Pazar, 18 Cumade’l Ûlâ 1447 | 2025/11/09
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

-Basın Açıklaması- Hizb-ut Tahrir'in Önceliği ve Onun Dışındakilerin Tavizleri Arasında ... İslamî Hilafet

29.11.2011 tarihli "Mısırlı" gazeteler, İhvan-ı Müslimin Cemaatinin Genel Mürşidi Muhammed Bedî'nin, haftalık olarak verdiği mesajdaki konuşmasını yayınlamıştır ki o, şöyle demiştir: "Cemaat, cemaatin kurucusu İmam Hasan el-Benna'nın belirlediği büyük hedefini gerçekleştirmeye yaklaşmıştır. Bu hedef ise kurumları ve bileşenleriyle Raşidi Hilafet ve onun dünya başkanlığı zamanındaki hükümeti içeren raşid ve adil bir yönetim sistemi kurmaktır." Nitekim bu açıklamalar, 25 Ocak ayaklanmasından bu yana Mısır'daki laik rejimi korumak için savaşan laik akımların öfkesini kışkırtmış ve İslamî yönetim hakkındaki konuşmayı kesin bir şekilde reddetmişlerdir. Nitekim -Cemaatin İrşad Bürosu Üyesi- Abdurrahman el-Bir, bu açıklamalara yapılan saldırıya karşı çıkarak, hem laikleri hem de Mısırdaki İslamî akımlarda artan bu yükselişle birlikte Hilafet Devleti yoluyla İslamî yönetimi talep eden seslerin yükselişinden korkan laiklerin arkasındaki kafir Batılı devletleri yatıştırma girişiminde bulunmak için Genel Mürşid'in açıklamalarının içeriğini boşaltmıştır. Zira Özgürlük ve Adalet Gazetesi'nin 05.01.2012'deki yayınına göre Dr. el-Bir şöyle demiştir: "Genel Mürşid, Raşidi Hilafet'i kasdetmemiştir. Zira bu, valileri ve diğerlerini atayan Hilafet Devleti'nin başındaki Halife'nin varlığının geleneksel bir modelidir." Ancak kasdedilen, "Tüm Arap ve Müslüman devletler arasında bir birliğin olmasıdır." Dolayısıyla İslam İşbirliği Teşkilatı'nın modeli, bir model olarak göz önünde bulundurulursa bu birlik gelişebilir ve onun üzerine inşa edilebilir!

Sanki bu mesele, "Nahda Hareketi'nin ikinci adamı olan" Hamadî el-Cibâlî'nin 13.11.2011'de Suse şehrinde yaptığı altıncı Hilafet hakkındaki açıklamaları sırasında Tunus'ta meydana gelenlerin tekrarı şeklinde olmuştur. Zira aynı şekilde bu durum, Tunus arenasında geniş bir tartışmayı tahrik etmiştir. Buda Hamadî'yi, "ibarenin bağlamından çıkarıldığını" vurgulayarak geri adım atmaya ve düşman tarafını sakinleştiren mesajına, "Nahda Partisi'nin siyasî yönetimdeki tercihi, meşruiyetini halktan alan Demokratik Cumhuriyet Sistemidir" şeklindeki sözlerini eklemeye mecbur bırakmıştır. Nitekim Cibâlî, önene gelecek Tunus hükümetinin başkanı olma kapısı açılınca bu konuşmalarından hızla geri dönüş yapmıştır. Sonra da Gannuşi Hareketi'nin başkanı, Cibâlî'nin Osmanlı Hilafeti'nin değil Tunus'un başbakanı olduğunu açıklamıştır.

Bu bağlamda Dr. Rıfat es-Saîd, 07.01.2012'de "Kur'an Ehli" internet sitesine, "Hilafet ve Vehimleri" başlıklı bir makale yazmış ve şeri anlayıştan yoksun uydurma bir çalışma yaparak İslam'da yönetim sistemi olan Hilafet'in farz olduğuyla ilgili sözü reddetmiştir. Zira Şehristânî, Cürcânî, Gazâlî ve Âmidî gibi Müslüman alimlerin sözlerini de, Hilafet'in akide usullerinden olmamasının, onun farz olmadığına dair bir delil olduğu itibarıyla ele almıştır. Nitekim akide ile şeri hükmün arasını ayıramamasından dolayı doktorun bu düşüncesini mazur görüyoruz. Halbuki Hilafet'in farziyetinin ispatı, şeri hükümle kanıtlanmış ve onun ispatına dair kitap, sünnet ve sahabe icmasından şeri deliller bir araya gelmiş olup Hilafet'in mahalli, akideler babı değildir. Ayrıca doktorun aktardıkları, Cürcânî'nin "Şerh-il Muvâkıf" adlı eserinde aktardıklarının aynısıdır ki eserde şöyle geçmektedir: "Hilafet, dinler ve akideler usulünden değildir. Bilakis mükelleflerin fiilleriyle ilgili fürûlardan ibarettir." Aynı zamanda Şeri hüküm, Şâri Subhânehu'nun, kulların (mükelleflerin) fiillerine ilişkin hitabı iken akide ise vakıaya mutabık delile dayalı kesin tasdiktir.

Bu bağlamda, -adı İslamî Hilafet'i kurma merkezli davet taşıyan İslamî sahayla irtibatlı olan- Hizb-ut Tahrir, Mısır'ın durumundan bahseden birçok beyanlar yayınlamış ve bu beyanları ciddî bir mücadeleyle dağıtmıştır. Bu beyanların sonuncusu da, "Ey Mısır Halkı! Laik-Demokratik Bir Devleti, Hiçbir Gücü ve Kudreti Olmayan Seçilmiş Halk Meclisi Yoluyla Başka On yıllar Boyunca Tekrar mı Denemeniz Gerekiyor? İslamî Raşidi Hilafet'ten Başka Bir Kurtuluşunuzun Olmadığını Anlayın Artık!" adını taşıyan 06.01.2012 tarihli beyandır. Nitekim bu beyanın insanlara dağıtılması esnasında, beyanı dağıtanların Selefilerden oldukları iddiasıyla güvenlik birimleriyle bağlantısı olan bazı kimseler beyanın dağıtılmasını engellemişlerdir. Halbuki Selef-i Salih, Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'in defnedilmesi üzerine farziyetinin büyüklüğünden dolayı Halife seçimini yapmışlardır. Ancak onlar, hizbin üyesi üstad Ahmed Ebu Dayf'ın, Hilafet'in farziyetine dair beyanı dağıtmayı tamamlamasını bile engellemişlerdir! Ardından da onu, önce polise sonra da resmî tutanakla birlikte serbest bırakan ve kendisine neşriyatların geri kalanlarını iade eden savcılığa teslim etmişlerdir.

Basının, hizbin şebabı ile bazı Selefiler arasındaki şiddetli çatışmalar şeklinde yayınladığı bu olayın ardından, 10.01.2012 günü Derim-2 uydu kanalı, Hizb-ut Tahrir'in Mısır'daki kurucu vekili Üstad Muhammed Abdulkavi, Medya Bürosu Üyesi Üstad Muhmud et-Tarşûbî ve olay sahibi Üstad Ahmed Ebu Dayf'ı, sadece kendi aralarında hizbi tanıtmak amacıyla konuşmak için Sayın Vâil el-Ebrâşî'nin sunduğu gerçek program adlı oturuma katılmaya davet etmiştir. Görünen o ki oturumun konusu, gece yayınlanmış olup Hilafet fikrine vurma ve hizbin görüntüsünü çarpıtma girişiminde bulunmak için kendilerine haber verilmeyen konuklardan dolayı hizbin şebabı şoke olmuştur. Buda ev sahipliğini, Hilafet fikrine karşı çıkmakla bilinen konukların yapmaları yoluyla olmuştur. Ancak planlarında başarısız olmuşlardır. Zira Mısır'daki siyasî ortam, dikkat çekici bir şekilde tepki göstermiş ve bunun ardından birçok gazete, Hilafet'e davet eden Hizb-ut Tahrir'i tanıtan neşriyata geniş yer ayırmışlardır.

Ayrıca program sunucusu, Askerî Konsey'in Hizb-ut Tahrir hakkındaki beyanını okurken hizbin, İslamî Hilafet'i kurarak Müslümanların ülkesini birleştirmek için çalışan küresel bir hizib olduğunu açıkladığı Askerî Konsey'in beyanına yönelik tepkisini okumamıştır. Ancak el-Ebrâşî, Yakup'un nefsinde muhtaç olduğu durumu göz ardı etmiştir.

Sanki Dr. Abdurrahman Ali'nin rolü, herhangi bir şeri delil sunmaksızın farz olmadığını vurgulamak yoluyla Hilafet fikrine vurmak iken (Allah babasına çıkış yolu versin ve ailesini, Hilafet'e karşı savaşta dünyaya liderlik eden Amerikan cezaevlerinden kurtarsın) Dr. Abdullah İbn-u Ömer Abdurrahman'ın rolü de, geçmiş dönemlerde araştırmacının hiçbir incelemede bulunmaksızın ve delil sunmaksızın nakilde bulunduğu ve özellikle de hizib için yazılmış olan bazı kitaplarda, hizib hakkında bir takım yalanlar ve iftiralar aktarmak yoluyla hizbi çarpıtma girişimine odaklanmaktır. Nitekim Dr. Abdullah İbn-u Ömer Abdurrahman, bizlerin şeyhimizi mutlak müçtehit olarak görürken Resul (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'in şeyhimiz gibi müçtehit olmadığı şeklindeki sözümüzü, içtihatta bulunma gücü arasındaki bir karşılaştırma konusu yaptığı sözünde cahilce davranmıştır!! Gerçekten bu, şaşılacak bir durumdur. Zira "Resul (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'in, müçtehit olması caiz değildir" şeklindeki sözümüzü nasıl olur da Resul (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) içtihatta bulunamaz şeyhimiz bulunabilir manasında görebilir ki?!

Nitekim Dr. İbn-u Ömer Abdurrahman, bilerek yada bilmeyerek içtihatta hata ve doğru olabilme olasılığı gerçeği arasını karıştırmıştır. Dolayısıyla bu, Resul (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) hakkında caiz değildir. Çünkü o, hevasından konuşmaz ve sadece doğruyu konuşur... Ama diğer müçtehitler gibi olan şeyhimizin içtihat yapması caiz olup görüşünde doğru ve hata ihtimali bulunmaktadır. Nitekim bu durumla, içtihatta bulunma gücü arası karıştırılmaktadır. Bu yüzden de bunu duyan kişi, sanki bizler içtihat noktasında şeyhimizin gücünü Resul (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'in gücünün üzerinde görüyormuşuz gibi düşünecektir! Nasıl da kötü anlıyorlar.

Hiç şüphesiz hizib, Mısır'da hizbe dayatılan karartmanın kırılmasına katkıda bulunan bu oturumdan çok istifade etmiştir. Zira şâbın tutuklanarak savcılığa sev edilmesi ve ardından da serbest bırakılması medyada çatlak oluşturan bir haber olurken 2002 yılında hizbin şebabından 120 kişinin tutuklanması özellikle de 24 şâbın aynı gün yargıya sev edilerek haklarında bir yıldan beş yıla kadar hüküm verilmesi haberi, önemli olmasına rağmen o zamanki benzeri medya da yer almamıştı bile.

Nitekim Hizb-ut Tahrir, davet ettiği fikrinde rakipsiz olduğunu kanıtlamış, bu yolda enva çeşit güvenlik baskısı ve takibatlarına katlanmış ve Allah için hiçbir kınayıcının kınamasından korkmadan karşılığını yalnız Allah'tan bekleyerek sabretmiştir. Hatta hizbin adı Hilafet'le Hilafet'te onunla irtibatlandırılmıştır. Allah'ın izniyle de Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'in zalim zorba krallıktan sonra dönmesini müjdelediği Raşidi Hilafet yoluyla İslamî hayatı yeniden başlatma hedefini gerçekleştirinceye kadar da bu şekilde kalmaya devam edecektir. Dolayısıyla yönetime ulaşma yolunda bir biri ardına tavizler veren diğer İslamî Hareketleri işte o zaman göreceğiz. Zira iktidarda kalmak için verdikleri tavizler nasıl olacak bakalım?! Allahuteala şöyle buyurmuştur:

قُلْ هَذِهِ سَبِيلِي أَدْعُو إِلَى اللَّهِ عَلَى بَصِيرَةٍ أَنَا وَمَنِ اتَّبَعَنِي "De ki: İşte bu, benim yolumdur. Ben ve bana tabi olanlar, basiret üzere Allah'a davet ederiz." [Yûsuf 108]

Hizb-ut Tahrir
Mısır Vilâyeti
Medya Bürosu Başkanı
Şerif Zâyid

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Amerikan Örgütü IREX [Uluslararası Araştırma ve İşbirliği Kurulu], Yemen'deki Basını Reforma Etmektedir

Yemen'de, hükümete bağlı Devrim Gazetesi, bu Ocak ayının 8'inde Pazar günü yayınlanan 17224. sayısında bir haber yayınlamıştır. Haberin metni şöyledir: "Sana'daki ABD Büyükelçiliği Basın ve Kültür Ataşeliği Başkanı Mario Krivo, [Uluslararası Araştırma ve İşbirliği Kurulu] IREX Örgütü'nün, Enformasyon Bakanlığı, Yemen Gazeteciler Sendikası ve "etik basın yasası" inşa etmek için Yemenli gazetecilere destek vermek amacıyla çalışacak olan Ekonomik Medya Merkezi ile işbirliği içerisinde benimsediği, profesyonel basın taslağı ve Yemen'deki basın reformu hakkında bir açıklamada bulunmuştur."

Özgürlük ve toplum meselelerine hizmet etme sloganları atan Amerikan IREX Örgütü, genel olarak Yemen'deki özel olarak da basındaki şartların bozulmasından dolayı özellikle Yemen'deki mevcut rejim tarafından zulüm, takibat ve mahkemelere çağırılma durumlarıyla karşı karşıya kalan bağımsız basınla ilgilenme ve gözetme girişiminde bulunmaktadır. Zira rejimin, tüm bunlarla baş edememesinden dolayı Amerikan IREX Örgütü basını, yukarıdakilerin tamamına dayanabilecek, devam ettirebilecek ve karşı koyabilecek şekilde inşa etmeyi üstlenmiştir!

Ekonomik Medya Merkezi, 2012 yılında Gazete ve Web Siteleri İdarî Başkanlığına 220 küsur kişinin editör, icra ve finansal yöneticileri ile reklam pazarlamacıları olarak alınmasını hedeflediklerini söylemiştir.

Aslında Yemen'deki bağımsız medyanın, iktidar rejiminin nüfuzuyla karşı karşıya kaldığı gibi Amerika'daki bağımsız basın da, basın ve medya baronları tarafından benzeri bir durumla karşı karşıya kalmıştır. Zira aynı çatı altında birleşmedikleri ve büyük medya ve basın kuruluşlarının politikalarına boyun eğmedikleri sürece hayatta kalmaları ve devam etmeleri çok zor görünmektedir. Buda bağımsız basının, uzay medyaya, aklî eğilimlere ve insanların düşüncesine egemen olan basın karşısındaki boyutlarının ne kadar küçük olduğunu haklı çıkarmaktadır. Ayrıca bu baronların, reklamlar yoluyla ayakta kalmak ve sürekliliği sağlamak için ayartmaya, bağımsız basından kurtulmak, onu karalamak, itaat etmemesi ve teslim olmaması durumunda da ona saldırmak için kullanılan önemli silahlara dönük paraları da bulunmaktadır. Dolayısıyla bağımsız basının benzer durumu hala devam ettiği halde neden Amerika'yı bırakıp da Yemen'le ilgileniyorlar ki? Yoksa bu durum, başka hedefleri gerçekleştirmek için sadece bir bahaneden mi ibarettir?

Amerikalıların çalışması, Yemen'in dört bir tarafına yayılan ayaklanmayla çakışmaktadır. Ayrıca Amerikan Yakın Doğu Washington Enstitüsü'nün, Yemen'i sıkı bir şekilde kontrol etmek için özel bir büyükelçi atamakla ilgili 2011 Ağustos ayında yayınlanan tavsiyesi ile Amerikan Senatosu'nun, Salih'in ardından Yemen'le ilişki kurma hazırlıklarıyla ilgili 2011 Eylül ayında yayınlanan tavsiyesi de birbiriyle orantılıdır.

1959 yılında az sayıdaki doktorlarla Yemen'de çalışmaya başlayan Amerika Birleşik Devletleri Uluslararası Kalkınma Ajansı (USAID)'a gelince; şu anda o, sağlık, medya ve vakıf bakanlıklarıyla birlikte çalışmakta olup bu bakanlıkların içinde daha fazla yayılma eğiliminde olduğu gibi Yemen'de eğitimin geliştirilmesine dönük programlar aracılığıyla eğitim gibi yeni bakanlıklarla da çalışma eğilimindedir. Mesela en son olarak ülkesinin Sana'daki Büyükelçilik Ataşesi'yle işbirliği içerisinde mevcut öğretim yılı başında 400 bin okul çantası dağıtmasının yanı sıra "Geleceğin Usta Liderleri" sloganını taşıyan bir Uluslararası Amerikan Okulu da açmıştır. Aynı şekilde İletişim ve Bilgi Teknolojisi Bakanlığı ile de çalışma eğilimindedir.

Amerikalılar ve diğerleri, Müslümanları İslam kanunlarıyla gözetecek birinin yokluğunda, bizleri gözetme girişiminde bulunmaya, bizleri kapitalist fikirlere teşvik etmeye, amellerimizin temeli ve ölçüsü yapmamız için akidemizin cinsinden olmadığı gibi akidemizle de çelişen kanunlarını bizim üzerimize tatbik etme girişiminde bulunmaya devam edeceklerdir. Allahuteala şöyle buyurmuştur:

يُرِيدُونَ لِيُطْفِئُوا نُورَ اللَّهِ بِأَفْوَاهِهِمْ وَاللَّهُ مُتِمُّ نُورِهِ وَلَوْ كَرِهَ الْكَافِرُونَ "Onlar ağızlarıyla Allah'ın nurunu söndürmek istiyorlar. Velev kafirler kerih görseler de Allah nurunu mutlaka tamamlayacaktır." [es-Saff 8]

Müslümanların bütün işlerini gözetecek olan sadece Hilafet Devleti'dir. Nitekim Hilafet'in yaklaşık doksan yıllık yokluğunda tehlikeler içerisinde olmamızın yanı sıra Amerikalıların gözetimi ile diğerlerinin vesayetine girdik. Dolayısıyla bizim izzetimiz ve egemenliğimiz, ancak Hilafet'in yeniden geri dönmesiyle olacaktır. Dolayısıyla da Hizb-ut Tahrir, dünyanın dört bir tarafındaki Müslümanları, Hilafet Devleti'ni kurarak İslamî hayatı yeniden başlatmak için kendisiyle birlikte çalışmaya davet etmektedir.

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اسْتَجِيبُوا لِلَّهِ وَلِلرَّسُولِ إِذَا دَعَاكُمْ لِمَا يُحْيِيكُمْ "Ey iman edenler! Allah ve resulü sizi, size hayat verene davet ettiğinde icabet edin." [el-Bakara 183]

Devamını oku...

Gerçek Değişimi Gerçekleştirecek Olan Sadece Hilafet'tir

  • Kategori Pakistan
  •   |  

Ne zaman İslamî halkların öfkesi, Tunus'tan Bangladeş'e kadar olan İslam dünyası bölgelerinde yüksek seviyelere ulaşsa sömürgeci Batı, rejimin yüzünü değiştirmek ve bazı kanunlarda şeklî değişiklikler yapmak yoluyla mevcut fasit rejimleri korumaya yönelmektedir. Açıktır ki son günlerde, Pakistan'daki siyasî ve askerî liderlikteki hainler, Batılı efendilerini hoşnut etmek amacıyla ümmetin rejime yönelik öfkesini sakinleştirmek için "Mülk Partisi" yada "K İttifakı'nı" ortaya çıkarmışlardır. Ancak altı on küsur yıldır Pakistan'daki sefaletin gerçek nedeni, diktatörlerden ve demokratlardan her birinin tatbik ettiği kapitalist rejimdir. Dolayısıyla bu rejim, kökünden sökülüp atılarak Hilafet Nizamı gelmedikçe gerçek değişim olmayacaktır. Bu nedenle Hizb-ut Tahrir sizlere, sizleri hayatın zulmünden ve ahirette Allahu [Subhânehu ve Te'âla]'nın gazabından kurtaracak olan Hilafet hakkında genel bir bakış sunmak istemektedir.

Şu anki kapitalist yönetim sistemi, otoritelerin kaynağının insan olduğu bir ideolojiye dayalı olup insana, istediği şekilde yasa yapma hakkı vermektedir. Dolayısıyla tüm demokrasi ve diktatörlükte olan şey budur. Bu nedenle demokrasi ve diktatörlüğün altındaki bu iki sitemden her birinin insan tarafından koyulduğu noktasında tartışmaya bile gerek yoktur. Nitekim Pakistan'daki beşerî kanunlar, sömürgeciler ile siyasî ve askerî liderlikteki ajanlarının çıkarlarını korumak için vardır. Buna karşılık Hilafet'in gölgesinde anayasa ve kanunlar, sadece Kur'an ve sünnete göre konulacaktır. Zira gerek Hilafet gerekse ümmet meclisine seçilenler, bugün demokratik rejimdeki parlamentoda olduğu gibi yasa yapamazlar. Ümmet meclisine ise İslam ile hükmeden yöneticilerin hepsiyle meşverette bulunma hakkı verilmektedir.  Zira Hilafet'te egemenlik, şeriata aittir. Nitekim Allahu [Subhânehu ve Te'âla], Müslümanlara hükmün sadece Allah'a ait olduğunu kesin bir şekilde emretmiştir. Zira O, şöyle buyurmuştur:

إِنْ الْحُكْمُ إِلاَّ لِلَّهِ "Hüküm sadece Allah'a aittir." [Yûsuf 40]

Mesela Müslüman ülkelerdeki kapitalist ekonomik sistem, sadece sömürgeciler ile siyasî ve askerî liderlikteki hainlere hizmet etmektedir. Milyonlarca insana zulmedilip ve ezildiği zaman da "mülk edinme özgürlüğü" örtüsü açılmaktadır. Halbuki o, sömürgecilere ve ajanlarına kamu kaynaklarını mülk edinme izni vermektedir. Dolayısıyla bu kaynakların, dayanılmaz fahiş fiyatlarla satılması yoluyla insanların geneli bitkin düşürülmektedirler. Nitekim Pakistan'daki mevcut elektrik krizi, sadece buna dair bir örnekten ibarettir. Ayrıca elektrik santrallerinin yanı sıra petrol ve doğalgaz sektörleri, sömürgeciler ile ajanlarının şirketleri tarafından kontrol edilmektedirler. Oysa Hilafet Nizamı'nda kamu mülkiyetlerinin özelleştirmeye tabi olması imkansızdır. Zira bunların gerçek sahipleri insanlardır. Devlet ise bu mülkiyetleri insanlar adına idare eder. Zira Sallallahu Aleyhi ve Selem, şöyle buyurmuştur:

الْمُسْلِمُونَ شُرَكَاءُ فِي ثَلَاثٍ الْمَاءِ وَالْكَلَإِ وَالنَّار "Müslümanlar şu üç şeyde ortaktırlar: Su, mer'a ve ateş. Bunun bedeli haramdır."

Bu hadise göre petrol ve doğalgaz kuyuları, kömür madenleri ve elektrik santralleri de dahil tüm enerji kaynaklarının özelleştirilmesi imkansızdır. Hilafet, bu genel mülkiyetlere vergiler koymamakta bilakis insanlara maliyet parasını yüklemektedir. Bu durumda enerji ve yakıtların fiyatları önemli ölçüde azalacak bilakis kitlelere rahatlık sağlayacağı gibi sanayi ve tarımın gelişmesine de sevk edecektir. Ayrıca İslam, ırkı veya dili veya uyruğu veya dini ne olursa olsun Hilafet Devleti'nin tüm tabasına harcanması için bu malların ihracatından elde edilen gelirlerin devletin genel hazinesine tevdi edilmesini de farz kılmıştır.

Hilafet'in gelirleri, kapitalist sistemin hazine gelirlerinden çok ama çok uzaktır. Zira Resul (Sallallahu Aleyhi ve Sellem), şöyle buyurmuştur:

لا يَدْخُلُ الْجَنَّةَ صَاحِبُ مَكْسٍ "Gümrük vergisi alan cennete giremez." [Ahmed]

Yine bu hadise göre herhangi birinin, Hilafet Devleti'nin genel hazine gelirlerinden insanlara vergi koymasına izin verilmez. Zira gelirler, sadece Allahu [Subhânehu ve Te'âla]'nın indirdiği İslam şeriatının belirlediği gelirlerdir. Dolayısıyla İslam'da vergiler, şeriatın geçici olarak belirlediği özel durumlarda sadece zenginlere konulur ki buda onların ihtiyaçlarının fazlasından alınmaktadır. Bu ise demokratların ve diktatörlerin İslam'ın izin vermediği gelirleri elde etmek için tüm güçlerini kullandıkları Pakistan'daki mevcut rejim gibi zalim yöneticiler tarafından konulan vergilerle kemiyet ve keyfiyet olarak çelişmektedir. Aslında ajan yöneticiler, geçen altmış yıl boyunca sömürgecilerin emirlerine uyarak vergileri artırmışlardır. Mesela satış vergisi ve diğer dolaylı vergiler, toplam gelirlerin yarısından fazlasını oluşturmaktadırlar. Buda on milyonlarca insanın sefaletine yol açmaktadır. Halbuki İslam'da halkın mülkünün özel kutsallığı bulunmaktadır. Dolayısıyla Hilafet Devleti'nin, "vergi" gerekçesiyle vatandaşların mallarını çalması imkansızdır! Dahası adil gelirlere karar veren bizzat Allahu [Subhânehu ve Te'âla]'dır. Doğalgaz, petrol, tarımsal üretimin yanı sıra öşür, harac ve yoksulları bitkin düşürmek için değil de özen göstermek amacıyla yoksullar için para üretecek sanayi ürünlerinin zekatı gibi kamu mallarının gelirleri de dahil İslam, gelirleri toplamada nevine münhasır bir sistemdir.

Tüm İslam dünyasındaki dış siyasette gerçek bir değişimi yapacak olan sadece Hilafet'tir. Zira şeri hüküm, Amerika, İngiltere, "İsrail", Hindistan ve Rusya gibi muharip devletlere bağlı bütün büyükelçilikleri ve konsoloslukları fiilen kapatmayı ve bu devletlerin Müslümanlara karşı kurduğu komplolara son vermeyi Halife'ye farz kılmaktadır. Buna ek olarak Hilafet, Panama, Venezüella, Tayland ve Kore gibi gayrimüslim devletlerin tamamını, Batılı sömürgecilerin baskısına karşı ayaklanmaya teşvik etmek için çalışacaktır. Ayrıca Hilafet, hakkın gerçekleştirilmesi ve İslam ile hidayet bulmaları amacıyla İslam davetini tüm dünyaya taşıyacaktır.

Yine iç siyasette gerçek değişimi yapacak olan sadece Hilafet'tir. Zira demokratik Müslüman ülkeler, birbirlerini yabancı olarak görmelerinin, birbirlerinden ayrı paralar basmalarının yanı sıra toprakları, hazineleri ve orduları da aynı şekildedir. Ancak Hilafet'in gölgesinde, Halife hemen ilk günden sonra dünyanın karşı konulmaz en büyük devleti olması için tüm Müslüman ülkeleri birleştirmek amacıyla bütün gücüyle çalışacak, devletin ordusu, Beyt-il Mâl'i ve doğal kaynakları bütün Müslümanlar için bir olacağı gibi ırkına ve mezhebine bakmaksızın tek bir ümmet olacaktır.

Ayrıca Hilafet, ister Müslüman isterse gayrimüslim olsun tüm tabasının canını, malını ve onurunu koruyacak, evlilik ve ibadet ayinleri de dahil gayrimüslimlerin özel hayatlarında dînî şiarlarını uygulamalarına izin verecek, iki cins arasındaki ilişkilerin uygulanması ve şeri elbisenin giyilmesiyle ilgili şeri hükümler ışığında kadının öğretim, mühendislik, siyaset, medya, yargı ve benzeri alanlarda tercih ettiği meslekleri yapmasına da izin verecektir.

İslam'ın yargı sistemi, İslamî şeri kanunları tatbik etmek yoluyla yargı adaletini gerçekleştirecekken mevcut yargı sisteminin insanlar arasındaki adaleti gerçekleştirmesi imkansızdır. Zira o, İngiliz sömürgeciliğinden miras kalmıştır. Ayrıca mevcut sistemde, sömürgeci hegemonyasına son verme çağrısında bulunmak yada Hilafet'in kurulmasına davet etmek bir cürümdür. Yine bu daveti yapanlar, ajanlar tarafından kaçırılmak ve hapsedilmek üzere takip edilirken bu ajanlar sömürgeciliğin varlığını korumaktadırlar! Nitekim onların sistemlerinde cizye ve harac vermemek bir cürüm sayılmazken ribayı (faizi) ödemeyenlerin akıbeti hapishane olmaktadır. Dolayısıyla yargıçlar, bu kafir kanunlarla hüküm vermeye zorlanırlarken Hilafet'te ise herkes yasalar önünde eşit olacaklar ve Halife bile olsa hiçbir kimse dokunulmazlık talebinde bulunamayacağı gibi yönetici elitleri koruyacak yasalara dönük bir alan da olmayacaktır. Zira Hilafet'te egemenlik, Allahu [Subhânehu ve Te'âla]'nın şeriatına ait olacaktır.

Yukarıdakilerin hepsi, mübarek İslamî hükümlerden sadece bazıları olup Hilafet, Allah'ın izniyle yakında kurulacağı ilk günden itibaren bunları tatbik edecektir.!

Ey Pakistan'daki Müslümanlar!

Bir yandan Batılı sömürgeciler ile askerî ve siyasî liderlikteki hainler, demokratik seçimler yoluyla bu fasit rejimi tekrar çöküntüden kurtarmak için tüm güçleriyle çalışırlarken diğer taraftan ümmet arasında altı on yıldır çalışan ve Hilafet'in kurulduğu ilk saatten itibaren tatbik edeceği 191 maddelik anayasa hazırlayan Hizb-ut Tahrir, İslam'a ve Hilafet'e davet etmektedir. Şunu iyi biliniz ki; mevcut demokratik oluşumlar yoluyla İslam Nizamı'nın tatbik edilmesi imkansızdır. Zira o, sömürgecilerin ve ajanlarının istekleri için İslam'ın tatbik edilmesini terk etmektedir. Şimdi iş size kalmıştır! O halde bu kafir rejimi darmadağın ediniz ve Hilafet'i kurma yolunda olan Hizb-ut Tahrir'e katılınız. Zira size düşen, bu rejimdeki her türlü formalite seçimleri reddetmek ve Pakistan'daki Silahlı Kuvvetler içerisindeki muhlislerden Hizb-ut Tahrir'e nusret vermelerini talep etmektir. Ki böylece Hilafet'in kurulması yoluyla gerçek değişim meydana gelmiş olsun.

Hak dinin tatbik edilmesi, bizzat Hilafet yoluyla olacaktır. Zira Hilafet, sadece tüm ümmetin refahını sağlamayacak bilakis dünyanın dört bir tarafındaki ezilen halkların ışığı olacaktır. Hatta baskıcı kapitalizme karşı yürüyüşler yapan Londra ve New York sokaklarında ezilen halkların bile! Dolayısıyla şimdi artık baskıcı yönetime son vermenin ve Resul (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'in müjdesini doğrulayan Hilafet'i kurmanın zamanı gelmiştir. Zira o, şöyle buyurmuştur:

ثمَّ تَكُونُ مُلْكًا جَبْرِيَّةً فَتَكُونُ مَا شَاءَ اللَّهُ أَنْ تَكُونَ ثُمَّ يَرْفَعُهَا إِذَا شَاءَ أَنْ يَرْفَعَهَا ثُمَّ تَكُونُ خِلَافَةً عَلَى مِنْهَاجِ النُّبُوَّةِ "Sonra Zorba Diktatörlük olacaktır. Böylece Allah'ın olmasını dilediği kadar olacak, sonra kaldırmayı dilediğinde onu da kaldıracaktır. Sonra (yeniden) Nübüvvet Minhacı üzere [Raşidi] Hilafet olacaktır." [Ahmed]

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Neşriyata Gereken İnceliği ve Dürüstlüğü Göstermelerinden Dolayı "Mısırlı" Gazetelere Teşekkür Ederiz

Hizb-ut Tahrir / Mısır Vilayeti Medya Bürosu, 07.01.2012 cumartesi günü yayınlanan sayılarında, hizbin 31.12.2011 günü yayınladığı "Gelecek Olan Anayasa Gerçek İslamî Anayasa Olmalıdır" beyanı hakkında gereken inceliği ve dürüstlüğü göstermelerinden dolayı "Mısırlı" gazetelere teşekkür eder. Nitekim gazeteler, son günlerde Mısır'daki siyasî arenada meydana gelen olaylarla bağlantılı olmasından dolayı beyanı, gazete başlıklarına taşımışlardır.

Beyan, Hizb-ut Tahrir'in İslam akidesi temelinde hazırladığı anayasayı açıklamaktadır. Zira İslamî Raşidi Hilafet Devleti yoluyla tatbik edilmesi durumunda Mısır'ı krizlerden çıkaracak ve onu dünyanın birinci devleti yapacak olan sadece bu anayasadır.

Bu anayasayı hizib, İslamî hareketler ve partiler ile Ezher-i Şerif'e sunmasının yanı sıra onu, hizbin çeşitli internet sitelerinde de yayınlamıştır.

Devamını oku...

Ey Müslümanlar! Efendileri Amerika Birleşik Devletleri ve Hindistan'ın Emirlerine Boyun Eğen Hain Şeyha Hasina Tarafından Muhlis Ordu Subaylarının Tutuklanmalarını, Kaçırılmalarını ve Kovulmalarını Protesto Ediniz! Ey Ordu Subayları! Kardeşlerinizin

  • Kategori Bangladeş
  •   |  

Ey Müslümanlar! Hizb-ut Tahrir bu neşriyatı, Müslüman ordunuza yönelik yaklaşan tehditleri ifşa etmek için yayınlamaktadır. Zira son hafta ve aylarda hain Hasina, kafir ve müşrik düşmanlar Amerika ile Hindistan'ın isteği üzerine İslam'ın, ülkenin ve ülkenin maslahatlarının yanında yer alan muhlis ordu subaylarını kaçırmış, tutuklamış ve görevden almıştır. Nitekim onlarca muhlis subay, ordudan atılmakla hükümetin planının kurbanı olmuşlardır. Zira bu çerçevede yazılı medya organlarında ve internette raporlar yayınlanmıştır. Bildiğiniz üzere Hasina'nın, otoriteyi üstlendiği aylar içerisinde o ve yardımcıları, 25-27 Şubat 2009'da ordu subaylarına yönelik gerçekleşen vahşi katliamda Hindistan ile işbirliği yapmışlardır. Böylece Hasina, Hindistan ile işbirliği yaparak düşmanlara dost olan hükümete karşı çıkan bu ordu subaylarından kurtulmuş bulunmaktadır.

Hasina'nın, orduya, gerçekte ise bu ülkedeki Müslümanlara yönelik bu tutumunun nedeni efendilerine olan mutlak bağlılığıdır. Zira o, Hindistan ile işbirliği içerisinde olan Amerikalılar tarafından otoriteye getirilmiş olup Amerikalılar, (Pakistan, Bangladeş, Endonezya ve Malezya'nın) olduğu bu bölgelerde İslamî Hilafet'in geri gelmesinin yanı sıra Çin'in yükselişini engellemede kararlıdırlar. Bu maksatla o, bu bölgedeki güçlü varlığını garantilemek ve İslam ülkeleri üzerindeki otoritesini pekiştirmek amacıyla Hindistan ile stratejik ortaklığı tercih etmiştir. Bundan dolayı Amerika, Pakistan benzeri bir yöntemle, Bangladeş'teki hükümeti, muhalefeti ve askerî liderlikteki bazı subayları kullanmaktadır. Ayrıca bu iki ülkedeki ajanları, bölgede Hindistan'ın elini serbest bırakmak amacıyla Hindistan ile askıda kalan uzun vadeli sorunları çözmek için de kullanmaktadır. Bu hususta İslam'ın geri dönüşünü ve Çin'in kuşatmasını engelleme bakımından Amerika ile işbirliği yapmak Hindistan için daha kolay olacaktır. Dolayısıyla onlar, bu plana karşı olan tüm engelleri ve bu şerir plana karşı konuşan herkesi ortadan kaldırmak için çalışmaktadırlar. Bu nedenle Şeyha Hasina'nın komplo kurduğu "Sınır Muhafızları" katliamında muhlis ordu subayları katledilmiştir. Bu nedenle de Hasina, Hizb-ut Tahrir'i yasaklamış ve hizbe yönelik vahşî baskı politikasını takip etmiştir. Aha şimdi de o, bütün orduyu İslam'ın, ülkenin egemenliğinin ve güvenliğinin yanında yer alan tüm subaylardan temizleme operasyonu gerçekleştirmektedir.

Ey Müslümanlar!

Amerika, Hindistan ve Şeyha Hasina, şayet bu şerir planın uygulanmasında başarılı olurlarsa gelecekte ülke, kafir ve müşrik devletlerin isteklerinin ve arzularının hizmetinde çalışır bir duruma gelecektir. Buda dünyada ve ahirette zilletinize yol açacaktır. Allahuteala şöyle buyurmuştur:

إِن يَثْقَفُوكُمْ يَكُونُوا لَكُمْ أَعْدَآءً وَيَبْسُطُوا إِلَيْكُمْ أَيْدِيَهُمْ وَأَلْسِنَتَهُمْ بِالسُّوءِ وَوَدُّوا لَوْ تَكْفُرُونَ "Şayet onlar sizi ele geçirirlerse, size düşman kesilecekler, size ellerini ve dillerini kötülükle uzatacaklardır. Zaten onlar inkar edivermenizi istemektedirler." [el-Mumtehine 2]

Hizb-ut Tahrir sizleri, hükümetin orduyu tasfiye etmeye dönük cürümsel politikasına karşı kararlı ve güçlü bir tutum sergilemeye davet etmektedir. Dolayısıyla kafir ve müşrik devletlerin isteklerinin ve arzularının kölesi haline gelmenize dönük bu yaklaşan tehdit karşısında sessiz kalmanız, sizlerin bekasına yaraşmaz. Zira Allahu [Subhânehu ve Te'âla], kerim Kur'an'da sizleri, en hayırlı öncü ümmet olarak vasıflandırmıştır. Zira O, şöyle buyurmuştur:

كُنْتُمْ خَيْرَ أُمَّةٍ أُخْرِجَتْ لِلنَّاسِ تَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَتَنْهَوْنَ عَنْ الْمُنكَرِ وَتُؤْمِنُونَ بِاللَّهِ "Sizler, insanlar için çıkartılmış en hayırlı ümmetsiniz. Ma'rufu emreder, münkerden nehy eder ve Allah'a iman edersiniz." [Âl-i ‘İmrân 110]

Ey Müslüman Bangladeş Ordusundaki Muhlis Subaylar!

Hasina ve liderleri, Sınır Muhafızları katliamında, Hindistan ordusuyla doğal ilişkilerin başlaması yolunda bir engel olarak gördükleri muhlis subayları katletmişlerdir. Şimdi de onlar, müşrik ordunun egemenliğini kabul etmeyenlerden geriye kalanları da ortadan kaldırmak için çalışmaktadırlar. Bundan dolayı sizleri ve gurur kaynağınız olan kurumları tehdit eden bu tehlikenin yanı sıra bu İslamî toprakların güvenliğinin tehdit edilmesi karşısında var gücünüzü hazırlamanız ve kullanmanız acil bir göreviniz haline gelmiştir. Bu nedenle Hizb-ut Tahrir sizleri, aşağıdaki icraatların tamamını yerine getirmeye davet eder:

Birincisi: Mevcut hakim rejim ve aynı zamanda Hasina'nın otoritesi devrilmelidir. Zira elinizdeki tek seçenek budur. Dolayısıyla bunun, herhangi bir şekilde ertelenmesi yada başka her hangi bir yola güvenilmesi, size ve ümmete eziyet verecek bu şerli yolların takip edilmesi için düşmanlara bir vakit ve fırsat verecektir.

İkincisi: Mevcut rejimin ve Hasina'nın ortadan kaldırılması, refleks bir tepkiyle olmamalıdır. Bilakis gerçek değişim, İslam ideolojisinin talebine göre yapılmalıdır. Dolayısıyla Müslümanlar olarak, İslam'dan başka herhangi bir ideolojiyi benimse seçeneğiniz yoktur. Aksi taktirde amelleriniz abesle iştigal edecektir. Zira Allahu [Subhânehu ve Te'âla], şöyle buyurmuştur:

وَمَن يَبْتَغِ غَيْرَ الإِسْلاَمِ دِينًا فَلَن يُقْبَلَ مِنْهُ وَهُوَ فِي الآخِرَةِ مِنَ الْخَاسِرِينَ "Her kim, İslam'dan başka bir din ararsa, bilsin ki kendisinden (böyle bir din) asla kabul edilmeyecek ve o, ahirette hüsrana uğrayanlardan olacaktır." [Âl-i İmrân 85]

Gerçek değişimin İslam'a göre yapılması demek, sadece Hasina'nın kaldırılıp atılması anlamına gelmemekte bilakis mevcut rejimin kökünden sökülüp atılması anlamına gelmektedir. Dolayısıyla ister sağcı ister orta isterse de solcu olsunlar mevcut bütün siyasi liderler yada yönetimdeki partiler yada muhalefettekilerin tamamı, efendileri Amerika ile Hindistan'ı takip etmektedirler. Zira bu kafir hakim rejim, Hasina'nın türettiği bir fabrikasyondan ibarettir. Aynı şekilde Halide de aynı rejime mensup olup Hasina gibi Amerika ve Hindistan'a hizmet etmeye pek heveslidir. Bu nedenle faydasız herhangi bir geçici hükümetin yada geçiş hükümetlerinin, ihlasınızı istismar etmelerine izin vermeyiniz. Zira Avami Birlik Partisi, Bangladeş Halk Partisi ve müttefiklerinin otoriteye geri dönmelerinin tüm yollarını kesmek amacıyla emperyalizmin egemen olduğu demokratik rejimin ortadan kaldırılması gerekmektedir.

Üçüncüsü: Otoritenin, Hilafet Devleti'ni kuracak olan muhlis siyasetçilere verilmesi için Hizb-ut Tahrir'e nusret verilmelidir. Zira Hizb-ut Tahrir, muhlis ve uyanık bir hizib olup Kur'an ve sünnete göre hükmedecektir. Zira İslam, demokratik yada diktatör yada askerî modellere veya diğer yönetim şekillerindeki modellere izin vermemektedir. Allahu [Subhânehu ve Te'âla], şöyle buyurmaktadır:

وَمَن لَّمْ يَحْكُم بِمَا أنزَلَ اللّهُ فَأُوْلَـئِكَ هُمُ الظَّالِمُونَ "Her kim Allah'ın indirdikleri ile hükmetmezse işte onlar zalimlerin ta kendileridir." [el-Mâide 45]

Bu nedenledir ki sizleri, Şeyha Hasina hükümetini alaşağı etmeye davet ederken otoriteyi sizin almanız için davet etmiyoruz. Zira ordunun görevi, yönetim değildir. Bilakis onun görevi, savaşmak, İslam'ı ve Müslümanları korumaktadır. Dolayısıyla bizim sizlere olan davetimiz, otoriteyi Hilafet Devleti'ni kuracak olan uyanık muhlis siyasetçilere vermeniz içindir. Zira Hilafet, Amerika Birleşik Devleri'ni, Hindistan'ı ve müttefiklerini Bangladeş'ten çıkarmak için size ve ümmete liderlik edecek, gerek sizin üzerinizde gerekse ülke üzerinde hegemonya kurmaları için emperyalist ve müşrik düşmanlara bir yol vermeyecektir. Şunu da açıklamak isteriz ki; Hindistan nüfuzunun kesilmesi demek, Amerikan nüfuzunun devam etmesi anlamına gelmemekte bilakis Müslüman Bangladeş ülkesindeki bütün yabancı nüfuzun kesilmesi anlamına gelmektedir. Zira sorunun gerçek kaynağı, hiçbir aktif politikaları bulunmayan Amerika Birleşik Devletleri, İngiltere ve diğer Batılı emperyalist devletlerdir. Dolayısıyla Hindistan'ın, Hasina'dan aldığı kurumları elde etmesi mümkün olamayacaktır. Buna ek olarak Allahu [Subhânehu ve Te'âla], ister Amerika ister İngiltere ister Hindistan isterse de herhangi başka bir ülke olsun muharip küfür milletlerinden herhangi bir milletin müttefikimiz olarak alınmasını Müslümanlara haram kılmıştır. Sonra ülkenin ordusuna ve halkına yönelik bu şerir planların arkasındakiler bizzat bu emperyalist devletlerdir. Bundan dolayı bu kafir ve müşrik devletlerle, müttefikleriyle ve ortaklarıyla muamele ederken kasıtlı bir politika formüle etmek kaçınılmazdır ki Hizb-ut Tahrir zaten bu politikayı ortaya koymuştur.

Hilafet Devleti, bu Müslüman ülkede kurulduğunda küresel bir güç haline gelmesi için onu Hilafet'in dayanak noktası yapacaktır. Buda halkın temel ihtiyaçlarını garanti altına almak, fakirlik, işsizlik, üretim ve ekonomi gibi insanların karşı karşıya kaldıkları uzun sorunları çözmek, güçlü ve gelişmiş bir savaş gücü olacak ordu inşa etmek ve İslam ümmetini birleştirmek yoluyla olacaktır. Nitekim Hizb-ut Tahrir, bu hedefin gerçekleşmesi için İslamî fikirler, çözümler ve siyasetler benimsemiştir.

İçinizden bazıları, küçük bir devlet olarak bu hedefin gücümüzün üzerinde bir hedef olduğunu tartışmaktadırlar! Buna cevabımız şöyledir; öncelikle sizlere Nebimiz [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]'in, o dönemde Rum ve Fars devletlerinin olduğu iki büyük güçle karşı karşıya kaldığını hatırlatırız. Zira o dönemdeki maddî kaynakların bugün bizim elimizde bulunan maddî kaynaklardan daha az olmasının yanı sıra Amerika Birleşik Devletleri ve Batı, toplumsal, ekonomik, güvenlik ve siyasî krizlerle karşı karşıyadırlar. Dolayısıyla onlar, Arap Baharıyla başlayan yeni bir uyanış dönemine giren cihat ümmetiyle karşı karşıya gelecek bir konumda değillerdir. Diğer yönden, sizden talep ettiğimiz nusreti Nebi Muhammed [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]'in ensarları gibi vermeniz durumunda bizler, Amerika Birleşik Devletleri ve tüm müttefikleriyle karşılaşmaya yönelik gücümüze güveniyoruz. O halde hadi çok geç olmadan bunu yapınız!

Ey Muhlis Subaylar!

Hasina sizlere hükmediyorken ve muhlis subayları katletmesinin ardından gülümseyerek oturuyorken sizler, nasıl tembel tembel oturabilirsiniz? Zira sizler, gelişigüzel bir ordu değilsiniz. Bilakis sizler, İslam ümmetinin ordususunuz. Zira dedeleriniz, bu topraklarda adaleti ikame etmek için ardı ardına ülkeler fethediyorlar, düşmanlar onlardan korkuyorlar ve insanlar da onları hoşnutlukla karşılıyorlardı. İşte sizlerin şanlı tarihi budur. O halde muhlislerin, hainlerin elleriyle katledilmelerini, kaçırılmalarını, tutuklanmalarını ve kovulmalarını nasıl kabul edebilirsiniz?

Ey Subaylar!

Azminizi bileyiniz, size ve bu ülkedeki Müslümanlara ihanet eden Hasina'yı kaldırıp atınız. Şimdi size yerine getirmediğiniz iki ahdinizi hatırlatıyoruz. Birinci ahdiniz: Sadece Allah'ın kulları Müslümanlar olmanızdan dolayı Allahu [Subhânehu ve Te'âla] ile olan ahdiniz ki o da; Allahu [Subhânehu ve Te'âla]'nın hayatın bütün işleri için göndermiş olduğu dini tatbik etmeniz. İkinci ahdiniz: Ümmeti koruyacak askerler olacağınıza yemin etmenizdir. O halde ahdinizi yerine getiriniz ve Hizb-ut Tahrir'e nusret veriniz ki sizin ve ümmetin kalkanı olacak Hilafet'i kurabilelim. Zira Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem), şöyle buyurmuştur:

الإمام جنة يقاتل من ورائه ويتقى به "İmam [Halife], bir kalkandır, onun arkasında savaşılır ve onunla korunulur."

Son sözümüz, Allahu [Subhânehu ve Te'âla]'nın sözü olacaktır. Zira O, şöyle buyurmuştur:

وَسَارِعُوا إِلَى مَغْفِرَةٍ مِنْ رَبِّكُمْ وَجَنَّةٍ عَرْضُهَا السَّمَاوَاتُ وَالأَرْضُ أُعِدَّتْ لِلْمُتَّقِينَ Rabbinizin bağışına ve genişliği göklerle yer arası kadar olan ve muttakiler için hazırlanmış bulunan Cennete koşun! [Âl-i ‘İmrân 133]

Devamını oku...

Bunun Adı, Dine Önem Vermek mi Yoksa İslamî Yükseliş Hakkında Kaygı Duymak mıdır?!

  • Kategori Tacikistan
  •   |  

Arapça konuşan İslam ülkeleri, İslamî bir yükselişe şahitlik etmektedirler. Zira protestoda bulunmaktalar ve devam eden diktatör yöneticilere rıza göstermemektedirler. Tagut yöneticiler, zayıflık duygusuna kapıldıkları ve umutlarını kaybettikleri bir zamanda kararlı bir şekilde durmaya ve Müslümanların özgüvenini kazanmaya yönelmektedirler. Şimdi de onlar, bir biri ardına tahtlarını bırakmaktadırlar. Nitekim bu yöneticiler, güvenlikleri noktasında halklarına değil de Amerika, Avrupa ve Rusya gibi kafir devletlere itimat etmektedirler. Ayrıca onlar, halklarının maslahatları pahasına efendilerini razı etmek için çalışmaktadırlar. Dolayısıyla halklarından korkmaları nedeniyle demir yumrukla tutunmaya çalıştıklarını ve bunun için de bütün kirli araçlarıyla üsluplarını kullandıklarını görmektesiniz.

Müslüman ülkelerdeki İslamî yükselişten korkan bu yöneticilerden her birinin, bu gibi üsluplara başvurduklarını görürsünüz. Nitekim mevcut Tacikistan yöneticileri de bu yöneticilerin cinsindendirler. Zira onlar, Tacikistan'daki İslamî yükseliş dalgasını engellemekle meşguldürler. Dolayısıyla Vahdet ilinde bulunan Muhammediye camisinde yada Âli Turajanov camisi olarak isimlendirdikleri camide 09.12.2011 Cuma günü meydana gelenler, bu çerçevede anlaşılmalıdır. Ayrıca bu olay, toplumun bütün katmanlarını meşgul etmiş ve yerel yönetim ile alimler, dinler dairesi, alimler konseyi, bizzat Âli Turajanovlular ve insanların genelinin tutumu, bazı gerçekleri vurgulama yönünde olmuştur. Ancak bu hususta bizler, meydana gelen olayların detaylarında boğulmak istemiyoruz. Zira detaylar, birçok internet sitelerinde yayınlanmıştır. Ancak İslamî siyasi bir hizib vasfıyla Hizb-ut Tahrir / Tacikistan olarak bizler, Tacikistan'daki olayları takip etmemizden dolayı meydana gelen olayların bazı yönlerine ışık tutmayı uygun gördük.

Aslında gelişen olaylar bazı yönleriyle, yerel yönetim temsilcileri, dinler dairesi, alimler meclisi temsilcileri ve istihbarat görevlilerinin bu adımları atmalarına iten hususların sorgulanmasını gerektirmektedir. Bu atılan adımların sebebinin, Şii yükselişine karşı olan korkunun giderilmesi ve Sünnilerin Şia'ya dönmesi olabileceği gibi ortada başka sebepler de olabilir...

1- Bu çalışmanın, Tacikistan yöneticilerinin, özellikle de Devlet Başkanı İmam Rahmanov'un tedbir ve planları dışında yapılması imkansızdır. Zira bu birimlerin tamamı, emirleri doğrudan Rahmanov'dan almaktadırlar.

2- Şayet bu hükümet, dine özen gösteriyor ve Şia yükselişi karşısında durmak istiyorsa o halde neden başkentin ortasında İsmaililerin camisi inşa edildiğinde hiçbir şey yapmamış, onun karşısında durmamış ve onunla hiç ilgilenmemiştir? O halde neden bir Müslümanın başka bir akideye inanmasına izin veren bir takım kanunlara sessiz kalmıştır? O halde neden kendisine bağlı medya organlarının ateşe ibadet edilmesine çağrıda bulunduklarını görüyoruz? O halde neden hükümet ile bazı örgütlerin, inkar edecekleri yerde İslam'a aykırı olan Batı akidesine çağrıda bulunduklarına tanıklık ediyoruz?!

3- Ayrıca bu gelişen olayların, ilk kez olmadığının bilakis birbiriyle bağlantılı olaylar silsilesi olduğunun vurgulanması kaçınılmazdır. Zira her ne zaman İslamî bir gelişme olsa İmam Rahmanov hükümetinin, tüm kurnazlıkla İslam karşısında durmak için çalıştığını görmekteyiz. Zira insanlar, şeri hükümleri tatbik etmeye çalışmaktalar, kadınlar şeri elbiseleri tercih etmekteler, gençler mescitleri doldurmaktalar ve yaşlılar da İslam'ı öğrenmeyi kabul etmektedirler...

Tacikistan hükümeti ise Müslümanların karşısında durmakta ve Müslümanları İslam'dan uzaklaştırmak için ona saldırmaktadır. Nitekim hükümet, "Çocukların yetiştirilmesinde ebeveynlerin görevleri" çerçevesinde bir yasa benimsemiş, mescitlerde salah kılanların sayısını sınırlandırmış, 18 yaşından küçük olanların camide salah kılmalarını yasaklamış, belirli kişilerin İslam'ı öğrenmelerini sınırlandırmış, pardösü giymeye ve sakal bırakmaya karşı savaş açmıştır...

4- Ayrıca hükümet, İslam'a davet eden hareketleri gözetlemekte ve bunun için de bu hareketleri yasaklayan yasalar çıkarmaktadır. Birçok şebabı, sırf "Rabbimiz Allah'tır" dedikleri için yıllar boyu hapishanelerin karanlığına atmaktadır.

5- İnsanlara İslam'ı öğreten imamlar raporlarla görevlerinden uzaklaştırılmakta ve onların yerine, yöneticilerin istediği şekilde dini yorumlayan hükümete sadık imamlar tayin edilmektedir. Aynı şekilde Cuma hutbeleri izlenmekte ve sürekli olarak imamlar takip edilmektedirler.

6- Hacı Mirza ve Torjan Zâd gibi ileri gelen alimlere yasak koymaktalar ve bunun için de çeşitli gerekçeler icat etmektedirler.

Yukarıda da açıklandığı üzere Aşure günü, İslam'a yönelik bir korkudan dolayı değil sırf olaya cephe almak amacıyla yapılmıştır. Dolayısıyla bu olay, daha öncekiler gibi olup bundan maksat, İslam'ın yükselişinin karşısında durmaktır. Zira bu tagutlar, esas niyetlerini gizlemeye çalışmaktadırlar. Allah [Subhânehu ve Te'alâ] şöyle buyurmuştur:

وَقُلْ جَاء الْحَقُّ وَزَهَقَ الْبَاطِلُ إِنَّ الْبَاطِلَ كَانَ زَهُوقًا "De ki: Hak geldi batıl zail oldu. Zaten batıl yok olmaya mahkumdur." [el-İsrâ 81]

Dolayısıyla bu mücrim yöneticilerin değiştirilmesi için vacip olan tek yol, sadece Muhammed [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]'in metodudur ki buda fikrî çatışma ve siyasî mücadeledir. Bu ise ferdî bir çalışmayla olmayıp bilakis Resul (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'in yaptı gibi siyasî kitleleşme yoluyla kitlesel bir çalışmayla olmalıdır. Aynı şekilde bu, farz olan bir çalışmadır.

Ayrıca bizler, yalan söylemekten vazgeçmeleri hususunda Tacikistan yöneticilerini uyarırız. Aksi taktirde Allah [Subhânehu ve Te'alâ]'nın gücü ve kudreti sayesinde akıbetleri, Hüsnü Mübarek ve Bin Ali'nin akıbetleri gibi olacaktır.

Ey yöneticiler! Daha ne zamana kadar gerçekleri gizleyip ümmetin gözüne kum serperek halkınıza karşı yalan söylemeye devam edeceksiniz?! Daha ne zamana kadar terörizm ve aşırılıkla mücadele adı altında İslam ve Müslümanlarla savaşmaya devam edeceksiniz?! Yoksa sizler, siz onları bizzat terörist olarak nitelendirmediğiniz halde İslam'ı terörizm ve köktencilik olarak nitelendiren Amerika ve Avrupa'yı hoşnut ettiğinizi, Müslümanları öldürdüğünüzü ve hapishanelere attığınızı bu ümmetin fark etmediğini mi sanıyorsunuz?! Nitekim her ne zaman yalan söyleseniz, tüm gelişen olay aleyhinize dönmektedir. Zira Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem), şöyle buyurmuştur:

إِنَّ اللَّهَ لَيُمْلِي لِلظَّالِمِ حَتَّى إِذَا أَخَذَهُ لَمْ يُفْلِتْهُ "Allah, zalime mühlet verir. Ama onu bir de yakaladı mı bir daha bırakmaz." [Muslim]

Ey alimler! Ey dinler dairesi temsilcileri! Allah [Subhânehu ve Te'alâ]'dan ittika ediniz! ahiretinizi ve dünyanızı satmayınız! Dünya lezzetleri için ahiretin azabına maruz kalmayınız! Dolayısıyla sizlere, Mustafa Aleyhi's Selam'ın sözünü hatırlatırız ki o, şöyle buyurmuştur:

انَّهُ سَتَكُونُ بَعْدِي أُمَرَاءُ مَنْ صَدَّقَهُمْ بِكَذِبِهِمْ وَأَعَانَهُمْ عَلَى ظُلْمِهِمْ فَلَيْسَ مِنِّي وَلَسْتُ مِنْهُ "Benden sonra bir takım emirler olacaktır. Her kim onların yalanlarını tasdik eder ve yaptıkları zulümde onlara yardımcı olursa benden değildir. Bende ondan değilim." [en-Nesâi]

Hatta Süfyân es-Sevrî, onlara bakmayı bile haram olarak görmüş ve şöyle demiştir: Tagutun yüzüne bile bakmak haramdır. Allah [Subhânehu ve Te'alâ], şöyle buyurmuştur:

وَلا تَرْكَنُوا إِلَى الَّذِينَ ظَلَمُوا فَتَمَسَّكُمُ النَّارُ وَمَا لَكُمْ مِنْ دُونِ اللَّهِ مِنْ أَوْلِيَاءَ ثُمَّ لا تُنْصَرُونَ " Sakın zulmedenlere meyletmeyin; sonra size ateş dokunur. Sizin Allah'tan başka dostlarınız yoktur. Sonra yardım da göremezsiniz!" [Hud 113]

O halde bu yöneticileri dost edinmeyiniz ve tarafsız da kalmayınız. Zira bu İslamî cemaatlerin nazarında daha iyisini hak ediyorsunuz.

Ey İslam'ın livasını taşıyan Tacikistan'daki Müslümanlar! Bu olaylar, Tacikistan yöneticilerinin gerçek yüzünü bir kez ifşa etmiştir. Buda bizleri, onları değiştirmek için güçlü bir şekilde çalışmaya itmektedir. Zira onlar, bizim görüşlerimize kulak vermemekte ve kafirlerle yan yana İslam ve Müslümanlarla savaşmaktadırlar. Nitekim Resulullah [Sallallahu Aleyhi ve Sellem], şöyle buyurmuştur:

إِنَّ النَّاسَ إِذَا رَأَوْا الظَّالِمَ فَلَمْ يَأْخُذُوا عَلَى يَدَيْهِ أَوْشَكَ أَنْ يَعُمَّهُمْ اللَّهُ بِعِقَابٍ مِنْهُ "İnsanlar zalimi görürler de engel olmazlarsa, Allah'ın onları, katından bir ceza ile kuşatması çok yakındır." [Ebu Davud-Tirmizî]

Dolayısıyla zulmü, zalimliği, hıyaneti, pisliği, haramın helal kılınmasını ve hayra davet edenlere zulmedilmesini gördüğümüz zaman şayet zalimin elinden tutmaz isek, Allah [Subhânehu ve Te'alâ]'nın bizleri gazabıyla kuşatması hiç de garip olmayacaktır.

Hizb-ut Tahrir / Tacikistan olarak bizler sizleri, on küsur yıldan bu yana azim bir çalışmaya, yani İslamî Hilafet'i kurmaya davet etmekteyiz. Böylece umulur ki Allah [Subhânehu ve Te'alâ], bu amelimizden dolayı bizleri bu tagut yöneticilerin şerlerinden korur ve hesap günü de bizleri rezil rüsva etmez.

İbn-u Abbas, Resulullah [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]'in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:

سَتَكُونُ أُمَرَاءُ فَتَعْرِفُونَ وَتُنْكِرُونَ فَمَنْ عَرَفَ بَرِئَ وَمَنْ أَنْكَرَ سَلِمَ وَلَكِنْ مَنْ رَضِيَ وَتَابَعَ "Öyle yöneticileriniz olacak ki onları bileceksiniz ve terk edeceksiniz. Her kim tanırsa beri olur, her kim reddederse selameti bulur, velakin her kim de rıza gösterip tabi olursa..." [Muslim]

Bu hadis açıkça delalet etmektedir ki; vacip olan sadece yöneticilerden uzak durmak ve onlarla içli dışlı olmamak değil bilakis vacip olan, onlarla sürekli olarak mücadele etmek, dahası onlarla savaşmak ve onların yerine kitap ve sünnetle hükmedecek bir Halife nasbetmektir.

Devamını oku...

Ürdün Rejiminin; Filistin Yönetiminin Yahudi Varlığı ile Arasındaki Günahkâr Görüşmelerini Kucaklaması Hüsrana Uğrayan Bir Kumarbazlıktır.

-Dörtlü Komisyon (ABD, AB, BM, Rusya) yahudi varlığını Filistin yönetimiyle bir araya getiren görüşmelere bu gün ev sahipliği yapmasıyla- sallanmakta olan Ürdün rejimi yahudi varlığını yerleştirmeye ve korumaya ve bu varlığın karşılaştığı zorlukları kolaylaştırıp yardım etmede devam edeceğine yönelik ısrarlı oduğunu göstermektedir. Üstelik ihanet dolu Yahudi varlığıyla yaptığı Vadi Araba anlaşmasını iptal etme hususundaki Müslümanların arzu ve isteklerini hiçe sayarak, onlara şu mesajı da vermektedir: Rejimin Ürdün'deki Müslümanların başına buyruk kalması, yahudilerin ve kâfir Batı'nın çıkarlarını gerçekleştirmede oynadığı role bağlı olduğunu ve efendisi olan Batı'yı razı ettiği sürece Ürdün halkının öfkesini umursamadığını göstermektedir. Kendisinden önce yıkılmış olan diğer rejimler gibi bu rejimin yaptığı  kumarbazlığın hüsrana uğrayacağı gibi kendisi de o rejimler gibi yıkılacaktır; Allah'ın izniyle. Zira ümmet korku duvarını yıkmış ve kendisinin, istediği zaman, tağutların tahtını sarsabileceğini ve bu yöneticilerin kendi efendisi nezdinde sadece birer köleden ibaret olduğunu görmüştür. Nitekim efendileri dilediği zaman onlara dirsek çevirip tarihin çöplüğüne onları atabilirler. Bu yüzden şunları söylemek istiyoruz:

Birincisi: Yahudi varlığı ile yapılmış toplantı ve görüşmeler Allah [Subhânehu ve Te'alâ]'ya, Resulu [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'e ve  Mü'minlere pek büyük bir hıyanettir. Bu böyle idi, böyledir ve böyle kalacaktır. Çünkü yahudi varlığı ile ilişkisindeki asıl olan durum, barış durumu veya zilletli bir şekilde ona boyun eğmek değil, bilakis savaş durumudur.

İkincisi: Yahudilerle yapılmış anlaşmalar ve antlaşmalar şer'an geçersizdir, batıldır. İslam'a ters düştüğü için Müslümanları hiç bir surette bağlamaz. Onları imzalayan rejimler de gayri meşr'u olup ümmeti hiçbir surette temsil etmez. Hali hazırda halkların gerçekleştirdiği devrimler bunun en açık delilidir.

Üçüncüsü: Biz hem Ürdün rejimine, hem Filistin yönetimine, hem Arap Birliğine, hem Arap Birliğinin Planını kabul edenlere, hem de bunların arkasında bulunan küfür ve sömürgeci güçlerine şunu hatırlatıyoruz: İslam ümmeti; kimin dinine saldırdığını ve kimin de haklarını ve mukaddesatını düşmana heba ettiğini asla unutmayacaktır. İslam ümmetini küçük düşüren, mukaddesatına dil uzatan, düşmanlarını destekleyenlerin akibeti elbet dünyada zillet ve rüsvay, ahirette de azap ve alçaklık olacaktır.

Dördüncüsü ise: Bu yöneticilerin edindikleri tutum ve davranış; kendilerinin gün be gün ümmetin düşmanından yana oldukları, ülke, insanlar ve mukaddesat aleyhine entrika ve desiseler çevirdiklerini gösterip ispatlar. Bu yüzdendir ki ümmetin bunların şerrinden kurtulması için Müslümanların ciddi şekilde harekete geçip çalışmaları bir elzem ve farzdır. Bu ise bir başkanı veya bir lideri devirmekle değil, ancak bu rejimleri kökünden söküp atarak Hilafet Devletini ikame etmekle olur. Zira Hilafet Devletiyle din korunacak ve ırzlar, canlar ve mallar muhafaza edilecektir. Nitekim bunun gölgesinde Müslümanı da zimmisi de bütün insanlar adalet, güven ve saadet içerisinde  yaşayacaktır.

Devamını oku...

- Basın Açıklaması - Para Yardımı, Şam'da ve Yemen'de Cereyan Eden Olaylar İçin Çözüm Değildir.

Son zamanlarda Al-jazeera kanalı, Şam ve Yemen halkını kurtarmak için Katar Dayanışma Derneği aracılığıyla bir kampanya başlattı. Bu kampanyayı 24 Kasım 2011 tarihinde başlattan bu dernek Resulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in şu hadisini slogan edindi: ‘Allah'ım! Şam'ımızı da, Yemen'imizi de bereketli kıl'.

Derneğin düzenlediği bu kampanya; geçtiğimiz Eylül/2011'in sonlarında her iki ülkede ‘Zafer Şamımız ve Yemenimiz içindir' isimli gösteri düzenlendikten bir Cuma sonra meydana gelmiştir. Nitekim bununla her iki ülke için ortak olan bir hususa dikkat çekmek istendi. Bu ortak husus ise her iki ülkede bulunan rejimi devirmek için ayaklanmanın var olması, Allah [Subhânehu ve Te'alâ]'nın her ikisini İslam için güçlü bir varlık olarak Resulullah (صلى الله عليه وسلم)'in Şam'ı ve Yemen'i bereketli kılmak üzere dua etmesi. Çünkü her ikisi İslam'ın Şam'ı ve Yemen'idir. Bu nedenle Müslümanlar sevinç duydular ve bu işin de Müslümanları tek bir vücut haline gelmesi ve yeniden İslam sancağı altında gölgelenmesini yapacak bir takım sloganların taşınması için bir adım olduğunu zannettiler. Ancak bu yeni propagandada ‘Zafer' kelimesi yerine ‘Para yardımı' ifadesi geçti!

Şam ve Yemen halkını kurtarmak adına yapılan bu çağrının amacı; Müslümanların dikkatini yaklaşık 90 seneden beri çektiği acıların gerçek çözüm ve kurtuluş üzerinden çekmek içindir. Tıpkı daha önce havasını almak üzere Müslümanların çektiği acıları hissetmemesi için bir çok benzer olayların yaşandığı gibidir. Zira para izzeti geri getirmez. Çünkü bu günlerde gördüğümüz gibi zenginler daha zilletlidir.

Şam'ımızda ve Yemen'imizde cereyan eden olayların hakkı hak, batılı da batıl olarak, İslam otoritesinin geri geleceğini buyuran Resulullah (صلى الله عليه وسلم)'in duasını gerçekleştirmek, Batı'nın her ikisindeki nüfuzuna son vermek, sadece Şam'da ve Yemen'de değil, bir çok Müslüman beldelerde devam eden katl(ölüm) ve zulmü durdurmak için bir yardıma ihtiyaç vardır.

Hilafet'i ikame etmek için dünya çapında çalışanlar İslam âlemine çöken Batı'nın uykusunu kaçırmıştır. Hilafet'i ikame etmek için çalışanlar izzet elbisesini giyinmek ve Batı'nın Müslümanların siyasi varlığı olan ‘Hilafet'i yıkmak suretiyle bize giydirdiği zillet elbisesini çıkarmak için özlem duymaktadırlar. Bu nedenle İslami beldeler bir çok parçalara bölünmüştür. Bu bölünmüşlüğün pençesinden Arap yarım adası, Şam ve Mısır bile kurtulamamıştır. Batı da böldüğü her bir parça üzerine bir yönetici yerleştirmiştir. Bu yöneticiler ise kendilerini getirenlere karşı söz vererek İslam'ın yönetime tekrar gelmeyeceğine ve insanları siyaset etmek amacıyla Batı'nın getirdiği sistemleri uygulayacağına dair ahd ve söz verdiler.

Oysa Resulullah (صلى الله عليه وسلم) ile birlikte sahabeler de Hendek savaşında şiddetli açlık ve el darlığından dolayı karınlarına taş bağlamışlardır. Bu yüzden bugün Şam'da ve Yemen'de var olan proplem fakirlik değildir ki onlara para toplansın. Buhari sahihinde şöyle geçmektedir: Ebu Ubeyde Bahreyn'den geldiğinde bununla karşılaşmak için toplananlara Resulullah (صلى الله عليه وسلم) şöyle buyurmuştur: ‘Müjdeler olsun ve içiniz sevinsin. Allah'a yemin olsun ki ben sizin için fakirlikten endişelenmiyorum. Ancak dünyanın sizden öncekilere açıldığı gibi size de açılmasından endişeleniyorum. Zira, bu durumda,  dünya için onlar yarıştığı gibi siz de yarışırsınız ve dünya onları helak ettiği gibi sizi de helak eder.'

Şüphesiz dünyanın her tarafında bulunan Müslümanların izzet yolu İslam ile hükmetmek, Müslüman beldeleri birleştirmek davet ve cihad yoluyla İslam'ı dünyaya taşımak üzere halifeye biat etmektir. Zira Hilafet, dini korumak ve dünyayı siyaset etmek için bütün Müslümanların önderliğidir. Öyleyse onu ikame etmek için Hizb-ut Tahrir ile beraber çalışmaya gelin!

(يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آَمَنُوا اسْتَجِيبُوا لِلَّهِ وَلِلرَّسُولِ إِذَا دَعَاكُمْ لِمَا يُحْيِيكُمْ)

Ey iman edenler, size hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman Allah ve Resûlu'nun çağrısına uyun. Enfal 24

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER