Pazartesi, 26 Muharrem 1447 | 2025/07/21
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

- Basın Açıklaması - Hilafet, Nükleer Silaha Yaklaşımda Çok Hassas, Sorumlu, Kapsamlı Bir Politikaya Sahiptir

Yazar "Saymir Hiraşi'nin" Pakistan'ın nükleer silahı hakkında ifşa etiği şeyler, yöneticilerin İslam ile Müslümanlara yönelik hıyanetini ortaya çıkarmış, diktatör ve demokrat yöneticilerinin tahtlarını korumak amacıyla Amerika'yı Pakistan nükleer silahına hakim kılıp Pakistan'ın egemenliğini ipotek etmelerinden sonra artık ülke ve maslahatları için bir tehlike haline geldiklerini göstermiştir. Ayrıca yazar, Amerika ile Hindistan'ın diktatörlerden veya bazı demokrat yöneticilerden korkmadıklarını, aksine gerçek korkularının Hilafet'in geri gelerek nükleer silaha hakim olması olduğu hakikatine de vurgu yapmıştır. Zira onları korkutan ve kaygılandıran şey Hizb-ut Tahrir'in Hilafet için çalışması ve mücadele vermesidir. Bu sebepten ötürü Hizb, metodunda maddi eylemi benimsememesine rağmen ajan yöneticileri tarafından Müslümanların muhtelif beldelerinde yasaklanmıştır.

Diğer taraftan Yazar "Saymir Hiraşi", Hizb-ut Tahrir'i tehlikeli bir Hizb ve Hilafet Devleti'ni de terörist bir devlet olarak tanımlarken öfkesinden dişlerini göstermiştir. Oysa on üç küsur asra yayılan Hilafet Devleti'nin tarihi, Müslümanların, Ehl-il Kitabın ve diğer din sahiplerinin hep birlikte Hilafet'in gölgesinde eşi görülmemiş barış ve emniyet içerisinde yaşadıklarına ve tüm haklarının Hilafet tarafından korunduğuna şahittir. Yine basar ve basiret sahibi herkesçe açıktır ki Müslümanların mevcut acıları ile sıkıntılarının müsebbibi "İsrail'in", Hindistan'ın, Amerika'nın, Fransa'nın ve İngiltere'nin demokrasisidir.

Hilafet Devleti'nde nükleer silah meselesi, Rabb-il İzze [Celle Celaluh]'un indirdiği açık şeri hükümlerle kontrol altına alınmış olup sabit değişmeyen bir husustur. Dolayısıyla bizzat Halife de dahil hiçbir kimse bununla oynayamaz. Dolayısıyla da Hilafet Devleti'nin nükleer silaha yaklaşım siyaseti, kapsamlı, sorumlu bir siyaset olup hiçbir şekilde Batının nükleer silaha yaklaşımındaki güdümlü siyaseti ile kıyaslanamaz. Zira dünya, Amerika'nın nükleer silahla iki Japon şehri olan Hiroşima ile Nagazaki'yi nasıl yok ettiğine bizzat kendi gözüyle şahit olmuştur.

Ancak İslam, İslam'ın ve Müslümanların düşmanlarını korkutmak amacıyla sanayileşme ve nükleer silaha sahip olmak için hazırlık yapmak da dahil Müslümanların cihat farizasını yerine getirmeleri için hazırlık yapmalarını farz kılmıştır. Ancak Hilafet Devleti, bu nükleer silahı Batının yaptığı gibi insanlığı yok etmek için kullanamaz. Bilakis savaşı kazanmak için gerekli durumda savaşanlara ve askeri tesislere karşı kullanır. Hilafet Devleti'nin nükleer silahın kullanılmasında misli ile muamele etmek babı dışında nükleer silahı kullanmaya başvurması mümkün değildir. Dolayısıyla Hilafet, düşman devletin kendisine karşı nükleer silah kullanması veya zannı galibince düşmanın kendisine karşı nükleer silah kullanmak için hazırlık yapması halinde Hilafet, nükleer silah kullanma hakkını saklı tutmaktadır.

Ayrıca Hilafet, kendisinden ayrı bir şekilde vilayetlerinin nükleer silaha sahip olmasına da izin vermeyecektir. Bilakis nükleer silahın sadece halifenin yetkisi altında kalması gerekmesinin yanı sıra İslam, nükleer silahın kafir bir devlete satılmasına da izin vermez.

Şüphesiz Hilafet Devleti'nin kurulmasının yaklaşması Amerika ile diğer küfür devletlerinin uykusunu kaçırmaktadır. Ancak onlar, tüm planları ile tuzaklarının boşa çıkacağını, sadece Allah [Subhânehu ve Te'alâ]'nın iradesinin nafiz olduğunu, Hilafet'in kesinlikle kurulacağını, artık bunun emarelerinin hissedilmeye başladığını ve Resulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in buna dair müjdesinin asla gecikmeyeceğini iyi bilmelidirler.

İmrân Yûsufzây
حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir
Resmi Sözcü Yardımcısı
Pakistan Vilâyeti

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Kırmızı Çizgi!

İster kral ister başbakan ister dışişleri bakanı isterse -rejimin kötü fiillerini şirin göstermekten başka bir dertleri olmayan- medya organları olsun Ürdünlü yöneticiler ve yetkililer sık sık "Kudüs, kırmızı çizgidir" ifadesini dillendirmekteler. Nitekim bunlardan birisi de el-Hayat Gazetesi'nin Londra'da yaptığı ve geçen hafta bazı Ürdün gazetelerinin yayınladığı röportajda Kral İkinci Abdullah'ın ağzından çıkmıştır.

Filistin'i gasbeden Yahudi varlığının Kudüs ve el-Aksa'daki uygulamalarını, Yahudi askerlerinin Mescid-il Aksa'nın avlusuna zorla nasıl girdiklerini, insanların Mescid-il Aksa'ya ulaşmasını nasıl engellediklerini, içerisine nasıl el bombası attıklarını, altındaki kazı çalışmalarının halen devam ettiğini, Yahudilerin Kudüslülerin evlerini istila ettiklerini, bazılarının evlerini yıktıklarını, sokaklarda gecelemek ve yatmak üzere sahiplerini açıkta bıraktıklarını gördük! Gördük görmesine de... Ancak...

Görünen o ki Yahudilerin tüm bu yaptıkları henüz kralın ilan ettiği kırmızı çizgiye ulaşmamıştır!! Peki, Ürdün rejimi, Filistin'i gasbeden Yahudi varlığını ne zaman kırmızı çizgiyi ihlal etmiş olarak görecektir? Yahudiler Mescid-il Aksa'yı yıktıktan sonra mı? Yerine sözde heykellerini diktikten sonra mı? Kudüslülerin hepsini Kudüs'ten kovduktan sonra mı? ... Ne zaman?

Milletler herhangi bir mesele için kırmızı çizgi koyduklarında onun ihlal edilmesini kana kan ve yıkıma yıkım olarak görürler. Yani bu, onun tarafları açısından kan dökmekten başka çare kalmaması demektir. Yani tüm barış ve anlaşma köprülerini yıkmak demektir. Yani Yahudiler ve arkasındaki kafirler ile savaşmaları için ordular hazırlamak ve askerleri seferber etmek demektir. Yoksa şeytanın yolunda savaşmak, İslam ile Müslümanların düşmanı haçlıların ve ajanlarının çıkarlarını savunurken ölmek için Birleşmiş Milletlerin bayrağı altında paralı asker olmak üzere iki örgüte ve benzerlerine gitmek değildir.

Bu rejimden istenen talep listesi bir hayli uzun olsa da şu ikisiyle yetineceğiz:

1. Derhal Vadi Arabe Anlaşması'nı ilga etmelidir. Çünkü İslam'ın haram kıldığı bir anlaşmadır. Bundan dolayı şeran batıldır ve Müslümanların ona bağlanmaları helal değildir.

2. Ürdünlü askerleri Birleşmiş Milletler kuvvetlerinden çekmelidir. Çünkü kafirlerin bayrağı, yani Birleşmiş Milletlerin bayrağı altında savaşmak İslam'ın haram kıldığı bir husustur. Binaenaleyh bu askerlerin zihninden bayağı paralık asker fikri silinerek yerine İslam'daki cihat fikirleri ile öğretileri yerleştirilmeli ve bir bütün olarak Filistin'i kurtarmaları için seferber edilmelidirler. Çünkü sadece Kudüs, kırmızı çizgi değildir. Bilakis Filistin'in tamamı kırmızı çizgidir. Çünkü bir karışı dahi olsa Yahudilerin onun içerisinde bir devlet kurmaları caiz değildir.

 

Devamını oku...

- Basın Açıklaması -

"Müşerref Kanalizasyon İstasyonu" cürümü, ülkenin nasıl idare edildiğini ve hükümetin vatandaşlarının işlerini nasıl ihmal ettiğini bizlere açıkça göstermesinin yanı sıra hükümetin "domuz gribi" denilen mesele karşısında takındığı vurdumduymaz tavrı da cabasıdır. Artık bir skandal olduğu herkes tarafından konuşulan bu iki meselenin detayları bir yana bu iki cürüm, insanların hayatlarına ve canlarına zarar vermiştir ki bunlara karşı sessiz kalınmaması ve bunlar karşısında durulması gerekir.

Dikkatlerin bu iki soruna çekilmesi bizlere şu iki önemli hususu ifşa etmektedir: Birincisi, paranın varlığı ve maddi bolluk, kesinlikle onurlu bir hayat demek değildir. İşte Kuveyt, geçen sene 35 milyar dolar ve bu senenin sonunda ise 11 milyar dolar tutarında bütçe fazlalığı verdi. Bu da ülkenin muazzam paralara sahip olduğu ve sorunların çözümünde aciz kalmasının mali olmadığı anlamına gelmektedir. Buna rağmen sorunlar çözüm ümidi olmaksızın peş peşe ortaya çıkmakta ve insanları susturmak için orası burası yamalanarak yetinilmektedir. Dolayısıyla sorun, kesinlikle paranın varlığında değildir. Bilakis bu paranın harcanmasını düzenleyen nizamdadır.

Bir husus budur. Bu iki sorunun ortaya çıkmasıyla birlikte açığa çıkan diğer husus ise, ister yasama isterse yürütme organı denilen şey olsun demokrasinin araçlarının oynadığı rol ve bu her iki organın da insana değer verip onun kurtarılması için köklü bir çözüm getirmeksizin uzlaşmak için bu sorunları istismar etmeleridir. Bu ise yeni bir husus değildir. Zira sağlık, eğitim, elektrik, su ve konut gibi ülkenin on yıllardır süregelen sorunlarını incelediğimizde tek bir gerçeğe ulaşırız ki o, sorunlarımızın demokratik sistem tarafından saptanması ve onun araçlarından çözüm beklenilmesi başımıza hastalıklardan, pisliklerden ve kirlenmelerden başka bir şey getirmeyecektir.

Oysa bizlere yaraşan sırf Allah'ın şeriatının tatbik edilmemesinin mülahaza edilmesi sonucunda sıkıntılı hayata parmak basmaktı. Ancak lüks maddi yaşam bizleri; hastalıklar kapacak, zehirli gazları teneffüs edecek, sokaklarımızda pislikler zuhur edecek ve hala sorunun mecliste mi yoksa hükümette mi olup olmadığını sorgulayacak derecede inhitata maruz bıraktı ve meclis ile hükümetin arasında birer oyuncak olmayı kabullenerek Allah [Subhânehu ve Te'alâ]'nın şu kavlini unuttuk:

وَمَنْ أَعْرَضَ عَن ذِكْرِي فَإِنَّ لَهُ مَعِيشَةً ضنكاً "Her kim de zikrimden (dinimden) yüz çevirirse, şüphesiz onun sıkıntılı bir hayatı olur." [Tâ-hâ 125]

Ve şu kavlini:

وَأَلَّوِ اسْتَقَامُوا عَلَى الطَّرِيقَةِ لأَسْقَيْنَاهُم مَّاء غَدَقاً "Şayet doğru yolda gitselerdi elbette onlara bol su verirdik." [Cin 16]

Dolayısıyla İslam'dan başkasına muhakeme olup sorunlarımızı demokrasinin kucağına attığımız sürece zinhar sıkıntıdan ve inhitattan başka bir şey görmeyeceğiz. Binaenaleyh bizler Hizb-ut Tahrir / Kuveyt olarak her ne olursa olsun sorunlarımızın hayatı tanzim edecek, onu temizleyecek, Müslümanların servetlerini yağmadan, hırsızlıktan ve rüşvetten uzak bir şekilde Allah'ın emrettiği gibi harcanan bereketli bir servete dönüştürecek Raşidi Hilafet'i ortaya çıkaracak olan İslam'dan başka bir çözümü olmadığını teyit ederiz.

 

Devamını oku...

AKP Gibi Demokratik Hükümetlerden Çözüm Beklemek Abesle İştigaldir!

  • Kategori Türkiye
  •   |  

İşgal ettiği Irak'tan çekilme hazırlığı yapan ve çekilmesiyle ortaya çıkacak boşluğu Türkiye'nin katkısıyla doldurma ve bu yolla Irak üzerindeki kontrolünü sürdürmek isteyen Amerika'nın stratejisinin bir gereği olarak PKK'yı tasfiye etmek isteyen AKP hükümetinin önce "Kürt Açılımı" sonra "Demokratik Açılım" ardından da sözde "Milli Birlik ve Beraberlik Projesi" adı altında başlattığı açılıma, ordu içerisindeki İngiliz yanlısı laik unsurlar ve onların sivil uzantılarından gelen sert tepkiler üzerine Türkiye, özellikle doğu illerinde işyerlerinin yakıldığı, kamu mallarına zarar verildiği, kanların akıtıldığı bir takım şiddet olaylarına sahne oldu. Bunların içerisinde en dikkat çekicisi İstanbul'un Dolapdere semtinde üç kişinin silah çekip insanların üzerine ateş etmesi ve bunlardan birisinin kameraların karşısına geçerek gayet serinkanlı bir şekilde yaptığı şu açıklamasıdır: "Bana para verdiler, git sık dediler, ben de sıktım... Ben sokakta gezen bir çöpçüyüm..."

Bu olay ve Türkiye'de işsizlik sayısının 3 milyon 429 bin olduğu göz önüne alındığında insanların nasıl bir güvensizlik,çaresizlik ve refah bunalımı içerisinde oldukları ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla Amerika'nın dayatması sonucunda AK Partinin ürettiği projeler, İngiliz yanlısı laiklerin karşı hamleleriyle birlikte ülkeyi bir kaosun içerisine sürüklemiş, insanları birbirine düşürmüştür. Bütün bu olaylar sonrasında Başbakan Erdoğan'ın hala "İnadına demokrasi, inadına milli birlik projesi" demesi dalalet içerisinde olduklarını göstermektedir.

فَوَيْلٌ لِّلْقَاسِيَةِ قُلُوبُهُم مِّن ذِكْرِ اللَّهِ أُوْلَئِكَ فِي ضَلالٍ مُبِينٍ            "Allah'ın zikrine kalpleri kapalı olanlara yazıklar olsun! Gerçekten onlar apaçık bir dalalet içerisindedirler." [ez-Zumer 22]

AKP hükümeti, tüm bunların yanı sıra iktidara geldiği günden beri Müslümanları her alanda hüsrana uğratmıştır. Zira üniversitelerde başörtüsü takılması meselesini "Başörtüsü bizim namus meselemizdir" diyerek halledeceğini ağzına pelesenk yapan AK Parti, iktidara geldiğinde İslam'ın bir emri olduğu için değil de Amerika'nın tüm İslam ülkelerine pazarlamaya çalıştığı demokrasi ve özgürlüklere ilişkin olarak bir yasa çıkarmış ancak İngiliz yanlısı laiklerin ciddi tepkisini görünce birden bire çark ederek "Bizim gündemimizde başörtüsü sorunu yok" diyerek Amerikan stratejisi gereği laikleri rahatlatmayı, Müslüman kızların tacı olan başörtüsüne tercih etmiş ve nihayet başörtüsüne ilişkin yasa Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmiştir.

Geçmişteki tüm hükümetler gibi AK Parti hükümeti de işsizlik sorununu halledeceğini söylediği halde son gelinen noktada işsizlik oranı daha da artmış ve işsizlerin sayısı 3 milyon 429 bin gibi devasa bir rakama ulaşmıştır. Hükümetinin her beceriksizliğine bir kulp takmayı alışkanlık haline getiren Başbakan Erdoğan, "Amerika'da da işsizlik var" diyerek bu acı gerçeği örtme ve çarpıtma yoluna gitmiştir.

Terörle mücadele adı altında Afganistan'ı işgal eden ve sekiz yıldır oradaki Müslümanları katleden terörün başı Amerika'ya karşı Müslüman Türk ordusunu harekete geçirmesi gereken AK Parti hükümeti, NATO üyeliği adı altında Afganistan'da asker bulundurmaktan gurur duymaktadır ve Amerika'nın Afganistan'a yönelik stratejisini desteklediklerini en üst düzeyde dile getirerek Afganistan'daki Müslümanların kanayan yarasına tuz basmıştır.

Doğalgazın neredeyse yüzde yüze yakınını ithal eden bir Türkiye ile karşı karşıya iken sanki ümmetin maslahatına bir proje geliştirmişçesine Nabucco Projesi'ne destek veren AK Parti hükümeti, alacağı üç beş kuruş kira bedeli karşılığı başta Amerika olmak üzere Batılı devletlerin çıkarına hizmet edecek olan bu projeyi tüm gücüyle sahiplenmiş ve Türkiye'yi sömürgeci kafirlerin yol geçen hanına çevirecek olan bu projenin ilk adımının Türkiye'de atılmasını bir başarı olarak görmüştür.

Amerika'nın Orta Asya politikasına hizmet edecek olan Ermenistan sınır kapısının açılması noktasında AK Parti hükümeti, bir avuç Ermeni karşısında zillete düşmüş ve ümmete karşı bu acziyetini örtmek için de küresel aktör oluyoruz hayallerini dile getirmiştir.

İngiliz nüfuzunu yok etmek ve kendi nüfuzunu daha etkin kılmak için Amerika'nın Kıbrıs'a yönelik projelerini hayata geçirmek için canla başla çalışan AK Parti hükümeti, burasının stratejik nadide bir İslam beldesi olduğunu belki de hiç bilmemiştir zira Amerika'nın hazırladığı Annan planını uygulamak için gösterdiği aktiflik bunun en bariz göstergesidir.

İktidara geldiği günden bu yana ümmetin maslahatına bir şey yapmayan AKP, Amerikan projelerini hayata geçirmek için kendisini paralamaktan hiç geri durmamıştır. Bizler Hizb-ut Tahrir (Kurtuluş Partisi) olarak biliyoruz ki; İslami ümmeti, kokusu burun direğini sızlatan kokuşmuş demokrasi, özgürlükler ve insan hakları gibi küfür fikirlerinden ve ajan yöneticilerin köle ruhlu politikalarından kurtarıp dünyanın efendisi konumuna getirecek olan Hilafet Devleti'ni ikame etmek için gecesini gündüzüne katarak çalışan ümmetin muhlis evlatlarından oluşan Hizb-ut Tahrir şebabını zindanlara atan bu hain yöneticilerden elbette başka bir şey beklenmez. Ancak bu kadar zillet ve hıyanet içerisinde olduklarını bildikleri ve yakinen gördükleri halde medya kuruluşlarının, yazarların, akademisyenlerin, bürokratların, hele hele de İslami kisveye bürünenlerin bu yöneticilere destek vermesi gerçekten şaşılacak bir durumdur!

Ey Türkiye'deki Müslümanlar!

Hilafet Devleti'nin yıkılıp yerine laik (dinsiz) Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulmasından bu yana mevcut AKP hükümeti de dahil iktidara gelen tüm demokratik hükümetler, koltuklarını korumak adına sürekli sömürgeci kafirlerin planlarını hayata geçirmek üzere çaba harcamışlar ve onların planlarını uygularken de ümmetin servetlerinin heba olmasına, kanlarının heder edilmesine, İslami değerlerin çiğnenmesine hiç aldırış etmedikleri gibi sömürgeci kafirlerin ajanı oldukları gün yüzüne çıkmasına rağmen ümmetin karşısında pişkin pişkin sömürgeci kafirlerin politikalarını uygulamaya devam etmişlerdir. O halde bu mazarrat yöneticileri ve onların kokuşmuş demokratik hükümetlerini alaşağı edip geçmişte olduğu gibi Hilafet Devleti gölgesinde sizleri tekrar Kürdüyle, Türküyle, Arabıyla akide kardeşi yapacak olan İslam nimetini hatırlayınız!

وَاعْتَصِمُواْ بِحَبْلِ اللّهِ جَمِيعًا وَلاَ تَفَرَّقُواْ وَاذْكُرُواْ نِعْمَتَ اللّهِ عَلَيْكُمْ إِذْ كُنتُمْ أَعْدَاء فَأَلَّفَ بَيْنَ قُلُوبِكُمْ فَأَصْبَحْتُم بِنِعْمَتِهِ إِخْوَانًا "Hep birlikte Allah'ın ipine (İslam'a) sımsıkı sarılınız, parçalanmayınız. Allah'ın size olan nimetini hatırlayın. Hani siz birbirinize düşman idiniz de O, kalplerinizi birleştirmiş ve O'nun nimeti sayesinde kardeşler olmuştunuz." [Âl-i İmran 103]

Sizler de çok iyi biliyor ve şahit oluyorsunuz ki Hizb-ut Tahrir (Kurtuluş Partisi) bu lezzeti sizlere tattırmak için sizin içinizde, sizinle beraber tüm gücüyle çalışmakta ve Allah'ın izniyle nusretin çok ama çok yakın olduğuna inanmaktadır. O zaman haydi gelin sizler de bu hayır kervanına katılıp destek verin ki sömürgeci kafirlere ve onlara uşaklık yapan bu hain yöneticilere İslam akidesinin gücünü gösterelim ve onlara Hilafet Devleti'nin heybetini yakinen hissettirelim.

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ اسْتَجِيبُواْ لِلّهِ وَلِلرَّسُولِ إِذَا دَعَاكُم لِمَا يُحْيِيكُمْ "Ey iman edenler! Allah ve resulü, sizi size hayat verene davet ettiği zaman icabet ediniz." [el-Enfal 24]

Devamını oku...

"Şeffaf" Olsa Dahi Seçimlerden Sakınınız!

  • Kategori Irak
  •   |  

Nihayet... 11.08 Pazar akşamı karşılıklı sürtüşmeler sona erdi, çıkarlar savaşı son buldu ve milletvekillerinin geneli Kerkük sorununa dair sözde bir çözüm ve bu muzdarip halkın yaralarını iyileştirici bir merhem olarak yansıtılan "açık listeyi" içeren yeni seçim kanununun onaylanması üzerinde anlaştılar. Olayların gidişatını inceleyen bir kimse, medya gürültüsünün ve ondan fazla oturum boyunca ardışık hataların ardından dün kanunun kolayca onaylanması karşısında oldukça şaşırır. O halde bunun sırrı nedir?

"Menfaatçiler" diyorlar ki: Bu, halkın milletvekillerinin özgür iradesidir. Zira kabul eden etmeyen herkes kazançlı! Vallahi yalan söylüyorlar... Zira sır ifşa olmuştur ki o, Amerikan büyükelçisi ile ajanı "Laricani'nin" uyguladığı büyük baskıdır. Dolayısıyla bu baskı sayesinde "düşman kardeşlerin" kalpleri birleşmiştir.

Musibet, ne milletvekillerinin aciz kalmasıdır ne sizlerin duygularıyla oynamalarıdır ne de sizlere verdikleri sözleri inkar etmeleridir. Bilakis daha beter ve acı olanı yakın gelecekte önümüzdeki "dönemin" küresel yatırım şirketlerine bu azim beldenin servetlerini yağmalamalarına imkan verecek ve yeni işgal "hükümetini" tanıyacak olmasıdır... Bu ise Irak'a isabet etmiş salgın bir şerdir ki sizleri zulmün, fakirliğin ve fesadın sıkıntısını çekmeye terk edecektir.

Ey Müslümanlar!

Hizb-ut Tahrir, kurulmasından beri Allah'ın kitabı ve Resulü [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in sünnetinin hidayetine göre aydınlatmak üzere ümmeti gözetme, hayrı ve izzeti hususunda ona nasihat etme ve ona karşı kurulan komploları ifşa etme sorumluluğunu yüklenmiştir. Bu noktadan hareketle sizlere seçimler hakkında şu iki hususu açıklamak isteriz:

Birincisi: Seçimlerin Vakıası ve Şeri Hükmü

Lügatte seçim: Seçmek ve ihtiyardır... Hakikatte ise: Vekalet ve temsildir. Dolayısıyla insanlar, muayyen bir iş için bir şahsı seçtiklerinde bu işi gerçekleştirmede onu kendilerine vekil veya temsilci olarak atamış olmaktadırlar. O halde yöneticiyi seçip ona biat ettiklerinde ise yönetim ve otorite hususunda onu kendilerine vekil tayin etmiş olmaktadırlar. Parlamentoda birisini seçtiklerinde ise görüş bildirmede veya bir maslahatlarını gerçekleştirmede onu kendilerine vekil tayin etmiş olmaktadırlar. Seçim, şahadet değildir. Çünkü şahadet, ne bir kimseyi görevlendirme ne de ona vekalet vermektir. Bilakis şahadet, bildiklerini haber vermedir.

Binaenaleyh seçim hakkındaki şeri hüküm, "vekalet" hükmünü alır. Dolayısıyla bir araba alımı veya bir ev satışı gibi helal olan bir amel hususunda vekalet verildiği zaman vekalet verme helal olur. Ancak içki satışı veya faiz muamelesi gibi haram olan bir amel hususunda vekalet verildiği zaman vekalet verme haram olur.

İkincisi: Seçimlere Katılmanın Hükmü:

Gerek "aday" gerekse "seçmen" olarak önümüzdeki seçimler hakkındaki şeri hükmü bilmek, yasama meclisinin veya "parlamentonun" yaptığı işleri bilmeyi gerektirir ki böylece bu işte vekaletin caiz olup olmadığını görmüş olalım. İşte sizlere parlamentonun yaptığı en önemli işler:

1. Anayasa yapmak, onu onaylamak, yürütme ve yargı otoritelerini bağlayıcı kanunlar çıkarmaktır ki bunlar parlamentonun yaptığı en tehlikeli işler sayılır. Herkes bilmektedir ki Irak anayasasını dayatan mevcut işgaldir. O halde o, batıl bir anayasadır. Çünkü o, dini hayattan, devletten ve toplumdan ayırma esasına dayanan küfür akidesinden kaynaklanmıştır. Dolayısıyla onu onaylamak da kabul etmek de ona sessiz kalmak da haramdır. Allahuteala şöyle buyurmuştur:

وَأَن احْكُمْ بَيْنَهُمْ بِمَا أَنزَلَ اللَّهُ "Aralarında Allah'ın indirdikleri ile hükmet!" [el-Mâide 49]

Ve şöyle buyurmuştur:

إِنِ الْحُكْمُ إِلاَّ لِلّهِ "Muhakkak ki hüküm ancak Allah'a aittir." [Yûsuf 40]

Oysa demokrasi, İslam hükümlerinin tatbik edilmesini yasaklamakta ve insan aklıyla hükmetmektedir.

2. Allah'ın inzal ettikleri ile hükmetmeyen bir devlet başkanını veya başbakanı seçmek şeran haramdır. Çünkü bu, kendilerine küfür hükümleri ile hükmetmesi için halk tarafından ona verilmiş bir vekalettir. Allahuteala şöyle buyurmaktadır:

وَمَنْ لَمْ يَحْكُمْ بِمَا أَنزَلَ اللَّهُ فَأُوْلَئِكَ هُمْ الْكَافِرُونَ "Her kim Allah'ın indirdikleri ile hükmetmezse (yönetmezse), işte onlar kâfirlerin ta kendileridir." [el-Mâide 44]

3. Anayasa esasına binaen hükümete güvenoyu vermek veya geri çekmek; küfür nizamlarına rıza göstermek, günah üzerinde yardımlaşmak ve zalimlere destek vermektir ki bunların hepsi şeran haramdır. Allahuteala şöyle buyurmaktadır:

أَفَحُكْمَ الْجَاهِلِيَّةِ يَبْغُونَ وَمَنْ أَحْسَنُ مِنَ اللّهِ حُكْمًا لِّقَوْمٍ يُوقِنُونَ "Yoksa onlar cahiliyye hükmünün mü peşindeler? Akleden bir toplum için Allah'tan daha güzel hüküm veren kim olabilir?" [el-Mâide 50]

4. Anlaşmalar ile muahedeleri onaylamak ve bunun Müslümanların geleceklerine hakim olmanın en güçlü yolu olup kafir devletlere, ülkelerin işlerine müdahale etme ve ülke insanları fakirlik, mahrumiyet ve işsizlik sıkıntısı çekerken onlara servetlerini yağmalama imkanı verdiği aşikar bir husustur ki Allah, bunların hepsini haram kılmıştır. Allahuteala şöyle buyurmaktadır:

وَلَن يَجْعَلَ اللّهُ لِلْكَافِرِينَ عَلَى الْمُؤْمِنِينَ سَبِيلاً "Muhakkak ki Allah, Kâfirler için Mü'minler aleyhine asla bir yol (egemenlik) kılmayacaktır!" [en-Nîsa 141]

5. İslami şeri kanunlar olması halinde kanunları ihsan ile tatbik etmesi hususunda hükümeti muhasebe etmek şeri bir vecibedir. Bu da marufu emretmek ve münkerden nehyetmek babındandır. Ancak bu kanunlar, -mevcut vakıada olduğu gibi- beşeri kanunlar olup hükümeti muhasebe etmenin referansı olursa, yani hükümet, bu kanunlardan hayır ve bereket umarak bağlanır ve bu beşeri kanunlara muhalefet eder veya tatbikinde ihmalkarlık gösterirse onun muhasebesi beşeri kanunların tatbikinde ihmalkarlık gösterilmesinden ötürü olur! Dolayısıyla bu, küfrün tatbikine rıza göstermek ve onu talep olur ki bu da Müslümanın haram olduğunda şüphe etmemesi gereken bir husustur.

Binaenaleyh gerek "aday" gerekse "seçmen" olarak bu seçimlere katılmak şeran haramdır. Çünkü bu, Allahuteala'nın haram kılığı hususlarda vekalet vermektir. Yani ülkeyi, tağut hükmü olan demokratik sistem ile yönetecek kişilere vekalet vermektir. Oysa demokrasi bir küfür sistemidir. Çünkü yasama yetkisini Allahuteala'nın yerine beşere vermesinin yanı sıra ülkeyi ve insanları musibetlere ve felaketlere sürükleyecektir.

Ey Irak'taki Müslümanlar!

İşgalci kafirin beldemize girdiği ilk günden beri sizlere nasihat etmeye sadık kaldık ve meydana gelen tüm olaylar hakkındaki şeri hükmü açıkladık. İşte bugün de Allahuteala'nın şu kavline itaat ederek sizlere hatırlatmada bulunuyoruz:

وَذَكِّرْ فَإِنَّ الذِّكْرَى تَنفَعُ الْمُؤْمِنِينَ "Hatırlat! Şüphesiz ki hatırlatma, müminlere fayda verir." [ez-Zâriyât 55]

Ve de Allah'ın kelimesinin en yüce, kafirlerin kelimesinin ise en alçak olması için Nübüvvet Minhacı Üzere Raşidi Hilafeti kurarak İslami hayatı yeniden başlatmak amacıyla uzun zamandan beri çalışan mümin guruba Allahuteala'nın vaat ettiği nusretine izin verinceye kadar buna devam edeceğiz. O halde sizleri, küfrün, demokrasinin, laikliğin karanlıklarından ve sahteliğinden uzak net bir şekilde samimice çalışmaya davet ediyoruz.

قُلْ هَـذِهِ سَبِيلِي أَدْعُو إِلَى اللّهِ عَلَى بَصِيرَةٍ أَنَاْ وَمَنِ اتَّبَعَنِي وَسُبْحَانَ اللّهِ وَمَا أَنَاْ مِنَ الْمُشْرِكِينَ "De ki: İşte benim yolum budur. Ben, bana tabi olanları basiret üzere Allah'a davet ederim. Allah'ı (noksan sıfatlardan) tenzih ederim ki ben müşriklerden değilim." [Yusuf 108]

Devamını oku...

Amerika Bangladeş'i Hedef Almaktadır Ey Müslümanlar! O Halde Amerikan Haçlı Seferini Önlemek için Hizb-ut Tahrir'in Yanında Yer Alınız

  • Kategori Bangladeş
  •   |  

Bangladeş'teki Amerikan Büyükelçiliği, 05.11.2009'da bir basın açıklaması yaparak kasım ayında Chittagong bölgesinde Amerikan Deniz Kuvvetleri'nin Bangladeş Kuvvetleriyle birlikte "Pars Köpek Balığı" adı altında ortak askeri tatbikatlar yapılacağını ilan etti. Basın açıklamasında, tatbikatların Bangladeş Deniz Kuvvetleri Birliği ile Amerikan Deniz Kuvvetleri arasında olup terörle mücadele, deniz korsanları ve çeşitli deniz tehditlerine yönelik alanlarda olacağı belirtilmiştir. Buna ek olarak Büyükelçilik, 2 kasımda yaptığı diğer bir basın açıklamasında, Korgeneral Benjamin Mixson, Pasifik bölgesindeki Amerikan ordusunun genel komutanı Amiral John Bird, Yedinci Amerikan Deniz Donanmasının komutanı, Amerikan Marina Corps'da Tümgeneral Randolph Ellis, Atlantik Okyanusu'nda Amerikan liderliğindeki Stratejik Planlama ve Politika Müdüründen her birinin ayrı ayrı iki ülke arasındaki ortak güvenlik bağlarını güçlendirmek için Dakka'yı ziyaret edecekleri, Bangladeş ordu ve deniz kuvvetleri komutanları ile Bangladeş hükümeti içerisindeki siyasi liderler ile bir araya gelerek istikrarı pekiştirmek amacıyla güvenlik güçlerinin bölgenin karşı karşıya kaldığı zorluklara karşı koymada ne kadar hazır olup olmadıkları üzerinde durulacağı belirtilmiştir.

Tatbikat operasyonlarına "Pars Köpek Balığı" ismi verilmesi ustaca yapılmıştır. Zira bu isim, Amerikan kuvvetlerinin bulunduğu muhtelif ülkelerde gerçekleştirdiği operasyonların tabiatına uygun düşmekte olup bunlara "Takip Avcılığı" ve "Yırtıcı Avcılık" gibi isimleri kullanması alışkanlığıyla da örtüşmektedir. Güvenlik işbirliği olarak adlandırılan bu tatbikatlar, İslam'ın kalkınmasını önlemek ve bölgeye ilişkin stratejik planlarını uygulamak için Müslümanları kendi egemenliği altında bırakmak amacıyla Amerika'nın kurduğu habis tuzaktan başka bir şey değildir. Bunun yanı sıra bölgesel ve küresel şartları inceleyen bir kimse Amerika'nın, Çin'in büyüyen gücünden endişelendiği ve gelecekte Çin ile Hindistan arasındaki stratejik işbirliğinden korktuğunu mülahaza eder. Bu nedenle Amerika, Çin ile Hindistan'ı birbirine bağlayan Bangladeş'in stratejik konumuna büyük bir ilgiyle bakmakta ve bölgedeki projelerini uygulama açısından önemli bir konumda görmektedir. Bundan dolayı Amerika, hem Bangladeş'teki Müslümanları bastırmak ve onları boyun eğdirmek hem de Çin ölçeğinde sömürgecilik çıkarlarını garantilemek ve Hindistan'ı yakından kontrol etmek için Bangladeş'teki varlığını güçlendirmek istemektedir.

Tüm bunların da ötesinde, İslam'ın fecrinin ikinci bir defa doğmasını önlemek amacıyla haçlı seferine yönelik hedeflerini gerçekleştirmek için bu bölge de dahil dünyanın dört bir tarafında süregelen Amerika'nın kararlılığına ve çabasına şahit olmaktayız. Bu nedenle Amerika'nın bölgedeki varlığını güçlendirmesinin arkasındaki asıl sebep Pakistan veya Bangladeş veya Endonezya'da Hilafet Devleti'nin ikame edilmesini önlemektir. Zira Amerika, Hizb-ut Tahrir'in davet ettiği Hilafet fikrine yönelik bölgede büyüyen kamuoyu desteğini gözlemlemesinin yanı sıra geçmişe oranla Hizb'in hedefini gerçekleştirmesine daha da yakınlaştıran insanların Hizb-ut Tahrir'e verdiği güçlü desteğe de şahit olmaktadır. Amerika, Hilafet Devleti'nin ikame edilmesinin kendi sonunun başlangıcı -yani Müslümanlara karşı sürdürdüğü haçlı seferlerinin ve dünya üzerindeki egemenliğinin sonu- olacağının farkındadır.

وَقَدْ مَكَرُواْ مَكْرَهُمْ وَعِندَ اللّهِ مَكْرُهُمْ وَإِن كَانَ مَكْرُهُمْ لِتَزُولَ مِنْهُ الْجِبَالُ " Gerçekten onlar, tuzaklarım kurdular; Allah katında da onlara tuzak var; isterse onların tuzakları dağları yerinden oynatacak olsun!" [İbrahim 46]

Amerika, hedefini gerçekleştirmek için Bangladeş ordusuna, donanmasına ve hava kuvvetlerine tahakküm etmeye gerçekten önem vermekte ve buna ulaşmak için de kurnazlık yapmak ve barbarlığının gerçek yüzünü göstermemek için üsluplarının arkasına gizlenme yöntemini takip etmektedir. Dolayısıyla o, bıkmadan ve usanmadan adım adım ilerlemektedir. Zira Amerikan Askeri Kuvvetleri, 01.11.2008'de Muiniddin tarafından desteklenen Fahrettin'in olağanüstü hal hükümeti döneminde teröristlerin yollarını takip etmek gibi yalan bir gerekçe adı altında Bangladeş'in civar devletlerle olan sınırlarını ihlal etmiştir. Bunun ardından kasırgaların bölgeyi silip süpürmesi sırasında insani yardımlar gerekçesi altında Deniz Kuvvetleri'ni Bengal Körfezi'ne göndermiş ancak Hizb-ut Tahrir'in bölgedeki kötü niyetlerini ifşa etmesinin ve insanları ona karşı galeyana getirmesinin ardından körfezde kalmayı başaramamıştır. Ardından Amerika, İngiltere ve Hindistan ile bir anlaşma yaparak 2008 Aralık'ta yapılan seçimler yoluyla Şeyha Hasina'nın otoriteye geri dönmesine muvafakat etmiştir. Zira Bangladeş Halk Partisi'nin içerisindeki müttefiklerine hiçbir itirazda bulunmaksızın anlaşmayı kabul etmelerini emretmiştir. Hükümetin, sınır muhafızları katliamı hususunda Hindistan ile yaptığı gizli anlaşmanın ardından Amerika, yönetime ulaşmak ve Bangladeş hükümetine mutlak olarak tahakküm etmek için ordu safları arasında kendine ait bir taban oluşturmak amacıyla hızlı bir şekilde harekete geçmiş ve Amerikan çıkarlarına yönelik ordudan kaynaklanan herhangi bir reaksiyondan etkilenmemek için ordunun pasif olarak subaylarının katledilmesini izlemesini sağlamaya çalışmıştır. Son olarak Amerika, bölgedeki planlarını uygulamada kullanmak amacıyla Bangladeş hükümetine kendisi için bir hava üssü inşa etmesini emretmiştir. Bunun yanı sıra Amerika, Bangel Körfezi'nde bir deniz üssü inşa etmek için de hırs göstermektedir.

Ey Müslümanlar!

Bu ortak tatbikatların bir son değil bilakis bir ilk olduğunu iyi bilmelisiniz. Çünkü Amerikan kuvvetleri her nereye yerleşmişse hemen harp ateşini tutuşturmaktadır. Zira Amerika, 11 Eylül olaylarının akabinde başlattığı haçlı seferlerinden sonra İslami beldeleri tek tek tahrip etmeyi kendine bir borç bilmiştir. Nitekim Afganistan'a savaş açmış ve terörizmle savaş gerekçesi altında burasını işgal ederek harap etmiştir. Ardından kitle imha silahlarının yok edilmesi gerekçesi altında askeri mekanizmasını Irak'a nakletmesine rağmen beşer hayatını, onların evlerini, okullarını ve hastanelerini yıkmaktan başka bir şey yapmamaktadır ki hala Amerika'nın, Taliban kuvvetlerini suçlayarak yaptığı patlama operasyonları sırasında Pakistan'ı nasıl harap ettiğine şahit olmaktayız. Gerçekte ise bu yapılan operasyonları, Amerikan Güvenlik Güçleri ile Blackwater gibi bunlara bağlı özel katliam şirketleri gerçekleştirmektedirler. Aynı zamanda Svat, Veziristan ve diğer yerlerde Müslüman kardeşleriyle savaşması hususunda Müslümanların ordusunu istismar etmek için Zerdari ve Giylani gibi ajanlarını da harekete geçirmektedir. Şimdilerde ise Amerikan Kuvvetleri, ellerindeki yüzlerce ve binlerce Müslümanların kan lekesiyle Bangladeş kıyılarına inmiştir.

Bu tatbikatların, terörle mücadele, korsanları takip etme ve deniz tehditlerine yönelik olduğu iddialarına gelince; iğrenç bir Amerikan şakasından başka bir şey değildir! Zira genelde dünyada özelde ise İslami alemde Amerika'nın çalışmalarını ve politikalarını takip eden herkes bilmektedir ki dünyadaki terörizmin kaynağı bizzat Amerika'nın kendisi olduğu gibi Avrupalı ve Rus hasımlarını tehdit etmek için Kızıldeniz ve Umman Denizi'ndeki korsanları destekleyen ve istismar eden de bizzat Amerika'nın kendisidir.

Ey Müslümanlar!

Amerika'nın, her an İslami ümmetin maslahatlarına karşı çalışan düşman bir devlet olduğunu bilmelisiniz. Zira Amerika, ister Irak ister Afganistan isterse Pakistan'da olsun Müslümanların düşmanıdır. Dolayısıyla Amerika, ister bir siyasi bir partinin içinde olun veya olmayın isterse de Hizb-ut Tahrir'in veya Avami Birlik Partisi'nin veya Bangladeş Halk Partisi'nin üyeleri olun Müslümanlar olarak sizlere karşı komplolar kurmaktan bir an bile geri durmayacaktır. Allah [Subhanehu Te'alâ] şöyle buyurmuştur:

مَّا يَوَدُّ الَّذِينَ كَفَرُواْ مِنْ أَهْلِ الْكِتَابِ وَلاَ الْمُشْرِكِينَ أَن يُنَزَّلَ عَلَيْكُم مِّنْ خَيْرٍ مِّن رَّبِّكُمْ وَاللّهُ يَخْتَصُّ بِرَحْمَتِهِ مَن يَشَاءُ وَاللّهُ ذُو الْفَضْلِ الْعَظِيمِ "(Ey müminler!) Ne Ehl-i Kitaptan olan kâfirler ne de müşrikler Rabbinizden size bir hayır indirilmesini isterler. Halbuki Allah rahmetini dilediği kimseye verir. Allah büyük lütuf sahibidir." [Bakara 105]

O halde düşmanınız Amerika ile onun kölesi olan Hükümete karşı seslerinizi alabildiğince yükseltin ey Müslümanlar! Şayet bunu yapmazsanız sizin bu sessizliğiniz planlarını uygulamak için Amerika'ya güç verecektir. Dolayısıyla kesin bir şekilde Amerika'ya haddi bildirilmezse iradesini sizlere empoze etme ve büyük bir zarar verme konumuna gelecektir. Allah [Subhanu ve Te'alâ] şöyle buyurmuştur:

إِن يَثْقَفُوكُمْ يَكُونُوا لَكُمْ أَعْدَاء وَيَبْسُطُوا إِلَيْكُمْ أَيْدِيَهُمْ وَأَلْسِنَتَهُم بِالسُّوءِ وَوَدُّوا لَوْ تَكْفُرُونَ "Şayet onlar sizi ele geçirirlerse, size düşman kesilecekler, size ellerini ve dillerini kötülükle uzatacaklardır. Zaten inkâr edivermenizi istemektedirler." [Mumtehine 2]

Ey Aydınlar, Alimler, Siyasiler ve Kuvvet Ehlinden Olan Muhlisler!

Sizlere düşen askeri ve siyasi olmak üzere sömürgeci güçlerle yapılan her türlü işbirliğini reddetmeniz ve Pakistan, Afganistan ve Irak'ta yaptığı gibi ayaklarını Bangladeş'te sağlamlaştırıp iş işten geçmeden önce Amerika'ya karşı koymanızdır. O halde Hizb-ut Tahrir'in yanında yer alınız ve Allah'ın kitabı ile nebisinin sünneti ile hükmedecek, Amerika, İngiltere ve Hindistan'a şeytanın vesveselerini unutturacak güçlü bir askeri güç inşa edip onların İslami ümmet üzerindeki egemenliğini yok edecek olan Hilafet Devleti'ni ikame etmesi için ona nusret veriniz.

Allah [Subhanehu ve Te'alâ], kendisiyle cennete nail olasınız diye İslami Raşidi Hilafet Devleti'ni ikame etmek için sizlere ikinci bir altın fırsat bahşetmiştir. Nitekim birinci altın fırsat, Ensarın, kendisinden sonra İslami Devlet'in ikame edildiği Akabe biatinde Resulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'e verdiği nusret esnasında olmuştur. Siret kitaplarında geçtiği üzere Ensar, Nebi [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'e "Şayet bunu yaptıklarında kendileri için ne var?" diye sorduklarında onlara: "Cennet var" cevabını verince Ensardan, "Uzat elini sana biat edeceğiz" demeyen hiçbir kimse kalmadı ve ona biat ettiler. Bugün sizlerden Ensarın yaptığını yapacak ve Ensarın efendisi Sa'd Bin Muaz [Radıyallahu Anhu] gibi erlerin adımları üzere yürüyecek olan kim vardır? Sa'd Bin Muaz ki Resulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem] onun vefat ettiğini işitince yas tutan annesine gelerek ona şöyle demiştir:

فلتجففي دمعك فإنّ ابنك أول من ابتسم الله له واهتز له عرش الرحمن "Gözyaşlarını sil. Muhakkak ki senin oğlun Allah'ın kendisine tebessüm ettiği ilk kişidir ve onun için Rahman'ın arşı titremiştir."

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ اسْتَجِيبُواْ لِلّهِ وَلِلرَّسُولِ إِذَا دَعَاكُم لِمَا يُحْيِيكُمْ "Ey iman edenler! Allah ve Resulü sizleri size hayat veren şeye davet ettiğinde ona icabet ediniz."[el-Enfal 24]

 

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Meydan Okuyan Bu Mücrim Yahudiye Karşı Koyacak Bir Adam Yok mu?

Medya organları, gelecekte ordunun girmek zorunda kalacağı bir savaşın Gazze Şeridi'nde olacağı inancını ifade eden ve Yahudi ordusunun saldırılarının daha yoğun yerleşim bölgelerine uzanarak savaşın köylere, şehirlere, mescitlere, hastanelere, anaokullarına ve okullara yayılacağı tehdidinde bulunan Yahudi Ordusu Genelkurmay Başkanı'ndan sadır olan tehdit ve gözdağı haberini aktardılar. Bizler Hizb-ut Tahrir olarak bu açıklamalar bağlamında deriz ki:

Yahudi varlığı komutanının bu denli bir taşkınlığı ve kibri, bu mücrim varlıkla müzakere etmek için birbirleriyle yarışan ve sözde barış serapları peşinde soluk soluğa kalan yöneticilerin ve yönetici kılıklı kimselerin suratına atılmış yeni bir tokattır. Bu durum, Mısır rejimi tarafından sıcak bir şekilde karşılanıp Dar-ul Kenane'nin merkezinden Gazze Şeridi'ni ve halkını vurmakla tehdit ettiği eski Yahudi Dışişleri Bakanı Tzipi Levni'nin takip ettiği aynı çizginin devamıdır. Ki o zaman Mısır Dışişleri Bakanı onu dizginleyememiş ve daha sonra Gazze'nin sıkboğaz edilmesini meşrulaştıran bir tavır takınmıştır. Nitekim Levni'nin açıklamaları Gazze Şeridi'ne yönelik son savaşta vahşi eylemlere ve saldırılara dönüşmüştür.

Yeni Yahudi Genelkurmay Başkanı'nın açıklamalarına yöneticiler ve yönetici kılıklı kimselerden cevap verecek kimse çıkmamıştır. Eğer Müslümanların orduları bu mücrim Yahudilere gerçek bir karşılık vermiş olsaydı tehdit etmeye ve gözdağı vermeye cesaret edemezlerdi. Çünkü akıbetinden emin olan bir kimse hakaret edebilir.

Savaş suçlusu bu Yahudinin bir gurup Yahudi subayının mezuniyet törenindeki bu sözleri, Gazze halkına yönelik bu komplonun Yahudilerin askeri planlama ve eğitim enstitülerinde işlendiğini göstermektedir ki bu da Yahudilerin Gazze halkına karşı tekrar daha fazla cürüm işlemeye ancak daha vahşi ve iğrenç bir şekilde işlemeye niyetli olduklarının bir göstergesidir.

Yahudilerin küstahlığına ve cürümlerine karşılık vermek onlarla anlaşmalar yapmak, Güvenlik Konseyi'nin müdahale etmesini istemek, dayanışmaya davet eden protesto ve yürüyüşler düzenleyip sonra da Allah savaşta müminlere yeter diyerek dağılmakla olmaz. Filistin halkına yardım etmek savaşmaksızın dua etmek ve onlara yardımlar gönderip sonra da katletsinler ve kanlarını akıtsınlar diye Yahudi ordusuna terk etmekle olmaz. Bilakis Gazze halkına ve tüm Müslümanlara yardım etmek ancak kana kanla, orduya ve tuzak kuran isyancılara orduyla karşılık verecek bir güçle olur.

Bu mücrime verilecek cevap bu mücrimlerden intikam aldıktan sonra livasını sadece Mescid-il Aksa'ya dikecek bir orduyu harekete geçirmekle olur. Filistin halkının lisan-ı hali ve lisan-ı kavli şöyle nida etmektedir: Müslümanların askerleri ve subayları içinde hiç damarlarındaki kanları kaynayan ve Müslümanların beldelerindeki mazarrat yöneticileri alaşağı edip bu misyonu gerçekleştirmek için orduları harekete geçirecek bir Halifeyi nasbetmedikçe sakinleşmeyecek birisi yok mu? Yoksa Filistin halkını zillete gark olmaya ve ciğerlerini ve etlerini beyaz fosforların defalarca yakmasına mı terk edeceksiniz?!

Mısır ordusu içinde Halid'in ve Amr İbn-ul As'ın siretini tekerrür ettirecek hiç aklı başında bir adam yok mu? Şam ordusu içinde Salahaddin'in siretini tekerrür ettirecek hiç aklı başında bir adam yok mu? Türkiye ordusu içinde Kotuz'un ve Baybars'ın siretini tekerrür ettirecek hiç aklı başında bir adam yok mu? Pakistan ordusu içinde Ukbe İbn-u Nafi ve Musa İbn-u Nasir'in siretini tekerrür ettirecek hiç aklı başında bir adam yok mu?

Yahudi Genelkurmay Başkanı, sizleri uyararak şöyle demiştir: Çocuk, kadın ve yaşlı ayrımı yapmaksızın sizleri topyekun öldürmeye kararlıyım. O halde Allah'ın sizlere, "Ya ona karşı siz ne yaptınız" ey Müslümanların ordusu diye sormasından korkmaz mısınız?

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ مَا لَكُمْ إِذَا قِيلَ لَكُمُ انفِرُواْ فِي سَبِيلِ اللّهِ اثَّاقَلْتُمْ إِلَى الأَرْضِ "Ey îmân edenler! Size ne oldu da "Allah yolunda savaşa çıkın!" denildiğinde yere çakılıp kalıyorsunuz?" [et-Tevbe 38]

 

Devamını oku...

Veziristan'daki Savaş Haramdır ve Durdurulması Vaciptir

  • Kategori Amerika
  •   |  

9 ekimde Paşaver'de meydana gelen saldırı, aynı ayın dokuzunda Ravalpindi'deki ordu karargahına yapılan saldırı, aynı ayın on ikisinde Pakistan ordusuna bağlı birliğe yönelik saldırı ve yirmi sekizinde Paşaver'deki kalabalık bir pazara yönelik saldırı gibi Pakistan, son zamanlarda yüzlerce sivilin ve askerin ölmesine yol açan pek çok menfur saldırılara sahne oldu. Bu saldırılar, Pakistan Devlet Başkanı Asıf Zerdari'nin Pakistan ordusunun Veziristan'da askeri bir operasyon düzenlenmesinin zorunluluğuna ilişkin açıklamalarından önce meydana gelmiştir. Nitekim Zerdari, 09 Mayıs 2009'da Amerika'dan dönüşü sırasında Veziristan'a yönelik saldırı yapılacağını ilan etmiş ve temel gıda ürünleri kesilerek Veziristan'daki Müslümanlar kuşatma altına alınmaya başlanmıştır. Veziristan'a saldırı yapma hususunda Zerdari'ye cesaret veren şey Müslümanların kıllarını kıpırdatmaksızın binlerce kişinin katledildiği ve milyonlarca kişinin mülteciye dönüştüğü Svat'a yönelik saldırısındaki başarısıdır.

Artık Blackwater veya benzeri kiralık şirketler gibi kimin yaptığı bir yana bu katliam ve patlama eylemlerinden Zerdari rejiminin sorumlu olduğu açık bir hal almıştır. Mesela hükümet, Revalpindi'deki ordu karargahında meydana gelen patlamadan 2009 Temmuz ayından beri haberdar olmasına rağmen hiçbir şey yapmamıştır. Dahası Pakistan'da güvensizliğin olduğunu söylemek için bu tür patlamaları nasıl gerçekleştireceği hususunda düşünceye dalmış ve insanların endişe ve korku içerisinde yaşamasını sağlamıştır. Dolayısıyla hükümet, böylesi bir savaşı yapmada insanların desteğini elde etmiştir.

Garip ve tuhaf olan şudur ki bu savaşta Müslümanların bir seçeneği olmayıp kendilerine zorla dayatılmış olmasıdır. Zira yolsuzluğu ve açgözlülüğü yüzünden "Sayın %10" namıyla bilinen Zerdari, emirlerini Amerika'dan almakta ve onun Pakistan'daki çıkarlarını gerçekleştirmektedir. Erkeğiyle, çocuğuyla, kadınıyla ve yaşlısıyla bedelini Müslümanlar ödemesine ve bölgenin terörist denilen unsurlardan temizlenmesi gerekçesi altında milyonlarca Müslüman yurtlarından edilmesine rağmen terörle mücadele altında savaşların fitili tutuşturulmaktadır. Zira Zerdari, Amerika ile Batının yerine savaşmakta ve Müslümanları birbirleriyle savaşmaya sevk etmektedir ki boğucu ekonomik bir krizin sıkıntısını çeken bu devletlere ağır yükleri olan savaşın yükünü hafifletmektedir. Böylelikle de onları içerisinde bulundukları bataklıktan kurtarmaktadır. Değilse Allah [Azze ve Celle] şöyle buyurduğu halde bir Müslümanın, Müslüman kardeşini öldürmeyi nasıl kabul edebilir:

وَمَنْ يَقْتُلْ مُؤْمِنًا مُتَعَمِّدًا فَجَزَاؤُهُ جَهَنَّمُ خَالِدًا فِيهَا وَغَضِبَ اللَّهُ عَلَيْهِ وَلَعَنَهُ وَأَعَدَّ لَهُ عَذَابًا عَظِيمًا "Her kim bir mümini kasten öldürürse, onun cezası içerisinde ebediyen kalacağı Cehennem'dir. Allah ona gazap etmiş, onu lanetlemiş ve onun için büyük bir azap hazırlamıştır." [en-Nîsa 93] Zerdari ve zebanileri, Resul [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in şu kavlini hiç işitmediler mi?

كل المسلم على المسلم حرام دمه وماله وعرضه "Her bir Müslümanın kanı, malı ve ırzı Müslümana haramdır!"

Yoksa bu yöneticilerin nazarında Müslümanların temin ettikleri mal ve hizmetler dışında hiçbir kıymeti yok mu? Müslümanların birbirleriyle savaşması haramdır. Bir de bu savaş, kafirlerin çıkarı için olduğunda nice olur?! Artık Veziristan savaşı, kanların akıtılması, malların heder edilmesi ve açık alana sürgün edilmesi gibi tüm kutsiyetleri yok etmiştir! Şüphesiz bu, Müslümanlarla hiçbir ilişkisi olmayan bir savaş olup sadece onun yakıtı olmuşlar ve büyük ihtimalle sonunda hüsran vardır.

Ey Müslümanlar!

Batının planlarına göre hareket eden bu yöneticilerin bekası daima Müslümanların katledilmesine ve yurtlarından edilmelerine yol açacaktır. Oysa Resul [SallAllahu Aleyhi ve Sellem] şöyle buyurmuştur:

المسلم أخو المسلم لا يظلمه ولا يخذله ولا يحقره "Müslüman Müslümanın kardeşidir ona zulmetmez, onu yüz üstü bırakmaz ve onu hakir görmez." [Muslim rivayet etti]

O halde kimileri her ne gerekçe gösterirse göstersin tüm Müslümanlara düşen Veziristan'daki bu savaşı durdurmak için ciddiyetle çalışmak, yurtlarından edilenleri evlerine döndürmek, Müslümanların katledilmesini, açık alana ve çetin kış içerisine sürüklenmelerini durdurmak için Pakistan yöneticilerine engel olmaktır.

Bir kimsenin Müslümanların göğsüne saplanan bu yöneticilerden hayır ve medet beklemesi bir mazeret sayılmaz. Zira Müşerref gibi bir "diktatör" ile Zerdari gibi bir "demokrat" arasında hiçbir fark yoktur. Bunların hepsi de Amerika'nın yörüngesi ile planlarına göre hareket ediyorlar ve Müslümanlara komplolar kuruyorlar. Artık tüm Müslümanların Hilafet Devleti'ni kurarak İslami hayatı yeniden başlatmak için çalışmaya ne kadar muhtaç oldukları aşikar olmuştur. Böylece kendilerini kitap ve sünnetle yönetecek içlerinden bir Halife'ye biat etsinler ki onların şereflerini korusun, ırzlarını ve mallarını müdafaa etsin ve onları hakkaniyetle gözetsin. Zira Resul [SallAllahu Aleyhi ve Sellem] şöyle buyurmaktadır:

إنما الإمام جُنَّـة يُقاتل من ورائه ويُتَّـقى به "İmam [Halife] ancak bir kalkandır, onun arkasında savaşılır ve onunla korunulur."

 

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER