Salı, 24 Cumade’l Ûlâ 1446 | 2024/11/26
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

İran ile Amerika Arasındaki İlişki ve Perde Arkasında Olup Bitenler!

  • Kategori Makaleler
  •   |  

İran ile Amerika Arasındaki İlişki ve Perde Arkasında Olup Bitenler!

Netanyahu’nun savaş alanını genişletmek ve Yahudileri korumak için bir tavır alması amacıyla Biden yönetimini utandırmak için İran’ı açık bir savaşa sürüklememeye çalıştığı ve bu yolla Amerika ile İran arasında bir çatışma çıkarmak istediği açıkça ortaya çıkmıştır; Gazze’deki savaşı uzatacak olan tam olarak bu olduğu gibi Netanyahu’nun arzuladığı şey de budur.

Tahran ve Washington arasında bir çatışmanın çıkması ne Amerika’nın ne de İran’ın lehine yansımaları olacaktır; bu nedenle her iki taraf da angajman kurallarına uymaya ve açık bir çatışmaya girmemeye özen gösteriyor. Dolayısıyla onlar, sürtüşmenin ritmini üzerinde anlaştıkları kurallara göre kontrol etmeye çalışıyorlar; bu yüzden Netanyahu savaşın kapsamını ne kadar genişletmeye ve İran’ı doğrudan savaşa dahil etmeye çalışırsa çalışsın, bu amacını gerçekleştirmesi imkansızdır; yani ne kadar uğraşırsa uğraşsın, ne kadar plan yaparsa yapsın ve ne kadar kurnazlık yaparsa yapsın, Tahran’ı Amerika ile bir çatışmaya sürüklemesi imkansızdır. Çünkü üzerinde anlaşılan angajman kurallarının, çizilenin dışına çıkması imkansızdır; zira Tahran’ın Lübnan, Irak, Yemen ve Suriye’deki kolları ve milisleri, Amerika ve İran arasındaki alternatif çatışma alanıdır. Bu nedenle Amerika’nın İran’da askeri ya da güvenlik önlemleri aldığına bir kez olsun tanık olmadık; aksine Yahudi varlığı çoğu zaman doğrudan İran'ı hedef alıyor ve o da Amerika ile koordinasyon kuruyor.

ABD’nin cevabına gelince; Tahran’la koordinasyon halinde onun bağlantılı vekilleri ve milisleri vurmaktır. Bu nedenle her halükârda Netanyahu’nun savaşı genişletmeye çalışmasının bir anlamı olduğunu düşünmüyorum.

Amerika’nın, Tahran’ın bölgedeki politikasını bölgedeki kendi stratejisinin bir parçası olarak gördüğü açıkça ortaya çıkmıştır.

Yahudi varlığının güvenliğinin tehdit edilmesi, Amerika’yı sert önlemler almaya sevk edebilir; dolayısıyla ekonomik yaptırımlar veya hesaplanmış askeri eylemler benimseyebilirler; zira Amerika, İran’ın bölgede kendisine sağladığı hizmetten vazgeçmez. Aynı şekilde Amerika, gerek müzakere etmek gerekse kritik bir seçim dönemine hazırlanan Biden yönetimi için bir baskı unsuru haline gelen Gazze savaşını durdurmak için İran’ın vekilleri aracılığıyla Yahudilere baskı yaptığını biliyor; dolayısıyla İran’ın gerilimi tırmandırma çabasının açıklaması işte burada yatıyor.

Amerika’nın son zamanlarda yaptığı açıklamaları, savaşın kapsamını genişletmeyi beklemediği yönündedir; zira Amerika’nın diplomatik yollarla çözüm bulmayı ümit etmesi, Tahran’a, savaşın ve açık çatışmanın kapsamının genişlememesini sağlamak için kırmızı çizgilerin dışına çıkmaması ve bunlara uyması gerektiğine dair açık bir mesaj mesabesindedir.

Tahran bu işlevsel rolü kabul etmesi ve Washington’a hizmet etme politikası sayesinde, ABD’nin çıkarlarıyla çatışmaması şartıyla hedeflerini gerçekleştirmek için bölgesel bir kutup haline gelmeye çalışmaktadır.

Bu nedenle Tahran ve Washington arasındaki ilişki düşman ya da müttefik olarak tanımlanamaz; daha ziyade, kendisine çizilen yörüngede dönen bir ülkenin yaptığı gibi, aydın ve derin bir bakış açısı dışında anlaşılması zor olan karmaşık bir ilişki olarak tanımlanabilir.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Munis Hamid – Irak

Devamını oku...

Şayet Ümmetin Tüm Alimleri ve İçindeki Nüfuz Sahipleri, Vahdet ve Bir Halife’ye Biat Etme Çağrısında Bulunsalardı Neler Olurdu Acaba?!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Şayet Ümmetin Tüm Alimleri ve İçindeki Nüfuz Sahipleri, Vahdet ve Bir Halife’ye Biat Etme Çağrısında Bulunsalardı Neler Olurdu Acaba?!

Haber:

Umman Müftüsü Şeyh el-Halili, X platformundaki sayfasında yayınlanan açıklamasında Hizbullah Genel Sekreteri’nin ölümünü ilan etti ve ölüm ilanının sonunda şunları söyledi: “Allah'tan Lübnan ve Filistin’deki direnişi güçlendirmesini diliyoruz; bizler, Müslümanların ortak bir kelime üzerinde birleşmelerini ve aralarını bölen şeylere son vermelerini umuyoruz; çünkü Müslümanların birliklerinde güç ve heybet, bölünmelerinde ise zayıflık ve hayal kırıklığı vardır… Allah yardımcımız olsun.”

Yorum:

Şeyh el-Halili’nin sözlerini okurken zihnimde, ümmetin tüm âlimleri ve nüfuz sahibi kişiler, şayet bugün Müslümanların başına gelenleri durdurmak için vahdet, safları sıkılaştırma ve tek bir adamın kalbi üzerinde bir araya gelme çağrısında bulunmuş olsalardı neler olabileceğini tasavvur ettim.

Ey ümmetin alimleri, insanları kurtuluşa, izzete, şerefe ve Rablerinin rızasına ulaştırmak için iyiliği emredip kötülükten nehyederek ayaklanıp harekete geçtiğinizde Allah katında elde edeceğiniz ecir ve mükâfatın büyüklüğünü benimle birlikte sizde tasavvur edin Allah aşkına.

Herkesin üzerine düşeni yaptığını, âlimlerin hakkı haykırdıklarını, tüm Müslümanların imamlarının Allah’a karşı samimi olduklarını, insanlara akidelerini canlandıran ve zayıflıklarını gideren şeylerle hitap ettiklerini, onları İslam temelinde değişime, yöneticilerin elini tutmaya ve zelil bir hayata boyun eğmemeye davet ettiklerini benimle birlikte sizde tasavvur edin Allah aşkına.

Sırf peygamberlerin varislerinin, çabalarını İslam’a dayalı bir değişime davet eden muhlislerin çabalarıyla birleştirmek için bugün oynadıkları rolü ve ortaya çıkacak sonucu tasavvur etmek bile bizim, onlara ve onların dini ihya etmeye ve ümmeti yeniden hayırlı konumuna geri döndürmeye yönelik çabalarına ne kadar ihtiyacımız olduğunu anlamamızı sağlayacaktır.

Ey ümmetin alimleri, sizin rolünüz gerçekten çok büyüktür; şayet rolünüzü hakkıyla yerine getirmiş olsaydınız o zaman insanların yollarını aydınlatan ve onları doğru yola ileten kandiller olacak ve bizler de sizleri, bu size pahalıya mal olsa bile hakkı haykıran etkili liderler olarak ön planda bulacaktık.

Allah, ümmetin alimlerinin, nüfuz sahiplerinin ve imamlarının kalplerini ihya etsin ve onları, her yönden düşmanların saldırısına uğrayan ümmeti diriltmeleri için seçsin; zira hiçbir denetim ve gözetim olmaksızın her gün Müslümanlar hayatlarını kaybediyorlar!

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Minnetullah Tahir – Tunus

Devamını oku...

El-Vakiye TV: El-Ezher Şeyhi: Risaletlerde Ayrım Olmaz!

  • Kategori El Vakiye TV
  •   |  
El-Vakiye Televizyonu:
El-Ezher Şeyhi: Risaletlerde Ayrım Olmaz!

Hizb-ut Tahrir Üyesi Faziletli Şeyh Yusuf Maharize’ye (Ebu Humam) Ait Bir Kesit - Mübarek Toprak (Filistin)

Yapım: El Vakiye TV Medya Prodüksiyonu

#OrdularAksaya
#ArmiesToAqsa
الجيوش_إلى_الأقصى#

H. 21 Rabiu’l Evvel 1446 M. 26 Eylül 2024

Devamını oku...

Çağrı Cihazı Saldırısına, Banliyölerin Bombalanmasına ve Onlarca Üst düzey İran Partisi Liderlerinin Öldürülmesine Rağmen Lübnan Yönetimi Hala İçi Boş Açıklamalar Yapmaktadır

17 Eylül 2024 Salı günü Lübnan’da ‘çağrı cihazı’ saldırısında 2700’den fazla kişi yaralandı, bazıları sakat kaldı veya görme yetisini kaybetti. Ertesi gün telsiz cihazlarıyla ilgili yaşanan başka bir olayda yaklaşık 500 kişi yaralandı. İki gün sonra cuma günü, Beyrut’un güneyindeki el-Kaim bölgesinde düzenlenen hava saldırısında şu ana kadar 26 sivil (çocuklar ve kadınlar dahil) hayatını kaybetti ve 23 kişi kayboldu. Bu saldırıda, “Rıdvan Gücü” olarak bilinen bir toplantı sırasında İran partisinin üst düzey komutanları hedef alındı. Bu basın açıklamasının yazıldığı anda Yahudi savaş uçakları, Güney Lübnan’ı şiddetle bombalıyor, patlamalar uzak mesafelerden bile duyuluyordu.

Bütün bunlara ve öncesinde Yahudilerin Lübnan sokaklarında gerçekleştirdikleri suikastlarla rağmen—çatışma kurallarını ihlal etmesine, tüm kırmızı çizgileri aşmasına ve Lübnan’ı kana boyamasına rağmen—Bakan Ali Hamiyye, diğer bakanlar ve iktidar odakları çıkıp “Yahudi varlığının bölgeyi savaşa sürüklemek istediğinden” bahsediyorlar. Dışişleri Bakanı Abdullah Buhabib Güvenlik Konseyi’nde yaptığı açıklamada bölgenin tehlikenin eşiğinde olduğunu söyledi. İçişleri Bakanı Bassam Mevlevi de kameraların izlenmesi gerektiğini vurguladı ve son haftalarda birçok sivilin düşman Yahudi varlığı tarafından öldürüldüğünü bildirdi. Hal böyleyken biz hâlâ savaşa sürüklenmenin eşiğinde miyiz, tehlikenin eşiğinde miyiz ve şuan sadece kameraları mı izlemeliyiz? Yoksa bölge, başta Lübnan olmak üzere çoktan savaşa girdi mi? Size göre savaş, Yahudilerin Lübnan topraklarını işgal etmesi mi? Yoksa Gazze’de yaşanan ve yaşanmakta olan katliamın Beyrut ve Lübnan’da yaşanması mı savaş? Çocukların, kadınların ve erkeklerin öldürülmesi ve binaların yıkılması savaş değil mi? Yoksa bunlar, hala sadece savaşa sürüklenmek mi?

Ey Kamu İşleri ve Ulaştırma Bakanı, ey Dışişleri Bakanı, ey İçişleri Bakanı, hatta ey Başbakan! Ne tür bir siyaset izliyor ve yaşıyorsunuz, hangi yüzle insanların karşısına çıkıp onlara hitap edebiliyorsunuz? Gerçekten de iddia ettiğiniz gibi Lübnan’daki durum Gazze’deki durumla bağlantılı mı? Yoksa Amerika’nın istediği gibi darbe üstüne darbe yemek mi, Lübnan halkından yaralananların ve ölenlerin olmasını istemek mi, sabır ve barış iddiasıyla bölgeyi savaşa sürüklememek mi?

Artık belli ki Amerika için geniş çaplı savaşın anlamı, sadece Yahudilerin Lübnan’ı işgal etmesidir. Ancak bu anlam, günlük olarak patlayıcı cihazlarla gerçekleştirilen cinayetleri, binaları yerle bir eden füzeleri ya da Lübnan’ın güneyinden kuzeyine, doğusundan batısına kadar uzanan insansız hava araçlarıyla yapılan suikastları kapsamıyor. Tüm bunlar bir savaş değil de sadece Lübnan’ı savaşa sürükleme girişimleridir öyle mi? Bu nedenle mi Amerikan yandaşları itidal çağrısı yapmakta, Lübnanlı siyasetçiler de itidalli hareket etmektedir? Lübnanlı siyasetçiler itidalli hareket ederken, Yahudiler vahşetlerini sürdürmeye devam ediyorlar. Lübnan, Güvenlik Konseyi’ne mesajlar gönderirken, Yahudiler Lübnan’a uçaklarını ve füzelerini gönderiyorlar.

Artık Lübnan ve bölgenin özellikle de orduların ve silahlı grupların, Amerika’nın koyduğu her kuralı çiğnemesinin zamanı gelmiştir. Artık Yahudi varlığıyla savaşmak için Lübnan sınırlarının herkese açılmasının zamanı gelmiştir. Bu savaş, sadece bir grubun savaşı değil, her gün kanı dökülen Lübnan ve bölgedeki tüm Müslümanların savaşı olmalıdır. Eğer tüm Müslümanlar savaşa girse Yahudiler bu savaşta bir saati bile dayanamazlar. Artık Lübnan’a, bölgeye ve Yahudilerle savaşma arzusunda olanlara ket vuran, ama insanlar hakkında hiçbir ahit ve yemin gözetmeyen art niyetli ve hain Yahudi varlığını dizginlemeyen tüm kurallardan ve uluslararası kararlar senaryosundan kurtulmak kaçınılmazdır.

قَاتِلُوهُمْيُعَذِّبْهُمُاللهُبِأَيْدِيكُمْوَيُخْزِهِمْوَيَنصُرْكُمْعَلَيْهِمْوَيَشْفِصُدُورَقَوْمٍمُّؤْمِنِينَ“Onlarla savaşın ki Allah sizin elleriniz ile onları cezalandırsın, rezil rüsva etsin. Onlara karşı size yardım etsin. Müminlerin kalplerine şifa versin.” [Tevbe 14]

Devamını oku...

Birleşmiş Milletler ve Uluslararası Sisteme Sığınanlar, Yağmurdan Kaçarken Doluya Tutulan Kimse Gibidir!

Yahudi varlığı, uluslararası sistemin en büyük suçlularının Yahudi varlığına sağladığının onda birini bile denk olmayan ölçüde bireyler veya grupların verdiği tepkiler hariç ciddi hiçbir yanıt olmaksızın Gazze, Batı Şeria ve Lübnan’a saldırmaktadır. Lübnan Başbakanı Necip Mikati bugün BM Güvenlik Konseyi’ne Lübnan’a yönelik saldırganlığı durdurması için Yahudi varlığına baskı yapması çağrısında bulundu ve ateşkes girişimlerinden dolayı Fransa ve Amerika’ya teşekkür etti. Dışişleri Bakanı Abdullah Buhabib de Amerika’nın kurtuluşumuzun anahtarı olduğunu ve umudun ona bağlı olduğunu ifade etti.

Peki bu yetkililer, Birleşmiş Milletler gerçekliğini, Müslüman karşıtı eylemlerini ve Yahudi varlığı tarafgirliğini bilmezden mi geliyor ya da bilerek görmezden mi geliyorlar? Ya da belki de bu varlığın kuruluşundaki temel kararların BM ve şükranlarını sundukları, umut bağladıkları bu ülkelerin kararları olduğunu unuttular. Bu varlık Amerika, Fransa ve İngiltere’nin silahlarıyla Gazze, Suriye ve Lübnan’ı bombalamadı mı? Bu büyük ülkeler, BM Güvenlik Konseyi’nin Yahudi varlığını kınayan kararlarını engellemediler mi? O halde bu varlığı yaratan ve destekleyen bu büyük suçlu ülkeleri nasıl onun karşısında durmaya çağırabiliriz? Hiç dikenden üzüm beklenir mi? Aklı başında bir insan hasmına başvurur mu? Ne oluyor size ne biçim hüküm veriyorsunuz öyle? Yoksa Batı ajanlığı ve bağımlılığı hakkında bir kitabınız mı var onu mu okuyorsunuz?

Ey Müslümanlar! Yahudilerin saldırganlığından kurtulmanın en kısa ve etkili yolu, köklerini kurutmak için orduları harekete geçirmektir. Büyük devletlere, Birleşmiş Milletler’e ve uluslararası sisteme başvurmak ise göz boyamaktan başka bir şey değildir, yöneticilerinizin yapabileceği tek şeyin bu suçluların kapılarında yalvarmak olduğu yanılsamasını yaratmaktadır. Bu durum, istisnasız tüm yöneticilerinizin, size karşı Yahudilerle işbirliği yaptıklarını göstermektedir. Birleşik Arap Emirlikleri, Mısır ve Ürdün gibi ülkeler açıkça işbirliğini yaparken, Suudi Arabistan, İran ve Türkiye gibi ülkeler ise dolaylı yollarla işbirliği yapmaktadır.

Gazze kaderine terk edildi, yok edilmesine göz yumuldu, aynı şekilde Lübnan da öyle. Bu ülkeler, amacı bu varlığı güçlendirmek ve varlığını normalleştirmek olan Amerikan veya Fransız girişimlerinin peşine düştüler, ordularını kışlalarına zincirlediler, silahları paslanmaya, vurdumduymazlığa ve teslimiyete terk ettiler. Yahudi karşıtı olduğunu iddia eden ve Amerika’nın yörüngesinde döndüğünü sürekli teyit eden İran’a gelince, liderleri, Gazze yok edilirken ve Lübnan yerle bir edilirken, Amerika’nın kardeşleri olduklarını ve savaş istemediklerini ilan ediyorlar. Büyük güçleri İran’ın nükleer programı konusunda müzakere etmeye çağırıyorlar. Oysa yıllardır Yahudi varlığı Lübnan’a veya İran’a saldırması halinde onu haritadan silecekleri tehdidinde bulunmuşlardı!

Ey Müslümanlar! Yahudi varlığı sömürgeciliğin ürünüdür, destekçileri büyük güçlerdir, koruyucuları da sizin zalim yöneticilerinizdir. 7 Ekim 2023’te yaşananlar bu mutant varlığın ne kadar kırılgan olduğu gerçekliğini açıkça ortaya koymuştur. Şu an sömürgeci kafir Batı’nın ve uşak Arap devletlerinin desteğiyle Gazze ve Lübnan’a yönelik saldırısı, yalnızca sahte prestijini geri kazanma ve yenilmez bir güç olduğunu gösterme çabasından başka bir şey değildir. Oysa ki, örümcek ağı kadar zayıftır. Dinlerine ve ümmetlerine sadık savaşçılar karşısında bu apaçık ortaya çıkmıştır.

Ey Müslümanlar! Eğer Allah’ın emirlerine tam anlamıyla uyan Hilafet Devleti olsaydı, bu illegal varlığa ve destekçilerine karşı cihat ilan eder, büyük ordular hazırlar ve onu yok etmek için her türlü hazırlığı yapardı. Allah Subhânehu ve Teâlâ size Yahudilere karşı zafer vaat etti. Onlarla savaşıp onları öldürene kadar kıyamet kopmayacaktır. Belki de Aksa Tufanı bu büyük savaşın başlangıcıdır. O halde sabırlı olun, birlik olun, kararlı olun, orduları harekete geçirin, liderliğinizi geri alın, Allah’ın vaadini gerçekleştirinceye kadar Yahudilerin koruyucuları ve Batı’nın uşağı tiranları devirin, Allah’ın sizinle birlikte olduğuna inanın ve O’nun vaadini unutmayın.

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا إِنْ تَنْصُرُوا اللهَ يَنْصُرْكُمْ وَيُثَبِّتْ أَقْدَامَكُمْ * وَالَّذِينَ كَفَرُوا فَتَعْساً لَهُمْ وَأَضَلَّ أَعْمَالَهُمْ“Ey iman edenler! Siz Allah’ın dinine yardım ederseniz, O da size yardım eder, ayaklarınızı savaşta sabit kılar. İnkâr edenlere gelince, onların hakkı yıkımdır. Allah onların yaptıklarını boşa çıkarmıştır.” [Muhammed 7-8]

Devamını oku...

Azı Dişlerini Gösteren Türk Rejimi, Uzlaşma ve Normalleşme Sürecini Dayatmak Üzere Dava Taşıyıcılarını ve Ümmetin Devrimcilerini Kaçırmak İçin Kölelerini ve Aparatlarını Gönderiyor

Allah’tan, kullarından ve devrimcilerin fedakarlıklarından, bir milyondan fazla şehidin kanından utanmadan Afrin şehrindeki askeri polis, 18 Eylül 2024 tarihinde devrim ve devrimcilere karşı yeni bir suç işledi ve aralarında 20’den fazla Hizb-ut Tahrir gencinin de bulunduğu göstericileri kaçırdı. Bu olay, kadınlara yardım edilmesi, cephelerin açılması, kurtuluş savaşlarının başlatılması, varil bombaları ve kimyasal silahlarla bilinen rejimle normalleşme girişimlerinin reddedilmesi, Türk vesayetinin devrim üzerindeki etkisinin kaldırılması ve askeri kararların gaspçılardan geri alınması talepleriyle düzenlenen büyük bir akşam gösterisinin ardından gerçekleşti.

Bununla yetinmeyen Türk rejiminin uşakları ve aparatları, ertesi gün 19 Eylül 2024 Perşembe günü, gözaltına alınanların serbest bırakılması çağrısında bulunan barışçıl bir gösteriyi dağıttılar. Sanki savaş alanındaymışçasına gerçek mermi ve göz yaşartıcı gaz kullanarak göstericilere saldırdılar. Bunun sonucunda birçok kişi zehirlendi, başından vurularak yaralandı ve partinin 8 genci daha gözaltına alındı. Böylece Türk rejiminin uşakları ve aparatları, zalim rejimin ve devrim çocuklarına karşı kullandığı umutsuz ve çaresiz yöntemlerinin izinden gittiler. Sanki Türk rejimi, zalim Esed rejimiyle uzlaşmayı ve normalleşmeyi zorla ümmete dayatacağına dair bir mesaj vermek istemiştir. Ancak hüsrana uğrayacak ve hayal kırıklığı yaşayacaktır.

Halkın büyük baskısı ve ümmetin, mazluma destek olmak, zalime karşı durmak için gerçekleştirdiği eylem sayesinde, askeri polis, gözaltına aldığı çoğu Hizb-ut Tahrir genci ve diğer özgürlük savaşçılarını serbest bırakmak zorunda kaldı. Sonradan gözaltına alınan kişiler de serbest bırakıldı. Ancak bu basın açıklaması yazıldığı sırada, biri Hizb-ut Tahrir genci olmak üzere iki kişi hala Afrin’deki askeri polis cezaevinde gözaltında tutuluyordu.

Bu suç, Türk rejiminin varil bombası ve kimyasal silah kullanan rejimle teslimiyet, uzlaşma ve normalleşme trenini hızlandırma çabalarının yoğunlaştığı bir dönemde işlendi. Erdoğan’ın, bakanlarının ve yetkililerinin açıklamaları ve hareketleri bunun en büyük kanıtıdır. Son olarak, Erdoğan’ın Beşşar Esed ile görüşme arzusunu dile getirmesi, bu çabaların en yeni örneğidir.

Bütün bu yaşananlar karşısında, ümmetin özgür ve devrimci insanlarını, ümmetin devrimini baltalayan entrikacı zalimlere karşı samimi olanlarla birlikte hareket etmeye davet ediyoruz. Siyasi ve askeri kararları geri almak, inisiyatifi ele geçirmek ve işleri ehline teslim etmek için vakit kaybetmeden harekete geçmeye çağırıyoruz. Yoksa Allah korusun, pişmanlığın fayda etmeyeceği bir zamanda pişman olabiliriz.

Sonuç olarak, büyük bir zalime karşı ayaklananlar, küçük ve onursuz firavunlardan korkmazlar. Davet ehlinin ve ümmetin çocuklarının maruz kaldığı eziyet, zulüm ve suçlar, sadece onların zulmü kökünden söküp atma, zalimleri devirme, suç düzenlerini ortadan kaldırma kararlılık ve sebatlarını artıracaktır. Bizler, bizi kurtaracak bilinçli ve samimi bir siyasi liderliğin rehberliğinde doğru bir yolda basiretle ilerleyeceğiz. Bu liderlik, devrim kararını gasp edenlerden geri almak, onurlu cepheleri ve kurtuluş savaşlarını açmak, zalim rejimi kendi merkezinde devirmek ve onun zulüm ve azgınlık dönemini sona erdirmek için bizlere net bir yol haritası çizmektedir. Halkımızın fedakarlıklarını İslami yönetim ve Hilafet Devleti ile taçlandırmak için mücadele etmektedir.

Evet, ümmetin devrimi, ne kadar fedakârlık gerektirirse gerektirsin, Allah’ın izniyle tüm hedeflerine ulaşana kadar devam edecektir. Şam halkı, kararlılık ve fedakârlık konusunda ne kadar güçlü olduklarını defalarca kanıtlamıştır. Batıl yenilecek, hak galip gelecektir.

وَسَيَعْلَمُ الَّذِينَ ظَلَمُوا أَيَّ مُنقَلَبٍ يَنقَلِبُونَ“Zulmedenler, hangi dönüşle döndürüleceklerini yakında bileceklerdir.” [Şuara 227]

Devamını oku...

Ahlaki-Etik Çöküş, Kapitalizmin Yozlaşmış Sisteminin Bir Meyvesidir

Mombasa merkezli blog yazarı Bruce John’un kaçırılması ve bir grup erkek tarafından tecavüze uğraması, Mombasa’da ve genel olarak Kenya’da büyük bir halk tepkisine yol açtı. Arkadaşları, ailesi ve insan hakları savunucuları genç blog yazarını desteklemek için adalet çağrısında bulunmaktadırlar. Hizb-ut Tahrir / Kenya olarak biz, aşağıdakileri belirtmek istiyoruz:

Ahlaki çöküş ve ahlaksız davranışların küresel ölçekte endişe verici bir düzeye ulaşması büyük bir endişe kaynağıdır. Seküler-liberal değerler, genel halkı, siyasi hoşnutsuzluklarını ifade etmek için istismar ve iftira gibi gayri ahlaki yöntemlere başvurmaya yönlendirmiştir.

Dünya genelinde tecavüz ve sodominin, siyasi hoşnutsuzlukları bastırmak için bir siyasi ve askeri araç haline geldiği artık bilinen bir gerçektir. Ancak bu, genel olarak insanlığı, özel olarak da İslam ümmetine, nesnel ölçülerden ve değerlerden yoksun seküler inancın ahlaki ve etik olarak iflas ettiğini hatırlatmalıdır. İslam’ın aksine, sekülerizm, ahlaki değerlerini faydacılık felsefesinden türetir. Bu felsefe, sosyal, ekonomik veya siyasi kararlar alırken mutluluğu veya zevki teşvik eden eylemleri savunur, mutsuzluk veya zarar veren eylemlere karşı çıkar. Ahlaksız kapitalist toplum altında insanlık, Kur’an’da da belirtildiği gibi, hayvanlardan bile daha aşağı bir mahluk haline gelmiştir:

ثُمَّ رَدَدْنَاهُ أَسْفَلَ سَافِلِينَ  “Sonra onu, aşağıların aşağısına indirdik.” [Tin 05]

İslam, Medine’de İslam Devletinin kuruluşundan 1924’te Batı sömürgecileri tarafından yıkılışına kadar 13 yüzyıldan fazla bir süre boyunca insanlığa yüksek ahlaki ve etik standartlar sunmuştur. Bu, nesnel değerleri koruyan ve besleyen, böylece hayatın her alanında başarıyı garanti eden İslam inancı temelinde gerçekleşmiştir. Toplumun nesnel ahlakını yükseltmek için her zamankinden daha fazla İslam’a ihtiyaç duyulduğu bir realitedir. Allah Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurmuştur:

وَلَقَدْ كَرَّمْنَا بَنِي آدَمَ وَحَمَلْنَاهُمْ فِي الْبَرِّ وَالْبَحْرِ وَرَزَقْنَاهُم مِّنَ الطَّيِّبَاتِ وَفَضَّلْنَاهُمْ عَلَى كَثِيرٍ مِّمَّنْ خَلَقْنَا تَفْضِيلاً“Andolsun, biz insanoğlunu şerefli kıldık. Onları karada ve denizde taşıdık. Kendilerini en güzel ve temiz şeylerden rızıklandırdık ve onları yarattıklarımızın birçoğundan üstün kıldık.” [İsra 70]

Devamını oku...

İran’ın İkiyüzlü Politikası: Amerika Lehine Şiilere İhanet Etmek!

Son iki günde, Siyonist rejimin saldırısı sonucu Lübnan’da 500’den fazla insan hayatını kaybetti ve binlerce kişi yaralandı. Bu saldırılar bombardıman, çağrı cihazları ve telsizler gibi iletişim ekipmanlarına bubi tuzağı kurulması ve kadın, erkek ve çocukları hedef alan hava saldırıları gibi çeşitli şekillerde gerçekleşmiştir. Bu olaylar, Afganistan’daki Müslümanların duygularını da derinden etkiledi.

Ne yazık ki, bugün Müslümanların Yahudilerin zulmünden kendilerini koruyacak bir halifesi yok. Bu yüzden bu saldırılara verilen tepkiler, diğer benzer olaylarda olduğu gibi, yalnızca kınama ve protestoyla sınırlı kaldı. Avrupa ülkelerinin yöneticileri ile İslam ülkelerinin yöneticileri arasında bu olayları kınama açısından bir fark yoktur.

Ancak İran rejimi ve ona bağlı gruplar gibi bazı yöneticiler, kamuoyunu yanıltmak ve bu vahşete karşı sessiz kalmakla meşguller. Gazze’deki vahşi suçlar ve soykırım İran yöneticilerini harekete geçirmediği gibi, Lübnan’daki bu suçlar da onları harekete geçirmeyecektir. İran rejimi yıllardır Müslümanlara, özellikle de Şiilere destekleme adına sloganlar atmakta, ancak ciddi bir duruş sergileme zamanı geldiğinde ise ihaneti açık bir şekilde ortaya çıktığı için sessiz kalmaktadır. Aslında İran rejimi ne İslami bir rejimdir ne de Şiilere karşı gerçek bir empati beslemektedir. İran, Amerikan çıkarlarına hizmet etmek için bölgede var olan bir ulus-devlettir ve Şiileri savunma söylemini kendi politikalarını yaymak için kullanmaktadır. Bu politikalar, durumu siyasi açıdan derinlemesine anlayamayan yüzeysel düşünürleri aldatmaktadır.

Aslında, İslam bayrağını taşıyan herhangi bir ulus devlet, Müslümanlar için bir şeyler yapabilecek güce sahip değildir. Çünkü bu hükümetler yıllardır Sünni-Şii ayrımını körüklemek suretiyle İslam ümmetini bölmeye çalışmaktadırlar. Bugün hiçbir Sünni hükümet Gazze halkı için, hiçbir Şii hükümet de Lübnan halkı için harekete geçmemiştir. Çünkü Müslümanları koruma yönündeki bu adımlar, ulusal çıkarları ve Amerika’nın talepleriyle çatışmaktadır. Amerika, Suriye devrimini bastırmak istediğinde, bölgedeki hain yöneticiler bizzat devreye girip devrimi bastırdılar. İran, Afganistan ve Irak’ın işgali sırasında Amerika ile işbirliği yapmış ve bununla övünmüştür. Benzer şekilde, İran, Amerika’nın çıkarları gerektirdiğinde Şiilik ve milliyetçilik bayrağı altında belirli grupları desteklemiştir. Bugün Amerika’nın politikaları değiştiği için İran da politikalarını buna göre değiştirmiştir. Bu durum, bu hükümetlerin sadece ulusal çıkarları ve özellikle Amerika Birleşik Devletleri gibi yabancı güçlerin emirleri doğrultusunda hareket ettiğini, Şiî veya Sünni fark etmeksizin İslam ve Müslümanlar için değil, kendi çıkarları için çalıştığını göstermektedir.

Bu yüzden, hiç kimse ya da hiçbir grup bu yöneticilerden, özellikle de İran yöneticilerinden, destek beklememelidir. Onlar, kendi bekaları karşılığında herhangi bir cemaat, kabile veya dine ihanet etmeye hazırdırlar. Buna karşılık, Hizb-ut Tahrir, ümmetine yalan söylemeyen, mezhepçilik lekesinden uzak bir liderliğe sahiptir. Tüm Müslümanları, Sünni ve Şii ayrımı yapmadan, Nübüvvet metodu üzere ikinci Raşidi Hilafeti kurmaya çağırmaktadır. Hilafet, Müslümanları korumayı, İslami görevlerinin ve misyonunun temel bir parçası olarak görecektir. Nitekim Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur:

إنمَا الإِمَامُ جُنَّةٌ يُقَاتَلُ مِنْ وَرَائِهِ وَيُتَّقَى بِهِ“İmam ancak bir kalkandır. Arkasında savaşılır ve onunla korunulur.” [Ebu Davud]

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER