Pazar, 18 Cumade’l Ûlâ 1447 | 2025/11/09
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

- Basın Açıklaması -

Hizb-ut Tahrir / Endonezya aktivistlerinden yüzlercesi, 13.12.2011 Salı günü öğleden sonra, Cakarta-Endonezya Oteli turu sırasında Papua'daki ayrılıkçı hareketi reddetmeye dönük yürüyüşe katılmışlardır.

Nitekim bu yürüyüş çerçevesinde, Hizb-ut Tahrir / Endonezya'nın siyasî lecne üyelerinden birisi olan Ferit Vecdi, Papua'nın ayrılmasının, acısını çektikleri fakirlik sorununa bir çözüm teşkil etmediği hususunda Papua sakinlerini uyarmış ve Doğu Timor'un Endonezya'dan ayrılmasının insanların refahına yol açmadığına dikkat çekmiştir. Çünkü "Papua ve Doğu Timor'daki fakirliğin sebebi, hükümet tarafından tatbik edilen kapitalist sistemdir." Zira kapitalist sistem, Endonezya'nın doğal kaynaklarını çalmak için emperyalist Amerika'da dahil yabancı işgalcilerin hükümetle birlikte komplolar kurmalarına izin vermektedir.

Bu nedenle tek çözüm, şeriat ve Hilafet'tir. Çünkü Hilafet, bu hırsızlıkların yapılmasına asla izin vermeyecektir.

Ayrıca Ferit Vecdi, İslam şeriatının, Müslümanların Halifesi'ne, Papua sakinleri de dahil ümmetin evlatlarının her bir ferdinin maslahatı için "Timika'daki" altın madenleri de olmak üzere doğal kaynakları denetlemeyi zorunlu kıldığını açıklamıştır.

Bundan dolayı Hizb-ut Tahrir / Endonezya, Hilafet'in kurularak şeriatın tatbik edilmesini vurgulamaktadır. Zira bu, Ferit Vecdi'nin kapanışta söylediği üzere alemlerin Rabbi olan Allah [Subhânehu ve Te'alâ]'nın bir farzı olmakla birlikte insanların refahını sağlayacak bir çözüm olup hem vahdeti hem de devletin bütünleşmesini gerçekleştirecektir.


Muhammed İsmâ'îl Yusanto

حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir
Resmî Sözcüsü
Endonezya

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Mısır'daki Göstericilere Dönük Yapılan Vahşiyane Taciz ve Saldırı Silahlı Kuvvetler Yüksek Konseyi'nin, Mübarek'in Yolunda Yürüdüğünü Pekiştirir!

Mısır halkının, ayaklanmaları hususundaki fedakarlıklarını çalmaya ve otorite üzerindeki kontrol sürecini uzatmaya çalışan baskıcı Yüksek Askerî Konsey tarafından, kadın göstericilere vahşiyane bir şekilde saldırı yapıldığına dair görüntüler ve raporlar ortaya çıkmıştır. Nitekim yakın zamanda yayınlanan bir video kaseti, başörtüsü ve elbisesi yırtılan, vücudunun her tarafı cop ve tekmelerle vahşî bir darba maruz kalan ve Mısır güvenlik güçleri tarafından sokak ortasında soyulup sürüklenen Müslüman kadın göstericilerinden birinin korkunç bir sahnesini ortaya çıkarmıştır. Ayrıca ortada, askerlerin göstericilerin saçlarını çekerek sürüklemesinin yanı sıra siyasî mahkumlara işkence yapıldığından bahseden raporlar da vardır. Bu ise ayaklananları ezme ve Askerî Konseyin yönetimine sessiz kalmalarını sağlama girişiminden ibarettir. Basitçe bu vahşet, ayaklanan insanların öfkesinden kaçmadan önce bu konseyi tayin eden Mübarek rejiminin cürümlerini akla getiren Güvenlik Konseyi güçlerinin muamelede bulunduğu vahşiyane amellerinin son örneğidir!

Hizb-ut Tahrir Merkezî Medya Bürosu Üyesi Dr. Nesrin Nevaz, şöyle bir yorumda bulunmuştur: "Şüphesiz bizler, savunmasız masum göstericilere karşı yapılan üzücü şiddet olaylarının tamamını kınıyoruz. Bu utanç verici vaşî yaklaşım, basitçe Askerî Konsey'in Mübarek'in çizgisinde yürüdüğüne dair başka bir kanıt sunmaktadır. Nitekim konsey, despot Mübarek'in yönetimini miras almasının yanı sıra baskıcı ve düşmancıl siyasî zulümlerini ve kan dökmeyi de sürdürmektedir. Zira bu, Mübarek'in despotik rejimi ve iktidarda kalmaya dönük ümitsiz çabaları sırasında muhalefete karşı kullandığı vahşî baskıcı politikalarını haklı çıkarmak amacıyla tıpkı "istikrarı korumak için" yaptığı meşhur konuşmasında kullanılan bir trajedidir. Dolayısıyla konseyin, muhalefeti susturmak için Mısır'ın genç kızlarına karşı aşağılık araçlardan bir aracı kullanma girişimi, sadece ona vebal yüklemekte ve kendisine dünyanın gözünde aşağılanma getirmektedir. Şayet konsey, bu siyasî ‘'baltacıların'', Mısır kadınlarının zalim yönetime karşı olan ısrarlarını durduracağını sanıyorsa kesinlikle yanılmış olacak ve bu ‘'baltacılar'', onların değişime yönelik kararlılıklarını artırmaktan başka bir şeye neden olmayacaktır."

Merkezî Medya Bürosu Üyesi şunları da eklemiştir: "Bu baskıcı uygulamalar bir kez daha göstermektedir ki eski rejimin kalıntıları, Mısır'ın siyaset sahnesinde asla şeklî değişimden başka bir şey getirmeyecek ve gerçek devrim henüz gerçekleşmiş olmayacaktır. Bu da Askerî Konsey'in, iktidara kuvvetle tutunmayı hedefleyip "anayasa ilkelerinin koruyucusu olan" ideolojiyi benimsemesi yoluyla hala yönetim üzerindeki karanlık gölgesini sürdürdüğü bir sırada gerçek değişimin olmayacağına dair başka bir kanıttır. O halde Mübarek rejiminin bütün kalıntılarının kökünden sökülüp atılması gerektiği gibi ordunun, iktidara tutunmak yerine ülkeyi korumak için gerçek rolüne geri dönmesi gerekmektedir..."

Dr. Nesrin; ardından Amerika Birleşik Devletleri'nin sahteliğini ve iki yüzlülüğünü açıklamış ve şöyle demiştir: "Sürekli renk değişkenliği ile bilinen Amerika Birleşik Devletleri'nin yaklaşımı doğrultusunda hareket eden Dışişleri Bakanı Hillary Clinton, Mısırlı kadın göstericilerin soyulmasını ve onlara vurulmasını kınamış ancak aynı zamanda hükümeti, kalabalıkları kontrol etmek amacıyla hala çeşitli güvenlik yardım türleri ve rejime gelişmiş baskı araçları sağlayarak işlenen bu cürümleri desteklemeyi sürdürmüştür... Bütün bunları ise kendi çıkarları yolunda itaatkar bir araç olarak ülkedeki liderliğini korumak amacıyla yapmaktadır. Şayet hala sayın Clinton, hükümeti utanmadan son nefesine kadar Mübarek rejimini desteklediği zaman diliminde Mısır'daki kadın hakları üzerindeki her türlü ahlakî otoritenin sürdüğünü düşünüyorsa yanılıyor olmalı. Zira 2005 yılındaki parlamento seçimlerindeki manipülasyona karşı olan gösterileri sırasında aynı yöntemi takip ederek kadın aktivistlerin elbiselerini soyan, saldıran ve onları taciz eden bizzat aynı rejimdir."

Dr. Nesrin yorumunu şu sözlerle sona erdirdi:

"Ey Mısır'daki Müslüman Erkekler ve Müslüman Kadınlar!

Şu an sürmekte olan seçimler hakkında deriz ki; rejim, bu seçimlerin yetki gücünü boşa çıkarmıştır. Zira bu seçim, Askerî Konsey'in devlet hazinesindeki tahakkümünü sürdüren aciz bir parlamentoyu ve siyasî bir rejimi amaçlamaktadır! Dolayısıyla bu rejim, ülkenin liderliğini güvenli bir sahile doğru götürmeye elverişli değildir. O halde Mısır ve bölge için gerçek bir değişimi getirecek olan bir sistem ikame ediniz ki bu sistem, ırzlarınızı ve hurumatlarınızı koruyacak, baskıcı birimleri ortadan kaldıracak... bütün teba için güven ve güvenliği gerçekleştirecek ve hiçbir ayırım yapmaksızın adaleti kolaylaştıracak olan Raşidi Hilafet'tir.

Bizler, muhlis Mısır ordusunu, askerlerin kardeşlerinin ve bacılarının gerçek koruyucuları olacak olmalarının yanı sıra İslam sancağını ve livasını göklere yükseleceği ve zalimlerin değil de ümmetin gerçek koruyucusu olacak olan Hilafet'i kurarak gerçek bir değişimi ortaya çıkarmak için çalışmaya davet ediyoruz... İşte o zaman giymiş oldukları onurlu elbisenin hakkını idrak etmiş olacaklar ve Allah'ın muhlis kulları olmak için en yüksek derecelere yükseleceklerdir. O halde Allah [Subhânehu ve Te’alâ]'nın, Resulunun ve müminlerin düşmanları olan zalim yöneticilere kulluk ederek onu, en düşük seviyelere indirmeyiniz."

Dr. Nesrin Nevaz
Hizb-ut Tahrir
Merkezî Medya Bürosu Üyesi

Devamını oku...

- Basın Açıklaması - Hayır Ey Müftülük! Bilakis İslam Siyaseti Belli Bir Nizam Emretmiştir; O da Hilafet'tir, Başkasını İse Haram Kılmıştır... Artık Allah'tan Korkun

Mısır Müftülüğü siyasi çoğulculuğun caiz olduğuna, İslam'ın da belli bir siyasi yönetimi belirlemediğine dair bir fetva çıkartıp yayınladı. Fetva; müftülüğün verdiği beyana göre birinci, ikinci ve üçüncü halifelerin tayin ediliş şeklini, Rasulullah (صلى الله عليه وسلم)'in kendisinden sonra belli bir halife tayin etmemesi ve Müslümanların Ebu Bekir [Radıyallahu Anh]'ı seçmesi, Ebu Bekir [Radıyallahu Anh]'ın kendisinden sonra Ömer [Radıyallahu Anh]'ı tayin etmesi ve bir kişi seçilmek üzere Ömer [Radıyallahu Anh]'ın altı kişiyi tayin etmesini delil göstermiştir.

Bu fetvadan bir kasıt var; bu ise Mısır halkına pazarlanmakta olan sivil laik devletin yolunu kolaylaştırmak için insanları saptırmak ve aldatmaktır. Amerika'nın çabaları ve bu gibi fetvaların arkasında duran rejimi temsil eden ajanlarının çabaları başarısızdır. Zira Allah [Subhânehu ve Te'alâ] hem halife kılmayı hem de iktidar sahibi kılmayı vaad etmiş ve şöyle buyurmuştur: (وَعَدَ اللهُ الّذينَ آمَنوا مِنْكُمْ وَعَمِلوا الصّالِحاتِ لَيَسْتَخْلِفَنَّهُمْ في الأرْضِ كَمَا اسْتَخْلَفَ الّذينَ مِنْ قَبْلِهِمْ وَلَيُمَكِنَنّ لَهُمْ دينَهُمْ الذي ارتَضى لَهُمْ) (Allah, içinizden iman edip, salih amel işleyenlere vaad etti ki: "Onlardan öncekileri halife yaptığı gibi -andolsun ki- onları da muhakkak yeryüzünde halife kılacak. Kendileri için seçip be­ğendiği dinlerini onlar için iktidar yapacaktır.)Nur 55 ve Rasulullah (صلى الله عليه وسلم) de bunu müjdelemiş ve şöyle buyurmuştur: (...ثُمّ تَكونُ خِلافةٌ على مِنْهاجِ النُبُوّة، ثُمّ سَكَت) (...sonra nübüvvet minhacı üzere bir hilafet olacaktır, sonra sustu.)

Rabb-ul Âlemin'in farz kıldığı, İslam'daki yönetim nizâmı Hilâfet nizâmıdır. Bu nizamda, Allah'ın Kitâbı ve Rasulu'nun Sünneti üzere bey'at yoluyla, Allah'ın indirdikleri ile yönetmesi için bir Halîfe nasbedilir. Buna ilişkin olarak, Kitâb'dan, Sünnet'ten ve İcmâ'-us Sahâbe'den çok sayıda deliller vardır.

Kitâb'a gelince; Allah [Subhânehu ve Te'alâ] şöyle buyurmuştur: (فاحْكُمْ بَينَهُمْ بِما أنْزَلَ اللهُ ولا تَتَّبِعْ أهْواءَهُمْ عَمّا جاءَكَ مِنَ الحَق) ‘Aralarında Allah'ın indirdikleri ile hükmet ve Sana gelen haktan (sapıp da) sakın onların hevâlarına tâbi olma!'el-Mâide 48 Ve şöyle buyurmuştur: (وأنِ احْكُمْ بَينَهُمْ بِما أنْزَلَ اللهُ ولا تَتّبِعْ أهْواءَهُمْ واحذَرْهُمْ أنْ يَفْتِنوكَ عَنْ بَعْضِ مَا أنْزَلَ اللهُ إليْك) ‘Aralarında Allah'ın indirdikleri ile hükmet! Onların hevâlarına tâbi olma ve Allah'ın Sana indirdiklerinin bir kısmından Seni saptırmalarından sakın!'el-Mâide 49

Sünnet'e gelince; Rasulullah (صلى الله عليه وسلم) şöyle buyurmuştur: (مَنْ خَلَعَ يَدًا من طاعة لَقِيَ اللهَ يومَ القيامةِ لا حُجّةَ لهُ، ومَنْ ماتَ وليسَ في عُنُقِهِ بَيعة ماتَ ميتةً جاهلية)(Kim Allah'a itaatten elini çekerse, Kıyamet gününde lehine hiç bir delil bulunmaksızın Allahu Te'alâ ile karşılaşacaktır. Kim de boynunda -halifeye- biat olmadan ölürse cahiliye ölümü ile ölür.)Müslim ve şöyle buyurmuştur: (كانت بنو إسرائيلَ تَسُوسُهم الأنبياء، كلما هَلكَ نبيٌّ خلفهُ نبي، وإنهُ لا نبيَّ بعدي، وسَتَكونُ خُلفاء فَتَكْثُر، قالوا فَما تأمُرُنا؟ قال: فُوا بِبَيْعةِ الأول فالأول وأعطوهمْ حَقّهم، فإن اللهَ سائلهم عمّا استَرعاهُم)(İsrailoğulları Nebiler tarafından siyaset  ediliyordu. Bir Nebi öldüğünde onu başka bir Nebi takip ediyordu. Artık benden sonra Nebi yoktur. Fakat bir çok halife olacaktır. Oradakiler dediler ki: bu durumda bize ne yapmamızı emredersin? Dedi ki: ilk biat edilene vefakâr olunuz ve onlara karşı olan vazifelerinizi yerine getiriniz. Muhakkak ki Allah, size karşı vazifelerini yapıp yapmadıklarını onlara soracaktır.)Müslim

İcmâ'-us Sahâbe'ye gelince; Allah onlardan razı olsun, onların hepsi de vefatından sonra Rasulullah (صلى الله عليه وسلم)'in ardından bir Halîfe nasbetmenin lüzumunda ittifak ettiler. Hepsi de önce Ebu Bekr'i sonra Ömer'i ve sonra Osmân'ı [Radıyallahu Anhum] Halîfe olarak nasbetmede her birinin vefâtının ardından bütünüyle birleştiler.

İslam'da Yönetim nizâmı'nın şekli Hilâfet'tir. Dünyada bilinen tüm yönetim şekillerinden ayrı olup seçkin bir sistemdir. Gerek üzerine kurulduğu esaslar açısından, gerek işlerin yürütülmesinde gözettiği fikirler, mefhumlar, ölçüler ve hükümler açısından, gerek tatbik ve tenfîz konumuna koyduğu anayasa ve kânunlar açısından, gerekse İslâmî Devleti temsil eden ve tüm dünyada mevcut bütün yönetim şekillerinden üstün kılan şekil açısından...

Yine o; haramlaştıran ve helâlleştiren, güzelin ve çirkinin belirleyicisi olan, yasamanın halka ait olması bakımından ve özgürlükler adı altında şer'î hükümler ile mukayyed olmaması bakımından demokrasi'nin hakikî mânâsı ile demokratik de değildir. Kâfirler, Müslümanların bu hakikî mânâsı ile demokrasi'yi asla kabul etmeyeceklerini idrâk etmektedirler. Onun için Sömürgeci Kâfir devletler [bilhassa bugün Amerika] bunu, demokrasi'nin yöneticiyi seçme aracı olduğu şeklinde saptırma yoluyla ithâl ederek İslâmî beldelerde pazarlamaya uğraşmaktadırlar. Sanki demokrasi'de temel işlev yöneticinin seçimiymişcesine yöneticinin seçimi üzerine odaklanarak bununla Müslümanların duygularını okşadıklarını görürsünüz. Zira bugün Müslümanların beldeleri; baskı, sindirme, zulüm, ağızları kapama ve diktatörlükle müptela olmuştur.

Bu konuda vârid olan nassların araştırılmasıyla, yönetimde ve idârede Hilâfet Devleti'nin organlarına gelince; şer-i delillerin beyan ettiği gibi aşağıda şöyle sıralanmıştır:

1. Halîfe

2. Muâvinler [Tefvîz Vezîrleri]

3. Tenfîz Vezîrleri

4. Vâlîler

5. Cihâd Emîri [Ordu]

6. Dâhilî Emniyet [İç Güvenlik]

7. Hâriciye [Dışişleri]

8. Sanâyi

9. Kadâ [Yargı]

10. İnsanların Maslahatları

11. Beyt-ul Mâl [Hazîne]

12. Medya

13. Ümmet [Şûrâ ve Muhâsebe] Meclisi

İslam'ın belirlediği ve Allah'ın şeriatını kendisiyle tatbik etmek için bulundurulmasını farz kıldığı siyasi nizam budur. Mısır'ın bütün hayat alanlarıyla alakalı problemlerini çözecek yegane nizam budur. Zaten bu problemlere neden olan bu kapitalist, demokrat ve beşeri nizamdır ki, Mısır halkına, dünyada çözmesinden aciz kaldığı bu çözülmeyen proplemleri beraberinde getirmiştir. Bu yüzden Allah [Subhânehu ve Te'alâ]'nın izniyle ne Amerika, ne onun rejiminden olan uşakları ve ne de onların çığırtkanlarının İslam sentezli(!) sivil, laik, demokrat, liberal ve kapitalist devlet anlayışını pazarlamaları asla başarılı olmayacaktır.

Dört raşidi halifenin seçilmesi meselesine gelince bu; çok siyasi teşekküllerin ittifakıyla değil, onların her birinin seçilme yönteminin keyfiyetini belirlemekle alakalıdır. Zira dört halifelerin hepsi raşid halifelerdir. Onların hepsi hilafet devleti aracılığıyla Allah [Subhânehu ve Te'alâ]'nın şeriatını tedrici olmaksızın tam ve hemen tatbik etmişlerdir. Onlardan hiç biri hevasına veya insanların çoğunluğunun hevasına göre siyasi bir nizam tatbik etmemiştir. Bilakis onlar üzerlerine farz kılınmış siyasi nizamı tatbik etmişlerdir. O da Hilafet nizamıdır. Başkası değildir. Bu ise bir çok siyasi teşekkülün ittifakı değildir. Nitekim İslam'daki siyasi nizama göre İslam akidesi esası dışında siyasi partilerin kurulması caiz değildir. Allah [Subhânehu ve Te'alâ] şöyle buyurmuştur: (أفَحَكُم الجاهليةِ يَبْغون)(Onlar hâlâ cahiliyye (İslam öncesi) hükmünü mü arıyorlar?)Maide 50 Ve şöyle buyurmuştur: (إنِ الحكمُ إلّا لِلَّه)(Hüküm sadece Allah'a aittir.) Yusuf 40

Hizb-ut Tahrir bu konuya ilişkin şer'i delillerle birlikte gereken tafsilatları hizbin yayınladığı kitaplar arasında Hilâfet Devleti'nin Cihazları (Yönetimde ve İdârede) isimli kitabında ve İslam Devleti Anayasa Tasarısı ve Esbabı Mucibesi isimli kitabında da beyan etmiştir. Allah [Subhânehu ve Te'alâ] şöyle buyurmuştur:

(إِنَّ الَّذِينَ يَكْتُمُونَ مَا أَنْزَلْنَا مِنَ الْبَيِّنَاتِ وَالْهُدَى مِنْ بَعْدِ مَا بَيَّنَّاهُ لِلنَّاسِ فِي الْكِتَابِ أُولَئِكَ يَلْعَنُهُمُ اللَّهُ وَيَلْعَنُهُمُ اللَّاعِنُونَ)

(Muhakkak indirdiğimiz apaçık âyetlerimizi ve hidâyeti in­sanlara kitapta apaçık bir şekilde bildirdikten sonra gizle­yenlere; işte onlara hem Allah lanet eder, hem de lanet edebi­lecekler lanet eder.)Bakara 159

Devamını oku...

- Basın Açıklaması - Eski Hükümetler Gibi Yeni Hükümetin Sloganı: Yardım İçin Elini Dışarıya Uzatmaktır.

‘Ulusal uyum hükümet' başkanı Muhammed Salim Basenduh Cumartesi günü 10 Aralık 2011 tarihinde Sana'da Cumhurbaşkanı vekili Abd Rabbu Mansur Hadi huzurunda and içti. Hadi, yeni hükümet üyeleriyle görüşür görüşmez hemen Birleşmiş Milletler Konseyinde tam üye olan devlet elçileri, Sana'da bulunan Avrupa Birliği Misyonu Başkanı ve Körfez Arap Ülkelerinin İşbirliği Konseyi Elçileri ile görüştü. Hükümet adına günlük yayınlanan ve Yemen'de Pazar günü 11 Aralık 2011'de çıkan El-Sevre gazetesine göre Hadi'nin ‘Yemen'in diğer kardeş ve dost ülkelerden bir takım destek ve yardım temin edeceğini' umduklarını aktardı.

Ayrıca Basenduh bu hükümetin oluşturma görevini aldıktan sonra, başkanlığını yaptığı ulusal ittifak konseyinde ve 29 Kasım 2011'de yaptığı konuşmada Hadi'den önce davranıp şu sözleri sarf etmiştir: ‘Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirliklerinin Dışişleri Bakanlarına Yemen'in elektrik ve petrol sektöründe acilen yardımlara ihtiyaç duyduğunu ilettim. Her iki dışişleri bakanı da ilgili hususlarda yardım edeceklerini kabul ettiler.' Bu ise Yemen'de günlük çıkan ve 30 Kasım 2011'de yayınlanan El-Ula gazetesinin verdiği haberde geçti.

Bu hükümetin, her ne kadar resmi medya bunun yüzünü ve niteliğini şişirse de ve onun farklı olduğunu nitelendirirse de, geçen 49 sene boyunca yani 1962'den beri kurulmuş diğer hükümetlerden hiçbir farkı yoktur. Diğerleriyle ortak olduğu bir başka husus ise onun açık siyasi bir görüşten ve kalkınma adına gerçek bir programdan yoksun oluşudur. Üstelik ümit bağladığı tek şey dışarıdan yardımın gelmesini beklemektir. Oysa bu durum Yemeni, sahip olduğu servetlerden dolayı zengin olduğu halde, ayakları üstünde durmaktan ve kendi imkanlarına itimad etmekten aciz bir hale getirdi. Bu yüzden para sahibi olan sömürgeci batılı devletlerin cirit attığı ve egemen olduğu bir ülke haline gelmiştir. Nitekim devlet diğer bölgesel devletlerde bulunan aracılar ve maşalar vasıtasıyla direk veya dolaylı olarak bu paralara/finanslara ulaşacaktır.

Müslüman beldelere baktığımızda iki gruptan oluştuğunu göreceğiz: Birincisi; sattığı petrolden gelen büyük gelire sahibi olan grup. Ancak bu geliri sömürgeci batılı devletlerin bankalarına yatırdığı için ondan istifade edemez veya zor günlerde geri çekemez. İkinci diğer grup ise sömürgeci batılı devletlerden yardım dilenen gruptur. Bu gruba, onlar petrol geliri olarak bankalarda yatmakta olan paralardan kredi veya burs verirler ki bütün islami beldelerde tam hakimiyet kurmayı sağlamak içindir.

İslami beldeler daha ne zamana kadar sömürgeci batılı devletlerin planlarına peşkeş edilecek?! Şüphesiz ki Müslümanların malı ve servetleri çıkartılmamalı ve ellerinde kalmalıdır. Böyle olursa onlara fazlasıyla yetecektir. Hatta artar bile ve İslam devletini kurarlarsa Alemlerin Rabbini razı eden güzel bir hayat yaşamalarını sağlayacaktır. Allah [Subhânehu ve Te'alâ] şöyle buyurmuştur:

( وَابْتَغِ فِيمَا آَتَاكَ اللَّهُ الدَّارَ الْآَخِرَةَ وَلَا تَنْسَ نَصِيبَكَ مِنَ الدُّنْيَا وَأَحْسِنْ كَمَا أَحْسَنَ اللَّهُ إِلَيْكَ وَلَا تَبْغِ الْفَسَادَ فِي الْأَرْضِ إِنَّ اللَّهَ لَا يُحِبُّ الْمُفْسِدِينَ)(Allah'ın sana verdiği ile âhiret yurdunu ara! Dünyadan da na¬sibini unutma! Allah sana ihsan ettiği gibi sen de İhsan et! Yer¬yüzünde de fesad isteme. Çünkü Allah fesad çıkaranları sevmez.)Kasas 77

Muhakkak ki sömürgeci batılı devletlerinin Müslüman beldelerinde olan egemenliğine son vermek ancak ‘Müslümanların siyasi varlığı' olan Hilafet devletini ikame etmeden ve İslam ile hükmetmek üzere bir halifeye biat etmeden olmayacaktır. Zira bu halife onların işlerini İslam'a göre gözetecek, beldelerini birleştirecektir. Hâkimiyet kurması, bizi de daha zayıflatmak ve bölmek, kendi çıkarlarına hizmet etmek için sömürgeci batılı devletlerin koyduğu hududları kaldıracaktır. Bu halife ise bunca zilletten sonra onları izzetli kılacak ve malları da dağıttıkça sayısını bilmeyecek ve bitmeyecektir. Nitekim Ahmed bin Hanbel'in Müsnedinde Cabir bin Abdullah [Radıyallahu Anh]'ın Rasulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'den rivayet ettiği şu hadis geçmektedir:

"يكون في آخر أمتي خليفة يحثو المال حثوا لا يعده عدا" (Ümmetimin ahir zamanda bir halifesi olacaktır ki malı dağıttıkça sayısını bilmeyecek ve bitmeyecektir.) Öyleyse ey Müslümanlar bu devleti ikame etmek için Hizb-ut Tahrir ile beraber çalışmada acele edin.

Devamını oku...

El-Kasas, Beyyal Kentinde Konuşma Yapıyor: Ümmetin Devrimi ve Batı'nın Krizleri, Bir İmparatoluğun Can Çekişmesi ve Bir Hadaratın Geri Dirilişidir.

Hizb-ut Tahrir / Lübnan Vilayeti Medya Bürosu Başkanı Ahmed El-Kasas Pazar günü 11 Aralık 2011 tarihinde  Beyyal-Beyrut'ta düzenlenen Arapça kitap fuarında ‘Ümmetin devrimi ve Batı'nın krizleri, bir imparatorluğun can çekişmesi ve bir hadaratın geri dirilişidir' başlıklı bir konuşma yaptı.

Konuşmacı Batı'da meydana gelen protestoların ve Arap bölgesinde var olan devrimlerin gerçeğiyle alakalı fikri, tarihi ve siyasi analiz yaptı. Her ikisinin ortak noktasının ise iki husus olduğunu vurguladı. Birincisi: insanların zulme karşı çıkmasını sağlayan tahriklerin beraberinde getirdiği acılar, ikincisi ise: insanın saygınlığını aşağılamalardır. Bu saygınlık Arap dünyasında; kendi halkına, yönetim kadrosuna hizmet eden bir köle muamelesi yapan baskıcı rejimler tarafından aşağılandı. Tabi ümmetin kimliğiyle hiçbir alakası olmayan, bozuk ve dışarıdan ithal edilmiş anayasaları ve kanunları uygulamaksa daha bir başka. Ayrıca bu saygınlık Batı'da da çılgın ve vahşi olan kapitalist rejim tarafından aşağılanmıştır. Bu rejimler servetlerin çoğunu insanların %2'sinden fazlasını bile temsil etmeyen mal canavarı olan mutlu azınlığın ellerinde tuttu. Tabi maddi değerin diğer insani, ahlaki ve ruhi değerlere galebe çalması ve diğer değerlerin ihmal edilmesi ise daha bir başka. Bu ise hayat ve saadet anlayışının sadece maddi menfaatten, maddi lezzet ve zevklerden en büyük payı almaktan ibaret olduğunu göstermekle olmuştur.

Ayrıca konuşmacı; acılardan doğan devrimler zalim durumun alternatifi olarak belli bir kültür ve ideolojik bir projeden beslenmediği sürece onun sonu ya başarısızlık, ya kullanılmak, ya fiyasko veyahut trajediler ve musibetler ile sonuçlanacaktır. İslam âlemindeki Arap dünyasında meydana gelen ümit dolu devrimler ile Batı'da kapitalizme karşı meydana gelen protestolar arasında yatan temel fark işte budur. Batı'da meydana gelen protestoların dikkat çekici hususu şudur ki, komünizm ideolojisi yıkıldıktan sonra meydana gelen bu protestoların; Batı'nın hadaratı olan kapitalizmin yerine alternatif nitelikli bir kültür ve ideolojik bir projeden destekli olmayışıdır. Böylece bu hareket ufku tıkanık ve büyük ölçüde ümitsiz bir harekettir. Şayet Batılı toplumların alternatif olarak siyasi bir projesi olsaydı, batılıların siyasi iradesini gerçekleştirmek için metod olarak kullandığı seçim proğramlarında bir şekilde konuşulurdu, belirirdi. Bu esasa göre bu gösterilerin iki temel delaleti vardır: Birincisi; kapitalist ekonomisini inkar edercesine reddetmek, ikincisi ise; Batılı demokrasisinin ve seçim oyununun bütün çıplaklığıyla açığa çıkmasıdır. O kadar ki batılılar bile yapılan seçimlerin, insanlara musallat olan yönetim kadrosuna daha sonuçlar belli olmadan sadece önceden belirlenen kişilere meşruiyet kazandırmak için bir aldatmaca olduğuna artık kanaat getirmişlerdir. Bu yönetim kadrosu ise Baronlar tabakası ve mal canavarlarından oluşmaktadır.

Arap bölgesinde cereyan eden devrimlere gelince; her ne kadar o ilk çıkışında acılardan kıvranan kesilmiş bir kurbana benzese de, ancak bu hareket gerçekte hayatın ölüme yüz tutmuş bir cesede geri gelmesi, sinir organının aktif olup kendi iradesini dile getirmeye başlamasıdır. Bütün bunlardan en önemlisi ise ümmet kendi geleceğini çizebileceğine ve kendi işlerini çekip çevirebileceğine muktedir olduğunu hissedip güven duygusunu geri kazandıktan sonra, kültürel ve ideolojik birikimlerine dönüp baktığında önünde İslam akidesinden fışkıran ve hayata bakış açısına uygunluk arz eden tastamam siyasi bir projenin bulunduğunu görür. Bu proje ise fikri, anayasal ve yargısal olan İslami siyasal projedir. İşte bu nedenledir ki Arap bölgesinde bulunan devrimler; sadece kitaplar arasında değil, ümit dolu gelecek ve bu ümmetin aydın evlatlarının zihinlerinde çizilen ufuklarla belirginleşmiştir, dedi.

Devamını oku...

Fransa'ya Uygulanacak En Güzel Yaptırım Laiklik ve Milliyetçiliği İade Etmektir

  • Kategori Türkiye
  •   |  

Fransız Parlamentosu, Türkiye'nin gerçekleştirdiği tüm engelleme çabalarına rağmen 22 Aralık Perşembe günü Ermeni Soykırımı olduğunun inkârını suç sayan yasa tasarısını çok ufak bir katılım sayısı ile oylayarak kabul etti. Böylece yasanın kabulünden önce yapılan tüm girişimlerin hiçbir işe yaramadığı ve Fransa üzerinde bir etkisinin de olmadığı göründü. Ancak şu bilinmelidir ki, kararın kesinleşmesi için Şubat ayında Fransız Senatosu'nda oylanarak kabul edilmesi gerekmektedir. Şubat ayında gerçekleşecek olan bu oylama da ret kararı çıkarmak isteyen Hükümet ise yasanın kabulünden sonra tepkisini daha ağır bir şekilde dile getirdi. Başbakan Erdoğan yaptığı açıklamada: "Fransa ile tüm askeri, siyasi ve ekonomik ilişkilerin askıya alındığını" duyurdu.

Yaşanan bu olay bazı hakikatleri hatırlamamıza neden olmaktadır. Şöyle ki:

1- İster Fransa isterse diğer Batılı sömürgeciler olsun hepsi de Türkiye gibi halkı Müslüman ülkelerin dostu değil düşmanlarıdır. Şanlı ecdadımızı "eli kanlı katil ve caniler" olarak gösterenler, asla dostumuz olamazlar.

2- Türkiye'nin Fransa'ya uygulayacağını açıkladığı yaptırımların hepsi geçicidir. Zira Türkiye için kritik önemde olan Avrupa Birliği üyelik müzakerelerinin Fransa'nın desteği olmadan ilerletilmesi mümkün değildir. İkincisi, Türkiye'nin Dünya Ticaret Örgütü gibi uluslararası kurumlara ve hükümlere bağlılığı nedeniyle ekonomik ilişkilerinde dilediği gibi hareket etme hakkı yoktur. Keza askeri olarak da NATO gibi bağlayıcı ittifakları dolayısıyla, Fransa gibi bir ülkeye aklına estiğince yaptırımlar uygulaması kolay değildir. Yani açıklanan hususların hiçbirisi gerçek manada bir yaptırım değildir.

3- Fransa'ya uygulanması gereken en büyük yaptırım, 1789 Fransız İhtilali'nden sonra ortaya çıkan ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin esaslarından olan laiklik ve milliyetçilik düşüncesinin bir daha benimsenilmemesi üzerine reddedilmesidir.

4- Zamanında Fransa Kralı Fransuva'ya dönemin Osmanlı Halifesi Kanuni Sultan Süleyman Han tarafından verilen mesajın gücü, ki şöyleydi: "Ben ki; Sultanların Sultanı, hakikatlerin burhanı ve yeryüzünün taç dağıtan sahibi, Akdeniz'in, Karadeniz'in, Rumeli'nin, Anadolu'nun, Karaman'ın, Rum'un, Zülkadriye'nin, Diyarbakır vilayetlerinin, Kürdistan'ın, Azerbaycan'ın, İran'ın, Şam'ın, Halep'in, Mısır'ın, Mekke ile Medine'nin, Kudüs'ün, bütün Arabistan'ın, Yemen'in ve daha nice memleketlerin ki, büyük ecdadımın, (Allah onların burhanlarını nurlandırsın) kahir kuvvetleri ile feth eyledikleri ve Cenab-ı Hakk'ın bana nasip eylemiş olduğu, ateş saçan kılıcımızla zafer kazanarak feth eylediğimiz nice diyarın Sultanı ve Padişahı, Sultan Beyazıt Han oğlu, Sultan Selim Han oğlu, Sultan Süleyman Han'ım. Sen ki; Fransa vilayetinin beyi Françesko'sun." Kanuni'nin bu azametli mesajı Hilafete ve Ümmet anlayışına dayanmaktadır. Bugün ise Sarkozy'i telefonlara dahi çıkaramayan güçsüzlüğün nedeni, bu fasid laiklik ve milliyetçilik değil midir?

5- Yine Fransa gibi özgürlükçü Batılılardan öğrenilen düşünce özgürlüğü bağlamında, bugün sözlerinden övgüyle bahsedip gururlandığımız bu dirayetli Halife, Kanuni Sultan Süleyman'ın hayatını pervasızca ve yalan yanlış şekilde kötülemeye çalışanlar da maalesef bu ülkede bulunmaktadırlar. Acaba Başbakan Erdoğan'ın bu rezilliği bitirmeye kudreti yok mudur?

6- Eğer bugün Halife Sultan Abdulhamit Han gibi yöneticilerimiz olsaydı, zamanında yine Fransa da oynanan bir oyun ile alakalı olarak gönderdiği mektubun neticesinde nasıl ki, oyunda görev alanlar Fransa'dan hemen gönderildilerse, bugün de o oylamaya katılan 37 vekil derhal sınır dışı edilirdi. Bu yöneticilerin bu kadar güçlü olmalarının nedeni, Müslümanların hepsinin yöneticisi olmalarından yani Hilafet'ten kaynaklanmakta idi.

 

Öyleyse bugün yapılması gereken en öncelikli husus, Müslümanları eskiden olduğu gibi güçlü ve dirayetli, sömürgeci kâfirleri de zayıf ve zelil kılacak olan birleşmenin, yekvücut olmanın, tek devlet olmanın yani Hilafet'in zamanıdır.

 

لِمِثْلِ هَذَا فَلْيَعْمَلِ الْعَامِلُونَ Çalışanlar işte bunun için çalışsınlar.


Devamını oku...

-Basın Açıklaması- 2012 Yılı Bütçesi Halkın Sırtına Yüklenen Bir Kambur Olacaktır

AK Parti hükümetinin hazırladığı 2012 yılı bütçesi 21 Aralık 2011'de TBMM genel kurulu tarafından kabul edildi. Kabul edilen bütçe giderleri 350,9 milyar TL, bütçe gelirleri 329,8 milyar TL olarak belirlenirken bütçe açığının 21,1 milyar TL olması öngörüldü. Ayrıca vergi gelirlerinin de 277,7 milyar TL olması beklenmektedir.

Anlaşılan o ki, Hükümetin bu bütçeden vergi gelirleri olarak 277,7 milyar TL bekliyor olması ve 21,1 milyar TL olan bütçe açığını yine halktan toplayacakları vergilerle kapatacak olması, geçmiş senelerde olduğu gibi bu sene de tüm bunları halkın sırtına yüklemek niyetinde olduğunun apaçık bir göstergesidir. Bu bütçe bir avuç kapitalist azınlığı mutlu ederken ve onların servetlerine servet katarken, maalesef gariban ve yoksul olan bu halk her zamanki gibi rahat bir gün yüzü görmeyecek ve üzerine yüklenen bu kamburdan dolayı rahat bir nefes alamayacaktır.

Her amelin bir esası vardır. Esas sağlıklı olursa, bina da sağlıklı olur. Eğer batıl olursa üzerine bina edilen de batıl olur.  Hazırlanan bu bütçe ise, Ümmet'in temel inancı olan İslami Akide esası üzerine bina edilmemiş, tam tersine zalim Kapitalist esas üzerine bina edilmiştir. Zira bütçedeki açık, bizzat servetin dağılımını dikkate almaksızın ekonomik büyümenin artırılmasıyla çözülmektedir ki bu da Kapitalizm akidesindendir. Bu politikalar, insanların genelinin ve fakirlerinin kendisinden faydalanmaksızın sadece kapitalistlere hizmet etmektedir.

Bununla birlikte bu bütçe, İslami Şeriat'ten fışkıran şer'i hükümlere dayanmamaktadır. Örneğin satış vergisi, gelir vergisi, ticari ihracat ve ithalata uygulanan gümrük vergileri, akaryakıt vergisi ve buna benzer diğer bir takım vergilerin tamamının insanlara uygulanması İslam'ın müsaade etmediği vergilerdir. Diğer taraftan iç ve dış kredilerden vergi ve faizin alınması ve bir takım kamu mülkiyeti adı altında malların özelleştirilmesi de İslam'a aykırıdır ve bu tür uygulamaların tamamı haramdır. Bunlara ilaveten bu bütçe, İslam'ın belirlediği önceliklere de aykırıdır. İslam kalkınmayı teşvik etmiştir, ama fakirlerimizin sırtına binerek değil! Bundan ötürü ülkede fakirlik ve açlık olduğu zaman, insanların temel ihtiyaçlarının giderilmesi, zorunlu olmayan kalkınma projelerinden çok daha önceliklidir.

Kapitalizmin dünyadaki başarısızlığının gözü olan herkese apaçık olduğu bir zamanda mevcut yöneticiler, hala Kapitalizm ideolojisine sıkı sıkı sarılmaktadırlar. İşte bu, yöneticilerimizin ancak Batılı Devletlerin hayranı olduklarına dair bir kanıttır. Nitekim İslâm, para hakkındaki devletin gelirlerini açıklayıp belirlediği gibi, onun harcama yolunu da belirlemiştir. İslâm'daki İktisat Nizamı'nın hedefi, insanların temel ihtiyaçlarını karşılamaktır, yoksa sadece ekonomik büyümenin gerçekleştirilmesi değildir.

Muhakkak ki İslâm, Beyt-ul Mal'ın [devlet hazinesinin] daimi gelir kaynaklarını; harâc, cizye, ganimetler, fey, petrol, madenler ve benzerleri gibi çeşitli türleriyle kamu mülkiyeti gelirleri, devlet mülklerinin gelirleri, definenin ve madenlerin beşte biri ve hak sahibi sekiz sınıftan başkasına harcanmayan zekât olarak belirlemiştir. Dolayısıyla vergiler ve gümrükler, aslen Beyt-ul Mal'ın gelirlerinden olmamıştır. Devlet, zorunlu harcamaları [ikincil ve zorunlu olmayan değil] kapatmak için vergiler koymak zorunda kalırsa, o takdirde muktedir [zengin] olanların mallarının fazlalıkları üzerine doğrudan vergiler koyar. Dahası devlet, halkından her bir ferdin yiyecek, giyecek ve mesken gibi tüm temel ihtiyaçlarını karşılayarak ve istikrarlı geçime ulaşasıya kadar müşfik davranarak tebâsını gözetmekle de mükelleftir. Allah [Azze ve Celle] şöyle buyurmaktadır:

اسْتَجِيبُوا لِرَبِّكُم مِّن قَبْلِ أَن يَأْتِيَ يَوْمٌ لا مَرَدَّ لَهُ مِنَ اللَّهِ مَا لَكُم مِّن مَّلْجَأٍ يَوْمَئِذٍ وَمَا لَكُم مِّن نَّكِيرٍ "Allah'a karşı hiçbir direnci olmayan gün gelmezden evvel, Rabbinize icâbet edin, o gün sizin için ne bir sığınak, ne de bir itiraz vardır." [eş-Şûrâ 47]

 

Devamını oku...

Hoşlanmayanlar İstemese de Kuşkusuz İslam Elbette Gelecektir

Cezayir asıllı Fransız bir bakan 'ılımlı' İslam diye bir şey olmadığını söyleyerek, son zamanlarda Tunus, Fas ve Mısır'da İslami partilerin seçimlerde elde ettikleri başarılarından  kaygılı olduğunu belirtti.  Fransız gençlik devlet bakanı Chanet Bougrab,  Leo Parisiyan gazetesine verdiği demeçte İslam şeriatına dayalı bir yasama ‘Muhakkak surette hak ve hürriyetlere bir takım kısıtlamalar getirir dedi.

Ne kadar saptırırlarsa saptırsınlar muhakkak ki insanların İslam'a yönelişi fıtridir. Zira ümmet kapital ve dikte rejimleri reddetmiş ve Arap memleketlerinde cereyan eden devrimler insanların İslam'ı arzuladığını bariz bir şekilde ortaya koymuştur. Bu ise Batı'yı heyecanlandırmış ve bir kâbusa kapılmasına neden olmuştur. O kadar ki kendi ölçülerine göre belirlenmiş olan ‘Ilımlı' İslam'dan bile korkmaya başlamışlardır!! İşte Fransız bakan ‘Ilımlı' İslam'a bile saldırıp İslam şeriatına dayalı bütün yasamaların başta inanç hürriyeti olmak üzere hürriyetlere ve haklara karşı tehlike arz ettiğini iddia etti.

Ey Müslümanlar!

Şüphesiz Batı; İslam'ın akidesiyle ve nizamıyla hayat ortamına Hilafet'i ikame etmek suretiyle geri gelmesinden endişe etmektedir. Bu ise Batı için çıkarların kaybolması ve Müslüman beldelerinden kovulması demektir. Zira onlar bu beldelerde bulunan servetleri ve bereketleri kendilerininmiş gibi kullanıp eğleniyorlar. Çünkü Batı sivil demokrat devletlerden, hatta rejimlerin İslam adını almasından da endişelenmiyor. Ancak onlar şer-i hükümlerin rejimin yasama kaynağı olmasından endişeleniyor.

Ey Müslümanlar!

Şüphesiz Batı İslam'ın geri gelmemesi ve Hilafet'in ikame edilmemesi için gece gündüz çalışmaktadır. Bunun karşısında dünyayı içinde bulunanlarıyla birlikte yaratan Allah [Subhânehu ve Te'alâ] bize emrederek şöyle buyurmuştur: (فَلا وَرَبِّكَ لا يُؤْمِنُونَ حَتَّى يُحَكِّمُوكَ فِيمَا شَجَرَ بَيْنَهُمْ ثُمَّ لا يَجِدُوا فِي أَنفُسِهِمْ حَرَجًا مِمَّا قَضَيْتَ وَيُسَلِّمُوا تَسْلِيمًا) (Hayır, Rabbine andolsun ki, aralarında çıkan anlaşmazlıklarda seni hakem yapıp, sonra da verdiğin hükümden dolayı içlerin­de hiçbir sıkıntı duymadan tam bir teslimiyetle teslim olmadık­ça iman etmiş olmazlar.)Nisa 65 bu nedenle gece gündüz var gücümüzle ve hızlı bir şekilde hayatımızın küçük ve büyük her alanında Allah [Subhânehu ve Te'alâ]'nın şeriatını hakem ve hâkim kılmaya çalışmamız gerekir. bu ise ancak Allah [Subhânehu ve Te'alâ]'ın vaadi ve Resulu [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in müjdesi olan Hilafet'i ikame etmekle mümkün olur. Hizb-ut Tahrir olarak biz sizleri nübüvvet minhacı üzere hilafeti ikame etmek için bizimle beraber çalışmaya davet ediyoruz. Böylece Kur'an yönetim sahasına dönmüş ve Resulullah (صلى الله عليه وسلم)'in bayrağı bütün bayrakların üstünde hem de çok yükseklerde dalgalanmış olacaktır. Zira bu Allah [Subhânehu ve Te'alâ]'ya göre güç değildir.

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER