Pazartesi, 19 Cumade’l Ûlâ 1447 | 2025/11/10
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

- Basın Açıklaması - Hizb-ut Tahrir / Yemen Vilayeti, Hilafet'in Yıkılışının Doksanıncı Yıldönümü Münasebetiyle Hilafet'i Kurmak İçin Çalışmanın Farziyeti ve Allah'ın Vaadi ile Resulünün Hilafet'in Geri Geleceğine Dair Müjdesinin Gerçekleşmesinin Yak

Hilafet Devleti'nin yıkılışının doksanıncı elim yıldönümü münasebetiyle Hizb-ut Tahrir/Yemen Vilayeti, H. 28. Receb 1432 el-Muvafık 30.06.2011 Perşembe sabahı saat 09:00'da başkent Sana'daki eski üniversite postası yanındaki üniversite salonunda, "Ayaklanmalar... ve Yöneticilerin Korkusu ve Batı'nın Saplantıları Arasında Hilafet'in Kurulması" başlıklı bir seminer düzenlemiştir. Seminere, siyasî, aydın, basın ve ilgililerden birçok kişi katılmıştır. Nitekim seminerde üç bildiri sunulmuştur. Bu bildirinin birincisi: "Ayaklanmalara Karşı Sömürgeci Devletlerin Tutumu" başlıklı olup "Amerika ve İngiltere" liderliğindeki sömürgeci devletlerin, ayaklanma dalgasını ele geçirme, İslam ülkelerini cumhuriyet rejimleri gölgesindeki hegemonyası altında parçalanmış olarak bırakma ve Hilafet Devleti'nin kurulmasını engelleme girişimlerine değinilmiştir. İkincisi: "Sahih Değişimin Metodu" başlıklı olup Allah'ın farz kıldığı ve Resul [Sallallahu Aleyhi ve Sellem] ile sahabesinin kendisiyle dünyayı değiştirdiği şeri değişim metodunu, bu metodu takip etmenin ve bunun dışındakileri terk etmenin vacibiyeti ele alınmıştır. Üçüncüsü: "Sivil Devlet Mefhumu ve Hilafet Olan İslam Devleti Mefhumu" başlıklı olup sivil devlet ile Hilafet Devleti arasındaki fark ele alınmıştır. Velhasıl bugün İslam ülkelerinde meydana gelen değişimlerin, Allah'ın bizlere vaat ettiği ve Resulü [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]'in kendisiyle müjdelediği Nübüvvet Münhacı Üzere Raşidi Hilafet Devleti'nin altında sınırlandırılması gerekmektedir... Ayrıca bildirilerde, sömürgeci devletlerin pisliğinden kurtulmak ve doksan yıllık ayrılıktan sonra dosdoğru yola geri dönmek için katılımcılar tarafından yapılan müdahaleler de okunmuştur.

Yine aynı münasebetle ve aynı gün ikindi vakti saat 16:00'da Hizb-ut Tahrir /Yemen Vilayeti, Kratet-Aden Arjona salonunda "Gelmekte Olan Değişim Tufanı Hilafettir" başlıklı benzer bir seminer düzenlemiştir. Seminere, siyasî kişilerden, partilerden ve şeyhlerden birçok kişi katılmıştır. Nitekim seminerde iki bildiri sunulmuştur. Bu bildiriden birincisi: "Receb Olayları" başlıklı olup Hilafet'in yıkılışının yıldönümünün yanı sıra Resul [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]'in İslamî Hilafet Devleti'ni kurmak için nusret talep etme çalışmalarına ve Beyt-il Makdis'in Salahaddin tarafından geri dönüşüne değinilmiştir. İkincisi: "Değişim Metodu" başlıklı olup istenilen değişim sürecini gerçekleştirmek amacıyla İslam ümmeti arasında oluşturulması gereken şeri hükümlerle birlikte şeri uyanıklık ve aynı şekilde siyasî uyanıklık ile bugün yöneticiler ve sömürgeci devletler arasında talan edilen Müslümanların servetleri ele alınmıştır.

Ayrıca H. 06. Şaban 1432 el-Muvafık 07.07.2011 Perşembe günü sabah saat 09:00'da, Taiz şehrindeki el-Misbah-Selam Salonunda "Allah'ın Farz Kıldığı ve Allah'ın Resulünün Müjdelediği Hilafet, Müslümanların ve Dünyanın Bütün Meselelerinin Yegane Çözümüdür" başlıklı bir seminer daha yapılacaktır.

Haram Receb ayında bariz bir şekilde meydana geldiği üzere Müslümanlar, her yıl İsra ve Mirac'ı anarlarken İslam ile hükmedilmeleri, Raşidi Hilafet'in gölgesinde Müslümanların ülkelerine ait dokunun yeniden geri getirilmesi, İslamî hayatın yeniden başlatılması, doksan yıllık yokluğundan dolayı Müslümanların üzerindeki günahın kaldırılması ve Müslümanlardan rezil Amerika ve Avrupa gibi Batılı devletlerin hegemonyasının uzaklaştırılması için kendisine şiddetle muhtaç oldukları Hilafet'in yıkılışını unutmuşlardır.

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Size Fayda Yerine Zarar Veren İftiraları Artık Bırakın 02 Temmuz 2011 Cumartesi Günü Kalibiye'de Meydana Gelenlerin Hakikati

28 Haziran Çarşamba gününden beri Hizb-ut Tahrir'in, Müslümanlara Hilafet Devleti olan devletlerinin yıkılışını hatırlatan ve onları İslamî yaşamı yeniden başlatmaya davet eden yürüyüşü hakkında ilanda bulunmakla birlikte yürüyüşün, onun son bulacağı ve orada bir konuşmaya yapılacağı yer olan Kalibiye'deki Dâr-uş Şab'ın karşısındaki bir meydanda yapılmasına karar verilmiştir. 02 Temmuz cumartesi günü, Dâr-uş Şab'da solcuların bir faaliyeti olduğunu öğrenince Dâr-uş Şab'ın önünde durmamaya karar verdik ve Dâr-uş Şab'ın önündeki yürüyüşümüz, Kalibiye'nin çarşı merkezine ulaşıncaya kadar durmaksızın veya herhangi bir çatışmada bulunmaksızın devam etmiş, topluluk merkezin önündeki bir meydanda durmuş ve yürüyüşün sonunda askerin ve polisin herhangi bir müdahalesi olmaksızın bir konuşma yapılmıştır. Ancak biz ve Kalibiye halkı, Muhammed el-Keylanî'nin hizbin şebabının topluluklara saldırdığını ve polis ile askerin ise onları bizden koruduğunu iddia ederek Hizb-ut Tahrir'e yalan yere iftira atan açıklamalarından dolayı şok olduk!

Hizb-ut Tahrir olarak bizler, yürüyüşümüzü sesli ve görüntülü bir şekilde kaydettik. Yaşananlara Kalibiye halkı tanık olmakla birlikte bu kayıtları Medya Büromuzun internet sitesinde bulabilirsiniz.

Bu iftira kampanyaları karşısında bize yalan yere iftira atanlara deriz ki:

- İftira ve yalanı artık bırakın! Hizb-ut Tahrir'in, 1953 yılındaki kuruluşundan günümüze kadar tek bir şiddet eyleminde bulunmadığına dostlardan önce düşman şahittir. Zira Hizb-ut Tahrir, kampanyanızın onu etkilemesinden çok daha yücedir, herhangi bir dünyevi kararla onun çalışmasının durdurulmasından çok daha ileridedir, karton parti liderlerinin çatışmalarından çok daha öndedir, gece gündüz siyasî metodunun değiştirilmesinden çok daha sağlamdır, iç savaşlarla ülkeye kaybettiren polemiklere girmekten çok daha yüksektedir ve uzmanlaştığınız kışkırtıcı konuşmalara dalmaktan çok daha zengindir. O halde size fayda yerine zarar veren patırtı ve gürültüleri artık bırakın.

- Hizb-ut Tahrir, davetine olan sebatı ve ısrarıyla İslam dünyasındaki en baskıcı rejimlere bile toslamasına rağmen onun çalışmasını durduramamışlar ve hak söze olan ısrarlarından dolayı da hala onların rahatlarını kaçırmaktadır. O halde kendinizi düşünüyorsanız bu çetin yükselişe tırmanmak için çalışmalısınız?!

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- İşgalcinin Roket Saldırıları ve Münafık Yöneticilerimizin Sessizliği

Geçen ay, Pakistan topraklarından Afganistan'a 750'den fazla roket atılmıştır. Utanmaz yöneticiler, roket sayısı 400'e ulaşıncaya kadar bu meseleyi hiç önemsemediler. Nitekim Hamid Karzai'nin bu mesele hakkında Asıf Ali Zerdari'ye sorması onun bütün mesele hakkında hiçbir şey bilmediğini göstermektedir!

Bu önemli olay ve bu sersem yöneticilerin buna karşı tutumları, Pakistan ve Afganistan yöneticilerinin her ikisinin de hain olduklarını ve kendi halklarının kanlarına hiç önem vermediklerini göstermektedir. Nitekim Amerika'nın kölesi Afganistan yöneticileri, katledilen Müslümanların sayısı 95 yada daha fazlasına ulaştığında ancak tepki vermişlerdir. Buna mukabil kukla Pakistan yöneticileri ise üzerinden haftalar geçmesine rağmen bu önemsiz mesele hakkında hiçbir şey bilmemektedirler!

Pakistan ve Afganistan'daki Müslümanlar, sefalet, cehalet, yoksulluk, sağlık hizmetleri, işsizlik ve başka toplumsal sorunlar gibi zor sorunlardan dolayı acı çekmektedirler. Bu sorunların sebebi ise bizzat bu yöneticiler ile bu gibi yönetici zümresini ortaya çıkaran ve kesinlikle bu sorunları çözmeye muktedir olamayan kapitalizm nizamıdır. Bu yöneticiler, hiç yorulmadan kendi halklarının refahı için çalışmak yerine yaşadıkları savurganlık hayatı ve efendilerine hizmet etmekle meşgul olmaktadırlar. Nitekim Resulullah Muhammed [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]'in kendileri hakkında şöyle buyurduğu işte bu yöneticilerdir: إن أخوف ما أخاف على أمتي الأئمة المضلون "Ümmetim hakkında en çok korktuğum şey, saptırıcı imamlardır."

Sonra Pakistan ve Afganistan'daki Müslümanların arasında nefret, düşmanlık ve güvensizlik atmosferi oluşturma hususundaki habis hedeflerini gerçekleştirmek amacıyla Pakistan'dan Afganistan'a doğru roket atanların bizzat işgalcilerin olduğunu söylemeye bile gerek yoktur. Ancak haçlılar, bu sınırların kendi ürünleri olduğu, dünyanın dört bir tarafındaki Müslümanların bu sınırları dikkate almadıkları ve Müslümanların azim İslam dinine dayalı mevcut güçlü kardeşliklerine inandıkları gerçeğini genellikle unutmaktadırlar. Aynı şekilde Afganistan ve Pakistan'daki Müslümanlar, düşmanlarını çok iyi bilmektedirler ve onları ülkelerinden atmak için de gece gündüz mücadele vermektedirler.

Bu şeytanî amellerin tamamını Amerika yapmaktadır. Çünkü o, bölgedeki güçlerin baskısı altında olup başta bölgede Hilafet Devleti'nin kurulmasından, Çin, Kuzey Kore ve Rusya'nın nüfuzunun artmasından ve İran'ın nükleer silahından korkmaktadır. İşte tüm bunlar, Amerika Birleşik Devletleri'ni endişelendirmektedir. Bundan dolayı Amerika, bu büyük sorunlarla başa çıkmak için "böl-yönet" şeklindeki eski taktiğini kullanmaktadır. Aynı zamanda basın, fitne ateşinin tutuşturulmasını ve Afganistan'daki Müslümanları Pakistan'a karşı tahrik etmeyi temsil eden şerir planın gerçekleşmesi amacıyla insanların konuyu tartışmaya teşvik edilmesini istismar etmektedir.

Yukarıda da geçtiği üzere Pakistan ve Afganistan'daki insanların umutları, barış ve esenlik içerisinde Hilafet Devleti'nin gölgesinde yaşadıkları zaman meydana gelecektir. Dolayısıyla onların tek umudu, sömürgeci işgalcilere karşı ümmetin kalkanı olacak bir devlet olan İslam Devleti'nde yaşamaktır. Zira o, geçmişte Evs ile Hazrec arasında meydana geldiği gibi ümmet arasındaki ayrılıkları eritip yok edecektir. Ayrıca Hilafet, sadece Pakistan ve Afganistan'daki Müslümanları birleştirmekle kalmayacak bilakis bütün Müslümanları birleştirecek ve kendisine yakışır süper bir devlet olması için ümmetin elinden tutacaktır. Resul [Sallallahu Aleyhi ve Sellem], buna ilişkin hadiste şöyle buyurmuştur: إنما الإمام جنة يقاتل من ورائه ويتقى به "İmam [Halife], bir kalkandır, onun arkasında savaşılır ve onunla korunulur."

Devamını oku...

El-Ezher-iş Şerife Özellikle de "el-Ezher Vesikası'na" Bir Nasihat Müzekkeresi

  • Kategori Mısır
  •   |  

Resulullah [Sallallahu Aleyhi ve Sellem], şöyle buyurmuştur: الدين النصيحة قلنا لمن؟ قال لله ولكتابه ولرسوله ولأئمة المسلمين وعامتهم "Din nasihattir." Dedik ki: "Kimin için?" Dedi ki: "Allah için, kitabı için ve resulü için, Müslümanların liderlerine ve genelinedir."

 

Kerim kardeşimiz/Faziletli el-Ezher Şeyhi Dr. Ahmed et-Tayyib

Kerim kardeşlerimiz/ Faziletli el-Ezher alimleri,

Es-Selamualeykum ve Rahmetullahi ve Berakatuh,

Emma ba'd,

Mısır'da çıkan muhtelif gazetelerde, el-Ezher-iş Şerif'in Vesikası yayınlanmış, çeşitli devlet kurumları ve organlarından önce liberal demokratik partiler hızlı bir şekilde bunu desteklemişler ve buna muhtelif kesimlerin, el-Ezher Vesikası'nın sivil bir devlet için tesis edildiği şeklindeki tepkileri eşlik etmiştir.

Ümmetten bir parça olan, onunla birlikte ve onun içerisinde çalışan Hizb-ut Tahrir, şeri bir teklif olması hasebiyle siyasî bir çalışma uygulamaktadır. Çünkü bizler bu vesikada, modern anayasal demokratik ulusal bir devlet kurmayı teyit etmeniz ve desteklemeniz ve uluslararası sözleşmelere ve kararlara bağlı kalınması gibi İslam'a aykırı olan ve Allahu [Subhânehu ve Te'alâ]'yı gazaplandıran şeyler gördük. Dolayısıyla bu, helak olmuş bu rejim dönemine kadar el-Ezher-iş Şerif'taki insanların şahit olmadığı bir şeydir. Bundan dolayı Allahu [Subhânehu ve Te'alâ] katındaki zimmetimizden kurtulmak için sizlere, nasihat edici, göğüslerinizi açsın ve sizlere ihsanda bulunsun diye Allah'a çağıran bu müzekkereyi sunmayı kendimiz için gerekli gördük ki böylece hem dünyanın hem de ahiretin hayrını kazanmış olasınız. Tek arzumuz, bunları tedebbür etmenizdir. Zira mesele, önemlidir. Bunları aşağıdaki şekilde özetliyoruz:

1- Müslümanların şeri devleti, şekil, isim ve yönetim sistemi olarak Hilafet Devleti'dir. Dolayısıyla Müslümanlar, Resul [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]'in döneminden sömürgeci kafir Batı'nın Hilafet'i, 1924 yılında İstanbul'da Mustafa Kemal "Atatürk'ün" eliyle yıkmasına kadar bundan başkasını bilmemişlerdir. İslamî hayatın yeniden başlatılması ve Müslümanlar ile gayrimüslimlerin adaleti ve gözetimiyle gölgelenmesi için yeniden ortaya çıkarılması gereken sadece Hilafet'tir ki o, sadece Mısır'ın sorunlarını çözmeyecek bilakis bütün dünyanın sorunlarını çözecektir. Nitekim hala el-Ezher'in orta ve lise kısmında okutulan müfredatta Hilafet'in ve adil bir imamı nasbetmenin vacip olduğu metni geçmektedir. Sallallahu Aleyhi ve Selem şöyle buyurmuştur: ثم تكون خلافة على منهاج النبوة ثم سكت "Sonra Nübüvvet Münhacı Üzere (Raşidi) Hilafet olacaktır. Sonra da sustu."

2- Demokrasi, Batılı bir kelime olup akidesi dini devletten ayırdığı gibi kapitalist ideolojinin bir yönetim sistemi olup halkın halkı yönetmesi ve halkın yasa koyması anlamına gelmektedir. Dolayısıyla onun bütün kaynağı insan olup vahiy ve din ile hiçbir ilgisi yoktur. Dolayısıyla da kafir Batı'nın, Müslümanların ülkesine bir seçim sistemi olarak pazarladığı demokrasi, hiç de öyle değildir. Bilakis seçim, demokrasinin küçük bir parçasıdır. Ayrıca o, yasa koymayı İslam'ın belirttiği gibi insanların Rabbine değil insana vermektedir. Bundan dolayı o, bir küfür sistemi olup İslam'la uzaktan yakından hiç bir ilgisi yoktur. Yine demokrasi, ister külliyetler ister cüziyetler ister geldiği kaynak ister ondan fışkıran akide ister üzerine dayandığı temel isterse getirdiği fikirler ve nizamlar hususunda olsun İslam hükümleriyle tamamen çelişmektedir. Bundan dolayı onun alınması veya tatbik edilmesi veya ona çağrılması haramdır. Nitekim sizlerin önüne, bunun tüm detaylarını açıklayan demokrasi hakkında bir kitapçık koyduk.

3- Bu demokrasiye dayalı anayasa, dini devletten ayıran laik sivil devletin esasıdır. Zira bu, helak olmuş rejimin üzerinde olduğu ve şu anda Silahlı Kuvvetler Yüksek Konseyi'nin ona uygun olarak hareket ettiği kanunlarda ve anayasa maddelerinde açıktır. Mesela, bu meclisin düzenlediği ve 1977 yılına ait siyasi partiler sistemine özel 40 sayılı kanunun 4 sayılı maddesinin, yeni maddelerle değiştirildiği 2011 yılına ait 12 sayılı kanun hükmünde kararnamenin siyasi partiler kanununa bir bakın ki buna şu da dahildir: "Üçüncüsü- bir parti, ideolojisini veya programlarını veya doğrudan faaliyetlerini veya lider yada üyelerinin seçilmesini dini esasa göre yapamaz..." Bu kanunların ve maddelerinin detaylarını takip eden bir kimse bunların, dini siyasetten ayıran demokratik sistemi, evvelki rejimden daha çok kutsadığını görecektir. Mesela, 1937 yılına ait 58 sayılı ceza kanununun bazı hükümlerinin değiştirildiği 2011 yılına ait 11 sayılı kanun hükmümde kararnamenin 267. maddesi şöyledir: "Kim rızası olmadan bir kadınla ilişkiye girerse idam cezası yada müebbet hapisle cezalandırılır...!" "...Yani sanki cürüm, kadının rızası olmadan ilişkiye girildiğinde oluyormuş gibi!" Buna razı olacak mısınız ey ilmin azim kalesi? Batı'nın bizim için istediği demokrasi, işte bizzat bu değil midir? Dolayısıyla bu, İslam'ın tamamen yönetimden uzaklaştırılması anlamına gelmektedir. O halde el-Ezher, nasıl olur da böyle temelleri olan vesikasını ve böyle bir demokratik sivil devleti destekleyebilir? Allahu [Subhânehu ve Te'alâ], şöyle buyurmuştur:  وَأَنِ احْكُم بَيْنَهُم بِمَا أَنزَلَ اللّهُ وَلاَ تَتَّبِعْ أَهْوَاءهُمْ "Aralarında Allah'ın indirdikleri ile hükmet! Onların hevalarına tabi olma" [el-Mâide 49]

Nitekim sizlerin önüne, içerisindeki bütün maddelerin esbab-ı mucibesine (delillerine) bağlı kalınmış hemen uygulanabilinir mütekamil ve ayrıntılı İslamî bir anayasa koyduk.

4- Uluslararası sözleşmelere ve kararlara bağlı kalınmasına gelince; bu, el-Ezher-iş Şerif'in, kendisini kurtarılması gereken mübarek İslamî bir arz olan mescid-il Aksa ile onun çevresini işgal eden "İsrail'in" temsil ettiğini, onunla ilişki kurulduğunu, ona doğalgaz temin edildiğini açıkça kabul etmesidir. Aynı şekilde bu bağlılık, dünyanın dört bir tarafındaki Müslümanlara karşı Birleşmiş Milletler ile onun zalim organlarının bütün kararlarının özellikle de Amerika ile büyük devletlerin tahakküm ettiği Güvenlik Konseyi'nin kararlarının kabul edilmesi anlamına gelmektedir.

5- Nitekim bağlanılması, rücu edilmesi ve tatbik edilmesi gereken tek şeriat, Allah'ın şeriatıdır. Dolayısıyla hala aleni bir şekilde gece gündüz İslam'la savaşan uluslararası meşruiyete ve kararlarına bağlanmamız, ona muhakeme olunmamız ve rücu etmemiz bizlere haram kılınmıştır. Allahuteala şöyle buyurmuştur: أَفَحُكْمَ الْجَاهِلِيَّةِ يَبْغُونَ "Yoksa onlar hala cahiliye hükmünü mü istiyorlar." [el-Maide 50]

6- Nitekim Mısır'ın evlatları, yeryüzünde fesat saçan, ekini ve nesli helak eden helak olmuş rejimi devirmek için kanlarını feda ederek devrimi gerçekleştirdiler. Ancak onlar, ilk Raşidi Hilafet günlerinde olduğu gibi Kenane halkının tamamının güvene, adalete, izzete ve onurlu bir yaşama geri dönmesi için, şahısları, şekli, ismi, anayasası, hükümleri ve kanunları olmak üzere rejimi kökünden değiştirmelidirler. Zira böyle bir rejimin değiştirilmesi, dini devletten ayıran kapitalist laik esasa dayanmakla, içeriği bırakılıp şekil ve üslubu değiştirmekle, bizlere zulmü, zilleti, sefaleti ve aşağılanmayı tattıran Amerika ile üvey kızı Yahudi devletine övgüler yağdırmakla olmaz.

Binaenaleyh sizlere düşen, bundan rücu etmeniz ve içinde geçenlerin ilmin azim kalesi el-Ezher'e ve alimlerine güvenle bakan insanları saptırmasından dolayı bu vesikayı ilga etmenizdir. Zira alimler, enbiyaların varisleridirler. Nitekim sizler, yukarıda geçen şeri hükümler ile delillerinin tamamını biliyorsunuz. Tabii iş bununla da kalmamalı dahası Silahlı Kuvvetleri Yüksek Konseyi'nden İkinci Raşidi Hilafet Devleti'ni ilan etmesini talep etmelisiniz ki böylece hem siz hem de onlar dünyanın ve ahiretin hayrına kavuşasınız. Liderler, gelip geçicidir, cennet ve cehennem ise bakidir. Allah nusreti vaat etmiş ve iktidar garantilenmiştir. Allah, elbette bunu dini aziz kılacaktır. İşte o gün müminler, Allah'ın nusretiyle ferahlayacaklardır.

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ أَطِيعُواْ اللّهَ وَأَطِيعُواْ الرَّسُولَ وَأُوْلِي الأَمْرِ مِنكُمْ فَإِن تَنَازَعْتُمْ فِي شَيْءٍ فَرُدُّوهُ إِلَى اللّهِ وَالرَّسُولِ إِن كُنتُمْ تُؤْمِنُونَ بِاللّهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ ذَلِكَ خَيْرٌ وَأَحْسَنُ تَأْوِيلاً "Ey iman edenler! Allah'a, resule ve sizden olan ulul-emre itaat ediniz. Eğer herhangi bir hususta çekişirseniz, -Allah'a ve ahiret gününe gerçekten inanıyorsanız- onu Allah'a ve resule götürün. Bu, hem daha hayırlı hem de netice bakımından daha güzeldir." [en-Nisâ 59]

Ey Allah'ım, biz tebliğ ettik! Ey Allah'ım, sen şahit ol!

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Nefrete Çağıranların Beraat Etmesi Sistemin Başarısızlığının Göstergesidir

Amsterdam mahkemesi perşembe günü, nefrete ve ırkçılığa tahrik etmek ve cemaatlere hakaret etmekle suçlanan özgürlük partisi liderlerine beraat vermiştir. Zira mahkemeye göre Geert Wilders, nefret ve hakaret konuşmasını Müslümanlara karşı yöneltmemiş bilakis hakkındaki toplumsal tartışma bağlamında İslam'a karşı yöneltmiştir. Binaenaleyh mahkeme, İslam'a hakaret etmenin caiz olduğuna ancak Müslümanlara hakaret etmenin caiz olmadığına karar vermiştir. Ancak hakikatte bu ayırım ne anlama gelmektedir? Hakaret okları dine karşı yöneltildiğinde o buna cevap veremez ve bundan dolayı etkilenmez. Çünkü din, hükümler toplamından ve hissetmeyen ritüellerden-dinsel törenlerden ibarettir. Dolayısıyla o, kendi zatında hakareti kabul etmez. Fakat gerçek şu ki hakaret ve alayla eziyet gören tek taraf, bu dinin taraftarlarıdır. Bundan dolayı din ile onun taraftarlarının arasını ayırmanın bir anlamı yoktur. Dolayısıyla İslam'a dönük her hakaret ve alay, aslında Müslümanlara yöneltilmiş bir hakaret ve alaydır. O halde bu, devletin bunun Müslümanlara değil de dine dönük bir gönderme olduğu gerekçesiyle İslam'a dönük hakareti sistemleştirdiği anlamına gelmiyor mu? O halde bu, devletin İslam'ı kinci ve alaycı okların atıldığı yasal bir hedef haline getirdiği anlamına gelmiyor mu? Öyleyse bu, toplumda huzurlu bir yaşama teşvik eder mi?

Sonra biz onu, günlük olarak Avrupa'dan kovulmalarına çağrı, sövmek, Faslı gençlere hakaret gibi Müslümanların şahsını etkileyen açıklamalarda görüp duruyorken din ile taraftarlarının arasının ayrıldığı iddiası nerede kaldı ki? O halde bu, Müslüman topluma karşı yöneltilmiş bir ırkçılık değil midir?

Gerçek şu ki; sadece İslam dinine hakarete izin veren, sadece onun taraftarlarıyla alay eden, ülkesindeki bir gurubun başka bir guruba saldırmasına izin veren ve onları hakaret etmeye teşvik eden bir hadarat, çöküşün eşiğinde olan başarısız bir hadarattır. Bundan dolayı deriz ki; Wilders'in beraatı, liberal demokratik hadaratın çöktüğüne ve bu ülkedeki mevcut savaşın Müslümanlara karşı olduğuna dair bir kanıttır.

Okay Pala [Ebu Zeyn]
حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir

Medya Temsilcisi
Hollanda

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Erdoğan Hükümeti'nin Seçim Sonrası İkinci İcraatı: Yine Hizb-ut Tahrir'e Operasyon!

24 Haziran 2011 tarihinde başta Ankara olmak üzere, pek çok ilde Hizb-ut Tahrir'e karşı düzenlenen operasyonlar henüz sıcaklığını korurken Yine 04 Temmuz 2011 tarihinde başka bölgelerde Hizb'e karşı operasyon düzenlenerek bazı gençler gözaltına alındı, bir kısmı serbest bırakılırken diğerleri tutuklandı.

Düzenlenen bu operasyonların Hizb-ut Tahrir'i yok edemeyeceği veya çökertemeyeceği açıktır. Kararlılığını ve azmini kırmayacağı da kuşkusuzdur. Hedefinden saptıramayacağı, Allah Subhânehu'nun buyurduğu gibi eziyetten başka hiçbir zarar vermeyeceği kesindir. Üstelik bu operasyonlar hiçbir yasal ve hukuki gerekçeye dayanmamakta, gözaltına yapılan suçlamalara hiçbir somut delil gösterilememekte, tamamen keyfi uygulamalarla Müslümanlara gözdağı verilmeye çalışılmaktadır.

Son dönemde Türkiye'nin yaşadığı değişim süreci, görünen o ki birtakım odaklara hiç ders olmamış. Düne kadar diktatörlük politikalarıyla, despotlukla, pervasızlıkla işlenen cürümlerin sahiplerinin dokunulmazlıkları tek tek kalkarken, elebaşları birer birer sindirilirken ve bütün bunlar aylardır medyanın başlıca gündem maddesi iken, halen daha böylesi hukuksuzca, mesnetsizce, pervasızca, haksızlıkla şiddetten uzak fikri-siyasi çalışmalar yürüten yüksek kültürlü, lider ve İslami şahsiyetleri hedef alma cüreti görülebilmektedir.

Demokratikleşme, hukuk devleti ve özgürlükler adı altında ülkeyi yeni bir reform dalgasına kaptıranlar, söz konusu İslam olunca, söz konusu İslam'ın hakimiyetini arzulayanlar olunca, söz konusu sömürgeci kapitalist devletlerin talepleri olunca, dün söylediklerini bugün yutabilmekte, verdikleri sözleri rahatlıkla çiğneyebilmekte, inanılmaz bir rahatlıkla "ülkede hiçbir düşünce suçlusu" olmadığını iddia edebilmektedir.

Bugün özelde Hizb-ut Tahrir'e, genelde İslam'ı ideolojik bir varlık olarak dünya sahnesine çıkarmak için çalışan Müslümanlara yönelik bu haksız, baskıcı ve zalimane uygulamalara başvurulmasının arka planında, hiç kuşkusuz İslâm'ın Hilâfet Devleti liderliğinde yeniden yükselişini engellemek vardır. Arap dünyasında yaşanan son olaylar, bu engelleme girişimlerinin yoğunlaşmasına yol açmıştır.

Bununla birlikte, düne kadar yıkılmaz, sarsılmaz, devrilmez, koltuğundan vazgeçmez denilen nice diktatörleri bugün sürgün edilmiş, kovulmuş, rezil edilmiş görüyoruz. Bu bile tek başına İslami hayatın Allah'ın izniyle yeniden başlatılmasının an meselesi olduğunu gösteren net bir göstergedir. Keşke bilebilselerdi!

وَسَيَعْلَمُ الَّذِينَ ظَلَمُوا أَيَّ مُنقَلَبٍ يَنقَلِبُونَ Zulmedenler yakında nasıl bir inkılapla devrileceklerini bileceklerdir. [Şuarâ 227]

Devamını oku...

- Basın Açıklaması - وَقَدْ مَكَرُوا مَكْرَهُمْ وَعِنْدَ اللّٰهِ مَكْرُهُمْ وَاِنْ كَانَ مَكْرُهُمْ لِتَزُولَ مِنْهُ الْجِبَالُ "Hakikatte, onlar (peygamberlere karşı) bir takım tuzaklar kurmuşlardı. Halbuki onların tuzaklarından dağlar yerinden oyna

Şeyha Hasina hükümeti, 03 Temmuz 2011 günü, yani dün Hizb-ut Tahrir üyesi Üstad Dr. Şeyh Tevfik'i tutuklamıştır. Hükümetin bu tutuklaması, hizbin Şeyha Hasina'nın ortadan kaldırılmasına, kafir demokratik rejimin kaldırılmasına ve Hilafet'in kurulmasına çağırdığı yürüyüşe karşı 02 Temmuz 2011'de hizbin üyelerinden ve aktivistlerinden 23 kişinin tutuklamasının ardından gerçekleşmiştir. Nitekim hizib, Şeyha Hasina'nın İslam'a dönük düşmancıl politikalarını ile kafir ve müşrik emperyalistlere olan dostluğunu ifşa etmiş ve yürüyüşün ardından ülkede, yürüyüşün muhlis ordu subaylarını katleden ve Amerika Birleşik Devletleri, İngiltere ve Hindistan'ın ajanı olan Hasina'nın tahtını sarstığı yankılanmıştır. Bunu ise bu yöntemin caydırıcı olabileceği ve Hizb-ut Tahrir'i sarsacağı inancıyla Dr. Tevfik'e tutuklama emirleri vermesindeki bocalamasında görmek mümkündür.

Hükümet şuurunu yitirmiş olmalı!

Zira o, şehitlerin efendisi Hamza'nın torunlarını susturma girişimlerinde şuurlarını yitiren ve başarısız olan yeryüzündeki birçok tagutları görmüyor mu?!

Zira o, Kaddafi ile Beşar Esad'ın, işledikleri vahşi soykırıma rağmen İslam ümmetinin gürlemesi karşısında nasıl da sarsıldıklarını görmüyor mu?

Zira o, beyhude bir şekilde Hizb-ut Tahrir'i durdurmaya çalışan, cinnetinin şiddetinden hemen hemen her gün Hizb-ut Tahrir üyelerini tutuklamaya ve onlara işkence etmeye başvuran Özbekistan kasabı Yahudi Kerimov'un nasıl da cinnet geçirdiğini ancak bunun hizbin büyümesini, yayılmasını ve faaliyetini durduramadığını görmüyor mu?

وَقَدْ مَكَرُوا مَكْرَهُمْ وَعِنْدَ اللّٰهِ مَكْرُهُمْ وَاِنْ كَانَ مَكْرُهُمْ لِتَزُولَ مِنْهُ الْجِبَالُ "Hakikatte, onlar (peygamberlere karşı) bir takım tuzaklar kurmuşlardı. Halbuki onların tuzaklarından dağlar yerinden oynayıp gitmiş olsa bile Allah katında onlara ait (nice nice) cezalar vardır."[İbrahim 46]

Şeyha Hasina'ya düşen, zaman geçmeden ve Hizb-ut Tahrir Hilafet'i kurmak için Müslüman cesur Bangladeş ordusundan nusreti alma imkanı elde etmeden önce ders almasıdır. Zira o zaman, Şeyha Hasina ve soyu kaçacak bir yer bulamayacak ve Bin Ali ve Mübarek gibi hayatta kalma şansı olmayacaktır.

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER