Dünyanın sessiz kalması ile Myanmar'daki Müslümanlara karşı işlenen vahşi katliamdan fotoğraflar!
- Kategori Foto
- |
İngiliz sömürgesi olan Myanmar'da ki Müslüman halk, Myanmar Devlet Başkanı Thein Sein'in emri ile hem güvenlik güçleri hem de Budistler tarafından sistematik bir şekilde katledilmektedir. Binlerce Müslüman katledilirken onbinlercesi ise Budist yönetimin katliamlarından dolayı Bangladeş sınırına doğru kaçmaktadır. İnsanlıktan nasibini almamış olan Budist katiller, camileri ve köyleri yakmakta, yakalanan Müslümanların bedenlerini parçalamakta, kadınlara tecavüz etmekte ve katlettiklerini toplu mezarlara gömmektedirler.
Myanmar'da yaşanan bu zulüm ve katliamlar bir kez daha göstermiştir ki Müslümanların kanının akması ve hunharca katledilmeleri, BM gibi devletlerarası kuruluşları hiç ilgilendirmemektedir. Zira her zaman insan haklarından bahseden bu yalancılar güruhu, uzunca bir süredir devam eden bu zulme de sessiz kalmışlardır. Bunun bir tek sebebi vardır ki o da, zulme uğrayanların Müslüman olmalarıdır.
Peki, sömürgeci kâfirler kendilerinden beklenildiği gibi bu zulme sessiz kalırken, Müslümanların başlarındaki yöneticiler ne yapmaktadır? Hemen yanı başında ki Bangladeş hükümeti, burada yaşanan katliamları umursamayarak, kendisine sığınan Müslümanları ülkesine kabul etmeyip zulme ortak olmaktadır. Yıllardır ABD ile terörizmle mücadele adı altında Müslüman kanını akıtan, sahip olduğu güçlü ordusunu ve silahlarını sadece Müslümanlara karşı kullanan Pakistan hükümeti, insanın kanını donduran cinayetlere sessiz kalmaktadır. Endonezya, Malezya ve bütün Arap ülkeleri neyi beklemektedir? Türkiye ise geçtiğimiz sene Somali için başlattığı yardım kampanyaları serisine bu senede Arakan'la devam etmiş, çatışma bölgesine erzak ulaştırmaktan başka bir şey yapmamış ve güya dünyanın ilgisini çekmek için Dışişleri Bakanı Davutoğlu ve Başbakan Erdoğan'ın eşi ve kızını da bölgeye göndermiştir.
Bu işbirlikçi yöneticiler sağır ve dilsizi oynarken, Thein Sein, dünyanın ve özellikle İslam coğrafyasındaki yöneticilerin gözünün içine baka baka "Müslüman Ruhinga etnisitesi fertleri için tek çözümün mülteci kamplarında toplanmaları veya ülkeden sınır dışı edilmeleri" açıklamasını yapmıştır. Irak'ta Amerika güçlü diye ses çıkarmayanlar, Filistin'de aşağılık Yahudi varlığından korkanlar, Keşmir'de Hindistan'dan, Çeçenistan'da ise Ruslardan çekinenler, son olarak Suriye'de Çin, İran ve Rusya üçlüsünü aşamıyoruz diyenler, Myanmar'da ki bir avuç katil Budist için de mi aynı şeyleri söyleyecek ve aynı bahaneleri üretecekler? Bundan hiç mi hayâ duymayacaklar? Bu mübarek ayda da mı kardeşlerinin yanında ve Budistlerin karşısında durmayacaklar?
Yıllardır İngiliz sömürgesinde kalan Myanmar'da Amerika, İngiltere ile siyasi bir çatışma içerisindedir ve Müslümanların orada katledilmesi noktasında Budistleri desteklemektedir. Müslümanların ülkelerindeki hain yöneticiler ise her zaman olduğu gibi, bu konuda da bir şeyler yapabilmek için efendileri olan Batılıların talimatlarını beklemektedirler. Arakanlı Müslümanlar ise kendilerine boş vaatlerde bulunmak ve başlarını okşamak için ziyarete gelen yöneticileri değil, kendilerini her türlü zulümden koruyacak olan Harun el-Reşid gibi Halifeleri beklemektedir. Dünyadaki bütün Müslümanlar gibi!
وَإِنِ اسْتَنصَرُوكُمْ فِي الدِّينِ فَعَلَيْكُمُ النَّصْرُ "Eğer onlar din hususunda sizden yardım isterlerse, onlara yardım etmek üzerinize borçtur." [el-Enfâl 72]
1958'den bu yana Hizb-ut Tahrir'in sadık ve muhlis bir üyesi olarak çalışan, İslam'ın yeryüzüne hâkim olması için birçok sıkıntı yaşayan, döneminin önde gelen veteriner hekimlerinden ve Refik Saydam Hıfzıssıhha Merkezi'nin eski Müdürlerinden olan Dr. Mehmet Bozkurt vefat etmiştir.
إِنَّا لِلَّهِ وإِنَّآ إِلَيْهِ راجِعُونَ
"Şüphesiz biz Allah'a aidiz ve elbette O'na döneceğiz." [el-Bakara 156]
Üstad Mehmet Bozkurt (Rahimehullah) yeryüzünde Allah'ın hükmünü ikame etmek amacıyla Nübüvvet Minhacı Üzere Hilafeti yeniden tesis etmek için çalışan ihlâslı bir dava adamıydı. Hizb-ut Tahrir'in Türkiye'deki faaliyetlerine çok ciddi hizmetler katan Bozkurt, Hilafet Devleti fikrini ve bunun için çalışan Hizb-ut Tahrir'i, yaşadığı dönemin birçok siyasetçisine götürmüş cesur biriydi. Turgut Özal'dan, Aydın Menderes'e ve Necmettin Erbakan'a kadar herkese bu daveti götürmüş ve Takıyyüddin en-Nebhani tarafından kaleme alınan "Kıbrıs İçin Nihai Çözüm: Türkiye'ye İlhak Edilmesidir" başlıklı bildiriyi TBMM kürsüsünden milletvekili Ali İhsan Ulubaş'a okutturacak kadar da güçlü bir şahsiyetti. Allah kendisini hayırla mükâfatlandırsın ve hesap günü amel sayfalarını nurlandırsın, İnşaAllah.
O'nun İslam davasını taşımada gösterdiği ceht, azim ve fedakârlıklara Allah Subhanehu ve Teâlâ'nın şahit olduğu gibi, bizlerde şahidiz.
Rabbimizden, değeri Üstadı rahmetiyle kuşatmasını ve ailesine sabr-ı cemil ihsan etmesini niyaz ediyor, yakınlarına, sevenlerine ve dava arkadaşlarına da başsağlığı diliyoruz.
مِنَ الْمُؤْمِنِينَ رِجَالٌ صَدَقُوا مَا عَاهَدُوا اللَّهَ عَلَيْهِ فَمِنْهُم مَّن قَضَى نَحْبَهُ وَمِنْهُم مَّن يَنتَظِرُ وَمَا بَدَّلُوا تَبْدِيلًا
"Müminlerden, Allah'a verdiği ahdi yerine getiren nice adamlar vardır. Kimi, bu uğurda canını vermiş, kimi de beklemektedir. (Onlar) Ahitlerini hiç değiştirmemişlerdir." [el-Ahzab 23]
http://indonesian.jakarta.usembassy.gov/news/prid_06072012.html internet sitesinde 06.Temmuz 2012'de, "Amerikan Büyükelçisi Scott Marcel'in, gazetecilerin önünde Büyükelçiliğin Cakarta'nın Güney Merkezi'ndeki Tahrir Caddesi'nde şu anki çalıştığı aynı yere yeni bir bina inşa edeceğine, projenin 450 milyon dolara mal olacağına -ki buda yaklaşık 4.2 trilyon rupidir-, bunun beş yıl içerisinde tamamlanmasının planlandığına ve 5000'den fazla işçi istihdam edilebileceğine dönük bir plan açıkladığını" yayınlanmıştır.
Amerikan Büyükelçiliği'nin binası, 36.000 m2 alan üzerindeki birçok binalardan oluşmakta olup ileride Büyükelçilik, Amerikan misyonu ve ASEAN (Güney Doğu Asya Ülkeleri Birliği) tarafından kullanılacaktır. Nitekim plana göre yeni bina, on katlı ana binanın yanı sıra otomobil parklarının binalarından, hizmet binalarından ve konsolosluğa bağlı üç kapısı olan bekleme odalarından oluşacaktır. Bu ise Büyükelçilik binasına bağlı tarihi bir binayı tehdit etmekte olup eski Endonezya başbakanlarından birisi burada çalışmakta ve tarzı ve konumu itibarıyla özel bir sembolü temsin eden bu binanın geleceğinin ne olacağı da bilinmemektedir. Bu şekilde Cakarta'daki Amerikan Büyükelçiliği, Irak ve Pakistan'daki Amerikan Büyükelçiliklerinin ardından üçüncü en büyük Amerikan Büyükelçiliği olacaktır.
Amerikan Büyükelçiliği, Endonezya modellerini, yüksek teknolojiyi ve bildirimde dostluk atmosferini ortaya koymuş olsa da ancak tüm bunlar, bu projenin neden olduğu tehlikeleri gizleyememektedir. Zira proje, Amerika'nın güçlü bir şekilde özelde Endonezya genelde ise ASEAN devletlerine egemen olduğunu göstermektedir. Bu nedenle yeni bina gelişmeleri ile Amerikan Büyükelçiliğinin büyüklüğünün, binanın ve çıkarların büyüklüğünün yanı sıra ev sahibi bir ülkede Büyükelçilik oynadığı rolleriyle orantılı olarak görülmesi gerekmektedir.
Ayrıca Amerika'nın Endonezya'daki çıkarlarına hizmet ile "Sam amcanın" ziyaretini arzulayan Endonezyalılara hizmetin yanı sıra ancak Amerika'yı ilgilendiren bilgilerin toplanması gibi istihbarat eylemlerini idare eden bizzat Büyükelçilik olacaktır. Nitekim ev sahibi ülkeyle ilgili Büyükelçilik ve konsolosluğun yayımladığı mesajları hakkında çok sayıda Wikileaks belgeleri ortaya çıkmıştır ki buda Büyükelçiliğin casusluk rolleri olduğunu teyit etmektedir. Bunun yanı sıra bu büyük bina, bir savaş üssü olacaktır. Zira 12. Mayıs 2012'de Amerika, Darwin-Avustralya'da bir askerî üs açmıştır. Dolayısıyla burada 250 Marines elemanı bulunmakta olup bu eleman sayısı 2016 yılında 2500 olacak şekilde artacaktır. Hatta en son olarak özellikle Papua olmak üzere Endonezya topraklarına giren -tabii ki askerî elbiseler giyinmeksizin- Amerikan birimleri, uzman ve benzerleri gibi çeşitli misyonlar kapsamında girdiklerini açıklamışlarıdır. Ayrıca Amerika, bir süre önce Cakarta'da İkinci Donanma Tıbbi Araştırmalar Ünitesi açmıştır. Üniteyi kapatmıştı ancak şu anda yeniden çalışmaya başlamıştır. Nitekim (Amerika'nın Cakarta Büyükelçiliği-Endonezya inşaat tasarım sözleşmesinin olduğu 2012 Dışişleri Bakanlığı) inşaat sözleşmeleri belgeleri, projenin deniz kuvvetleri güvenlik birimlerini yada deniz kuvvetleri güvenlik koruma ofislerini içerdiğini çok açık bir şekilde ifade etmektedir.
Yukarıda anlatılanlara binaen Hizb-ut Tahrir / Endonezya ve İslamî Örgütler:
1- Amerika'nın, Cakarta'da yeni bir Büyükelçilik binası inşa etme projesini reddettikleri gibi mevcut Büyükelçiliğin kapatılmasını ve görevlilerinin de kovulmalarını talep ederler. Çünkü bu, sömürgeci Amerika'nın ekonomik ve siyasî işlerde ülkemize daha fazla egemen olmasının bir aracı olduğu gibi ülkemizdeki istihbaratçıların bir yuvası ve ajanlar satın alma yeridir. Dolayısıyla bunda Endonezyalılar için büyük bir zarar vardır.
2- Endonezyalıları, yeni inşaat projesini reddetmesi için hükümetlerine baskı yapmaya davet ederler. Zira şayet hükümet projeyi reddetmez ise bu, hükümetin bütün ciddiyetiyle ülkenin selametini korumadığının ve (Amerika'nın olduğu) sadist emperyalist bir devletin istek ve baskılarına boyun eğdiğinin bir kanıtı olacaktır.
3- Bütün Müslümanları, cihad ve zaferler ayı olmasının yanı sıra Ramazan ayının olduğu bu mübarek ayda ortadan kaldırılması gereken bir münker olması itibarıyla Büyükelçiliğin yeni bina inşası projesini reddetmek ve İslam ülkelerinin egemenliklerini savunmak için çalışmaya çağırdıkları gibi bizler de bütün Müslümanları, İslamî Hilafet'i kurmak için mücadele etmeye çağırıyoruz. Çünkü insanların işlerini gözetmeye muktedir olacak, saadeti, güveni ve refahı sağlayacak olan sadece odur. İşte böylece Allahuteala'nın kerim kitabında buyurduğu gibi İslam'ın alemler için rahmet olması gerçekleşmiş olacaktır:
وَمَا أَرْسَلْنَاكَ إِلا رَحْمَةً لِّلْعَالَمِينَ "Biz seni ancak alemlere rahmet olarak gönderdik." [el-Enbiya 107]
Hizb-ut Tahrir / Doğu Afrika şebabı 10 Ağustos 2012'de Tanzanya'nın Zanzibar'daki Uzi ve Çeyu köylerine ziyaretlerde (jaula/ziara) bulundu. Yöre sakinlerine İslam Devletinin yeniden kurulması için çalışılmasının gerekliliği anlatıldı. Daha sonra Suriye ve Burma'da katledilen kardeş ve bacılarımız için dua edildi ve beraber iftar edildi..
Allah bu şebabın çalışmasını kabul etsin



Pakistan Askerî Mahkemesi, Genel Kurmay Başkanı Keyâni'nin emirlerine göre hüküm vermiştir. Zira Tuğgeneral Ali Hân için beş yıl hüküm verirken diğer dört subay içinse üç yıla kadar hükümlerine karar vermiştir... Mahkemenin, 03.08.2012'deki kararı, yaklaşık on beş aylık tutuklama müddetinin ardından gelmiştir!
Suçlamaya gelince; İslam'a iman ettiklerini ve Raşidi Hilafet'i kurarak İslamî hayatı yeniden başlatmak için çalışmasının yanı sıra... Amerika'nın Afganistan işgaline karşı Pakistan'daki Müslümanlarla güçlü bir şekilde çalışan... Amerikan tedariklerinin Pakistan topraklarından Afganistan'daki işgal güçlerine kadar uzanmasını şiddetle kınayan... Amerika'nın insansız uçaklarla sınır bölgelerine dönük saldırılarını karşı kamuoyunu etkili bir şekilde harekete geçiren Hizb-ut Tahrir'in taşıdığı gibi İslamî görüşleri taşıdıklarını görmeleridir...!
Nitekim mahkeme, bu hususları bu subayların (yasaklanmış hizib) dediği bu hizible ilişkisi olduğu şeklinde (inkar edilemez) deliller olarak saymıştır!
Hakeza işte suçlama bu, hizible olan ilişki bu ve hüküm de budur!
Keyâni ile zümresinin ve Zerdâri ile de zebanilerinin unuttukları bir şey vardır ki o da; Hizb-ut Tahrir'in taşıdığı gibi İslamî görüşleri taşıyan İslam müminlerinin Pakistan ordusunun içerisine yayılmış olmalarıdır. Zira Pakistan ordusunun Hilafet'i sevmesi, Amerikan saldırısına ve Afganistan işgaline şiddetle mukavemet göstermesi ve Pakistan üzerinden Afganistan'daki işgalci güçlere malzeme ve silah sağlanmasını reddetmesi, Müslüman Pakistan ordusundaki askerlerin genelinin derinliklerinde yaygın bir durum olup bundan sadece Keyâni, çetesi ve taifesi istisnadırlar... İşte bu beş subayın Hizb-ut Tahrir ile ilişkisi olduğu suçlamasının kanıtı, Askerlerin İslam'a olan bu sevgisi ile Amerika ile işgale karşı olan bu düşmanlığıdır. Demek ki o zaman Pakistan ordusu içerisindekiler sadece bu beş subaydan ibaret olmayıp bilakis bu muhlis askerlerden Pakistan ordusu içerisinde çok ama çok sayıda bulunmakta ve Zerdâri, Keyâni ve taifelerinin, onları uykuya sevkedenlerin, Hizb-ut Tahrir'e karşı saplantısı olanların, muhlis askerlerden korkanların ve İslam'ın düşmanlarının burunlarını yerlere sürtecek olan ve Allah'ın izniyle gelmekte olan Hilafet'in sesinden ürkenlerin uykularını kaçırmaktadır... İşte o zaman sömürgeci kafirler ve onların ajanları yaptıklarının vebalini tadacaklardır; bu ise dünyada iken bir utanç olup ahiretin azabı ise daha büyüktür. Keşke bilmiş veya akletmiş veya anlamış olsalardı!
Basın organlarına, "Hizb-ut Tahrir, toplumundan ayrı bir guruptur" şeklinde bir açıklama yapan Keyâni'nin Pakistan Askerî İstihbaratı'ndaki sözcüsüne gelince; gerçekten o aklını yitirmiş olmalı. Yoksa Hilafet, nasıl Pakistan'a yabancı yada toplumdan ayrı olabilir ki? Dahası onun savunucuları nasıl toplumdan ayrı olabilir ki? Zira Pakistan ilk ortaya çıktığında İslam ile yöneten bir İslam olarak ortaya çıktığı gibi ordusu da İslam topraklarını koruyan İslam ordusu olarak ortaya çıkmamış mıdır?! Keyâni, Zerdâri ve taifelerinin olduğu anormal liderlere gelince; asıl saf Pakistan topraklarının yanı sıra sadık Pakistan halkına ve İslam ümmetine yabancı olan ve Pakistan toplumumdan ayrı olanlar bizzat kendileridir. Ayrıca daha önceki yandaşları yok oldukları gibi onlar da yok olup gideceklerdir. Zira ister bir gurup ister bir köy isterse de bir otorite olsunlar Allah'ın zalimler hakkındaki sünnetullahı işte budur. Bir de Allah onları yakaladı mı çok şiddetli ve elem verici bir şekilde yakalar. وَكَذَلِكَ أَخْذُ رَبِّكَ إِذَا أَخَذَ الْقُرَى وَهِيَ ظَالِمَةٌ إِنَّ أَخْذَهُ أَلِيمٌ شَدِيدٌ "Rabbin, zalimlik eden ülkeleri yakaladığında, onun yakalayışı işte böyle (şiddetli) olur. Şüphesiz onun yakalaması çok şiddetlidir, çok elem vericidir!" [Hud 102]
Bir de Kavî ve Aziz olan onları yakaladığında Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in buyurduğu gibi bir daha onları bırakmaz. Zira Buhari, Ebi Musa el-Eşarî [Radıyallahu And]'dan şunu rivayet etmiştir: إِنَّ اللَّهَ لَيُمْلِي لِلظَّالِمِ حَتَّى إِذَا أَخَذَهُ لَمْ يُفْلِتْهُ "Allah, zalime mühlet verir. Ama onu bir de yakaladı mı bir daha bırakmaz."
Bizler; Keyâni'nin İslam'a ve Müslümanlara muhlis olan askerleri tutuklamak istediğinin farkındayız. Bu şekilde Amerika'yı hoşnut etmiş ve Amerika'nın karşısında duran Allah'ın, Resulünün ve müminlerin bütün dostlarını yok ederek ona dönük olan dostluğunun ve sadakatinin kanıtlarını sunmuş olacaktır... Bunu da Hilafet'i kurarak İslamî hayatı yeniden başlatmak için Hizb-ut Tahrir ile birlikte çalışanlar ile Hilafet'i ve İslam'ın hükmünü arzulayan muhlis askerlerin arasındaki ilişkiyi koparabileceği zannıyla yapmaktadır... Bu bir zan olup o, zanların yok olup gideceğini, kendisini yiyip bitireceğini ve çok uzak olamayan bir sabah vakti çalışmalarının şerrinin içerisine düşüreceğini unutmaktadır.
أَلَيْسَ الصُّبْحُ بِقَرِيبٍ
"Sabah yakın değil mi?" "Hud 81"
Hizb-ut Tahrir, İslam'a inanan tüm Müslüman askerlerin kendisiyle birlikte olduğu ideolojisi İslam olan siyasi bir hizib olduğu gibi Raşidi Hilafet'i kurarak İslamî hayatı yeniden başlatmak için çalışmakta olup bu askerler, sadece beş kişi değildirler. Bilakis onlar, [bir dizi beşlerden] oluşmakta olup Allah'ın izniyle Keyâni, Zerdâri ve taifelerine hiç hesap etmedikleri bir yerden gelivereceklerdir. Rabbinin askerlerini ise O'dan başkasını bilemez.
وَاللّهُ غَالِبٌ عَلَى أَمْرِهِ وَلَـكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لاَ يَعْلَمُونَ
"Şüphesiz ki Allah, emrine galiptir, muktedirdir. Velakin insanların çoğu bunu bilmezler! [Yûsuf 21]
Medya organları bugün, yani el-Muvafık 05.08.2012 Pazar günü, Prens Navaf Bin Faysal'ın, Suudi Arabistan bayan oyuncusu Vicdan Şehrahâni'nin olimpiyatlara katılımını kutladığını aktarmıştır. Bu ise Suudi Arabistan bayan oyuncusunun Londra'da düzenlenen 2012 olimpiyat oyunu yarışmalarına başörtüsüyle katılması hakkındaki geniş tepki ve tartışmaların ardından gerçekleşmiştir. Nitekim rejim ve onun gibiler, bayan sporcu "Vicdan'ın" uluslar arası olimpiyat komitesine çarpık bir başörtüsüyle kabul edilmesini tarihi bir zafer ve giriş olarak görmektedirler! Halbuki Suudi Arabistan rejiminin, kadınların geçen haziran ayındaki katılımlarını onayladığı da bilinmektedir. Nitekim bu dönemde, Londra'daki Suudi Arabistan Büyükelçiliği şu ifadelerin geçtiği bir beyanatta bulunmuştur: "Suudi Arabistan Krallığı, olimpiyat oyunlarını ifade eden yüksek anlamları desteklediğini ifade eder."
Hizb-ut Tahrir'in Merkezi Medya Bürosu Üyesi Nesrin Nezav, şöyle bir değerlendirmede bulunmuştur: "Suudi Arabistan'ın, kadın Suudi sporcuların başörtüsüne benzer bir şeyle olimpiyat oyunlarına katılmalarını bir zafer olarak iddia etmesi, bir saçmalıktan ibarettir! Zira İslam'ın, tamamen şeri bir elbise giymiş olsalar dahi kadınların erkekler tarafından izlenen spor faaliyetlerine katılmalarını yasakladığı bilinmektedir. Dolayısıyla bu katılım, (başı örten) başörtüsünü ve (genel hayat elbisesine dair) elbiseyi temsil eden Müslüman bir kadının şeri kıyafet mefhumu ile bağdaşmamaktadır. Ayrıca da bu, İslam'ın büyük önem verdiği kadının yaşam mefhumundan ödün vermektir. Buna ilaveten İslam, bu tür oyunlar temelinde düzenlenen iğrenç kavmiyetçiliği de reddetmektedir. Ancak İslamî olmayan bunak rejim, yeniden İslam hükümlerini ve ideolojisini görmezden geldiğini açıklamaktadır. Zira yüksek olarak nitelendirdiği değerler, - erkeklerin şehvetlerini tatmin etmek için kadınların spor faaliyetlerine ve genel hayata açık bir elbise ile çıkmasını kabul eden bir rejim olan- fasit Batılı liberal ideolojinin değerlerinden öte bir şey değildir."
"Artık aslında kralların ve tagut emirlerin çıkarlarını korumak için yasalar çıkardığı halde halkın desteğini almak için şeriatı tatbik ettiğini iddia eden çelişkilerle dolu bu devletin maskesi düşmüştür. Nitekim rejim, kendisine aykırı bir şey gerçekleştirmektedir. Zira bir taraftan şeri bir delil olmaksızın toplumdaki fitneyi önlemek bahanesiyle kadınların otomobil kullanmalarını yasaklarken diğer taraftan onların yabancı bir şoförle otomobillerde bulunmalarına izin vermektedir. Yine bir taraftan yerel seçimlerde kadınlara oy kullanma hakkı verilmesi gerektiğini iddia ederlerken diğer taraftan yöneticilerin zulmüne karşı gösteri yapan kadınları hapsetmekteler ve onların en temel siyasî haklarını çekip almaktadırlar. Ayrıca bir taraftan cinsiyetler arasındaki ayırımın tam bir şekilde uygulandığını iddia ederlerken ancak diğer taraftan ihtilatın ve şeri olmayan ilişkilerin propagandasını yapan Velid Bin Talal ve diğerlerine ait fasit medya kanallarına açıklamalarda bulunmaktadırlar."
"Devrilmeye doğru giden bu rejim, defalarca açık bir şekilde İslam'ı erozyona uğratmak, yöneticilerinin kaprislerini karşılamak ve kendi nefsini korumak için hazırlık yaptığını kanıtlamıştır."
"Sömürgeci İngiltere'nin kurduğu ve İslam'ın kutsallığına muktedir olamadığı bu rejimi söküp atarak izlerini ortadan kaldırmanın zamanı gelmedi mi? Temeli İslam akidesi olmasının yanı sıra hükümlerinin kaynağı ve amellerinin ölçüsü de şeri hükümler olan "Hilafet Devleti'nin" olduğu muhlis bir devlet ortaya çıkarmanın zamanı gelmedi mi? Kadın ve erkekten her birine Allahuteala'nın bahşettiği şeri hakları veren İslam'ın hükümleri de dahil adaletin dünyanın dört bir tarafına yayılması için İslam'ın tatbik edilmesine önem verecek olan bizzat bu devlettir. Kadına yeniden korkusuz bir şekilde seçme ve yöneticiyi muhasebe hakkı verecek olmasının yanı sıra kadınlara otomobil kullanma ve kendi malî işlerini idare etmek imkanı verecek olan da sadece Hilafet Devleti'dir. Böylece kadınlar, şeri kıyafetlerini ve onurlarını korumasının yanı sıra kendilerini, kadının onurunu ve selametini paha biçilmez bir husus olarak gören İslam siyasetleri temelinde koruyan hükümlerden ödün vermeksizin toplum içinde kaynaşıp etkili olabileceklerdir.
Hizb-ut Tahrir kadınları olarak bizler, Suudi Arabistan'daki bacılarımızı kırıntılara ve cüzi reformlara razı olmamaya davet ettiğimiz gibi onları, değişim serabıyla aldatılma hususunda da uyarırız. Dahası onların, Allah'ın izniyle yakında kurulacak olan Hilafet Devleti'ni kurmak için güçlü bir şekilde bacılarıyla birlikte çalışmaları gerekmektedir. Zira arzu ettiğimiz daha iyi bir geleceği sadece bu şekilde gerçekleştirebiliriz."
Allahuteala, şöyle buyurmuştur:
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ أَطِيعُواْ اللّهَ وَأَطِيعُواْ الرَّسُولَ وَأُوْلِي الأَمْرِ مِنكُمْ فَإِن تَنَازَعْتُمْ فِي شَيْءٍ فَرُدُّوهُ إِلَى اللّهِ وَالرَّسُولِ إِن كُنتُمْ تُؤْمِنُونَ بِاللّهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ ذَلِكَ خَيْرٌ وَأَحْسَنُ تَأْوِيلاً "Ey iman edenler! Allah'a, resule ve sizden olan ulul-emre itaat ediniz. Eğer herhangi bir hususta çekişirseniz, -Allah'a ve ahiret gününe gerçekten inanıyorsanız- onu Allah'a ve resule götürün. Bu, hem daha hayırlı hem de netice bakımından daha güzeldir." [en-Nisâ 59]
Amerikan Savunma Bakanlığı "Pentagon", Savunma Bakanı "Leon Panetta'nın" bugün, Orta Doğu ve Kuzey Afrika'ya Suriye'de meydana gelen olaylarla ilgili siyasî ve askerî gelişmelerin doğasının dikte ettiği bir mekik turu bağlamında Tunus'u ziyaret etmeye başlayacağını ve aynı şekilde Mısır, Ürdün ve "İsrail'i" de kapsaması beklendiğini vurgulamıştır. Nitekim bu ziyaret, Obama'nın "İsrail'e" kısa menzilli füze savunma sistemi üretimini genişletmesine imkan verecek 70 milyon dolar ek askerî yardımlara izin vermesi kararına denk gelmektedir.
Ayrıca Amerikan Savunma Bakanlığı Sözcüsü "George Little", Panetta'nın Tunus'u ziyareti sırasında Tunus askerî yeteneklerinin planlama da dahil birçok alanlarda iyileşmesine yardımcı olmak amacıyla iki ülke arasında gelecekteki askerî ilişkiye dönük bir yol haritası çizmeyi planladığını açıklamıştır.
Ey Müslümanlar! Ey Tunus Halkı!
Amerika'nın, İslam'ın ve dünyanın her bir tarafındaki Müslümanların ilk düşmanı olduğu artık sizlere gizli değildir. Zira o, ümmetler arasında bunlarla iftihar edip övünmektedir. Nitekim Savunma Bakanı için belirlenen görev, İslam ülkelerine başından sonuna kadar şüphe tohumları ekmek ve ölümler yaymaktan öte bir şey değildir. Zaten Afganistan'daki masumların katledilmesi hususundaki gerekçesi terörizmle mücadele olmasının yanı sıra askerî planı da Irak'ı yıkmak, halkına soykırım yapmak ve onlardan birçoğunu da yerinden etmek için bir araç olduğu gibi askerî yardımlar da İsra ve Mirac topraklarını kötüye kullanmak amacıyla hala Filistin halkına karşı saldırgan bir araç olmaya ve onlara baskı uygulamaya devam eden Yahudi varlığına olmuştur. Peki bunların ardından, ayakları ve bütün her yerdeki Müslümanların kanları damlayan elleriyle Ukbe İbn-u Nâfi'nin toprağını kirletmesini kabul mü edeceksiniz?
Ey Müslümanlar! Ey Tunus Halkı!
Tunus'taki ayaklanmayı temsil ettiğini iddia eden mevcut hükümet, Batı'ya boyun eğmede ve yönetim, ekonomi ve sonuncusu da askerî alanın olmayacağı diğer alanlardaki politikalarını ipotek ettirmede zirveye ulaşmıştır. Tabii bizler, insanlar için çıkarılmış en hayırlı bir ümmetin kabul etmeyeceği bu zillet ve aşağılanmaya razı olursak. Nitekim Allahuteala, şöyle buyurmaktadır:
وَلاَ تَرْكَنُواْ إِلَى الَّذِينَ ظَلَمُواْ فَتَمَسَّكُمُ النَّارُ "Sakın zulmedenlere meyletmeyin! Yoksa size ateş dokunur." [Hûd 113]
Ve Subhânehu, şöyle buyurmaktadır:
وَلَن يَجْعَلَ اللّهُ لِلْكَافِرِينَ عَلَى الْمُؤْمِنِينَ سَبِيلاً "Muhakkak ki Allah, kafirler için müminler aleyhine asla bir yol (egemenlik) kılmayacaktır!" [en-Nîsa 141]
Dahası bu ülke, demokratik geçiş sürecine destek olarak adlandırdıkları bir adlandırma adı altında dünyadaki bütün komplocuların kıblesi haline gelmiştir. Hakikatte ise bu, tokalaşmak bilakis gerektiğinde kucaklaşmak için Batı'ya uzanan elleri yok eden ayaklanmanın alevini söndürme sürecidir.
Nitekim anayasa çıkarılmasına temel olarak kitap ve sünnetin alınmasına karşı isteksiz olunurken Burgiba ile Bin Ali tarafından yönetilen ve felaketlerden başka da bir hayrını görmediğimiz laik cumhuriyet rejimi ile rejimin eski yüzlerinin hassas pozisyonlar ile Batı'ya kur yapan ve onu hoşnut etmeyi araştıran diğer pozisyonlara geri getirilmesi kutlanmaktadır. Halbuki Allahu Subhânehu, akide ve İslam düşmanlarının bizden hoşnut olmalarının şartını kerim kitabında bizlere beyan etmiştir. Zira Azze ve Celle, şöyle buyurmaktadır:
وَلَن تَرْضَى عَنكَ الْيَهُودُ وَلاَ النَّصَارَى حَتَّى تَتَّبِعَ مِلَّتَهُمْ "Yahudiler de Nasraniler de sen onların dinine tabi olmadıkça asla senden razı olmayacaklardır." [el-Bakara 120]
Ey Müslümanlar! Ey Tunus Halkı!
Başta Amerika olmak üzere Batı'nın, ayaklanmaya karşı komplo kurma ve bir biri ardına onu kaçırma girişimi Suriye'ye kadar ulaşmıştır. Zira bölgedeki diğer devletler ve hükümetleri, Allah'ın izniyle Dâr-ul İslam'ın merkezi olacak olan Şam beldesindeki halkımıza gelecek komplonun bir parçası olacak yeni bir ayaklanma istemektedirler. Buda İslam'ın yönetime ulaşmasını ve Halep ile Şam'ın arasındaki hilalini ortaya çıkaracak olan Hilafet'in kurulmasını engellemek içindir.
Bu planları durdurmanın, düşmanları yenmenin, tuzaklarını kendi başlarına geçirmenin ve planlarını iptal etmenin tek yolu, azim İslam ideolojisine sımsıkı sarılmak ve ümmetin ayaklanmasını Hilafet Devleti olan devletini kurmak için İslam temelinde tamamlamaktır.
Aha işte Hizb-ut Tahrir sizlere, Tunus'ta dahil İslam dünyasının her bir bölgesinde bu azim farzı hatırlatmasının yanı sıra şebabı da ümmetin ayaklanmasını tamamlamak ve önemsiz meselelerinin içerisinde boğulduğumuz ve anayasa taslağı meselesini unuttuğu gibi dahası İslam'dan başka bir alternatif kabul etmeyen Müslümanlar için bir formül bile hazırlamayı unutan kurucu meclise benzer Allah'ın dışında yasa yapan meclislerin ayakları altındaki halıyı çekmek için sizin aranızda sizinle birlikte çalışmaktadırlar.
O halde sadece Allah'ı dost edinelim, O'nun dışındakilerden vazgeçelim, Batı'yı razı edip ondan razı olan, onun tarafından bir musibetin ulaşmasından korkan ve böylece kendisi için Allah'ın izniyle Nübüvvet Minhacı Üzere Raşidi Hilafet'in takip edeceği zorba krallığın kalıntılarından olmayı tercih eden hükümetlere iltifat etmeyelim ki O'nun nusretini gerçekleştirmeye ehil olabilelim.
Allahuteala, şöyle buyurmaktadır:
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لا تَتَّخِذُوا الْيَهُودَ وَالنَّصَارَى أَوْلِيَاءَ بَعْضُهُمْ أَوْلِيَاءُ بَعْضٍ وَمَنْ يَتَوَلَّهُمْ مِنْكُمْ فَإِنَّهُ مِنْهُمْ إِنَّ اللَّهَ لا يَهْدِي الْقَوْمَ الظَّالِمِينَ، فَتَرَى الَّذِينَ فِي قُلُوبِهِمْ مَرَضٌ يُسَارِعُونَ فِيهِمْ يَقُولُونَ نَخْشَى أَنْ تُصِيبَنَا دَائِرَةٌ فَعَسَى اللَّهُ أَنْ يَأْتِيَ بِالْفَتْحِ أَوْ أَمْرٍ مِنْ عِنْدِهِ فَيُصْبِحُوا عَلَى مَا أَسَرُّوا فِي أَنْفُسِهِمْ نَادِمِينَ "Ey iman edenler Yahudileri ve Nasranileri dost edinmeyin. Çünkü onlar birbirlerinin dostlarıdırlar. Şayet sizden her kim onları dost edinirse o onlardandır. Muhakkak ki Allah zalimler toplumunu hidayete erdirmez. Kalplerinde hastalık bulunanların: Başımıza bir felaketin gelmesinden korkuyoruz diyerek onların arasına koşuştuklarını görürsün. Umulur ki Allah bir fetih yahut katından bir emir getirecek de onlar, içlerinde gizledikleri şeyden dolayı pişman olacaklardır." [Maide 51 52]