Cuma, 06 Recep 1447 | 2025/12/26
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

-Basın Açıklaması- İMF'nin Tavsiyelerini Uygulayan Sudan Hükümeti, Yakıt Fiyatlarını Artırmaktadır

Açık tiyatronun en son bilinen bölümlerinde Ulusal Konsey, -bu kez alkışlama olmaksızın- bir litre benzin 4 cüney olmak üzere yakıt fiyatlarının artışına izin vermiştir ki böylece bir litre benzin 8.5 cüney iken 12.5 cüney olduğu gibi aynı zamanda dizel benzinin fiyatı da 1.5 cüneyh oranında artırılarak 6.5 cüneyh iken 8 cüneyh olmuştur. Buda Sudan'daki misyonunun başkanının, yüksek faizler yoluyla ülkenin servetlerini yağmalamayı garantilemek için yakıtlardan desteğin [sübvansenin] kaldırılmasının (yani fiyatların artırılmasının) zorunlu olduğunu açıklayan İMF'nin tavsiyelerinin uygulanmasından dolayıdır.

Sudan, Güneyi'nin Kuzeyi'nden ayrılmasıyla başlayan boğucu bir ekonomik krizin içinden geçmekte olup Sudan petrolünün %70'den fazlası, aslında insanlara dağıtılması gereken kamu mülkiyeti mallarından olmasına rağmen ayrılmadan önce sorgulanmaksızın ve gözetilmeksizin gereksiz yere milyarlarca doların harcandığı Güney Sudan devletçiğine gitmektedir.  Ayrıca devletin gevşek bir parçası olmasının yanı sıra bu jilatinli parçaya savurgan harcamaların yapılmasının, Güney Sudan'ın kaybolmasıyla birlikte kaybolan bu milyarların kaybına daha büyük etkisi olmuştur. Dolayısıyla devlet, bu parçanın bazısını azaltmak gibi bir seçenek bulmadığı gibi ardından bütün her şeydeki fiyatların yükselmesinin ateşiyle yanıp kavrulan insanların ceplerine yönelmiştir. Bunun üzerine hükümet onlara başka bir felaket daha getirmiştir ki buda; etkisi Sudan'daki halkın tüm kesimlerine yansıyacak olan yakıt fiyatlarının yükseltilmesidir.

Hükümet tüm bunları, bu uygulamalarla ihracatlar sayesinde ülkenin servetlerini yağmalamayı garantileyecek olmasının yanı sıra dolarlarını ve diğer faizli kötü fonları kendisine Rab edinen İMF'yi hoşnut etmek için yapmaktadır. Böylece insanların fakirlikleri ve yoksullukları daha da artacaktır.

Hizb-ut Tahrir / Sudan Vilayeti olarak bizler deriz ki; bu uygulamalar, ekonomik krizi çözmeyecek bilakis insanların üzerindeki yükü ve ağırlığı daha da artıracak ve İMF bir kez daha dahası defalarca yakıt ve diğer temel emtiaların fiyatlarının yükseltilmesiyle ilgili taleplerine geri dönecektir. Buda işleri daha da kötüye götürecektir.

Çözüm; İslam'ın ve hükümlerinin, yönetimde, ekonomide ve diğerlerinde eksiksiz bir şekilde bir bütün olarak tatbik edilmesinde gizlidir.

Dolayısıyla mevcut krizin çözümü, Nübüvvet Minhacı Üzere Raşidi Hilafet'in gölgesindeki İslam hükümleri yoluyla olacaktır. Buda aşağıdaki şekildedir:

1- Faiz ödemeleri derhal durdurulacak ve borç sahipleriyle sadece borcun aslının ödenmesi üzerinde anlaşma yapılacaktır.

2- İslam'da yönetim bir emanet olup yönetici, bütün Müslümanlardan daha üstün değildir. Dolayısıyla o, insanlar acıktığında ilk acıkan ve insanlar doyduğunda da en son doyan kimsedir. Bu anlayış sayesinde fani dünyanın enkazındaki saf ve zühd sahibi muttakilerden başkası yönetim ve otoritede çalışamayacaktır. Raşid Halifeler de bizim için güzel bir örnek vardır.

3- Deneyim sahiplerinin pozisyonlarının taklit edilmesi, bir taraf veya bir kabile veya benzerleri temelinde olmayacaktır.

4- Gümrük, harç ve emtia ile hizmetler üzerindeki dolaylı vergiler, haram olmasından dolayı kaldırılacaktır. Zira Nebi [Sallallahu Aleyhi ve Sellem], şöyle buyurmuştur:

لا يَدْخُلُ الْجَنَّةَ صَاحِبُ مَكْسٍ "Gümrük vergisi alan cennete giremez."

5- Devletin, tüm emtialara dönük tekeli kaldırılacak, bayiler ve aralarındaki rekabet terk edilecek ve devletin gelirleri, toplamak için değil tebaya iyilik yapmak için olacaktır.

6- Petrol, altın ve diğer sayılı madenler gibi kamu mülkiyeti malları, ya kamu hizmetleri şeklinde tüm insanlar için harcanacak yada gelirleri üzerlerinden fakirlik ve yoksulluk kalkıncaya kadar insanlara dağıtılacaktır.

Bu ve benzeri çözümler, işleri normale geri döndürecek ve Allah'ın bizlere vaat ettiği yeryüzü ve gökyüzünün kapıları açılarak Allah'ın bereketleri insanların üzerine yağacaktır. Vaadine Allah'tan daha sadık olan biri mi vardır! Zira Subhânehu, şöyle buyurmuştur:

وَلَوْ أَنَّ أَهْلَ الْقُرَى آمَنُواْ وَاتَّقَواْ لَفَتَحْنَا عَلَيْهِم بَرَكَاتٍ مِّنَ السَّمَاء وَالأَرْضِ وَلَـكِن كَذَّبُواْ فَأَخَذْنَاهُم بِمَا كَانُواْ يَكْسِبُونَ "O ülkelerin halkı iman edip ittikâ etselerdi üzerlerine semanın ve arzın bereketlerini yağdırırdık. Ancak yalanladılar ve bizde ettikleri yüzünden onları yakalayıverdik." [Arâf 96]

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Ey Yargılamaksızın Hapseden Devlet! Mukaddesatlara Meydan Okuyan ve Fitne Dalgaları Saçan Kirli Oyuncaklara Karşı Sen Neredesin?!

Birkaç aydan beridir bazı Arap bölgelerinde, "Seyyide Aişe [Radıyallahu Anhe]'ye vurun" şeklinde ses çıkaran savaş tabancalarından ibaret çocuk oyunları dağıtılmaktadır. Şimdi bu oyuncakların Lübnan'ın bazı bölgelerinde de dağıtılıp satıldığını işitmekteyiz.

Bu görüntü aklımıza, Yahudi askerlerinin bahçe ve yollara attığı ve bir çocuk yada bir kişinin almasıyla ellerinde patladığı oyuncakların bu oyuncaklar olduğunu getirmektedir. Dolayısıyla bizler, bu habis ve ahlaksız eylemle fitneden başka bir şey işlenmek istenmediğinin ve onun fitneden başka bir anlama da gelmediğinin tamamen farkındayız. Ayrıca bizler, Lübnan liderliğinin her ne kadar müminlerin annesi [Radıyallahu Te'âla Anhe]'ye karşı olumsuz tutumu olsa da bu ahlaksız ve saygısız iğrençlik düzeyindeki aymazlığı sunabileceğini çok iyi biliyoruz. Bununla birlikte ister İsrailli Yahudiler tarafından yapılmış olsun ister bekasını korumak için bölgede savaşı tutuşturmakla tehdit eden ve Trablus, Nehr-ul Bârid Kampı ve Ayn el-Hılve'de fitne saçan helak olmuş Esad rejimi tarafından yapılmış olsun isterse de bölge yada dünyada bu ikisinin dışındaki kirli güçler tarafından yapılmış olsun bu çirkin eylem,  fitnenin eşiğinde yaşadığı sürece bu sefil ülkede korkunç taifeci fitneyi patlatan bombalardan bir bomba mesabesindedir.

Binaenaleyh bizler, bu rezil oyuncakların yayıldığı bu ülkedeki ilgili liderleri, çok geç kalmadan ve hem (bütün bedeni helak edip hiçbir şey) bırakmayan hem de (eski hale getirip tekrar azap etmekten) vazgeçmeyen fitne patlak vermeden önce hızlı bir şekilde derhal fitnenin köküne kazımaya davet ediyoruz! Ayrıca ilgili otoriteleri, gerekli incelemeleri yapmaya, bu korkunç cürüme karışanları yakalamaya ve "bizzat" onlara en ağır cezaları vermeye davet ediyoruz. Zira bu cürüm, Nehr-ul Bârid'de belgeleri olmayan bir gencin kontrol ettiği bisikletten daha tehlikeli olduğu gibi dahası bu, mazlum gençlerin yargılanmaksızın -bilakis bir iddianame olmaksızın- sırf şüpheli kişilerle telefon bağlantısı kurdukları şüphesiyle bugüne kadar yıllarca cezaevlerinde tutulmalarından da daha tehlikelidir!

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Aynen Başbakan Gibi Demokratik Rejim de Fasittir Dolayısıyla Demokratik Günler Geride Kalmıştır ve Artık Vakit Hilafet Vaktidir

Pakistan Yüksek Mahkemesi, 19 Haziran 2012'de Yusuf Rıza Gilâni'yi yolsuzluk davası suçlamasıyla başbakanlık görevinden uzaklaştırmasıyla birlikte Gilâni'nin cürümleri yolsuzlukla da sınırlı değildir. Zira o, ümmetin servetlerini gasbeden ve insanların temel ihtiyaçlarını, güvenliğini ve İslam dinini uygulama arzusunu engelleyen kafir kapitalist kanunların yüzlercesini uygulayan diğer yöneticiler gibidir. Nitekim o ve sivil ve askerî liderlikteki diğer hainler, Hilafet'in gölgesinde asırlardır olduğu gibi İnsanlığa liderlik eden bu ümmeti sahih konumuna geri döndürecek olan İslamî kanunları ihmal etmektedirler. Dolayısıyla şayet Yüksek Mahkeme, Pakistan'da İslam hükümlerine göre yargılamış olsaydı Keyâni ve Zerdâri de dahil görevinde tek bir yönetici dahi kalmayacaktı. Ayrıca kafir bir rejim olan bu demokratik rejimin, ne kadar temiz ve dürüst olursa olsun yeni bir yöneticinin gelmesiyle ıslah edilmesi de imkansızdır. Örneğin Hıristiyan veya Hindu olan temiz bir yönetici göreve gelmiş olsa onun bu temizliği namaza imam olmasını doğru kılmaz. Hatta namaz kılarak altmış yıl yargılamada bulunsa bile!

Pakistan'da demokrasi ölüm döşeğinde olup son nefeslerini vermektedir. Dolayısıyla yöneticilerin, insanların dikkatlerini yapmış oldukları dramatik eylemlere çekip dağıtmak yoluyla ömürlerini uzatma girişimlerinin hiçbir faydası olmayacaktır. Bunun nedeni ise insanların bu rejimle hiçbir bağlantılarının bulunmamasıdır. Ayrıca insanlar, bu rejim ile hükümlerinin altında yöneticilerden kimin gelip kimin gideceğiyle ilgili bir endişe de taşımamaktadırlar. Dolayısıyla şu anda artık dünyanın dört bir tarafında vakit, İslam ve Hilafet Devleti vaktidir. Zira Tunus'tan Endonezya'ya ve Suriye'den Bangladeş'e kadar insanlar Hilafet'i istemektedirler. Dolayısıyla da Silahlı Kuvvetler içerisindeki muhlis subayların, ciddi bir çalışma içerisine girerek Hilafet Devleti'ni kurması için Hizb-ut Tahrir'e nusret vermesinin tam zamanıdır. Zira ümmetin taleplerini pratik olarak gerçekleştirecek olan sadece Hilafet'tir.

Devamını oku...

Amerika-Rusya İttifakı: Suriye Rejiminin Çöküşünün Yaklaşmasıyla Birlikte Amerika'nın Nüfuzunu Kurtarmaya Dönük Bir Planıdır

  • Kategori Suriye
  •   |  

Dün, yani 18.06.2012 pazartesi günü Amerika Başkanı Barak Obama ile Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Meksika- Los Cabos'daki G-20 zirvesi arasında Suriye'deki durum hakkında "anlaşma noktasına" vardıklarını açıklamışlardır. Bu ortak açıklama, iki başkanın, "şiddetin durmasının ve doğrudan egemenlik, bağımsızlık ve Suriye'nin toprak bütünlüğü bağlamında bizzat Suriyelilerin uygulayacağı demokratik ve çoğulcu rejime doğru siyasî geçiş sürecinin" zarureti üzerinde anlaştıklarını da kapsamaktadır. Buda ortada Beşar Esad'ın onaylayacağı bir geçiş sürecinin olduğu anlamına gelmektedir.

Malumdur ki bu anlaşma, doğrudan tüm tarafların, yani Suriye rejimi ile içeride ve dışarıdaki tüm Suriyeli muhalif tarafların barış masasına çağrılmasıyla tecelli edecek acil müzakereler için muayyen bir formülün oluşturulmasını gerektirmektedir. Aynı şekilde gözlemciler heyetinin yerine geçecek Suriye'deki barışı korumaya dönük güçlerin gönderilmesine dayalı uluslararası bir mekanizmanın oluşturulmasını da gerektirmektedir. Buda şu sözleriyle görevinin başarısız olduğunu açıklayan gözlemciler heyetinin başkanının açıklamasıyla örtüşmektedir: "Suriye'ye silahsız gözlemcilere gönderemiyoruz." Yine Kalyon'un şu açıklamasıyla da örtüşmektedir: "Silahsız gözlemcilerin güvenilirlikleri yoktur. Bu nedenle Suriye'deki barışı korumak için askerlerin gönderilmesi gerekmektedir."

Burada şunu söylemek mümkündür; bu toplantı öncesi Suriye'deki uluslararası gözlemcilerin görevinin askıya alınması, bu anlaşmanın cehennemî bir yöntemle uygulanması için bir giriştir. Zira mücrim Suriye rejiminin, daha yapmadığı cürümleri yapması için elinin serbest bırakılmasını beklemekteyiz. Buda insanları, bu barış masasına oturulmasını ve bu rejimin cürümünden bir kurtuluş olarak (Amerika-Rusya) barış silahlı güçlerinin konuşlanmasını kabul etmeye teşvik etmek içindir.

Obama ile Putin'in zikri geçen bu görüşmede bölgesel ve uluslararası birçok dosya ele alınmıştır ki bunlardan biri de şudur: Rusya'nın, Dünya Ticaret Örgütü'nü, Start Anlaşması'nı, Afganistan savaşını ve el-Kaide örgütüyle savaşmayı kabul etmesidir... Malumdur ki bu devletler, bu gibi toplantılarda halkların ve ülkelerin maslahatları pahasına sadece kendi çıkarlarını gerçekleştirmeye çalışmaktadırlar.

Amerika ve Rusya, Müslümanların pek yaman iki düşmanıdırlar ve bu ikisinin cürümlerine, Çeçenistan, Sırbistan, Irak ve Afganistan da tanık olmuşlardır... Dolayısıyla bu ikisinin Müslümanların meselelerinin çözümünde hakem olması kesinlikle caiz değildir. Dolayısıyla da bu çağrıya herhangi bir şekilde yanıt vermek, Allah'a, dinine ve Müslümanlara hıyanet olup onlar ve onlara yanıt verenler için bizim söylediklerimizden daha hayırlısı Allahuteala'nın şu kavlidir:

إِنَّ هَـٰؤُلاۤءِ مُتَبَّرٌ مَّا هُمْ فِيهِ وَبَاطِلٌ مَّا كَانُواْ يَعْمَلُونَ "Şüphesiz bunların içinde bulundukları (din) yıkılmıştır, yapmakta oldukları da batıldır." [el-Arâf 139]

Hizb-ut Tahrir olarak bizler sizlere, Allahuteala'nın şu kavliyle yöneliyoruz:

وَلا تَهِنُوا وَلَا تَحْزَنُوا وَأَنْتُمُ الأَعْلَوْنَ إِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِنِينَ إِنْ يَمْسَسْكُمْ قَرْحٌ فَقَدْ مَسَّ الْقَوْمَ قَرْحٌ مِثْلُهُ وَتِلْكَ الأَيَّامُ نُدَاوِلُهَا بَيْنَ النَّاسِ وَلِيَعْلَمَ اللَّهُ الَّذِينَ آَمَنُوا وَيَتَّخِذَ مِنْكُمْ شُهَدَاءَ وَاللَّهُ لا يُحِبُّ الظَّالِمِينَ Gevşeklik göstermeyin, üzüntüye kapılmayın. Eğer inanmışsanız, üstün gelecek olan sizsiniz. Eğer siz (Uhud'da) bir acıya uğradınızsa, (Bedir'de de düşmanınız olan) o kavim de benzer bir acıya uğramıştır. Biz o günleri insanların arasında döndürüp dururuz. (Bu da) Allah'ın iman edenleri ayırt etmesi ve sizden şahitler edinmesi içindir. Allah zalimleri sevmez." [Âli İmran 139 140]

Sizlere deriz ki; rejim, artan acziyetini cürümlerini artırmakla örtmektedir. İran Gazetesi'nin, Rusya, Çin, İran ve Suriye'nin çok sayıdaki asker ve teçhizatlarla ortak tatbikatları hakkında yayınladığı yalan açıklama ise sadece rejimin azminin güçlenmesi ve ayaklananların azminin kırılması babındandır... Amerika'nın, ertelenmesinin ardından Rusya ile Suriye dosyasını ele almak için harekete geçmesi de Suriye rejimine dönük hususların hızlandırılması babındandır... Rus Interfax Ajansı'nın, üzerinde deniz piyadeleri bulunan iki Rus gemisinin Suriye'ye gittiğini ve amacının da "Rus vatandaşları korumak ve lojistik tesisin mülkiyetlerini çıkarmak" olduğunu açıklaması ise bu rejimin yıkılışının yakın olduğuna dair açık ve güçlü bir işaretten ibarettir. Bunu idrak edin Ey Müslümanlar! Sizin için ondan başka izzet ve kurtuluş olmayan Hilafet Devleti'ni kurmak amacıyla açıkça davette bulunduğunuzu ilan edin ey müminler! Neden korkuyorsunuz Allah aşkına?! Ölümden mi?! Yoksa savaşmaktan mı?! Size bundan daha fazlası yapılmıyor mu?! İşte düşmanınız Amerika, kafir demokratik laik bir devlet istemektedir. O halde siz de İslamî bir devlet isteyiniz ve Nübüvvet Minhacı üzere olmasının yanı sıra merkezi Şam olacak olan vaat edilmiş İkinci Raşidi Hilafet'i kurarak Resulünüzün müjdesini gerçekleştiriniz. Peki şimdi yeryüzünün iki şeytanı olan Obama ile Putin'in davetine mi icabet edeceksiniz yoksa Allah ve Resulünün davetine mi...?! Allah ve Resulüne icabet etmek, elimizi ve gözlerimizi sadece bir tek olan Subhânehu ve Te'âla'ya dikmemizi, nusretin sadece O'nun katından olduğuna güvenmemizi ve halklar ve ordular olarak birbirimize dayanmamızı gerektirmektedir ki böylece daha önceden resullerin üzerinde yürüdüğü sünnete göre gerçekleşecek olan Allah'ın nusretine müstahak olalım. Zira Allahuteala, şöyle buyurmuştur:

حَتَّى إِذَا اسْتَيْئَسَ الرُّسُلُ وَظَنُّوا أَنَّهُمْ قَدْ كُذِبُوا جَاءَهُمْ نَصْرُنَا فَنُجِّيَ مَنْ نَشَاءُ وَلاَ يُرَدُّ بَأْسُنَا عَنْ الْقَوْمِ الْمُجْرِمِينَ Nihayet tam da Rasuller ümitlerini yitirip de kendilerinin yalana çıkarıldıklarını sandıkları bir sırada onlara nusretimiz, zaferimiz gelir ve dilediğimiz kimse kurtuluşa erdirilir. (Fakat) mücrimler topluluğundan azabımız asla geri çevrilmez. [Yûsuf 110]

Sizleri, Allahu [Subhânehu ve Te'âla]'nın değişimdeki emrine ve sünnetine davet ediyoruz. O halde karşılık verenlerin ve icabet edenlerin en hayırlıları olunuz. Zira yolun doğrusu Allah'a aittir.

Devamını oku...

Tedricilik

  • Kategori Suriye
  •   |  

Tedriciliğe davet etmek, İslam'da olan bir şey değildir. Zira o, yeni bir fikir olup Müslümanların arasında Batılı fikirlerden etkilenmeleri neticesinde dolaşmaya başlamıştır. Tedriciliğe davet edenlerin davet gerekçesine gelince; İslam'ın kamil bir şekilde tatbik edilmesine güç yetirilememesi veya küresel kamuoyunun İslam'ın tatbik edilmesini kabul etmemesinden yada büyük devletlerin İslam'ın tatbik edilmesi için bize bir alan bırakmamasından dolayı İslam'ın tatbik edilmesine mevcut şartların yetersiz olması veya Batı'ya itaat çalışması ve Allahu [Subhânehu ve Te'âla]'ya masiyet olarak sayılan şeri olmayan boş gerekçelerdir. Dolayısıyla tedricilik sözü, İslam'ın doğasına aykırı olduğu gibi Kur'an'ın metoduna, Resul [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]'in İslam'ı tebliğ etme ve ona davet etmedeki siretine, Raşid Halifeler ile Resulullah [Sallallahu Aleyhi ve Sellem] için hayırla onlara şahit olan Selef-i Salih'in üzerinde olduğu hususlara da aykırıdır.

İslam'ın doğasına aykırı olmasına gelince; çünkü İslam'ın doğası öncelikli olarak el-Hâlık, el-Müdebbir olan, yani yaratma ve emir sadece Kendisine ait olan bir tek Allahuteala'ya imana dayanmaktadır. Dolayısıyla Müslümanın nezdinde bu imanın zorunluluklarından biri de onun bir insan olarak kendisi için doğru bir yasa yapmaya güç yetirememesidir.  Bu temelde bir Müslüman, bir hüküm verdiğinde Rabbine itaat etmelidir. Zira Allahuteala, şöyle buyurmuştur:

فَلاَ وَرَبِّكَ لاَ يُؤْمِنُونَ حَتَّى يُحَكِّمُوكَ فِيمَا شَجَرَ بَيْنَهُمْ "Hayır! Rabbine ant olsun ki onlar aralarında çıkan anlaşmazlıklarda Seni hakem kılmadıkları sürece iman etmiş olmazlar." [en-Nîsa 65]

Hükmedildiğinde ise Allahuteala şöyle buyurmuştur:

أَلَمْ تَرَ إِلَى الَّذِينَ يَزْعُمُونَ أَنَّهُمْ آمَنُواْ بِمَا أُنزِلَ إِلَيْكَ وَمَا أُنزِلَ مِن قَبْلِكَ يُرِيدُونَ أَن يَتَحَاكَمُواْ إِلَى الطَّاغُوتِ وَقَدْ أُمِرُواْ أَن يَكْفُرُواْ بِهِ "Sana ve Senden öncekilere indirilenlere iman ettiklerini iddia edenleri görmedin mi? Onlar inkar etmekle emrolundukları halde tağuta muhakemeleşmek istiyorlar." [en-Nisâ 60]

İşte bundan dolayı bir Müslümanın, iman ile itaat arasındaki bu zorunluluğun kıl kadar dışına çıkmamasıdır. Özellikle de İslam'ın nüzulunun tamamlanmasından ve Müslümanın, iman, bağlılık, tatbik ve ona davet edilmesi hususunda İslam'dan tam bir şekilde sorumlu olmasının ardından...

Kur'an'ın metoduna aykırı olmasına gelince; Kur'an Müslümanlara, Resul [Sallallahu Aleyhi ve Sellem] ile Muhacir ve Ensardan onunla birlikte olanlara ihsanla tabi olmalarını emretmiştir. Zira Allahuteala, şöyle buyurmuştur:

وَٱلسَّابِقُونَ ٱلأَوَّلُونَ مِنَ ٱلْمُهَاجِرِينَ وَٱلأَنْصَارِ وَٱلَّذِينَ ٱتَّبَعُوهُم بِإِحْسَانٍ رَّضِىَ ٱللَّهُ عَنْهُمْ وَرَضُواْ عَنْهُ "(İslam dinine girme hususunda) öne geçen ilk muhacirler ve ensar ile onlara güzellikle tabi olanlar var ya, işte Allah onlardan razı olmuştur, onlar da Allah'tan razı olmuşlardır." [Tevbe 100]

Yine Kur'an Müslümanlara, İslam'la, yani İslam'ın bütünüyle hükmetmelerini emretmiş ve bir tek hüküm olsa bile İslam'ın hükümlerinin terk edilmesi hususunda onları uyarmıştır. Nitekim Allahuteala, şöyle buyurmuştur:

وَأَنِ احْكُمْ بَيْنَهُمْ بِمَا أَنْزَلَ اللَّهُ وَلا تَتَّبِعْ أَهْوَاءَهُمْ وَاحْذَرْهُمْ أَنْ يَفْتِنُوكَ عَنْ بَعْضِ مَا أَنْزَلَ اللَّهُ إِلَيْكَ "Aralarında Allah'ın indirdikleri ile hükmet! Sakın onların hevalarına tabi olma ve Allah'ın sana indirdiklerinin bir kısmından seni saptırmalarından sakın!" [el-Mâide 49]

Ayrıca Kur'an Müslümanlara, Resul [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]'in davetinde olduğu şey üzerine olmalarını emretmiştir. Zira Allahuteala, şöyle buyurmuştur:

قُلْ هَذِهِ سَبِيلِي أَدْعُو إِلَى اللَّهِ عَلَى بَصِيرَةٍ أَنَا وَمَنِ اتَّبَعَنِي "De ki: İşte bu, benim yolumdur. Ben ve bana tabi olanlar, basiret üzere Allah'a davet ederiz." [Yûsuf 108]

İslam'ı tatbik ve tebliğ etmede Resul [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]'in siretine aykırı olmasına gelince; zira Resul [Sallallahu Aleyhi ve Sellem], şöyle buyurmuştur:

مَنْ عَمِلَ عَمَلاً لَيْسَ عَلَيْهِ أَمْرُنَا فَهُوَ رَدٌّ "Her kim üzerinde emrimiz olmayan bir amel işlerde o reddedilir." [Müttefikun Aleyh] Dolayısıyla İslam'ın tatbik edilmesinde, onun tatbik edilip davetinin taşınmasında Resul [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]'in hayatı, İslam'ın farz kıldığı bu yöne mutabık olmaktadır. Nitekim o, davet yaşamında çok baskıcı şartlar yaşamış ama bunlara boyun eğmemiştir. Yine kendisine çok cazip teklifler sunulmuş ama bunlara icabet etmemiştir.

Kafirler, Resul [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]'in davetinde yağcılık yapmasını istemişlerdir ama o bunlara tamamen karşı koymuştur. Zira o, Beni Âmir Bin Sasa heyetinin desteğine şiddetle muhtaç olduğunda onlar, Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e ondan sonraki yönetimin kendilerine ait olmasını teklif ettiklerinde şöyle demiştir:

الأمر لله يضعه حيث يشاء "Yönetim Allah'a aittir ve onu dilediğine verir." Dolayısıyla taviz vermediği gibi yağcılık da yapmamış... ve mal, makam ve İslam ile yönetimden uzak olan krallığı bile reddetmiştir. Sonra Sallallahu Aleyhi ve Sellem, fethettiği ve galip geldiği ülkelerle muamelede bulunmamış ve buralarda sadece ama sadece İslam'ı tatbik etmiş ve onlardan bazılarının ibadet etmeleri için putlarını bırakmalarını reddettiği gibi onlardan herhangi birinin namazdan muaf tutulmasını da reddetmiştir...

Resulullah [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]'in azı dişlerimizle ısırmamızı emrettiği Raşid Halifelerin sireti ile hayırla onlara şahit olan Selef-i Salih'in üzerinde olduğu hususlara aykırı olmasına gelince; onların hayatları, cihada, ülkelerin fethedilmesine ve insanların Allah'ın dinine girdirilmesine dayalı olmuştur. Zira bir ülkeyi fethettiklerinde burada İslam'ı kamil bir şekilde tatbik etmişler ve bir sene yada bir ay hatta gündüz bir saat bile içkinin içilmesine izin vermemişlerdir. Dolayısıyla farz derhal uygulanıp haram da derhal yasaklandığı gibi hadler ve hükümlerde tedricilik veya "izin dönemi" olmaksızın tatbik edilmiştir!

 

Ey Müslümanlar!

Batı, Müslüman ülkelerdeki halkçı ayaklanmalarından dolayı şaşkına uğradığı gibi Müslümanların Allah'ın şeriatıyla hükmedilmesine çağıran tutkulu duyguları ile hareketlenmelerinin camilerden başlaması ve tekbir seslerinin göklere yükselmesi daha çok şaşkına uğratmıştır. Hatta İslam yönetime ulaşacak diye de içerisine bir korku düşmüştür. Zira Batı bunun helak oluşu olduğunun farkındadır ve bu yüzden de Müslümanların duygularına karşı dolambaçlı habis üsluplar yoluyla bunu engellemek için gayretle çalışır bir hale gelmiştir. Nitekim bu üsluplardan biri de hedeflediği tedricilik fikridir. Zira bu, taşıyıcısına hükmü ve hükmün tatbikini terk etmeyi caiz kılmaktadır... Dolayısıyla bu yolla İslam'ın hükümlerinden adım adım, dahası sıklaştırılmış adımlarla taviz vermek kolay bir hale gelmektedir! Buna da sözde ılımlı Müslümanlar yardımcı olmaktadırlar. Zira aynı şekilde onlar da tedricilik fikrini hedeflemektedirler. Çünkü bu yolla onlar, kendilerini seçen kamuoyu karşısında bir çıkış yolu bulmaktadırlar. Mesela kendilerine, neden İslam'ı tatbik etmiyorsunuz, halbuki biz sizleri bunun için seçmiştik dediklerinde onlara şu şekilde cevap vermektedirler: Biz İslam'ı tatbik edeceğiz ama tedricilik yoluyla. Bu yüzden bize biraz zaman verin! Böylece onlar, kendilerine verilen zaman içerisinde bir çıkış yolu bulacaklarını sanmaktadırlar. Böylece de tedricilik sözüyle İslam'ı tatbik etmeyerek bir haramdan başka bir harama çıkmaktadırlar!!

Bu ayaklanmalar, Amerika liderliğindeki Batı'nın, İslam'a ve Müslümanlara karşı olan kinini ifşa ettiği gibi aynı şekilde o, İslam'ın hükümlerini Allah'ın farz kıldığı şekilde tatbik etmek istemeyerek yönetimin arayüzleri haline gelen sözde "ılımlı Müslümanları da" ifşa etmiştir. Bilakis onlar, İslam'ın hükümlerini tatbik etmeye muktedir de değillerdir. Çünkü onlar hayatları boyunca kendilerini İslam'ın hükümlerini tatbik etmek için hazırlamamışlardır. Hatta İslam'ın yönetim şekli ve ekonomi, içtima, siyaset, öğretim ve dış siyaset gibi yönetim sistemleri kesinlikle düşüncelerinde bile olmamıştır. Bu nedenle onlar, tedricilik fikriyle insanları aldatmayı hedeflemektedirler. Ancak kendilerinden başkasını da aldatamamaktadırlar... Dolayısıyla ümmete vacip olan, onlara İslam'ın sahih anlayış metoduna sahip olmasının yanı sıra yönetimle ilgili şeri hükümler ile çalışmasında siyasî deneyime sahip olan cemaati kabul ettirmek olduğunu anlamasıdır. İşte o, siyaseti takip edip uluslararası siyaseti bildiğinde kendisini ortaya çıkaracak ve kafir Batılı fikirleri de çürütecektir. İşte o, hazırlamış olduğu bir anayasa projesi olduğunda geriye sadece onu gözden geçirmek kalacaktır ki böylece Raşidi Hilafet Devleti yoluyla Allah'ın indirdikleriyle olan yönetimi kurmaya imkan bulacaktır. İşte bu cemaat de Hizb-ut Tahrir'dir.

 

Ey Suriye ve Tüm İslam Dünyasındaki Müslümanlar!

Hizb-ut Tahrir Müslümanları, önlerine Rablerinin rızasını ve O'nun şeriatını koymaya çağırmaktadır. Yine o, Müslümanları özellikle de onlardan muhlis olanları, tedriciliğe çağırmak gibi kafir Batı'nın çağrılarının tuzağına düşmeye karşı uyarmaktadır. Hizb-ut Tahrir, Suriye halkına ve onların arkasında olan bütün Müslümanlara, tüm içtenlikle ve Allah'ın yardımıyla bu sürece liderlik edebileceğini ilan eder. Elbette buda anlayışta, tatbikte, davette ve İslam'ın yayılmasında sahih İslam metoduna göre olacağı gibi muhlislerden bu davetten geri kalanların hepsi de Allahu [Subhânehu ve Te'âla]'ya karşı sorumluluk taşıyacağı gibi ellerini Batı'ya uzatmayı ve İslam'ı anlamada Batı metoduna göre yürümeyi kabul etmiş olmasının yanı sıra sahih anlayış ile ona destek verenleri de terk etmiş olacaklardır.

Hizb-ut Tahrir, Raşidi Hilafet'e davetin lideri olarak kalmaya devam edeceği gibi Resulullah'ın Ahmed'in rivayet etmiş olduğu sahih hadisindeki vaadinin sahibi olmayı da arzulamaktadır. Ki buda son merhalesine şahit olduğumuz bu zorba diktatörlükten sonra:

ثُمَّ تَكُونُ خِلَافَةً عَلَى مِنْهَاجِ النُّبُوَّةِ "Sonra (yeniden) Nübüvvet Minhacı üzere [Raşidi] Hilafet olacaktır." Hadisidir.

Yine o Müslümanları, kendilerini sahih bir kalkınmayla kalkındıracak ve Allahu Subhânehu'nun muhkem ayetinde olmalarını istediği gibi insanlık için çıkarılmış en hayırlı ümmet yapacak hak bir davet olan bu mübarek davette kendisiyle birlikte olmaya davet etmektedir.

كُنْتُمْ خَيْرَ أُمَّةٍ أُخْرِجَتْ لِلنَّاسِ تَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَتَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنْكَرِ وَتُؤْمِنُونَ بِاللَّهِ "Sizler, insanlar için çıkartılmış en hayırlı ümmetsiniz. Marufu emreder, münkerden nehyeder ve Allah'a iman edersiniz." [Âl-i İmrân 110]

 

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Mahkemelerde Değişen Bir Şey Yok; Esaslar Aynı İsimler Farklı

Avrupa Birliği uyum yasaları çerçevesinde 2004 yılında kaldırılan Devlet Güvenlik Mahkemelerinin yerine kurulan Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemeleri, "cemaatin" tüm baskılarına rağmen, Başbakan Erdoğan'ın özel talimatı ile 3. Yargı Paketine dâhil edilerek kaldırılmıştır. Hükümet tarafından verilen ve olaylı bir şekilde meclis genel kurulunda kabul edilen önergede; Özel Yetkili Mahkemelerin yerine 29 ilde Bölgesel Ağır Ceza Mahkemelerinin kurulacağı, Ergenekon ve Balyoz gibi kamuoyu tarafından büyük ilgiyle takip edilen davaların bu değişiklikten etkilenmeyeceği ve daha önce CMK 250. madde ile görevlendirilen mahkemelerin, bundan sonra Terörle Mücadele Kanunu'nun 10. maddesiyle yetkilendirileceği belirtilmiştir.

AKP iktidarının DGM'lerin kaldırılmasından sonra övünerek "bizim iktidarımız kurdu" dediği ÖYM'leri kaldırma sebebi, KCK soruşturması kapsamında üst düzey MİT görevlilerinin ifadeye çağrılması ve buradaki asıl hedefin Başbakan olmasıdır. Hatırlanacağı üzere, MİT Müsteşarı'nın şüpheli sıfatıyla özel yetkili savcı tarafından ifadeye çağrılmasındaki tehlikeyi gören Erdoğan, doğrudan kendisinin hedef alındığını görmüş ve hasta yatağından kalkarak bir gecede yaptırdığı kanun değişikliği ile mevcut soruşturmayı engelletmişti.

ÖYM'lerin kaldırılmasının asıl sebebi bu olmakla beraber, bundan sonra kurulacak olan Bölgesel Ağır Ceza Mahkemelerinin yapacağı muhtemel uygulamalar da, kendinden önceki mahkemelerden farklı olmayacaktır. Zira Türkiye Cumhuriyeti devleti, tarihi boyunca hiçbir zaman kendisini güvende hissetmemiş ve bekasını sağlamak adına her dönemde bu tür mahkemeler kurmuştur. Cumhuriyet'in ilk yıllarında kurulan ve binlerce kişiyi idama mahkûm eden İstiklal Mahkemelerini, daha sonraki yıllarda kurulan Sıkı Yönetim Mahkemeleri, Olağanüstü Hal Mahkemeleri, Devlet Güvenlik Mahkemeleri ve Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemeleri takip etmiştir. Bu mahkemeler aracılığıyla fasit rejim ayakta kalmış, ancak onbinlerce Müslüman muhtelif cezalara çarptırılarak birçok zulme maruz bırakılmıştır. Bütün bu mahkemeler, "devletin ve rejimin güvenliği için" sanık sandalyesine oturan her kişiyi düşman olarak görmüş ve yapılan savunmalar usulden öte bir anlam taşımamıştır. Nitekim yüzlerce sayıdaki Hizb-ut Tahrir yargılamaları da, bu doğrultuda değerlendirilmektedir. Hizb-ut Tahrir üyeleri, hiçbir şekilde cebir ve şiddet uygulamamasına, silahlı hareket metodunu benimsememesine ve tamamen fikri ve siyasi bir mücadele sürdürmelerine rağmen, bugüne kadar gayrı hukuki olarak bu mahkemelerde hasmane bir tavırla yargılanmış ve tamamına yakını cezalandırılmıştır.

Ayrıca bu mahkemelerin kaldırılması bir kez daha göstermiştir ki, çağdaş küfür nizamı demokrasinin temel ilkelerinden olan kuvvetler ayrılığı prensibi, koca bir safsatadan ibarettir. Yürütme, yasama ve yargıya istediği gibi müdahale edebilmektedir. Beşer mahsulü kanunlar, istenildiği gibi değiştirilmekte ve aciz, sınırlı, muhtaç olan insandan, en idealini yapması beklenmektedir. Bu minvalde ÖYM'lerin kaldırılmasıyla alakalı, "ideali yakalamak durumundayız" diyen Başbakana hatırlatırız ki: İdeali yakalamak, ancak Allah Subhanehu Teâlâ'nın nizamı olan İslam'ı tatbik etmekle mümkündür. Önemli olan mahkemelerin isimleri değil, o mahkemelerde ne ile hükmedildiğidir. Adil yargılama ise sadece Allah Subhanehu Teâlâ'nın hükümleri ile hükmedecek ve İslam'ı hayata hâkim kılacak olan bir devletle mümkündür. O devlette, Allah Subhanehu Teâlâ'nın izniyle ayak sesleri duyulan İkinci Raşidi Hilafet Devleti'nden başkası değildir.

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER