Pazar, 18 Cumade’l Ûlâ 1447 | 2025/11/09
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

CUMHURİYET BAYRAMI MÜSLÜMANLARIN BAYRAMI DEĞİLDİR

  • Kategori Türkiye
  •   |  

Cumhuriyet’in 29 Ekim 1923’te kurulması, Türkiye’de her sene bayram olarak kutlanmakta, yayın organları ve hutbeler üzerinden Müslüman halka Cumhuriyet’in faziletleri anlatılmakta, çocuklara okullarda ve tören alanlarında gösteriler yaptırılmakta ve farklı birçok şenlik düzenlenmektedir. İslam’a göre haram olan bu kutlamalarla alakalı olarak şunlar söylenebilir:

Birincisi; Evvela Cumhuriyet bir bayram vesilesi değildir. Müslümanlar nazarında iki bayramdan başka hiçbir bayram yoktur, bunlar da Ramazan ve Kurban bayramlarıdır. Rasulullah (SallAllahu Aleyhi ve Sellem) Medine’ye vardığında orada iki günün bayram olarak kutlandığını görünce şöyle buyurmuştu: « أبدلكم الله تعالى بهما خيراً منهما، يوم الفطر والأضحى » “Allah bunları sizin için daha hayırlı olanlar ile değiştirdi: (Bunlar) Ramazan Bayramı ve Kurban Bayramı'dır.”

İkincisi; Cumhuriyet rejimi Osmanlı Hilafet Devleti’nin enkazı üstüne kurulmuş, İslam’a ve Müslümanlara karşı açıkça savaşmış, Müslüman toplumda yıllarca ve halen etkisi süren yıkıcı tahribatlar yapmıştır. Bunu da “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” anlayışı ile yapmıştır. Oysa siyasi bir kavram olarak egemenlik, insanlar arası ilişkilere dair kanunları, fikirleri, çözümleri gerektirir ki, bunların pozitivist bir bakışla insan aklından alınması doğru değildir. Zira bu “Egemenlik şer’i ahkâmındır” esasını getiren İslam’a tamamen ters olduğu gibi, aklen de sahih olması mümkün değildir.

Üçüncüsü; Cumhuriyet, Batılı Kâfir Kapitalist İdeolojinin yönetim şeklidir. Çünkü Ortaçağ Avrupası’nda ortaya çıkmış, Demokrasi ve Laiklik [Dinsizlik] ilkeleri ile bütünleştirilmiş, böylece Kapitalist İdeoloji’nin esasları oluşturulmuştur. Bugün dünya çapında Müslümanların başına gelen her ne varsa, bu Kapitalist İdeoloji’nin ürünü değil midir? Bu yönüyle Cumhuriyet, dünya çapında ve bilhassa İslami coğrafyada güçlü ve etkili bir sömürgecilik silahı olarak kullanılmıştır/kullanılmaktadır. Zira insanların yönetimine gelen güç odakları, demokratik veya göstermelik seçimler yoluyla iktidara gelmişler, halkın temsilcisi görünümünde olarak diledikleri kanunları meclislerde çıkarmışlar ve ülkeleri birer uydu devlet haline getirmişlerdir. Etrafa baktığımızda, bunun birçok örneğini görmek mümkün olacaktır.

Müslümanlar unutmamalıdır ki, dün idama mahkûm edilip çirkin bir ölümle öldürülen Saddam’ın rejimi de Cumhuriyettir, bugün sedye üzerinde mahkemesi görülen Hüsnü Mübarek’in rejimi de Cumhuriyettir, linç edilerek rezil bir akıbete uğratılan Muammer Kaddafi’nin rejimi de Cumhuriyettir, ülkesinden arkasına bakmadan kaçan Zeynel Abidin bin Ali’nin rejimi de Cumhuriyettir, şu günlerde halklarına savaş açıp her gün onlarcasını vahşice katleden Beşşar el-Esed ve Ali Abdullah Salih’in rejimleri de Cumhuriyettir, zindanlarda her tür insanlık dışı işkenceleri masum insanlara reva gören Özbekistan zalimi Kerimov’un rejimi de Cumhuriyettir…

Akla gelen/gelmeyen pek çok ülkede Cumhuriyet, insanlar için baş belası, sömürgecilik maşası, katliam aracı haline gelmiştir. Türkiye’de de onlarca yıl boyunca süren diktatörlük, Cumhuriyet’in muhafaza ve müdafaasını esas almış, son dönemde yaşanan değişim ve reform süreci ise Cumhuriyet’i ıslah ve bekasını koruma projesi halini almıştır. Sanılanın aksine Türkiye’deki Cumhuriyet’in, örneğin Mısır’daki Cumhuriyet’ten esasında hiçbir farkı yoktur. Çünkü kaynağı, örnekliği, işleyişi ve fonksiyonları hep aynıdır. Farklılık Cumhuriyet’in seçimlerden ibaret olduğu vehminden doğmakta ve Türkiye’de serbest seçimlerin yapılmasından kaynaklanmaktadır.

İşte Hizb-ut Tahrir olarak bizler, Müslüman Türkiye halkını bir kez daha İslam’a göre haram olan bu kutlamalardan uzak durmaları konusunda uyarıyor ve Müslümanlar için gerçek bayram olacak olan Hilafetin yeniden inşası için çalışmaya davet ediyoruz.

Ey Kerim Kardeşler! Böylece bu sene, başımızda cumhuriyet gibi küfür sistemlerinin bulunduğu, insanlığın kapitalizmin pis kokusundan kırıldığı, Müslümanların beldelerinde kanların akıtıldığı, namusların ayaklar altına alındığı, çığlıkların ve haykırışların göklerde acıyla yankılandığı son sene olsun. Yaşanan baharlar Ümmet’in baharı haline dönüşsün. Cumhuriyet sistemi yıkılsın, tarihin çöplüğüne kara bir leke olarak karışsın ve Râşidî Hilâfet Devleti -Allah’ın izni ve yardımıyla- en kısa sürede kurulsun inşaAllah. Muhakkak ki bu, Allah’a hiç de zor değildir.

لِلَّهِ الأَمْرُ مِن قَبْلُ وَمِن بَعْدُ وَيَوْمَئِذٍ يَفْرَحُ الْمُؤْمِنُونَ بِنَصْرِ اللَّهِ يَنصُرُ مَن يَشَاء وَهُوَ الْعَزِيزُ الرَّحِيمُ “Önce de sonra da emir Allah’ındır. İşte o gün, mü’minler de Allah’ın zaferiyle ferahlayacaklardır. Allah dilediğine zafer verir. O, Azîz’dir, Rahîm’dir.” [er-Rûm 4-5]

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Hizb-ut Tahrir / Türkiye Vilayeti, Van'da Meydana Gelen Deprem Felaketi Sonucunda Ölenlere Allah'tan Rahmet, Ailelerine Başsağlığı ve Yaralılara Acil Şifalar Diler

23 Ekim sabahı Van'da meydana gelen deprem, onlarca kişinin ölümüne, onlarcasının yaralanmasına ve büyük maddi kayıplara yol açmıştır. Bu bağlamda Hizb-ut Tahrir / Türkiye Vilayeti aşağıdaki hususları vurgular:

 

1. Öncelikle bu deprem felaketi sonucunda ölenlere Allah'tan rahmet, ailelerine sabır ve başsağlığı diler.

2. Başta ölenlerin aileleri olmak üzere bu deprem felaketinde mağdur olanların tüm maddi zararlarının devlet tarafından tazmin edilmesini talep eder.

3. Bu tür afetlerin sonucunda bir daha böylesi ölümlerin ve maddi zararların yaşanmaması için ilgili devlet yetkililerinden gerekli önlemlerin eksiksiz olarak önceden almasını talep eder.

4. Son olarak deprem, sel ve yangın olmak üzere bu tür yaşanan tabii afetlerin özelde Türkiye'de ve genelde dünyadaki Müslümanlar için Allah [Azze ve Celle]'den bir uyarı ve imtihan olduğunu idrak edip bundan sonraki yaşamlarını Allah'ın emir ve yasaklarına göre düzenlemelerini temenni eder.

 

ٱلَّذِينَ إِذَآ أَصَابَتْهُم مُّصِيبَةٌ قَالُواْ إِنَّا للَّهِ وَإِنَّـآ إِلَيْهِ رَاجِعونَ "Onlar ki kendilerine bir musibet isabet ettiğinde şöyle derler: Allah'tan geldik Allah'a döneceğiz." [el-Bakara 156]

 

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Hizb-ut Tahrir / Türkiye Vilâyeti, Hakkâri'de Acımasızca Katledilen Evlatlarımıza Allah'tan Rahmet, Yakınlarına Başsağlığı ve Yaralılara Acil Şifalar Diler

19 Ekim sabahı Hakkâri'de eşzamanlı düzenlenen saldırılar sonucu, şu ana kadarki bilgilere göre, 24 asker hayatını kaybetti, 18'i de yaralandı. Dün de Bingöl'de 5 polis ve 4 sivil benzer bir saldırıda hayatını kaybetti.

Yıllardır kanayan Kürt meselesinin, son dönemde yeniden alevlenme sürecini dikkatle izleyenler şunu göreceklerdir: Bu, sadece Türkiye Cumhuriyeti devleti ile PKK örgütü arasında yaşanan veya Kürtlerin siyasal, sosyal ve kültürel haklarının verilmesi hakkında olan veya Türkiye Cumhuriyeti'nin güya bölücü teröristlere karşı giriştiği bir savaşın ürünü olan bir mesele değildir. Bunlar sadece görüntüdür. Meselenin aslı, Müslümanların toprakları üzerinde Müslümanların evlatları arasında Müslümanların liderliğine soyunan liderler tarafından icra edilen ve Kâfirlerin başkentlerinde tasarlanan bir çatışma olmasıdır. Aktörleri içimizdeki odaklar olsa da esasen çatışma, Sömürgeci Kâfirlerin güç ve nüfuz çatışmasından ibarettir. Zira Amerika, meselenin zehri olan demokrasiyi panzehir diye takdim eden yöneticiler eliyle Kürt meselesini siyasallaştırmak istemektedir. İngiltere ise Amerika'nın bu yolla İngiliz geleneklere bağımlı devleti kendi yörüngesine kaydırmaya çalışacağını fark etmektedir. Bu nedenle İngiltere, hem ordudan hem de PKK'dan olan uzantılarını kullanarak Kürt meselesini, Amerika'nın istediği şekilde siyasi bir mesele haline gelmekten uzaklaştırıp salt-güvenlik meselesine dönüştürmek için hem askerî operasyonların hem de şiddet eylemlerinin tahrik edilmesini sağlamaktadır. İşte son derece planlı organize edilmiş bu son olayları ile öncesindeki olaylar, birbirinin devamı niteliğinde olan halkalardır ve evlatlarımızın nezih kanları böylesi iğrenç siyasi projeler uğrunda heder edilmekte, ocaklarına ateş düşürülmektedir. Oysa tek bir Müslümanın bir damla kanının bile akıtılması, Allah katında Kâbe'nin taş taş yıkılmasından daha ağır bir cürümdür.

Ümmetin evlatları arasında, Ümmetin evlatları eliyle uygulanmak istenen ve Müslümanların canlarına, mallarına ve varlıklarına kasteden bu ve benzeri şerir plânları boşa çıkarmak, tahriklere kapılarak zalimlerin çıkarmaya çalıştığı yangına körükle gitmemek, Türk olsun, Kürt olsun, hangi ırktan, renkten, dilden olursa olsun, tüm Müslümanların, hatta insanlıktan birazcık nasibi olan herkesin kaçınılmaz vazifesidir. Bu da ancak Kâfirlerin uşaklığını yapan, kin, düşmanlık ve nefret tohumları saçan, yeri ve göğü fesada boğan tüm yöneticilerin ve fitnecilerin çarkını kıracak olan İslâmî Hilâfet Devleti'nin el-birlik kurulmasıyla mümkündür. Hepimizin Rabbi olan Allah [Subhânehu ve Te'alâ] şöyle buyurmuştur:

وَاعْتَصِمُواْ بِحَبْلِ اللّهِ جَمِيعاً وَلاَ تَفَرَّقُواْ "Hep birlikte Allah'ın ipine (İslâm'a) sımsıkı yapışın ve sakın parçalanmayın!" [Âl-i ‘İmrân 103]

Devamını oku...

Ey Suriye'deki Müslümanlar! Kurtuluşunuzun Ulusal Konsey İle Olacağını Zannetmeyin... Zira O Sizin Lehinize İnşa Edilmedi!

Suriye devriminin yedinci aya ve otuzuncu cumaya girmesiyle birlikte Suriye rejiminin caniliğine rağmen günbegün cesur ehlimiz değişim iradesine sahip olduklarını ispatladılar. Rejimi devirmedeki kararlılığı artan bir devrim olduğu için Amerika, kırk yıl boyunca bölgede kendi çıkarlarını ve Yahudi varlığının çıkarlarını gerçekleştirmek için meydana getirdiği baba ve oğul Esad rejiminin artık devrilmek üzere olduğunu anladı. Rejimi desteklemek ve daha fazla kan dökmek için ona karşılıklı olarak siyasi entrikalar çevirerek zaman vermenin bu rejimin ayakta kalması için bir yararı olmadığını da anladı. Ancak bu bir zaman meselesidir. Suriye'nin düşmana karşı engel teşkil eden direnişçi ülkesi olduğu yönündeki söylemlerle insanları aldatma işinde yolun sonuna gelmiştir. Halbuki Yahudiler Golan'da hiç bir engelle karşılaşmadan ellerini kollarını sallayarak geziyorlar!

İşlerin Amerika'nın elinden kaçmaması ve devrimin de kendi çıkarlarının tersine dönmemesi için sezaryen olarak doğan Suriye ulusal konseyinin kurulmasına hırs göstermiştir. Bu konsey ölmek üzere doğarken Amerika onu kurtarmak için Amerikan - Türk yoğun bakım odasına soktuktan sonra Amerikan usulüne göre Suriye krizinden çıkışı sağlamak ümidiyle gün ışığına çıkarttı. Böylece yeni bir çehre ile yeni bir varlık meydana gelecek ve daha sonra; bu konsey sizi temsil ediyor diyerek insanları aldatma ve saptırmada kuruluşun amacına uygun olarak parlatılacaktır! Bu aldatmayı öyle kurnazca yaptılar ki son Cuma yani 7 Ekim 2011'de bazı insanlar tarafından ‘Ulusal konsey beni temsil ediyor' başlıklı sloganlar taşındı!

Amerika ve onun etrafında dönenler zannediyorlar ki - Allah'ın izniyle onların zannı boşa çıkacaktır- bu konsey, devrimi doğru yoldan çevirmek için bir garanti olarak kafidir; ki böylece Suriye'nin Daru-l İslam'ın merkezi olması ve Suriye'de Raşidi Hilafet devleti olan bir İslam devleti kurulması engellensin, pislik ve günahların kaynağı olan sivil - laik devlet- haline getirilsin ve uluslararası himaye altına sokulsun!  Nitekim bu konseyin en bariz yüzü Burhan Gelyun adlı kişi konseyin inşa edildiği gün 2 Ekim 2011'de şu açıklamada bulundu: ‘Konsey Suriye'de sivil (laik) bir devlet kurmak için çalışıyor...' Ancak Müslümanların sivil ve laik devletten nefret ettiğini görünce sözünü hafifleterek 5 Ekim 2011'de El-cezire'ye yaptığı açıklamada şöyle dedi: ‘İslami bir hükümeti kabul ederim, ancak İslami bir devleti asla kabul edemem. Ancak ben laik ve demokrat bir devlet istiyorum.' Zira bu kişi o iki devlet arasındaki farkı biliyor. Ayrıca konsey üyesi Enes El-abde konseyin inşa edildiği gün de: ‘Konseyin önümüzdeki çalışma aşaması uluslararası himayeyi talep etmek olacaktır...' şeklinde bir açıklama yaparak kendisi ve gurubunun istediği uluslararası himayenin sivilleri korumak için olacağı ve tahakkuk etmesini istediği değişimin başarılı olması için bunun gerekli olduğu şeklinde bir de bahane öne sürdüler!

Ey Müslümanlar, ey Şam topraklarındaki ayaklananlar!

Sizin tertemiz kanlarınız, büyük fedakarlıklarınız, camilerden tekbir getirerek hareket etmeniz ve hak sözünü haykırarak dışa vurmanız... işte bütün bunlar sivil -laik- bir devlet için değildi. Aksine bu kanlar Allah [Subhânehu ve Te'alâ]'yı tesbih edip yücelten bir yönetim çıkartmak için aktı. Biz sizi bu kanları kaybetmenizden ve bu fedakarlıkların boşa gitmesinden dolayı uyarıyoruz. Şayet böyle yaparsanız aranızda bir fesat aracı edinerek ipliğini sağlamca ördükten sonra, çözüp bozan kadın gibi olursunuz! Biz sizi Batı'nın ve bir takım menfaat diye zannettikleri şeyler uğruna ona fitne olarak bağlananların size süslediği sinsi tuzağına düşmekten uyarıyor ve Allah [Subhânehu ve Te'alâ]'nın size emrettiği ve başkasından nehyettiği hayra davet ediyoruz. Zira izzet bütünüyle Allah [Subhânehu ve Te'alâ]'ya mahsustur. Allah [Subhânehu ve Te'alâ]  şöyle buyurmuştur:  الَّذِينَ يَتَّخِذُونَ الْكَافِرِينَ أَوْلِيَاءَ مِنْ دُونِ الْمُؤْمِنِينَ أَيَبْتَغُونَ عِنْدَهُمُ الْعِزَّةَ فَإِنَّ الْعِزَّةَ لِلَّهِ جَمِيعًا Müminleri bırakıp da kafirleri dost edinenler, onların yanında izzet (güç ve şeref) mi arıyorlar? Bilsinler ki bütün izzet yalnızca Allah'a aittir. Nisa 139. İşte hak olan budur. Artık haktan sonrası sapıklıktan başka bir şey değil midir? ‘Ulusal konsey beni temsil ediyor' başlıklı slogan ve armalar; ‘Allah'ın dini beni temsil ediyor', 'İslam devleti beni temsil ediyor', 'Rasulullah'ın halifesi beni temsil ediyor', 'Ukab sancağı beni temsil ediyor' ve 'La ilaha illallah Muhammedun Rasulullah sancağı beni temsil ediyor'... olsun.

Ey Suriye'deki Müslümanlar!

İslam devletinin yokluğunun üzerinden doksan sene geçti. Bu doksan senenin kırkı ise Esad ailesinin zulmü altında geçti. Değişimin Amerika ve Avrupa çıkarlarına uygun olmasına rıza göstermeyin. Çünkü böyle yapmakla Allah [Subhânehu ve Te'alâ]'nın şeriatından uzak yaşadığınız dar geçimli yaşamın ömrünü uzatmış olursunuz. Aksine çözümü İslami bir devlet olan Nübüvvet yolu üzere Hilafet olarak ilan edin. Zira Suriye'deki hatta bütün dünyadaki Müslümanların kurtuluşunun tek yolu budur.

Biz Hizb-ut Tahrir olarak kendimizi Raşidi Hilafet'in eşiğinde ve kapısını çalmakta olduğumuzu kabul ediyoruz. Onun kapısı ise ordu ve ümmet evlatlarından güç sahipleri ve samimi olanlardan oluşur. Şüphesiz ki bu kapı ancak iman çağrısına uyan cesur müminlerden başkasına açılmaz. Zira onlar Allah'ın izniyle Suriye ordusunda çoklar. Zira yarın, görenler için çok yakındır. Allah [Subhânehu ve Te'alâ] şöyle buyurmuştur:

وَأَنَّ هَذَا صِرَاطِي مُسْتَقِيمًا فَاتَّبِعُوهُ وَلَا تَتَّبِعُوا السُّبُلَ فَتَفَرَّقَ بِكُمْ عَنْ سَبِيلِهِ ذَلِكُمْ وَصَّاكُمْ بِهِ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ Şüphesiz bu, benim dosdoğru yolumdur. Buna uyun. (Başka) yollara uymayın. Zira o yollar sizi Allah'ın yolundan ayırır. İşte takvalı olup azaptan sakınmanız için Allah size bunları emretti. Enam 153

Devamını oku...

‘'Şam'ımız ve Yemen'imize Zafer Cuması'' Her İki Devrimin Gidişatının Doğru Teveccühünü Gösteriyor.

  • Kategori Suriye
  •   |  

Değişim Devrimi Gençleri Organizasyon Konseyi'nin (TENU) yayınladığı bir bildiride şu ifadelere yer verildi: ‘Dolayısıyla....yaratılmış olanların en şereflisi Hz. Muhammed (صلى الله عليه وسلم)'in; ‘Ey Allah'ım! Şam'ımızı ve Yemen'imizi mübarek kıl'... şeklindeki hadisini ve duasını uygulamak üzere önümüzdeki 30 Eylül Cuma gününün ismini ‘Şam'ımız ve Yemen'imize Zafer Cuması' olarak birleştirilmesine karar verilmistir. Ayrıca slogan ve armaların birleştirilmesi, Suriye devrim meydanlarında Yemen bayraklarının çekilmesi ve Yemen devrim meydanlarında Suriye bayraklarının çekilmesi hususunda da anlaşmaya varılmıştır.'

Cuma'lara belli isimler vermek; kendi düşüncelerini ve arzularını ifade etmek, kendi meseleleri üzerine zihinleri ve nefisleri bir arada toplamak, yine kendi intifadalarını motive etmek için göstericilerin alışageldiği bir üsluptur. Bu nedenle isimlerin en iyisini seçmeye azami gayret göstermelidirler. Bu isimlendirmeler göstericilerin fikri yönelişini ve gelişmesi de onların hedeflerini gerçekleştirmede ne kadar ısrar ettiklerini gösterdiğinden dolayı, geleceklerinden endişe taşıyan Batı ve onun ajanları -bu isimlendirmeleri- takip etmektedirler. Asıl olan şudur ki; bu tür isimlendirmelerin fikir ve duygu olarak uyumlu olup farklı kaynaklardan değil tek bir kaynaktan gelmesi gerekir. Misal olarak cumalardan birisine ‘Allah bizimle beraber cuması' veya ‘Allah'tan başkasına asla rük'u etmeyiz, eğilmeyiz cuması' veya ‘Zafer müjdelerinin cuması' veya ‘Diyarı koruyanların cuması'... gibi isimleri vermek İslam ümmetinin akidesi ve fikri yönüyle uyuştuğu oranda ‘Uluslararası himayenin cuması' veya ‘Muhalefeti birleştirmenin cuması' gibi isimlendirmeler ise aynı oranda tezat içermektedir. Çünkü bu son iki isimlendirme hem sömürgeci batılı kâfirlerden yardım istemenin hem de yurtdışındaki muhalefetin laik olmasını çağrıştırır. Bu nedenledir ki göstericiler dinlerine ve ümmetlerine hizmet etmek üzere isimlerin en iyisini seçmeye azami gayret göstermelidirler. Ayrıca, Batı ve onunla birlikte ajan yöneticiler bu isimlendirmeleri takip ediyorlar ki; arkasında nelerin bulunduğunu anlasınlar. Zira bunlar; ‘Sabr-u sebat cuması', 'Zillete ölümü tercih etmenin cuması', ‘Uluslararası himayenin cuması' ve ‘Muhalefeti birleştirmenin cuması' gibi isimlendirmelerden devrimin şaşkınlığa, tıkanıklığa ve hayal kırıklığına uğradığına dair bir anlam çıkarma cihetine gittiler. Bundan dolayı  Beşar Esad ve onun arkasından giden takipçileri  bu devrimin sona geldiğini dillendirme cesareti buldular.

Bu Cumaya ‘‘Şam'ımız ve Yemen'imize Zafer Cuması'' ismini seçip Resulullah (صلى الله عليه وسلم)'in hadisine ve duasına uygun olması meselesine gelince; bu ne güzel isimlendirme ve ne güzel teveccühtür. Sanki onu seçenler Resulullah (صلى الله عليه وسلم)'in bu konuda kendilerine liderlik etmesini kabul etmişlerdir. Ancak Müslümanlar olarak bizlere Resulullah (صلى الله عليه وسلم) ‘in her konuda liderlik etmesi gerekir. Dolayısıyla bu bereketli davada uyumun sağlanması için Suriye ve Yemen'deki göstericileri ulusal bayrakları bir kenara bırakıp hep birlikte ‘Ukab' sancağı isimli Resulullah (صلى الله عليه وسلم)'in sancağını taşımaya davet ediyoruz. Bu öyle bir bayraktır ki rengi siyah ve üzerinde beyaz renkli "لا اله إلاّ الله محمد رسول الله" yazısı bulunan bayraktır. Bu Resulullah (صلى الله عليه وسلم)'in hadisine bağlı kalmanın en güzel göstergesidir. Çünkü bunun dışındaki bayraklar kör taassup ve Şari'nin haram kıldığı bayraklardır.

Evet, bu cumaya ‘'Şam'ımız ve Yemen'imize Zafer Cuması'' ismini vermek; bu ümmetin ne kadar canlı olduğunun en güzel göstergesidir. Biz de; tahrir ve değişim meydanlarındaki ehlimizin, iğrenç bölücü sınırları aşan, İslam ümmetinin ve sorununun birliğini ifade eden bu yüksek moralini takdir ediyoruz. Zira Suriye halkı, Yemen halkı ve bütün Müslüman halklarının çektiği sıkıntı; Allah [Subhânehu ve Te'alâ]'nın hükümlerini geçersiz kılan ve İslam'ı hayat sahasından uzaklaştıran, akidesine zıt ve şahsiyetine ters düşen yönetim ve hayat nizamını mecbur kılan bu despot ve polisi rejimlerdir. Hizb-ut Tahrir olarak biz; göstericilerin, sorunun ne olduğunu belirlemelerinin gerektiğini vurguluyoruz. Çünkü o belirlenince, hem; hedef, söz, amel, istek, slogan ve armalar belirlenebilir, hem de devrimin ‘Uluslararası himaye' talebi gibi yanlış gayelere sapması ve bunların devrimi çalmaları engellenmiş olur. Şüphesiz ki; Müslümanların her beldesinde ölüm-kalım meselesi tektir, o; Allah [Subhânehu ve Te'alâ]'ya, Resulüne [SallAllahu Aleyhi ve Sellem], dinine ve ümmetine ihanet eden bu rejimlerin ortadan kaldırılması ve İkinci Raşidi Hilafet'in kurulması suretiyle Allah [Subhânehu ve Te'alâ]'nın indirdiğiyle hükmedilmesidir.

Hayırlı  Şam ve  Bereketli Yemen'deki ayaklananlar!

"لا اله إلاّ الله محمد رسول الله" şahadetini getiren herkes şunu bilir; kendisi üzerinde Allah [Subhânehu ve Te'alâ]'nın bir hakkı vardır, o da; O'nun hükmünün ikame edilmesi ve Müslümanlar için bir halifeye biat edilmesidir. Bu şahadetten yola çıkarak sizi; hedefinizi net olarak belirlemeye ve gümbür gümbür yüksek bir sesle şu ayeti kerimeyi okumaya davet ediyoruz: [إِنِ الْحُكْمُ إِلَّا لِلَّهِ أَمَرَ أَلَّا تَعْبُدُوا إِلَّا إِيَّاهُ ذَلِكَ الدِّينُ الْقَيِّمُ وَلَكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لَايَعْلَمُونَ] Hüküm sadece Allah'a aittir. O size kendisinden başkasına ibadet etmemenizi emretmiştir. İşte dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler. (Yusuf 40) Mısır, Tunus ve Libya'daki kardeşlerinizin düştüğü şaşkınlık onların tağutlarının yıkılışından dolayı duydukları sevinci bile unutturmuştur, kendilerine liderlik etmek üzere batıl fikirleri kabul ettiklerinden dolayı şu ana kadar onların hiçbir şeyi değiştirmediklerini, onların devrimini kaçıran Batı ve onun yeni takipçilerinden geri almak için onların birinci devriminin sizi kendisine davet ettiğimiz esasa kurulu olan ikinci devrime ihtiyacı olduğunu görmüyor musunuz?

Ey bereketli kılınan Şam ve Yemen'deki ayaklanan Müslümanlar!

"لا اله إلاّ الله محمد رسول الله" şahadetini getiren herkes Resulullah (صلى الله عليه وسلم)'e uymanın farz olduğunu bilir. Resulullah (صلى الله عليه وسلم)'in siyeri bize şunu göstermiştir: Eziyet Resulullah (صلى الله عليه وسلم) ve onunla birlikte müminlere şiddetlendiğinde, devleti kurmak, gücü elde etmek ve Müslümanları himaye etmek için nusret talebinde bulunmuştur. Ancak kendi davasını korumak uğruna Kisra veya Kayser'e başvurmadı, kendi uğraşı için Araplara liderlik yapma hususunda Kureyş'e muhalefet eden kabilelerden yardım istemedi ve uluslararası toplumdan endişe var diye getirdiği dinin ikamesini istediğini açıkça söylemekten çekinmediği gibi bu gerçeği gösterme işini ertelemedi... O asla müşriklerin ateşiyle aydınlanmadı. Daha doğrusu kendisine tabi olmak ve yardım etmek üzere kabileleri davet etti. Nitekim, Şeri' metot; devrimimize yardım sağlamak için ancak dinimize ve ümmetimize mensup olan güç sahiplerine başvurmamızı elzem kıldı. Evet, Suriye ve Yemen'deki Müslümanlara vacip olan şey; cani rejim zümresini devirip yerine Şam'da hilafeti ikame etmek ve burayı Dar-ul İslam merkezi haline getirmek üzere; ordu, samimi subaylar, astsubaylar ve erlerine yönelik tek bir şer'i istek ve çağrı üzerinde birleşmektir. İşte o zaman Suriye, Yemen, Mısır, Tunus, Libya ve bütün Müslüman beldelerindeki Müslümanları kurtarmış olurlar. Ve böylece Müslüman beldeler tek bir ülke haline gelerek tek bir Raşidi Hilafet gölgesi altında gölgelenmiş olur.

Ey Şam ve Yemen'deki ayaklanan Müslümanlar!

Biz Hizb-ut Tahrir olarak hak şahadeti olan "لا اله إلاّ الله محمد رسول الله" ‘ı söylüyoruz ve kesin olarak inanıyoruz ki Suriye'deki krizin tek çözümü İslam'dır ve özellikle Hilafet'tir. Bunu söylüyoruz ve buna kesin olarak inanıyoruz. Zira o berrak ve müstakbel olan tek çözüm, aynı zamanda da farzların tacıdır. Bizimle beraber çalışmanız için Yüce Allah [Subhânehu ve Te'alâ]'dan niyaz ediyoruz ki kalbinizi feth etsin ve aklınızı aydınlatsın. Yine yüce Allah [Subhânehu ve Te'alâ]'dan temenni ediyoruz ki Resulullah (صلى الله عليه وسلم)'in müjdelediği ikinci Raşidi Hilafeti ikame etmek suretiyle bu dine ve bu ümmete şanlılık, üstünlük, istihlaf ve iktidar nasip etsin. Temennimiz şudur ki Şam bunun kalbi olsun.

Allah [Subhânehu ve Te'alâ] şöyle buyurmuştur: [يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آَمَنُوا إِنْ تَنْصُرُوا اللَّهَ يَنْصُرْكُمْ وَيُثَبِّتْ أَقْدَامَكُمْ] ‘Ey iman edenler! Eğer siz Allah'a (Allah'ın dinine) yardım ederseniz O da size yardım eder ve ayaklarınızı sabit kılar.' Muhammed 7

Devamını oku...

Ecdadının İslam'ı Taşıdığı Beldelere, Başbakan Laiklik mi Taşıyor?

  • Kategori Türkiye
  •   |  

Başbakan Erdoğan'ın yanındaki kalabalık bir heyet ile 12-17 Eylül tarihleri arasında gerçekleştirdiği Mısır, Tunus ve Libya ziyaretleri; "yaraya merhem sürmek değil, yeni bir virüs bulaştırmak" mesabesindedir. Bu ziyarete yüzeysel bir bakışla bakıldığında olumlu bir hava varmış gibi görünse de, biraz olsun derinlemesine bakanlar, gizli maksatları açıkça göreceklerdir. Zira tanklara ve mermilere karşı göğüs geren, diktatör yöneticilerini devirmek için kanlarını akıtan, yıllardır etraflarını saran korku duvarlarını yerle yeksan eden ve İslami söylemlerini gün geçtikçe artıran bölge halkları için yapılan insani yardımlar, onlar için sarfedilen hamasi sözler ve gerçekleşen bu son ziyaret, "yaraya merhem sürmek" olarak algılanmıştır. Ancak bölge halkının tam da bundan sonraki yol haritasını belirleyecekleri, yeni oluşacak rejimin nasıl bir rejim olacağı tartışmalarının yapıldığı bir süreçte, Başbakan Erdoğan tarafından kendilerine telkin edilen demokrasi ve laiklik önermeleri "gizli bir virüs taşımaktan" başka nedir ki?

Başbakan Erdoğan'ın karşılanmasındaki teveccühün ana nedeni ise hiç kuşkusuz -yapılan benzetmelerden de anlaşılacağı üzere- tarihten gelen Osmanlı sevgisidir. O sevginin kaynağında ise ne demokrasi, ne laiklik, ne milliyetçilik, ne de herhangi bir sömürgecilik fikri vardır. Tam aksine yalnızca İslam vardır. Osmanlı Hilafet Devleti, bu topraklardaki halkın teveccühüne, İslam'a olan bağlılığı, onlara gösterdiği adalet ve onlara sağladığı huzur sayesinde nail olmuştur. Osmanlı Hilafet Devleti'nin yıkılmasından sonra bölgeyi işgal eden ve daha sonra askeri işgallerini yerlerine bıraktıkları uşakları eliyle siyasi, iktisadi ve kültürel işgale dönüştüren Kâfir Batılılar idi. Onların o zamanki zehirli okları ise laiklik, demokrasi, milliyetçilik vs. küfür fikirleri ve ister demokrasi, ister diktatörlük, ister krallık şeklinde olsun küfür yönetimleri idi. Bu okların isabet ettiği her Müslüman belde, günümüze dek süregelen bir zulme, zillete, hezimete, katliama, adaletsizliğe, açlığa, aşağılanmaya mahkum olmuş, bu sayede Müslümanlar günden güne İslam'dan ve sahih siyasi çözümlerinden uzaklaştırılmıştır.

İşte bugün de görüyoruz ki hem Obama, Cameron, Sarkozy gibi küfrün elebaşları, hem de Müslümanların umut dolu gözlerle baktıkları yöneticiler, aynı sömürgeci çözümlere çağrıda bulunuyorlar. Şu halde Başbakan Erdoğan'ın ziyaretinin, Sarkozy ve Cameron'un Libya ziyaretinden farkı nedir? Bu ikisi de demokrasi ve laiklik diyor, Başbakan Erdoğan da demokrasi ve laiklik diyor, hem de İslam'a aykırı olmadığını iddia edecek kadar ileri giderek? Başbakan Erdoğan'ın ziyaretini, onların ziyaretinden ayıran fark nedir? Türkiye'nin Libya petrolleri üzerinde habis emellerinin olmaması mı?

İşte bu bağlamda, Hizb-ut Tahrir Türkiye Vilayeti olarak Başbakan Erdoğan'a bazı ikazlarda bulunmak istiyoruz:

1.    Başbakan Erdoğan, kendi ülkesinde ve ziyarette bulunduğu ülkelerdeki insanların huzurlu ve güvenli bir yaşam sürmesini gerçekten arzuluyorsa, demokrasi ve laiklik söylemlerinden vazgeçmeli, Allah'ın emri ve Rasulü'nün müjdesi olan Hilafet'e çağrıda bulunmalıdır.

2.    Başbakan Erdoğan'ın aklında ve gönlünde, yıllar önce sarf ettiği düşüncelerden eser varsa bunları tekrar canlandırmalı ve etrafındaki Samirileri, Musa Aleyhi's Selam gibi kovmalıdır.

3.    Başbakan Erdoğan, gerçekleştirdiği ziyaretlerde açıkça görmelidir ki -belki de görüyordur- İslam Ümmeti'nin hakiki bir lidere olan ihtiyacı doruk noktaya ulaşmıştır. Müslümanların yaşadığı neredeyse hiçbir bölgede, mevcut yönetim şekillerinden ve dayatılan sömürgeci politikalardan dolayı huzur, refah ve adalet kalmamıştır. Bundan kurtuluşun tek yolu ise, İslami hayatın yeniden başlatılmasıdır ve bu gerçeğe hiçbir Müslümanın itirazı yoktur.

4.    Ve Başbakan Erdoğan'a son olarak deriz ki, Allah'ın size lütfettiği bu güçlü itibar ve iktidar size, Allah'ın rızasına götürecek altın bir fırsat sunmaktadır. Bu fırsatı kaçırıp Müslümanları bu vahim durumdan kurtarmak yerine, Sömürgeci Batılıların -Avrupa ve Amerika- planlarını Müslümanların kabullenmesi için aracılık yapacak olursanız, iktidarda kaldığınız her günün her saatinde, bütün bu coğrafya dâhilinde meydana gelen/gelecek olan tüm cürümlerin ve günahların ortağı olmaktan kendinizi kurtaramazsınız.

» صنفان من الناس إذا صلحا صلح الناس وإذا فسدا فسد الناس العلماء والأمراء « İnsanlardan iki sınıf vardır ki onlar düzelirse insanlar da düzelir, onlar bozulursa insanlar da bozulur. Onlar, âlimler ve yöneticilerdir.

 

Devamını oku...

Pakistan Silahlı Kuvvetlerindeki İhlaslı Subaylara Sesleniyoruz! Hain Yöneticilerin Silahlı Kuvvetler'imize Karşı Sürdürdüğü Haçlı Seferlerine Son Verin

  • Kategori Pakistan
  •   |  

11 Eylül olaylarından sonra eski Amerikan Başkanı George Bush İslam memleketlerine karşı uzun vadeli bir haçlı savaşı ilan etmişti. Zira Bush 16 Eylül 2001'de Camp David'te şöyle bir açıklama yapmıştı: ‘Bu haçlı savaşı... terörizme karşı daha da şiddetlenerek sürecek bir savaştır.' İşte; bu savaş ilk haçlı seferlerinde olduğu gibi kafirler ve haçlıların çıkarlarını gerçekleştirmek ve Müslümanlara en büyük zararı getirmek için ilan edilip devam ettirilmektedir. Ancak bu, tarihteki ilk haçlı savaşının aksine bir seyir gösterdi. Öyledir; çünkü Müslümanların düşmanlarına karşı el ele çalışmaları gerekirken, bu yeni haçlı seferleri Müslümanların birbirlerine karşı giriştikleri bir savaşa dönüştü. Buna ilave olarak; Müslüman beldelerinde bulunan hain liderler olmasaydı bu haçlı savaşı bir kaç gün içinde başarısız olurdu.

Pakistan'daki hain yöneticiler, Pakistan Silahlı Kuvvetlerinin gücünü zayıflatmak için Amerika ile elele vererek Müslümanlar ile kendi Silahlı Kuvvetleri (ordu) arasında ayrılık ve fitne sokmaya çalıştılar. Nitekim Amerika; Pakistan silahlı kuvvetlerinin içine sızıp yerleşmek için bu hain yöneticiler ile istihbarat ve orduyla alakalı bir takım anlaşma ve sözleşmeler imzaladılar. Böylece bu anlaşmalar sayesinde Amerika; başta Genelkurmay başkanlığı olmak üzere Silahlı Kuvvetlerin hassas konumları hakkında önemli istihbarat bilgilerini toplayabilecekti. Bu sayede Amerika çok kolay bir şekilde Taliban'a yalan isnatta bulunarak Pakistan Silahlı Kuvvetlerine karşı bir takım operasyonlar düzenlemiştir. Oysa bunun arkasında Amerika özel timleri bulunuyordu. ‘Raymond Davis' olayı uzak bir misal değildir. Nitekim; bu özel timlerin Pakistan'da çalışmasına izin verenler bu hain yöneticilerdir. Ayrıca bu hain yöneticiler Amerika'nın Afganistan'daki güçlerine lojistik destek yolunu da açtılar. Halbuki Amerika; Hindistan istihbaratının Afganistan'da çalışmasını sağlamakla Belucistan, kabile bölgeleri ve başka yerlerde fitne ortamının oluşmasına neden oldu. Yine bu hain yöneticiler Amerikan hava kuvvetlerine Pakistan içinde bir takım kolaylıklar sağlamışlar ve bu yolla Amerikan uçakları da kabile bölgelerindeki Müslümanları bombardıman altına almışlardır. Yine bu hain yöneticiler Amerikalı generallerin denetimi altında kabile bölgelerinde yıkıcı askeri operasyonlar düzenlediler. Bu nedenle milyonlarca kişi mülteci konumuna düştü. Pakistan silahlı kuvvetleri istihbaratı (ISI) samimi Müslümanların düşmana karşı güç toplamasını engelledi. Yine bu hain yöneticiler, Pakistan istihbaratını her yerde mücahitleri takip edip kafirlere kurban olarak takdim etmesi için zorladılar.

Bu hain yöneticilerin Amerika ile yaptıkları işbirliğinin neticesini Amerikan Politika Müsteşarı George Friedmann ‘Gelecek Yüzyıl' isimli kitabında şöyle açıkladı: ‘ABD İslami depreme karşılık vermiştir; şöyle ki; .... ABD İslam devletinin kurulmasıyla, güçlü ve geniş bir gücün  meydana gelmesini engellemek istiyor .... Müslümanlar birbiriyle savaştıkları sürece ABD kendi savaşını kazanmış olacaktır.' Ve böylece Pakistan'ın hain yöneticileri ve Amerika, İslam aleminin en güçlü silahlı kuvvetlerinden birini fitne savaşına sürüklemişlerdir. Binlerce sivil ve asker Müslüman bu savaşın kurbanı oldular, tertemiz kanları döküldü. Hind istihbaratı ve müttefikleri olan İngiliz istihbaratının kalplerine korku veren, keskinliğiyle ünlü Pakistan istihbaratı haçlıların ellerinde kukla haline getirildi.!

Silahlı Kuvvetler, kendilerine karşı yapılan ihanetin büyüklüğüne rağmen, İslam'a ve Ümmete karşı savaş yürüten Amerika'yı şu anda dahi birkaç gün içinde büyük bir yenilgiye uğratabilir. Hatta; birkaç gün içinde Amerika'nın gerçek gücü Müslüman Silahlı Kuvvetlerin vasıtasıyla yok olabilir. Zira korkak kâfirlerin hayata tutunduklarından daha çok Müslüman askerler şahadeti arzuluyorlar. Eğer bu hain yöneticiler Amerikan operasyonlarına sağladıkları askeri desteği çeker, ona ait askeri üsleri kapatır ve  Afganistan'daki  ABD askerlerine Pakistan'dan geçen lojistik destek hattını keserlerse, yenilgi bu şekilde de mümkün olur. Müslümanların devleti olan hilafeti ikame etmek için Hizb-ut Tahrir'e nusreti verirlerse; Pakistan Silahlı Kuvvetleri haçlılara ve Hindu devletine şiddetli bir saldırı düzenlemek üzere birkaç gün içinde İslamabad, Kabil, Dakka ve Taşkent'i bir araya getirebilir ve kabile bölgeleri, Belucistan ve bunun dışındaki diğer Müslümanları da etrafına toplayabilir.

İşte; Müslümanların, düşmanlarına karşı İslami hilafet gölgesinde toplanması gerekiyorken, bu mübarek toprakları, başı dik Müslüman halkı ve silahlı kuvvetlerini daha çok zillete ve ümitsizliğe uğratmak üzere hilafet devletinin kurulmasına ve Hizb-ut Tahrir'e karşı, hainlerin elleri kafirlerin kanlı elleriyle tutuştu. Allah [Subhânehu ve Te'alâ] şöyle buyurmuştur:

أَلَمْ تَرَ إِلَى الَّذِينَ بَدَّلُوا نِعْمَةَ اللَّهِ كُفْرًا وَأَحَلُّوا قَوْمَهُمْ دَارَ الْبَوَارِ*جَهَنَّمَ يَصْلَوْنَهَا وَبِئْسَ الْقَرَار Allah'ın nimetine nankörlükle karşılık veren ve sonunda kavimlerini helak yurdundan sürükleyenleri görmedin mi? Onlar cehenneme girecekler. O ne kötü karargahtır! İbrahim 28-29.

Ve böylece bu büyük ihanetten sonra, Amerikalıların onayıyla kendisinden önceki hain Pervez Müşerref'in Genelkurmay Başkanlığının süresini nasıl uzatmışlarsa General Eşfak Pervez Keyani'nin Genelkurmay Başkanlığının süresinin de aynı şekilde uzatılması hiç de şaşırtıcı değildir. Amerika'nın haçlı seferlerini devam ettirmeye ihtiyacı vardır. Amerika, Keyani'nin kafirlere bağlılığını bir kez daha ispatlaması için  yeterli zamanının mevcut olduğunu biliyor. Müşerref döneminde Keyani Askeri Operasyonlar Genel Müdürlüğü ve Pakistan İstihbarat Genel Müdürlüğü gibi ana ve hassas mevkilerde bulunuyordu. Amerika'nın Afganistan'ı işgal etmesinde, Lâl Mescid'i ve Hafsa üniversitesi katliamlarının gerçekleştirilmesinde, insansız uçaklar ile saldırılar ve kabile bölgelerinde askeri operasyonların düzenlenmesinde kilit adamı idi. Müşerref'e karşı Silahlı Kuvvetlerin kızgınlığı artınca, haçlı savaşını devam ettirebilmek için Keyani bizzat Benazir Butto ve partisiyle Amerika hesabına aracılık yaparak bir anlaşma sağladı. Müşerref'e karşı kızgınlık yatışmayınca Keyani'ye, ABD Dışişleri Bakanlığı vekili John Negroponte tarafından Genel Kurmay Başkanlığı mevkisi verildi. Bu olay ise Müşerref'in ordu komutanlığından azlini görüşüldüğü Negroponte-Müşerref görüşmesi öncesi gerçekleşti.

Buna rağmen, Keyani şu ana kadar pişmanlık duymadan, dostu Müşerref'e olanlardan hiçbir ibret almadan ve aldırış etmeden Amerika'nın planlarını garantilemeye çalışmaktadır. Zira Amerika kendisinden artık fayda gelmeyeceğini kesin anlayınca Müşerref'i lağım faresi gibi yolun kenarına atıverdi. İşte bundan sonra da Keyani Amerikan planlarını uygalayıp devamını sağladı, Silahlı Kuvvetler'in Amerika'ya olan düşmanlığı, duydukları kızgınlığı ve ona karşı gelme isteği bu düşmandan korkma seklinde değişti.  Abbott-Abad'da (Bin Ladin'e) düzenlenen operasyonun akabinde Keyani Amerikalıları adeta ölesiye savunmaya başladı. Kendisinden önceki Müşerref'in yaptığı gibi Keyani Amerikan çıkarlarını korumaya çalışırken Silahlı Kuvvetler'i aldatmaya gayret ediyor ve kendi planlarını gizli tutuyor. Hakikat şu ki Keyani dünyevi ve şahsi bir takım ucuz çıkarlar elde etmek için düşmanla ittifak kuruyor. Oysa Allah [Subhânehu ve Te'alâ] şöyle buyurmuştur:

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لاَ تَتَّخِذُوا عَدُوِّي وَعَدُوَّكُمْ أَوْلِيَاءَ تُلْقُونَ إِلَيْهِمْ بِالْمَوَدَّةِ وَقَدْ كَفَرُوا بِمَا جَاءَكُمْ مِنْ الْحَقِّ Ey iman edenler! Eğer benim yolumda savaşmak ve rızamı kazanmak için çıkmışsanız, benim de düşmanım, sizin de düşmanınız onlara sevgi göstererek, gizli muhabbet besleyerek onları dost edinmeyin. Mümtehine 1

Ey Pakistan Müslümanları!

Hain yöneticileriniz ne zamana kadar Batı'yı destekleyip onunla ittifak kurmaya devam edecekler?! Kendinizi ve Silahlı Kuvvetler'inizi bu haçlı seferlerinden kurtarmanın zamanı gelmedi mi?! Zira; İslam ile hükmedecek, sizin değerinizi ve Silahlı Kuvvetlerin değerini koruyacak olan yalnız halifedir ve ancak o bunu başarabilir. Tağut yöneticileri izale etmek ve sonra hilafeti ikame etmek için Tunus, Mısır, Libya, Suriye ve Yemen'deki Müslüman kardeşlerinizin harekete geçtiği gibi siz de harekete geçin. Böylece bu İslam depremi hainlerin tahtlarını yıkıp onları da yerin altına gömecektir. Öyleyse cesur ve uyanık olan Hizb-ut Tahrir'le beraber olun ve Hilafet'i ikame etmek için de Silahlı Kuvvetler içinde bulunan samimi subayları Hizb-ut Tahrir'e nusret vermeye çağırın.

Ey Pakistan silahlı kuvvetlerinin içinde bulunan samimi subaylar!

Bu haçlı seferlerinde hainlerle beraber olmaktan, kendinize ve korumasına yemin ettiğiniz kimselere karşı gelmekten sakının! Kendi liderliğinizde bulunan hainlerden ve bir takım dünyevi kazançlar elde etme karşılığında ahireti kaybetmekten sakının! Bilakis siz bütün ümmetin duasını kazanın. Nübüvvet minhacı üzere Hilafet'i ikame etmek için çalışan Hizb-ut Tahrir'e nusret vermek suretiyle, ümmetin kazanması ve sizin de kazanmanız için çalışın. Allah [Subhânehu ve Te'alâ]'dan yardım isteyin, ümitsizliğe düşmeyin. Zira zafer Allah [Subhânehu ve Te'alâ]'nın izniyle sizindir. Düşmanınızı yok edin ve mazlumları kurtarın. Zira Allah [Subhânehu ve Te'alâ] şöyle buyurmuştur:

وَلاَ تَهِنُوا وَلاَ تَحْزَنُوا وَأَنْتُمْ الأَعْلَوْنَ إِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِنِينَ Gevşeklik göstermeyin, üzüntüye kapılmayın. Eğer inanmışsanız, üstün gelecek olan sizsiniz. Ali imran 139

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Nikab'ı Yasaklamak; İslam'a Bir Saldırı ve Müslüman Kadını Ezme Hareketidir

Henüz nikab (peçe) kanuni olarak yasaklanmazken, bakan ‘Donar' peçe takan müslüman kadına 380€ para cezasını ön gören yasa tasarısını bakanlar kuruluna sunmakta acele etti. ‘Donar'a göre peçe Hollanda toplumunun benimsediği kadın-erkek eşitliğiyle uyuşmamaktadır.

Kanuni olarak yasaklanmadan önce peçeye ceza tasarısı sunmak, peçeyi yasaklama yönünde bu ülkedeki siyasetçilerin ölesiye çaba sarf ettiklerini gösteriyor. Hollanda hükümetinin peçeyi yasaklama isteği bizce bilinen bir şeydi. Ancak yeni olan durum yasanın kanunlaştırılmasının hızlandırılması ve bu yasa tasarısını oluşturan felsefe yapısıdır. Lakin geçmişte  bu yasaklama fikri güvenlik düşüncesine dayandırılıyordu. O günkü söylem kamusal alanlarda kadının yüzünü kapatmasının onun tanınmasını engelleyeceği ve bunun da güvenlik açısından tehdit oluşturacağı yönündeydi. Bu görüşe göre karnavallarda yüze takılan maskeler ve miğferler gibi yüzü kapatan diğer kıyafetler de peçeye ilhak edildi. Ancak bu gün politikacılar karnavallarda yüzü örten maske ve miğfer gibi yüzü örten diğer kıyafetlerin yasaklanmayacağını söylüyor. İşte böylece geçmişte yapılan bütün bu yöndeki tartışmalardan ve güvenlik düşüncesiyle alakalı fikri gerekçelerden vazgeçildi. Böyle olunca bir tek fikir (bahane)den başkası kalmadı o da; peçenin açık olan Hollanda toplumu tarafından kabul gören bir şey olmamasıdır. Bilindiği üzere açık olan Hollanda toplumuna uyum sağlanmaması ibaresi; genel bir ifade olup gelecekte İslam ve Müslümanlar ile alakalı her şeyin yasaklanmasına neden olacak kapıyı ardına kadar açık bırakmaktadır.

Başörtüsünü yasaklayan ve onu takan Müslüman kadını cezalandıran bu kanun kuşkusuz zalimce olduğu halde buradaki siyasiler hala açık bir toplum ve kadın-erkek eşitliğinden bahsediyorlar. İnsanların inandıklarına göre amel etmesi yasaklanıyorsa, öyleyse nerede bu açık olan toplum? Kadın-erkek eşitliğinden bahsetmeden önce, dilediği gibi tasarruf hakkı verilen Müslüman olmayan kadın gibi muamele edilmediği sürece Müslüman kadının diğer kadınlarla eşitliği nasıl gerçekleşir?

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER