Pazar, 18 Cumade’l Ûlâ 1447 | 2025/11/09
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

-Basın Açıklaması- Polisin Görevi Güvenliği Korumaktır İnsanları Taciz Edip Onlardan İntikam Almak Değildir

Hartum Üniversitesi'nden bir gurup öğrencinin, el-Menasır Bölgesi'nin evlatlarıyla dayanışma içerisinde yaptıkları gösterinin ardından polis onlara karşı koymuş ve var güçleriyle gurubu dağıtmıştır. Bundan daha kötü ve acı olanı ise; bu polis kuvvetlerinin bununla yetinmeyip dahası üniversiteye girmeleri, (üniversitenin tam ortasında bulunan) yatılı yerlere kadar baskın yapmaları, hiçbir ayırım gözetmeksizin öğrencileri vahşî bir şekilde dövmeleri ve en basit tabirle intikam operasyonu olarak nitelendirilebilecek bu süreçte bazı öğrencilerde yaralanmalar ve kırıkların olmasıdır. Buda üniversitede bir gerginlik durumunun ortaya çıkmasına neden olmuştur. Zira öğrenciler, dersliklerde oturup sınav salonlarına girerek üniversite rektörünün ayrılmasını ve karşılaştıkları kırıkların tedavi edilmesini talep etmişlerdir. Nitekim bu öğrenci gurubu, çözümünde ciddi olmamasına rağmen devletin adil olarak tanımladığı adil el-Menasır meselesiyle dayanışma içerisinde olmak için bu gösteriyi yapmışlardır. Bunun en açık kanıtı ise el-Menasır'daki halkımızın, Nil Nehri Eyaleti'nin ed-Damir şehrindeki hükümet binaları önünde yaklaşık kırk gün boyunca uyguladıkları oturma eylemine rağmen hala meselenin, çözülmemiş bir şekilde yerinde sayıyor olmasıdır.

Hükümet, bu barbar operasyon yoluyla Arap Baharı'nın bu ülkeye taşınmasında etkin bir araç olma riski taşıyan öğrencilerin gücünü kırmak istemektedir. Bizler, Hizb-ut Tahrir / Sudan Vilayeti olarak, bu vakıa karşısında aşağıdaki hususları açıklarız:

Birincisi: Sorunlarla ilgili muamelelerdeki doğru düşünme metodu, sorunların etkileriyle muamelede bulunmayı değil de sorunların çözümüne dönük müsebbiplere göz atmayı, yani tepki vererek değil de gerçekçi muamelede bulunmayı gerektirmektedir. Nitekim rejimin siyasi fikrinin fesadının neticesindeki zulümden dolayı harekete geçen insanların harekete geçiş sebepleriyle ilgili muamelede bulunmak yerine gösterilere ve barışçıl yürüyüşlere tepki vererek muamelede bulunmalarından dolayı etrafımızdaki birçok rejimler devrilmişlerdir. Dolayısıyla buda hayatın ve insanların fesada uğramasına neden olmuştur.

İkincisi: Bölgelerinde Merovi barajının kurulması nedeniyle yerlerinden olan Menasırlı halkımızın üzerindeki zulmün derhal kaldırılması gerektiği gibi tercih ettikleri seçeneğe göre yerleşmeleri için devletin tüm imkanlarının kullanılması ve devletin de kamu paralarını, danışmanlar, yardımcılar, bakanlar, devlet bakanlarından oluşan ordularıyla bunların dışındakileri memnun etmek için harcamak yerine acil bir şekilde bunu onaylaması gerekmektedir.

Üçüncüsü: Adlî bir soruşturmanın açılmasının yanı sıra emirleri verenlerin ve yatılı yerlerinde güvende olan öğrencilerin hurumatlarını çiğneyenlerin muhasebe edilmesi gerekmektedir. Zira azim İslam ideolojisi, insanların dövülmesini ve onların taciz edilmesini haram kılmıştır. Asıl olan suçlu bulunan herkesin, İslam temelinde hüküm verilmek üzere yargıya gönderilmeleri olup polisin kendi başına kanun benimseyerek insanlara zulmetmesi değildir. Zira Nebi [Sallallahu Aleyhi ve Sellem], şöyle buyurmuştur:

صِنْفَانِ مِنْ أَهْلِ النَّارِ لَمْ أَرَهُمَا قَوْمٌ مَعَهُمْ سِيَاطٌ كَأَذْنَابِ الْبَقَرِ يَضْرِبُونَ بِهَا النَّاسَ "Ateş ehlinden iki sınıf vardır ki ben onları henüz görmedim. (Bunlardan biri), yanlarında sığırkuyrukları gibi kamçılar bulundurup bunlarla insanlara vuran kavimdir."

Ey Müslümanlar!

Sıkıntının, güçlüğün, zorluğun, zulmün, ceberrutluğun ve tugyanın olduğu bu durum, Raşidi Hilafet Devleti'nin tatbik edeceği azim İslam'ın olduğu alemlerin Rabbinin metoduna dönmedikçe asla üzerinizden kalkmayacaktır.

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Milletvekili Nabil Nikola İle Aoun Hareketi'nden Olan Diğerlerine Bir Cevap: İnsanların Geleceği İle İlgili Kuruntulara ve Maceralara Son Verin Artık

Mtv kanalı, dün yayınladığı haberde, Aoun milletvekili Nabil Nikola'nın, Ortodoksların seçim yasasına dönük önerilerini yorumladığı bir röportajını yayınlamıştır. Nitekim Nikola, Ortodoks toplantısının gündeminde, partilerin gücünden korkulduğunun ve bunların en güçlü topluluklar haline geldiklerinin olduğunu söylemiş ve "Köktencilerin iktidara ulaşması durumunda, mesela Hizb-ut Tahrir'in parlamentoya ulaşabileceğine dikkat çekmiştir." Bundan kısa bir süre önce de "Simon Ebi Ramia", televizyon röportajlarının birinde yasaları ihlal ettiğini iddia ederek ve hizbin 2006 yılında İçişleri Bakanlığı'na sunduğu bilgi ve haberlerin imzalanmasını kınayarak Hizb-ut Tahrir / Lübnan Medya Bürosu Başkanı tarafından yapılan siyasî bir konuşmayı kınamıştı.

Aoun hareketinin sembolleri, genelde İslamî hareketlere özelde ise Hizb-ut Tahrir'e dönük bağnazlıklarını ve düşmanlıklarını bir kez daha göstermiş olup taifeci partizanları araklamak ve ideolojik siyasî İslam olan her şey hakkında yapay endişeleri kışkırtmak yoluyla insanları kutuplaştırmak için yeni ucuz bir girişimde daha bulunmuşlardır. Dolayısıyla kendilerini, Lübnan'da olabilecek yada olmayacak hususlar ile siyaset için çalışmaya uygun olan yada olmayan herkesin vasisi olarak addetmektedirler! Dolayısıyla demokrasi, kanun devleti, fikir özgürlüğü ve siyasî çalışma hakkındaki tüm iddialarını bir kenara atmaktadırlar... Sanki bu ülkenin efendileriymiş gibi onları işaret eden bir kimse suçlu görülmektedir!

Ağır olun ey "siyasetçiler"! Siz hiç tarih okumuyor musunuz?! Yüzyıllar boyunca Lübnan ve bölgenin tarihini yaşatanın, hadaratı, kültürü ve kanunlarıyla siyasî İslam'ın olduğunu görmüyor musunuz?! Güç ve egemenlikte zirveye ulaştığı çağlarda yaşamlarını sürdürmeleri ve şiarlarını uygulamaları amacıyla bütün insanlara kapılarını açmasının yanı sıra hoşgörüsüyle -atalarınız da dahil- herkesin önünü açanın İslam olduğunu ne çabuk unuttunuz?! Ünlü oryantalist Thomas Arnold'un, "Gayrimüslimleri İslam'ı kabul etmeye zorlayan kasıtlı herhangi bir girişim yada Hıristiyan dinini ortadan kaldırmak amacıyla herhangi sistematik bir zulüm de işitmedik" şeklindeki sözünü hiç duymadınız mı?! Yine Müslümanlardan önce Batılı tarihçilerin, Beyt-il Makdis Patriği'nin dokuzuncu yüzyılda kardeşi Konstantinopolis Patriği'ne Müslümanlarla ilişkisinin durumunu haber vermek için yazmış olduğu mektupta, "Müslümanlar, adaletle ayırt edilmekte olup kesinlikle bizlere zulmetmemekte ve bize her hangi bir şiddet de kullanmamaktadırlar" şeklindeki ifadelerin geçtiğini aktardıklarını hiç duymadınız mı?!

Sonra on yıllardan beri Lübnan devleti tarafından kabul edilen ve sırf "bilgi ve haber vermekle" insanlara dernek ve parti kurma hakkı veren -politikacı tabilerinizin ve onların dışındaki hukukçuların kendisiyle gurur duydukları- partiler kanununun, 1909 yılında Osmanlı İmparatorluğu tarafından yayınlanan bir Osmanlı kanunu olduğunu ve Müslümanlarla yan yana siyasî çalışmaya girmeleri için sizden önceki atalarınızın önünü açtığını ne çabuk unuttunuz?!

En son kilise meclisi konferansındaki kilisenizin beyanında, Orta Doğu'daki Nasranilerin, 19. yüzyılın başlarına, yani İslam Devleti döneminin sonlarına kadarki oranı %20 iken bunun, son yüzyılda, yani laiklerin döneminde %5'e düştüğünü fark etmiyor musunuz?! O halde size karşı daha vefalı olan kim; siyasî İslam mı yoksa laiklik ve laikler mi?! Nankörlükten vazgeçmeniz için sizlere daha kaç kez nasihatte bulunacağız ey "sadıklar"?!

Sonra çevrenizdeki Arap bölgesinde olanları hala dikkate almayacak mısınız ey politikacılar?! İslam dünyasının, tümüyle İslamî hayatı yeniden başlatmaya ve İslam hadaratını tekrar yaşatmaya yöneldiğini görmüyor musunuz?! Çevrenizdeki insanlardan belirlediğiniz herhangi bir gözlemciniz yok mu?! Yoksa amcanız Guru'nun sizlere bahşettiği Lübnanınızın, büyük İslam okyanusundan izole olmuş bir ada olarak kalacağını mı sanıyorsunuz?!

أَلَيْسَ مِنكُمْ رَجُلٌ رَّشِيدٌ "İçinizde hiç aklı başında bir adam yok mu?!" [Hûd 78]

Ey Aounlular! Ey kendilerini ve tabilerini çürük azınlıklar ittifakı bataklığının içerisinde boğanlar! Ateşle oynamaktan vazgeçin artık! Zira siyaset, bir oyun ve eğlenceden ibaret olmayıp onu kişisel çıkarları gerçekleştirmenin bir aracı kılmak da caiz değildir. Bilakis siyaset, insanların işlerinin gözetilmesi için olmalıdır. O halde sahifelerinizi karartmaktan ve çevrenizdeki insanlara nefret tohumları ekmekten vazgeçin artık! Zira tarih bunu asla affetmeyecektir!

Sayın milletvekili Nikola, Hizb-ut Tahrir'in parlamentoya ulaşmasından dolayı olan korkuna gelince; emin ol ki Hizb-ut Tahrir'in amacı, gerek senin küçücük parlamentonun gerekse "büyük" Guru'nun Lübnanının çok ötesindedir. Zira bizim amacımız, köklü İslamî ümmet ölçeğinde ve büyük hadarat seviyesinde hayırlı bir devlet kurmaktır. Böylece insanlar, bu devlet içerisinde izzetli ve onurlu bir şekilde yaşayacak, şeriatının adaleti -senin Nasrani kardeşlerin ve diğer dinlere mensup olanlar da dahil- bütün insanları kapsayacak ve Lübnan ile diğer bölgeler, parçalanma, dağılma ve fitne döneminden çıkıp güven verici geniş dünyalarına kavuşacaklardır.

وَمَا أَرْسَلْنَاكَ إِلا رَحْمَةً لِّلْعَالَمِينَ "Biz seni ancak alemlere rahmet olarak gönderdik." [el-Enbiya 107]

Devamını oku...

Ey Mısır Halkı! Laik-Demokratik Bir Devleti, Hiçbir Gücü ve Kudreti Olmayan Seçilmiş Halk Meclisi Yoluyla Başka On yıllar Boyunca Tekrar mı Denemeniz Gerekiyor? İslamî Raşidi Hilafet'ten Başka Bir Kurtuluşunuzun Olmadığını Anlayın Artık!

  • Kategori Mısır
  •   |  

Mısır'daki halk meclisine dönük yapılan yasama seçimlerinin sonuçları, "İhvan-ı Müslimin'in" olduğu Özgürlük ve Adalet Partisi ile "Selefiler'in" olduğu Nur Partisi'nin temsil ettiği İslamî akımın ezici zaferiyle sonuçlanmıştır. Bu ise tek bir şeye delalet etmektedir ki o da; Kenane halkının, zorba zalim yönetimden kurtuluşları olarak gördükleri İslam hakkındaki eğilimlerinin boyutunun, halk meclisi ile onu kazananların, Allah [Subhânehu ve Te'alâ]'nın indirdikleriyle olan yönetimi tekrar getireceklerini, kendileri için onurlu bir yaşamı gerçekleştireceklerini, Mescid-il Aksa'yı kurtaracaklarını, Müslümanların ülkelerini birleştireceklerini ve on yıllarca süren zulmü sona erdireceklerini zannettikleri yönünde olduğudur... Zira onlar da zaten bundan dolayı seçilmişlerdir.

Ancak seçimi kazanan kişilerin, mümin hakkında ne bir yemin nede bir zimmet gözeten Yahudileri ve Batı'yı mutmain eden çığlıklar atmaları İslamî akıma ses veren insanları şaşkına uğratmıştır. Zira İslamî çoğunlukla gelen bu yönetim sistemi, şeriatın tatbik edilmesi için sokaklara dökülen milyonlara rağmen Yahudilerle olan Camp David Anlaşması'na saygı gösterecek ve asla şeriatı tatbik etmeyecektir!!! Zira Allah [Subhânehu ve Te'alâ] şöyle buyurmuştur:

وَلَن تَرْضَى عَنكَ الْيَهُودُ وَلاَ النَّصَارَى حَتَّى تَتَّبِعَ مِلَّتَهُمْ "Yahudiler de, Nasraniler de, sen onların dinine tabi olmadıkça asla senden razı olmayacaklardır." [el-Bakara 120]

Ve şöyle buyurmuştur:

وَأَن احْكُمْ بَيْنَهُمْ بِمَا أَنزَلَ اللَّهُ وَلاَ تَتَّبِعْ أَهْوَاءَهُمْ "Aralarında Allah'ın indirdikleri ile hükmet! Sakın onların hevalarına tabi olma!" [el-Mâide 49]

Ey Müslümanlar!

Şuan Mısır'daki siyasî arenada meydana gelenler, ayaklanmanın sarmalanmasından öte bir şey değildir. Seçim tiyatrosu ise hiçbir otoritesi olmayan parlamentodaki sandalye çatışması ve yarışmasından başka bir şey olmadığı gibi bilakis bundan, Allah [Subhânehu ve Te'alâ]'nın şeriatının Amerika'yı razı edecek oylamaya boyun eğdirilmesi amaçlanmaktadır. Ayrıca gerçek gücü elinde bulundurmasının yanı sıra polis ve ordunun da hakimi olan Askerî Konsey de parlamentonun, Amerika'nın çizdiği ve eski rejimin uzantısı olan yol haritasından sapmasını asla göz ardı etmeyecektir. Dolayısıyla bu tiyatro karşısında sessiz kalmak, bir yamalamadan, fesadın ömrünün uzatılmasından ve Allah [Subhânehu ve Te'alâ]'nın hakkında bir sultan indirmediği tedricilik gerekçesiyle Allah [Subhânehu ve Te'alâ]'nın şeriatının devre dışı bırakılmasından öte bir şey değildir.

Ey Müslümanlar! Ey Mısır Halkı!

Şeriatın tatbik edilmesi, ancak egemenliğin şeriata ve otoritenin de ümmete ait olmasıyla mümkündür. Dolayısıyla İslam hükümleri, üzerinde bir referandum yapılmaksızın yada onda bir tedricilik olmaksızın birdenbire kamil bir şekilde tatbik edilmelidir. Allah [Subhânehu ve Te'alâ] şöyle buyurmuştur:

الْيَوْمَ أَكْمَلْتُ لَكُمْ دِينَكُمْ وَأَتْمَمْتُ عَلَيْكُمْ نِعْمَتِي وَرَضِيتُ لَكُمُ الإِسْلاَمَ دِينًا "İşte bu gün, dininizi sizin için kemale erdirdim ve üzerinize olan nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslam'a razı oldum." [el-Mâ'ide 3]

Aynı şekilde Eba Bekir [Radıyallahu Anh], mürtedler ve zekatı vermeyenlerle derhal savaşmış ve onlarla tedrici olarak amel etmemiştir. Hakeza ondan sonraki Halifeler de şeriatın tatbik edilmesinde tedriciliği uygulamamışlardır.

Ümmetin elinde olması gereken otoriteye gelince; ümmet, Halifesini seçer, ona şeri hükümleri uygulaması şartıyla biat eder, onu muhasebe eder ve gerektiğinde ise onu azleder. Ordunun gücü de bunu korumak için vardır. Dolayısıyla gücü elinde bulunduran kimsenin bağlılığı sadece Allah [Subhânehu ve Te'alâ]'ya olup ne ona ne de ondan bir korku vardır. Bilakis o, ülkenin ve insanların koruyucusu olmasının yanı sıra Allah [Subhânehu ve Te'alâ]'nın indirdikleriyle hükmeden kimsenin koruyucusu, hayatın her alanında hak ve adaletle insanların işlerinin gözeticisi ve anayasa ile kanunların da koruyucusudur.

Ancak bağlılığı Amerika ile Allah [Subhânehu ve Te'alâ]'nın düşmanlarına olan bir kimse ise; insanlar ve ülke için güvenilir bir kişi olamayacağı gibi insanların işlerini gözetmeyecek, insanların korunmasını ve güvenliğini sağlayamayacak, onlara zulmetmeye, fakirleştirmeye ve aşağılamaya devam edecek ve kendi yolunu takip etmeyen kimseleri de alaşağı edecektir.

Şuan Mısır'da, otorite ümmetin elinde değildir. Bundan dolayı gücü ve kuvveti elinde bulunduran ordunun, ümmetin gönüllü seçimine uymaya zorlanılması gerekmektedir. Böylece ordu, ümmete yardım etmiş, insanları ve ülkeyi koruyacak, Müslümanlar ve gayrimüslimler için adaleti, güvenliği ve onurlu bir yaşamı gerçekleştirecek olan adil bir Halife'nin seçilmesi için otoriteyi ümmete vermiş olsun.

Ey Kahraman Mısır Ordusu İçerisindeki Subaylar ve Askerler!

Bizzat baka baka gözlerinizin önünde Mısırlı kadınların sürüklenmesine razı mı olacaksınız? Bizzat şahit olduğunuz halde Amerika'yı razı etmek için kardeşlerinizin ve bacılarınızın kanlarının akıtılmasını kabul mü edeceksiniz? Bizzat muktedir olduğunuz halde içinizde onlara ve Allah [Subhânehu ve Te'alâ]'nın dinine yardım etmek için harekete geçecek Mutasım gibi bir adam yok mu? Artık Amerika ile kafir Batı'dan kurtulmanın ve izzetinizin ve kalkınmanızın yolu olan nebinizin Hilafet'ini ikame etmenin farkına varmanızın zamanı gelmedi mi? İçinizde hiç aklı başında bir adam yok mu?!

Ey Mısır Halkı! Ey Kahraman Mısır Ordusu İçerisindeki Askerlerin ve Subayların Aileleri!

Aynı zorba zalim yönetim altında başka on yıllar boyunca denenmemeniz için ayaklanmanızın sarmalanması amacıyla size karşı planlanan şeylere teslim olmayın! Mısır ordusu içerisindeki asker ve subay olan evlatlarınızı, Hilafet'i kurmak için çalışanlara yardım etmeye yönlendirin ve onlardan, Amerika ile onun müttefiklerinin planları çerçevesinde yürümemelerini bilakis Rabbinizin şeriatını uygulayarak tüm sorunlarınızı çözecek olan İslamî Raşidi Hilafet'i kurmak için her nerede bulunurlarsa bulunsunlar Amerika ile onun ajanlarını devirmelerini talep ediniz.

Bizler Hizb-ut Tahrir olarak sizleri, Allah [Subhânehu ve Te'alâ]'nın sizlere farz kılmasının yanı sıra izzetiniz ve tek kurtuluşlunuz olan bu hedefin gerçekleşmesi için onunla birlikte çalışmaya davet ediyoruz.

 

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ اسْتَجِيبُواْ لِلّهِ وَلِلرَّسُولِ إِذَا دَعَاكُم لِمَا يُحْيِيكُمْ وَاعْلَمُواْ أَنَّ اللّهَ يَحُولُ بَيْنَ الْمَرْءِ وَقَلْبِهِ وَأَنَّهُ إِلَيْهِ تُحْشَرُونَ "Ey iman edenler! Allah ve resulü sizi, size hayat verene çağırdığında icabet edin. Bilin ki Allah kişi ile kalbi arasına girer ve siz muhakkak O'nun huzurunda toplanacaksınız." [el-Enfâl 24]

Devamını oku...

- Basın Açıklaması - Adaletli Olursanız Güvenlik Şubeleri Açmaya Asla İhtiyaç Duymazsınız

Sudan rejimi Hartum'da herhangi bir gösteriye karşı önlem olarak Tümgeneral denetiminde güvenlik şubesini oluşturdu. Bu şube Hartum vilayetinin her tarafına dağılan 33 ayrı şubeden oluşuyor.

Arap baharının geçtiğimiz yıl Ocak 2011'de başlamasından beri dünyadaki bütün rejimler koltuklarını düşünmeye ve bu Bahar'ın kendisine bulaşmasından korkmaya başladılar. Bazıları da öyle korktular ki kendisinin korkmadığını idda edip ayaklanmaların/devrimlerin gerçekleştiği devletlere benzemediğini söyledi. Nitekim Mübarek bunu söyledi, fakat devrildi. Kaddafi de aynı şeyi söyledi, fakat zilletli bir şekilde öldü ve hükümranlığı da yıkıldı. Bizim ülkemiz Sudan'da da bu devrimlerin yapısı İslami olup kendileri de İslami olduğu için bu ayaklanmalara karşı -önlemli olduğunu- korkmadığını söylüyorlar. Dolayısıyla onlar bu ayaklanmalara karşı korunduğunu zannederler. Ayrıca onlar istisnasız ayaklanmaların tümünün hiç bir parti tarafından liderlik edilmediğini/yönlendirilmediğini tam olarak bildiği halde muhalefette olan siyasi partilerin zayıf olmasını fırsat bilirler. Aksine bu ayaklanmalara; rejimden gelen zulmü, haksızlığı ve baskıyı hisseden gençler liderlik etti. Kendilerindeki İslami diye iddia ettikleri şey ise o kayıp olmuş bir nizam ve davranıştır. Çünkü ne hükmettikleri rejim İslam'ın nizamı (Hilafet)'dir, ne de onların yönetim ve kamusal haklar ile alakalı sergilediği davranış İslam'ın davranışıdır. Zira yönetim siyaseti ve insanların işlerini gözetleme açısından bunların devrilmiş veya devrilmeye yüz tutmuş rejimlerden farkı yoktur. Bunların hepsi aynıdır ve arada tek fark kötülük derecesinin çok veya az olmasıdır.

Şimdi hakkında cevap verilmesi gereken soru; eğer Sudan rejimi kendisinin devrilmesini istemek üzere halkın sokaklara dökülmesinden endişelenmiyorsa, o zaman neden bu şubeler oluşturuldu?!

Halkların ve ümmetlerin ayaklanmalarına, onların sokaklara dökülerek rejimlerin devrilmesini istemesine karşı önlemli olmak istiyorsa, önce insanlar arasında adaletli olması gerekiyor. Humus Amili (Humus Kazasının sorumlusu) Halife  Ömer bin Abdulaziz (رضي الله عنه)'e Humus şehrinin yıkık olduğu için onarıma ihtiyaç olduğunu yazdı. Ömer ise ona şöyle yazdı: (Onu adaletle donat, yollarını da haksızlıktan arındır vesselam.) İslam olmadan adalet de olmaz ki bu da ancak onların işlerini Allah'ın ve Rasulullah'ın buyruklarıyla gözetleyerek olur. Allah (Azze ve Celle) şöyle buyurmuştur: "وَأَنِ احْكُمْ بَيْنَهُمْ بِمَا أَنْزَلَ اللَّهُ وَلا تَتَّبِعْ أَهْوَاءَهُمْ..." (Onların hevâ ve heveslerine uymayarak aralarında Allah'ın in­dirdiği ile hükmet...)Maide 49 ve şöyle buyurmuştur: "الَّذِينَ آمَنُوا وَلَمْ يَلْبِسُوا إِيمَانَهُمْ بِظُلْمٍ أُولَئِكَ لَهُمُ الأَمْنُ وَهُمْ مُهْتَدُونَ" (İman edenler ve imanlarına zulüm karıştırmayanlara gelince: İşte güvenlik onlaradır, onlardır hidâyete ermiş olanlar.) Enam 82 Rasulullah (صلى الله عليه وسلم) ise şöyle buyurmuştur: «مَا مِنْ وَالٍ يَلِي رَعِيَّةً مِنْ الْمُسْلِمِينَ فَيَمُوتُ وَهُوَ غَاشٌّ لَهُمْ إِلا حَرَّمَ اللَّهُ عَلَيْهِ الْجَنَّةَ». (Allah bir kimseyi Müslümanlar üzerine çoban yapmış, o da idaresi altındakileri aldatmış olarak ölmüşse, Allah ona Cennetini kesinlikle haram kılar.)

İşte çıkış budur. İşte en sıkı sıkıya korunmuş kale budur. Ki bunlar Allah [Subhânehu ve Te'alâ]'nın kitabı, Resulullah (صلى الله عليه وسلم)'in sünneti ve İslam'ın belirlediği nizam çerçevesinde her ikisinin irşat ettikleridir. Bundan başka nizamı da (nübüvvet minhacı üzere raşidi hilafet)dir. İşte o zaman güvenlik şubelerine ve baskı rejimlerine  asla ihtiyaç duymayacağız.

İbrâhîm Usmân [Ebu Halîl]
حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir

Resmî Sözcüsü
Sudan Vilâyeti

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Kadın Haklarını İhlal Eden Tüm Satırların Geçtiği Bir Liderliğin Gölgesinde Pakistan'daki Kadınların Yaşam Şartları İyileşmeyeceği Gibi Onların Haklarına da Zarar Verecektir

2011 yılının Aralık ayında, Pakistan Senatosu kadın haklarını çiğneyen belirli suçları işleyenlerin cezalarının indirimini hedefleyen kadın haklarıyla ilgili iki yasa onaylamıştır. Aynı şekilde 2008 senesinde, mirastan alıkonulmaları ve evliliğe zorlanmaları gibi kadına yönelik belirli kültürel uygulamaları kınayan herkes için hapis ve ağır para cezalarını öngören bir kanun sadır olmuştur... Nitekim bu yasaların savunucuları, yıllarca kadına dönük bu temel hakların tanınmasına çağrıda bulunan çeşitli siyasî kuruluşlar tarafından ciddi mücadele ve mukavemetle karşı karşıya kalmışlardır.

Hizb-ut Tahrir Merkezî Medya Bürosu Üyesi Nesrin Nevaz, şöyle bir değerlendirmede bulunmuştur: "Pakistan hükümeti ve siyasî kuruluşlar, 1400 yıllık İslam Nizamı'nın gerisinde kalmışlardır. Zira İslam, bu iğrenç ve aşağılık cürümler ile kadın haklarının çiğnenmesini 14 asır önce haram kılmıştır. Şimdi ise 60 yıl boyunca birbirini takip eden Pakistan'daki laik siyasî liderler, "İnsan Hakları" hususunda temel bir hak koymaya çalışmaktadırlar!!"

"Ne üzücüdür ki bu, Pakistanlı kadınlar için bir kurtuluş sayılmayacağı gibi kadın hakları hususunda bir dönüm noktası da olmayacaktır. Nitekim bu hükümetin kadın haklarına olan kayıtsızlığı tarihe geçmiştir. Zira kadın haklarının korunması noktasındaki mutlak acziyetini defalarca ispatlamıştır. Dolayısıyla kadın haklarının ihlal edilmesine yönelik yasaların bulunmasına rağmen Pakistan'daki yargı sisteminin sistematik başarısızlığının yanı sıra aynı şekilde kadının onurunun garantilenmesinin ele alınması ve birbirlerini takip eden laik hükümetler boyunca meydana geldiği üzere kadınların haklarını koruyan yasaların uygulanmasındaki bulanık yöntem sonucunda kadına karşı yapılan bu korkunç cürümler, hala ülkenin başına bela olmaya devam etmektedir. "

"Bu yasalar, sadece kağıt üzerindeki boş sözlerden ibaret olduğunu kanıtlayacaktır... Dolayısıyla hükümet, binlerce Müslüman kadının ve dulların Keşmir'deki Hint güçleri tarafından sakat bırakılmasına kayıtsız kalması, Amerikan pilotsuz uçakları tarafından genç kızların katledilmesini görmezden gelmesi, bu ümmetin masum bir kızı Dr. Afiyet'den iğrenç bir şekilde vazgeçmesi ve onu düşman bir devlete teslim etmesi de dahil bizzat kendisinin de dahil olduğu kadına yönelik iğrenç uygulamaları nasıl gizleyebilir.?! O halde kadınların işlerinin gözetilmesi hususunda bu hükümete nasıl güvenilebilinir!??"

"Bizler, Pakistan'daki kadınları ve kadınların onurunu kıskanan muhlisleri, kadın haklarından bu kırıntıları kabul etmemeye ve küresel düzeyde kadın haklarının korunmasına öncülük edecek bir devlet olan Hilafet'in kurulmasına destek vermeye çağırıyoruz. Zira o, boş yasalar üretmeyecek bilakis kadına karşı baskıcı uygulamalar ile zulmü yok etmek için stratejik kapsamlı bir nizam sağlayacak ve kadınlara yönelik şiddetin ve zulmün her türlü şekillerine kesinlikle izin vermeyecek olan bir sistemdir. Dolayısıyla o, kadının hak ettiği onurunu ve haklarını garanti altına almaya dönük ağırlığı, önemi ve önceliği verecek olan bir devlettir... Dolayısıyla da Pakistanlı kadınlara gerçek anlamda yardım etmenin yolu Hilafet'i kurmaktır."

Dr. Nesrin Nevaz
Hizb-ut Tahrir
Merkezî Medya Bürosu Üyesi

Devamını oku...

- Basın Açıklaması - Kapitalist Batı, İslam Karşısında Duramamakta ve Hilafet'in Geri Dönüşünü Geciktirmek İçin Planlar Çizmektedir

Yemen'de yayınlanan Ahbar el-Yevm Gazetesi, 13 Aralık salı günü, Fransız AFP haber ajansından, İslamcıların yönetime yükselişi hakkında bir rapor yayınlamıştır. Raporda, İslamî eğilimli Yemen Islah Birliği Yüksek Konseyi üyesi Muhammed Kahtan'a ait bir konuşma geçmektedir ki o konuşmada: "1991'de Yemen'in birleşmesinden sonra kurulan partisinin, Mısır'daki "İhvan" gibi "Tek Çözüm İslam'dır" şeklinde slogan atmadığını, gündeminde siyasî İslam'ın olmadığını, çünkü Yemen'in Müslüman ve homojen bir ülke olduğunu" söylemesinin yanı sıra kendisi, solcular ve milliyetçiler ile yaptığı ittifakı sürdürmeyi de amaçlamaktadır. Ayrıca Kahtan şöyle demiştir: "Yemen'deki her hangi bir kesim, ne İslam nede Arabizm ile karakterize olamaz. Zira bizler, tamamı Müslüman olan bir toplumuz ve Arap kökenli olduğumuza inanıyoruz. Dolayısıyla her hangi bir kesim, tek çözüm İslam'dır sloganı yoluyla insanları kazanmaya güç yetiremeyecektir. Çünkü devlet içerisindeki İslam konusu, Yemen'de bir sorun teşkil etmemektedir."

Hem Amerika'nın hem de Avrupa'nın olduğu Batı tarafından Müslüman ülkelerdeki yeni yöneticilerin kim olacağı hakkında gösterilen bu ilgi, Batı'nın, hain Müslümanlar  yardımıyla "Hilafet'in" yıkılmasının özellikle de 2001'de Müslümanlara karşı açılan haçlı savaşanın başlamasının üzerinden on yıl geçmesinin ve bu savaşı kazanmaya güç yetirememesinin ardından siyasî Müslümanların varlığının ortaya çıkmasından korktuğunun açık bir göstergesidir. Zira tabiilerinin, kapitalizm ideolojisi ile "Dolar ve Euro'nun" birbirini takip eden keskin krizleriyle ekonominin sağlıklı olmadığına dair inançlarının artmasının yanı sıra kendisini yok etmekle tehdit eden diğer sorunlarla birlikte Batı'nın, İslam fikirleri karşısındaki fikrî sorunları daha da artmıştır.

Bunun üzerine Batı, son derece iğrenç bir işe koyulmuş ve İslam'ın değil de İslamcıların yönetime ulaşması anlamına gelen "Ilımlı İslam'a" tutunmayı kabul ederek başka bir siyasî oyun ortaya çıkarmıştır. Bu ise İslam dünyası üzerindeki hegemonyasını korumaya dönük bir girişimden ibarettir. Nitekim Amerika Dışişleri Bakanı Hillary Clinton, geçen 8 Kasım'da buna ilişkin hazırladığı açıklamasında şöyle demiştir: "Demokrasiye bağlı olan İslamcıların kabul edilmemesine dönük propaganda yapmak tehlikeli bir iştir." Yine Yemen'deki İngiliz Büyükelçisi Wilkes Jonathan, geçen 7 Ekim'de şöyle demiştir: "İngiltere, ilke olarak "İhvan" gibi olan İslamî akımların varlığı ile demokrasiyi, katılımı ve başka görüşlere saygıyı kabul eden diğer herhangi bir akımın varlığına karşı çıkmamaktadır. "

İslam'ın yönetime ulaşması; Müslüman ülkelerde yönetim, ekonomi, uluslararası ilişkiler, öğretim siyaseti, ictima-i nizam ve benzerlerine dayalı kapitalizmin bütün yaşam sistemlerinin silip süpürülmesi anlamına geldiği gibi bunların yerine kitap, sünnet, sahabe icması ve kıyastan istinbat edilmiş şeri hükümlere dayalı İslam sistemlerinin gelmesi anlamına gelmektedir.

Hayatın bütün alanlarında İslam'ı kapsamlı ve inkilabî bir şekilde tatbik edecek olan yegane yönetim nizamı, Hilafet Devleti'dir. Zira bu, onu kurmak için çalışan herkesin önünde bariz bir şekilde görülmekte ve Batı ise ondan çok korkmaktadır. Dolayısıyla Batı, apaçık planlarıyla Hilafet'in ortaya çıkmasını engellemeyi sürdürecek ama onun ortaya çıkmasını asla engelleyemeyecektir. Nitekim sonunda Batı, kendisine sosyalizm ve kapitalizmin olduğu beşerî ideolojinin helak olduğunu göstermesinin ardından isteksiz bile olsa onunla, uluslararası sahnede muamele edecek ve Hilafet, bütün yeryüzünü kaplayacaktır. O halde sakın hezimete uğramış Batı sizleri aldatmasın, onun ve arkasında sürüklenenlerin planlarına asla teslim olmayınız. Şayet Allah'ın emirlerine itaat eder ve yeryüzüne hükmünü geri getirmek için icabet ederseniz O'nun sizlere nusret vereceğine güvenin ve Hilafet Devleti'ni kurmak için Hizb-ut Tahrir ile birlikte çalışın. Nitekim Resulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem], şöyle buyurmuştur:

لَيَبْلُغَنَّ هَذَا الأَمْرُ مَا بَلَغَ اللَّيْلُ وَلاَ يَتْرُكُ اللَّهُ بَيْتَ مَدَرٍ وَلاَ وَبَرٍ إِلاَّ أَدْخَلَهُ اللَّهُ هَذَا الدِّينَ بِعِزٍّ عَزِيزٍ يُعِزُّ بِهِ الإِسْلاَمَ أَوْ ذُلٍّ ذَلِيلٍ يُذِلُّ بِهِ الْكُفْرَ "Muhakkak ki bu husus (İslam) gece ve gündüzün ulaştığı yerlere ulaşacaktır. Allah ne bir kerpiç ev ne de bir keçe çadır bırakmayacak; azizi aziz ederek, zelili zelil ederek, bu dini ona dahil edecektir. Allah'ın bu işte aziz edeceği İslam'dır. Allah'ın bu işte zelil edeceği küfürdür."

Devamını oku...

Ey Suriye'deki Müslümanlar! Kanlarınızın Daha Çok Akıtılması İçin Rejime Bir Fırsat Tanıyacağından Sakın Arap Birliği Projelerine İcabet Etmeyiniz! Bilakis Ordunuzun Gücü ve Evlatlarınızın Çabalarıyla Vaat Edilmiş Raşidi Hilafet Devleti'ni Kurmak İç

  • Kategori Suriye
  •   |  

Suriye Dışişleri Bakanı yardımcısı Faysal Mikdad, 19.12.2011 Pazartesi günü, Arap Birliği Heyeti ile bir "protokol" imzalamış ve aynı gün rejim, zalim rejim karşısında hak sözü söylemelerinden dolayı yüz küsur masum insanın tertemiz kanlarını akıtmıştır! Nitekim Suriye rejimi, ne kadar evirip çevirmeye çalışsa da neredeyse devrilmek üzeredir ve onun bu husustaki öncelikleri kendisini ele vermektedir. Zira o, zaman kazanmak ve kana boyamak için oyun oynayıp durmaktadır! Dolayısıyla o, birliğin tüm şüpheli projesine rağmen daha çok kana susamakta ve tek silahları hak kelimeyi konuşmak olan insanlarla savaş alanı haline getirmek için güvenlik güçleri ile hortlaklarını Suriye meydanlarına, sokaklarına, şehirlerine ve köylerine yaymaktadır. Zira rejim, gerçek savaş alanının, Yahudi varlığının işgal edip kırk küsur yıldır güven ve güvenlik içerisinde yerleştiği Golan Tepeleri olduğunu unutmuş yada unutmuş gibi görünmektedir!

Allah'ın izniyle İslami Hilafet karargahı olacak izzetli Şam'ımızda düşmanlara karşı duran müslümanlar!

Artık o zamanki İngiltere Dışişleri Bakanı Anthony Eden'in dokunuşları ve fısıltılarıyla kurulan, sonra Amerikan nüfuzunun sızdığı ve ardından da kendisine tahakküm ettiği bu Arap Birliği'nin farkına varmanızın zamanı gelmiştir. Zira bu birlik, Batı'nın kendisinden talep ettiklerini uygulayan, Müslümanların ülkelerine hakim olmak ve servetlerini yağmalamak hususunda Batı'nın işini kolaylaştıran sömürgeciliğin oyuncağından öte bir şey değildir... Artık kesinlikle Batı'nın liderlik ettiği değişimde hiçbir hayrın olmadığının da farkına varmanızın zamanı gelmiştir... Çünkü onun dışı rahmet içi azaptır. Dolayısıyla Müslümanların çektikleri bütün trajedilerin tek sorumlusu, bizzat açgözlü sömürgeci kafir kapitalist Batı'dır. Nitekim kendilerinden kurtulmak istediğiniz Suriye yöneticileri ile arabuluculuklarını ümit ettiğiniz Arap yöneticileri, bu lanet Batı'nın ajanlarından başka bir şey değillerdir. Dolayısıyla Arap çözümü için yalvarıp durmanız, kavurucu sıcaktan dolayı ateşe sığınan kimsenin hali gibidir. Çözümün sadece Batı ile mümkün olabileceği söylentisi ise tereddütsüz Batı'nın söylediği bir yalandan ibarettir. Hizb-ut Tahrir olarak bizler, dikkatlerinizi güven duyduğunuz Arap Birliği'ne çekmek istiyoruz. Zira o, "Arap Birliği bizi öldürüyor" çığlıkları atacak kadar sizleri hayal kırıklığına uğratmıştır. Aynı şekilde şayet Güvenlik Konseyi gibi olan uluslararası kurumlara güven duyarsanız bu sizleri sadece hayal kırıklığına uğratmayacak bilakis Batı, talepleriniz için Güvenlik Konseyi'nde bir mezar hazırlayacak, istekleriniz onun dehlizlerinde kaybolup gidecek ve Suriye'ye yeni yöneticiler getirmek için kulisler yapacaktır. Dolayısıyla ondan sizlere, komplolardan başka bir şey ulaşmayacak ve başınıza Beşşar gibi olan kişileri atayacaktır! O halde ümit ettiğiniz salih yöneticiyi ortaya çıkarmak için ellerinizle değişimi gerçekleştirin.

Allah'ın izniyle zafer sahibi olacak hayırlı Şam'daki Kararlı ve Sabırlı Müslümanlar!

Hizb-ut Tahrir olarak bizler, sizlere yeniden vurgulamak isteriz ki; Müslümanların elleriyle olmayan her türlü değişim asla Müslümanlara hizmet etmeyecektir. O halde hayrı, sadece ehil olandan talep ediniz ve sakın Arap Birliği ve Güvenlik Konseyi'nin projelerine meyletmeyiniz. Zira bunların hepsi bir hastalık olup asla bir ilaç değildir. Çünkü Arap Birliği, birlik olmaksızın Arap ülkelerindeki mevcut devletlerin bölünmesini korumak için kurulmuştur. Güvenlik Konseyi'nin ilk ortaya çıktığındaki kurulma fikrine gelince; ta o zaman İslam devletini vurmak için kurulmuş olup hala üzerine kurulu olduğu şey üzerine devam etmektedir.

Yine Hizb-ut Tahrir olarak bizler, sizlere yeniden vurgulamak isteriz ki; Allah [Subhânehu ve Te'alâ] için ve Resulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in metodu üzerine olmayan bir değişim, asla gerçek bir değişim olmayacaktır. Bu metot ise bugün, Suriye'de daha önce hiç olmadığı şekilde uygulanabilir bir hale gelmiştir. Zira o, şayet sınırları aşıp nusrete doğru bir geçit bulabilirse kesinlikle önünde hiçbir engel duramayacaktır. Ayrıca o, güçlü subaylara Allah [Subhânehu ve Te'alâ] için bu mücrim rejimi kaldırıp atma ve onun yerine Raşid bir yönetimi getirme imkanı verecektir ki bu yönetim içerisinde insanlar; Müslümanı ve gayrimüslimiyle Allah'ın izniyle vaat edilmiş İslam Devleti'nin olduğu Raşidi Hilafet Devleti'nin gölgesinde adalet ve güvenle mutlu olacaklardır. İşte tüm bu hayır, dünyadaki bütün Müslüman ve gayrimüslimler için olacaktır. Bu, Aziz olan Allah'a hiç zor değildir.

وَنُرِيدُ أَن نَّمُنَّ عَلَى ٱلَّذِينَ ٱسْتُضْعِفُواْ فِى ٱلأَرْضِ وَنَجْعَلَهُمْ أَئِمَّةً وَنَجْعَلَهُمُ ٱلْوَارِثِينَ وَنُمَكِّنَ لَهُمْ فِى ٱلأَرْضِ وَنُرِىَ فِرْعَوْنَ وَهَامَانَ وَجُنُودَهُمَا مِنْهُمْ مَّا كَانُواْ يَحْذَرونَ "Biz istiyoruz ki mustazaflara yeryüzünde lütufta bulunalım, onları liderler yapalım ve (ülkelere) varis kılalım.. Ve yeryüzünde onları iktidar yapalım; Firavun ile Hâmân'a ve ordularına, onlardan (İsrailoğullarından gelecek diye) korktukları şeyi gösterelim." [Kasas 5-6]

Devamını oku...

- Basın Açıklaması - Bakanlar Kurulu Önünde Akıtılan Kanların Amacı, Devrimin Kürtaj Yapılması Olup Bunun Sorumluluğu Askerî Konseye Yüklenilmelidir

Kasr-ı el-Aynî olayları ile vahşî polisin göstericilere yönelik muamele yöntemini gözlemleyen bir kişi, ülkedeki yönetimin dizginlerine sahip olması itibariyle tüm sorumluluğu sadece askerî konseye yüklemekten başka seçenek bulamaz. Nitekim başbakan Dr. Canzurî'nin, özellikle bu hususta gizli anlaşma yaptığının açığa çıkmasının yanı sıra o, güvenlik güçlerinin kurşun kullandığını kesin bir şekilde inkar etmiş ama ölü ve yaralıların düşmesi onun bu inkarını yalanlamıştır. Ayrıca bir genç, el-Cezira kanalı aracılığıyla yaptığı değerlendirmede, yangın söndürme biriminin tam olarak Bilimsel Araştırma Enstitüsü'nün yakınında bulunduğunu açıklamıştır. O halde bu birim, neden yangını söndürmek için harekete geçmemiştir? Buda gösteriyor ki hükümet ve onun arkasında duranlar, tüm sorumluluğun ayaklanan protestocu insanlara yüklenilmesini ve zulme ve zalimliğe karşı gerçekleşen isyanın kürtaj edilmesini istemektedirler.

Askerî konsey, ülkenin ve insanların korunması hususunda üzerine düşeni yerine getirmediği gibi insanlar kendisinden, ortada gizli ellerin yada olayların arkasında üçüncü bir tarafın olduğu sözlerinden başka bir şey işitmemektedirler. Ama askerî konsey, bu hususta işittiğimiz soruşturmalar sırasında bu gizli ellerin yada bu üçüncü tarafın kimler olduğunu belirtmediği gibi daha önce Maspero, Abbasiye ve Muhammed Mahmud caddesi olaylarında meydana geldiği üzere vakıada buna ilişkin herhangi bir etki de göremiyoruz. Ancak insanlar, bu üçüncü taraf hakkında hiçbir şey bilmemektedirler. Binaenaleyh konseyin, eski sistemin uzantısı olarak takip ettiği bu makyavelist politikasıyla, insanları ve güvenliği korumak hususunda güvenli olmadığında hiç şüphe yoktur.

Askerî konsey, dikkatini güvenliği, insanları ve halkın mallarını korumaya çevirmek yerine Amerika'nın hoşnut olması beklenen devletin şeklinin resmedilen çerçeveden çıkmaması için Eski Başbakanın Yardımcısı olan Es- selm'inin belgesinin çıkartması, ardından Danışma Meclisi ve Anayasa için Kurucu Komisyon'un seçilmesine dönük girişimde bulunmak yoluyla laikliği yerleştirmek için çatışmayı başka yöne çevirmektedir.

Bizler deriz ki; askerî konsey, Mısır halkını helaka götürmek üzere çizilen yol haritasını dikte eden Amerika'ya bağlılıktan kurtulmalıdır. Zira Amerika, kendilerine verdiği rol sona erdiğinde daha önce aynen Mübarek ve ajanlarına yaptığı gibi onları da bir bir kurban edecektir. Bunun da ötesinde Dinine ve ellerindeki güce imkan tanımaksızın ifrata kaçmalarından dolayı Allah [Subhânehu ve Te'alâ], onları çetin bir şekilde hesaba çekecektir.

Şüphesiz bizler için tek çözüm, ister Müslüman isterse gayrimüslim olsun kendi gölgesi altında yaşayan herkes için güvenliği ve huzuru geri getirecek olan İkinci Raşidi Hilafet Devleti yoluyla İslam'ı tatbik sahasına koymaktır.

وَمَنْ أَعْرَضَ عَن ذِكْرِى فَإِنَّ لَهُ مَعِيشَةً ضَنكاً "Her kim de benim zikrimden yüz çevirirse şüphesiz onun sıkıntılı bir hayatı olacaktır." [Taha 124]

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER