Çarşamba, 28 Muharrem 1447 | 2025/07/23
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

Zerdari, Amerika Uğrunda Daha Fazla Müslüman Askeri Feda Etmeye Hazırlanıyor

  • Kategori Pakistan
  •   |  

Zerdari rejimi, 2009 ekim ayı başından beri Pakistan ordusunun Veziristan'da askeri saldırılar düzenlemesi gerekliliğine ilişkin açıklamalar yapmaya başladı. Bu açıklamalar, Amerika'ya gerçekleştirdiği birçok ziyareti esnasında Zerdari'nin Amerika'dan emirler almasının ardından gıda ve temel ürünlerini keserek Hükümetin Veziristan'daki Müslümanları kuşatmasından birkaç ay sonra geldi. Bu açıklamalar, arkasında onlarca ölü, yüzlerce yaralı, pek çok acılı aile bırakan, güvensizliğe dair ülkenin dört bir tarafında korku ve panik atmosferi oluşturan iğrenç patlama ve saldırı eylemleriyle de eş zamana denk geldi. Zira önce 9 ekimde Paşaver'de, ardından 10 ekimde Ravalpindi'deki ordu karargahında meydana gelen saldırlar ve ardından da 12 ekimde orduya bağlı bir konvoya düzenlenen saldırı olmak üzere bu saldırılar kalabalık alanları hedef almıştır.

Hükümet, insanların tepkilerini dindirmek amacıyla Svat'ta askeri operasyonlar düzenlemeden önce insanlar arasında kaos ve korku hali oluşturduğu gibi Zerdari de iğrenç cürümün arkasında kimlerin olduğunu göz ardı ederek ordu komutanlığı karargahına yönelik saldırıyı Amerika'nın planı lehinde kullanmak üzere iğrenç bir şekilde istismar etti. Zira Hükümet, mücahitlerin Afganistan'daki işgal kuvvetlerine yönelik yüreklerini hoplatan ve ödlerini patlatan acı verici türde saldırılarda bulunduğu Veziristan'daki operasyonları desteklemeye dönük bir kamuoyu oluşturmak için bu tür saldırıları kullanmaktadır.

Ordu komutanlığı karargahına yönelik saldırı açısından kayda değerdir ki bu hususları bilenler açsından malum olduğu üzere Amerika ile ajanları, seneler öncesinde Pakistan istihbarat birimleri yoluyla Taliban ve el-Kaide hareketlerine sızmayı başarmışlardır. Nitekim Pakistan'ın ajan yöneticileri, 2009 temmuz ayıdan beri ordu karargahına saldırı yapılacağından haberdar olmalarına rağmen bunu engellemek için gerekli hiçbir tedbir almadılar. Aksine Zerdari ve zebanileri, Amerikalı efendilerini hoşnut etmek adına Veziristan'da askeri operasyonlar düzenlemek için bu tür olayları nasıl "çıkaracakları" hususunda düşünceye daldılar!

Unutmamalıyız ki Zerdari ve zebanileri, Amerika'ya olan bu değerli hizmetlerini Amerikan kuvvetlerinin Afganistan bataklığına batmakta olduğu ve Amerika açısından Afganistan işgalinin zelil ve aşağılık bir şekilde son bulmakla tehdit ettiği çok kritik bir zamanda vermektedirler. Zira Amerikalı siyasi liderler, bu çıkmazdan kurtulmanın ve başarısız haçlı saldırılarını kurtarmanın yolunu bulmak için yoğun uğraş vermektedirler. Mesela Barack Obama'nın Beyaz Saray'a çıkmasının birkaç ay sonrasında Afganistan-Pakistan dosyasının ele alınmasına ilişkin sözde "açık" strateji üzerindeki örtünün açılmasına rağmen çabucak başka "açık" bir strateji ileri sürüldü. Zira Obama, 16 Eylül 2009'da şöyle diyordu: "Eminim ki sizler, gerçekten net bir strateji olmadan evlatlarınızı savaş meydanına gönderme hususunda müsterih değilsiniz." Ancak Obama, daha önceki aynı stratejiye devam ederek daha fazla kuvvet gönderdi, Taliban hareketinin saflarını parçalamak ve siyasi sürece dahil etmek için çalıştı ki bu, denenmesi sonrasında başarısızlığı ortaya çıkmış aynı stratejidir.

Bu nedenle Zerdari ve zebanileri olmamış olsaydı Amerika, asla Afganistan'da dilediği gibi kalmak için herhangi başka bir vesile bulamazdı. Zira onlar, geçen sekiz sene boyunca Afganistan'daki işgalin istikrar bulmasını engelleyen Müslümanların kahramanca direnişiyle karşı karşıya kalmışlardır. Bu nedenle Afganistan'da Amerika'ya bir destek oluşturması için Veziristan operasyonları ortaya çıkmıştır. Ayrıca bu operasyonlar, aynen Svat operasyonları boyunca çektikleri gibi Amerika'nın güvenliği için arkasında Müslümanlar için onca sıkıntı bırakacaktır! Zira Müslümanlar, birer mülteciye dönüşmek üzere bölgelerinden kaçacaklar, ülke güvensizlik atmosferi içerisine sürüklenecek ve en büyük Müslüman ordusu yüz binlerce askerini bu operasyonlara bulaştırarak Afganistan'da zelil bir çıkmaz içerisinde olan ödlek Amerikan kuvvetlerini savunan bir kurtarma gücüne dönüştürecektir! Böylece sömürgeci kafir için kasten Müslüman kardeşini öldüren Müslümanın akibeti cehennem ve bunun da ötesinde Allah'ın gazabına maruz kalmak olacaktır. Allah [Subhânehu ve Te'alâ] şöyle buyurmaktadır:

وَمَنْ يَقْتُلْ مُؤْمِنًا مُتَعَمِّدًا فَجَزَاؤُهُ جَهَنَّمُ خَالِدًا فِيهَا وَغَضِبَ اللَّهُ عَلَيْهِ وَلَعَنَهُ وَأَعَدَّ لَهُ عَذَابًا عَظِيمًا Her kim bir mümini kasten öldürürse onun cezası, içinde ebediyen kalacağı Cehennemdir. Allah ona gazap etmiş, onu lanetlemiş ve onun için büyük bir azap hazırlamıştır. [en-Nîsa 93]

Ey Pakistan'daki Müslümanlar!

Ajan yöneticilerinizin kuvvetlerinizi Amerika'nın çıkarı için kullanmaları karşısında ne zamana kadar sessiz kalacaksınız? Geçmişte Amerika, Sovyetler Birliği'nin hezimete uğratmak amacıyla Afgan mücahitlere yardım etmesi için sahip olduğu zengin kaynakları, cesur ve dahi erleriyle Pakistan ordusunu kullanmış, ardından Amerika Orta Asya'dan gelen petrol ve doğalgaz boru hatlarını korunmasına dönük bir istikrar oluşturmak üzere Afganistan'da Taliban'a destek vermesi için Pakistan liderleriyle işbirliği yapmış ve bugün de Amerika, Pakistan'daki varlığını genişletebilmek ve Müslümanların evlatları olan Pakistan askerlerini başarısız haçlı savaşının yakıtı yapmak amacıyla Afgan direnişini bitirmek için Zerdari rejimini kullanmaktadır. Evet, yöneticileriniz genellikle Amerika ile ittifak kurarak sizlere eziyet etmektedirler. Mesela yolsuzluğu ve açgözlülüğü nedeniyle "Sayın %10" lakaplı Zerdari, Amerika'dan daha fazla dolar alırım ümidiyle sizleri de Amerika'ya ittifak etmeye ve ona hizmet etmeye sürüklemek istemektedir...! Kaviy-yul Aziz olan Allah, şöyle buyurarak sizleri buna karşı uyarmaktadır:

مَثَلُ الَّذِينَ اتَّخَذُوا مِنْ دُونِ اللَّهِ أَوْلِيَاءَ كَمَثَلِ الْعَنكَبُوتِ اتَّخَذَتْ بَيْتًا وَإِنَّ أَوْهَنَ الْبُيُوتِ لَبَيْتُ الْعَنْكَبُوتِ لَوْ كَانُوا يَعْلَمُونَ "Allah'tan başka dostlar edinenlerin durumu, örümceğin durumu gibidir. O kendisine bir yuva edinir. Oysa yuvaların en çürüğü elbette örümceğin yuvasıdır, keşke bilselerdi!" [el-Ankebût 41]

Bu salgından kurtulmanın tek yolu vardır ki o da şudur: Zerdari ve zebanileri gibi müfsit hainleri devirerek ajan rejimlerini kökünden söküp atmak ve onların enkazları üzerine İslam ile hükmedecek, İslami ümmetin hepsini birleştirecek ve İslami alemdeki haçlı varlığına son vermek için Müslümanların güçlerini seferber edecek olan Hilafet Devleti'ni kurmaktır.

Ey Güç Sahipleri! Ey Silahlı Kuvvetlerdeki Müslümanlar!

Masum kanlarınızın Amerika'nın kurtarılması uğrunda akıtılmasına nasıl razı olursunuz? İslam ile Müslümanlara haçlı savaşı açmış, Müslümanlara karşı Hint ve Yahudi devletlerine destek vermiş, sizleri gözü kulağı önünde tutmak ve emrine amade kılmak için gayretle Pakistan'da kendisine bir karargah edinmeye çalışmakta olan Amerika'nın planlarının uygulanması uğrunda kullanılmaya nasıl razı olursunuz?!

Ey değerli kardeşler! Şunu iyi biliniz ki hain yöneticilerin emirlerine itaat etmeniz malın ve evlatların fayda vermediği o günde sizleri asla kurtarmayacaktır. Masiyetlerinde efendilerine itaat eden herkesi cehennemle tehdit eden Allah [Subhânehu ve Te'alâ]'dan korkmaz mısınız?

يَوْمَ تُقَلَّبُ وُجُوهُهُمْ فِي النَّارِ يَقُولُونَ يَالَيْتَنَا أَطَعْنَا اللَّهَ وَأَطَعْنَا الرَّسُولاَ (66) وَقَالُوا رَبَّنَا إِنَّا أَطَعْنَا سَادَتَنَا وَكُبَرَاءَنَا فَأَضَلُّونَا السَّبِيلاَ "Yüzleri ateşte evirilip çevrildiği gün derler ki: ‘Yazıklar olsun bize! Keşke Allah'a itaat etseydik, Rasûl'e itaat etseydik!' ve derler ki ‘Ey Rabbimiz! Biz bu liderlerimize ve büyüklerimize uyduk, onlar da bizi yoldan saptırdılar' derler." [el-Ahzâb 66-67]

O halde Zerdari'yi kaldırıp atınız ve Hilafet Devleti'ni kurması için Hizb-ut Tahrir'e nusret veriniz ki Allah Subhânehu'nun lütfüyle fatih mücahitlere komutanlık yapıp Azze ve Celle'nin [رَبِّ انصُرْنِي عَلَى الْقَوْمِ الْمُفْسِدِينَ] "Rabbim, şu müfsit kavme karşı bana yardım et." [Ankebut 30] kavlini okuyarak Amerikan ajanlarının hepsini ve askerlerini bölgeden kovacak olan muhlis bir halifenin liderliği altında olasınız.

 

Devamını oku...

Ey Lübnan'daki Müslümanlar! Devletin Mülteci Kamplarına Uyguladığı Zulme Sessiz Kalmanızdan Dolayı Günahkar Olmaktasınız

  • Kategori Lübnan
  •   |  

Filistin halkı, topraklarının Yahudileri İsra arzına toplamaları için yabancılara teslim edilmesiyle devletlerarası ve bölgesel komplolara kurban edilmelerinden bu yana aşağılanma, göç ve yaşam sıkıntısı çekmektedirler. Zira özellikle Lübnan mülteci kampları olmak üzere insan onurunun asgari gereksinimlerinin bile karşılanmadığı mülteci kaplarına toplamak amacıyla haksız yere yurtlarından çıkarıldılar ve mallarından mahrum edildiler.

Sanki bu sıkıntıları yetmiyormuş gibi mesele yerinden edilme, konut yokluğu ve sıkıntılı bir hayatın ötesine geçerek bir de Arap rejimlerinin benimsediği siyasi ve güvenlik tedbirleri, trajedilerini daha da ağırlaştırmıştır. Zira "demografik" yapı veya mevcut rejimler açısından tehlike teşkil eden birer yabancı olarak muamele gördüler ve mültecilerin durumu Lübnan'da göründüğünden daha beterdir. Zira bu mülteciler, mezhepsel normlara ve parçalanmışlıklara kurban edildiler. Çünkü bazı siyasi taifeler, onları mezhepsel denge denilen şey açısından bir tehlike olarak gördüler. Böylece otorite, onları önce çalışma hakkı ve bir dizi meslek üzerinden para kazanma gibi en temel insan haklarından mahrum eden bir takım kanunlara tabi tuttu ardından da mülk edinme hakkından mahrum eden bir takım kanunlar çıkarttı.

Bu ülkede çatışan taraflara bağlı yerel güvenlik(!) birimleri ile bölgesel güvenlik birimleri arasındaki aşağılık çatışma ortamında Nehr-ul Barid Mülteci Kampı, bazı çatışmacıların zihinlerinde tasarladıkları birçok ülkeden onlarca cesur genci toplayarak onları hasmı olan guruba karşı bir güvenlik baskı aracı olarak kullanma şeklindeki habis dehanın kurbanı oldu. Böylece sonuç olarak mülteci sakinleri sürgün edildi ve rolleri de sona erdi. Bundan daha beteri ise kurbanı oldukları komplonun sorumluluğunun bizzat kendilerine yüklenmiş olması ve deli muamelesi görmeleridir! İşte mülteci sakinleri, iki buçuk seneden beri sürgün ve tehcir edilmenin acı sıkıntılarını çekmektedirler. Evine dönmesine veya dönmesi amacıyla kendisine izin verilenler de ancak kontrol noktalarının önünde zelil bir şekilde saatlerce bekletildikten sonra girebilmekteler ve tek bir ümmetin toprakları içerisindeki suni sınırlardan geçenlere dayatılan giriş vizelerini belirten bir açıklama olmadıkça evlerine girmelerine izin verilmemektedir. İşte diğer mülteci kampları da kuşatma altında olup Nehr-ul Barid trajedisinin tekerrür etmesi kabusuyla yaşmaktadırlar.

Mülteci kampının yeniden imar edilmesine dair bir takım sözler verilmesinin üzerinden iki buçuk sene geçmesine rağmen şu ana kadar tek bir taş dahi konulmamıştır. Yeniden imar sürecinin ileriye götürülmesi ve tehcir edilenlere barınak temin edilmesi amacıyla çabaları birleştirmek yerine Vatani Hür Akımı, imar bölgesine mücavir olan eserleri koruma gerekçesi altında dava yoluyla yeniden inşa çalışmalarının durdurulması üzerindeki mezhepsel tıkanıkları ele alma yönünde bir adım attı. Bilindiği üzere tüm gözlemciler şunun tamamen farkındadır ki bu adımın atılmasına teşvik eden şey nüfus veya demografik dengeyi seyreltmek tabiriyle isimlendirilen mezhepsel dürtülerdir. O halde bu, mülteci kampı yıkımı trajedisinin ardından bu zavallılara karşı işlenmiş yeni bir cürümdür.

Ey İnsanlar!

Mülteci sakinleri ile başkalarının sıkıntısını çektiği bu ırk ayrımcılığının arkasında yatan gerçek insan onurunu koruyan İslami şeriat ile tamamen çelişen bu ülkede benimsenen bir takım mefhumlar, normlar ve kanunlardır. Zira Allahuteala şöyle buyurmuştur:

وَلَقَدْ كَرَّمْنَا بَنِي ءَادَمَ وَحَمَلْنَاهُمْ فِي الْبَرِّ وَالْبَحْرِ وَرَزَقْنَاهُمْ مِنَ الطَّيِّبَاتِ وَفَضَّلْنَاهُمْ عَلَى كَثِيرٍ مِمَّنْ خَلَقْنَا تَفْضِيلاً "Andolsun ki biz, insanoğlunu kerîm kıldık. Onları, karada ve denizde taşıdık; kendilerine güzel güzel rızıklar verdik; yine onları, yarattıklarımızın birçoğundan cidden üstün kıldık." [el-İsrâ 70]

İnsanları, sömürgecinin ülkemizde türettiği siyasi sınırlar ve suni bölgeler ölçüsüne göre sınıflandıran vatancılık fikri, Lübnanlı, Filistinli, Suriyeli ve Iraklı arasında bu kokuşmuş ayrımcılığa yol açmıştır. Böylece Filistin halkı Lübnan'da, Lübnan halkı Kuveyt'te ve Suriye halkı Ürdün'de birer yabancı haline gelmiştir. Böylelikle de Filistinli mülteciler, Lübnan vatandaşlığı belgesi taşıyanların elde ettiği haklardan mahrum edildiler ve ikamet eden birer yabancı olarak muamele gördüler.

Bu vatancılık fikri, Müslümanları tek bir ümmet kılan İslam ile çelişmektedir. Zira Allahuteala şöyle buyurmuştur:

إِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ إِخْوَةٌ "Mü'minler ancak kardeştirler." [Hucurat 10]

Aleyhi's Salatu ve's Selam şöyle buyurmuştur:

مثل المؤمنين في توادهم وتراحمهم وتعاطفهم مثل الجسد إذا ‏ ‏اشتكى ‏ ‏منه عضو تداعى له سائر الجسد بالسهر والحمى "Birbirlerine karşı sevgide, birbirlerine karşı merhamette ve birbirlerine karşı duygularında müminler bir vücut gibidirler. Ondan bir uzuv (hastalıktan) şikâyetlendiğinde vücudun geri kalanı birbirlerini uykusuzluk ve ateş ile (tedavi etmeye) çağırırlar."

Allahuteala, Mekke'den ve başka yerlerden kendilerine hicret eden muhacir kardeşlerine barınak temin eden ensarı methetmiştir. Zira şöyle buyurmuştur:

وَٱلَّذِينَ تَبَوَّءُو ٱلدَّارَ وَٱلإِيمَـٰنَ مِن قَبْلِهِمْ يُحِبُّونَ مَنْ هَاجَرَ إِلَيْهِمْ وَلاَ يَجِدُونَ فِى صُدُورِهِمْ حَاجَةً مِّمَّآ أُوتُواْ وَيُؤْثِرُونَ عَلَىٰ أَنفُسِهِمْ وَلَوْ كَانَ بِهِمْ خَصَاصَةٌ وَمَن يُوقَ شُحَّ نَفْسِهِ فَأُوْلَـٰۤئِكَ هُمُ ٱلْمُفْلِحُونَ "Daha önceden Medine'yi yurt edinmiş ve gönüllerine imanı yerleştirmiş olan kimseler, kendilerine hicret edip gelenleri severler; onlara verilenler karşısında içlerinde bir çekememezlik hissetmezler; kendileri zaruret içinde bulunsalar bile onları kendilerine tercih ederler. Nefsinin tamahkarlığından korunabilmiş kimseler, işte onlar kurtuluşa erenlerdir." [Haşr 9]

O halde Lübnanlı Müslümanlar, Filistin halkından olan kardeşlerine karşı muamelelerinde böyle olmalıdırlar. Zira onlar bizim yanımızda misafir değildirler. Bilakis hem bizler hem de onlar Müslümanların beldesinde yaşamaktayız ve bizler, Lübnan'ı suni varlıklar taksim eden Sykes-Picot meşruiyetini kabul etmemekteyiz.

Lübnan kanunları ve mezhepçi normları, insanlara vatandaşlık verilirken seçiciliğe yol açmakta olup mezhepçi denge denilen şeye göre kimilerine vatandaşlık verilirken kimileri bundan mahrum edilmektedir. Bu da sırf öteki dışında bir mezhebe mensup olmaları yüzünden insanların zulme maruz bırakılmasına yol açmaktadır. Bu ülkedeki en büyük zulüm ve ırk ayrımcılığı tezahürü işte bu siyasi mezhepçiliktir. Zira nesillerdir bu ülkeden göç edip ülkeyle olan tüm bağları kesilen hatta dillerini dahi unutan babadan ve dededen doğma bir takım insanların seçimlerde oy kullanmalarına imkan vermek için bu kimselere Lübnan vatandaşlığı verilmesini talep eden sesler yükselirken bu ülkede doğup büyüyen nesiller insan onurunun minimal haklarından dahi mahrum edilmektedirler.

İslami şeriat ise Müslüman olsun gayrimüslim olsun Dar-ul İslam'da daimi ikamet ile ikamet eden tüm insanların tebaa haklarının tamamına sahip olan birer tebaa sayılmasını emretmiştir. Çünkü İslam Devleti, tebaasına ırklardan veya vatanlardan veya mezheplerden oluşan değil de insani bir kitle olmaları nazarıyla bakmaktadır.

Bazı kimselerin Filistinli mülteciler ile evlatlarını Lübnan vatandaşlığına sahip olanların faydalandığı tabiyet/uyrukluk hakkından mahrum etmek amacıyla öne sürdüğü gerekçe, geri dönüş hakkına sahip çıkarak yerleşim planları kurmaya karşı durmaktır ki bu, kesinlikle kabul edilemez bir gerekçedir. Çünkü her ne kadar mültecilerin trajedileri yansımalarından olsa da Filistin meselesi, bir mülteci meselesi değildir. Filistin meselesi, ancak büyük devletlerin yardımıyla Yahudilerin gasbettiği bir İslami arz meselesidir. Dolayısıyla yapılması gereken şey şudur ki Filistin'i yeniden ümmete döndürmek ve ardından gasbedilen mülkiyetleri ve evleri sahiplerine iade etmek ve geri dönmelerini sağlamaktır. Onlar da dilerlerse geri dönerler, dilerlerse oldukları yerde kalırlar. Çünkü Müslümanların arzı tek olup ister vatancı isterse milliyetçi olsun suni sınırlar onun arasını ayırmaz. Gasbedilen hakların sahiplerine geri döndürülmesi için çalışmak ise diğer ülkelerdeki kardeşlerinin faydalandığı haklardan mahrum edilmelerini meşrulaştırmaz. Mültecileri ilgilendiren en son şey Lübnan vatandaşlığı belgesine sahip olup oy sandıklarına gitmek olsa da kesinlikle onlar, güvenlik, eğitim, sağlık, mesken, çalışma, mülk edinme ve diğer yaşam hususlarını hak etmede vatandaşlık belgesine sahip olan diğer kardeşleriyle birlikte aynı muameleyi görmek istemektedirler.

Bu nedenle tamamen açık ve kesin olarak deriz ki: Filistin halkından olan mülteciler ile evlatlarına karşı uygulanan zulüm, adaletsizlik ve ayrımcılık derhal son verilmesi gereken büyük bir cürümdür. Dahası bunların failleri Allahuteala'nın ahiretteki azabından önce dünyada cezalandırılmalıdırlar.

يَومَ لا يَنْفعُ مالٌ وَلا بَنُونَ إِلاّ مَنْ أَتَى اللهَ بقلبٍ سَلِيمٍ "O gün ki ne mal ne de evlatlar fayda verir. Ancak Allah'a selim bir kalp ile varan kimse müstesna." [eş-Şuara 89]

 

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Ey Afganistan'daki Müslümanlar! Batılı Sömürgecilerin Sizleri Bir Kez Daha Aldatmasına İzin Vermeyin Mümin Bir Delikten İki Defa Sokulmaz

11 Ekim 2009 Pazar günü İngiliz, Fransız, Amerikan ve Alman büyükelçileri, Afganistan'daki NATO komutanın da katıldığı bir basın toplantısında Birleşmiş Milletler Afganistan Yardım Misyonu Temsilcisi [UNAMA] Kai Eide'nin çabalarına tam destek vermek için yanında yer aldılar. Sayın Kai Eide, seçim sürecine hile karıştırıldığını doğrulamasına rağmen seçim sonuçlarına itiraz edenlerin de ağır bir cezaya çarptırılacağı noktasında bir uyarı mesajı gönderdi. Dışarı sızan bir takım bilgiler ile UNAMA görevlisi Peter Galbraith'in raporları bir yana Batılı sömürgeci kafir, hala Afgan halkını olası seçim sonuçlarını kabullenmeye zorlamaktadır. Peter Galbraith, raporlarında açık bir şekilde UNAMA'nın gözetimi altında hile yapıldığına değinmiş olsa da Birleşmiş Milletleri'nin özel temsilcinin Hamid Karzai'ye verdiği çabalara verilen tam desteğe de değinmiştir. Ayrıca seçim şikayet kurulunun başka bir üyesi olan Molla Mustafa Berkazi, 12.10.2009'da görevinden istifa ederek kararların yabancı diplomatlar ile danışmanlar tarafından alındığını, Afganlı üyelerin seçim hilelerine ilişkin kararların çıkarılmasında hiçbir yetkilerinin olmadığını ifade etmiştir ki bu da karar sahibi olanların sadece sömürgeci işgalciler olduğunu göstermektedir.

İster aday olanlar isterse oy kullananlar olsun seçimlere katılanların içerisine düştükleri hata, Afganistan'daki İslami olmayan seçim sürecine meşruiyet kazandırmış ve sömürgeci Batılı kafir ordularına azınlık iradesini çoğunluğa dayatma ve Afganistan'daki Müslümanlara küfrü uygulatma fırsatı vermiş olmalarıdır. Nitekim Hizb-ut Tahrir, daha önce de sizlere bu hususta nasihat etmişti ki bu da Batıda imal edilmiş Hükümetin istihbarat birimlerini, sizlere hakikati açıklamalarını engellemek için Hizb'in üyelerini ve destekçilerini tutuklamaya sevk etmiştir.

Afgan halkı şunun farkına varmalıdır ki sömürgeciler ile onların türettikleri hükümetler ve rejimler, tüm bölgedeki çıkarlarını korumak için Afganistan'ın jeostratejik konumunu istismar ederek özel çıkarlarını gerçekleştirmeye çalışmaktadırlar. Bu nedenle onların karşısında durmalısınız, kafirin sizleri bir kez daha aldatmak için attığı her adımın ve mevcut sorunların yegane çözümünün Hilafet Devleti ile onun kurtarıcı ordusunun gölgesinde şeriatın tatbikinde yattığının farkında olmalısınız.

 

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Ey İçişleri Bakanı! Ey Savunma Bakanı! Ey İstihbarat Başkanı! Egemen Olan İki Batılı Kafir Danışman Tarafından Dayatılan Afganistan'a Yönelik Yeni Güvenlik Planı Değildir, Egemen Olan Allah'ın Şeriatıdır

Savunma Bakanı Vardak, İçişleri Bakanı Atmar ve Ulusal Güvenlik Birimi Başkanı Salih, içerisinde milli orduyu ve polisi güçlendirmeyi, Afgan kabilelerini mücahitlere karşı yeniden birleştirmeyi ve bozuk olmayan bir sistemi inşa etmeyi hedefleyen Afganistan'ın yeni güvenlik planına değindikleri raporlarını parlamentoya sundular ve bunu gerçekleştirememeleri halinde Afganistan'da başarısız olacaklarını ifade ettiler.

Bu planın içerdiği fikirlerin tamamı, Afgan halkının maslahatları aleyhinedir. Bu plan, Müslümanların birbirini öldürmesi ve Batının çıkarlarını korumak için Batı ile işbirliği yapmaktan öte bir şey değildir. Bu hedefler arasında İslam esasına dayalı olan hiçbir hedef yoktur. O halde sorarız: Müslümanları katletmek için Amerika ve NATO ile koordinasyona girilmesi, bu katliamı meşru hale getirir mi? Oysa Müslümanları katletmek için kafirlerle işbirliği yapılması Allah ve resulü katında kesin olarak haramdır. Mevcut Afgan milli ordusu, yüz bin (100.000) askerden oluşmaktadır. Ancak onlar kararlarında serbest değildirler. Batılı haçlı işgalciler, her gün ülkenin dört bir tarafında masum Müslümanların üzerine bombalar atmaktalar ve Afgan milli ordusunu ve polisi kardeşlerini katletmeye zorlamaktadırlar. Onlar da Müslümanları bombalamaya girişmekle Allah'ın evi olan Kabe'yi yıkmaktan daha büyük bir cürüm işlemektedirler.

İçişleri Bakanlığının davranışları ve istihbaratçıların çıkarı, sömürgeci kafirlerin çıkarlarını korumak ve Hilafet davetini durdurmak amacıyla adeta onları sömürgeci kafirlerin yanında birer ücretli haline getirmektedir. İşgalci tarafından dayatılmasından dolayı yeni planlarını kınıyoruz. Aslında bu planın, ordu ve ordu karşıtı olmak üzere her iki taraftaki Müslümanları birbirlerini öldürmeye sevk etme karşılığında bozuk hükümet için daha fazla para harcanmasından ve bazı kimselerin ceplerini doldurmasından başka bir getirisi olmayacaktır.

Bizleri bu kölelikten ve bu fesattan kurtarmaya muktedir olan sadece Hilafet'tir. Zira Hilafet, ümmeti birleştirecek, servetleri üzerindeki kontrolü sömürgeci şirketlerden geri alacak, kafir haçlının siyasi, iktisadi, askeri, içtimai ve kültürel saldırısı karşısında duracak ve İslami ümmeti fikri, ilmi, fenni, iktisadi ve askeri alanda liderlik koltuğuna taşıyacaktır. O halde bu hedefin gerçekleşmesi ve Batının bozuk demokrasisi yerine şeriatın tatbik edilmesi için Hizb-ut Tahrir ile birlikte çalışınız.

 

Devamını oku...

- Basın Açıklaması- Hain Yöneticiler, Pakistan Ordusunu Amerika'nın Ucuz Bir Güvenlik Gücü Yaptılar Amerika, Svat ve Hayber'den Sonra Şimdi de İnsanların Trajedisini Arttırmak için Pakistan Ordusunu Veziristan'da Kullanıyor

Pakistan Hükümeti, bizzat Amerika'nın direktifiyle Veziristan'a yönelik kapsamlı askeri saldırı hazırlıklarını tamamladı. Hükümet, saldırısına iki aydan beri Güney Veziristan'daki vatandaşların gıdasını ve temel gereksinimlerini kesmekle başladı. Zira maaşını Amerika'dan alan Zerdari, Hillary Clinton'un emirlerine icabet ederek daha Amerika'dan dönüş yolunda iken aynen Svat saldırısını ilan etmesinde olduğu gibi 09 Mayıs 2009'da düzenleyeceği saldırıyı ilan etti! Mülahaza edilen odur ki Amerika, ajanı ve hükümetine Müslümanlara karşı saldırı başlatmasını emreder etmez Hükümet, insanları ikna etmek üzere yalan dolanla saldırısını meşrulaştırmaya sığınmıştır!

Böylece Hükümet, Pakistan ordusunu bazı mali tazminler ile bayram hediyesi karşılığında Amerika'nın hizmetine seferber etti! Böylelikle de silahlı kuvvetleri dünyadaki en ucuz özel güvenlik gücüne dönüştürdü. Dolayısıyla Amerika ile Avrupa, askerlerinin kanlarını feda etmede tereddüt ederlerken Hükümet, Veziristan'a yönelik bugünkü saldırısıyla Afganistan'da hüsrana uğrayan savaşında haçlı Amerikan kuvvetlerine destek vermektedir!

Hükümet, daha önce Svat'taki askeri saldırısında binlerce çocuğu, yaşlıyı ve kadını katletti ve milyonlarca kişiyi mülteci haline getirdi. Nitekim Hükümet, insanların evleri ile ticaret mahallerini yıktı ve bunu da insanların sineye çekmesi gereken "geçici kiralama" olarak isimlendirdiler! Hükümet, insanların bir defalığına fedakarlık yapması ve hasara katlanmaları halinde bölgeyi teröristlerden temizleme ve kalıcı barışı gerçekleştirmeyi başaracağı iddiasında bulundu! Ne var ki insanlar, tadını çıkaracakları Hükümetin gerçekleştirmeyi iddia ettiği barışın bedelini yıkım, milyarlarca rupinin boşa gitmesi, bölgenin hayalet bir bölgeye dönüşmesi, zirai ürünleri ile meyvelerinden olmakla ödediler. Dahası Hükümet, "terörist" olarak isimlendirdikleri kimselerin başka yerlere intikal ettiklerini söyleyip insanları oradan oraya kovalayarak başlarına sicim gibi bomba yağdırmaya devam etti!

Bizler Hizb-ut Tahrir olarak bu saldırının "teröristlerle" savaş altında sözde barışı gerçekleştirmek için olmadığı noktasında insanları uyarıyoruz. Bilakis bu, sadece katliamı ve yıkımı meşrulaştırmak içindir... Gerçek ise şudur ki Amerika, Hükümete bu bölgedeki insanları katletmesini emretmektedir. Çünkü onlar, Müslüman beldesi Afganistan'ı işgal eden sömürgeci kafirlerle savaşan Afganlı kardeşlerini korumaktalar ve desteklemektedirler. Zira Amerika, kabile mensuplarının cihat sevgisini bitirmedikçe veya dinlerinden döndürmeye güç yetirmedikçe Afganistan'daki savaşı asla kazanamayacağının farkındadır.

وَلا يَزَالُونَ يُقَاتِلُونَكُمْ حَتَّى يَرُدُّوكُمْ عَنْ دِينِكُمْ إِنِ اسْتَطَاعُوا "Güçleri yeterse dininizden döndürünceye kadar sizinle savaşa devam ederler..." [Bakara: 217]

Bu nedenle özellikle Amerika için Müslüman kardeşlerini öldürmeyi kabul etmeyen ordu safları içinde olmak üzere Amerika'nın 2003 ila 2004 yılları arasında Pakistan ordusu yoluyla yürüttüğü askeri saldırıya destek veren bir kamuoyu olmamasından dolayı başarısız bir saldırı olmuştur. Bu başarısızlığın sonucunda Amerika, askeri operasyonları durdurmak ve daha sonra bir Amerikan füze saldırısında şehit düşen "Nik Muhammed" ile barış anlaşması imzalamak zorunda kalmıştır.

Amerika, bundan da insanlar ile Pakistan ordusu safları içinde direnişe karşı bir intikam duygusu oluşturmadıkça hedeflerine asla ulaşamayacağı sonucunu çıkarttı. Bu nedenle Amerika ile ajanları, silahlı gurupların sızmasına ve onlara halk desteğini kaybettirecek direniş üzerinde kötü bir intiba oluşturan eylemlerde bulunmalarına göz yumdular. Sonra Amerika, şehirlerde patlama eylemleri düzenleyerek Pakistan'ı ikinci bir Irak'a çevirmeleri için ajanları ile "Blackwater" Şirketi'nin dizginlerini serbest bıraktı... Daha sonra Hükümet, "radikaller" olarak isimlendirdikleri kimselerin askeri kamplar kurmalarına, radyo kanalı açmalarına, bunun da ötesinde savaşçı devşirmelerine ve insanları sıkıştırmalarına izin verdi... Bir taraftan da kontrol ve denetimini gevşeten Hükümet, ani bir şekilde radikallerin devletin egemenliğini tehdit ettiğini ve daha da ileri giderek silahlı gurupların diledikleri vakitte İslamabad'ı ele geçirebileceklerini iddia ederek medya organlarında güçlü bir propaganda kampanyasına başladı! Tüm bunlar ise insanlar ile devletin güvenliğinin tehlikede olduğunu göstermek ve ardından da bu tehlikenin kaynağını yok etmek için insanlar nezdinde kabileler ve buraya komşu bölgelere yönelik askeri bir saldırı yapılmasını destekleyen bir kamuoyu oluşturmak içindi! Nitekim bir kadının recmedilmesi ile yıkılan okul görüntülerinin yer aldığı bir görüntü kasetinin yayınlanmasının bir takım insan toplulukları ortamındaki öfke duygularının tutuşmasında büyük etkisi oldu... Böylece Hükümetin saptırmasıyla aldatılan sesler yükselmeye başlayarak askeri operasyonları destekleme çağrısında bulundular! Amerikan ajanı Hükümet, bununla yetinmeyerek Pakistan ordusunu savaş için harekete geçirecek güçlü bir dürtü oluşturmak için de sınır bölgelerinde Hintlilerin ve orada Hint müdahalesinin bulunduğu haberlerini yaydı. Oysa Hükümetin, Pakistan sınır bölgelerinde Hint müdahalesi olduğu şeklinde yaydığı haberler, bu devletin aleyhine olan bir delildir. Çünkü böyle bir müdahalenin varlığı doğruysa Pakistan Hükümeti, Pakistanlı sakinler yerine Hindistan'a karşı güçlü önlemler almalıdır! Oysa görünen o ki Pakistan Hükümeti, tamamen zelil ve aşağılık bir şekilde Hindistan ile ilişkilerini normalleştirme yolunda yürümektedir!

Amerika'nın tek taşla iki kuş vurduğu "terörizme karşı" savaşın hakikati işte budur! Zira Amerika, bir taraftan mücahitleri Afganistan'ı işgal eden Amerikan kuvvetleriyle savaşmaya yönelmek yerine iç savaşla meşgul ederken öteki taraftan da Pakistan ordusunu kendi halkıyla savaşmakla meşgul etmektedir. Böylece Pakistan ordusunun dikkatini Amerikan varlığını bölgeden kovma üzerinden başka yöne çekmektedir!

Ey Müslümanlar! Artık Hükümetin Svat'ta işlediği cürümün ardından Veziristan'da yeni bir cürüm işlemesini engellemenizin zamanı gelmiştir. Hükümetin Veziristan'a askeri operasyonlar düzenleme kararı aldığı sırada şehirlerde patlama eylemleri silsilesini arttırdığını görmüyor musunuz? Böylece akan kanlar artmakta olup dolayısıyla insanlar, kendi kanları ve dertleriyle uğraşırlarken kabileler bölgesindeki kardeşlerinin sorunlarıyla ilgilenme ve onlara yardım etme fırsatı bulamamaktadırlar. Ey Müslümanlar! Veziristan'daki milyonlarca insan çetin kış aylarında evlerini terk edecekler, binlerce olmasa da yüzlerce Müslüman katledilecek ve katil de maktul da müminlerden olacaktır. Bu durumda patlak vermeden sokaklara ve yollara dökülerek bunları engellemek sizlere farz olduğu gibi Amerikan varlığı ile Blackwater'ı ülkeden kovmanız da farzdır.

Ey Pakistan Silahlı Kuvvetleri! Kendileriyle savaştığınız kimseler, Sovyetler Birliği'ni bölgeden kovmak için omuz omuza savaştığınız aynı kişilerdir. Zira bir zamanlar onları sever ve onlara saygı duyardınız. O halde bugün onlara karşı değişmenize neden olan şey nedir? Şüphesiz o, bölgede fitne fesat saçan Amerikan varlığıdır. İyi biliniz ki Allah, düşmanınız olan kimselere karşı sizlere merhamet edecektir. O halde Amerikan şeytanına yardım etmek yerine haçlı varlığını bölgeden kovmak için çalışan kardeşlerinize yardım ediniz. İyi biliniz ki kafirlerle ittifak içerisinde Müslüman kardeşlerinizi öldürmenizden dolayı Allah [Subhânehu ve Te'alâ]'nın huzurunda sunacağınız hiç bir mazeretin sizlere hiçbir faydası olmayacaktır. Zira Allah [Azze ve Celle] şöyle buyurmuştur:

وَمَن يَقْتُلْ مُؤْمِناً مُّتَعَمِّداً فَجَزَآؤُهُ جَهَنَّمُ خَالِداً فِيهَا وَغَضِبَ اللّهُ عَلَيْهِ وَلَعَنَهُ وَأَعَدَّ لَهُ عَذَاباً عَظِيماً "Her kim bir mümini kasten öldürürse cezâsı, içerisinde ebediyen kalacağı Cehennem'dir. Allah ona gazâp etmiş, onu lânetlemiş ve onun için azîm bir azâp hazırlamıştır." [en-Nisâ 93]

Sizler, Orta Asya'dan Hint Okyanusuna kadar uzanan bölgede en büyük İslami askeri güce sahipsiniz ve bu bölgedeki Müslümanları korumak sizlerin mesuliyetidir. O halde fırsatı ganimete çeviriniz ve Hilafet Devleti'ni kurması için Hizb-ut Tahrir'e nusret veriniz ki ensarın lakabını alasınız ve tarih sayfalarına geçesiniz. İşte bu, sizler için her iki darda bir kurtuluştur.

كَانَ لَهُ قَلْبٌ أَوْ أَلْقَى السَّمْعَ وَهُوَ شَهِيدٌ "Aklı olan veya hazır bulunup kulak veren kimseler için." [Kâf 37]


Nâvid Butt

حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir

Resmi Sözcüsü
Pakistan Vilâyeti

Devamını oku...

- Basın Açıklaması - Amerikan-Bengal Ortak Askeri Tatbikatlarının Amacı Bengal Kuvvetlerini Amerikan Hakimiyeti Altına Vermektir

Hizb-ut Tahrir / Bangladeş Resmi Sözcüsü ve Genel Koordinatörü Muhyiddîn Ahmed, bugün yayınladığı basın açıklamasında Bengal kuvvetleri ile Amerikan deniz kuvvetleri arasında Chittagong'ta yapılan ortak askeri tatbikatları kınadı. Kasım 2009'da Bengal Hükümeti ile Amerikan Hükümeti arasında bu tatbikatların yapılması üzerinde anlaşma sağlanmıştır. Zira hem özel dalış ve savaş komutanı hem de Bangladeş Kurtarma Birliği, "Pars Köpek Balığı" adı verilen tatbikatlara katılma üzerinde anlaştılar. Bangladeş'teki Amerikan konsolosluğu, her iki kuvvette bu tatbikatlar yoluyla terörizm, deniz korsancılığı ve diğer tehditlerle mücadele noktasında eğitim yapacaklarını iddia etmiş olsa da gerçekte bu ortak tatbikatlar, Amerika tarafından Bengal Silahlı Kuvvetlerine hakim olmanın bir parçasıdır. Zira bu tatbikatlar, Chittagong bölgesinde yer alan Chittagong tepesinin stratejik konumunun önemi altında özel bölgeler hakkında stratejik malumatlar toplamak amacıyla Amerikan ordusunun ülkeye giden yolunun önünü açmaktadır. Ayrıca Bengal Körfezi ile diğer deniz limanları da Chittagong bölgesinde yer almaktadır. Tüm bunların yanı sıra burası, Bangladeş ve Çin'le köklü ilişkisi olan Miyanmar arasını ayıran sınıra yakın bir bölgedir.

Her neyse, nasıl olur da Müslüman bir ordu İslami ümmetin düşmanı olan Amerikan ordusu ile ortak askeri tatbikatlara katılabilir? Amerika ki terörizme karşı savaşma ve kitle imha silahlarını yok etme gerekçesi altında Irak, Afganistan ve Pakistan'a saldırmıştır. O halde nasıl olur da en hayırlı ümmetin evlatları olan Müslüman silahlı kuvvetlerinin evlatları onun ordusu ile tatbikatlara katılabilir? Kur'an-il Kerim'i kirleten, Müslüman bacılarımız ile kardeşlerimizi katleden, onlara işkence yapan, onları aşağılayan ve hala en iğrenç cürümleri işleyenler bizzat Amerikan askerleridir. O halde nasıl olur da Halid İbn-u Velid'in, Tarık Bin Ziyad'ın ve Salahaddin Eyyubi'nin torunları bu mücrim askerlerle bir araya gelebilir? Şu anda Müslüman silahlı kuvvetlerinin görevi, ümmeti Amerika'nın ve diğer sömürgecilerin ellerinden kurtarmaktır. Kapitalizmin başarısız olduğunda, onunla birlikte dipsiz kuyuya düşen başta Amerika olmak üzere liderlerinin de başarısız olduğunda ve Allah'ın izniyle İslam'ın muzaffer olacağında hiç şüphe yoktur.

Unutmamalıyız ki Allah, Aziz-ul Cebbar ve Kaviy-yul Kahhardır ve ümmet, büyüklük taslayan her devlete karşı koymaya muktedir pek çok dinamiklere sahip olduğu gibi tüm dünyaya liderlik etmeye muktedir erlere de sahiptir. Bu nedenle Müslüman silahlı kuvvetlerinin evlatları, ümmeti kurtarmamaları halinde kıyamet günü yaratıcının huzuruna varacaklarını ve kendilerini muhasebe edeceğini bilmelidirler.

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ اسْتَجِيبُواْ لِلّهِ وَلِلرَّسُولِ إِذَا دَعَاكُم لِمَا يُحْيِيكُمْ وَاعْلَمُواْ أَنَّ اللّهَ يَحُولُ بَيْنَ الْمَرْءِ وَقَلْبِهِ وَأَنَّهُ إِلَيْهِ تُحْشَرُونَ "Ey imân edenler! Allah ve resulü sizi, size hayat verene çağırdığında icabet edin. Bilin ki Allah kişi ile kalbi arasına girer ve siz muhakkak O'nun huzurunda toplanacaksınız." [el-Enfâl 24]


Muhyiddîn Ahmed

حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir

Resmî Sözcüsü ve Genel Koordinatörü

Bangladeş

Devamını oku...

Tacik Hükümetinin İslam'a ve Müslümanlara Yönelik Politikalarına Işık Tutmak

  • Kategori Tacikistan
  •   |  

Tacik Hükümeti, yıllardan beri İslam ve Müslümanlarla savaşmaktadır. Nitekim hükümetin son yıllarda takip ettiği politikada, özellikle "Gelenekleri ve törenleri düzenleyen yasa" "2009 yılının Ebu Hanife yılı olarak ilan edilmesi" "Tacikistan Cumhuriyeti'nin, inanç ve dini kurumların özgürlüğü yasası" olarak çıkarttığı kanunlarda bu savaş, çirkin şekilde ortaya çıkmıştır. Bunun yanı sıra herhangi bir kanıt olmaksızın İslami hareketler, özellikle de Selefi ve Tebliğ hareketleri ile herhangi bir dini harekete mensup olmayan bazı Müslümanlar da takip edilmekte ve tutuklanmadır. Hizb-ut Tahrir şebabını takip etmek, onlara işkence yapmak ve haklarında uzun yıllara varan hapis hükmü vermek ise Tacikistan rejimi açısından normal bir durum haline gelmiştir... İşte tüm bunlar, açık bir şekilde hükümetin, İslam'a ve Müslümanlara yönelik düşmanca bir politikası olduğunu göstermektedir.

Herkes bilmektedir ki Tacik halkı yıllardan beri fakirlik sıkıntısı çekmekte ve Tacik Hükümeti geleneklerin ve törenlerin düzenlenmesi hususunda yasa çıkartmakla bunu itiraf etmiştir. Bu kanun, aldatıcı bir politika olmasına rağmen insanları fakirlikten kurtarma gerekçesiyle ortaya çıkmıştır. Zira bu politikaya derinlemesine baktığımızda bizzat içerisinde Müslümanlara karşı çirkin projelerin yattığı ortaya çıkacaktır. Bunlardan bazıları şunlardır:

Birincisi: Hükümet, bu politikasıyla sorumluluğunu yerine getirmedeki acziyetini ve politikasının bir sonucu olan fakirliği gizlemek istemektedir. Zira fabrikaların çalışır hale getirilmesi, yeni fabrikaların inşa edilmesi ve insanlar için yeni iş fırsatlarının sağlanması devletin birincil görevlerindendir. Ahmed'in tahriç ettiği hadiste şöyle geçmektedir:

أَنَّ رَجُلاً مِنَ الْأَنْصَارِ أَتَى النَّبِيَّ فَسَأَلَهُ، فَقَالَ: أما في بَيْتِكَ شَيْءٌ؟ قَالَ: بَلَى... قَالَ: ائْتِنِي بِهِمَا، فَأَتَاهُ بِهِمَا، فَأَخَذَهُمَا رَسُولُ اللهِ بِيَدِهِ فقَالَ: مَنْ يَشْتَرِي هذَيْنِ؟ ... قَالَ رَجُلٌ: أَنَا آخُذُهُمَا بِدِرْهَمَيْنِ، فَأَعْطَاهُمَا إِيَّاهُ وَأَخَذَ الدِّرْهَمَيْنِ، فَأَعْطَاهُمَا الْأَنْصَارِيَّ وَقَالَ: اشْتَرِ بِأَحَدِهِمَا فَانْبِذْهُ إِلَى أَهْلِكَ، وَاشْتَرِ بِالْآخَرِ قَدُومًا فَأْتِنِي بِهِ، فَشَدَّ فيهِ رَسُولُ اللهِ عُوْدًا بِيَدِهِ ثُمَّ قَالَ: اذْهَبْ واحْتَطِبْ وَبِعْ، فَلا أَرَيَنَّكَ خَمْسَةَ عَشَرَ يَوْمًا، فَفَعَلَ فَجَاءَ وَقَدْ أَصَابَ عَشْرَةَ دَرَاهِمَ ... "Ensardan bir adam Nebi [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'e gelip ondan bir şey istedi. Buyurdu ki: "Evinde bir şey yok mu?" Dedi ki: Var..." Buyurdu ki: "Onları bana getir." O da onları ona getirdi." Resulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem], onları eline aldı ve şöyle dedi: "Bu ikisini kim satın alır?"... Bir adam dedi ki: "Ben onları iki dirheme alırım." Onları ona verdi ve ondan iki dirhemi aldı. Bunu da ensariye verdi ve şöyle dedi: "Bunun biriyle yiyecek al ve ailene götür. Diğeriyle de bir keser satın al ve bana getir." O da getirdi. Resulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem] eliyle ona bir sap taktı ve sonra ona şöyle dedi: "Şimdi git, odun topla ve onu sat. Seni on beş gün görmeyeyim." Bunları yapıp geldiğinde on dirhem kazanmıştı..."

Bu hadis, Müslümanlara iş istihdamı sağlamanın devletin görevlerinden olduğuna delalet etmektedir. Zira insanlara iş imkanı sağlanmadığı zaman yaşamlarının günden güne daralması doğaldır.

İkincisi: Hükümet bu sorumluluğunu yerine getireceğine insanlara iş imkanı oluşturacak iş adamlarına, tüccarlara, sürücülere, çiftçilere ve benzeri kimselere çeşitli ağır vergiler koymuştur. Oysa bu vergiler şeriata aykırıdır. Zira bu vergiler, sahibinden şeri olmayan yolla alınan bir paradır. Resul [SallAllahu Aleyhi ve Sellem] şöyle buyurmuştur: لاَ يَحِلُّ مَالُ امْرِئٍ مُسْلِمٍ إِلاَّ بِطِيبِ نَفْسِهِ "Kendi rızası olmadıkça Müslüman bir kişinin malını almak helal değildir." [Derakutnî tahriç etmiştir] Dârimî, Ahmed ve Ebu Davud'un Ukbe bin Amir'den tahriç ettikleri hadiste Nebi [SallAllahu Aleyhi ve Sellem] şöyle buyurmuştur: لاَ يَدْخُلُ الْجَنَّةَ صَاحِبُ مَكْسٍ "Vergi alan kimse Cennete giremez." Vergilerin artması sonucunda mal ve hizmetlerin fiyatları da artmaktadır ve İslam bundan nehyetmiştir. Mu'kal bin Yesar'dan Nebi [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:

مَنْ دَخَلَ في شَىْءٍ مِنْ أَسْعَارِ الْـمُسْلِمِينَ، لِيُغْلِيَهُ عَلَيْهِمْ، كَانَ حَقًّا عَلَى اللهِ أَنْ يُقْعِدَهُ بِعُظْمٍ مِنْ النَّارِ يَوْمَ الْقِيَامَةِ " Her kim Müslümanların fiyatlarından bir şeyde onlara pahalılaştırmak için müdahalede bulunursa kıyamet gününde onu ateşten kemikler üzerine oturtması Allahuteala üzerine bir hak olur." Fiyatların yükseltilmesi insanların, özellikle fakirlerin omuzlarında bir yük oluşturmakta ve fakirlik kat be kat artmaktadır. Dolayısıyla da fakir sayısı artmakta ve insanların yaşam standardı düşmektedir.

Üçüncüsü: Su, elektrik ve doğalgaz gibi insanların temel ihtiyaçlarının fiyatlarının yükseltilmesi, insanlara iş imkanı sağlanmamasının ve onlara gelir kaynakları oluşturulmamasının devlet tarafından dikkate alınmaması insanlar için bir zulümdür ve bunu da ancak zulmetmeyi alışkanlık haline getiren bir kimse yapar.

لَهُم مِّن جَهَنَّمَ مِهَادٌ وَمِن فَوْقِهِمْ غَوَاشٍ وَكَذَلِكَ نَجْزِي الظَّالِمِينَ "Onlar için cehennem ateşinden döşekler, üstlerine de örtüler vardır. İşte zalimleri böyle cezalandırırız!" [el-Âraf 41] Böylesi bir politikayla insanların yaşam standardının yükselmeyeceğinde şüphe yoktur. Aksine mevcut standardı daha da düşürecektir. Zira geleneklerin ve törenlerin düzenlenmesinin bununla hiçbir alakası yoktur. Bilakis bu proje, hükümetin idaredeki acziyetini gizlemek amacıyla oluşturulmuş aldatıcı bir politikadır.

2009 yılının Ebu Hanife yılı olarak ilan edilmesine gelince; bu da başka bir siyasi projedir. Yoksa bununla ne İslam'ın tazimi ne İmam Ebu Hanife, alimler ve Müslümanların onuru ne dinin rükünlerinin korunması ne de İslam kanunlarının tatbik edilmesi kast edilmektedir. Bilakis Hükümet bunu, Müslümanlara karşı habis projelerini gerçekleştirmek için ilan etmiştir. Nitekim bu yılın başında Ebu Hanife yılı münasebetiyle bir konferans düzenlendi. Dolayısıyla buraya Tacikistan'ın dört bir tarafından alimler toplandı ve burada Tacikistan Devlet Başkanı'nın konuşmacılarla nasıl muamele ettiği çok açık idi. Zira onlarla alay etmesi alimlere yönelik saygısızlığında, onlara olan düşmanlığında ve konuşmacıların sözlerini kesmesinde net bir şekilde görünmekteydi. Nitekim konuşmacılardan biri, "İmam Ebu Hanife, sadece ibadetler hususunda içtihatta bulunmamış, bilakis siyasi, ekonomik ve yönetim hususunda da içtihatta bulunmuştur ve hükümetin de bu içtihatları kabul etmesi gerekmektedir" dediğinde Cumhurbaşkanı bu kişinin konuşmayı tamamlamasına imkan vermeyerek ona şöyle demiştir: "Duygusal olma, bir saatten beri ne hakkında konuştuğumuzu görmüyor musun?!" Diğer bir konuşmacı Kur'an ve hadis öğretiminin eğitim programlarına dahil edilmesini önerdiğinde ise Cumhurbaşkanı, mevcut şartların buna uygun olmadığını öne sürerek bu kişinin de konuşmasını bitirmesine imkan tanımadı!

Hakeza Cumhurbaşkanı'nın alimlere muamelesi, onlara hiçbir değer vermediğini ve onlara öfke duyduğunu göstermektedir. Zira o, alimlerin konferansta sunduğu hiçbir öneriyi kabul etmemiş, dahası ele alınması için herhangi bir öneride de bulunmamıştır! Tüm bunlar göstermektedir ki konferans, alimleri, onların çalışmalarını ve önerilerini takdir etmek için olmamıştır. Aksine 2009 yılının Ebu Hanife yılı olarak ilan edilmesinden maksat diğer hususları gizlemek içindir.

Medya organlarının Tacikistan'da sadece bir mezhep olmalıdır ve başka İslami mezheplerin, hareketlerin ve partilerin varlığı Müslümanlar arasında ihtilafı ve ayrımcılığı körükler şeklinde sık sık gündeme taşıdıkları haberleri dikkate aldığımızda bu yılın Ebu Hanife yılı olarak ilan edilmesinin arkasında yatan gerçeğin, devletin takip ettiği çizgiyi takip etmedikleri gerekçesiyle tüm İslami hareketlerin üyelerini tutuklamak ve hapsetmek için kendisine bir gerekçe oluşturmak için olduğu ortaya çıkmaktadır.

Bu hususu sabitleştirip vurgulamak için de devlet, "Tacikistan Cumhuriyeti'nin, inanç ve dini kurumların özgürlüğüne ilişkin yasayı" ilan etmiştir. Ebu Hanife konferansının düzenlenmesinden sonra çıkartılan bu yasayı Temsilciler Meclisi Yüksek Kurulu 5 martta onaylamış ve 26 martta da Cumhurbaşkanı İmam Ali Rahman bunu imzalamıştır. Bu yasanın incelenmesiyle ortaya çıkmaktadır ki bu yasa, İslam ve Müslümanlar ile savaşmak için konulmuştur. Dolayısıyla bu yasa, kurumların, hareketlerin, partilerin hatta hiçbir hareketle ilişkisi olmayan Müslümanların takip edilmesine ve kontrol altında tutulmasına izin vermekte ve her zaman onların işlerine müdahale yetkisi tanımasının yanı sıra yerel mescitler ile üniversite mescitlerinin yapılmasına da sınırlama getirmektedir. Yaşları on yedinin (17) üzerinde olan Müslümanların din eğitimi görmesini yasaklamaktadır(!) ve yasaya göre mescit imamlığı ve hatipliğine hükümetin politikasını kabul eden kimseler atanmaktadır.

Dördüncü maddenin altıncı bendinde şöyle geçmektedir: "Din ve itikata yönelik farklılıklara ve tanımlamalara davet yasaklanır." Aynı maddenin dokuzuncu bendinde şöyle geçmektedir: "Kanunda belirlenen düzenlemeye göre kayıt altına alınmış dini kurumların dışında genel olarak tebliğ ve dini çalışma caiz değildir." Bu ve bunun dışındaki kanunlar, tüm Müslümanların ve hareketlerin toplum içerisinde davet taşımalarını yasaklamakta ve güvenlik dairelerinin, bunu yapan kimseleri takip etmesine, hapsetmesine ve işkence etmesine imkan tanımaktadır. Otuzuncu maddenin ilk bendinde şöyle geçmektedir: "İnanç ve dini kurumların özgürlüğü hususunda Tacikistan Cumhuriyeti Mevzuatının uygulanmasının genel denetimini Tacikistan Cumhuriyeti Başsavcılığı yapar." Bu ve diğer noktalar, emniyet daireleri ve savcılığın, hükümet tarafından kayıt altına alınmış olsa bile istedikleri bir vakitte herhangi bir kurumun veya dini bir partinin işlerine müdahalesine, onları teftiş etmelerine ve çalışmalarını durdurmalarına izin vermektedir. Yasanın pek çok maddesinde; kurumlar Tacikistan Hükümeti'nin yasama kriterlerine uymadıklarında onaylanmaz ve dini bir kurum bunu yaptığında çalışması durdurulur ifadesi geçmektedir. Dolayısıyla hükümet bu durumda kendisine, çeşitli gerekçelerle kayıtlı parti ve kurumların işlerine müdahale etme ve dilediği zamanda bunların çalışmalarını durdurma yetkisi vermekte olup bu da yeni hareketlerin kayıtları önünde bir engel oluşturmaktadır.

Bu maddeler göstermektedir ki Hükümet, kayıtlı olup olmadıkların bakmaksızın tüm İslami hareketleri ve hiçbir hareketle ilgisi olmayan Müslümanları sıkı bir şekilde kontrol etmek amacıyla güvenlik daireleri ve savcılık için uygun bir atmosfer oluşturmaktadır. Dolayısıyla güvenlik daireleri, bu hareketlerin üyeleri ile diğer Müslümanları anlamsız gerekçelerle kontrol altında tutacak ve toplum içerisinde davetin taşınmasını engelleyecektir. Bilindiği üzere davetin taşınması ile emr-i bi'l ma'rûf ve nehy-i anil münker Müslümanların üzerine farz-ı ayındır ve bu amellerin engellenmesi büyük bir cürüm sayılır. Allahuteala şöyle buyurmuştur:

الَّذِينَ كَفَرُواْ وَصَدُّواْ عَن سَبِيلِ اللّهِ زِدْنَاهُمْ عَذَابًا فَوْقَ الْعَذَابِ بِمَا كَانُواْ يُفْسِدُونَ "İnkar edip de (insanları) Allah yolundan alıkoyanlar var ya, işte onların, yapmakta oldukları bozgunculuklar sebebiyle, azaplarını kat kat artıracağız." [en-Nahl 88]

Ve şöyle buyurmuştur:

فَأَذَّنَ مُؤَذِّنٌ بَيْنَهُمْ أَن لَّعْنَةُ اللّهِ عَلَى الظَّالِمِين الَّذِينَ يَصُدُّونَ عَن سَبِيلِ اللّهِ وَيَبْغُونَهَا عِوَجًا وَهُم بِالآخِرَةِ كَافِرُون "Ve aralarından bir çağrıcı, Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun! diye bağırır. Onlar, Allah yolundan alıkoyan ve onu eğip bükmek isteyen zalimlerdir. Onlar ahireti de inkâr edenlerdir." [el-Âraf 44 45]

11. maddede mescitlerin inşa edilmesine nüfus sınırlaması getirilmiştir. Bu maddenin 3. bendinde şöyle geçmektedir: "Nüfusu 10 ila 20 bin arası olan mahallelerde cami inşa edilebilir. Duşanbe beldesinde ise nüfus çok olduğundan nüfusu 30 ila 50 bin arası olan mahallelerde cami inşa edilebilir." Nitekim aynı maddenin 4. bendinde şöyle geçmektedir: "Nüfusu 500 ila 1000 arası olan mahallelerde beşli mescit inşa edilebilir. Duşanbe beldesinde ise beşli mescit, nüfusu 1000 ila 5000 arası olan mahallelerde inşa edilebilir." Bu sınırlamalar, hükümetin yeni mescitler inşa edilmesini engellemesine veya bazı mescitleri kapatmasına imkan vermektedir. Tacikistan'daki mescitlerin çoğu özellikle Duşanbe beldesinde olmasına rağmen salat kılanlara yeterli gelmemekte ve cemaatin çoğu salatlarını mescitlerin avlusunda veya dışarıda kılmaktadırlar. Bu manzara özellikle Cuma, teravih ve bayram salatlarında şahit olunmaktadır.

Mescitlerin inşasına sınırlama getirilmesi veya mescitlerin yıkılması büyük günahlardan sayılır. Dolayısıyla Allah'a ve ahiret gününe iman eden bir kimse bu büyük günahı işleyemez. Allahuteala şöyle buyurmuştur:

وَمَنْ أَظْلَمُ مِمَّن مَّنَعَ مَسَاجِدَ اللّهِ أَن يُذْكَرَ فِيهَا اسْمُهُ وَسَعَى فِي خَرَابِهَا أُوْلَئِكَ مَا كَانَ لَهُمْ أَن يَدْخُلُوهَا إِلاَّ خَآئِفِينَ لهُمْ فِي الدُّنْيَا خِزْيٌ وَلَهُمْ فِي الآخِرَةِ عَذَابٌ عَظِيمٌ "Allah'ın mescitlerinde O'nun adının anılmasına engel olan ve onların harap olmasına çalışandan daha zalim kim vardır! Aslında bunların oralara ancak korkarak girmeleri gerekir. Bunlar için dünyada rezillik, ahirette de büyük bir azap vardır." [elBakara 114]

Allah Subhanehu'ya ibadet etmek için tahsis edilen yerlerin genel mülkiyet olduğu hususunda ümmetin alimleri ittifak etmişlerdir. Ancak bir kişi evinin bir bölümünü salatı için bir yer olarak tahsis etmişse burası onun mülkü olarak kalır ve genel mülkiyete dönüşmez. Ancak burasını, insanların salatlarını eda edecekleri bir yere çevirmişse o taktirde diğer mescitler gibi genel mülkiyetten olur. Bunun yanı sıra mescitlerin yıkılması veya mescitlerin inşasına sınırlama getirilmesi veya içerisinde salatın engellenerek dünyevi maksatlarla kullanılması veya arazisinin satılması haram bir amel olup İslam'da büyük bir cürümdür.

Bu kanunun 6. bendinde şöyle geçmektedir: "Mescit hatipleri ve imamları, Hükümete bağlı Din İşleri Temsilcilik Dairesi'ni onayıyla seçilir." O halde bu maddeye binaen mescit hatipliği ve imamlığına hükümetin politikasını kabul edenlerden başkası atanmayacaktır. Zira güvenlik dairesi, bir kişiyi imamlık için uygun gördüğünde şöhretine, Kur'an ve hadis ilmine bakılmaksızın bu kişi imamlık için aday olacaktır. Dolayısıyla da Din İşleri Temsilcilik Daireleri, yani dini komisyon ve güvenlik dairesi, dine ihlas ile hizmet edecek olan muhlis alimlerin imam olmalarına izin vermeyecektir. Oysa Allah'tan korkan ve Allah için hiçbir kınayıcının kınamasından korkmayan bu alimler imamlığa onlardan daha layıktırlar. Allahuteala şöyle buyurmuştur:

إِنَّمَا يَخْشَى اللَّهَ مِنْ عِبَادِهِ الْعُلَمَاء "Kulları içinden ancak âlimler, Allah'tan (gereğince) korkar." [Fatır 28]

4. maddenin 14. bendinde şöyle geçmektedir: "Anne-baba veya bunların yerinde olanların, inanç özgürlüğü çerçevesinde bizzat uygun gördükleri şekilde evlatlarını eğitme ve çocuklarının hukukunu gözetme hakları vardır." Bu maddenin 15. bendinde ise şöyle geçmektedir: "Anne-baba veya bunların yerinde olanların izni olmaksızın çocukların dini kurumlarda çalışmasına veya dini kuralların eğitimine teşvik edilmesi yasaklanmıştır." Çocukların dini rükünleri öğrenmeleri veya onların oda üslubuyla eğitim veren kimselere teslim edilmeleri veya onların dini medreselere verilmeleri Müslüman Tacik halkı nezdinde mutat bir iş haline gelmiştir. Ancak 14. madde, "Çocuk haklarının ihlali ve inanç özgürlüğü "gerekçesiyle bu amellerin önüne engel koymaktadır. Oysa İslami şeriat Müslümanlara, evlatlarına çocukluk günlerinde şeri ilimleri öğretmelerini emretmiştir. Yine on yaşına (10) gelip de şeri hükümleri uygulamadıklarında onları dövmeyi emretmiştir. Nebi [SallAllahu Aleyhi ve Sellem] şöyle buyurmuştur:

مُرُوا صَبِيَانَكُمْ بِالصَّلَاةِ إِذَا بَلَغُوا سَبْعًا، وَاضْرِبُوهُمْ عَلَيْهَا إِذَا بَلَغُوا عَشَرًا "Çocuklarınız yedi yaşına ulaştıklarında salata alıştırınız. On yaşına ulaştıklarında ise onları dövünüz." İmam Ahmed'in Müsned'inde rivayet ettiği bu hadis, çocuk terbiyesinin iki merhaleye ayrıldığını göstermektedir. Birinci merhale: On yaşına kadar olan dönemi kapsamaktadır ki bu sırada çocuk, eğitim için dövülmez. İkinci merhale: On yaşından sonraki dönemi kapsamaktadır ki bu sırada çocuk, eğitim için dövülür.

Tacikistan'daki çocuklar 13-14 yaşları arasında buluğ çağına girmelerine rağmen Tacik Cumhuriyeti kanununda buluğ yaşı 17 olarak belirlenmiştir. Buluğ çağına girmiş bir Müslüman'ın, Hilafet Devleti'ni ikame ederek İslami hayatı yeniden başlatmak için çalışan bir Hizb'e katılması da dahil şeri hükümleri yerine getirmesi vacip olmaktadır. Ne ana babanın ne hükümetin ne de hiçbir kimsenin bu onları bu amelden engelleme hakları yoktur. Çünkü İslami hayatı yeniden başlatmak için çalışan siyasi bir Hizb'le çalışmayı terk etmek günahtır ve Allah'a isyanda hiçbir kimseye itaat yoktur. Aynı şekilde bir Müslüman'ın buluğ çağından sonra amelleri ile ilgili şeri hükümleri de öğrenmesi gerekir. Dolayısıyla hiçbir kimsenin onun amelleriyle ilgili hükümleri öğrenmesini engellemesi caiz değildir. Allahuteala şöyle buyurmuştur:

وَوَصَّيْنَا الْإِنسَانَ بِوَالِدَيْهِ حُسْنًا وَإِن جَاهَدَاكَ لِتُشْرِكَ بِي مَا لَيْسَ لَكَ بِهِ عِلْمٌ فَلَا تُطِعْهُمَا إِلَيَّ مَرْجِعُكُمْ فَأُنَبِّئُكُم بِمَا كُنتُمْ تَعْمَلُونَ " Biz, insana, ana-babasına iyi davranmasını tavsiye etmişizdir. Eğer onlar, seni, hakkında bilgin olmayan bir şeyi (körü körüne) bana ortak koşman için zorlarlarsa, onlara itaat etme. Dönüşünüz ancak banadır. O zaman size yapmış olduklarınızı haber vereceğim." [Ankebut 8]

Bu yasanın çıkmasından sonra, yani geçen hazirandan şu ana kadar Hizb-ut Tahrir şebabına yönelik tutuklamalar artmıştır. Emniyet birimleri de İslami hareketlerin saflarında çalışan birçok Müslüman'ı özellikle Selefi ve Tebliğ cemaatinin üyelerinin yanı sıra hiçbir İslami hareket içerisinde bulunmayan bazı Müslümanları tutuklamışlar ve tutuklular, insan aklının almayacağı eziyetlerle karşı karşıya kalmışlardır.

Hülasa; Hükümetin tüm hususlardaki politikası İslam'a ve Müslümanlara karşı odaklanmış olup bunların Müslümanlara hiçbir faydası yoktur. Dolayısıyla Müslümanların kalplerinin dinlerini arzu etmesi, mescit sahalarının genişletilmemesine rağmen salat kılanların saflarının artması, başörtülü Müslüman kadınların saflarının artması, Müslüman gençlerin dinlerinin rükünlerini öğrenmeye hırs göstermesi ve kız öğrencilerin şeri elbise giymesi; işte tüm bunlar hükümeti rahatsız etmektedir. Bu nedenle bu çalışmaları durdurmaya muktedir olmak ve aldatıcı politikasını uygulamak için inanç ve dini kurumların özgürlüğü yasasını çıkartmıştır. Bundan maksat ise Müslümanların kalplerindeki din sevgisini söndürmek ve Allah'ın izniyle yakında kurulacak olan Hilafet Devleti'nin ikame edilmesini engellemektir.

يُرِيدُونَ لِيُطْفِؤُوا نُورَ اللَّهِ بِأَفْوَاهِهِمْ وَاللَّهُ مُتِمُّ نُورِهِ وَلَوْ كَرِهَ الْكَافِرُونَ " Onlar ağızlarıyla Allah'ın nurunu söndürmek istiyorlar. Halbuki kafirler istemeseler de Allah nurunu tamamlayacaktır." [es-Saf 8]

Selefi ve Tebliğ hareketi mensubu kardeşlerimiz siyasete müdahale etmeyeceklerini, siyasetten uzak İslam'ın bir cüziyle iktifa edeceklerini ve Hükümete bağlılığın vacip olduğunu söyleyerek bu şekilde Hükümetin öfkesinden ve tutuklamalarından sakınacaklarını iddia etmelerine rağmen Hükümet tarafından yapılan takibat, eziyet ve tutuklamalarla karşı karşıya kalmışlardır! Bu kardeşlerimize deriz ki; gece gündüz onları övmediğiniz sürece küffar ve onların ajanları olan Müslüman yöneticiler, İslam'ı tamamen terk edinceye hatta kendisine davet etmeye devam ettiğiniz bir cüzünü bile terk ettirinceye kadar sizlerden asla razı olmayacaklardır! Zira Hükümet, küfür hükümleriyle yönetmeye devam ettiği müddetçe dinine sarılan hiçbir Müslüman'dan zinhar razı olmayacaktır. Bunun içindir ki ona boyun eğmek helal değildir. Allahuteala şöyle buyurmuştur:

وَلَن تَرْضَى عَنكَ الْيَهُودُ وَلاَ النَّصَارَى حَتَّى تَتَّبِعَ مِلَّتَهُمْ قُلْ إِنَّ هُدَى اللّهِ هُوَ الْهُدَى وَلَئِنِ اتَّبَعْتَ أَهْوَاءهُم بَعْدَ الَّذِي جَاءكَ مِنَ الْعِلْمِ مَا لَكَ مِنَ اللّهِ مِن وَلِيٍّ وَلاَ نَصِيرٍ "Dinlerine uymadıkça Yahudiler de Nasraniler de asla senden razı olmayacaklardır. De ki: Doğru yol, ancak Allah'ın yoludur. Sana gelen ilimden sonra onların arzularına uyacak olursan, andolsun ki, Allah'tan sana ne bir dost ne de bir yardımcı vardır." [el-Bakara 120] Yine deriz ki; İslam'a davet ve hükümlerinin tatbik edilmesi, Raşidi Hilafet Devleti'ni kurup İslami hayatı yeniden başlatmak için ciddi bir çaba sarf ederek sadakat ve ihlasla çalışıp ideolojisi İslam olan siyasi bir Hizb'in metodu hakkında Resulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in beyan ettiği bir metot dışında asla gerçekleşmeyecektir. Bu da Hizb-ut Tahrir'in üzerine seyrettiği şeydir. Vallahu Veliy-ut Tevfik.

Devamını oku...

- Basın Açıklaması - AKP Hükümeti Halkın Sağlığıyla Alay Ediyor!

     Son bir aydır dünyada hızla yayılan domuz gribi virüsü ve bunun sonucunda Türkiye'de 19'a ulaşan ölüm vakıası nedeniyle domuz gribi aşısı gündemin ilk sırasına oturdu. Bu aşıların güvenli olup olmadığı noktasında AKP hükümetinin beceriksizliliği yüzünden medya organlarında önüne gelen herkesin bilinçli bilinçsiz konuşması ve en son Başbakan Erdoğan'ın "Bu konuda sağlık bakanım ile aynı görüşte değilim ve ben aşı olmayı düşünmüyorum" demesiyle aşı olup olmama noktasında zaten kafası karışık olan insanlar ne yapacaklarını iyice şaşırdılar. Bu bağlamda Hizb-ut Tahrir

     olarak bizler; öncelikle domuz gribi virüsünden dolayı hayatını kaybeden Müslümanlara Allah'tan rahmet, aile ve yakınlarına baş sağlığı dileyerek aşağıdaki hususları dile getirmek isteriz:

1. Bir taraftan Sağlık Bakanlığı aşı kampanyalarına hız verirken diğer taraftan Erdoğan'ın "Aşı olmayı düşünmüyorum" demesi zaten halkın hiçbir şeyine değer vermeyen AKP hükümetinin insanların sağlıklarına da değer vermediğini gösterir.

2. Bir taraftan Sağlık Bakanı kendisi de aşı olarak insanları aşı olmaya teşvik ederken diğer taraftan Erdoğan'ın "Aşı olmayı düşünmüyorum" demesi AKP hükümetinin her konuda olduğu gibi insanların en hassas olduğu sağlık konusunda da kendi içerisinde tutarsız olduğunu gösterir.

3. Bu aşıların sağlıklı olup olmadığı hakkında onca spekülasyonlar yapılmasına rağmen AKP hükümetinin bu konuda insanların aklını tatmin eden ve kalplerine güven veren bir açıklama getirmekten aciz kalması insanların sağlıklarının emin ellerde olmadığını gösterir.

Ey Müslüman Türkiye Halkı!

     Her şeyde olduğu gibi insanlar için hassas olan sağlık konusunda bile sizlerle alay eden bu tutarsız ve ciddiyetsiz yöneticilere ne zamana kadar tahammül edeceksiniz? Hakimlik ve hekimlik konusunda hiçbir iradeye, deneyime ve kifayete sahip olmayan bu yöneticilere ne zamana kadar sabredeceksiniz? O halde bu yöneticileri kaldırıp atınız, hakimlik hususunda Allah'ın hükümlerini tatbik edecek ve hekimlik hususunda sizlerin sağlığını birincil görevlerinden sayacak olan Hilafet Devleti'ni kurmak için acele ediniz. Müslümanların Halifesi Kanuni Sultan Süleyman bu bağlamda ne kadar da doğru söylemiştir:

"Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi,  Olmaya devlet cihanda, bir nefes sıhhat gibi."

 

Yılmaz Çelik

حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir

Resmî Sözcüsü
Türkiye Vilâyeti

 

 

 

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER