Cuma, 06 Recep 1447 | 2025/12/26
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

Beşar Esad, En Son Konuşmasında ve Hula Katliamına Dönük Yorumda Kendisini, İnsan Cinsinden Olmayan Korkunç Bir Canavar Olarak Nitelendirmiştir

  • Kategori Suriye
  •   |  

Beşar Esad, 03.06.2012 Pazar sabahı, yeni  (kukla) Suriye Halk Meclisi'nin yeni yasama döneminin açılış konuşmasını yapmıştır. İlginçtir ki devlet televizyonu aracılığıyla zamanı dışında bunun hakkında bir açıklama yapılmamıştır; nitekim rejimin her hangi bir güvenlik sarsıntısına maruz kalmasından dolayı korktuğuna ve bunun da başını ağrıttığı gibi yakın bir zamandan beridir de midesine vurduğuna, buda kendisini Halk Meclisi'nde görülmemiş güvenlik önlemleri almaya sevk ettiğine işaret etmiştir. Zira kendi sarayı ile Halk Meclisi arasında çok kısa bir mesafe olmasına rağmen Meclisin tüm pencerelerini kapattığı gibi tanklar ve kamyonların yanı sıra sokaklara yayılan çekirgeler gibi şebbihalar bulundurmak yoluyla meclisin önemli sokaklarını da kapatmıştır. Ayrıca Beşar'ın konuşması, mübarek ayaklanmanın patlak vermesinden buyana yaptığı daha önceki konuşmalardan farklı yeni bir şey taşımadığı gibi (reformlar yapacağı davası, diyaloga çağrı, fitne, terörizm ve dış komplolar hakkındaki konuşması...) aynı kelimeleri geveleyip durmak, güvenlik çözümü üzerinde ısrarcı olmak ve kendisini, "ellerine teslim oldum" demeyi hak eden cerrah bir doktora benzetmek suretiyle katletmeye ve doğramaya devam etmek gibi kendi tutumlarının tekrarından başka bir şey de taşımamaktadır.

Beşar'ın, haydutlarını doldurduğu bu (kukla) Meclis'teki konuşmasında, "biz şehitlerin ruhlarının önünde saygı ve hürmetle durmaktayız" şeklindeki sözleri bir ironiden ibarettir. Zira o bu sözleriyle, kendisini eğlendiren şaşkın ve komik görüntülü kağıttan meclisin üyeleri duruncaya kadar bunu yapmadım demek istemektedir... Dolayısıyla da bu, Beşar'ın olası reformlarının görüntülerinden bir görüntüdür.

Siyasî analistler, Beşar'ın konuşmasını psikologların analistlerine dönüştürmüşlerdir. Zira konuşmasının satır araları ve onun boyutlarıyla meşgul olmak yerine vakıadan ayrı büyüyen bir hastanın psikolojisini analiz etmeye ve hakikatleri alt üst etmeye başlamışlardır. Halbuki gerçekte Beşar da yönetimi gibi sarsılmış bir haldedir. Örnek bununla da sınırlı değildir. Zira o, şebbihaları ile bir gurup çetesinin, kendisinin emriyle Hula, Kazaz, Midan, Deir ez-Zor ve Halep'te... "çirkin, acımasız ve iğrenç" bir şekilde işledikleri katliamları nitelendirirken şöyle demiştir: "Özellikle Hula katliamındakiler olmak üzere gördüklerimizi vahşi hayvanlar bile yapmazlar." Ve tüm küstahlığıyla da şöyle demiştir: "Arapçanın, genel olarak gördüklerimizi nitelendirmeye muktedir olamayan insanlığın dili olabileceğine inanıyorum." İşte bu şekilde o, hakikatlerin çarpıtılması gerçeği ile birlikte başkasını suçlayarak Suriye'de meydana gelenleri, "sağlam temel üzerine bina edilmiş sahte bir kriz olarak" nitelendirmektedir.

Evet, artık Beşar uluslararası toplumun dikkatini çekmemektedir. Zira konu, artık Beşar'dan sonrasıyla ilgili olmaya başlamıştır. Dolayısıyla bu konuşma, rejimin ayaklanmayı yok etmede başarısız olduğunu açıklamak için yapılmıştır. Bilakis ayaklanma, halkının imanı ve metanetleri sayesinde Allahuteala'nın izniyle rejimi yok edecek bir ayaklanmadır... Ayrıca bu konuşma, Beşar'ın özellikle ayaklanmanın Şam ve Halep'in içlerine kadar genişlemesinin ardından kendisini de sıkmaya başlayan (verilmiş sürenin) geldiğini açıklamak için yapılmıştır.

Mübarek ayaklanma noktasında Suriye'de meydana gelenler, İslamî proje açısından gerçekten umut verici olduğu gibi aynı zamanda Amerika'nın bölgedeki projesi açısından da gerçekten korkutucudur. Dolayısıyla bahis, bu iki at üzerinedir. Bizler, ayaklanmaya katılmaya başlayan Şam ve Halep'teki halkımızdan, bu rejim için ölümcül olan zümreye sımsıkı sarılmalarını ve helak olmuş bu rejimden kurtulmak için bir kez daha kitlelerinin toplanmasını talep ediyoruz. Aksi taktirde başkalarına uygulandığı gibi onlara karşı da kavrulmuş toprak politikası uygulanacaktır... Dolayısıyla onların üzerine düşen, bu mücrim rejimi bir kez daha ödüllendirmenin, ayaklanmanın kervanına yetişmelerini geciktirecek olan günahın farkına varmalarıdır.

Ey Suriye'deki Sabırlı Mümin Müslümanlar!

Sizleri, şu ana kadar korkunç ölümcül araçların karşısında sebat göstermeye sevk eden şey, Kahhar olan bir tek Allah'a imanınızdır. O halde bu iman üzere sebat gösteriniz, onun Allahuteala'nın kendisinden razı olacağı Raşidi Hilafet'in olduğu meyvesini elde edeniz ve liderliğinizi, ne bir haine ne bir ajana ne bir kafir Batı ülkeleriyle bağlantısı olan birine nede ondan yardım arayan bir kimseye veriniz. Zira bunların hepsi Allah'ın öfkelendiği şeyler olduğu gibi Allahuteala'nın şu kavline de aykırıdır:

وَلَن يَجْعَلَ اللّهُ لِلْكَافِرِينَ عَلَى الْمُؤْمِنِينَ سَبِيلاً "Muhakkak ki Allah, Kâfirler için müminler aleyhine asla bir yol (egemenlik) kılmayacaktır!" [en-Nîsa 141]

O halde güç ve kuvvet ehlinden olan evlatlarınıza uğrayınız ki dinlerine ve halklarına nusret vermede geç kalmasınlar ve onlara uğrayınız ki sizleri ve sizinle birlikte ümmetinizi zalim ve mücrim yöneticiler ile sizleri ifsat etme ve saptırmaya dönük hiçbir çalışmadan geri kalmayan ve sizleri yoksullaştırmak ve katletmek için çalışan onların arkasındaki kafir kapitalist Batılı ülkelerden kurtaracak Allah'ın indirdikleriyle hükmetmek üzere olan bir biat ile Hizb-ut Tahrir'e biat etsinler. Nitekim Allahuteala, şöyle buyurmaktadır:

إِنَّ الَّذِينَ يُبَايِعُونَكَ إِنَّمَا يُبَايِعُونَ اللَّهَ يَدُ اللَّهِ فَوْقَ أَيْدِيهِمْ فَمَنْ نَكَثَ فَإِنَّمَا يَنْكُثُ عَلَى نَفْسِهِ وَمَنْ أَوْفَى بِمَا عَاهَدَ عَلَيْهُ اللَّهَ فَسَيُؤْتِيهِ أَجْرًا عَظِيمًا "Muhakkak ki sana biat edenler ancak Allah'a biat etmektedirler. Allah'ın eli onların ellerinin üzerindedir. Kim ahdini bozarsa, ancak kendi aleyhine bozmuş olur. Kim de Allah ile olan ahdine vefa gösterirse Allah ona büyük bir ecir verecektir." [Fetih 10]

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Navit Butt, Kaçırılmasının Üzerinden Üç Hafta Geçmesine Rağmen Hala Mahkemeye Çıkarılmamıştır

Hizb-ut Tahrir / Pakistan Resmî Sözcüsü Navit Butt, kaçırılmasının üzerinden üç hafta geçmesine ve Yüksek Mahkeme, mahkemeye çıkarılmasıyla ilgili bir emir yayınlamasına rağmen hala mahkemeye çıkarılmamıştır. Nitekim hükümetin avukatı, ilgili odakların şu ana kadar bildirimleri teslim almadıkları, bunun için avukatının ek süre talep ettiği ve bu nedenle de mahkemenin, Navit Buttûn kaçırılmasının üzerinden tam bir ayın geçmiş olduğu bu haziran ayının 11'ine ertelendiği şeklinde boş bir gerekçe sunmuştur.

Mesajların birkaç dakika içerinden dünyanın dört bir tarafına gönderildiği iletişim devrimi çağında İslamabad'taki Yüksek Mahkeme bildirimleri ilgili odaklara teslim etmemiştir! Bilakis mahkeme, son hafta verilmelerini "rica etmiştir." Dolayısıyla ne üzücüdür ki bağımsız olduğunu iddia eden yargı otoritesi, sadece siyasi kurumun değil bilakis aynı şekilde askerî kurumun da emirlerini uygulayacağının garantisini verememektedir. Yoksa bizzat yargı otoritesi de, meşru olmayan faaliyetlerini yerine getirmeleri için ellerinde geniş bir zaman olsun diye hükümetin baltacılarıyla işbirliği yapmakta ve usul ve teknik kanunları yoluyla da onlar için yasal bir kılıf mı olmaktadır? Ayrıca "bağımsız" yargı otoritesi, diplomatlar oldukları gerekçesi altında Amerikalıların ruhsatsız silahlarıyla ülkenin dört bir tarafında dolaşmalarına göz mü yummaktadır? Zira onlarla birlikte olan bu silahlar ele geçirildiğinde onlara karşı davalar kaydedilmemekte bilakis onlarla büyük şahsiyetler sıfatıyla muamele edilmekte ve büyük bir saygıyla serbest bırakılmaktadırlar?! Diğer taraftan Amerika'nın ülke üzerindeki hegemonyası ile mevcut kapitalist rejimin sona ermesi için çağrıda bulunanlar ve Pakistan'da Hilafet Devleti'nin kurulmasını talep edenler, gece gündüz fark etmeksizin eşlerinin ve çocuklarının gözleri önünde kaçırılmaktalar ve Hilafet'i kurmak için olan barışçıl mücadelelerinden vazgeçmeleri için onlara baskı uygulamak amacıyla işkenceye ve ölümle tehdide maruz kalmaktadırlar.

Çok gariptir ki "bağımsız" yargı otoritesi, yürütme erkinin başkanı Gilâni, emerlerinin uygulanmasını reddettiğinde onu huzuruna çağırırken ancak Keyâni'nin baltacılarının, Afiyet Sıddîk, Mecid-il Ahmar, Adyala cezaevinden kaçırılarak akrabalarına cesetleri teslim edilen kişilerin olaylarının yanı sıra diğer bir çok olaylar gibi çok sayıda insan kaçırmaya karıştıklarına dair yeterli deliller sağlanmasına rağmen aynı yargı otoritesi Keyâni'yi mahkemenin huzuruna çağırma cüretinde bulunamamaktadır. Buda Keyâni ile siyasî ve askerî liderlikteki hain arkadaşlarının, Amerika'nın Pakistan'daki hegemonyasını sona erdirmek ve İslam'ın tatbik edilmesini talep etmek için çalışan herkese karşı korkunç bir örnek olmak istediklerinin kanıtıdır.

Hizb-ut Tahrir, Keyâni'ye ucuz taktiklerinin Hizb-ut Tahrir'e karşı başarılı olamadığı gibi başarılı da olamayacağına ve Keyâni'nin Kaddafi, Hüsnü Mübarek ve Bin Ali'nin sonunu unutmaması gerektiğine dair açık bir mektup göndermek istemektedir. Zira Keyâni, onlardan daha güçlü olmadığı gibi Batı'ya ve Amerika'ya onlardan daha fazla yakın da değildir.

Allah'ın izniyle Hilafet, çok yakında kurulacak ve işte o gün, Müslümanların sevineceği ve Keyâni ile baltacılarının da korkup dehşete düşeceği bir gün olacaktır.

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Alimlerin, Yemen'de Allah'ın Şeriatıyla Hükmedilmesine Dönük Açıklaması... İşte Nebilerin Varisleri Böyle Olur

Görsel ve yazılı medya organlarının yayınlarında Yemen alimlerinin açıklaması geçmiştir. Bunlardan biri de Ahbar el-Yevm Gazetesi'nin şu başlıklı yayınıdır: "Hayatın tüm alanlarında Allah'ın şeriatıyla hükmedilmesi ve Yemen'in bir çok yerlerindeki silahlı çatışmadan dolayı Yemen'de akan kanın durdurulması için Yemen Devlet Başkanı Hâdi'ye bir Çağrı." Nitekim açıklamada geçen çağrının ilk maddesinde şöyle geçmektedir: "Hayatın tüm alanlarında Allah'ın şeriatıyla hükmedilsin, mutlak egemenlik Allahuteala'nın şeriatına ait kılınsın, yerine getirmek için yemin ettiğiniz ve başbakanın güven oyu alırken parlamentonun önünde taahhüt ettiği gibi aynı şekilde bizim ulaşmayı ve kabul etmeyi umduğumuz ve alimlerin, oylama için şeri hükümlere boyun bükmenin kutsallığının azametine, Rabbani alimlerden oluşan, hakkı açıklayan ve İslam'a aykırı her şeyi reddeden şeri bir referansın oluşturulmasının vacibiyetine vurgu yapan Yemen alimlerine yönelik mektubunda taahhüt ettiği Allah'ın şeriatına aykırı olan yada onu küçümseyen anayasa veya kanunlar veya yönetmelikler veya da yapılan her türlü anlaşmalar boyutundaki tüm kanunların çıkarılmasının yasaklanması."

Hizb-ut Tahrir olarak bizler, iman ve hikmet beldesinin alimlerinin, hiçbir korku yada utanç duymamaksızın ve bu hususta kendilerini hiçbir kınayıcının kınaması korkusu sarmaksızın Müslümanların emrine dayalı bu kerim çağrısından dolayı duyduğumuz sevinci ve memnuniyeti ifade ederiz. Bu ise iman ve hikmet dolu bu beldenin halkının nebevî vasfının tasdik edilmesinden öte bir şey değildir. Zaten bu, Nebi [Sallallahu Aleyhi ve Selem]'in kendileri, evlatları ve evlatlarının evlatları için dua ettiği ensarın torunları için hiç de şaşırtıcı olan bir şey değildir.

Bizler, sayın celil alimlerin, doğrudan ve fiili olarak bu vasiyetin uygulanmasını denetlemeleri ve Allah'ın şeriatının tatbik edilmesinden kıl kadar sapmamaları için kendimizi paralamaktayız. Zira bütün Müslümanları gayesi, hayatın her alanında fiili olarak Allah'ın şeriatıyla hükmedilmesi ve sadece Yemen'de değil tüm dünyada Allah'ın şeriatının egemen olmasıdır.

Sayın celil alimler: Allah, sizin yolunuzu hayırlı bir yol olarak belirlemesinin yanı sıra sizleri, mevcut zamanımızda oluşan zulüm karanlığında Müslümanlara doğru yolu gösteren bir fener kıldığı gibi ayrıca Allah sizleri, her yerde Allah'ın şeriatıyla hükmedilmesi için çalışan Müslümanların aydınlanacağı bir meşale kılmıştır.

Hizb-ut Tahrir, Allah'ın bizlere vaat ettiği ve Nebisi [Aleyhi's Salatu ve's Selam]'ın müjdelediği Hilafet'i kurarak İslamî hayatı yeniden başlatmak için İslamî ümmetin içerisinde çalışmaktadır. Dolayısıyla sömürgeci Batı fikirleri ile saptırıcı fikirlerinin yanı sıra sömürgeci fikirleri pekiştirmek ve onu yaşatmak için çalışan ve ümmetin İslam'ı yaşamasını engelleyen kiralık Müslüman yöneticilerin, ümmeti kendisinden engellediği doğal talebi işte budur. Nitekim şayet alimler bunu fark ederlerse kesinlikle ümmetimize yönelecekler ve İslamî hayatı yeniden başlatmak ve Allah'ın şeriatıyla hükmetmek için çalışmak yoluyla Allah rızası için onlara liderlik edeceklerdir. Ki böylece Müslümanlar, Allah'ın rızasıyla hoşnut olacakları gibi insanlıkta İslam'ın hayrıyla hoşnut olacaklarıdır.

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Mazlumlardan Zulmü Kaldıracak ve Fasit Zalimlerden İntikam Alacak Olan Bizzat Mübarek Şeri Hükümlerdir

"Zaman sustu ve küfür konuştu;" zira şehitlerin aileleri ile tüm Mısırlıların uzun bekleyişinin ardından Yargıç Ahmet Rıfat'ın, devrik lider Mübarek ile İçişleri Bakanı Habib Adlî'nin cinayet cürümlerinin yanı sıra diğer cinayet cürümlerine teşebbüste bulunmakla ilgili cinayet cürümlerine iştirak ettikleri suçlamasıyla müebbet hapse mahkum oldukları ve diğer tüm sanıkların ise beraat ettikleri şeklindeki ifadesi herkesi şoke etmiştir. Dolayısıyla buda birçok kişiyi şu soruları sormaya sevketmiştir: Mübarek ve Habib Adlî provokatörler olarak yargılanırken nasıl olur da asıl fail ve cürümün ana uygulayıcısı olan İçişleri Bakanı'nın yardımcıları beraat edebilirler? Suç kanıtlarının yok olmasına yol açanlar neden yargılanmamaktadır? Mübarek ayaklanmanın ateşlenmesinde ana sebep olan polis karakollarındaki işkence dosyalar neden açılmamaktadır?!

Karardan dolayı şaşkınlık yaşayan ve karara itiraz ederek meydanlara çıkanlara deriz ki; şu an Mısır'da uygulanan beşerî  kanun hükümleri sınırlı olduğu gibi aranızda adaleti sağlamaktan da acizdir. Zira o, eksik, aciz ve muhtaç olan insanın koymuş olduğu bir şeydir. Dolayısıyla mazlumlardan zulmü kaldıracak ve fasit zalimlerden intikam alacak olan bizzat mübarek şeri hükümlerdir. Çünkü o, asla insanlara zulmetmeyen Alîm ve Habîr olanın katındandır. Ancak insanlar, Allah'ın indirdiklerinden başkasıyla hükmedilmesini dayatanlara, Allah'ın kitabını bir kenara atarak onun yerini o gün kendisine karşı ayaklandıkları dini hayat ve devletten ayıran İslam'ın dışındaki bir sistemle değiştirenlere karşı sessiz kalarak kendilerine zulmetmektedirler. Zira ona karşı Allah'ın şeriatından başkasıyla hükmetmesinden dolayı ayaklanmadılar, bilakis onun zulmünden ve fesadından dolayı ayaklandılar. Nitekim rejimi devirdiler... ama nizamı ve esasına göre yargılanmak üzere olan beşerî kanunları olduğu gibi kalmaya devam etmektedir. Zira o, Yakup'un oğlunun kanı üzerinden kurdun beraatının önünü açmaktadır!

Alahuteala, şöyle buyurmuştur: إِنَّمَا جَزَآءُ ٱلَّذِينَ يُحَارِبُونَ ٱللَّهَ وَرَسُولَهُ وَيَسْعَوْنَ فِى ٱلأَرْضِ فَسَاداً أَن يُقَتَّلُوۤاْ أَوْ يُصَلَّبُوۤاْ أَوْ تُقَطَّعَ أَيْدِيهِمْ وَأَرْجُلُهُم مِّنْ خِلافٍ أَوْ يُنفَوْاْ مِنَ ٱلأَرْضِ ذٰلِكَ لَهُمْ خِزْيٌ فِى ٱلدُّنْيَا وَلَهُمْ فِى ٱلآخِرَةِ عَذَابٌ عَظِيمٌ "Allah ve resulüne karşı savaşanların ve yeryüzünde fesat çıkarmaya çalışanların cezası ancak ya (acımadan) öldürülmeleri ya asılmaları yahut el ve ayaklarının çaprazlama kesilmesi yahut da bulundukları yerden sürülmeleridir. Bu onların dünyadaki rüsvaylığıdır. Onlar için ahirette de büyük azap vardır." [Nisa 33]

Peki insanların ölmesi, malların yok edilmesi, namusların çiğnenmesi, fesada ve zulme karşı ayaklananların öldürülmesi  ve adil olan şeriatın uygulanmasının engellenmesi, işte tüm bunlar yeryüzünde fesat çıkarmak olup failleri ölümü ve asılmayı hak etmiyorlar mı? İşte Rabbinizin hükmü budur. Zira Allahuteala, şöyle buyurmaktadır: هَذَا كِتَابُنَا يَنطِقُ عَلَيْكُم بِالْحَقِّ إِنَّا كُنَّا نَسْتَنسِخُ مَا كُنتُمْ تَعْمَلُونَ "Bu, yüzünüze karşı gerçeği söyleyen kitabımızdır. Çünkü biz, yaptıklarınızı kaydediyorduk." [Casiye 29] Yoksa batılı söyleyen Yargıç Ahmet Rıfat'ın kitabı değil.

Bizler sizleri, bu beşeri kanunlar ile kokuşmuş beşerî cumhuriyet sistemini kaldırıp atmaya ve yeniden Allah'ın indirdikleriyle hükmetmek ve aranızda adaleti sağlayacak, zalimlerden intikam alacak, İslam'a ve Müslümanlara izzet kazandıracak, -Müslümanı ve Kıptisiyle- bütün insanlara İslam'ın sınırları içinde mutlu bir hayat yaşatacak olan İslamî Raşidi Hilafet'i kurmak yoluyla durumları köklü ve kapsamlı bir değişimle değiştirmek için çalışmaya davet ediyoruz.

أَفَحُكْمَ الْجَاهِلِيَّةِ يَبْغُونَ وَمَنْ أَحْسَنُ مِنْ اللَّهِ حُكْمًا لِقَوْمٍ يُوقِنُونَ "Yoksa onlar hala cahiliye hükmünü mü istiyorlar. İnanan bir kavim için Allah'tan daha iyi hüküm veren mi vardır?" [el-Maide 50]

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Maliye Bakanı'nın Bütçeye Dönük Konuşması, Şayet Hilafet'in Kurulmasından Önceki Son Konuşma Olursa Gerçekten "Tarihsel" Bir Konuşma Olacaktır

Maliye Bakanı Şeyh Hafız'ın bugün yaptığı ve bunu, - beş yıl uzatılan görevinin sonuna gelen- hükümet için bir ilk olduğu gerekçesiyle "tarihsel" olarak nitelendirdiği bütçe konuşması, her yılki bir bütçe sunumundan ibarettir. Bu nedenle bu bütçe, enerjiyi makul bir fiyatla temin edecek olmasından veya sanayi ve tarımı canlandıracak olmasından veya yüksek fiyatlardan dolayı belleri kırılan insanlara rahat bir nefes aldıracak olmasından veya onları zalim vergilerden muaf tutacak olmasından dolayı olan "tarihsel" bir bütçe değildir. Bilakis basitçe bu, zaten atılmış olan Maliye Bakanı'nın bakış açısından dolayı "tarihseldir!"

Hizb-ut Tahrir der ki; bu konuşmayı tarihsel kılacak olan şey, insanların içerisinde dünyanın dört bir tarafındaki sömürgeci, insafsız ve çökmüş bir sistem olan kapitalizme dayalı diğer baskıcı politikaların bildirgesini işiteceği son konuşma olmasıdır. Bunu tarihi bir olay kılan şey ise İslam ile hükmedecek, Pakistan'daki Müslüman toprakları ekonomik patlamaya dönüştürecek bir nizam olan Hilafet Devleti kurulmadan önce türünün son konuşması olmasıdır. Şimdi burada, Allah'ın izniyle Hilafet'in yürürlüğe koyup uygulayacağı bazı kanunları yayınlayacağız:

1- Makul Enerji Fiyatları ve Yükselen Sanayi:

Hilafet'in kurulması halinde makul ve kabul edilebilir enerji fiyatları bakımından bir rahatlama hissedeceksiniz. Çünkü Hilafet Nizamı'nda, kamu mülkiyetlerinin özelleştirilmesi ve özel mülkiyetlerin de kamulaştırılması imkansızdır. Bilakis bu kaynakların gerçek sahipleri bizzat insanlardır. Dolayısıyla Hilafet zamanında bu kaynaklar, sadece insanlar adına idare edilecektir. Zira Resulullah [Sallallahu Aleyhi ve Sellem], şöyle buyurmuştur:

الْمُسْلِمُونَ شُرَكَاءُ فِي ثَلَاثٍ الْمَاءِ وَالْكَلَإِ وَالنَّار "Müslümanlar şu üç şeyde ortaktırlar: Su, mer'a ve ateş."

Buna göre petrol kuyuları, doğalgaz, kömür madenleri ve enerji santralleri de dahil tüm enerji kaynaklarının, özelleştirmeye tabi tutulması imkansızdır. Hilafet'in gölgesindeki devlet, mevcut kapitalist hükümetlerin yaptıkları gibi bu kamu mülkiyetlerini kendi tekeline almayacak bilakis kullanımının tüm topluma geri dönmesini garantileyecektir. Bunun için enerji ve yakıt fiyatlarının yükselmesi önemli ölçüde azalacak ve insanların refahı sağlanacağı gibi felç olan sanayi ve tarım sektörleri için de yeni bir hayat sağlanacaktır.

2- Gelir Kaynaklarının Etkinleştirilmesi:

Hilafet'in kurulması halinde toplumu felç eden vergilerin kaldırılması yüzünden insanlar tam bir refaha tanık olacaklardır. Zira Resulullah [Sallallahu Aleyhi ve Sellem], şöyle buyurmuştur:

لا يَدْخُلُ الْجَنَّةَ صَاحِبُ مَكْسٍ "Gümrük vergisi alan cennete giremez."

Buna göre devletin, ister isteyerek olsun isterse de Dünya Bankası ve İMF'ye bir yanıt olarak olsun insanlara kalıcı vergiler koymasına izin verilmeyecektir. Bilakis Allahu [Subhânehu ve Te'âla] tarafından meşru kılınan sadece Hilafet Devleti'nin hazine gelirleri olup İslam'da insanların mülkiyetleri kutsaldır. Dolayısıyla Hilafet Devleti'nin, "vergi" kılıfı altında insanları soyması imkansızdır. Zira Allahu [Subhânehu ve Te'âla], devletin gelirlerini adil bir şekilde belirlemiştir. Mesela Hilafet Devleti'nde vergi koymak caiz değildir. Ancak şeriatın belirlediği mücbir sebepler kapsamında geçici bir dönem için sadece zenginlere vergi konulabilinir. Dolayısıyla İslam, doğalgaz, petrol, bakır ve altın gibi kamu mülkiyetleri gelirleri ile öşür ve haraç gibi tarımsal üretim de dahil ticarî arzların üzerindeki zekat yoluyla insanları ezmeye gerek kalmaksızın onların işlerinin gözetimi için fon sağlayacak gelirlerin tahsilinde nevine münhasır bir sistemdir.

3- İstikrarlı Makul Fiyatlar:

Hilafet'in kurulması halinde insanlar, mevcut fiyatların yüksek olmasına karşın rahat bir nefes alacaklardır. Çünkü İslam, bütün servetin gerçek para birimi değerinin karşılığının sadece altın ve gümüş olmasını farz kılmıştır. Zira Resulullah [Sallallahu Aleyhi ve Sellem] Müslümanlara, devletin para birimi olarak 4.25 gram ağırlığındaki altın dinar ile 2.975 gram ağırlığındaki gümüş dirhemin bir araç olmasını emretmiştir. Buda Hilafet'in, kendi isteği ve hevasına göre kağıt para basmasının imkansız olduğu anlamına gelmektedir. Dolayısıyla Hilafet'i, bin küsur yıldır mal ve hizmetlere dönük istikrarlı fiyatların keyfini çıkarmaya iten neden işte budur.

4- Tarımsal Devrim:

Hilafet'in kurulması halinde tarımsal üretimde benzersiz önemli bir artışa tanık olacağız. Zira İslam, tarım arazisinin mülkiyetini, onun işletilmesine bağlı kılmıştır. Zira Resulullah [Salllallahu Aleyhi ve Sellem], şöyle buyurmuştur:

مَنْ أَعْمَرَ أَرْضًا لَيْسَتْ لأَحَدٍ فَهُوَ أَحَقُّ "Her kim bir kimseye ait olmayan bir araziyi imar ederse o, onudur."

Dolayısıyla İslam, üç yıl peş peşe ekmemesi halinde tarım arazisinin sahibinden alınmasını farz kılmıştır. Buda sahibinin, tarım arazisinden tam olarak yararlanmasını sağlamaktadır. Ayrıca Hilafet Devleti, araziyi ekme imkanları olmayanlara hibe yada faizsiz bir şekilde krediler verecektir. Hakeza birkaç ay içerisinde hem tarım arazilerinde hem de kırsal alanlara erişimde bir artış olacaktır.

Hizb-ut Tahrir Müslümanları, kafir kapitalizmi kaldırıp atmaya ve Hilafet'i yeniden kurmak için ciddi bir şekildeki çalışmayı benimsemeye davet eder.

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Hizb-ut Tahrir, Hula Halkına ve Şam Ayaklananlarına Destek Vermek Amacıyla Beyrut, Trablus ve el-Beka'da Gösteriler Düzenlemiştir

Hula ve Hama halkı ile Esad rejiminin güçsüz bıraktığı ve gece gündüz kanlarını akıttığı Suriye'nin diğer halklarına destek vermek ve mübarek Şam ayaklanmasının içeriğini vurgulamak amacıyla Hizb-ut Tahrir, bugün Cuma namazının akabinde Trablus, Beyrut ve Beka olmak üzere üç gösteri düzenlemiştir. Dolayısıyla Trablus'ta, büyük bir kalabalık Büyük el-Mansurî Camisi'nden dışarı çıkarak mücrim tagut Beşar Esad'ın devrilmesine ilişkin sloganlar atmışlar, İslam Dârı'nın merkezi Şam'da İslamî Devletin kurulacağını müjdelemişler ve Muhammed İbrahim'in kendilerine bir konuşma yaptığı el-Tel Meydanı'na ulaşıncaya kadar şehrin sokaklarında dolaşmışlardır.

Trablus'ta ise namaz kılanlardan büyük bir kalabalık, Aişe Bekkar Camisi'nin önünde bir gösteri yapmışlar ve onlara, Hizb-ut Tahrir / Lübnan Medya Bürosu Üyesi Şam halkının kahramanlıklarını öven bir konuşma yaparak şöyle demiştir: "Çünkü Beyrut gurupları, Beyrut aileleri ve Beyrut İslam'ı zulme karşı sessiz kalmayı reddettikleri gibi omurgasızların safında olmayı da reddetmektedirler. Dolayısıyla Hizb-ut Tahrir'in Lübnan'daki çığlığı, Beyrut'un, halkının ve insanlarının çeteler ve şebbihalarla olmadıklarını -ve asla da olmayacaklarını-, bilakis ümmetlerinin yanında yer aldıklarını, onların ümmetten bir parça olduklarını ve ümmete isabet edenin onlara da isabet edeceğini tüm dünya zalimlerine duyurmak içindir."

Beka'da ise göstericiler, Saadnayel'deki İmam Ali İbn-u Ebi Talib Camisi'nin önünde toplanmışlardır. Zira Hizb-ut Tahrir / Lübnan Merkezî Temas Lecnesi üyesi Dr. Mahir Savân ve Şeyh Velid el-Veys ile Hula katliamını kınayan Saadnayel Belediye Başkanı Halil eş-Şuhayma'dan her biri göstericilere bir konuşma yaparak Lübnan hükümetinin, "Suriye rejimine bağlı Suriye birimlerinin kaçırdığı Lübnanlı kaçırılanlarının sorununu dikkate almasını ve Halep'te kaçırılan Lübnanlıların dosyasına resmî düzeyde dikkate alıp önem vermesini" talep etmişlerdir.

Hizb-ut Tahrir konuşmacıları konuşmalarında, Şam bölgesindeki çatışmanın hakikatini anlamamızın kaçınılmaz olduğunu vurgulamışlardır. Bu hakikat ise bugün bu ümmetin, sadece zalim laik rejimlerle değil bilakis başta İran, Türkiye ve bölgemizde kendisine bağlı diğer ülkeler yoluyla defalarca Şam ayaklanmasına kürtaj yapmak isteyen Amerika olmak üzere bütün Batılı güçler ve araçlarıyla olan bir çatışmanın içerisinde olmasıdır. Ayrıca bağlılıklarını yenilemek için her dönemde Şam'daki akıl hocalarına giden otorite organlarının başkanlarının reddedilmesine vurgu yaptıkları gibi Şam ayaklanmasının, taifeci bir ayaklanma olmadığına bilakis on yıllarca insanların boyunlarına tahakküm eden mücrim bir çeteye, yani sadece Beşar ve çetesine değil onun gibi olanlara yönelik bir ayaklanma olduğuna ve Suriye ile Lübnan'daki şeref sahibi herkesin bu zulme karşı ayaklandığına vurgu yapmışlardır. Bunun yanı sıra Esad'ın Lübnan'daki destekçilerini, ülkeyi sonucu herkes için bir felaket olacak olan iç savaşa sürüklemeleri hususunda uyarmışlardır.

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Suriyeli Diplomatların Sınır Dışı Edilmesi, Anlamsız Bir İkiyüzlülüktür

Dışişleri Bakanı Bob Carr, Hula katliamına bir tepki olarak, geçen hafta Suriye Maslahatgüzarın sınır dışı edileceğine dair bir girişimde bulunmuştur. Senatör Carr, Hula'da neler olduğunu anlatan görüntülere ve raporlara erişimin ardından bu kararı almanın zor bir şey olmadığını söylemiştir. Nitekim federal muhalefet de sınır dışı kararını desteklemiş ve Gölge Dışişleri Bakanı Julia Bishop şöyle demiştir: "Çocukları da kapsayan sivillere dönük en son katliam, insanlığa meydan okumakta olup rejime, en güçlü kınama ifadelerinin geçtiği bir mesaj yönlendirmeyi gerektirmektedir."

Hizb-ut Tahrir / Avustralya Medya Temsilcisi Osman Bedir, bu bağlamda şunları söylemiştir:

"Avustralyalı yetkililer tarafından gelen bu gösteri, apaçık bir pervasızlıktır. Zira Suriye'deki intifada, bir küsur yıldan bu yana Suriye rejimi tarafından vahşî bir baskıya maruz kalmış ve ardışık katliamlar sırasında on binlerce insan ölmüştür. Ayrıca sürekli olarak bir yargılama olmaksızın adam kaçırma, işkence ve idam uygulanmış ve sivillere karşı tanklar ve silahlar kullanılmıştır. Peki Senatör Carr, bu olayların raporlarına ve görüntülerine erişmemiş midir? Halbuki bu, Avustralya hükümetinin bir küsur yıldır, Suriye rejiminin Avustralya'daki temsilcisini sınır dışı etmekle temeyyüz eden basit sembolik uygulamadan daha fazlasını yapmasını gerektirirdi. Dolayısıyla çok geç kalan küçük çaplı bu tür hamleler, hiç kimseyi kandıramayacaktır."

"Suriye temsilcileri sınır dışı edilmelerine rağmen Suriye Büyükelçiliği hala açıktır. Buda Avustralya hükümetinin, hala Suriye kasabı ve barbar rejimi ile olan diplomatik ilişkilerini koruduğu anlamına gelmektedir."

"Avustralya'nın ikiyüzlü tutumu, Orta Doğu, Orta Asya ve Afrika'daki diktatör rejimlerle olan diplomatik, ekonomik ve askeri ilişkilerini devam ettirmesi gerçeğinde ortaya çıkmaktadır. Ayrıca Avustralya, halkların ve tagutlara karşı olan intifadalarının yanında yer aldığını iddia etmesine rağmen güçlerinin doruğundayken tagutları desteklediğini ve aynı şekilde İslam dünyasındaki tagutlarla olan ilişkilerini sürdürüp güçlendirmeyi koruduğunu görmekteyiz."

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Sayın El-Vadi Elektronik Gazetesi Editörüne; Hizb-ut Tahrir / Mısır Vilayeti, Sûfi Bir Hizb Değildir

"El-Vadi" Elektronik Siteniz, 28.05 günü, Üstad Zahran Celal'in, hizbin geçen günlerde dağıttığı beyan hakkında yazdığı "Hizb-ut Tahrir, Kafir "Şefik" Cumhuriyetine Meydan Okumayı ve Hilafet'i Geri Getirmeyi Talep Etmektedir" başlıklı bir rapor yayınlamıştır. Aslında rapor, genel anlamda güzel ama yazar, doğruların yanı sıra raporun sonunda şöyle demiştir: "Hizb-ut Tahrir, Mısırlı siyasî bir hizb olmasının yanı sıra 25 Ocak ayaklanmasının ardından kurulmuş olup Mısır'daki Sûfi bir akımdan neşet etmiştir." Hizbe yönelik bu nitelendirme doğru değildir. Zira Hizb-ut Tahrir, sûfi bir hizb değildir. Bilakis Mısırlı "Sûfi" Hizb-ut Tahrir'den başka ideolojisi İslam olan siyasî bir hizbtir. Şayet raporun yazarı, sorumluluk sahibi olsaydı özellikle bizlerden bilgi almak için bizimle bağlantıya geçerdi. Nitekim ayaklanmanın ardından Tahrir Meydanı'nı bir işaret olarak kabul ederek aynı ismi taşıyan birçok hizb kurulmuştur. Sonra aynı beyanın, sitenizde iki defa yayınlanması garip değil midir? Ayrıca aynı tarihte, (bu hataya düşmeyen) Üstad Ahmed Sabri, "İslamî Hizb-ut Tahrir: Hilafet Nizamı'nın Alternatifinden Razı Olmamaktadır" başlığı altında aynı beyan hakkında bir yorum yazmıştır.

Bu nedenle bizler sizlerden, Celil alim Takıyyuddîn en-Nebhâni'nin altmış yıl önce kurduğu, o zamandan beri Müslümanların ölüm kalım meselesinin, İslamî Raşidi Hilafet'i kurmak olduğuna çağıran ve Hizb-ut Tahrir anıldığında Hilafet'in ve Hilafet anıldığında ise Hizb-ut Tahrir'in hatırlandığı Hizb-ut Tahrir / Mısır Vilayeti ile 25 Ocak ayaklanmasının ardından Muhammed Abu el-Azayım'ın kurduğu Mısırlı "Sûfi" Hizb-ut Tahrir'in arasında kasıtsız olduğunu düşündüğümüz bu karışıklığın ortadan kalkması için bu açıklamanın, saygın sitenizde yayınlanmasını istiyoruz.

Buradan da Hizb-ut Tahrir, sûfi bir hizb değildir. Bilakis ideolojisi İslam olan siyasî bir hizip olup İslam'ın hükümlerinden başkasını da benimsememektedir. Dolayısıyla o, ümmetten bir parça olup ümmetin Dâr-ul İslam'da İslamî bir hayat yaşaması için onu sahih bir kalkınmayla kalkındırmak gayesiyle ümmetle birlikte ümmetin içerisinde çalışmaktadır. Nitekim kurulduğundan bu yana adını, Müslümanlara kafir Batı'ya, fikirlerine ve sistemlerine bağımlılıktan kurtuluşu göstermesinden dolayı almıştır.

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اتَّقُوا اللَّهَ وَقُولُوا قَوْلاً سَدِيدًا "Ey İman edenler! Allah'tan korkun ve doğru söz söyleyin." [Ahzab 70]

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER