Cuma, 23 Cumade’l Ûlâ 1447 | 2025/11/14
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

Müslümanlar Anayasa Referandumunun Muhatabı Olmamalıdır

  • Kategori Türkiye
  •   |  

12 Eylül darbecilerinin hazırlattığı 1982 Anayasası üzerinde birtakım değişiklikler içeren Anayasa Paketi, Anayasa Mahkemesi'nin kararı akabinde 12 Eylül 2010 günü referanduma götürülüyor. Hayatın her alanında Allah'ın razı olduğu şekilde yani İslâmî hükme uygun hareket etmek her Müslüman için kaçınılmaz bir vazife olduğundan, Allah'tan hakkıyla korkan, Ahiret Günü'nün hesabından çekinen takvalı Müslümanların bu meseleye karşı takınması gereken tutumun açıklanması elzemdir.

Meselenin esasına değinmeden önce, mahiyetine bakmak gerekirse görülür ki bu paket, içerik itibariyle Müslümanlar açısından hiçbir fayda ve hiçbir değer taşımamaktadır. Zira paketin içeriğindeki maddelerin Müslümanların hayatında değiştirdiği somut bir İslâmî kazanım söz konusu değildir. Kişisel verilerin korunması, belli halk kesimlerine pozitif ayrımcılık, yurtdışına çıkış yasağı, ailenin korunması ve çocuk hakları, emekliler ve memurlar için toplu iş sözleşmesi hakkı, bilgi edinme ve kamu denetçiliği kurumu oluşturulması, Yüksek Askeri Şura kararlarına ve disiplin kararlarına yargı yolunun açılması, kuvvet komutanlarının yargılanma şekli, askeri yargının görev kapsamı, adalet hizmetlerinin denetimi, siyasi partilerin kapatılmasına ilişkin düzenlemeler, Ekonomik ve Sosyal Konsey kurulması, Anayasa Mahkemesi ve Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK)'nın yapısı ve işleyişine dair düzenlemeler, 12 Eylül darbecilerinin yargılanmasının önünü açmak üzere anayasanın geçici 15. maddesinin kaldırılması vs... Bütün bunlar, iddia edildiği gibi ilgili alanlarda köklü değişikliklerden ziyade sözde nispî bir iyileştirme niteliğindedir. Zaten 1982 Anayasası üzerinde daha önce 16 kez değişiklik yapılmış, 177 maddesinden 85'i değiştirilmişti ve şimdi de 25 madde daha değiştirilmek isteniyor. Bu da gerçekten bir gereklilik sonucu değil, bir mecburiyet ve uzlaşma sonucu ortaya çıkmaktadır. Çünkü hükümetin arzusu yeni ve kapsamlı bir sivil anayasa çıkarmaktı ama Anayasa Mahkemesi'nin başörtüsü kararından sonra bu fırsat kaçırılınca referandumlar yoluyla anayasal değişiklikler yapılma mecburiyeti doğdu. Bu mecburiyet, ülkenin siyaset sahnesinde birbirleriyle çatışan kesimler arasında bir uzlaşma yapılmasını kaçınılmaz kıldı ki bu da Anayasa Mahkemesi'nin kararıyla sağlandı. Paketin Meclis'te oylanması sürecinde yapılan açıklamalardan, paketin içeriği konusunda mevcut siyasi partiler arasında görüş birliği olduğu, ancak Anayasa Mahkemesi ve HSYK hakkındaki iki madde hakkında anlaşmazlık olduğu açıkça anlaşılıyordu. Dönemin CHP lideri Deniz Baykal, bu iki madde haricinde paketi destekleyeceklerini bile söylemişti. İşte bu rötuş Anayasa Mahkemesi'nce yapıldı ve sonuçta HSYK'da hükümet lehine, Anayasa Mahkemesi'nde ise hükümet aleyhine bir düzenlemeye gidilerek bu yeni versiyonla paketin referanduma götürülmesinin önü açıldı.

Referandum ekseninde şekillenen "Evetçi", "Hayırcı" ve "Boykotçu" kesimlere gelince; paketin içeriği konusunda kamuoyu nezdinde net bir tasavvur olmadığı ve pasif halk yığınlarının sloganlarla ayartılması gerektiği için, bu kamplaşmalar bilinçli ve fikrî değil, duygusal, slogancı ve liderlerin şahısları ekseninde oluşmuştur. Bu da miting meydanlarında, halka hitaplarda, gazete köşelerinde ve televizyon ekranlarında son derece çirkin görüntüler oluşmasına, hakarete varan aşağılayıcı sözler sarf edilmesine yol açmıştır. Mesele bir nevi darbecilik yanlısı-karşıtı, demokrasi yanlısı-karşıtı havasına sokulmuştur. CHP'nin tavrı kendi içinde tutarsız ve çelişkilidir, çünkü başta karşı çıkmadığı bir pakete şimdi hayır demenin gerekçelerini bulmakta zorlanmaktadır. Yine hayır diyen MHP'nin tavrı da hayatta kalma mücadelesi ile kendi varlığını ispatlama ikilemi arasında debelenen düşük bir tavırdır. Bu ikisi hükümet karşıtlığı ve gelecek dönem iktidara ulaşma hesapları içerisinde bu tür tavırlar sergilemektedir. Keza BDP de bir yandan paketin içeriğini genel olarak kabul ederken öte yandan bazı taleplerinin karşılanmamasına öfkelenip boykot kararı alarak çıkmaza düşmüştür. Fakat şu var ki her üç parti de esasında hükümet ile bu paket hususunda görüş birliği içindedir, ancak her birinin özel durumu ve mecburiyetleri onları bu tür tavırlara itmektedir. O nedenle oluşan bloklar "Evet ama Yetmez", "Hayır ama Fena Değil" ve "Boykot ama Fark etmez" karakterindedir ve aralarında ciddi bir fark yoktur. Dolayısıyla Başbakan Erdoğan'ın "taraf olmayan bertaraf olur" sözü, sistem-içi siyasi örgütlenmelerden ziyade bilhassa sisteme kökünden karşı çıkan Müslümanları hedef almaktadır.

Sonuçta bu paket hiçbir köklü değişiklik içermemekte, İngiliz-tipi statükoya son vermemekte, hatta statükocu ve revizyonist odakların uzlaşması sonucudur ve abartıldığı kadar 13 Eylül sabahı yeni bir Türkiye doğmayacaktır. Aksine çatırdamakta olan bir anayasanın suni yapıştırıcılarla onarılma çabası ile birlikte siyasi partiler ve çevrelerindeki kesimler kendilerini önümüzdeki yılki seçimlere hazırlamaktadır.

Ey Müslümanlar!

Bu devlet sizin devletiniz değildir, bu sistem sizin sisteminizdir değildir, bu anayasa sizin anayasanız değildir, bu paket de sizin paketiniz değildir. Çünkü bu devlet, Osmanlı İslam Hilâfeti'ni yıkarak kurulmuş kukla bir devlettir, bu sistem İslâm sistemlerinin yerine getirilmiş bir küfür sistemidir ve bu anayasa Allah'ın Kitâbı ve Rasulü [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in Sünneti'nden alınmış İslâmî bir anayasa değil, sömürgeci Batılı kafir devletlerden ithal edilmiş bir sömürge anayasasıdır. Şu halde böyle bir devletin, böyle bir sistemin, böyle bir anayasanın böyle bir paketi, esastan ve detaydan bâtıldır ve Müslümanlar ile hiçbir ilgisi yoktur. Velev ki içerisinde Müslümanların hoşuna gidebilecek, sıkıntılarını giderebilecek, onları rahatlatabilecek düzenlemeler olsa dahi -ki yok- kâfir bir devletin küfür sisteminin sömürge anayasasına ilişkin herhangi bir pakete karşı Müslümanların tavrı, onu reddetme ve hiçe sayma tavrıdır. Zîra Allah [Subhânehu ve Te'alâ] şöyle buyurmaktadır:

وَالَّذِينَ اجْتَنَبُوا الطَّاغُوتَ أَن يَعْبُدُوهَا وَأَنَابُوا إِلَى اللَّهِ لَهُمُ الْبُشْرَى فَبَشِّرْ عِبَادِ  "Tâğut'a kulluk etmekten kaçınıp, Allah'a yönelenlere müjde vardır. Kullarımı müjdele." [ez-Zumer 17]

Müslümanların sorunlarının çözümü; mevcut küfür sistemlerinde değil, inkılâbî-ideolojik bir köklü değişim yoluyla İslâm'ın bir bütün olarak hayata hakim kılınarak İslâmî hayatın yeniden başlatılmasındadır. On yıllardır yaşanan acı tecrübeler, başa gelen musibetler ve son dönemde ümmetin evlatları arasındaki canlılık sonucu, mevcut sistemlerin Müslümanlar için belanın kaynağı olduğu, küresel sömürgeci kâfirlerin maşası olduğu -ki bu anayasa paketinin ardında Amerika ve Avrupa Birliği vardır- ve bunlardan en kısa zamanda kurtulmak gerektiği artık inkâr edilmez bir hakikat halini almıştır.

Ey Müslümanlar!

Hizb-ut Tahrir / Türkiye Vilayeti sizleri, 12 Eylül sabahı sandık başına gitmemeye, bu referanduma karşı ret ve yok sayma tavrı sergilemeye, sadece bu referandumu ve anayasa paketini değil, bir bütün olarak mevcut yönetim sistemini kökünden reddetmeye, Râşidî Hilâfet Devleti'ni kurarak İslâmî hayatı yeniden başlatmak için kendisiyle birlikte çalışmaya ve hiçbir kınayıcının kınamasına aldırış etmeksizin Allah Subhânehu'yu razı edecek onurlu duruşlar sergilemeye ve sokak sokak, meydan meydan, şehir şehir dolaşıp sizleri aldatmaya çalışan bezirganlara uymamaya çağırıyor. Yine de icâbet etmeyecek misiniz?

أَلَمْ تَرَ أَنَّهُمْ فِي كُلِّ وَادٍ يَهِيمُونَ، وَأَنَّهُمْ يَقُولُونَ مَا لاَ يَفْعَلُونَ، إِلاَّ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ وَذَكَرُوا اللَّهَ كَثِيراً وَانتَصَرُوا مِن بَعْدِ مَا ظُلِمُوا وَسَيَعْلَمُ الَّذِينَ ظَلَمُوا أَيَّ مُنقَلَبٍ يَنقَلِبُونَ  Görmüyor musun, onlar her vâdide şaşkın şaşkın dolaşırlar ve yapamayacakları şeyleri söylerler. Ancak îman edip sâlih amel işleyenler, Allah'ı çokça zikredip zulme uğratıldıktan sonra zafere ulaşmaya çalışanlar başkadır! Zaten zulmedenler, nasıl bir yıkılış ile yıkıldıklarını çok yakında bileceklerdir. [eş-Şu'arâ 224-227]

 

Devamını oku...

Genel Bir Hitap: Parlamenter Seçimlere Katılmayın

  • Kategori Afganistan
  •   |  

Parlamentonun tarihi, Afganistan ve tüm İslam âlemindeki birçok Müslümanın nezdinde pek açık değildir. Dolayısıyla açığa çıkarılması gereken öncelikli efsane, parlamento fikrinin modern ve tamamen yeni bir şey olup İsa Aleyhi's Selam'ın Havarileri veya Muhammed Aleyhi's Salatu ve's Selam'ın ashabı zamanında bilinmeyen bir şey olduğunu söyleyen görüşün bozuk olduğudur. Çünkü eski Yunanlılarda "genel kurullar" ve "beş yüz komiteleri" bulunurken Romalılarda "Senatus" [yaşlılar kurulu] ve Araplarda ise "Dâr-ı Nedve'leri" bulunmaktaydı. Dolayısıyla Yunanlılardaki genel kurul ile Romalılardaki senatus, İsa Aleyhi's Selam'ın gönderilmesinin 500 yıl öncesinde kurulduklarından beri istişare vazifesi görmekteydi. Dolayısıyla da bu kurumlar, ne Nebi İsa Aleyhi's Selam'ın ashabına ne de bizim nebimiz Muhammed Aleyhi's Salatu ve's Selam'ın ashabına yabancıdır.

İkinci husus ise bu kurumların yeni olduğunun ve bunların bu modern çağda bir zorunluluk haline geldiğinin propagandasının yapılmasıdır. Bunun içindir ki şöyle söylemekteler: "Nebi [SallAllahu Aleyhi ve Sellem], şayet bunları bilmiş olsaydı kesinlikle reddetmezdi." Parlamento gibi bir kurum fikrinin ömrü en az 2500 yıllıktır. Yani İslam ve Nasraniliğin her ikisinden de daha eskidir. İşte bu hakikat, İslam düşmanı kapitalizmin savunucuları tarafından görmezden gelinmektedir. Ayrıca İslam'ın, yönetim konseyi veya yasama keyfiyeti veya yönetim meselesine karışmadığı iddiası cehaletten veya taraflı propagandadan kaynaklanan aptalca bir iddiadır. Bu iddianın propagandası; son yüzyılda sadece Batı tarafından yapılmamakta, sadece onların ajan yöneticileri tarafından yayılmamakta ve sadece Batılı aydınlar olarak adlandırdıkları kimseler tarafından savunulmamaktadır. Bilakis şu anda bazı saltanat alimleri tarafından doğrulanır ve etüt edilir bir hale gelmiştir!

Otuz yıl önce bazı alimler, İslam'ı sosyalizme benzeyen bir din gibi sunmak için büyük çaba harcadılar. Bu günümüzde de tüm içeriği ile kapitalist demokrasi kılıfının olduğu başka bir slogan altında aynı şeyi yapmaktalar ve kapitalist fikirleri benimsemeksizin ilerlemenin imkansız olduğunu iddia etmekteler.

وَلاَ تَلْبِسُواْ الْحَقَّ بِالْبَاطِلِ وَتَكْتُمُواْ الْحَقَّ وَأَنتُمْ تَعْلَمُونَ "Hakkı batıla karıştırmayın ve bile bile de hakkı gizlemeyin." [el-Bakara 42]

Bu modernitenin alınmasını Müslümanlara meşru gösteren hüccetleri kaybetmiş olan insanlardan birçoğu sürekli parlamento ile İslami şurayı mukayese etmektedirler. Ayrıca "Loya Jirga" diye adlandırılan -ki bu, Afganistan'daki bir olgudur- şey ile İslami şura arasında sahih olmayan başka bir mukayese daha vardır. Bu Loya Jirga, bazı tarihçilerin söylediklerine göre kral Kanişka dönemine dayanmaktadır. O halde bunun İslami olması nasıl mümkün olabilir? Zira her ikisinde de İslami şuraya benzeyen hiçbir şey yoktur.

Mesela; Müslümanlar ile Nasraniler salah kılıyorlar ve bunların kilise ve mescit gibi ibadethaneleri bulunmaktadır. Bir kişi tutar da bundan Nasranilerin de Müslümanlar gibi olduğu çıkarımını yaparsa kesinlikle hata etmiş olur.

İslam'da ve Budizm'de züht ve dünya zevklerinden uzak yaşamak vardır. Tutar da bundan bizim evlenmemiz caiz değil ve ruhban olarak kalmamız gerekir sözüne ulaşırız çıkarımını yaparsak sünnete muhalefet etmiş oluruz. Dolayısıyla mescit ve evlilikle ilgili şeylerde bu gibi mukayese ve kıyası yapamıyoruz da neden bunu siyasi meselelerde yapıyoruz? Parlamento ve şuranın her ikisinin de istişare görevi yapıyor olması her ikisinin de aynı olduğu anlamına gelmez.

Parlamentonun sadece istişare görevi yoktur. Bilakis yasama görevi de vardır. Yasama ise kitap, sünnet, icmâ ve kıyastan uzak olup İslami değildir dahası o küfürdür. Parlamento, şeriatın getirmiş olduğu sonucun aynısına başka bir bakış açısı ve İslami içtihat metodundan başka bir metotla varmış olsa bile İslam'ın dışında başka bir şeyden istinbat edilen her kanun böyledir. Mesela parlamento, oy çokluğu ile zinanın haram olduğu sonucuna varmış olsa bu İslami olarak addedilmez. Çünkü bu, İslami naslardan fışkırmamıştır. Dahası bu, bir küfür hükümdür.

أَفَغَيْرَ اللَّهِ أَبْتَغِي حَكَمًا وَهُوَ الَّذِي أَنزَلَ إِلَيْكُمْ الْكِتَابَ مُفَصَّلًا وَالَّذِينَ آتَيْنَاهُمْ الْكِتَابَ يَعْلَمُونَ أَنَّهُ مُنَزَّلٌ مِنْ رَبِّكَ بِالْحَقِّ فَلَا تَكُونَنَّ مِنْ الْمُمْتَرِينَ "Allah'tan başka bir hüküm veren mi arayayım? Size kitabı açıklanmış (tafsilatlı) olarak indiren O'dur. Kendilerine kitap verdiğimiz kimseler onun (kitabın) senin rabbinden hak ile indirildiğini biliyorlar. O halde sakın kuşku duyanlardan olma!" [Enam 114]

Ey Afganistan halkı!

Bu insanların İslami yönetime iltifat etmediklerini görmek hiç de zor değildir. Zira yöneticilerin ve parlamento üyelerinin birçoğu fesada, zulme ve ihtilasa [zimmete para geçirme] bulaşmışlardır. Nitekim geçmişte Afganlı Müslümanlardan birçoğunu pişmanlık duymaksızın öldürdüler. Bu amellerin hepsi haramdır ve sizler onların bu haram girdabında boğulduklarını bilmektesiniz. Zira bu insanların, yasama meselelerinde İslam hükümlerine muhalefet edilmesi ile herhangi bir sorunları yoktur.

Bizler sıradan insanların defalarca şayet parlamentoda yasa yapmak haramsa neden liderler orada oturmaktadır dediklerini işitiyoruz? Bu sorunun cevabını bulmaları için aşağıdaki sorulara cevap vermeleri gerekir:

Bu insanlar, aldıkları rüşvetten, yaptıkları ihtilas amellerinden ve sıradan insanlara zulmetmelerinden dolayı hiç üzülüyorlar mı? Yabancıların çaldıkları uranyumu veya düğünlerde işgalci kuvvetlerin eliyle masumların katledilmesini hiç önemsiyorlar mı? O halde neden parlamentodaki yasamanın helal veya haram olmasını önemsesinler ki? Sanki her şey kendi mallarıymış gibi büyük saraylarda oturduklarını ve lüks arabalarla sokaklarda dolaştıklarını görmüyor musunuz? Onlara bu şekilde tasarrufta bulunma hakkını kim veriyor? Aileleri, yoksul çiftçilerden veya yerel mescit imamlarından veya yerel kabile liderlerinden oluşurken onlara bu lüks içinde olma hakkını kim veriyor? Bu refaha nasıl ulaştılar? Bu meselelerde neden İslam'a göre davranmıyorlar?

Onlardan birçoğu orada, İslam'ı savunmak yada sizleri temsil etmek için değil güçlerini, konumlarını ve lüks arabalarını korumak için parlamentodaki sandalyeleriyle ilgilenmekteler.

Sizlere parlamenter seçimlere katılmamakla ilgili halis bir nasihatte bulunmak istiyoruz. Nebi [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in, mümin bir delikten iki defa geçmez hadisini işitmediniz mi? İslam'dan başkasıyla yasa yapılmasına meşruluk mu vermek istiyorsunuz? Faizin haram kılınması sorumluluğunu mu yüklenmek istiyorsunuz? Bunun yanı sıra bu seçimlerden sekiz yıl içerisinde fakirlik, fesat ve zulümden başka ne elde ettiniz?

Bu trajik konumdan kurtulmanın tek metodu, Allah'a itaat etmek, Hilafeti kurmak ve kapitalist demokrasi nizamı gibi kapitalizm mefhumlarının her tür çeşidine güven duymamanızdır ve orada bundan başka bir yol da yoktur. Şayet nasihatimizi dinlemekten yüz çevirirseniz Pakistan ve Irak'a bakınız. Zira her iki ülkenin yöneticileri de Batının dostudurlar. Batının Pakistan ve Irak'ta neler yaptığı da gözünüzün önündedir!

O halde Allah'tan ittika edin, Hilafeti ikame etme görevinizi yerine getirin ve bunun gerçekleşmesi için de Hizb-ut Tahrir'e yardım edin.

 

وَمَا عَلَيْنَا إِلاَّ الْبَلاَغُ الْمُبِينُ "Bize düşen ancak apaçık bir tebliğdir." [Yasin 17]

 

Devamını oku...

Obama, Aldatıcı Çekilmenin Ardından Irak'taki Amerikan Nüfuzunu Derinleştiriyor! "Elli" Bin Askerin ve On Binlerce Paralı Askerin Kalması: Eğitim mi Yoksa Yıkım Amaçlı mıdır?

  • Kategori Hizb
  •   |  

Amerikan Başkanı Obama, bugün sabah, yani 01.09.2010'da bir konuşma yaptı. Konuşmasında geçen en dikkat çekici şey ise Irak hakkında: "Amerikan ordusunun Irak'taki muharip görevinin sona erdiğini, geriye kalan kuvvetlerin görevinin Irak'a yardım etmek, terörle mücadele operasyonlarında destek vermek, askerlerinin Iraklılara güzel bir gelecek sağlamak için Amerikan değerlerinin dürtüsü sayesinde Irak'ta büyük bir bedel ödediğini ilan etmesi ve şu sözüdür: "Ancak Irak'a karşı sorumluluğumuz devam etmektedir... Şirketlerimiz uzun vadede Irak'la birliktedir!"

Bunun öncesinde ise 28.08.2010'da yaptığı haftalık konuşmasında, "Seçim kampanyası sırasında söz verdiği şeyi yerine getirdiğini" ilan etmiş ardından da "Geriye kalan -50 bin- Amerikan kuvvetinin Irak kuvvetlerine, eğitimine destek vermeyi sürdüreceğini, terörle mücadele operasyonlarında ona ortak olacağını ayrıca Amerikan sivil ve askeri çabalarına koruma sağlayacağını" ifade etmişti.

Sözlerinin Çoğunun Doğru Olmadığını Herkesten Önce Obama'nın Kendisi Bilmektedir:

Muharip Görevin Sona Ermesine Gelince; Peki Bu Nasıl Olacak? Irak'ta geriye kalan asker sayısı sadece elli bin değildir. Bilakis bu askerleri destekleyecek "106" bin paralı askerin yanı sıra Amerikan Dışişleri Bakanlığının sayılarının ikiye katlanarak "7.000'e" çıkarılacağını açıkladığı mücrim güvenlik şirketleri de vardır. Ayrıca kötü hatıratlı Blackwater şirketi de Irak'a geri dönecek ama "Xe Service" adında başka bir isimle! Peki şimdi bu binlerce kuvvet; destek, tavsiye ve eğitim amaçlı mıdır yoksa Amerikan nüfuzunu derinleştirme ve yıkım amaçlı mıdır?! Bilhassa 19.08.2010 perşembe sabahı başlayan askeri birliklerin sonuncusunun çekildiğinin açıklanmasından yaklaşık elli bin askerin kaldığı bugüne kadarki süreçte askeri ve diplomatik yetkililerin yaptığı açıklamalar bu aldatmacayı ifşa etmektedir. Mesela Pentagon Sözcüsü Geoff Morrell şöyle demiştir: "Bildiğim kadarıyla henüz kimse savaşın sona erdiğini deklare etmedi... Terörizmle mücadele geride kalan kuvvetlerin görevinin bir parçası olarak devem edecektir... Bu nedenle bu ay çıktıktan sonra bile savaş pozisyonları ile karşılaşılması mümkündür." Amerikan Ordu Sözcüsü Yarbay Eric Bloom ise şu açıklamada bulunmuştur: "Son muharip birliklerinin Irak'tan Kuveyt'e geçmesi artık Irak'ta muharip kuvvetlerinin kalmadığı anlamına gelmemektedir." Hatta Irak'taki Amerikan Kuvvetleri Komutanı General Reymond Odierno, Birleşik Devletleri'nin önümüzdeki sene sonunda kararlaştırılan çekilme takviminden sonra bile Irak'taki askeri varlığını sürdüreceğini muhtemel görmektedir. Aynı şekilde ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Philip Crowley çekilmeyi, "Tarihi bir an olarak" niteleyerek "Amerika'nın Irak'taki yükümlülüğünün kararlı ve uzun süreli" olduğunu ifade etmiştir. Yine Amerikan'ın Bağdat'taki yeni büyükelçisi James Ceffrey, "Amerika'nın çekilmesinin güvenlik anlaşmasının uygulanması olup bu çekilmeden sonraki arzumuz iki ülke arasındaki uzun vadeli ilişkiler" olduğunu teyit etmiştir.

İşte tüm bu açıklamalar, bu çekilmenin bir aldatmaca olduğunu göstermektedir. Zira Obama'nın yaptığı tek şey şudur ki daha çekici ve daha öldürücü olmak için derisini değiştiren yılan gibi sağ cebindeki kuvvetleri çıkarmış sol cebindeki diğer kuvvetleri koymuştur! Amerika'yı derisini değiştirmeye iten faktör ise Irak'taki rejimi hezimete uğratmakla Irak'ı hezimete uğratacağı beklentisi içerisine girerek hesabında hata etmiş olmasıdır. Zira Amerika'nın tanklarla getirdiği ve işgali sırasında türettiği dünyalarını hatta başkalarının dünyalarını ahiretleri karşılığında satan kimseler dışında Sünnisi ve Şiisiyle Müslümanların güçlü bir şekilde karşısına dikilmesi sürpriziyle karşılaşmış... Böylece öldürülen askerlerinin sayısı artarak kendi itiraflarına göre 5 bine yaklaşmıştır. Kendilerinin itiraf etmediği veya trafik kazasına yada dost ateşine bağladıkları ölüm vakıaları ise cabasıdır... Böylece isimlerle oynayıp muharip görevi ismini destek, tavsiye ve eğitim görevi şeklinde değiştirerek Irak halkını aldatacağını, onların da Amerika'ya kendi çıkarlarını ve kendilerine yardım etmeyi önemseyen bir devlet nazarıyla bakacağını böylelikle Amerika'nın Irak'taki nüfuzunun güvenliğe kavuşacağı ve askerlerinin öldürülmesinin azalacağı böylelikle de Obama, özellikle bu senenin sonundaki yarıyıl seçimleri yaklaşmışken Amerika'da bir kamuoyu elde edeceği zehabına kapılmıştır!

Obama'nın Askerlerinin Amerikan Değerlerinin Dürtüsü Sayesinde Irak'a Güzel Bir Gelecek Sağlamak İçin Büyük Bir Bedel Ödemesine Gelince; Irak'ın işgal sonrasındaki vakıası, Obama'nın bu sözünün ne kadar komik olduğunu göstermektedir! Çünkü Amerika, 20.03.2003'te Irak'ı işgal etmesinden bu yana geçen yedi buçuk yıl boyunca işlemedik tek bir vahşi cürüm eylemi bırakmamıştır. Zira Irak'ı fesat ve ifsada boğmuş, fırkacılık ve mezhepçilik fitilini tutuşturmuştur. Amerika'nın kuyrukları ise bir gün Sünnilerin mescidini diğer gün Şiilerin mescidini ertesi gün şunların halk pazarını başka bir gün bunların pazarını bombalayarak bu patlamanın sorumluluğunu şu tarafa şu patlamanın sorumluluğunu bu tarafa yüklemiştir. Böylece durumlar patlama noktasına gelmiş, bir vücudun uzuvları parçalanmış, çoğu kişi evini terk etmiş, komşu komşuya hasım kesilmiş, tek bir mahalle birçok mahallelere bölünmüş ve tecrit duvarları çekilmiştir... Bunun yanı sıra vahşi hayvanların bile işlemekten haya ettiği vahşi eylemlerle dolu hapishaneler inşa etmiştir. Zira insanların tutuklanması ve bu hapishanelerde onlara işkence edilmesi hatta kanlı yöntemlerle öldürülmesi birer Amerikan değerlerinin ifrazatıdır!! Aynı şekilde Irak, dikkate değer askeri bir güce sahipti. Bunun üzerine Amerika, Irak ordusunu dağıtarak onun yerine kırılgan bir güvenliğin oluşmasına yardımcı olacak çok yönlü ve bağlılığı olan milisleri koymuştur. Böylece Irak, ister doğrudan olsun isterse bölgedeki Amerikan nüfuzuna tabi devletlerin vasıtasıyla dolaylı şekilde olsun Amerika'nın finanse ettiği pek çok casus güçlerinin yuvası haline gelmiştir...

Amerika, Irak'ı işgali sırasında Irak'ta devletler inşa ederek açık bölünme değil de "yumuşak bölünme" denilen bölünmeyi gerçekleştirmeye çalışmıştır. Bu bölünmeye göre Irak, Irak'ta her birinin ağırlığı ve gücü olacağı ve merkezi hükümetin en zayıf halka olacağı bölgelerden oluşacak bir hale gelecektir. Dolayısıyla etrafını bir araya toplayamayacaktır. Dolayısıyla da ülke, görüntüde tek bir yapı gerçekte ise birçok yapı haline gelecektir...

O halde Amerikan işgalinin, kendi kanlı boyasıyla boyadığı bu cürümleri Obama, Amerikan değerleri dürtüsü sayesinde Iraklılar için güzel bir geleceğin sağlanması mı addetmektedir?!

Fakat Obama, "Ancak Irak'a karşı sorumluluğumuz devam etmektedir... Şirketlerimiz uzun vadede Irak'la birliktedir" derken daha yumuşak kelimelerle ifade etmiş olsa da hakikate yaklaşmıştır! Zira Obama'nın bu aldatıcı çekilmeden maksadı, Irak'taki Amerikan nüfuzunu ve hegemonyasını muharip görevi adı altında devam ettirmek yerine bunu yardım etmek, tavsiye, eğitim ve ortaklık adı altında devam ettirmektir... Bunun içindir ki Amerikalı siyasi liderler, daha önce Irak'taki operasyonlarını öldürme ve savaş çarpışması gibi anlamlar içeren "Irak'ın kurtarılması" olarak isimlendirirlerken bugün itibarıyla refah, emniyet ve güvenlik iması veren "yeni şafak" olarak isimlendirmektedirler!

 

Ey Müslümanlar! Ey Irak Halkı!

İsimlerle oynamak hakikatten hiçbir şeyi değiştirmez. Amerika ister yumuşak isterse sert bir deriye bürünsün Irak'ta işlediği cürümlerin unutulması doğru değildir: هُمُ الْعَدُوُّ فَاحْذَرْهُمْ قَاتَلَهُمُ اللَّهُ أَنَّى يُؤْفَكُونَ "Düşman onlardır. Onlardan sakın. Allah onları katletsin (kahretsin)! Nasıl da döndürülüyorlar." [el-Munâfikûn 4] Amerika, dahili ve harici olarak peş peşe krizlerin içerisine girmişken "muharip görevin sona erdiğini bu kuvvetlerin şu andaki görevlerinin tavsiye, takviye ve Iraklıların maslahatlarını destek amaçlı olduğunu" söyleyerek sahte kozmatik operasyonlarla Irak'ta işlediği cürümlerin vakıasını hafifletmeye çalışmaktadır!

Şu andaki tehlike, Obama'nın muharip kuvvetlerini çektiğini ve geriye kalan kuvvetlerin yeni şafak olarak isimlendirdiği yeni dönemde tavsiye ve eğitim amaçlı olduğunu gösterip Irak halkını aldatarak nüfuzunu derinleştirmeyi başarmasıdır! Sizlere düşen Amerika'nın kökünü kazıyarak ve Amerika'nın tanklarla pazarladığı ve işgali sırasında türettiği bu siyasi sınıfı ifşa ederek bu şafağı gerçek yeni bir şafağa çevirmektir. Zira bu siyasi sınıf, Irak'ın kendi işlerini yürütemediğini dolayısıyla Amerikan vesayetine ihtiyaç duyduğunu gösterebilmesi amacıyla hükümetin oluşturulması konusunda aldatmada bulunabilmesi için Amerika'nın imajını düzeltemeye katkıda bulunmaktadır! Aslında bu siyasi sınıf, Amerika'nın hizmetinde olup ona bir saat içinde hükümeti kurmasını emretmiş olsa boyun bükerek bunu hemen yapar. Ancak bu sınıf, Allah'tan, resulünden ve müminlerden haya etmeyen siyasi bir sınıftır.

 

Ey Müslümanlar! Ey Irak Halkı!

Hizb-ut Tahrir sizleri, Amerikan politikasının tuzağına düşmeye karşı uyarmaktadır. Sakın Amerika'nın muharip görevin sona erdiğine dair sözleri sizleri aldatmasın. Yaptıklarına bir bakınız. Zira Amerika, hala Irak üzerindeki hakimiyetini sürdürmekte, nüfuzunu yaymakta ve korkunçluğu bakımından işlediği vahşetler bizzat Amerikan kuvvetlerinin işlediği vahşetleri aşan paralı kanlı kuvvetlerini konuşlandırmaktadır. İşte tüm bunlar, iğrenç fotoğrafı tebessüm eden bir fotoğraf şeklinde gösterebilmek için ona rötuş yapmak amacıyla gözlere kum zerrecikleri serpmektir!

Amerika, bugün zor bir durumda olup bu, ganimete çevrilmesi ve Amerikan nüfuzunun kökünden kazınması için ele geçmiş bir fırsattır. İslam beldesi Irak'ın, İslam'a ve Müslümanlara tuzak kuran ve kuragelen kimselerin eğitimine ve tavsiyesine ihtiyacı yoktur. Zira bu tür kimseler ve taraftarları, nasıl oldur da yardımda veya tavsiyede veya zerre kadar hayırda bulunabilir?!

وَدُّوا مَا عَنِتُّمْ قَدْ بَدَتِ الْبَغْضَاءُ مِنْ أَفْوَاهِهِمْ وَمَا تُخْفِي صُدُورُهُمْ أَكْبَرُ قَدْ بَيَّنَّا لَكُمُ الْآَيَاتِ إِنْ كُنْتُمْ تَعْقِلُونَ "Hep sıkıntıya düşmenizi isterler. Gerçekten buğzları (kin ve düşmanlıkları) ağızlarından (dökülen sözlerinden) taşmaktadır. Kalplerinde gizledikleri (buğzları) ise daha büyüktür. Eğer aklederseniz size ayetleri açıkladık." [Âl-i İmrân 118]"

 

Ey Müslümanlar! Ey Irak Halkı!

Sizler; aylar, seneler, bir asır hatta bir asırdan daha fazla süren savaşlarda istilacılarla savaşmış hiçbir zaman düşmanına boyun bükmemiş insanlar için çıkartılmış en hayırlı izzetli ve şerefli bir ümmetin parçasısınız. O ümmet ki haçlıları ve tatarlıları kahrettikten sonra Konstantiniyye'yi fethedinceye, gözlerini Roma'yı fethetmeye dikerek Adriyatik Körfezi kıyılarına ininceye ve Viyana surlarını dövünceye kadar dört bir tarafa yayılmıştır. O ümmet ki onun ordusuna arkasında savaşılan ve onunla korunulan Halife liderlik etmiştir... O ümmet ki Allah'a nusret etmiş Allah da ona nusret etmiştir, Allah'ın emrine icabet ederek adaletle hükmetmiş Allah da onu izzetlendirmiştir. O halde bugün Yahudi, Amerikan, İngiliz ve benzeri isimler adı altında Haçlı ve Tatarlı dalgalarla kuşatılmış bir durumda olan bu ümmete yaraşan, Allah'a yardım etmek için ceht ve gayret etmesidir ki Allah da ona yardım etsin, Allah'ın emrine icabet etmesidir ki Allah da onu izzetlendirsin, Raşidi Hilafeti ikame etmesidir ki Haçlılar ve Tatarlılardan sonra ikinci kez dört bir tarafa yayılsın da Amerika'ya, İngiltere'ye, Yahudilere ve müttefiklerine sakınmakta oldukları şeyi göstersin de nusrete ve zafere kavuşsun:

وَيَوْمَئِذٍ يَفْرَحُ الْمُؤْمِنُونَ (4) بِنَصْرِ اللَّهِ يَنصُرُ مَن يَشَاء وَهُوَ الْعَزِيزُ الرَّحِيمُ "İşte o gün, müminler de Allah'ın nusretiyle, zaferiyle ferahlayacaklardır. Allah dilediğine nusret, zafer verir. O, Aziz'dir, Rahim'dir." [er-Rûm 4-5]

 

Ey Müslümanlar! Ey Irak Halkı!

Sizleri Rabbinizin rızasına kavuşturacak olan yol işte budur ki o, izzetinizin kaynağı ve kurtuluşunuzun gerçekleştiricisidir.

İşte Hizb-ut Tahrir, sizleri buna çağırmaktadır. O halde icabet edecek misiniz?

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آَمَنُوا اسْتَجِيبُوا لِلَّهِ وَلِلرَّسُولِ إِذَا دَعَاكُمْ لِمَا يُحْيِيكُمْ "Ey iman edenler! Allah ve resulü sizi, size hayat verene çağırdığında icabet edin." [el-Enfâl 24]

Devamını oku...

Sel Taşkınları Felaketi, Ümmet İçerisindeki Hayrı ve Yöneticilerinin İçerisindeki Şerri Ortaya Çıkardı

  • Kategori Pakistan
  •   |  

Temmuz ayının sona erip Pakistan'da yağmur sezonunun başlangıcı olan Ağustos ayı girer girmez ülke genelini şiddetli yağmurlar sarmıştır. Böylece nehirler ile denizler taşmış ve içerisindeki yükselen suların şiddetinden dolayı barajlar patlamıştır. Dolayısıyla sel taşkını sularının oluşturduğu uçurumlar sonucu evlerin yıkılmasının yanı sıra yollar yarılmış, Pakistan'ın birçok mıntıka ve bölgelerinde elektrik şebekeleri kesilmiştir. Bunun yanı sıra sel taşkınları sonucunda binlerce insan boğulmuş, açlık, susuzluk, epidemi, kolera ve tifo hastalıklarıyla karşı karşıya kalan yüz binlerce insan açıkta kalmıştır.

Boğulan ve şuan ishalden ölen Müslümanlar açısından olana gelince; bunlar ecir olarak şehitler makamındadırlar. Zira Resulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem] şöyle buyurmuştur:

ما تعدون الشهيد فيكم؟ قالوا: يا رسول الله من قتل في سبيل الله فهو شهيد، قال: إنّ شهداء أمتي إذاً لقليل، قالوا: فمن هم يا رسول الله؟ قال: من قتل في سبيل الله فهو شهيد، ومن مات في سبيل الله فهو شهيد، ومن مات في الطاعون فهو شهيد، ومن مات في البطن فهو شهيد, والغريق شهيد "Siz kimleri şehit sayıyorsunuz?" Dediler ki: "Ya Resulullah! Kim Allah yolunda öldürülürse o şehittir." Dedi ki: "Öyleyse ümmetimin şehitleri oldukça azdır." Dediler ki: "O halde kimler (şehittir) ya Resulullah?" Dedi ki: "Allah yolunda öldürülen şehittir. Allah yolunda ölen şehittir. Bulaşıcı hastalıktan (taundan) ölen şehittir. İshalden ölen şehittir. Boğularak ölen şehittir." Dolayısıyla Allah [Subhânehu ve Te'alâ]'in ölenleri şehit olarak kabul etmesi O'nun Müslümanlara bir lütfü ve fazlıdır.

Kardeşlerine su, yiyecek, ilaç ve giyecek ulaştırmak için çeşitli yolları takip ederek büyük çaba sarf eden Pakistan ve onun dışındaki kimselere gelince; işte bu ameller, ümmet-i Muhammed [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in içerisindeki gizli hayrı ortaya çıkarmaktadır. Nitekim nebilerinin şu kavliyle vasfettiği ümmet işte bu ümmettir:

مَثَلُ الْمُؤْمِنِينَ فِي تَوَادِّهِمْ وَتَرَاحُمِهِمْ وَتَعَاطُفِهِمْ مَثَلُ الْجَسَدِ إِذَا اشْتَكَى مِنْهُ عُضْوٌ تَدَاعَى لَهُ سَائِرُ الْجَسَدِ بِالسَّهَرِ وَالْحُمَّى "Birbirlerine karşı sevgide, birbirlerine karşı merhamette ve birbirlerini korumakta müminlerin misali tek bir vücudun misali gibidir. (O vücudun) organlarından biri şikayetlendiği zaman, vücudun diğer (organları) birbirlerini uykusuzluk ve ateş ile (o acıya ortak olmaya) çağırırlar."

Milyonlarca ordulara liderlik eden ve ümmetin devasa servetlerine tahakküm eden Pakistan'daki Müslümanların yöneticileri ile Pakistan dışındaki ümmetin yöneticileriyle ilgili olana gelince; onların Pakistan'daki Müslümanların sıkıntısına tepkileri aşağıdaki şekilde olmuştur:

Bizzat Pakistan yöneticileri hakkında olanlara gelince: Sel taşkını felaketi ve kayıplarının akabinde Devlet Başkanı Ali Asıf Zerdari, ülkeyi terk ederek gülücükler dağıtmak, bağlılığını ve itaatini sunmak için Avrupa'ya gitti. Ülkede yaşanan olağanüstü halden birkaç gün sonra Başbakan Yusuf Rıza Gilani, hükümetinin acil bir toplantı yapması gerektiğini düşündü. Halbuki yöneticilerin görevi; sanki felaketler başka bir ülkede yaşanıyormuş gibi televizyon raporlarını izlemek yerine hızla felaket bölgelerine gitmeleri ve bizzat kurtarma ekiplerinin başında durmaları değil midir? Onların görevleri; felaketin olmadığı bölgelerde 2 rupiyi bile bulmayan ekmeğin fiyatının 25 rupiye yükselmesinde olduğu üzere az bulunmasından dolayı malların fiyatlarının yükselmesini önlemek amacıyla insanların su ve yiyecek gibi ihtiyacı olan şeyleri temin etmek değil midir? Onların görevleri; felaketin boyutunu örtmeye gücü yetmeyecek küçük bir gurup göndermek ve 150.000'den fazlasını da Kabileler Bölgesi'ndeki Amerikan fitne savaşı için harekete geçirmek yerine insanlara yardım etmeleri için on binlerce asker göndermek değil midir? Bu sırada ise zalim yöneticiler, Afganistan'daki haçlılara silah ve içki sağlayan ikmal hatlarının güvenliğini garantilemek için ülkeyi baştan sona değiştirirlerken Müslümanların uğradığı felaketi hafifletmek için parmaklarını dahi oynatmamaktadırlar!

Pakistan dışındaki Müslümanların yöneticilerine gelince: Onların hali, Pakistan'daki yöneticilerin halinden pekte farklı değildir. Zira bu ümmetin başına musallat olanlar bizzat onlardır ve ümmetin birliği hakkındaki sözleri gırtlaklarından öte geçmemektedir. İşte onlar, bir taraftan bu ümmetin devasa servetlerinin üzerine oturup ümmetin kendilerini takip etmesinden kaçma zamanları geldiğinde ondan faydalanmak amacıyla hesaplarındaki servetlerini Batılı bankalara yatırırlarken öteki taraftan Müslümanları sanki hayvanlarmış gibi ölüme terk etmektedirler. Çok küçük bir yardım göndermek zorunda kaldıklarında ise bunu da insanlara kendi halklarının karşısında gözleri boyamak için vermektedirler. Genel olarak onların felaket zamanlarındaki Müslümanlara olan muameleleri en temel ihtiyaçlarından yoksun bıraktıkları normal zamandaki muameleleri gibidir.

Hem Pakistan yöneticileri hem de tüm Müslümanların yöneticileri Müslümanların işini önemsememektedirler. Zira sadece iktidar zümresi ve zebanilerini önemseyen kapitalizm nizamı ile yönetenler bizzat onlardır. Dolayısıyla İslam dünyası ve toprakları üzerindeki bir avuç ayaktakımı, milyarlarca insanı beşeriyetin devasa servetlerinden faydalanmaktan mahrum etmekteler ve arkalarında evi barkı olmayan aç susuz bir insanlık bırakmaktalar. Bunun içindir ki kriz zamanlarında insanların durumunun daha da kötüye gitmesi hiç de garip değildir. Örneğin bu durum, Amerika Birleşik Devletleri'nin güneyindeki Amerikalılar Katrina kasırgası yüzünden açlık, susuzluk ve şiddete maruz kaldıkları bir sıradaki kapitalist dünyasının lideri oğul Bush dönemi olan 2005 yılında açıkça görülmüştür. Bu nedeni ise insanların genelini en temel ihtiyaçlardan mahrum bıraktığı bir sırada lüks ve şaşalı bir yaşam sürmelerini sağlamak için bir avuç insanın ihtiyaçlarını garanti eden kafir kapitalizmdir. Artık kapitalizmin zamanının gelip geçtiği gibi yöneticilerinin miatlarının dolduğunda da hiçbir şüphe yoktur.

Ey Pakistan'daki Güç Sahipleri!

Ey Pakistan Ordusu İçerisindeki Subaylar!

Şu ana kadar gördükleriniz bu şerir yöneticilere karşı harekete geçmeniz için yeterli değil midir? Kendilerini korumaya ant içtiğiniz Pakistan'daki halkınızı yüzüstü mü bırakacaksınız? Bir zamanlar temel ihtiyaçlarını karşılayamayan Kraliçe Victoria zamanında İrlanda'ya insanî yardım gemilerini gönderen bu ümmet değil midir? Hilafet ile yönetildiği sürece emniyeti ve güvenliği hissetmeyen mazlumları ve ezilmişleri koruyan bu azim ümmet değil midir? O halde bu ümmet; derdiyle dertlenecek, sevincini paylaşacak, kendisi uykudan mahrum kalsa bile insanların ihtiyaçlarını karşılamak için yoğun bir şekilde çalışacak ve insanların acılarını dindirmek için hiçbir çabadan geri durmayacak olan kendisi gibi kerim bir yöneticiyi hak etmiyor mu? Zira bunun bir benzeri, Şam valisi olan Ebu Ubeyde el-Cerrah, başı Medine'de sonu ise Şam'da olacak şekilde bir kafile gönderdiği vakit Ömer İbn-u el-Hattab [RadıyAllahu Anh] zamanında olmuştur. Nitekim Ebu Ubeyde el-Cerrah bizzat kendisi Medine'ye vardıktan sonra orada Ömer İbn-u el-Hattab [RadıyAllahu Anh] liderliğinde bir kriz yönetimi oluşturdu. Zira Medine'de bolca bulunan yardımlardan almak için çöl ve belde sakinlerinde on bin kişi toplanmıştı. Bunun üzerine Ömer [RadıyAllahu Anh], Irak, Filistin, Şam ve Mısır'daki valilerine ve yardımcılarına, kesin ölümden kurtarılan sakinlerin olduğu çölün en iç bölgelerine yardımlar göndermelerini emretti. Ayrıca Ömer [RadıyAllahu Anh], Medine'de her gece yemek ziyafeti veriyordu. Zira bazı siret kitaplarında bu ziyafetlere katılanların yüz binden daha fazla olduğu geçmektedir... Müslümanların yöneticileri bunu, deve ve at asrında yapmayı başardıklarına göre eski Hilafet döneminde yapılması mümkün olan şey uçak ve internet çağında mı mümkün olmayacak?

Ey Pakistan'daki Güç Sahipleri!

Ey Pakistan Ordusu İçerisindeki Subaylar!

İnsanlara, gücünüzün küçük bir kısmıyla yardım etmeniz yeterli değildir. Zira Allahu [Subhânehu ve Te'alâ] sizlere, bundan daha büyük bir güç vermiştir ve Subhânehu ve Te'alâ, Allah'a selim bir kalp ile gelen kimse dışında ne pişmanlığın ne malın ne de çocukların hiçbir fayda sağlamayacağı o günde sizleri bu güçten dolayı hesaba çekecektir. Sizin göreviniz, İslam ile hükmedecek Hilafet Devleti'ni kurmak yoluyla krizlerde ve onun dışında muhtaçların göğüslerine şifa veren adımlar atmanızdır. İşte Rabbiniz Subhânehu ve Te'alâ'nın razı olduğu şey budur. O halde Hilafeti kurmak için nusreti ne zaman vereceksiniz ey kerim kardeşler?

 

وَلَيَنْصُرَنَّ اللَّهُ مَنْ يَنْصُرُهُ إِنَّ اللَّهَ لَقَوِيٌّ عَزِيزٌ Allah, Kendisine [Dînine] yardım edenlere, mutlak surette yardım eder, zafer verir. Muhakkak ki Allah, Kaviyy'dir, Azîz'dir. [el-Hacc 40]

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Hizb-ut Tahrir, Pakistan Eski Başbakanı Benazir Butto'nun Partisi PPP'nin Resmi Sözcüsünün Açıklamalarını Reddeder Muhalefet Liderlerinin Dünyanın En Büyük İslami Siyasi Hizbi Karşısında Hiçbir Ağırlığı Yoktur

Hizb-ut Tahrir, Pakistan Eski Başbakanı Benazir Butto'nun partisi Pakistan Halk Partisi'nin Resmi Sözcüsü "İcaz Durrani'in" Hizb-ut Tahrir'in terörist bir hizb olduğu ve geçenlerde Londra'da düzenlediği gösterinin Nevaz Şerif'in partisinin liderlerinin direktifiyle yapıldığı iddiasına ilişkin açıklamalarını reddeder. Bu açıklama, Pakistan Halk Partisi'nin ve bu partinin mensubu olan resmi sözcüsünün cehaletini yansıtmaktadır. Zira onlar, Hizb-ut Tahrir'in dünyanın en büyük İslami siyasi hizbi olduğunu, kırkın üzerinde ülkede çalıştığını, herhangi silahlı bir cemaatle hiçbir şekilde bağlantısı olmadığını hatta silahlı mücadelenin Hilafetin ikamesi için bir metot olarak kullanılmasını şeran caiz görmediğini bilmemektedirler.

Hizb-ut Tahrir, dünyada büyük bir siyasi ağırlığa sahiptir. Hizbin bu gücünü binlerce Müslümanı Endonezya sokaklarına dökmesiyle Başkan Obama'nın bu seneki Endonezya ziyaretini iptal etmesinden görmek mümkün olduğu gibi Yahudi devletinin Gazze'ye giden özgürlük konvoyuna saldırmasının akabinde binlerce Müslümanı Londra'daki Mısır konsolosluğu önünde gösteri yapmaları için organize etmesinden de görmek mümkündür. Daha önce de hizb, Müşerref'in Londra ziyaretleri sırasında pek çok yürüyüş yapmış ve Müşerref dengesini kaybetmişti. Şimdi bu faaliyetlerde mi Pakistan Halk Partisi'nin direktifiyle olmuştur?! Laik bir parti olup Hizb-ut Tahrir'in takip ettiği çizgiyle çelişen Amerikan çizgisi çerçevesinde hareket eden Pakistan Halk Partisi'nin liderleri nasıl bir zihniyete sahiptirler? Zerdari ve kardeşi Şerif, otoritede kalmak için Amerika'yı hoşnut etmek için yanıp tutuşmaktadırlar. Bu durum ise İslam'a ve Müslümanlara karşı olan Zerdari hükümetinin karşısındaki sessizliklerini açıklamaktadır.

Hizb-ut Tahrir'in gayesi, ümmeti emperyalistlerden kurtarmakken yöneticilerin gayesi onları güçlendirmektir. Bundan dolayı hizb, ajan yöneticileri ifşa etmek için çalışmakta ve Allah'ın kendilerine farz kıldığı şeyle kaim olmaları için İslami ümmet içerisindeki muhlis kuvvet sahiplerini Hilafet Devleti'ni kurması için kendisine nusret vermeye davet etmektedir. Bizler ajan emperyalistleri uyarır ve onlara kurtuluş saatinin yakın olduğunu ve Hilafetin kurulmasının çok ama çok yakın bir hale geldiğini söylemek isteriz.

Şeyh Şehzad
حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir

Resmi Sözcü Yardımcısı
Pakistan Vilâyeti

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Doğu Hindistan Şirketi, Yirmi Birinci Asırda Kuvvetlerini Pakistan'a İndiriyor Amerika! Ya Cehenneme Git Yada Askerlerin Tabutlar İçerisinde Dönecektir

Hizb-ut Tahrir, selzedelere yarım etme gerekçesi altında bin kişilik deniz piyade gücünün Pakistan'a inmesini kınar. Pakistan yöneticileri, daha önce Amerikan konsolosluğunu koruması amacıyla binlerce Amerikan deniz piyade askerini Pakistan'a yerleştirmeyi halkın Pakistan hükümetine yaptığı baskı nedeniyle başaramamıştı. Fakata şu anda selzedelere yardım etme kılıfı altında bu askerleri indirmeyi başardılar. Pakistan ordusu resmi sözcüsü, 140 bin Pakistan askerini selzedelere yardım etmesi için kabileler bölgesinden çekmeye gerek olmadığını iddia etti! Şayet bu iddia doğruysa nasıl oluyor da şimdi elleri kana bulanmış ve insanlığını yitirmiş binlerce Amerikan deniz piyadesine ihtiyaç duyuyoruz?

Geçen yedi sene boyunca Irak'ta sürekli olarak Müslümanları katleden bizzat bu deniz piyadeleriydi. O halde Allah'ın öldürülmesini haram kıldığı canı katletmek için eğitilen bir kimse nasıl olurda onu ihya edebilir? Bilakis onların Pakistan'a gelmesi, İngiliz Doğu Hindistan Şirketi'nin ticaret yapmak gerekçesi altında Hindistan'ı işgal etmek için gelmesi gibidir. Böylece Amerika, askerlerini aynı gaye için Pakistan'a indirmek amacıyla selzedelere yardım etme gerekçesini kullanmaktadır. Aslında Pakistan yöneticileri insanları, 170 milyonluk nüfusa ve dünyanın yedinci büyük ordusuna sahip olmasına rağmen Pakistan'ın dünyanın en zayıf ülkelerinden biri olduğuna ve Amerikan yardımları olmadan kendi sorunlarını çözmeye muktedir olamadığına ikna etmek için fırsat kollamaktadırlar!

Pakistan halkı, Pakistan'ın depreme maruz kaldığı 2005 yılında zorluklara adapte olabildiğini ve zorlukların üstesinden gelebildiğini göstermiştir. Buna rağmen Pakistan yöneticileri, Pakistan halkının gücüne güvenmemektedirler. Bilakis her fırsata Amerikalılara imkan hazırlamaktadırlar. Sorarız: Pakistan, yarım milyondan fazla askere sahipken daha fazla askere ihtiyacı var mıdır?

Hizb-ut Tahrir, Pakistan'daki selzede Müslüman kardeşlerine yardım elini uzatması için ümmete çağrıda bulunduğu gibi ülkedeki tüm siyasi güçlerden de Amerikan askerlerinin Pakistan'a gelmesinin karşısında durmalarını talep ediyoruz. Ayrıca Hizb-ut Tahrir, Pakistan'daki muhlis kuvvet sahiplerine şu soruyu yöneltir: Bu yöneticilerin birer zavallı ve ümmetin hainleri olduğuna dair hala şüpheniz mi var? Hilafetin ikame edilmesi farzdır ve Hilafeti ikamesi için acele etmek en önemli işlerdendir. Zira Hilafet, bu ümmettin kaynaklarını ve servetlerini doğal afetlerden zarar görenlere yardım etmek için kullanacak ve bu ülkeyi kafir güçlerin pisliğinden temizleyecektir.

Şeyh Şehzad
حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir

Resmi Sözcü Yardımcısı
Pakistan Vilâyeti

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Türkiye Yöneticileri Söylemlerinde Sadık İseler; Azgın Yahudi Varlığını Dış Tehdit Olarak Kabul Etmelidirler!

20-24 Ağustos 2010 tarihleri arasında çeşitli medya organlarında "kırmızı kitap" olarak bilinen Milli Güvenlik Siyaset Belgesi'nin, AKP hükümeti tarafından yenilendiği, ilgili tarafların görüşü alınarak Başbakanlık tarafından düzenlenen taslağın 19 Ağustos 2010'daki MGK toplantısında üyelere dağıtıldığı, bu taslağa göre Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşundan beri alenen "İslam" denilemediği için "irtica" kelimesiyle ifade edilen iç tehdit algılamasının değiştirilerek, "dini istismar eden örgütler" tanımı getirileceği, belgenin ekler kısmında da söz konusu örgütlerin isminin belirtileceği gündeme gelmiştir. Öte yandan söz konusu haberlerde Yunanistan, Rusya, İran ve Irak'ın da dış tehdit olmaktan çıkarılacağı da ifade edildi.

MGSB'de yapılmak istenen değişikliğin kamuoyuna duyurulması, gerçekte Müslüman Türkiye halkını dinsiz demokratik laik rejimle barıştırma amacıyla topluma verilen bir mesajdır. Demokratik kimliğini her vesileyle vurgulamaktan geri durmadığı halde, yürüttüğü ikiyüzlü siyasette İslami kavramları sürekli malzeme olarak kullanan AKP'nin MGSB'deki değişiklik girişimi, akıllara RAND Corporation adlı Amerikan think-tank kuruluşunun 2003 yılında yayınladığı "Sivil Demokratik İslam" raporundaki şu ifadeleri getirmektedir: "Amerika Birleşik Devletleri'nin siyasal İslam'a ilişkin üç hedefi vardır. Birincisi, ABD, aşırılığın ve vahşetin yayılmasını önlemek istemektedir. İkincisi, bunu yaparken, Amerika Birleşik Devletleri'nin "İslamiyet'e karşı" olduğuna dair bir izlenim vermekten de kaçınmak istemektedir. Ve üçüncüsü, uzun vadede, İslami radikalliği besleyen daha derindeki ekonomik, sosyal ve siyasi nedenleri ele almaya yardımcı olacak, kalkınma ve demokratikleşmeye yönelik hareketleri teşvik edecek yolları bulması gerekmektedir."

Dış tehdit algılamalarındaki değişikliklere gelince; ABD'nin yukarıda bahsettiğimiz hedeflerine ulaşabilmesi için, Türkiye'nin komşularıyla sıfır sorun politikası yürütmesi gerekmektedir. Zira Türkiye, İkinci Raşidi Hilafet'in kuruluşunu geciktirmek üzere ABD tarafından çıkarılan "Genişletilmiş Ortadoğu Projesi"nin ılımlı İslam ülkesidir. Türkiye üzerinden İslami beldelere demokratik ve kapitalist fikirler pompalanmaktadır ki İslami beldelerdeki ABD nüfuzu pekişsin. Ayrıca İran'la yapılan uranyum takası anlaşmasının ABD tarafından talep edildiği daha önce kamuoyuna yansımıştı dolayısıyla İran'ın dış tehdit olmaktan çıkarılması ABD'ye rağmen değil, bizatihi kontrolünde gerçekleşmiştir. Yunanistan'ın dış tehdit olmaktan çıkarılması, Türkiye-AB müzakereleri nedeniyle Türkiye'den sürekli koparılan tavizlerle ilgilidir. Yine ABD'nin, Rusya'nın arka bahçesi olarak gördüğü Kafkaslar ve Orta Asya'daki hedefleri için Türkiye'yi bir truva atı olarak kullanmasından dolayı Rusya dış tehdit olmaktan çıkarılmıştır.

Ey Türkiye'deki Müslümanlar!

Başınızdaki yöneticiler söylemlerinde sadık olsalardı sürekli İslam ümmetine karşı sinsi planlar kuran, ellerinden Müslüman kanı damlayan başta ABD olmak üzere sömürgeci kafir Batı devletlerini dış tehdit olarak ilan ederlerdi. Kıbrıs'ı kendi toprağı ve Kıbrıs'ın kuzeyindeki Türk askeri varlığını işgalci sayan AB'yi, dış tehdit sayarlardı. Uluslararası karasularda Mavi Marmara gemisine saldıran azgın Yahudi varlığını devlet olarak tanımaktan vazgeçip dış tehdit sayarlardı.

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Ey Zalim Yöneticiler Artık Bir Tarafa Çekilin! Ey Güç Sahipleri Oturduğunuz Yeter Artık Hilafet Devleti'ni Kurmak İçin Kıyama Kalkınız!

Sel baskınları, Pakistan için yabancı doğal bir fenomen değil. Ancak geçen altmış yıl boyunca Pakistan yönetiminde birbirini takip eden diktatör ve demokratik farklı nizamlara rağmen hepsi de bu fenomene karşı koymak için bir sistem getirmeyi başaramadı. Zira yöneticiler, her defasında binlerce insan ölmesine rağmen görevlerinin sadece sel baskınlarından önce insanları uyarmakla sınırlı olduğuna inanmaktalar.

Bu defaki trajedi ise yöneticilerin, sel baskınları meydana gelmeden önce insanları uyarmamalarıdır. Bu da resmi istatistik verilerin göre 1200'den fazla kişinin ölümünün yanı sıra evlerin çatılarına, ağaçlara ve tepelere çıkan yüz binlerce kişinin de evsiz kalmasına yol açtı. Bazı medya raporlarına göre ise sadece Nuşira bölgesinde 10.000'in üzerinde kişi ilk sel baskınlarına karşı açıkta bırakılmıştır. İnsanların şu andaki mevcut durumu ise açlıktan ve susuzluktan ölürlerken bir şişe su 10 rupiye ve ekmek 25 rupiye satılmaktadır. Selzedeleri kurtarmak için Paşaver bölgesinde sadece iki botun bulunması Pakistan yöneticilerinin gerçekten duygusuz ve utanmaz olduğunu göstermektedir. Diğer bölgeler de daha iyi değildir.

Başbakana ve eyalet valisine bağlı helikopterler, binlerce kişiyi kurtarabilecek olmasına rağmen selzedelerin ellerini tutmaktan nefret edercesine Paşaver havalimanında yatmaktadır.

Yöneticiler, en hayırlı ümmeti yüz üstü bıraktılar, onu büsbütün terk ettiler, insanların temsilcisi denilen kimseler hiçbir yerde görünmemekteler, kazara onlardan birini görseniz bile kendi yakınlarına ve akrabalarına küçük yardım yaparken görürsünüz. Genellikle yardım yapanlar ise evlerini selzedelere açan bazı muhlis zenginlerdir.

Bu sel baskınları diktatörlüğün ve demokrasinin iktidar zümresinin kişisel çıkarlarını korumak için var olduğunu, mevcut rejimin, ümmeti rezil ettiğini, onu sefalet ve yıkım içinde yaşamaya terk ettiğini bir kez daha göstermiştir. Zira yöneticiler, siyasetin kendi çıkarlarına hizmet etmek olduğuna inanmaktalar ve bunu bu krizde uygulamak istediklerinde insanların trajedisini kendi çıkarları doğrultusunda istismar etmekteler.

Yağmur, Allahu [Subhânehu ve Te'alâ]'dandır. Ancak Halife, yeryüzünü imar etmek için halef kılınmıştır. Zira Hilafet, meydana gelmeden önce bu tür doğal fenomenleri hesaplar ve insanların işlerini güderken sorumluluğunu yüklenir.

Mevcut yöneticiler ve nizam, ümmetin hainleridir ve Müslümanlara yapılan eziyetin kaynağıdırlar. O halde ey zalim yöneticiler artık bir tarafa çekilin ve yerinizi ümmetin haklarını kendisine iade ederek insanların işlerini güdecek olan Hilafet'e terk edin. Ve siz ey kuvvet sahipleri kıyama kalkınız ki bu ajan yöneticileri alaşağı ediniz ve Hilafet Devleti'ni kurması için Hizb-ut Tahir'e nusret veriniz.

 

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER