Perşembe, 22 Cumade’l Ûlâ 1447 | 2025/11/13
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

-Basın Açıklaması- Hizb-ut Tahrir Şebabı Derhal Serbest Bırakılsın!

01 Aralık 2010 tarihinde Gaziantep'te Hizb-ut Tahrir şebabından 6 yiğit Müslüman, sabahın erken saatlerinde demokratik-laik küfür sisteminin şerir zebanileri tarafından evlerine yapılan meşum bir baskın sonucu hiçbir sebep yokken cani terörist muamelesi yapılarak gözaltına alınmış, şebabın dördü tutuklanarak hapishaneye gönderilmiş, ikisi ise serbest bırakılmıştır. Ardından geçen hafta içerisinde meşum baskınlara devam edilmiş ve birçok Hizb-ut Tahrir şebabı yeniden gözaltına alınmıştır.

Bu olay elbette ki Gaziantep Emniyeti'nin işgüzarlığı ile gerçekleşmiş basit bir olay değildir. Bilakis Emniyet güçlerinin bağlı bulunduğu İçişleri Bakanlığı ve dolayısıyla AKP hükümetinin iktidara geldiğinden beri Hizb-ut Tahrir şebabına karşı sürdürdüğü bastırma, sindirme, korkutma, yıldırma ve susturmaya yönelik çirkin bir kampanyanın devamıdır. Bu kampanya kapsamında silah veya şiddetle hiçbir ilişkisi bulunmadığı halde Hizb-ut Tahrir şebabı hakkında "silahlı örgüt" dosyaları icat edilmektedir.  Halen yargılaması süren, hakkında hükmü kesinleşen ve zindanlarda tutulan onlarca şebab bulunmaktadır.

AKP Hükümeti'nin, toplumu kokuşmuş demokratik fikirlerle zehirleme çabasına karşı Hizb-ut Tahrir, Müslüman Türkiye halkı nezdinde Peygamberimiz Muhammed [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]'in metodu gereği sahih İslami fikirler doğrultusunda sadece siyasi ve fikri çalışmayla iktifa eden bir siyasi parti olarak direnç hattını oluşturmakta, İslami ümmeti layık olduğu izzete kavuşturacak Nübüvvet Minhacı üzere İkinci Raşidi Hilafet'i kurmak için kitleleştirmekte, İslam'a dayalı siyasi bir duyarlılık ve uyanıklılık oluşturmak için çalışmaktadır. İşte Hizb-ut Tahrir şebabı hayatın, Allah Subhanehu ve Teala'nın emir ve nehiylerine göre tanzim edilmesi talebini yükselttikleri, "Rabbimiz Allah'tır" dedikleri için yani sırf fikirleri nedeniyle terörist muamelesine layık görülmektedir. Çevrelerinde İslami şahsiyetleriyle barizleşmiş, Hizb-ut Tahrir şebabına yönelik bu zalimce tutum, Türkiye'deki Müslümanları İslami bir görüntüyle aldatmaya çalışan AKP hükümetinin ikiyüzlülüğünü bir kez daha ifşa etmiştir.

Bu vesileyle tüm duyarlı kesimlere bilhassa Türkiye'deki Müslümanlara sesleniyoruz;

Vicdan sahibi hiç kimsenin kabul etmeyeceği bu haksız uygulamalar karşısında suskun kalmayınız; yakın veya uzak çevrenizden olup AKP hükümeti veya parti yönetim kadrolarında görevli kişilere ulaşarak yapılan bu uygulamalara tepkilerinizi keskin bir şekilde dile getiriniz; bu haksızlığı mazur ve meşru göstermeye çalışırlarsa kabul etmeyiniz;  işleyegeldikleri bu cürümlerden dolayı onları hesaba çekiniz ve ayıplayınız, çevrenizi bu yapılan haksızlıktan haberdar ediniz. Öyle ki bu kamuoyu baskısıyla bir daha böyle çirkin girişimlere cüret edecek mecal bulamasınlar. Zira bir yandan her konuşmada demokratik açılım ve özgürlük palavralarını savururken diğer yandan Müslümanlara zulmeden, koltuk uğruna her türlü kılığa girebilen ve Allah'tan korkmayı çoktan unutmuş bir zümrenin, genel seçim sürecinde en çok korkacakları husus aleyhlerinde oluşabilecek kamuoyudur.

وَاللّهُ غَالِبٌ عَلَى أَمْرِهِ وَلَـكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لاَ يَعْلَمُونَ "Şüphesiz ki Allah, emrine galiptir, muktedirdir. Velâkin insanların çoğu bunu bilmezler!" [Yûsuf 21]

Devamını oku...

Wikileaks Sızıntıları Başımızdaki Yöneticilerin Sömürgeci Kâfir Efendilerine Hizmetlerini İfşa Ediyor

  • Kategori Türkiye
  •   |  

Wikileaks internet sitesinin kısmen yayınladığı Amerikan diplomatlarının yazışmalarını içeren binlerce belgede Türkiye, Türk Hükümeti ve Türkiye siyaseti hakkındaki bilgiler önemli yer tuttu. Henüz belgelerin tamamı yayınlanmadığı için başka ne tür ifşaatların görüleceği belli olmasa da mevcut durumdan da anlaşıldığı gibi, bu belgeler malumun ilanından başkası değildir.

Amerika'nın Ankara Büyükelçiği'nden çıkan belgeler Eric Edelman, James Jeffrey ve Wilson dönemlerini içermektedir. Bu büyükelçiler yazdıkları raporlarda, kendi dönemlerinde Türkiye siyasetine ilişkin değerlendirmelerde bulunmakta, Türkiye'deki bakan düzeyine varan bağlantılarından öğrendikleri bilgileri paylaşmakta, medyada yer alan haberleri alıntılamaktadır. Şer'an fâsığın verdiği haberle hüküm verilemese de yapılan bu ifşaatlar, gören gözler için hakikatlerin teyidi niteliğindedir. Zîra Müslümanların başındaki yöneticilerin nasıl iktidara geldikleri, kimin eliyle güçlendikleri, hangi politikalarla hareket ettikleri, kimin hizmetinde oldukları aydın akıllar için malumdur. Malumdur ki bunlar, başta Amerika olmak üzere, Sömürgeci Kâfirlerin güdümünde olan hâin yöneticilerdir ve izledikleri dahili ve harici politikalarda efendilerinin bölgemize yönelik emellerine hizmet etmektedirler. Bu gerçeğin görülmesi için Wikileaks'in sızıntılarına ihtiyaç yoktur. Sömürgeci Kâfirler arasındaki küresel çatışmanın sonucu olarak ortaya çıkan bu sızıntılar ancak bu gerçeği pekiştirmektedir. Burada bizim için yeni veya şaşırtıcı bir şey yoktur. Asıl kızanlar ve şaşıranlar, kendilerine dost görünen efendilerinin kendilerinden aslında ne kadar nefret ettiklerini, aleyhlerinde nasıl kötü konuştuklarını, çalışma arkadaşlarının ve dost saydıkları kimselerin yabancı büyükelçilere kendilerini nasıl şikayet ettiklerini, ispiyonladıklarını, farkında olmadan hangi politikalara hizmet ettiklerini bu sızıntılar sayesinde bir nebze olsun görebilenlerdir.

Sızıntıların Arap yöneticilere ilişkin kısmında ise az önceki hakikatlere ilaveten, İran'ı nasıl düşmanca kötülediklerinin ve Müslüman halklarına rağmen Yahudi varlığı "İsrail"e olan pervasız desteklerinin izleri görülmektedir. Sızıntıların Irak ve Afganistan'a ilişkin kısımlarında ise işgâlin, katliamın, tecavüzün ve akla hayale sığmayan iğrençliklerin belgeleri ve görüntüler vardır. Wikileaks belgelerinin gerçek olup olmadığının -ki ABD Dışişleri Bakanlığı belgelerin doğruluğunu onayladı- kimin sızdırdığının, Yahudi varlığının işine gelip gelmediğinin, yöneticileri birbirlerine düşürüp düşürmediğinin bir önemi yoktur. Önemi olan ve net olarak görülmesi gereken husus şudur: Sömürgeci Kâfir devletler Müslümanların apaçık düşmanıdır ve bu uğurda başımızdaki yöneticileri kullanmaktadır. Başımızdaki yöneticiler bunu görüp ibret alacaklarına, Allah'a tevbe edip hıyanetten vazgeçeceklerine, bütünüyle İslâm'a ve Müslüman kardeşlerine yöneleceklerine, hiç değilse istifa edip bu büyük cürümden geri duracaklarına... tam aksine ya susmakta, ya lafta kalan eleştirilerle yetinmekte, daha da kötüsü bu ifşaatların ilişkilerine ve hizmetlerine etki etmeyeceğini söylemekten utanç duymamaktadırlar.

Ey Müslümanlar!

Küfrün üzerimizdeki egemenliğini, ajanlarıyla ve uşaklarıyla ülkelerimizi örümcek ağı gibi sardıklarını, devlet aygıtı ve kitle iletişim araçlarıyla üzerimize karabasan gibi çöktüklerini, başımızdaki yöneticilerin Kâfirlere bağımlılıktan vazgeçmediklerini anlayıp onlardan yüz çevirmemiz için daha kaç bin belgenin sızdırılmasını bekleyeceğiz? İslâm'ın yegâne hak dîn olduğunu, hayatın her alanını kapsayan kuşatıcı bir hayat nizâmı olduğunu, kurtuluşumuzun ancak Râşidî Hilâfet Devleti'nin kurulmasıyla İslâmî hayatı yeniden başlatmaktan geçtiğini, Sömürgeci Kâfirlerin topraklarımızdaki işgallerini, kardeşlerimize yönelik katliamlarını, evlatlarımıza yönelik ifsatlarını yok etmenin tek yolunun bu olduğunu görmek için daha ne kadar bekleyeceğiz?

قُلْ كُلٌّ مُتَرَبِّصٌ فَتَرَبَّصُوا فَسَتَعْلَمُونَ مَنْ اَصْحَابُ الصِّرَاطِ السَّوِىِّ وَمَنِ اهْتَدٰى  "De ki: Herkes beklemektedir: Öyleyse siz de bekleyin. Yakında anlayacaksınız; doğru düzgün yolun yolcuları kimmiş ve hidayette olan kimmiş!" [Tâ-Hâ 135]

Devamını oku...

09 Aralık 2010 Perşembe 09:39 Medya73 "Hukukun Hakimi de Savcısı da Polis"

  • Kategori Türkiye
  •   |  

Gaziantep'te düzenlenen son Hizbut-Tahrir operasyonunda tutuklanan zanlıların İslam devleti benimsiyoruz dedikleri için tutuklandığını belirten zanlı avukatları, Türkiye'de hukukun hakiminin de savcısının da polis olduğunu söyledi.

 

GAZİANTEP - Gecen hafta içerisinde Hizbut-Tahrir üyesi oldukları iddiası İle Gaziantep'te 6 kişi çalıştıkları işyerlerinde ve bindikleri toplu taşıma araçlarında çok sayıda TEM polisinin katıldığı eş zamanlı bir operasyonla gözaltına alındı.

Zanlılardan dördü çıkarıldıkları Mahkemece tutuklanırken ikisi serbest bırakıldı. Gözaltına alınan ve tutuklanan zanlıların üzerlerinde ve evlerinde yapılan aramalarda hiçbir suç delili bulunmazken, tutuklanmalarının nedeninin zanlıların; polisin, ‘İslam Devletini benimsiyor musun?' şeklindeki sorusuna, inanç ve düşüncelerini saklamayarak, ‘Evet' demeleri, olduğu belirtildi.

Gözaltı ve tutuklama alenen hukuksuzluktur

Hizbut-Tahrir'in, Emniyet veritabanında bile ‘terör örgütü' olarak geçmediğini ifade eden sanıkların Avukatı, tutuklanan kişilerin yalnızca evlerinde yasak olmayan İslami içerikli dergi, kitap ve yayınların bulunmasının yanı sıra İslam devleti fikrini benimsedikleri için tutuklandığını söyledi.

Mazlum-Der Gaziantep şube başkan yardımcısı Av. Hüseyin Kurşun ise şahısların gözaltına alınmasının yanı sıra tutuklanmalarının da yasal olmadığının altını çizdi.

Anayasada bile Hiç kimsenin inanç ve düşüncesinden dolayı yadırganamayacağı gibi suçlu olarak görülemeyeceğine dair yasaların var olduğunu belirten Kurşun; "sanıkların tek suçu hilafete dayalı bir İslam devletini fikrini benimsemeleri. Şimdi siz buna terör suçu derseniz o zaman hilafeti öven her kes suçlu olur, bunun yanında Osmanlı tarihçileri, İslam tarihini okuyan ve benimseyen her kes suçludur. Oysa anayasa hiç kimsenin inancından ve fikrinden dolayı kınanamayacağı fikir ve düşüncenin rahatça ifade etmenin temel hak ve hürriyetlerden olduğunu beyan ediyor. Yani kişilerin görüşü ne olursa olsun; sisteme karşı olabilir. Görüşünden dolayı suçlanamaz. Sisteme karşıt görüşleri cezalandırmak hukuk devleti ile bağdaşmaz" dedi.

Sistemin İslam'ın siyasal düşüncesine bile tahammül etmediğini belirten Kurşun; "sanıkların hiçbiri Hizbut-Tahrir veya başka legal veya illegal bir örgüt üyeliğini kabul etmediği halde sadece ‘İslam hilafetine dayalı bir devlet istiyor musunuz?' sorusuna samimiyetle ‘evet biz İslami bir devlet istiyoruz' demeleri nedeni ile tutuklandı. Bundan şunu anlıyoruz; Türkiye Cumhuriyetinin İslam devleti fikrine dahi tahammülü yoktur" şeklinde konuştu.

Bu tür davaların hakimi de savcısı da Polis

Av. Kurşun, bu tür operasyonlar sırasında, savcılık ve mahkeme sürecinde yaşananların Türkiye'deki hukukun, hakiminin ve savcısının da polis olduğunu gösterdiğini belirterek; "Türkiye'de bu tür davaların hâkimi de savcısı da polis. Bu davaların savcıları polisin hazırladığı Fezlekeyi olduğu gibi alıp iddianame ye geçiyor. Buna karşı sanık ve sanığın vekilinin lehi olan delileri reddediyor. Normalde Basit bir hırsızlık suçunda bile mahkeme bütün delilleri toplar ona göre karar verir. Ama maalesef bu tür dosyalarda öyle değil inceleme araştırma yok direk terörle mücadele polisinin hazırladığı fezlekeyi suç olarak mahkemeye sunuyor. Bu yetmiyor gibi polisler savcıya dosya hakkında yol gösteriyor. mahkemelerde bile zanlıların adeta tepesinde duruyor" diye konuştu.  (Şefik Mert - İLKHA)

 

Kaynak:

http://www.medya73.com/hukukun-hakimi-de-savcisi-da-polis-haberi-432784.html

http://www.medya73.com/kpds-sorulari-ve-cevaplari-ayrinti-haber-kpds-2010-sorulari-osym-bilgi-sayfasi_MRYN-haberi-427589.html

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- BBC Panorama: Müslümanların Çocuklarını Laik Liberal Değerleri Benimsemeye Zorlama Yönünde Atılan Başka Bir Adım

BBC'nin (İngiliz okulları ve İslami kurallar) hakkında ortaya çıkardığı medya tahriki, Müslümanları liberal değerleri benimsemeye zorlamaya dönük bir girişim sayılır.

İngiltere'deki Hizb-ut Tahrir Medya Temsilcisi Taci Mustafa şöyle dedi: "Şu andaki taktikler, artık Müslümanların geneli tarafından iyice anlaşılır oldu. Zira radyo programı organizatörleri sizler var ya; Müslümanların İslam'ın laik liberal değerleriyle çelişen her yönünü kınamaları ümidiyle bazı İslami inançları ve değerleri çarpıtarak bir takım cımbızlama alıntılarla veya tahrifatlarla ilişkilendiriyor yada İslam'la ilgili bazı gerçekleri çarpıtıyorsunuz."

"'Hırsızların cezasıyla ilgili açıklayıcı resimlere', Kur'an ayetlerine ve yaratıcının kanununa karşı bir günah olması itibarıyla İslam'ın eşcinsellik hakkındaki malum bakış açısına değinen program bu hususları, İslam'ın bu görüş açılarının kabul edilemeyeceğine ve Müslümanların bunları reddetmesi gerektiğine dair birer delil olarak sundu."

"Müslümanlar, laik değerleri kabullenmeleri için Müslümanlara baskı yapan bazı politikacıların ve medya organları kesimlerinin tekerrür eden benzeri saldırılarına tanık olmalarının ardından giderek artan bir şekilde liberal hoşgörü efsanesinin yerini liberal üstünlük gerçeğinin aldığını görmeye alıştı. "

Ve şöyle ekledi: "Milli Eğitim Bakanı Sayın Goff'un cesaretli olduğu hususunda şüphe ediyoruz. Yoksa -muhafazakar eğitimcilerin gözdesi olan- H. E. Marshall'ın yazdığı 'Bizim Adanın Hikayesi' kitabını okullarda yasaklardı. Çünkü bu kitap, 'Türklerden' ve 'Müslüman fetihçilerden' şovanist ve iğrenç ifadelerle bahsetmektedir."

"İngiliz kurumu, Müslümanların, Batının dış politikası hakkında sahip oldukları şeylerin "yalan söylenmiş bir haksızlık" olduğunu, savunma yapmaksızın Müslümanların beldelerinin işgalinin devam etmesi gerektiğini, şeriat saldırı yapılmasının hukuki olduğunu ve Kerim Nebimiz Muhammed [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'e yapılan saldırılara gülüp geçmeleri gerektiğini itiraf etmelerini beklemekteydi. Şimdi ise Müslüman düşmanı liberal laikler, eşcinsel ilişkileri doğal bir hayat tarzı tercihi olarak kabullenmelerini ve Batılı şehirlerde oldukça yaygın olan suç oranlarında caydırıcı etkisi olacak şeri ukubatlara mesafeli durmalarını talep etmekteler."

"Michael Goff ve Panorama dikkatlerini, öğretmenlere saldırı oranlarının yükselmesi ve dinleri sebebiyle çocukların korkutulması gibi İngiliz eğitimindeki gerçek sorunlara odaklasalar daha iyi olacak. Aslında toplum, yüksek oranlarda genç gebelik, cinsel yolla bulaşan hastalık ve sosyal davranış bozukluklarına tanık olmaktadır."

"Bizzat bu sebeplerden dolayı Müslümanlar, sağlıklı, iffetli, üretken, -özellikle kadınlar ve yaşlılar olmak üzere- başkalarına ve dünyanın neresinde olduklarına bakmaksızın kendilerine saygılı şahsiyetler olmaları için evlatlarını İslami değerleri seçmeye teşvik etmeye çalışmalıdırlar. "

"Bu zorlayıcı entegrasyon kampanyaları karşısında sessiz kalmalarını sağlamak için Batıdaki Müslümanlara yönelik büyük baskılara rağmen bu tür otoriterlik ve liberalliği ifşa etmeye devam edecek ve Müslümanları bazı liberal değerlerin toplumun bütünü üzerindeki zararlı etkileri hakkında geniş çaplı bir diyaloga katılmaya teşvik edeceğiz."

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Asıl Terörist Batılı Hükümetlerdir

Avustralya senatosu, Avustralya'nın Afganistan'a bulaşması hakkındaki tartışmaları bu haftada da sürdürdüğü gibi parlamentoda aynı durum vardı. Konuşmacıların büyük çoğunluğu, hükümetin, muhalefetin ve destekleyenlerin savaş karşısındaki ortak partisel tutumunu desteklerlerken milletvekillerinden az bir kısmı buna karşı çıktı. Her şeye rağmen Afganistan işgalinin gerekçeleri bağlamındaki tartışmanın ekseni değişmedi: Bu eksen ise Afganistan'da kendisine bir hareket noktası bulan "İslami terörizmle" yüzleşmenin gerekliliği olduğu gibi özellikle iffetli kadınlar "aşırı İslamcılık" baskısının sıkıntılarını çekerken Afganistan halkına yardım edilmesinin gerekliliğidir.

 

Tartışmayı sahteliğin ve aldatmanın kuşatması bağlamında Hizb-ut Tahrir, aşağıdaki noktaları zikreder:

Birincisi: -Başta Amerika Birleşik Devletleri ve İngiltere olmak üzere- Batılı hükümetler, baskı ve sömürü uygulama ve savaş açmada en karanlık sicile sahiptirler. Dünyanın dört bir tarafında sivillerin öldürülmesinin sorumlusu, herhangi bir devletten veya devletler topluğundan daha ziyade bu hükümetlerdir. Ayrıca bu hükümetler, haksız savaşları tahrik etmede, işkence uygulamada, zayıf ümmetlerin kaynaklarını sömürmede nam yaptıkları gibi işlerine geldiğinde despotik sistemleri desteklemede, kendi siyasi ve ekonomik çıkarları uğuruna insan hayatını hiçe saymada da nam yapmışlardır. Terörizme karşı koyan sistemlerin bu gibi iddialarına ancak bu iddialardaki açık ikiyüzlülüğü fark etmeyen veya bunları görmezden ve görmezlikten gelen kişiler aldanır.

İkincisi: Bundan daha kötüsü ise Batılı hükümetlerin "terörizme karşı savaşlarında", Guantanamo'da, Ebu Garip'te, Bagram'da en iğrenç işkence türlerini yapmada ve Irak ile Afganistan'da orantısız barbarca bir yıkıma başvurmada kötü bir sicile sahip olan Amerikan yönetiminin peşine takılmalarıdır. Wikileaks internet sitesinin yayınladığı gizli belgelerden bir kez daha açığı çıkmıştır ki Amerika, böylesi bir sicille Blackwater çetesinin ihlallerine sığınak olmuştur. Dolayısıyla "sistemini değiştirmeye" en çok muhtaç olan Afganistan değil bizzat Amerika'dır.

Üçüncüsü: "Fiilen yıkım ve fesadın içine boğulan" İslam dünyasının durumunun düşüşüne rağmen durumunun ıslah edilmesi, kendisinden daha düşük durumda olan kesimlerin şerir müdahaleleri ile asla mümkün değildir. İslam dünyasının durumunun düzeltilmesinin en iyi yolu, Batının müdahalelerini ve piyonlarını ortadan kaldırmaktır. Böylece Müslümanlar, hayat tarzları, tarihleri ve değerleri ile tutarlı olan siyasi geleceklerini belirlemiş olsunlar.

Dördüncüsü: Dünyanın çekinmesi gereken "aşırı İslamcılık" değil aşırı Batılılıktır. Çünkü asırlar boyunca İslam'ın kültürel ve hadaratsal ilerlemelerine olan katkısında sabit olduğu üzere İslam'ın hayat tarzında insanları korkutacak bir şey yoktur. Oysa insanlığın, ruhi, ahlaki ve insani değerler pahasına insana dayanılmaz acılar çektirmek dışında hiçbir maddi ilerleme gerçekleştiremeyen liberal laiklikten daha çok korktuğunu görürüz.

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Basın Toplantısı: Hizb-ut Tahrir'in Devletlerarası ve Bölgesel Sıcak Meselelere İlişkin Tutumu

Merkezi Medya Bürosu, bugün Beyrut'taki Bristol Otelinde bir basın toplantısı düzenledi. Hizbin medya temsilcileri, Lübnan, Filistin, Irak, Sudan, Afganistan ve Pakistan olmak üzere birçok önemli siyasi meseleye değindi. Bu basın toplantısı hizbin, geçen yaz "Hizb-ut Tahrir'in Devletlerarası ve Bölgesel Sıcak Meselelere İlişkin Tutumu" başlığı altında düzenlediği Medya Konferansı'nın akabinde yapıldı.

Toplantıya gelenler, toplantının düzenlendiği Bristol Oteline çıkan yolların çevresindeki yoğun askeri banda sürprizi ile karşılaştılar. Zira bu yollar araç trafiğine kapatıldı ve askerler geçen insanların üzerini aradı. Bu da bizim gibi şaşkınlığa uğrayan bölge sakinleri üzerinde bir korku atmosferi oluşturdu. Zira: Daha önce onlarca konferans ve seminer düzenlediği halde geçmişinde hiçbir güvenlik olayı ile karşılaşmayan siyasi bir hizbin düzenlediği bir basın toplantısı... bu denli korkutucu önlemlerin alınmasını hak ediyor mu?!

Aslında bu tedbirler, güvenlik durumu ile hiçbir ilgisi olmayan birer suni tedbirdir. Dahası siyasi, medya ve halk ortamlarının... bunların hepsinden önce güvenlik birimlerinin farkındalığında olduğu Hizb-ut Tahrir'in barışçıl siyasi görüntüsünü engellemek üzere onu korku çemberine almak için bazı resmi organların ve siyasi akımlardan birinin siyasi kararıdır. Alınan tüm bu tedbirlerden sonra siyasi otoritenin tayfası, sıkı güvenlik döneminin artık geride kaldığı sözünde hala ısrar mı etmektedir?!

Toplantı, konferans başkanı Üstaz Fadi Abdullatif'in açılış konuşmasıyla başladı. Konuşmasında bu toplantının, daha önce yaz konferansında çözüm getirilen devletlerarası ve bölgesel siyasi meselelerdeki -ki bu hususta özel bir kitap yayınlanarak ilan edilmiştir- yeni gelişmeleri takip etmek amacıyla yapıldığını belirtti ardından konuşmacıları takdim etti. Zira Merkezi Medya Bürosu Müdürü Üstaz Osman Bahâş, önce Hizb-ut Tahrir'in Filistin meselesine ardından Afganistan meselesine ilişkin tutumunu içeren bir konuşma yaptı. Ardından Türkiye'den Merkezi Medya Bürosundan Üstaz Muhammed Hanifi, Irak meselesi hakkında bir konuşma yaptı. Ardından katılımcılar, Sudan'daki Medya Bürosundan Üstaz Osman İbrahim Ebu Halil'in, Güney Sudan'ın ayrılması meselesi hakkındaki konuşmasını dinledi. Bunu, Pakistan'ın Merkezi Medya Bürosundan Üstaz Nesim Gânî'nin, Pakistan'daki siyasi kriz hakkında "İngilizce" olarak yaptığı ve Arapçaya tercüme edilen konuşması takip etti. Ardından Lübnan'daki Medya Bürosu Başkanı Üstaz Ahmed el-Kasas, Lübnan meselesi ve gelişmeleri hakkında bir konuşma yaptı.

Ardından katılımcılar soruları alındı ve konuşmacılar bunları cevaplandırdı.

Aşağıda belirtilen adreslerden hizbin tutumlarının sorgulanmasından memnuniyet duyarız.


Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Basın Toplantısına Katılıma Davet

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Bürosu, 2010 yazında düzenlediği yıllık medya konferansının ardından sizleri, önümüzdeki basın toplantısına katılmaya davet etmekten mutluluk duyar. Zira bu basın toplantısında Müslümanların birçok meseleleriyle ilgili son gelişmeleri aşağıdaki başlıklar altında ele alacağız:

 

1- Bölgesel ve Devletlerarası Boyutuyla Lübnan Krizi: Lübnan, bir iç savaşa mı yoksa "İsrail'e" karşı bir savaşa mı gitmelidir?

2- Filistin Meselesi ve Müzakerelerin Akıbeti: Netanyahu, bir emrivakide mi bulunacak? Bu hususta Arap devletlerinin seçeneği nedir?

3- Irak Hükümeti ve Amerika'nın "Çekilmesi": Hükümetin oluşturulması, Amerika'nın Irak'taki işgalinin sona ermesinin bir başlangıcı mıdır?

4- Sudan'ın Güney Referandumu Yoluyla Parçalanması: Sudan'ın parçalanmasını engellemenin bir yolu var mıdır?

5- Amerika'nın Afganistan'ı İşgali ve Müzakere Çabaları: İran, Amerika'nın Afganistan işgalinin normalizasyonu için mi çalışmaktadır?

 

Medya Bürosu, medya sözcüleri yoluyla yukarıda belirtilen meselelerle ilgili yeni gelişmeler hakkındaki hizbin siyasi görüşünü açıklayacak. Ardından bu meselelere ilişkin tutumunu ve bunların çözüm keyfiyetini açıklayacaktır.

 

Tarih: 02 Aralık 2010 Perşembe günü sabah saat 11:30

Yer: Bristol Oteli / Beyrut

Not: Konferansı Lübnan dışından takip edenlere; Merkezi Medya Bürosu'nun konferansla ilgili gelişmeleri perşembe akşamı Medine-i Münevvera saatiyle tam olarak saat 10:00'da kendi internet siteleri üzerinden ve canlı yayın salonundan yayınlayacağını bildirmekten mutluluk duyarız.


Devamını oku...

Soru-Cevap

Soru: Portekiz'in başkenti Lizbon'da 19-20.11.2010 günleri arasında büyük devletlerin ve NATO ülkelerinin katıldığı bir zirve düzenlendi. Bu devletler, Afganistan, füze kalkanı ve Rusya ile ilişikler gibi önemli konuları içeren NATO'nun yeni stratejisi üzerinde anlaştıklarını ilan ettiler. Ayrıca NATO'nun yetkilerinin, kendi bölgesini aşarak tehdit olarak gördüğü dünyanın her yerine varıncaya kadar genişletilmesini onayladıklarını da ilan ettiler. Şimdi Amerika, Afganistan'dan çekilme hususunda gerçekten ciddi midir? Füze kalkanı konusuyla neyi amaçlamaktadır? NATO'nun yetkilerini neden genişletmeyi istemektedir? Rusya'nın tüm bunlara karşı tutumu nedir? Amerika, bu devletlere istediğini dayatabildi mi? Devletlerarası konumunu güçlendirebildi mi?

Cevap:

1- Gerek zirvenin sonuç bildirgesinden gerekse NATO'nun Afganistan stratejisi hakkındaki açıklamalardan görüldüğü üzere Amerika, Afganistan'da kalıcı bir şekilde kalmayı dayatmakta ve onu, NATO'nun hayati bir meselesi olarak görmektedir. Zira NATO Genel Sekreteri Rasmussen, şu açıklamada bulundu: "Başkan Hamid Karzai ile birlikte, muharebe misyonunun ötesine dayanan uzun vadeli ortaklık üzerinde anlaştık." Ve şöyle dedi: "Eğer Taliban veya bir başkası, bizim çıkmamızı bekliyorsa bunu unutabilirler. Görevimiz bitene kadar kalmaya devam edeceğiz." [BBC/20.11.2010] Sonuç bildirgesinde ise şöyle geçmiştir: "Afganistan'daki misyonun NATO'nun önceliklerinden olduğu vurgulanır." Keza Obama, Lizbon'da toplanan NATO ülkeleri liderlerinden, "Afganistan'daki daimi yükümlülüklerini tekrar vurgulamaları" talebinde bulundu [İspanyol El Pais Gazetesi/19.11.2010]. Yine 20.11.2010'da Alman haber ajansları, "Muhtemelen gelecek yılın Temmuz ayı itibarıyla Amerika'nın öncelikli işinin, en tehlikeli bölgelerdeki güvenliğin kontrolü için NATO'ya bağlı kuvvetleri 2014 yılına kadar tutmak ve bu tarih sonrasında destek rolü üstlenmesi şartıyla birlikte işlerin dizginlerini Afganlılara devredeceğini" belirttiler. Bu da Amerika'nın güvenli, yani mücahitlerin sert direnişinin olmadığı bölgelerden çekildiği görüntüsünü vermek istediğini göstermektedir. Böylece Devlet Başkanı Obama olarak, çekilme işleminin 2011 Temmuz ayında başlayacağına dair kendisine verdiği vaatlerini yerine getirdiğini göstermiş olacaktır. Böylece de -sanki Amerika, hedeflerini gerçekleştirmiş ve nihai olarak çekilmek üzereymiş gibi- Amerikan halkına ve tüm insanlara vaatlerini yerine getirdiğini göstermiş olacaktır. Ancak bu kuvvetlerin varlığı, 2014 yılına kadar en tehlikeli bölgelerde devam edecektir. Dolayısıyla bu, Afganistan'dan çekilme kararına bürünülürken işgalin bu tarih ve bu tarihten sonra da kalacağı anlamına gelmektedir. Zira Amerika, güvenlik veya stratejik veya ortaklık veya benzeri anlaşmalar adı altında varlığını kalıcı şekilde garantilemek gibi Afganistan'da da Irak'ta takip ettiği benzeri bir politikayı uygulamaya çalışmaktadır. Nitekim Amerika, bu zirvede Afganistan'da kendisine olan desteğini sürdürmesi için Avrupa'ya baskı yapmıştır. Zira bu savaşın kendilerine hiç getirisi olmayıp tüm getirilerinin Amerika için olması nedeniyle Avrupalıların çoğu, Amerika'nın yanında kalmak istememektedir. Aynı zamanda mali bir sıkıntının acısını çekmekteler ve halkları, bu savaşın sürmesinde bir fayda görmemektedirler.

2- NATO'nun Rusya ile olan ilişkisine gelince; 2008 Ağustos ayındaki Gürcistan krizinin akabinde ilişkilerin dondurulmasının ardından iki taraf arasındaki ilişkileri ele alan "Rusya Komisyonu-NATO" oturumu adı altında NATO ülkeleri ile Rusya arasında bir zirve düzenlendi. Bu zirvede NATO ülkeleri, Rusya'yı NATO için bir düşman olmaktan ve ona karşı herhangi bir tehlike oluşturmaktan çıkardıklarını duyurdular. Çünkü Rusya, ilk kez NATO'nun stratejik bir ortağı olduğunu duyurmak üzere olduğunu ifade etti. Zira Rusya Devlet Başkanı Medvedev, şu açıklamada bulundu: "Rusya ile NATO arasındaki soğukluk ve karşılıklı iddialarda bulunma dönemi artık sona erdi." Ve şöyle dedi: "Geleceğe olumlu bakıyor ve Rusya ile NATO arasındaki ilişkileri tüm yönlerde geliştirmeye çalışıyoruz." [Rusya el-Yevm/20.11.2010] Ancak Medvedev, Gürcistan meselesi gibi hala askıda olan anlaşmazlıkların bulunduğuna dikkat çekerek bu hususta şu değerlendirmede bulundu: "Bu mesele, bir engel olmamalıdır." Keza adını zikretmediği başka anlaşmazlıklara da dikkat çekerek şöyle dedi: "Bunlar, ilişkilerin kopmasına yol açmamalıdır." [Aynı Kaynak] Yine, "Rusya ile NATO ülkelerinin, Avrupa füze kalkanı meselesinin ele alınmasının sürdürülmesi üzerinde anlaştıklarını" ifade etti ve, "Bizzat NATO ülkelerinin de bu füze kalkanının açabileceği sonuçları düşünmediklerini... Buna rağmen bunun, bizzat bir devlete veya kendisi dışındaki devletler topluluğuna hizmet etmesinden ziyade kapsamlı olması gerektiğini" ekledi. Ve şöyle bir eklemede de bulundu: "Füze savunma sisteminin ortaya çıkması, nükleer güçler dengesini ortadan kaldırabilir. Bundan kaçınılmalıdır. Çünkü bu dengenin değişmesi, sonunda silahlanma yarışıına yol açacaktır." [Aynı Kaynak] Ayrıca bu haber kaynağı Medvedev'in, Moskova'nın NATO'ya detaylarını açıklamaksızın füze savunma sistemi (sektörü) adında bir sistemin inşa edilmesi teklifinde bulunduğunu da aktardı.

Rusya devlet başkanının açıklamalarından anlaşılan o ki; henüz Rusya ile NATO arasında füze savunma kalkanı ve ikili ortaklık konuları üzerinde nihai bir anlaşma gerçekleşmemiş ve Rusya hala bu hususta temkinlidir. Zira Rusya, bizzat NATO ülkelerinin füze kalkanının dikilmesinin sonuçlarını düşünmediğini ifade etmiştir. Dolayısıyla Rusya'nın, bunun doğuracağı sonuçları göremeyen Avrupa devletlerinin, tamamen Amerikan kontrolü altına gireceklerine ve bunun da kendisi açısından güvenlik kaygılarına dönüşecek küresel bir gerilime yol açacağına dikkat çektiği görülmektedir. Ayrıca Medvedev, silahlanma yarışı kaygısına da dikkat çekmektedir. Yani başta kendi ülkesi olmak üzere diğer ülkelerin, Amerika'nın ortaya çıkardığı yeni vakıaya karşı koymak, yani kendilerini diğer devletlere tasallut olacak Amerika'ya karşı savunmak ve korumak amacıyla silahlarını geliştirmek için çalışacaklarına da dikkat çekmektedir. Çünkü Amerika'nın kurduğu savunmalar, birer kale olup kendi politikalarına boyun bükmeleri için diğer çevreleri korkutmaya çalışacaktır.

Keza Obama da bu konuda Rusya ile nihai bir anlaşmanın yapılmadığını itiraf ederek şöyle dedi: "Amerika Birleşik Devletleri ile Rusya arasındaki ilişkilerin yeniden düzenlenmesi için büyük çaba sarfettik. Bu, her iki taraf arasında belirli sonuçlara yol açacak bir süreçtir. Şu anda bizler, NATO ile Rusya arasındaki ilişkileri yeniden düzenlemekteyiz." Ve şöyle ekledi: "Rusya'yı rakip olarak değil bir ortak olarak görüyoruz. Birçok alandaki işbirliğimizi derinleştirme üzerinde anlaştık. Bu alanların en önemlisi ise füze savunma alanındaki işbirliğidir." [Rusya el-Yevm/20.11.2010] Çünkü Rusya, istediklerini elde edemedi. Bu nedenle Rusya ile NATO, yani Amerika arasında füze kalkanı ve ortaklık meseleleri üzerinde nihai bir anlaşma olmadı ama Rusya, kendisi açısından önemli bir şey elde edinceye kadar müzakerelerin sürmesini istemektedir. Zira Rusya, anlaşmayı istemekte ve onu nihai olarak reddetmemektedir. Rusya'nın en önemli hedefi, süper bir devlet olarak kabul görmek için Sovyetler Birliği döneminde olduğu gibi dünyanın işlerini idare etmede Amerika'nın ortağı olmaktır. İster NATO'ya katılmak isterse bunun dışındaki bağlılık şekilleri olsun Amerika'ya bağlı kalmak istememektedir. Böylece Rusya, devletlerarası bağımsız bir politikaya sahip büyük bir devlet varlığı ile karakterize olmayı istemektedir. Zira Medevedev, şu açıklamada bulunmuştur: "Ya tam ortak olur, bilgi alışverişinde bulunur, bu ve diğer meselelerin çözümündeki görevimizi yaparız yada kesinlikle ortak olmayız. Rusya, sadece NATO'ya ilhak edilmiş bir devlet olmayı asla kabul etmeyecektir. Kesin olarak ortak olmadığımızda ise anlaşılabilir nedenlerden dolayı kendimizi savunmak zorunda kalacağız." [AFP/21.11.2010] Nitekim Medvedev, "Rusya'nın NATO'ya katılma olasılığını düşünmediğini ancak NATO'nun değişmesi ve ikili ilişkilerde daha fazla şeffaflığın olması halinde taraflar arasında güçlü bir yakınlaşma fırsatının olabileceğini" belirterek, "Rusya'nın, kargoların toprakları üzerinden Afganistan'a nakledilmesini onayladığını" ilan etti. [Rusya el-Yevm/20.11.2010]

Böylece Rusya, NATO'nun ekipmanlarını Rus toprakları üzerinden Afganistan'a nakletmesi için NATO ülkeleri ile işbirliği yapmayı onaylamış oldu. Bu ise Rusya'nın, Amerika'dan hiçbir şey elde edemediği bir sırada ondan bazı kazanımlar elde etme uğrunda ona vermiş olduğu bedava bir hizmettir. Her ne kadar Rusya, NATO'nun mücahitler karşısında hezimete uğraması halinde Afganistan'daki durumun kendisini tehdit edebileceğini düşünmüş olsa da Amerika'nın orada zafer kazanması, nüfuzunu yani Rusya'nın Orta Asya bölgesindeki nüfuzunu tehdit edecektir. Dolayısıyla Rusya, bunun hesabını yapmalı ve Sovyetler Birliği dönemindeki Afganistan hezimetinin Amerika'nın bu bölgeye ulaşmasını sağladığını hatırlamalıdır. Böylece görüldüğü üzere Amerika, Rusya'ya boş vaatler dışında hiçbir şey vermeden ondan her şeyi almayı amaçlamaktadır. Yani Amerika, Rusya'yı dünyadaki meselelerin çözümüne ortak etmeyi istememektedir. Bilakis onu, tamamen doğrudan kendisiyle değil NATO ile ortaklık adı altında kendisine hizmetle ilgili misyonlara ortak etmek istemektedir. Dolayısıyla Rusya, müzakerelere hazır olması ve tam ortak olmayı istemesi nedeniyle oltadaki yemin etrafında gezeleyip dursa da henüz tamamen ağın tuzağına düşmüş değildir!

3. Füze kalkanı sistemine gelince; Amerika'nın Avrupa üzerinde tam bir hegemonya kurmasına yönelik bir sistemdir. Zira bu sistem sayesinde Amerika, sıkıca kavramak, Amerika ile rekabet eden bağımsız küresel bir güç olmasını engellemek, kendi askeri gücünü geliştirmesini ihmal etmesini dahası nükleer cephaneliklerini ihmal etmesini sağlamak amacıyla Avrupa'yı himayesi altına alacak ve Avrupa için sürekli olarak güvenlik kaygıları oluşturacaktır. Ta ki nükleer tesislerini dondurup gelişimi ve modernizasyonu için çalışmadığında onun bir kıymeti kalmasın. Bu ise Fransa'nın korktuğu bir şey olup bundan kaçınmaya çalışmaktadır. Zira bu ayın başında, yani 02.11.2010'da -İngiltere ile Fransa arasında- yapılan zirvede Fransa, kendisi ile İngiltere arasında nükleer cephaneliklerinin modernizasyonuna ve nükleer teknolojilerinin geliştirilmesine dönük bir anlaşma yapmıştır. Aynı şekilde taraflar, Amerika'dan bağımsız karar almak ve hegemonyasından uzak bir şekilde kendi çıkarlarına hizmet edecek çalışmalarda bulunmak amacıyla kendi kuvvetlerinden oluşan bir ortak askeri müdahale gücünün inşa edilmesi üzerinde de anlaştılar. Ancak Lizbon zirvesinin bu hususta sonuç vermemesi ve İngiltere'nin Amerika'nın ortaya attığı füze kalkanına karşı çıkmaması İngiltere ve Fransa'nın konumunun zayıflığını ve Amerikan hakimiyetinin ortaya çıktığı bu zirvede herhangi bir şey elde etmekten ümitsiz olduklarını göstermektedir.

Füze kalkanı planı, şeklen savunma amaçlı olmasına rağmen içerikmen terörizmle, haydut devletlerle, kitle imha silahlarıyla, nükleer silah tehdidiyle ve balistik füzelerle mücadeleyi hedefleyen saldırı amaçlı bir plandır. Yani Amerika, NATO adı altında bu asrın başından beri özellikle de 11 Eylül 2001 olaylarından sonra takip ettiği politikayı teyit etmiştir. İlk başta Fransa ve Almanya tabiatıyla Rusya da dahil bazı devletler buna karşı çıkmasına rağmen Lizbon zirvesi, Fransa ile Almanya'nın tutumunu frenlemiş ve Rusya'nın tutumunu zayıflatmıştır. Bu da Amerika için bir başarı ve düşmancıl politikasını sürdürmede ona yetki verilmesi sayılır. Zira Amerika'nın Bush dönemindeki politikası, diğerlerinin onayını almamaya dayanırken Obama dönemindeki mevcut politikası ise selefinin dönemindeki politikanın bir devamı niteliğinde olmasına rağmen diğerlerinin onayının alınmasına göre hareket etmektedir.

4. NATO'nun yetkilerinin ve alanının genişletilmesini öngören yeni plan ve stratejiye gelince; Sovyetler Birliği, komünizm ve Varşova Paktı'nın yıkılmasıyla birlikte kuruluş gerekçesinin ortadan kalkmasından sonra kaldırılması gereken NATO'nun varlığını sürdürmeyi devam ettirmek içindir. Zira bu yeni plan, yeni düşmanlar oluşturmak ve NATO ülkelerini tehdit eden eylemler türetmekle NATO'nun varlığını devam ettirecektir. Zirvede, NATO'nun ne sözde düşmanı ne de füze kalkanının maksadının tam olarak açıklanmamasına rağmen füze kalkanının Türkiye'ye yerleştirilmesinin ele alınması hedefin, güç nedenlerine sahip olmasını veya Hilafetin kurulmasını engellemek amacıyla İslam bölgesi olduğunu göstermektedir. Aynı şekilde sömürgeci kafirlerin İslam'a ve Müslümanlara karşı beslediği kinin boyutunu ortaya koyduğu gibi Türkiye füze kalkanının istasyonu olduğunda Türkiye yöneticilerinin işlediği cürümün boyutunu da ortaya koymaktadır!

5. Velhasıl: Amerika, bu zirvede hegemonyasını NATO ülkelerine özellikle de Batı Avrupa'ya dayatmayı ve iradesini dikte etmeyi başarmıştır. Böylece onu himayesi altına aldı, kendisinden bağımsızlaşmasını ve kendisine ait bağımsız bir kuvvet oluşturmasını engelledi. Keza Rusya'nın da planlarına olan tepkisini hafifletti. Dolayısıyla hiçbir büyük devlet onun karşısında duramamakta, onu rahatsız edememekte veya ona karşı dümen çevirememekte veya kartları yeniden karamamaktadır. Dolayısıyla da Amerika, bu zirve sayesinde mali krizin ve Irak ile Afganistan'da işlerinin kötüye gitmesinin ardından sarsılan devletlerarası konumunu güçlendirmiştir. Ayrıca NATO'nun yetkilerinin genişletilmesi ve füze kalkanının Türkiye'ye yerleştirilmesinin ele alınması bu zirvenin İslam ve Müslümanlar açısından ne kadar tehlike arz ettiğini ifşa etmektedir. Dolayısıyla Müslümanlara düşen, bu tehlikeyi fark etmeleri ve sömürgeci kafilerin tuzağını boşa çıkarıp tedbirlerini yok oluşlarına dönüştürecek olan Hilafeti kurmak için ciddi bir şekilde çalışarak önünü kesmeleridir. Allah, kendisine yardım edene kesinlikle yardım edecektir. Şüphesiz Allah, Kavî ve Azîzdir.

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER