yönelik şantajları, mescitlerin çoğunda gerginlik halinin oluşmasına yol açmıştır. İnsanların ibadetlerini ifsat etmiş ve bu da birçok musallinin mescitlerden çıkmasına yol açmış ve insanlar ısrarla kirli görevleri kabul eden bazı vakıf hatiplerinin kovulmasını ve bir daha bu mescitlere dönmemelerini talep etmişlerdir.

7- Mescitlerin ve Cuma hutbelerinin siyasallaşmasını istemediğini iddia eden otorite, gerçekte bu mescitleri iktidar partisinin tekelinde olan basın minberlerine dönüştürmeye çalışmakta ve buna paralel olarak da güvenlik güçleri, Hizb-ut Tahrir şebabı ile diğer muhlislerden hakkı haykırarak öğreten veya hutbe veren kimseleri tutuklamakta ve takip etmektedir. Zira son olarak Cuma hutbesi ve mescitlerdeki derslerin akabinde, Araba, Cenin, Beyt Lahem ve Kalkilya'da bazı Hizb-ut Tahrir şebabını tutuklamıştır.

8- Sahih şeri doğrultudaki ibadetiyle Allah Subhanehu'yu razı etmek isteyen muhlis hatipler ile musalliler; Allah'ı öfkelendiren otoriteden asla razı olmayacaklar ve Resulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in minberinin, iktidar partisinin medya platformuna ve sömürgeci kafirlerin çizdiği programlara dönüştürülmesini asla kabul etmeyeceklerdir. Saltanat alimlerine ve hatiplerine gelince; insanlar onları bir çekirdek gibi çitleyip atacaklar ve dünyada zillet ahirette ise rezillik ve hüsrandan başka bir şeye nail olamayacaklardır.

9- Bizler Müslümanları; hakkı haykırmaya devam etmeye, mescitlere, Cuma salatı ve hutbelerine karşı ilan edilmiş bu açık savaşın karşısında durmaya ve Allah'ın mescitlerinde otoritenin programlarına geçit vermemeye davet ediyoruz.

وَأَنَّ الْمَسَاجِدَ لِلَّهِ فَلَا تَدْعُوا مَعَ اللَّهِ أَحَدًا "Mescitler şüphesiz Allah'ındır. O halde, Allah ile birlikte kimseye yalvarmayın (kulluk etmeyin)." [Cin 18]

 

Devamını oku...

- Basın Açıklaması - Polisin, Nairobi'de "el-Cemiyye" Mescidindeki Musallilere Yönelik Sert Saldırısı, Mevcut Nizamların Müslümanların Bir Kalkanı Olmadığının Açık Göstergesidir

Dün beş Müslümanın ölümüne, birçoğunun yaralanmasına ve Müslümanların safları arasına korku ve endişenin yayılmasına yolan açan "el-Cemiyye" mescidinde Cuma salatının akabinde Müslümanlara yönelik polisin sert saldırıları, hüzünlü ve acı verici olaylardır! Zira insanların hayatına hiçbir önem vermediğini ve Allah [Subhânehu ve Te'alâ]'nın evleri olan mescitlerin kutsiyetine saygı göstermediğini gösteren bir görüntü altında polis, musallilerle yönelik sert baskınında gerçek mermi ile göz yaşartıcı gaz kullanmış ve bazı Müslümanların hak sözü söyleyen seslerini bastırmak için de birtakım satıcılardan yardım almıştır.

Bu acı verici olaylar karşısında Hizb-ut Tahrir / Doğu Afrika, yakınlarını kaybeden ailelere başsağlığı ve yaralılara Allah [Subhânehu ve Te'alâ]'dan acil şifalar dileyerek aşağıdaki hususları vurgular:

1. Polis güçlerinin seyyar satıcılardan yardım alarak Müslümanlara yaptığı iğrenç saldırı, sözde terörizme karşı savaş altında yapılan barbarca eylemler silsilesinin bir parçasıdır. Bu savaş, küfrün başı Amerika'nın önderliğini yaptığı ve Kenya hükümeti de dahil onun ajanı ve yandaşı olan hükümetlerin desteklediği bir savaştır. Zira terörizme karşı savaş, terörist oldukları veya terörü destekledikleri gerekçesi altında dünyanın dört bir tarafında Müslümanlar katliama, aşağılanmaya, sindirilmeye ve saldırılara maruz kalmaktadırlar.

2. Ortada Kenya'daki toplumun safiyetini bulandırmak amacıyla dinsel fırkacılığı körüklemeye dönük bir komplo vardır. Nitekim bu, gayrimüslim seyyar satıcıların Müslümanlara saldırarak polis kuvvetlerini desteklemelerinde açıkça ortaya çıkmaktadır. Tüm bunlar Müslümanların ırzlarının ve kanlarının sudan daha ucuz olduğu inancını taşımalarından dolayıdır. Bu komplo, toplumun geleceği açısından oldukça tehlikeli olup yetkililer de dahil tüm insanların buna karşı koyması gerekir.

3. Kapitalist Batı hadaratının savunucularının sürekli dillerine doladıkları insan hakları ve fikir özgürlüğü mefhumu, tamamen boş bir iddiadır. Zira Müslümanların hakları çiğnendiğinde birer terörist oldukları gerekçesiyle bunu göz ardı ederlerken gayrimüslim bir kişi Müslümanların akidesine saldırdığında bunu, "fikir özgürlüğü" saymaktadırlar. Böylece Müslümanlar, ikinci derecede vatandaş muamelesi görmekteler ve dinlerinden vazgeçip Batının kokuşmuş hadaratına tabi oluncaya kadar da aşağılanmaya maruz kalacaklardır. Kendilerine karşı farklı güç şekilleri kullanılsa dahi bu durum, Allah'ın izniyle asla vuku bulmayacaktır.

Ey Müslümanlar!

Dün başınıza gelen olaya, hüznünüze bir hüzün daha katmıştır ki rahatlığa ve sıkıntıya rağmen Allah'a hamdolsun. Ancak bundan daha hüzünlü olan şudur ki hala bazılarınızın koalisyon hükümetinin kendileri için bir kalkan olduğu zannını taşımasıdır. Mademki siyasiler, sizlerin maslahatlarınız ile haklarınızı korumak için seçimlere katılacaklarını ve siyasi sürece karışacaklarını iddia ederek 2007 yılındaki birçok partinin aday olduğu seçimlere katılmaları için bazı şeyhleri kullanmaktadır o halde dün olduğu ve sürekli meydana geldiği gibi kamu tarafından çiğnendiği sırada bu haklara ve maslahatlara yönelik onların korumaları hani nerede kaldı?

Birer muhlis nasihatçiler olarak müminlerin dışında Allah'ın ve sizlerin düşmanlarını dost edinmemeniz için sizlere sesleniyoruz. Şunu bilmelisiniz ki sizlerin hamisi ve kalkanı, Hilafet Devleti gölgesinde Allah'ın kitabı ve sünneti ile hükmedecek olan Müslüman bir halifedir. Zira Resulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem] şöyle buyurmuştur:

إنّما الإمام جنة يقاتل من ورائه ويتقى به "İmam [Halife] bir kalkandır onun arkasında savaşılır ve onunla korunulur."

Ayrıca Rabb-il İzze, düşmanlarınızı dost edinmenin akıbeti hususunda da sizleri uyarmıştır. Zira Subhânehu ve Te'alâ şöyle buyurmuştur:

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لاَ تَتَّخِذُوا عَدُوِّي وَعَدُوَّكُمْ أَوْلِيَاء تُلْقُونَ إِلَيْهِم بِالْمَوَدَّةِ وَقَدْ كَفَرُوا بِمَا جَاءَكُم مِّنَ الْحَقِّ "Ey îmân edenler! Benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olanları, sevgi göstererek dost edinmeyin! Oysa onlar size gelen hakkı inkâr etmişlerdir." [el-Mumtehine 1]

Ey Zimmet Ehli!

Sizleri ezen ve İslam'ın sizlerin düşman olduğu hususunda sizleri aldatıp buna ikna ederek sizlere karşı sorumluluktan kaçınan nizamlara niçin izin veriyorsunuz? Fesat, şer, zillet, yıkım ve sizleri fakirleştirmek yoluyla ülkeyi parçalayan İslam mıdır? Siyasilerinizin Batılıların çıkarlarına hizmet etmek için İslam'a karşı onların yolunda gitmeye hazır olduklarını görmez misiniz? Onlar, bu misyonu yerine getirmek için Batıdan yardımlar alırlarken gıda, su ve iş temin etmek gibi sizlerin hayati maslahatlarınızı göz ardı etmekteler, kabilevi anlaşmazlıkları istismar etmekteler, ülkenizdeki mülteci kamplara sırt çevirmekteler, tereddütsüz bir şekilde yolsuzluğa devam etmekteler, acilen ihtiyaç duyduğunuz bir sırada devlet okullarının ve hastanelerinin temel ihtiyaç malzemelerini önemsememekteler ve 2012 yılındaki seçimlere hazırlık yaptıkları halde hiç ortada yokmuş gibi hareket etmektedirler?! O halde "böl ve yönet" politikaları çerçevesinde siyasilerin sizlere karşı kurduğu tuzağa razı gelip hayatınızı zorlaştıran kapitalizm hayaletine karşı durmak yerine İslam ve Müslümanlar ile mi savaşacak mısınız? Artık gözünüzü açın ve sizleri helak yoluna sürükleyecek olanların bizzat Batılı politikacılar ile "Batının ajanların olan" yöneticileriniz olduğunun farkına varın. Diğer taraftan emin ve kesin bir şekilde bu dünyada ve ahiretteki kurtuluş yolunuzun ve tek ümidinizin İslam "ideolojisi" olduğunu ilan ederiz.

 

وَمَا أَرْسَلْنَاكَ إِلا رَحْمَةً لِّلْعَالَمِينَ "Biz seni ancak alemlere rahmet olarak gönderdik." [el-Enbiya 107]

Şabani Mevalimi
حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir

Doğu Afrika
Medya Temsilcisi

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Diyet Miktarı Şeri Bir Hükümdür ve Kimsenin Şeri Hükmü Değiştirme Hakkı Yoktur

Sudan Başyargıcı, tam diyeti otuz bin (30.000) ve ağırlaştırılmış diyetin de kırk bin (40.000) Sudan cüneyhi olacak şekilde bir değişiklik genelgesi yayınladı. Başyargıç genelgesinde, bunun zaman ve mekan şartlarının gereksinimleri ile değişikliklerinin ve ekonomik koşullar ile fiyat değerlerine arız olan hususların gözetilmesinin ardından şarinin diyetler nizamı yasasındaki maksatlarına göre cereyan ettiğini söyledi.

Hakim olan şari, diyetin kıymetini, bir müçtehidin içtihadına mahal bırakmayacak bir şekilde sınırlandırdığı gibi şeri hükümlerde zaman ve mekanın değişmesinin de bir önemi yoktur. Şeri hükümler, beşerin yaratıcısından vahiy ile gelmiş olup insanın sorunlarını bir insan olarak tedavi etmek içindir ve zaman ile mekanın yasama ile bir ilgisi yoktur. Yasa koyucu, zaman ve mekanın değişeceğini bildiği halde bizlere, zaman ve mekan değiştiğinde bu hükümleri değiştirin dememiştir. Aslında değişen de insanın içgüdüleri ve uzvi ihtiyaçları değil ancak değişen onun hayattaki üslupları ve araçlarıdır. Binaenaleyh hiçbir varlığın, Allah Subhanehu'nun kitabında ve Resulü [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in sünnetinde sabit olan tek bir hükmü bile değiştirmeye hakkı yoktur.

Resulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem], ağırlaştırılmış diyetin kırk tanesinin yavrusu karnında olmak üzere yüz deve olduğuna hükmetmiştir. Bu ise velinin el-Akle'yi, yani diyeti seçmesi halindeki kasıtlı öldürme için alınır. Tam diyete gelince; bu yüz devedir; hatalı öldürme veya hata mesabesinde olanlar için alınır. Bu deve sahibi olanların diyeti içindir. Nakit diyete gelince; SallAllahu Aleyhi ve Sellem, altın için bin (1000) dinar, gümüş için on bin (12.000) dirhem olarak takdir etmiştir. Şeri dinar (4.25 gram altın) ağırlığına denktir ve şeri dirhem ise (2.975 gram gümüşe) denktir. Buda katilin diyetinin, altın olarak (4250 gram altın) ve dirhem olarak da (35700 gram gümüş) olduğu anlamına gelmektedir. Bugünkü Sudan cüneyhi hesabıyla (300.000 cünehyten) daha fazlasına denk gelmektedir; yani Başyargıcın genelgede sınırlandırdığının on katına yaklaşmaktadır. Diyetin, yüz deve veya bin dinar veya on iki bin dirhemle sınırlandırılmasının delillerine gelince;

İbn-u Ömer, Resulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in Mekke'nin fethi günü Kabe'nin eşiğinde ayağa kalkıp Allah'a hamdu senada bulunarak şöyle dediğini rivayet etmiştir:

الْحَمْدُ لِلَّهِ الَّذِى صَدَقَ وَعْدَهُ وَنَصَرَ عَبْدَهُ وَهَزَمَ الأَحْزَابَ وَحْدَهُ أَلاَ إِنَّ قَتِيلَ الْعَمْدِ الْخَطَإِ بِالسَّوْطِ وَالْعَصَا شِبْهِ الْعَمْدِ فِيهِ مِائَةٌ مِنَ الإِبِلِ مُغَلَّظَةٌ مِنْهَا أَرْبَعُونَ خَلِفَةٌ فِى بُطُونِهَا أَوْلاَدُهَا "Vaadini yerine getiren, kuluna yardım eden ve tek başına hizipleri hezimete uğratan Allah'a hamd olsun. Dikkat edin! Kasta benzer hata ile öldürme kamçı ve sopa ile öldürme olup bunda, kırk tanesinin yavrusu karnında olmak üzere ağırlaştırılmış yüz deve vardır."

Ebu Bekir İbn-u Muhammed İbn-u Amr İbn-u Hazm babasından o da dedesinden Resulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in Yemen halkına içerisinde farzların, sünnetlerin ve diyetlerin geçtiği bir mektup yazdığını rivayet etmiştir:

... وَعَلَى أَهْلِ الذَّهَبِ أَلْفُ دِينَارٍ "... Altın sahibinin üzerine bin dinar gerekir."

Şüphesiz Allah Subhanehu, insana büyük önem vermiş ve onun öldürülmesini büyük günahlardan saymıştır. Zira Azze ve Celle şöyle buyurmuştur:

مَنْ قَتَلَ نَفْسًا بِغَيْرِ نَفْسٍ أَوْ فَسَادٍ فِي الأَرْضِ فَكَأَنَّمَا قَتَلَ النَّاسَ جَمِيعًا "Her kim bir kişiyi, bir kişi karşılığı veya yeryüzünde bir bozgunculuğu olmaksızın öldürürse, sanki bütün insanları öldürmüş gibi olur." [el-Maide 32]

Mümin bir nefse gelince; daha şiddetli bir haramdır. Çünkü Allahuteala şöyle buyurmuştur:

وَمَنْ يَقْتُلْ مُؤْمِنًا مُتَعَمِّدًا فَجَزَاؤُهُ جَهَنَّمُ خَالِدًا فِيهَا وَغَضِبَ اللَّهُ عَلَيْهِ وَلَعَنَهُ وَأَعَدَّ لَهُ عَذَابًا عَظِيمًا "Kim bir mümini kasten öldürürse onun cezası, içinde ebediyen kalacağı cehennemdir. Allah ona gazap etmiş, onu lanetlemiş ve onun için büyük bir azap hazırlamıştır." [Nisa 93]

El-Bera İbn-u Azib Resulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:

لَزَوَالُ الدُّنْيَا أَهْوَنُ عَلَى اللَّهِ مِنْ قَتْلِ مُؤْمِنٍ بِغَيْرِ حَقٍّ "Allah katında dünyanın yok olması bir müminin haksız yere öldürülmesinden daha hafiftir."

Bunun içindir ki şeriat, öldürmeyi düşünen kimseler için caydırıcı ve engelleyici olması amacıyla öldürmenin cezasını ağılaştırmıştır. Ancak insanlar, Allah'ın hükümlerine karşı cüret edip kendilerinden ilahlar dikerek mahlukatına karşı Allah Subhânehu'dan daha merhametlilermiş gibi insanların yükünü hafiflettikleri ve şartlarını gözettikleri gerekçesiyle onlar için yasalar koymaktadırlar. Böylelikle de insanlar öldürmeyi hafife almakta aralarında öldürme olayları çoğalmaktadır. Çünkü bu durumda diyet, erişilebilir ve kolaylaştırılmış bir hale gelmektedir. Dolayısıyla hayatta insanın hakkını değiştirilmemiş ve tahrif edilmemiş olan Allah'ın hükümlerinden başkası koruyamayacak ve bu da ancak İslam Devleti, yani Raşidi Hilafet Devleti gölgesinde olacaktır. Allah Azze ve Celle şöyle buyurmaktadır:

وَلَكُمْ فِي الْقِصَاصِ حَيَاةٌ يَا أُولِي الأَلْبَابِ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ "Ey akıl sahipleri! Kısasta sizin için hayat vardır. Umulur ki ittika edersiniz." [el-Bakara 179]

İbrâhîm Usmân [Ebu Halîl]
حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir
Resmî Sözcüsü
Sudan Vilâyeti

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Hizb-ut Tahrir-Hilafet-Ümmet Etle Tırnak Gibidirler! Ne Geçmişteki Ne Şimdiki Ne de Gelecekteki İftiralar Onları Birbirinden Asla Ayıramayacaktır!

05 Şubat 2010 Cuma günü İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesi, "Amirallere suikast" iddianamesini kabul etti. Söz konusu iddianamede daha önce dile getirilen Hizb-ut Tahrir'e yönelik bir takım asılsız ve mesnetsiz ithamlara yer verilmiştir. İddianamede Hizb-ut Tahrir'in bir İngiliz türetmesi olan Ergenekon terör örgütü tarafından kullanıldığı, aniden ortaya çıkarak 2005 yılında Fatih Camisi'nde bir eylem gerçekleştirip Hilafet talebinde bulunduğu, bunun provokasyon amaçlı bir eylem olduğu şeklinde aslı astarı olmayan iddialara yer verilmiştir.

Hizb-ut Tahrir'e yapılan bu tür iftiralara daha önce defalarca cevap vermemize rağmen Türkiye'deki Müslüman kardeşlerimizin kalplerinin mutmain olması için yeniden deriz ki:

1. İktidara geldiği günden beri bir taraftan Amerikan politikalarını hakim kılmak için Ergenekon adı altında Kemalist laikleri sindirmeye çalışırken diğer taraftan da İslam'a ve Müslümanlara yönelik iğrenç politikalarını ifşa eden Hizb-ut Tahrir'i susturmak için bu tür şerir örgütlerle ilişkilendirmek isteyen AKP'nin bu isteğini hizb, Nübüvvet Minhacı Üzere Raşidi Hilafet hedefine ulaşıncaya kadar dek azimle çalışmasına devam ederek Allah'ın izniyle toz duman edecektir. وَقَدِمْنَا إِلَى مَا عَمِلُوا مِنْ عَمَلٍ فَجَعَلْنَاهُ هَبَاء مَّنثُورًا "Onların yaptıkları her işi ele alır onu toz duman ederiz." [Furkan 23]

2. Bu tür asılsız iddialar ve bu iddiaları ortaya atan zihniyet, 1400 yıl önce Allah'ın Resulü [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'e atılan iftiraları ve o zamanki müfterilerin zihniyetini akıllara getirmektedir. Zira onların tüm baskılara rağmen Allah'ın resulü [SallAllahu Aleyhi ve Sellem] ve ashabını davetinden vazgeçirmeyince bu tür iğrenç iftiralara başvurması gibi AKP hükümeti de hizbe ve şebabına zulüm, baskı, hapis ve sindirme politikalarıyla karşı koyamayacağını anlayınca bu tür iğrenç iftiralara başvurmuştur. Ancak AKP şunu iyi bilmelidir ki hizbe karşı tezgâhladıkları, boynunda bir vebal olacak ve kursağında kalacaktır: إِنَّ هَـٰؤُلاۤءِ مُتَبَّرٌ مَّا هُمْ فِيهِ وَبَاطِلٌ مَّا كَانُواْ يَعْمَلُونَ "Şüphesiz bunların içinde bulundukları (din) yıkılmıştır, yapmakta oldukları da bâtıldır." [el-Arâf 139]

3. Hizb-ut Tahrir'e yönelik bu asılsız iftiralar bir ilk değildir. Zira Hizb-ut Tahrir hakkın sözcülüğünü onlar da batılın sözcülüğünü yaptığı sürece hizb, bu tür iftiralara maruz kalacaktır. Ancak Hizb-ut Tahrir, hedefi olan Raşidi Hilafet Devleti'ni kurduğunda halifenin, müfterilerin iftiralarını yanlarına bırakmayıp onlara hak ettikleri cezayı vereceğini  kulaklarına küpe yapsınlar, ahirette ise Allah'ın azabı daha çetindir.

 

Yılmaz Çelik
حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir

Resmî Sözcüsü
Türkiye Vilâyeti

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ لاَ تَتَّخِذُواْ الْكَافِرِينَ أَوْلِيَاء مِن دُونِ الْمُؤْمِنِينَ "Ey iman edenler! Müminleri bırakıp da kafirleri dost edinmeyin" [en-Nisaâ 144]

04-05 Şubat 2010 tarihlerinde İstanbul Kongre Merkezinde ana gündem maddesi Afganistan olan NATO Savunma Bakanları gayri resmi toplantısı yapıldı. NATO Genel Sekreteri Anders Fogh Rasmussen'in başkanlığında ve Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül'ün ev sahipliğinde yapılan toplantıya ABD Savunma Bakanı Robert Gates'in de aralarında bulunduğu 28 ittifak üyesinin savunma bakanları katıldı.

Doğrusu Amerika'ya dostlukta sınır tanımayan Türkiye yöneticilerinin, sömürgeci kafir Amerika tarafından işgal edilen Afganistan'ı savunan mücahit Müslümanları terörist olarak nitelendirmesi apaçık bir saptırmadır. Toplantıda konuşma yapan Abdullah Gül şöyle demiştir: " ...Böylece teröristlerle halk arasına güçlü bir set çekmiş oluruz..." قَاتَلَهُمُ اللَّهُ أَنَّى يُؤْفَكُونَ "Allah onları katletsin nasıl da döndürülüyorlar!" [Münafikun 4]

Türkiye yöneticilerinin Müslüman kardeşlerimizin imdadına yetişecekleri yerde Allah'ın her günü Müslümanları katleden NATO gibi bir küfür kurumuna ev sahipliği yapmaları gerçekten İslam'a ve Müslümanlara karşı büyük bir hıyanettir. Afganistan, Irak ve Pakistan demeden dünyanın dört bir tarafında Müslümanları katletmenin ve İslam beldelerini sömürmenin planlarını yapan eli kanlı terörist Amerikan Savunma Bakanı Gates'i askeri törenle karşılamaları büyük bir aymazlıktır.

Ey Müslümanlar!

İslam'ı sırtlarının arkasına atan, Amerika gibi sömürgeci kafirleri dost edinerek sizleri ve akide kardeşlerinizi hiçe sayan, beldelerinizi sömürgeci kafirler ile kurumlarının mesken tutuğu bir yere çeviren, Müslüman kardeşlerinize terörist yaftası vurmayı bir alışkanlık haline getiren bu ruveybida yöneticilere katlanmak zorunda değilsiniz! Zira muhlis siyasi bir parti Hizb-ut Tahrir ile çalışarak sizleri geçmişte olduğu gibi bugün de dünyanın efendisi yapacak olan Raşidi Hilafet Devleti'ni kurabilirsiniz.

Yılmaz Çelik
حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir

Resmî Sözcüsü
Türkiye Vilâyeti

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER