Salı, 24 Cumade’l Ûlâ 1446 | 2024/11/26
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

Ürdün'de 1993 Parlamentosu İle 2024 Parlamentosu Arasında!

  • Kategori Makaleler
  •   |  

Ürdün'de 1993 Parlamentosu İle 2024 Parlamentosu Arasında!

Yirminci Ürdün parlamentosu 10/9/2024 tarihinde seçildi ve Müslüman Kardeşler 138 sandalyeden 31’ini, yani toplam oyların %22,46’sını elde etti. Ürdün’de on birinci Temsilciler Meclisi 8 Kasım 1993 tarihinde seçilmişti; o zaman Müslüman Kardeşler 80 sandalyenin 17’sini, yani %21,25’ini elde etmişti. 1993 yılındaki on birinci meclis ile 2024 yılındaki yirminci meclis arasında da benzer hususlar vardır ki bunlardan en önemlileri şunlardır:

1- Müslüman Kardeşlerin her iki mecliste de belirgin varlığı, her iki durumda da meclis üyelerinin yaklaşık %22’sine ulaşmasıdır.İslami Hareket Cephesi tarafından temsil edilen Müslüman Kardeşler, Ürdün’deki en büyük İslamcı grup olup sunumundaki ılımlılık, genel olarak hükümetle çatışmama ve demokratik bir yaklaşım benimseme gibi birçok nedenden ötürü genel olarak Müslümanların doğal temsilcisi olarak kabul edilmektedir. Başka bir ifadeyle hükümetin bakış açısına göre Ürdün’deki İslami yelpazeyi temsil ediyorlar. Ayrıca halkçı bloklar da aşiret ve demografik yelpazeyi temsil etmektedir.Bu nedenle hükümet ve Ürdün sokağı, bu iki meclis tarafından alınan kararların tüm bileşenleriyle Ürdün halkını temsil ettiğini düşünmektedir.

2- Müslüman Kardeşler mecliste en yüksek temsil oranına sahip olsa da, özellikle Filistin meselesi ve Ürdün ile Filistin’deki gaspçı Yahudi varlığı arasındaki barış anlaşmasıyla ilgili temel kararları almak ya da engellemek için tek başına yeterli değildir.

3- On birinci parlamento seçimleri 1993 yılında seçim kanununda yapılan değişiklikten sonra gerçekleştirilmiş olup daha önceki çoğulculuk sistemi yerine ilk kez “tek oy” sistemi benimsenmiştir. Ayrıca yirminci meclis seçim kanununda da değişiklik yapıldı ve ulusal düzeyde sandalyelerin %30’u parti listeleri için tahsis edildi.

4- On birinci meclis 1993 yılında, yani işgalci Yahudi varlığı ile Filistin arasındaki Oslo Anlaşmasının imzalanmasından iki ay sonra oluşturulmuştur. Bunu takiben Ürdün ve Yahudi varlığı arasında 26 Ekim 1994 tarihinde, yani on birinci parlamentonun oluşturulmasından bir yıldan kısa bir süre sonra Wadi Araba Anlaşması imzalanmıştır. Müslüman Kardeşler, İslami Hareket Cephesi partisi aracılığıyla bu anlaşmayı reddettiklerini, ulusal ve dini açıdan kabul edilemez bulduklarını ifade etmişler, dolayısıyla parlamentodaki oylamayı boykot etmişlerdir. Ancak anlaşma, Müslüman Kardeşler ve diğer bazı siyasi güçlerin karşı çıkmasına rağmen parlamentoda kabul edilmiştir.

Karşılaştırmak gerekirse 2024 parlamentosu Gazze'deki savaşın patlak vermesinden bu yana siyasi ve askeri faaliyetler açısından benzer siyasi koşullar altında gelmiştir. İslami Hareket Cephesi partisinin muhalefetine ya da boykotuna rağmen kararların parlamento çatısı altında alınması beklenmektedir.

İki parlamento arasındaki benzerliğin, ister iki mecliste de Müslüman Kardeşlerin yüksek oranda temsil edilmesi açısından olsun, ister şekil (seçim kanunu) ya da içerik (iki meclise eşlik eden koşullar) açısından şartların benzerliği açısından olsun sırf gelişigüzel bir tesadüf olduğunu düşünmüyorum. Gaspçı varlığın gerçekleştirdiği askeri eylemlerin ve sistematik yıkımların tüm hızıyla devam ettiği ve yerinden etme girişimlerinin sürdüğü bir dönemde, Filistin meselesine siyasi bir çözüm bulmak amacıyla Mısır, Katar ve Türkiye’de siyasi hareketlenmeler ve müzakereler de tüm hızıyla devam etmektedir. Ürdün’ün, her ne olursa olsun nihai çözüm çerçevesinin dışında olmadığına şüphe yoktur. İster en azından Batı Şeria’dan yeni bir göç için bir yurt olması açısından olsun, ister Filistin adı altında oluşturulan herhangi bir varlıkla federal bir birliğe girmek açısından olsun, isterse de nihayetinde Ürdün’ün Filistin halkı için alternatif vatan olması açısından olsun fark etmez. Tüm bu durumlarda, karar ne olursa olsun Ürdün parlamentosu tarafından onaylanması gerekmektedir.

Peki yirminci parlamentodan beklenen nedir? Gazze’de bir ateşkesin sağlanmasının, savaşın sona ermesinin ve Filistin’in nihai statüsüne ilişkin görüşmelerin tamamlanmasının ardından manzara tamamen netleşecektir. Muhtemelen ilk olarak Batı Şeria’nın geri kalan kısmında Filistin Devleti ilan edilecek, hemen ardından yeni kurulan Filistin Devleti ile Ürdün arasında bir konfederasyon ilan edilecek ve ardından ortaya çıkan modern devlet, siyasi yapısı açısından yeniden formüle edilecektir. Nitekim Kral Hüseyin, Ürdün ordusu ile Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) arasında çatışmalara sahne olan 1970 Kara Eylül olaylarının ardından Ürdün ile Batı Şeria arasını birleştiren “Birleşik Arap Krallığı” adı altında federal bir yapının, yani hem Ürdün hem de Batı Şeria için iki yerel hükümetin olacağı ve dışişleri ve savunmanın ise merkezi bir hükümet tarafından yürütüleceği bir yapının kurulmasını önermişti.

İsmi, şekli ve içeriği bakımından Ürdün’ün siyasi bugününü ve geleceğini ilgilendiren bu tür kararların, halkın çeşitli kesimlerini temsil eden bir parlamento tarafından alınan kararlar olması, halkçı ve resmi bir nitelik kazanmasını gerektiriyor. Her ne kadar bu siyasi eylem, aslında İngiliz ve Amerikan dışişleri bakanlıklarının bölge meselelerinin nasıl yönetilmesi gerektiğine dair algılarına göre hazırladıkları siyasi plan ve düzenlemelerin bir parçası olsa da. Bundan dolayı yirminci Ürdün parlamentosu, önümüzdeki dönemde alınması planlanan siyasi çözümlerin demokratik tarzına hukuki meşruiyet kazandırmak için dikkatle incelenmiş özelliklerle gelmiştir. Allah göstermesin böyle bir şey olursa bu, Filistin davasının tarihindeki en kötü durum olacak ve Filistin’i savunmak için canlarını veren on binlerce şehidin kanı heder olacaktır.

Son bir söz söylemek gerekirse Filistin meselesi, Ürdün rejiminin, Ürdün parlamentolarının ve hükümetlerinin ve onun temsilcilerinin ve bakanlarının meselesi olmadığı gibi Oslo’da kurulan ve iradesi ve gücü çalınmış ve niteliğini kaybetmiş olan Filistin otoritesinin de meselesi değildir; ayrıca Filistin meselesi, Amerika’nın diplomatik çantasında olmaması gerektiği gibi Londra’daki afyon tüccarlarının bir metası da olmamalıdır. Zira Filistin davası, Filistin topraklarında dökülen her bir damla kanın, bir annenin çocuğu ve bebeği için döktüğü her bir gözyaşının ve peygamber katillerinin kirlettiği her toprak zerresinin hesabını Allah’ın soracağına iman eden bir ümmetin davasıdır.Filistin davası, Kâbe ve el-Aksa’nın kutsallığından daha büyük bir kutsallığa sahiptir; bu kutsallık ise Müslümanların, onların kanlarının ve ırzlarının kutsallıklarından kaynaklanmaktadır.

Bu nedenle ister birey ister grup olsun her bir Müslümanın, batmasına neden olan bir gemide delik olmaktan, bizi ve davamızı cehenneme götürmek için günahkâr bir kâfirin bindiği bir binek olmaktan veya insan şeytanları tarafından tutuşturulan bir ateşe yakıt olmaktan sakınması gerekir. Ayrıca her bir Müslümanın hakka bağlı olması ve başkasının dünyası için ahiretini satmaması gerekir. Yine her bir Müslümanın, zalim bir yöneticinin çarkındaki bir diş, parlamentosunda bir milletvekili, hükümetinde bir bakan veya onun kapısındaki bir alim olmak için çalışıp çabalamaması gerekir.

Bugün ve 100 yılı aşkın bir süredir büyük bir dava olan Filistin’in, Müslümanların servetlerinin, ırzlarının ve kanlarının emanet edildiği kendisiyle korunulan ve arkasında savaşılan Müslümanların Halifesi tarafından harekete geçirilecek cesur ordulara ihtiyacı vardır.

Peki bu, Müslümanlar olarak bizim için çok mu fazla?Bu bizden uzak mı ey Müslümanlar? Peki biz, başka bir alternatifi kabul edebilir miyiz?أَتَسْتَبْدِلُونَ الَّذِي هُوَ أَدْنَى بِالَّذِي هُوَ خَيْرٌDaha iyiyi daha kötü ile değiştirmek mi istiyorsunuz?!” [Bakara 61]

Subhanehu ve Teala şöyle buyurmuştur: أَفَتُؤْمِنُونَ بِبَعْضِ الْكِتَابِ وَتَكْفُرُونَ بِبَعْضٍ فَمَا جَزَاءُ مَن يَفْعَلُ ذَلِكَ مِنكُمْ إِلَّا خِزْيٌ فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَيَوْمَ الْقِيَامَةِ يُرَدُّونَ إِلَى أَشَدِّ الْعَذَابِ وَمَا اللهُ بِغَافِلٍ عَمَّا تَعْمَلُونَ Yoksa siz Kitab'ın bir kısmına inanıp bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz? Sizden öyle davrananların cezası dünya hayatında ancak rüsvaylık; kıyamet gününde ise en şiddetli azaba itilmektir. Allah sizin yapmakta olduklarınızdan asla gafil değildir.” [Bakara 85]

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Dr. Muhammed Ceylani

Devamını oku...

17000 Şehit Çocuk!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

17000 Şehit Çocuk!

Haber:

Yahudi varlığının liderleri, bubi tuzaklı telsizlerin patlatılmasıyla başlayan ve daha sonra yoğun ve ölümcül hava saldırılarına dönüşen Hizbullah'a yönelik saldırının ilerlemesinden dolayı sevinç duyuyorlar. Ordu bakanı Yoav Galant şunları söyledi: “Bugün bir şaheserdi, kuruluşundan bu yana Hizbullah için en kötü haftaydı ve sonuçları kendisinden bahsettiriyor.” (BBC)

Yorum:

23 Eylül Pazartesi gününden bu yana Lübnan’da, iletişim cihazlarının infilak etmesi ve ardından gelen yoğun saldırılar, 500’den fazla kişinin ölümüne yol açtı.Lübnan Sağlık Bakanlığı’na göre ölü ve yaralılar arasında kadınlar, çocuklar ve sağlık görevlileri de bulunuyor.Lübnan’daki İran Partisi, 1975-1990 yılları arasındaki iç savaş sırasında güney Lübnan’ın Yahudi varlığı tarafından işgal edilmesinin ardından 1980'lerde ortaya çıkan silahlı bir gruptur.Geçmişte Filistin’deki Hamas’ın, şerir güçler hakkında parlak manşetler ve ateşli tartışma programlarını gördük ki biraz daha geriye gidersek Afgan Taliban’ı hakkında da benzer görüşler göreceğiz. Diğer gruplar gibi İran partisi de ulus-devletlerin kurulmasından sonra esas olarak hakim olan zulme bir tepki olarak kurulmuştur. Bu nedenle temel olan milliyetçilikti ancak iman ve İslami isimlerle ilişkilendirilen damgalama, parlayan bir ışık gibi yansıtıldı; bu da İslam düşmanları için bir yok olma korkusu yarattı. Zira bu, sanki küfrü yakıp yok edecek bir ateş gibi yayılıyor gibi göründüğü ve Müslümanlar için de sanki onlara nihai hedefleri olan İslam Devleti’nin kurulmasına giden yolu gösterecek bir ışık gibi göründü.

Müslümanlar olarak Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in sireti bizim yaşam biçimimizdir. O’nun sireti bize, çocuklar ve kadınlar için kalkan olmamızı öğretmektedir. Bu nedenle dersimizi almalı ve O’nun savaşlarının hedeflerini, nedenlerini, stratejilerini ve taktiklerini öğrenmeliyiz.Geçtiğimiz on ay içinde 17.000 küçük çocuk öldürüldü.Bu ise rapor edilen ölüm vakalarının yanı sıra enkaz altında kaybolanlara dayanan tahmini bir istatistiktir. Allahu Teala şöyle buyurmuştur: الَّذِينَ آمَنُواْ يُقَاتِلُونَ فِي سَبِيلِ اللهِ وَالَّذِينَ كَفَرُواْ يُقَاتِلُونَ فِي سَبِيلِ الطَّاغُوتِ فَقَاتِلُواْ أَوْلِيَاء الشَّيْطَانِ إِنَّ كَيْدَ الشَّيْطَانِ كَانَ ضَعِيفًاİman edenler Allah yolunda savaşırlar, inanmayanlar ise tâğut (bâtıl davalar ve şeytan) yolunda savaşırlar. O halde şeytanın dostlarına karşı savaşın; şüphe yok ki şeytanın kurduğu düzen zayıftır.” [Nisa 76]

Hilafetin yıkılmasından hemen önce, dünyanın dört bir yanındaki Müslümanlar onu yıkılmaktan kurtarmak için çeşitli hareketler başlattılar ve tüm bu hareketlerin kurulmasının ardındaki dürtü, bu ümmetin kalkanını yıkılmaktan kurtarmaktı. Çeçenistan’dan İmam Şamir ve Muhammed İbn Ali el-Senusi, Libya’dan Ömer Muhtar ve Seyyid Ahmed Şehid Barelvi, Müslümanların kendilerine güvendikleri kişilerden cesaret örneklerine ihtiyaç duydukları gerçeğini idrak ederek özgürlük savaşçıları haline gelen alimlerden birkaç örnektir.Sömürgeciler bugüne kadar bu ve diğerlerinin isimlerini çarpıtmaya güç yetiremediler; çünkü onlar Hilafeti kurtarmak için savaşan ortak bir platformda durdular.

Müslüman ülkeler bölünüp dağıldıktan sonra, onlara milliyetçilik denen yasak meyveyi verdiler ve böylece daha fazla parçalanma gerçekleşti. Her kim bir şeyin yanında durursa, onun tümünü talep etmesi imkansızdır. Nitekim Hilafetin kaldırılmasından sonra milyonlarca Müslüman hayatını kaybetti, devletler kuruldu ve ardından umursamaz sömürgeci güçler tarafından yıkıldı. Bunun üzerine devrimci fikirler alınıp İslam’ın hükümleriyle karıştırıldı, direniş grupları ayağa kalktı ve tüm güçleriyle savaştılar; bu arada diğer gruplar gözlemlerini kaydedip haberlerini yayınladılar ve gözlemlerine ulaşamayacaklarını düşündüler ve imanın düşmanla kendi aralarında duran bir duvar olduğunu unutarak düşmanla dost olmaya çalıştılar ve hâlâ da çalışıyorlar. Allahu Teala şöyle buyurmuştur:وَاعْتَصِمُواْ بِحَبْلِ اللهِ جَمِيعاً وَلاَ تَفَرَّقُواْ وَاذْكُرُواْ نِعْمَةَ اللهِ عَلَيْكُمْ إِذْ كُنتُمْ أَعْدَاء فَأَلَّفَ بَيْنَ قُلُوبِكُمْ فَأَصْبَحْتُم بِنِعْمَتِهِ إِخْوَاناً وَكُنتُم عَلَى شَفَا حُفْرَةٍ مِّنَ النَّارِ فَأَنقَذَكُم مِّنْهَا كَذَلِكَ يُبَيِّنُ اللهُ لَكُمْ آيَاتِهِ لَعلَّكُمْ تَهْتَدُونَHep birlikte Allah'ın ipine (İslâm'a) sımsıkı yapışın; parçalanmayın. Allah'ın size olan nimetini hatırlayın: Hani siz birbirinize düşman kişiler idiniz de O, gönüllerinizi birleştirmişti ve O'nun nimeti sayesinde kardeş kimseler olmuştunuz. Yine siz bir ateş çukurunun tam kenarında iken oradan da sizi O kurtarmıştı. İşte Allah size âyetlerini böyle açıklar ki doğru yolu bulasınız.” [Al-i İmran 103]

Bu dönemde Müslümanların seslerini yükseltmeleri ve Müslüman askerlere çağrıda bulunmaları gerekir. Şayet sufî alimler ata binebiliyor ve zamanın gerektirdiği şekilde savaşabiliyorlarsa, o halde bu ümmetin, askeri üniforma giyen eğitimli genç evlatlarının ne eksiği var? Allah’ın safında duran bir adam, ayaklarının yere sağlam bastığını görecektir. Dolayısıyla bu kişi, hayatının hedefini idrak edecek ve amel etmek için bir yol bulacaktır. İşte sen o adamsın, sen o evlatsın, sen Allah’ın kulusun ve sen ümmetin gözlerinin üzerine çevrildiği kişisin. O halde ayağa kalk, sağlam dur ve Nübüvvet Minhacı üzere Hilafete davet et. Müslüman ordularından, düşmanlarla savaşmalarını ve feryadı figan eden annelere yardım etmelerini talep et.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Ahlak Cihan

Devamını oku...

Su Sayaçları Mı Yoksa Saatli Bombalar Mı?!

Haber-Yorum

Su Sayaçları Mı Yoksa Saatli Bombalar Mı?!

Haber:

Ürdün’ün Akabe ilinden iki milletvekili başbakana bir mektup yazarak su sayaçlarında Yahudi varlığı tarafından üretilen pillerin bulunması konusunda uyarıda bulundular ve Lübnan’daki “çağrı cihazları” patlaması senaryosunun tekrarlanmasından korkarak Ürdünlülerin evlerinde düşman tarafından güvenliği tehdit etmek için kullanılan saatli bombalar olmadığına dair garanti istediler.

Yorum:

Bu sayaçlar 2016 yılında kuruldu ve Amerika Birleşik Devletleri Uluslararası Kalkınma Ajansı’nın bir bağışıydı ve o dönemde birçok Akabe sakininin bu sayaçların varlığına itiraz ettiği ortaya çıkmıştı. Zira bu dijital sayaçlar havayı da saydığı için su faturalarını çok ciddi oranda katlıyordu ve onlardan bazıları da kırılmıştı. Bu da onların su şirketi tarafından mali cezaya çarptırılmalarına yol açmıştı!

Mevcut bölgesel yansımalar göz önüne alındığında, elektronik iletişim platformları bu müzekkereyi ele aldı ve özellikle müzekkereye bu bataryalara ait olduğu söylenen bir fotoğrafın eşlik etmesi nedeniyle Ürdünlüler arasında yaygın tartışmalara yol açtı.Lübnan’da 17 ve 18 Eylül tarihlerinde meydana gelen ve onlarca kişinin ölümüne ve yüzlerce kişinin yaralanmasına yol açan çağrı cihazı ve ICOM cihazlarının patladığı iki olaya tanık olunması bu korkuları körükledi.

Yetkililere konuyu ciddiye almaları çağrısında bulunan aktivistler, konuyla ilgili bir cevap verilmemesi halinde sayaçların sökülmesi için bir kampanya başlatılması gerektiğini, bilgiler doğruysa taviz verilmeden hesap sorulması, şayet değilse gerçeklerin şeffaf bir şekilde açıklığa kavuşturulması gerektiğini vurguladılar. Zira bir düğmeye basarak kablosuz cihazları havaya uçurabilenler, su sayaçlarını da havaya uçurabilirler.

Ürdün Su ve Sulama Bakanlığı ve aynı şekilde Enformasyon Bakanlığı, yorum yapmayı ya da yanıt vermeyi reddettiler!

Akabe Su Şirketi, parlamento müzekkeresinin Başbakan’a yönelik olduğu için resmi açıklamanın hükümet organlarından gelmesi gerektiğini söyledi ve sadece Akabe valiliğinde konuşulan sayaçların komple bir ünite (yani sayaçlar ve piller) olarak Amerikan yapımı olduğunu ve Amerika Birleşik Devletleri Uluslararası Kalkınma Ajansı tarafından hibe yoluyla geldiğini vurgulamakla yetindi.

Uzun bir suç ve cinayet geçmişine sahip olan zalim ve kindar bir düşmandan başka ne bekleyebilirsiniz ki?!İhanet, yalan ve aldatmayla dolu bir geçmişleri varken onlara herhangi bir konuda nasıl güvenebilirsiniz?! Nitekim onlar, Rabbu’l İzzet’in taştan daha katı kalplere sahip olarak tanımladığı kişilerdir; çünkü taşlar, kalpleri çorak ve kuru olup içlerinde hiçbir iyilik olmadığı halde kendisinden sular fışkırmaktadır. Nitekim Allahu Teala Bakara suresinde şöyle buyurmuştur: ثُمَّ قَسَتْ قُلُوبُكُم مِّن بَعْدِ ذَلِكَ فَهِيَ كَالْحِجَارَةِ أَوْ أَشَدُّ قَسْوَةًSonra bunun ardından kalpleriniz katılaştı, o kalpler taş gibi, hatta taştan daha katıdır.” [Bakara 74]

Yahudilere, onların avenelerine, İslam’a ve İslam ümmetine karşı onlara yardım edenlere karşı Allah bize yeter ve O ne güzel vekildir.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Müslime Şâmî (Ümmü Suheyb)

Devamını oku...

Uluslararası Kuruluşlarla İşbirliği, Batılı Fikirleri Müslüman Gençlere Aşılamak İçin Bir Kılıftır!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Uluslararası Kuruluşlarla İşbirliği, Batılı Fikirleri Müslüman Gençlere Aşılamak İçin Bir Kılıftır!

Haber:

Kültürel ve fikri alışverişi teşvik etmeye yönelik bir adım olarakHadramut İnsani Gelişme Vakfı, AMIDEAST (Amerikalılar ile Orta Doğu ve Kuzey Afrika halkları arasındaki karşılıklı anlayışı ve iş birliğini güçlendirmek ve Öğrenme ve eğitim fırsatları sunmak için çalışan, ABD'li, kar amacı gütmeyen bir kuruluş) ile işbirliği içinde stratejik ortaklıklarını güçlendirdiklerini duyurdu. (Vakıf Web Sitesi)

Yorum:

İslam ile küfür arasında, en sonuncusu Gazze savaşı olmayan birçok şekil alan şiddetli medeniyet (hadarat) savaşının gölgesinde, İslam ümmetinden olduğunu varsayanlar karşımıza çıkmış, küfrün başı Amerika ile fikri, kültürel ve medeniyet iş birliğini ilan etmek küstahlığını ve cesaretini gösterebiliyor!

Küfür tek bir millet olduğu gibi İslam ümmeti de diğer insanların dışında tek bir ümmettir; dolayısıyla Gazzeli Müslümanlar Yemenli Müslümanların kardeşleri, Myanmarlı Müslümanlar da Sudanlı Müslümanların kardeşleri olduğu gibi Washington’daki kafirler de Tel Aviv’deki kafirlerin kardeşleridir ve Riyad’daki Amerikan büyükelçiliği neyse Yahudi varlığındaki Amerikan büyükelçiliği de odur.

Bugün İslam ümmeti, duygu ve düşüncelerini tek bir siyasi varlığın altında birleştirmek umuduyla bir araya gelmiş İslam ümmeti olarak, Amerika, İngiltere, Yahudi varlığı, Avrupa Birliği, Rusya ve diğerlerinin temsil ettiği kafirlere ve liderliğine karşı amansız bir savaş vermektedir. Bugün bu savaş, yöneticilerinin ve ordularının kendilerini hayal kırıklığına uğratmalarının ardından Gazze halkının tüm Müslümanlar adına askeri olarak yürüttüğü bir savaş olup tüm ümmet de fikri ve kültürel olarak sözle bu savaşa girmiş, Batı medeniyeti, kültürü ve onun yaşam biçimi ifşa olup ortaya çıkmış ve Gazze savaşı bunları ortaya çıkardıktan ve düşmanı dosttan ve münafığı da müminden ayırdıktan sonra demokrasi, özgürlükler ve insan hakları gibi tüm mefhumları sırtının arkasına atmıştır.

Hadramut Vakfı kimin yararına çalışıyor? Allah, Rasulü ve müminler için mi, yoksa Şeytan ve aveneleri için mi?!

Bir milletin kaybettiği en ağır savaş, fikir ve medeniyet savaşını kaybetmesidir; bu yüzden Hadramut Vakfı, fikri ve kültürel alışveriş adına Amerikan kuruluşlarıyla işbirliği yaparak Müslümanların ve Hadramut halkının kültürünü sırtından hançerlemektedir; peki Gazze’de Müslümanları katledenlerden nasıl olur da bir kültür ve fikir beklenebilir Allah aşkına?! Amerika’nın eşcinsel bir ülke olduğunu ilan eden birinden nasıl olur da bir medeniyet ve fikir beklenebilir Allah aşkına?!Yahudi varlığının Müslüman ülkelerdeki varlığını kendisi için hayati bir mesele haline getiren birinden nasıl olur da bir medeniyet ve fikir beklenebilir Allah aşkına?!

Ateizm ve sekülerizm dalgasının artmasıyla geçtiğimiz dönemde meydana gelenler, evlatlarımıza taşınabilsin, onun ateşiyle yanıp kavrulalım ve sonra da bunları silmek için zorlu bir mücadele verelim diye Batılı fikirler, çökmüş ve dejenere olmuş medeniyet yoluyla ithal edilen bu tür anlaşmalar sayesinde olmuştur.

Bu davranış İslam’ı temsil etmediği gibi Hadramut halkını da temsil etmez ve onlarla hiçbir ilgisi olmadığı gibi ilim talebelerine, kültür ve düşünce ehline de hizmet etmez; aksine bu davranış, Müslümanların başındaki yöneticilerin tüm platformlarda İslam düşmanlarına hizmet etmek için yürüttüğü fikri yenilginin ve körü körüne bağlılığın bir parçasıdır.

Bizler, hakikatte Müslüman gençleri, Müslüman aileleri ve Müslüman toplumun dokusunu hedef alan kültürel ve fikri destek ve alışveriş biçiminde Batılı fikirleri taşıyan Batılı büyükelçilikler ve kuruluşlarının, Birleşmiş Milletler ve kuruluşlarının, Avrupa Birliği’nin ve diğerlerinin desteğine boyun eğen bu ve benzeri projeleri reddettiğimizi açıkça ifade ediyoruz. Nitekim Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: إِنَّمَا الْإِمَامُ جُنَّةٌ يُقَاتَلُ مِنْ وَرَائِهِ وَيُتَّقَى بِهِİmam bir kalkandır, onun arkasında savaşılır ve onunla korunulur.

Bu kötü gerçeklik Müslümanları, Hilafeti kurmak ve İslam ile hükmetmeye biat eden Müslümanların İmamını nasbetmek için çalışmaya sevk etmelidir ki böylece tüm Müslümanlar onun arkasında küfürle savaşsınlar ve Allah’tan ittika ederek hayatın tüm sistemlerinde İslam’ın hükümlerini tatbik etsinler.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Dr. Abdullah Bazib - Yemen

Devamını oku...

Trump: Orta Doğu Patlıyor ve Üçüncü Dünya Savaşı'nın Eşiğinde Olabiliriz!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Trump: Orta Doğu Patlıyor ve Üçüncü Dünya Savaşı'nın Eşiğinde Olabiliriz!

Haber:

Cumhuriyetçi aday ve eski ABD Başkanı Donald Trump, dünyanın 3. Dünya Savaşı'nın eşiğinde olabileceğini söyleyerek Orta Doğu'da bir patlama uyarısında bulundu ve Washington’u krizleri çözmede başarısız olmakla suçladı. Bu açıklama, Gazze ve Lübnan’da Yahudilerin tırmanışa geçtiği ve Rusya-Ukrayna savaşının devam ettiği bir dönemde geldi. Trump, “Orta Doğu patlıyor ve Üçüncü Dünya Savaşı'nın eşiğinde olabiliriz ve Beyaz Saray ne yapacağını bilmiyor” dedi. (El Cezire Net)

Yorum:

Bu açıklama, Amerika’nın bölgede kendisine hizmet etmesi için türettiği çatışmanın taraflarına, ajanlarının kontrolü sıkılaştırmaya hazır olduklarına dair bir uyarı olarak gelmiştir ki böylece her bir taraf, herhangi bir gücün kendisiyle karşı karşıya gelmesini veya çıkarlarına saldırmasını önlemek için Amerikan tarzı üzere savaştaki pozisyonunu alsınlar. Bu yüzden Amerika kendisiyle rekabet etmek isteyen herhangi bir gücü engellemek için bölgeye bir varlık yerleştirmiş olup bu güçleri bu diktiği kazığı korumakla ve onun gücünün inadını desteklemekle meşgul etmektedir.

Cesaret gösterip destek dilenen ama gerçek vakıasında miskinlik kendisine galip gelen kapitalist sistemin koltuğu için rekabet eden aktörlerin ima ettiği şey işte budur; zira o, birçok nedenlerden dolayı sönmesinin yakın olduğunu hissediyor ki bunlar şunlardır:

- İçeriden, seçkinlere daha fazla zaman kazandırmak ve tiyatrosuyla onların hoşuna giden şeyleri parlatmak için seçim ve rekabet maskaralığıyla dikkat dağıtıyor.

- Küresel ve Arap bilincini, ekonomik kaybı, yolsuzluğu ve herhangi bir ilerleme olmaksızın aşamaları atlatmasından kaynaklanan iç parçalanmayı umursamadan körü körüne bir güven ve rekor sürede hedefe ulaşmak için olayları hızlandırma konusundaki aptallığı nedeniyle şımarık ajanının genişleme konusundaki pervasızlığı ve bölgeyi bilinmeyen bir akıbete sürüklemesi.

- Buna bir neden daha ekleyebiliriz ki o da, ABD’nin ajanlarını ve bölgeye yerleştirdiği üsleri barındıran İslami halkların uyanışından duyulan korkudur; zira İslami halklar, kaybolup aldatılmış olsa da onun uzun bir süre ve belirsiz bir şekilde sessiz kalması imkansızdır. Çünkü her gün artan zulmün, Amerika gibi kendi halkına bile adil olmayan sömürgeleştirilmiş ülkelerden yayılan felaketlere sürükleyenin, bu zulmün denetleyicisinin ve Müslümanların başındaki yöneticilerle işbirliği yapanların bu Amerikan ittifakının olduğu açığa çıkmış ve ifşa olmuştur. Dolayısıyla Amerika, dünyayı savaş konusunda uyarıyor ancak ajanlarını direnmek için hazırlandığı ve onun gelişiyle yüzleşmek için üslerini ve gücünü hazırladığı kimseye yönelik saldırısını ertelemek istiyor. Dikkat edin bu kimse, geri dönüşünü engellediği, onun geri dönüşü için çalışanları engelleyip onları terörist olarak yaftaladığı ve onu başarısızlığa uğratmak ve geri gelmesine neden olan cihat gibi tüm maddi ve manevi güçleri durdurmak için kullanabileceği her şeyi organize ettiği Hilafet Devleti’dir. Bakın işte Amerika, İslam ümmetini durdurma savaşı için kollarını harekete geçirdi; bu yüzden ordular görevlerini yerine getirmiyorlar, akidelerine bağlı olarak geleceklerine sahip çıkmıyorlar, aksine tiranların başını takip edip ona itaat ediyorlar.

Umulur ki ümmetin basireti açılır da güç ehlini, savunmaya, intikam almaya ve onurundan geriye kalanları yeniden kazanmaya sevk ederek iman ve amel olarak vacibini yerine getirir ve böylece medya söylemini, Amerika’nın istediği gibi değil de anlaşılması gerektiği gibi anlar.

وَإِذَا جَاءَهُمْ أَمْرٌ مِّنَ الْأَمْنِ أَوِ الْخَوْفِ أَذَاعُوا بِهِ وَلَوْ رَدُّوهُ إِلَى الرَّسُولِ وَإِلَى أُولِي الْأَمْرِ مِنْهُمْ لَعَلِمَهُ الَّذِينَ يَسْتَنبِطُونَهُ مِنْهُمْ وَلَوْلَا فَضْلُ اللهِ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَتُهُ لَاتَّبَعْتُمُ الشَّيْطَانَ إِلَّا قَلِيلاًOnlara güven veya korkuya dair bir haber gelince hemen onu yayarlar; halbuki onu, Rasul’e veya aralarında yetki sahibi kimselere götürselerdi, onların arasından işin içyüzünü anlayanlar, onun ne olduğunu bilirlerdi. Allah'ın size lütuf ve rahmeti olmasaydı, pek azınız müstesna, şeytana uyup giderdiniz.” [Nisa:83]

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Ümmü Fatıma Sebatin

Devamını oku...

Ürdün Kralı İşgalin Vahşetini Kınıyor!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Ürdün Kralı İşgalin Vahşetini Kınıyor!

Haber:

Ürdün Kralı Abdullah Salı günü yaptığı açıklamada, Gazze Şeridi’ne yönelik devam eden saldırıda işgal tarafından işlenen eşi benzeri görülmemiş boyuttaki vahşetin haklı gösterilemeyeceğini vurguladı. Ve şöyle ekledi: “genel olarak dünyamızda kargaşaların olmadığı hiçbir an olmamıştır ancak şu anda yaşadığımızdan daha tehlikeli bir zaman hatırlamıyorum.” (Arabi 21)

Yorum:

Gazze Şeridi ve Batı Şeria'da katliamlar alevleniyor ve işgalin katliamlarının üzerinden yaklaşık bir yıl geçmesinin ardından ve Batı kurumlarının yankılanan çöküşüne ve İslam'a ve Müslümanlara yönelik nefretlerini, arkasına saklandıkları tüm insani maskelerinin düşmesine rağmen Müslümanların başındaki yöneticiler sadece kınıyor ve küresel suç topluluklarına çağrıda bulunuyorlar.Ürdün Kralı da durmuş, ona en ölümcül silahları sağlayanların önünde hiç utanmadan işgalin işlediği suçların dehşetinin boyutunu anlatıyor!

Gerek Ürdün Kralı gerekse Müslümanların başındaki diğer yöneticiler zayıflıktan ya da silahsızlıktan dolayı çağrıda bulunmuyorlar; zira Müslüman ordular Yahudi varlığına son verebilecek ve Batı’ya karşı durabilecek güçtedirler. Ancak bu yöneticiler, efendilerine, projelerini gerçek tehlikeden korumaları için çağrıda bulunuyorlar. Bu tehlike ise, koltuklarını ve tahtlarını tehdit eden ümmetin kaynaması ve uyanışı, dolayısıyla kaçınılmaz olarak gelmekte olan canavar Yahudi varlığının yok oluşudur. 

Allahu Teala şöyle buyurmuştur:فَإذَا جَاءَ وَعْدُ أُولاهُمَا بَعَثْنَا عَلَيْكُمْ عِبَاداً لَنَا أُولي بَأْسٍ شَدِيدٍ فَجَاسُوا خِلالَ الدِّيارِ وَكَانَ وَعْداً مَفْعُولاًBunlardan ilkinin zamanı gelince, üzerinize güçlü kuvvetli kullarımızı gönderdik. Bunlar, evlerin arasında dolaşarak (sizi) aradılar. Bu, yerine getirilmiş bir vaat idi.” [İsra 5]

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Ümmü Ahmed Asaf – Mübarek Toprak (Filistin)

Devamını oku...

Raşidi Hilafetin Kurulması ve Bizim Rolümüz!

  • Kategori Makaleler
  •   |  

Raşidi Hilafetin Kurulması ve Bizim Rolümüz!

Bugünlerde hem İslam beldelerinde hem de Batı’da Hilafetin kurulmasıyla ilgili birçok tartışma işitiyoruz. Hilafetin ilk olarak nerede kurulacağına gelince; bu sadece Allah Subhanehu’nun elindedir; zira nusreti bahşeden sadece O’dur. Ama Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in müjdesi, yer meselesi hakkında haber vermektedir. Bizim rolümüze gelince; bu, işlerimizi gözetme konusunda İslam’ı uygulamak için Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in metoduna tabi olmaktır.

Gazze'deki sıkıntının başlangıcından bu yana, Allah Subhanehu ve Teala’nın dünyayı hak din için hazırladığı açıktır. Bugün tüm Müslüman ülkeler, İslam’a geri dönmenin, şeriatın uygulanmasının ve tek bir ümmet olarak birleşmenin zaruretinden bahsediyor. Bu konuşmalardan bazıları, ahir zaman ve Hilafetin geri dönüşüne kadar uzanmaktadır. Aynı zamanda tüm dünya bundan etkileniyor; zira Batı’daki sağduyulu insanlar arasında Müslümanları destekleyen sesler işitiyoruz.

Nitekim Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in müjdesi, asırlar boyunca sayısız seçkin alim tarafından incelenmiştir. Talebeler olarak haberlerin, Müslümanları salih ameller işlemeye teşvik ettiğini görebiliyoruz. Bazı haberler, Allah yolunda savaşmak gibi belirli şerî hükümlerin yerine getirilmesine yönelik bir talep (emir) bağlamında gelebilmektedir. Evet, yorumlarımız farklı olabilir ama yorumlarımız ne olursa olsun, içinde bulunduğumuz durumla ilgili İslam’ın emirlerine uymak zorundayız.

Ne yapmamız gerektiğine gelince; Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in siretine dönüyoruz:

a- Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem ashabını Daru’l Erkam’ın evinde hazırladı. Bu yüzden evlerimizin, ailelerimizin, arkadaşlarımızın ve topluluklarımızın Daru’l Erkam’ın modelleri olması gerekir. Ayrıca dinin ve onun nurlu hidayetinin meşaleleri ve İslam'ın öğrenildiği ve ona davet edildiği yerler olması gerekir.

b- Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem toplumu, İslam ile hükmetmeye hazırladı. Zira Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem insanlara, kız çocuklarına, yoksullara ve yetimlere yapılan muamele ve ticarette hile gibi insanların ilişkilerini düzenleyen hükümlerle hitap etmiştir. Günümüzde bizim de topluma, açık bir şekilde hitap etmemiz, onun sorunlarını ele almamız ve İslam’ı bir alternatif olarak sunmamız gerekmektedir. Şüphesiz Kur’an ve nebevi sünnet, ekonomi, dış siyaset, eğitim politikası ve yönetim sistemine yönelik eksiksiz bir plan sunmaktadır.

c- Aynı zamanda Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem, İslam ile hükmetmeye yardım etmesi (nusret vermesi) için güç ve kuvvet ehlini de hazırlamıştır. Zira Sallallahu Aleyhi ve Sellem kabilelerin savaşçılarıyla temasa geçmiş ve onlardan, İslam’ı ikame etmek için kendisine nusret vermelerini talep etmiştir. Nitekim birçok kabilenin reddetmesinin ardından Yesrib kabileleri olumlu bir cevap vermiştir. Dolayısıyla İkinci Akabe Biati sırasında İslam ile hükmetmek için nusret verme tamamlanmıştır. Böylece Yesrib, Arap Yarımadası’nı parlak bir nurla aydınlatan aziz ismi Medine-i Münevvere ile İslami bir otorite haline gelmiştir. Bu nedenle bugün bizlerin de, silahlı kuvvetler içindeki evlatlarımızı, kardeşlerimizi ve babalarımızı nusret vermeye hazırlamamız gerekmektedir.

İçerisinde çalışmamız gereken yerle ilgili olana gelince:

a- Bazı yerlerin diğer yerlere göre daha çok icabet ettiği bilinmektedir. Nitekim Mekke, Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in davetinin başladığı yerdi; ancak Mekke, kendisini ayrıcalıklı hissettiği ve mevcut durumdan (statükodan) faydalandığı için risalete mukavemet göstermiştir. Öte yandan Yesrib, birçok sıkıntı ve sorunlarla karşı karşıya olduğundan daha çok icabet etmiştir. İslam beldeleri, çalışmak için bizim için uygun yerdir; zira buralar, İslam’ı seven, onu öğrenmek isteyen ancak sorunların içinde boğulup bir çıkış yolu arayan Müslümanlarla doludur.

b- Müslüman ülkelerde yaşayan bizlerin çok sayıda akrabası ve arkadaşı vardır ki bu da başlamak için doğal bir yer olmaktadır. Dolayısıyla hepimiz öğrenmek ve öğretmek zorundayız. Yine hepimiz toplumla iletişime geçmeli ve toplumsal sorunlarımızın çözümüne yönelik şerî hükümleri sunmalıyız. Ayrıca hepimiz, silahlı kuvvetler içindeki akrabalarımız ve arkadaşlarımızla iletişime geçmeliyiz.

c- Evet, bazılarımız birtakım zorluklar nedeniyle Müslüman ülkelerinden göç etmek zorunda kaldık. Ancak Habeşistan’a hicret eden Müslümanlar gibi bizim de kalbimiz ve umutlarımız ülkemizle birliktedir. Nitekim hepimizin orada akrabaları ve arkadaşları vardır; bu yüzden İslam’ı öğrendiğimiz ve öğrettiğimiz Daru’l Erkam gibi (dijital örnekler) oluşturabiliriz. Hatta ziyarette bile bulunabiliriz; belki de dua edip hazırlık yaparak geri dönmenin bir yolunu bulabiliriz.

Ey Müslümanlar:

İmam Ahmed, Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: ثُمَّ تَكُونُ مُلْكاً جَبْرِيَّةً فَتَكُونُ مَا شَاءَ اللهُ أَنْ تَكُونَ، ثُمَّ يَرْفَعُهَا إِذَا شَاءَ أَنْ يَرْفَعَهَا، ثُمَّ تَكُونُ خِلَافَةً عَلَى مِنْهَاجِ النُّبُوَّةِSonra zalim yöneticiler gelecek ve onlar da Allah’ın dilediği kadar kalacaktır. Bunların ardından ise yine Nübüvvet metodu üzere Hilafet olacaktır.” Bu, وَمَا يَنْطِقُ عَنِ الْهَوَى إِنْ هُوَ إِلَّا وَحْيٌ يُوحَىO, kendi hevasından konuşmaz. O ancak vahyedilen bir vahiy ile (konuşan).” [Necm:3-4] Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in mübarek bir müjdesidir. Bu hadis sadece Nübüvvet Minhacı üzere Hilafetin geri dönüşünü müjdelemekle kalmıyor, aynı zamanda bizim onu kurmak için çalışmamızı da emrediyor; zira Allah’ın indirdiği ile hükmetmek herhangi bir farz gibi farzdır. Hilafetin yıkılmasının üzerinden yüz yıl geçti ey Müslümanlar?! O halde onu kurmak için çalışın, Allah’ın dinine ve dininize yardım edin.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Musab Umeyr – Pakistan

Devamını oku...

Vatikan Papa’sının Endonezya Ziyaretinden, Siyasi Olmayan Gizli Bir Mesaj!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Vatikan Papa’sının Endonezya Ziyaretinden, Siyasi Olmayan Gizli Bir Mesaj!

Haber:

Geçen eylül ayının başlarında Papa Francis Endonezya’yı ziyaret etmiş ve ülkenin en büyük camisi olan İstiklal Camii’nde bir konuşma yapmıştı. Nitekim baş İmam ile birlikte, alt başlığından da anlaşılacağı üzere “İnsanlık İçin Dini Uyumu Teşvik Etmeyi” ve günümüz dünyasının “İnsanlık Sıfatından Çıkma ve İklim Değişikliği” gibi iki “ciddi krizini” ele almayı amaçlayan “2024 Ortak Bağımsızlık Deklarasyonu’nu” imzaladı. Ayrıca Papa, İstiklal Camii ile Cakarta Katedrali’ni birbirine bağlayan ve Endonezya’da dini uyumunu simgeleyen Silaturahmi Tüneli’nin ön kısmını da ziyaret etti.

Yorum:

Papa'nın en büyük Müslüman ülke olan Endonezya’nın bazı halkı arasında popüler bir figür haline geldiği inkar edilemez. Papa’nın Endonezya ziyareti genç kuşak tarafından bile sıcak bir şekilde karşılandı.Dini bir lider ve adalet savaşçısı olarak tasvir edilen mütevazi görünümü ve yol arkadaşlarıyla birlikte mütevazi kişiliğinin, kesinlikle gizli bir gündemi vardır. Görünen o ki Papa’nın anti-otoriter duruşu Endonezya’daki Müslümanlara liderleri yetkilendirmenin ardındaki tevazu ve sorumluluğu dikte ediyor; ama mesaj çok açık: Bir lider için en önemli nitelik, lider olmayı arzulamamasıdır. Bu siyasi olmayan mesaj, ziyaretinin üçüncü gününde, yani 5 Eylül’de Baş İmam Nasreddin Ömer’in kendisini İstiklal Camii’nde karşılaması ve 2024 Ortak Bağımsızlık Deklarasyonu’nu imzalamasıyla daha da belirgin hale gelmiştir.BBC bu reklamın içeriğini biraz taraflı bir bakış açısıyla şu şekilde aktarmıştır: 2024 Bağımsızlık Deklarasyonu, maden ruhsatı alan dini örgütler, yani Nahdatul Ulama ve Muhammediye gibi dini örgütler arasında “üzücü ve çelişkilidir”. Bu ise dini odakların ekonomik ve siyasi planlara dahil olmaları nedeniyle aslında insanlık sıfatından çıkmayı ve çevresel krizleri destekledikleri izlenimini vurguluyor.

Dinin siyasetten uzak durması gerekir! Ana mesaj işte budur. Batılı değerlere meyilli olan laik bir medya kuruluşu olarak BBC, dinin ekonomi ve siyaset dünyasına girmesini, kasıtlı olarak çevresel yıkımı ve insanlık sıfatından çıkmayı teşvik etmek olarak çerçeveliyor. Buna ek olarak Endonezya’daki deneyimli laik medya, Papa’yı kişisel olarak yüceltiyor; zira Papa’ya, adalet için savaşan, mütevazı bir hayat yaşayan ve yoksullara yakın olan kutsal bir adam olarak itibar ediliyor ki bu da Endonezya’nın oligarşik iktidar hırsıyla dolu siyasi koşullarıyla tam bir tezat oluşturuyor. Çünkü Endonezya’nın siyasi tiyatrosu, hukukun açıkça manipüle edildiği ucuz bir aile hanedanları tiyatrosu sergilemeye devam ediyor.

Papa’nın siyasi olmayan mesajı açıktır; siyaset kirlidir ve din kutsaldır; bu nedenle stratejik ekonomi dünyası da dahil olmak üzere siyaset dünyasına dini karıştırmayın!Dolayısıyla bu, İslam’ın hükümlerinin siyasi ve ekonomik alanlara girmesinin yasak olduğu şeklindeki laikçi argümana benzemektedir.Bu düşünce tarzı kesinlikle tehlikelidir; çünkü bu, bize Müslümanların siyasi liderliğinin hadaratlarının ayrılmaz bir parçası olduğunu öğreten İslam ile çelişmektedir. Sonuç olarak bu gizli mesaj, aslında ümmetin ruhi ve siyasi olarak çöküntüsünü artıracak ve laikliği de pekiştirecektir. Oysa İslam laikliği ya da dinin siyasetten ayrılmasını reddetmektedir. Endonezya’daki Müslüman yöneticilerin yozlaşmasının İslam’ın hükümleriyle hiçbir ilgisi yoktur; çünkü bu, onların acziyetinin ve Allah’ın siyaset ve ekonomi hakkındaki hükümlerini inkar eden insan yapımı cahiliye sisteminin bir sonucudur. Çünkü İslam şeriatının hayatımızı kapsamadığı hiçbir yön yoktur. Nitekim Allahu Teala şöyle buyurmuştur: وَأَنِ احْكُم بَيْنَهُم بِمَآ أَنزَلَ اللّهُ وَلاَ تَتَّبِعْ أَهْوَاءهُمْ وَاحْذَرْهُمْ أَن يَفْتِنُوكَ عَن بَعْضِ مَا أَنزَلَ اللّهُ إِلَيْكَ   “Aralarında Allah’ın indirdikleri ile hükmet. Onların hevalarına tabi olma ve Allah’ın sana indirdiklerinin bir kısmından seni saptırmalarından sakın.” [Maide 49]

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Dr. Fika Komara

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER