Çarşamba, 01 Rebiu’l Evvel 1446 | 2024/09/04
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

IMF Bütçesi Müslümanlar İçin Felakettir, Büyük Ekonomik Krizleri Sadece İslami Hükümler Hafifletebilir

12 Haziran 2024 tarihinde Pakistan Maliye Bakanı, federal hükümetin 2024-2025 bütçesini sundu. Ağır vergilerle dolu bütçe, halk arasında paniğe yol açtı. 28 Haziran tarihinde de parlamento bütçeyi onayladı. Meclisin onayladığı bütçede bazı ek vergiler yer aldı. Başbakan, bu bütçenin Uluslararası Para Fonu (IMF) ile koordinasyon içerisinde hazırlandığını itiraf etti. Böylece, yöneticiler ar duvarını yırtarak, mevcut küresel dünya düzeninin ajanı olduklarını ve sömürgecilerle işbirliği yaptıklarını açıkça kabul ettiler.

Bütçenin yüzde 52’si faiz ödemelerine ayrıldı. Böylece halkın ve devletin çıkarları ve ülkenin güvenliği riske ve tehlikeye atıldı. Aslında federal hükümetin, vergilerden toplanan paraları eyaletlere ödedikten sonra bu faizi ödeyecek parası bile kalmıyor. Dolayısıyla federal hükümet, kamu ihtiyaçları, savunma, kalkınma ve sosyal güvenlik harcamaları için borçlanmak zorunda kalacak. Alınan krediler kullanıma sunulacak. Böylece Pakistan derin bir ekonomik girdabın içinde sıkışıp kaldı. Tüm tefecilik ödemeleri hemen durdurarak mali açığı sadece Hilafet sonlandırabilir. Hilafet, Şeriatın farz kıldığı durumlar için sadece zenginlerden vergi alacaktır. Yoksullardan ve borçlulardan asla vergi almayacaktır. Devlet gelirlerini halkın ihtiyaçlarına, cihada ve kalkınmaya harcayacaktır.

IMF, Bretton Woods Anlaşması’ndan doğan sömürgeci bir kurumdur. Amerikan dolarının uluslararası ticarette hâkimiyeti için çalışır. Amerika Birleşik Devletleri’nin ekonomik ve politik hakimiyetini sağlar. Sömürgeci diktenin yarattığı bütçe, temerrütten kaçınmak için gerekli olduğu söylenerek meşrulaştırılıyor. Gerçekte IMF, kreditörlerin faiz ödemelerini dolar ve rupi cinsinden güvence altına alırken sıradan insanların iflas ve intihar etmesine veya çocuklarının yatağa aç girmesine neden olur. Hilafet, altın ve gümüşe dayalı bir para birimi çıkararak dolar Titanik’ini batıracak, devletin istediği zaman banknot basma kabiliyetini ortadan kaldıracaktır. Bilindiği gibi karşılıksız banknot, yarattığı yıkıcı enflasyon ile halkı soymaktadır. Ayrıca Hilafet, uluslararası ticarette altın ve gümüş para birimini kullanarak cari açık sorununu sona erdirecek ve yerel güçlü bir sanayi kuracaktır.

Hilafet, enerji, petrol ve gaz sektörlerinin yıkımına yol açan IMF’nin özelleştirme politikalarına son verecektir. Bunun yerine enerji ve madenler konusunda İslam’ın kamu mülkiyeti kuralını uygulayacaktır. Özelleştirme, halkın belini kırarken, özel mülk sahipleri için büyük kârlar sağlamaktadır. Tirmizî’nin Ebyad b. Hammal’dan rivayet ettiğine göre

أَنَّهُوَفَدَإِلَىرَسُولِاللَّهِصَلَّىاللَّهُعَلَيْهِوَسَلَّمَفَاسْتَقْطَعَهُالْمِلْحَفَقَطَعَلَهُفَلَمَّاأَنْوَلَّىقَالَرَجُلٌمِنْالْمَجْلِسِأَتَدْرِيمَاقَطَعْتَلَهُإِنَّمَاقَطَعْتَلَهُ  الْمَاءَالْعِدَّقَالَفَانْتَزَعَهُمِنْهُ  Kendisi Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’e gelerek bir tuzlayı kendisine ikta etmesini istedi. Rasûlullah da o tuz madenini ona verdi. Ebyad dönüp gidince mecliste bulunanlardan birisi Rasûlullah’a: Ona neyi ikta ettiğinizi biliyor musunuz? Ona tükenmeyecek kadar büyük bir tuz madenini ikta ettiniz deyince o tuzlayı ondan geri aldı.” Çok su, tükenmeyen sudur, başka bir deyişle, eğer ondan bir mineral çıkarırsanız, tükenmez. Nebevi Sünnet, kamu mallarına ilişkin İslami hükmü açıkça belirlemiştir. Hilafet böylece enerji ve madenlerin yanı sıra yollar, nehirler, denizler, göller, kamu kanalları, körfezler, boğazlar, mescitler, devlet okulları, hastaneler, çocuk parkları ve barınaklar gibi kamu hizmetlerinin özelleştirilmesini önleyecektir. Kamu mallarının gelirlerini toplumun ihtiyaçları için kullanacak ve işlerinin suç teşkil edecek şekilde ihmal edilmesine son verecektir.

Hilafet, İslam dünyasını radikal bir şekilde tek bir devlette birleştirecek, İngilizler, Fransızlar, Ruslar ve Amerikalıların yarattığı küçük başarısız devletlere son vererek Müslüman topraklar arasında tek bir pazar yaratacaktır. O zaman Katar, Suudi Arabistan, İran, Orta Asya ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin petrol ve gaz kaynakları Endonezya’dan Fas’a kadar tüm Müslümanların kullanımına sunulacaktır. Pakistan, Mısır, Bangladeş, Nijerya ve Sudan tüm ümmetin gıda sepeti haline gelecektir. Pakistan, Bangladeş, Endonezya, Cezayir, Mısır ve Türk silahlı kuvvetleri tüm ümmeti koruyacaktır. Türkiye, İran, Mısır, Pakistan, Bangladeş ve Malezya ümmetin sanayisi için altyapı sağlayacaktır. Sadece birleşme bile bu ümmeti dünyanın en büyük ekonomisine dönüştürecektir.

Diğer Müslüman ülkelerin yöneticileri gibi Pakistan yöneticileri de sömürgeciliğin ucuz ajanlarıdır. Maskeleri artık tamamen düşmüştür. Onlar, sömürgeleri yağmalayan, koydukları ezici vergilerle, faiz ödemeleriyle Londra’yı, Washington’u, Paris’i ve Pekin’i zenginleştiren sömürgeci valilerdir. Ümmet ve orduları, sömürgeciliğin ajanları olan ve İslami hükümleri ihlal eden bu yöneticilerin kökünü kazımalıdır. Ümmet, baskıcı sömürgeci gücü ortadan kaldıracak olan Nübüvvet metodu üzere Hilafetin yeniden kurulması için ordulardan Hizb-ut Tahrir’e nusret vermelerini talep etmelidir.

Devamını oku...

Hindistan’a Sürekli Boyun Eğen Hasina Hükümeti, Ülkenin Egemenliğine Bir Tehdittir, Egemenliğin Hamisi Silahlı Kuvvetler, Hasina Hükümetini Derhal Görevden Almalıdır

Hasina, Hindistan’a olan sarsılmaz sadakatini göstermek için Hindistan’ın yeni seçilen Başbakanı ile görüşmek üzere Yeni Delhi’ye (21 Haziran 2024) gitti. Bu ziyaret sırasında Hasina, Hindistan ile 10 Mutabakat Zaptı (MoU) imzaladı. Özellikle Hindistan’ın doğu ve batı bölgeleri arasında stratejik bağlantı kurulmasına yardımcı olmak üzere ülkenin kalbinde bir demiryolu ağı inşa edilmesi halkın tepkisine neden oldu. Bu tepkiler karşısında Hasina, “Avrupa’ya bakın, sınır diye bir şey yok” dedi. (Prothom Alo, 25 Haziran 2024) Hasina’nın Avrupa’yı örnek gösterdiği bu açıklaması, aslında Bangladeş’i Hindistan’la birleştirme yönündeki şeytani arzusunu gösteriyor. Hindistan’ın Bangladeş’i kanıyla ve canıyla kurtardığını söylemesi de bu durumu daha da netleştiriyor. (25 Haziran 2024 Hindustan Times (Bangla)) Hasina hükümeti Hindistan’a karşı o kadar kör olmuş ki, masum çiftçilerimizin sürekli öldürülmesinden, balıkçılarımızın yakalanmasından, sınır güvenlik güçleri (BGB) üyelerinin yakalanmasından ve öldürülmesinden rahatsız olmuyor.

قَاتَلَهُمُاللَّهُأَنَّىيُؤْفَكُونَ “Allah canlarını alsın, nasıl da aldatılıp döndürülüyorlar.” [Tevbe 30]

Ey insanlar! Ziyaret sırasında Wellington’daki Hindistan Savunma Hizmetleri Kurmay Koleji (DSSC) ile Mirpur’daki Bangladeş Savunma Hizmetleri Komuta ve Kurmay Koleji (DSSC) arasında stratejik ve operasyonel askeri eğitim işbirliği Mutabakat Zaptı imzalandı. Bu mutabakat zaptının asıl amacı, Bangladeş ordusunu daha fazla kontrol altına almaktır. Biliyorsunuz, Hindistan, Hasina hükümetinin işbirliğiyle gerçekleştirdiği Pilkhana katliamı ile ordumuzu zayıflatmıştır. Bangladeş Sınır Muhafızları (BGB) eski Genel Müdürü hain General Meenul İslam, yaptığı açıklamada bunu açıkça ifade etti. (DG Meenul’un ifadesine göre o gün Pilkhana’da neler yaşandı. Daily Manab zamin, 26 Şubat 2024) Gerçek şu ki Hindistan’ın Hindutva devleti, Müslüman düşmanıdır, Hindistan’ın bölge Müslümanlarına düşmanlığı ve saldırganlığı işgalci Yahudi devletinin Filistin Müslümanlarına düşmanlığı ve saldırganlığına benzer. Hasina, Hindistan’ın bu ülkeye egemen olmasını sağlayan hain yöneticilerden biridir. Allah Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurmuştur:

تَجِدَنَّ أَشَدَّ النَّاسِ عَدَاوَةً لِلَّذِينَ آمَنُوا الْيَهُودَ وَالَّذِينَ أَشْرَكُوا  “İnananlara en şiddetli düşman olarak, insanlardan yahudileri ve Allah’a eş koşanları bulursun.” [Maide 82]

Ey ordudaki samimi subaylar! Sizler kanı ve canı ile bu bölgeyi Hindutva krallarının pençesinden kurtaran Muhammed b. Kasım ve İhtiyarüddin Muhammed b. Bahtiyar el-Halıcı’nın torunlarısınız. Hasina, özgürlük savaşı adı altında Müslüman topraklarına müdahale eden müşrik devlet Hintli askerlerin kanını tanımakla, aslında cesur Müslüman askerlerin kutsal kanını inkar etmekte ve İslam ümmetine ihanet etmektedir. Ülkeyi çağımızın Kralı Dahir’ine boyun eğdirmekte ve ülkenin egemenliğini tehlikeye atmaktadır. Farkında mısınız? Ülke egemenliği sizin elinizdedir. Ülke halkı, Hasina hükümetini ortadan kaldırmanızı ve ülkenin egemenliğini korumanızı talep ediyor. Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur:

انماالإمامجنة, يقاتلمنورائه, ويتقىبه“Gerçekten İmam bir kalkandır, onun arkasında savaşılır ve onunla korunulur.” Bu nedenle Hizb-ut Tahrir, Nübüvvet metodu üzere Hilafeti kurmak ve İslam ümmetinin egemenliğini korumak için Hizb-ut Tahrir’e nusret vermeye ve böylece imani görevinizi yerine getirmeye çağırmaktadır.

إِلَّا تَنفِرُوا يُعَذِّبْكُمْ عَذَابًا أَلِيمًا وَيَسْتَبْدِلْ قَوْمًا غَيْرَكُمْ وَلَا تَضُرُّوهُ شَيْئًا وَاللَّهُ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ  Eğer (gerektiğinde savaşa) çıkmazsanız, (Allah) sizi pek elem verici bir azap ile cezalandırır ve yerinize sizden başka bir kavim getirir; siz (savaşa çıkmamakla) O’na hiçbir zarar veremezsiniz. Allah, her şeye hakkıyla gücü yetendir.” [Tevbe 39]

Devamını oku...

Kandahar Asliye Mahkemesi’nin Nübüvvet Metodu Üzere Raşidi Hilafet ve Ümmetin Birliği Çağrısına Karşı Verdiği Tuhaf ve Gayri İslami Karar

Kandahar Eyaleti Asliye Mahkemesi, Nübüvvet metodu üzere Raşidi Hilafet çağrısında bulunan 15 Hizb-ut Tahrir’li davet taşıyıcı hakkında Hilafete çağrıdan dolayı pişmanlık ve üzüntü duymadıkları ve tövbe etmedikleri gerekçesiyle süresiz olarak cezaevinde kalmalarına hükmetti. Bu karar, iktidar rejimi altında, İslam Şeriatının doğru ve eksiksiz uygulanması çağrısında bulunmaya devam eden herkesin ömür boyu hapis cezasına çarptırılacağı anlamına geliyor. Ne Orta Asya’nın en acımasız rejimleri, ne yetmiş yıllık otoriter Arap rejimleri, ne de laik ya da komünist ülkelerin hiçbiri şimdiye kadar böyle bir karara imza atmamışlardır. Tüm rekorları kırdığınız kesin. Böyle bir adaletsizliğin, bu dünya da olmasa bile ahirette Allah’ın adaletine inanan davet taşıyıcılarını korkutacağına gerçekten inanıyor musunuz?

Bu yargı kararını şiddetle kınamakla birlikte soruyoruz: Müslüman davet taşıyıcılarına karşı böylesi haksız bir hükmü kim verdi? Hangi esasa binaen böyle bir karara varıldı? Hangi İslami fıkıh kuralına, Şeri hükme veya mezhebe göre ve hangi emir, örf, yerel ve hatta uluslararası hukuka göre böyle bir karar verdiniz? Böylesine insanlık dışı bir hükümle, bize Mekke döneminde ya İslam’dan vazgeçmek ya da kızgın çölde ölene kadar işkenceyi maruz kalmak seçeneğinden başka bir seçeneği bulunmayan Peygamber SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in ashabını mı hatırlatmak istiyorsunuz?

İslam’da hâkimlik makamı yüksek bir mertebeye sahiptir. İslami fikirler, yargılar ve değerlere göre bir karara varılmalıdır. Ancak ne var ki bu yargı kararı, kaprisin bir sonucudur. Müslümanlar, yönetim ve yargıda Peygamber SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in mirasçılarıdır. Hâkim, Peygamber SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in yolundan giden bu davet taşıyıcılarına karşı böylesine adaletsiz bir hüküm vermeye nasıl cüret edebilir? İslami davete bilerek ya da bilmeyerek engel olan hakimleri, dünyada hüsran, ahirette ise acı verici bir azapla uyarıyor ve bu tür eylemlerden dolayı tövbe etmeleri gerektiğini söylüyoruz. Nitekim Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:

الْقُضَاةُ ثَلَاثَةٌ وَاحِدٌ فِي الْجَنَّةِ وَاثْنَانِ فِي النَّارِ؛ فَأَمَّا الَّذِي فِي الْجَنَّةِ فَرَجُلٌ عَرَفَ الْحَقَّ فَقَضَى بِهِ، وَرَجُلٌ عَرَفَ الْحَقَّ فَجَارَ فِي الْحُكْمِ فَهُوَ فِي النَّارِ، وَرَجُلٌ قَضَى لِلنَّاسِ عَلَى جَهْلٍ فَهُوَ فِي النَّارِ  “Kadılar/ hakimler/ yargıçlar üç sınıftır. Birisi cennette, diğer ikisi ateştedir. Cennette olanı, hakkı bilip onunla hüküm verendir. İnsanlar arasında bilgisizce hüküm veren ile hakkı bilip hükümde haksızlık yapan ise ateştedir.”

Garip olan şu ki, mahkeme, serbest bırakılabilmeleri için tövbe etmelerini şart koşmuş, aksi takdirde süresiz olarak cezaevinde kalacaklarını bildirmiştir. Oysa şeriata göre tövbe, günahları ve haramları terk etmek anlamına gelir. Nübüvvet metodu üzere Hilafete, ümmetin birliğine çağırmak, iyiliği emredip kötülükten sakındırmak haram bir fiil midir de daveti yüklenenler tövbe etsinler ya da ömür boyu hapiste kalsınlar? Biz buna Taha süresindeki şu ayetle cevap veriyoruz:

فَاقْضِ مَا أَنتَ قَاضٍ إِنَّمَا تَقْضِي هَذِهِ الْحَيَاةَ الدُّنْيَا “Artık sen vereceğin hükmü ver. Sen ancak bu dünya hayatında hüküm verirsin.” [Taha 72]

Birleşmiş Milletler, düşman ülkelerin büyükelçilikleri, siyasi kurumları ve yüzlerce sivil toplum örgütü açıkça İslami değerlere ve Afganistan’daki rejime savaş açmışken mevcut rejimin çoğu yetkilisi, Hizb-ut Tahrir’in çağrısını tehlikeli olarak değerlendirmektedir. Onların tüm çaba ve gayretleri, iktidardaki rejimi seküler uluslararası düzene entegre etmeye yoğunlaşmış durumda. Bu yüzden İslami olmayan faaliyetleri ve misyonları maalesef kimsenin umurunda değil. Çünkü milyonları bulan mali paketler ve teşvikler, iktidar rejimini siyasi vizyondan ve sömürgeci kurumlara karşı şeri bir duruş sergilemekten mahrum bırakmıştır. Nitekim BM Afganistan özel temsilcisi birkaç gün önce yaptığı açıklamada, “Taliban dağlardan indi ve ilkelerimizi kabul etmeleri zaman alacak” ifadelerini kullandı. Peki mevcut rejimin bir yetkilisi, bu aşağılayıcı ifadelere karşı şeri bir duruş sergiledi mi? Kesinlikle hayır! Rejimin bekasına temel tehdit, yukarıda bahsedilen konular olsa da kalplerinde “hastalık” bulunan rejimin bazı yetkilileri, daveti yüklenenleri düşman bellemiş, onları tutuklayıp işkence etmiş ve mahkemelerde haklarında zalimane kararlar vermişlerdir.

Eğer bu yetkililer, Hizb-ut Tahrir’in faaliyetlerini ve samimiyetini net ve doğru bir şekilde anlamış, ahireti ve İslam’ın kapsamlı bir şekilde uygulanmasını umursamış olsalardı, bu tür haksız ve beyhude eylemlere asla girişmezlerdi.

Hizb ut-Tahrir’in çağrısı, evrensel bir çağrıdır. İyiliği emretme ve kötülükten sakındırma farzının yerine getirilmesi, yöneticileri ve iktidar sahiplerini Hilafeti kurma ve ümmetin birliğini sağlama gibi hayati bir meselenin farkına varmalarını sağlar ve onlara yönetimin temel önceliklerini açıklar. İslami daveti yüklenenlerin samimiyetine zulümle karşılık verenler bilmelidir ki, Allah Subhânehu ve Teâlâ’nın sünneti, tarih boyunca zalim bir milletin yerine her zaman başka bir milletin geldiğini ispat etmiştir.

وإِن تَتَوَلَّوْا يَسْتَبْدِلْ قَوْماً غَيْرَكُمْ ثُمَّ لَا يَكُونُوا أَمْثَالَكُم“Eğer O’ndan yüz çevirirseniz, yerinize sizden başka bir toplum getirir, artık onlar sizin gibi de olmazlar.” [Muhammed 38]

Devamını oku...

Allah’ın Laneti, Ulusal Irkçılığın ve Vatancı Eğilimin Üzerine Olsun!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Allah’ın Laneti, Ulusal Irkçılığın ve Vatancı Eğilimin Üzerine Olsun!

Haber:

Türkiye’nin birçok ilinde Suriyeli Müslümanların maruz kaldıkları ırkçı olaylar. (02 Temmuz 2024)

Yorum:

Evet, bazıları, özellikle de olaydan doğrudan etkilenenler ırkçı ateşi söndürmekle meşgul olacaklar ancak şüphesiz ateş küllerin altında kalmaya devam edecektir; böylece bu ateş için için yanacak ve tekrar tekrar tutuşmak için fırsat kollayacaktır. Nasıl olmasın ki; zira Müslüman ülkelerdeki rejimler, aslında ulusalcı, vatancı ve ırkçı bir temele dayanmakta olup tek bir ümmeti, birbirlerini tanımak yerine birbirleriyle çatışan halklar ve kabileler haline getirdiler!

Rejimler bu ırkçı (milliyetçilik ve vatancılık) kartı sallayıp duruyorlar ve insanların canlarına, mülklerine ve kaderlerine bile mal olsa iç ittifaklar, seçimler ve diğer siyasi oyunlarda onunla oynuyorlar!

Doğrudan olayların ayrıntılarıyla iletişime geçerken onun nedenlerini ve köklerini gözden kaçırmamamız gerekiyor. Hakikatte sebep ve kök aynı olup bu da sömürgeci kâfir Batı ve onun ümmetin bedenine ektiği günahkâr tohumudur.

Evet, Müslüman ülkelerdeki bu ve buna benzer olaylar bize, kâfir Batı’nın tek bir İslam ümmetinin kalbine sapladığı ve onu devletlere, milletlere ve vatanlara parçaladığı o büyük hançerin etkisini hatırlatıyor; la havle vela kuvvete illa billah.

Hangi ırkçı zehir ümmetin kalbine ve aklına nüfuz ettiyse ve hangi çıngıraklı yılan bu zehri yaydıysa Allah onları kahretsin!

Dr. Muhammed Hüseyin (Allah rahmet eylesin), (Çağdaş Edebiyatta Ulusal Eğilimler) adlı kitabında şöyle diyor: “İngilizler… vatancılık ve milliyetçiliği araştırıyorlar. Lawrence, bir Arap lider aramak için Şerif Hüseyin’in oğullarının kampları arasında dolaşırken aklından geçenleri anlatıyor ki -onun iddiasına göre- onun bu yolculuktaki ilk görevi bunu keşfetmek olmuştur. Zira o şöyle diyor: Suriye’de ve Hac’da yol boyunca düşünürken şunu sordum: Milliyetçilik bir gün dini eğilime galip gelir mi acaba? Ulusal inanç, dini inanca galip gelir mi acaba? Daha açık bir ifadeyle, vahiy ve ilhamın yerini daha büyük siyasi sorunlar alır mı ve Suriye dini idealinin yerine ulusal idealini koyar mı acaba? Bütün yol boyunca aklımdan geçen şey buydu.” İşte Faysal, İngilizlerin aradığı bir lider ya da Lawrence’ın deyimiyle (vatancılığın Peygamberi) olmuştur. Zira o, bu vatancılığı her yerde vaaz etmeye, çölün dört bir tarafını çınlayan sesiyle doldurmaya, bedevilere ülkeler fetheden ve kendilerine krallıklar bahşedilen atalarının ihtişamını hatırlatmaya ve aşiret şeyhlerinden Arap davasına bağlılık sözü almaya başladı. Nitekim Faysal bu konuşmalarıyla İngiliz altını saçıyordu... İngiliz propagandası ise Lawrence’ın Faysal’ı ilk ziyareti sırasında kurduğu matbaanın yardımıyla Faysal’ı ve çabalarını destekleme konusunda daha da aktif bir hale gelmişti.”

Bu sadece kitaplarda yazılı olan bir tarih değildi, aksine ne yazık ki yaşanan bir gerçeklikti; zira Müslümanlar kendi ülkelerinde gurbetçi, yabancı ve vatansız bir hale gelmişler, dahası düşmanlarının türettiği sınırlarda bazen aralarında savaşlar çıkmaya başlamıştır; böylece şayet ümmetin merkezinde bir felaket meydana gelirse (Gazze katliamı gibi), o günahkâr ulusal sınırlar hareketin ve yardımın önünde durmaktadır!

Türkiye’den ve diğer Müslüman ülkelerden gelen bu ırkçı görüntülerle yüreği parçalanan her samimi Müslüman’ın, milliyetçilik ve vatancılıktan ve bunlar üzerine inşa edilen fikirlerden, duygulardan, sahte tarihten ve çarpık kültürden vazgeçme çağrısında bulunmasının artık zamanı gelmiş, hatta geçmektedir.

Cabir Radıyallahu Anh’ın şöyle dediği rivayet edilmiştir: Bir gazada Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'le birlikte bulunuyorduk. Muhacirlerden bir adam Ensardan birine vurdu. Derken Ensârî: Yetişin ey ensâr! Muhacir de: Yetişin ey muhacirler! dediler. Derken Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem (çıkarak) şöyle buyurdu: دَعُوهَا فَإِنَّهَا مُنْتِنَةٌOnu (milliyetçiliği) terk edin çünkü o kokuşmuştur.” [Buhari rivayet etti]

Aleyhissalatu ve’s Selam, şu kişi Medineli ve Ensari'dir, şu kişi Mekkeli ve Muhacir'dir, şu kişi kendi kavmini şuna karşı destekliyor şeklindeki bir düşünceyi önyargı ve bölünme olarak değerlendirmiş, bu çağrıların kokuşmuş olduğunu ifade etmiş ve bunun terk edilmesini emretmiştir. Şayet “Ey Ensar ve ey Muhacirler” çağrısında bile milliyetçilik varsa o halde Asur’u, Sümer’i, Firavun’u ve Turan'ı destekleyen milliyetçi ve vatancı çağrılarına ne demeli?

Milliyetçiliğe veya vatancılığa çağrıda bulunmak, İslam’a yabancı olan Batı düşüncesine teşvik etmektir. Zira Rasul Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: مَنْ أَحْدَثَ فِي أَمْرِنَا هَذَا مَا لَيْسَ مِنْهُ فَهُوَ رَدٌّHer kim bu işimizde (dinimizde) onda olmayan bir şeyi ihdas ederse, merduttur.

Bütün yabancı fikir ve tezleri kaldırıp atarak toplumlarını İslam akidesi temelinde ikame etmek için İslam bağını yeniden ihya etmeye dönmeleri Müslümanların vacibidir; böylece Nübüvvet Minhacı üzere Hilafetin gölgesinde İslam’ın fikirleri, duyguları ve sistemleri egemen olacaktır.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
M. Usame Es-Suveynî – Kuveyt

Devamını oku...

Herkes Olaylara Kendi Penceresinden Bakıyor!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Herkes Olaylara Kendi Penceresinden Bakıyor!

Haber:

Türkiye Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, İranlı mevkidaşı Ali Bagheri ile Gazze’deki çatışmanın bölgesel düzeye yayılma riskini görüştü. Diplomatik kaynakların Anadolu Ajansı’na verdiği bilgiye göre bu, Pazar günü ikisi arasında gerçekleşen bir telefon görüşmesi sırasında geldi. Kaynaklar, iki bakanın Gazze’deki son durumu ve çatışmanın bölgesel düzeye yayılma riskini görüştüğünü söylediler. Bakan Fidan, görüşmede Lübnan’da artan gerilimin Irak ve Suriye’ye olumsuz yansımalarının olacağına dikkat çekti.

Ayrıca iki Bakan, terörle mücadele konusu ile ekonomi ve ulaştırma alanlarındaki ikili meseleler hakkında fikir alışverişinde bulundular. (AA, 30/06/2024)

Yorum:

Gerçekten tüm insanlar olaylara, kendi penceresinden bakıyor! Örneğin saf bir tabiata sahip olan biri olaylara yüzeysel bakar; ciddi bir tabiata sahip olan biri olaylara ciddiyetle bakar; samimi tabiata sahip olan biri olayları dikkat ve samimiyetle değerlendirir ve onun tabiatında fırsatları yakalamak ve onda aradıklarını bulmak vardır. Tabiatında hainlik olan birine gelince; bu kişi, ne kadar samimi ve insani görünürse görünsün, ümmetine karşı haindir.

Çünkü bugün dünyaya egemen olan faydacılığa ve çıkarcılığa dayalı kapitalizmdir. Dolayısıyla dünyadaki devletlerin ve bireylerin ilişkileri, bu çerçevenin dışına çıkmamaktadır. Örneğin halklar, Gazze’de devam eden yıkım, tahribat, öldürme, parçalama ve açlık olaylarına bir insanlık trajedisi olarak tepki göstermektedir; çünkü fıtrat, halkaların tutumlarında yol gösterici olmuştur. Hükümetlere ve devletlere gelince; onlar bu olayla, kendi çıkarları ve kendilerine fayda ya da zarar sağlayacak şeyler doğrultusunda muamele etmektedirler; bu nedenle çatışmanın genişlemesi fikrinin, tüm dünya ülkelerinin talebi olduğunu görmekteyiz.

Devletlerin ve halklarının tutumları arasındaki bu tutarsızlık, kendilerini ilah edinen ve halklarının üzerine insan yapımı hükümleri dayatan insan yapımı rejimler için şaşırtıcı değildir; bu yüzden halklarının günün birinde hükümleriyle çelişkiye düşmeleri gayet doğaldır.

Müslüman halkların ve hükümetlerinin tutumlarının tutarsız olmasına gelince; bu, Yahudilerin suçunun da ötesine geçen bir trajedidir!

Öte yandan Müslümanlar Gazze’deki kardeşlerinin başına gelenleri protesto etmek için gösteri yaptıklarında duygularını akıllarından ayırdılar; ancak onlar, vahşi düşmanın barbarlığını müzakere yoluyla değil de güç kullanarak püskürtmek için silahlı kuvvetleri içindeki evlatlarına tüm güçleriyle baskı yaparak onları (Gazze’deki kardeşlerini) kurtarma girişiminde bulunmadılar. Hem de Allahu Teala’nın şu kavlini okudukları halde: إِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ إِخْوَةٌMüminler ancak kardeştirler.” [Hucurat 10] Ve Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in şu kavlini: مَا مِنْ امْرِئٍ يَخْذُلُ امْرَأً مُسْلِماً فِي مَوْضِعٍ تُنْتَهَكُ فِيهِ حُرْمَتُهُ وَيُنْتَقَصُ فِيهِ مِنْ عِرْضِهِ إِلَّا خَذَلَهُ اللهُ فِي مَوْطِنٍ يُحِبُّ فِيهِ نُصْرَتَهُ، وَمَا مِنْ امْرِئٍ يَنْصُرُ مُسْلِماً فِي مَوْضِعٍ يُنْتَقَصُ فِيهِ مِنْ عِرْضِهِ وَيُنْتَهَكُ فِيهِ مِنْ حُرْمَتِهِ إِلَّا نَصَرَهُ اللهُ فِي مَوْطِنٍ يُحِبُّ نُصْرَتَهُ Her kim bir Müslümanı saygınlığının kaybolması, şerefinin elden gitmesi söz konusu olan bir yerde yardımsız bırakırsa, Allah da onu kendisine yardım edilmesini çok arzu ettiği bir yerde yalnız bırakır. Kim de bir Müslümana şerefinin elden gitmesi ve saygınlığının yitirilmesi söz konusu olan bir yerde yardım ederse, Allah da ona kendisine yardım edilmesini çok arzu ettiği bir yerde yardım eder.” [Ahmed rivayet etti.] Bu, incelemeden veya düşünmeden tepki verme inisiyatifini alan yüzeysel bir kişinin bakışıdır!

Bunun nedeni bazı Müslüman halkların hâlâ düşünceyi duygudan ayıramayışıdır; zira onların duyguları İslami ancak düşünceleri kapitalisttir; onlardan bir kısmı İslami duygu ve düşünceye sahipler ancak düşünceleri henüz gözlerindeki perdeyi kaldıracak ve İslam ve ehline kalkınmanın yolunu gösterecek derecede netleşmemiştir.    

Buna rağmen düşüncesi duygularıyla bağlantılı olan, Filistin’e yardım etmenin yolunun, ümmetin kalkınması ve tek başına Filistin’e yardım edecek ve her yerdeki Müslümanların kanlarının akmasını durduracak olan Hilafetin yeniden tesis edilmesi yolu olduğunu gören bilinçli bir grup vardır; işte bu grup, kendisine muhalefet edenleri umursamadan bu yolda yürümektedir. İşte bu, Filistin’in yaşadığı olaylara ve trajedilere ümmetin baktığı gözlerdir.

Yöneticiler ise Gazze’deki olaylara Allah’a, Rasulü’ne ve müminlere ihanet gözüyle bakıyorlar; zira onlar, kendi ümmetinden çoktan kopmuş, hatta dinini inkar eden bir gruptur; ayrıca onlar, olaylara ihanet ve ikiyüzlülükle karşılık verdiler, ümmetin düşmanlarını dost edindiler ve kendilerini, ümmeti boyunduruk altına almayı ve ümmetin, Nübüvvet Minhacı üzere Hilafet Devleti’ni kurmak yoluyla Allah’ın hükmünün yeryüzünden yeniden tesis edilmesi projesi olan kalkınma projesini öldürmeyi amaçlayan projelerine adadılar. Ayrıca bu yöneticiler, Hilafet için çalışanların karşısında duruyorlar ve her ne zaman ümmet projesini gerçekleştirmeye yaklaşsa, Mısır’da, Libya’da, Yemen’de, Irak’ta, Suriye’de, Sudan’da ve diğer İslam ülkelerinde olduğu ve olmaya devam ettiği gibi ülkenin davet için dayanak noktası olmaya elverişli yeteneklerini sabote etmekten insanları hedeflerini gerçekleştirme konusunda ümitsizliğe düşürmek amacıyla öldürmeye, korkutmaya ve tutuklamaya kadar kartları karıyorlar.

Bu bağlamda Fars milliyetçisi İran ile Laik Erdoğan’ın Türkiye’sinin dış işleri bakanları da dahil olmak üzere yöneticilerin, Gazze’deki savaşın bölgedeki diğer devletçiklere de sıçramasından duydukları korkuları ve bu savaşın mümkün olan en kısa sürede sona ermesine hırs gösterdikleri ortaya çıkıyor. Onların bu korkuları Gazze halkı ve Filistin halkı için değildir; zira onların akıllarında ve hesaplarından böyle bir şey yoktur; şayet onların korkuları Gazze halkı olmuş olsaydı, trajedinin başından ve daha tırmanmadan önce onları kurtarmak için koşarlardı; zira her ikisi de Yahudi varlığını yok edebilecek ve varlığına son verebilecek güçte ülkelerdir. Dolayısıyla güçleri olduğu halde bunu yapmadıklarına göre o zaman amaç, kanların akıtılmasını durdurmak ve ülkeyi korumak değil, aksine tüm korku, ümmetin uyuyan aslanlarının uyanıp kükreyerek Amerika, İngiltere, Fransa, Rusya ve onların arkalarındaki cücelere Şeytan’ın vesveselerini bile unutturacakları korkusudur; işte o zaman bu kafir ülkelerin kırıntılarıyla yaşayanların artık bir makamı olmayacak ve kafir efendileriyle birlikte onlar da derin bir uçuruma atılacaklardır.

Sonuç olarak, bu alçaklara diyoruz ki: Sizler sadece tabiilersiniz ve sizin akıbetiniz, Allahu Teala’nın haklarında şöyle buyurduğu efendilerinize bağlı olacaktır: إِنَّ الَّذِينَ كَفَرُوا يُنْفِقُونَ أَمْوَالَهُمْ لِيَصُدُّوا عَنْ سَبِيلِ اللهِ فَسَيُنْفِقُونَهَا ثُمَّ تَكُونُ عَلَيْهِمْ حَسْرَةً ثُمَّ يُغْلَبُونَ وَالَّذِينَ كَفَرُوا إِلَى جَهَنَّمَ يُحْشَرُونَ * لِيَمِيزَ اللهُ الْخَبِيثَ مِنَ الطَّيِّبِ وَيَجْعَلَ الْخَبِيثَ بَعْضَهُ عَلَى بَعْضٍ فَيَرْكُمَهُ جَمِيعاً فَيَجْعَلَهُ فِي جَهَنَّمَ أُولَئِكَ هُمُ الْخَاسِرُونَŞüphesiz ki inkâr edenler mallarını, (insanları) Allah yolundan alıkoymak için harcıyorlar. Daha da harcayacaklar. Ama sonunda bu, onlara yürek acısı olacak ve en sonunda mağlûp olacaklardır. Kâfirlikte ısrar edenler ise cehenneme toplanacaklardır. Allah, pis olanı temizden ayırmak, pis olanların hepsini birbiri üstüne koyup yığarak cehenneme koymak için böyle yapar. İşte onlar ziyana uğrayanların ta kendileridir.” [Enfal 36-37] Sonra güzel akıbet muttakilerin ve muhlislerin olacaktır; şöyle buyuran azim olan Allah doğru söyledi: وَلَقَدْ كَتَبْنَا فِي الزَّبُورِ مِن بَعْدِ الذِّكْرِ أَنَّ الْأَرْضَ يَرِثُهَا عِبَادِيَ الصَّالِحُونَAndolsun Zikir’den sonra Zebur’da da: "Yeryüzüne salih kullarım vâris olacaktır" diye yazmıştık.” [Enbiya 105] Şüphesiz yarın, bekleyeni için çok yakındır.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Esma El-Cabe

Devamını oku...

Yahudi Varlığı, Daha Ne Zaman Kadar Evlatlarımızın Kanlarını Hafife Alacak?!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Yahudi Varlığı, Daha Ne Zaman Kadar Evlatlarımızın Kanlarını Hafife Alacak?!

Haber:

Hind Receb'in öldürülmesini araştıran üç uluslararası kuruluş, Nazi Siyonist ordusunun Hind Receb’i küçük bedenine isabet eden 335'ten fazla kurşunla öldürdüğünü ortaya çıkardı.Olay, işgal askerlerinin Gazze'deki mahkumları canlı kalkan olarak kullanarak onları silahsız askeri kıyafetler giymeye ve kaçmalarını önlemek için kameralara ve iplere bağlanarak yer altı ve üstünde belirli yerlere girmeye zorladıkları suçu belgeleyen özel görüntülerle aynı zamana denk gelmiştir. (Nefaze Mısır, 01 Temmuz 2024)

Yorum:

Ultra Palestine’nin 24 Haziran 2024 tarihinde bildirildiğine göre, Adli Mimarlık Örgütü Forensic Architecture tarafından yapılan bir araştıma,Hind Receb adlı çocuğun şehit edilmesi koşullarını yeniden yapılandırmıştır. Araştırmada Hind adlı çocuğun aracına kasıtlı olarak 300’den fazla kurşun isabet ettiği belirlendi. Diğer kuruluşlar da olayı araştırmakta ve Gazze halkından hiç kimseyi ayırt etmeyen ve kadın, çocuk ve yaşlılar hakkında bir ahit ve anlaşma gözetmeyen Yahudi varlığının vahşetini ortaya çıkarmaktadır; zira Yahudi varlığının kini en üst seviyelere ulaştığı gibi onun nefreti de en iğrenç özelliklere ulaşmıştır; bakın işte o, masum bir kız çocuğuna saldırıyor ve onun küçük bedeni, onun kurşunları ve mermileri için büyük bir hedef haline geliyor.

Uluslararası kuruluşlar hâlâ soruşturma ve sayım yapmaya -ki bu onların olağan işidir- devam ederlerken Nazi Yahudi varlığı da hâlâ suçlarına ve Gazze'deki masum insanları öldürmeye devam ettiği gibi bu konuda da usta bir tutum sergiliyor ve İslam’a ve Müslümanlara karşı beslediği gizli nefretin arkasında gizlediği vahşetini ortaya çıkarıyor.

Aile fertlerinin ölümüne tanık olmasının ve masum çocuğu öldürmek için işgal güçlerinin ateş yağmurunun hedefi olan bir otomobilin ve sağlık görevlilerinin şehit olmalarının ortasında günlerce soğuktan ve açlıktan acı çekmeye devam etmesinin ardından kendisini kurtarması için ambulans çağıran altı yaşındaki kız çocuğuna merhamet edilmeyen bu küresel sistemin ışığında tanık olduğumuz bu nasıl bir zulümdür Allah aşkına? Yani “yardım isteyen de yardım eden de öldürülmüştür!” 

Yardım talebinde bulunan masum bir çocuğa suçlu Yahudi varlığı, otomobile doğru acımasızca sıktığı 335 kurşunla karşılık vermiş ve küçük bedenini delip geçmiştir. Sonra Yahudi varlığı işlediği bu iğrenç suçu inkar ediyor, ardından Gazze’ye yönelik savaşında Yahudi varlığını, yani süper güç (ABD)’yi destekleyen mevcut rejime bağlılıkları hiç kimse için bir sır olmayan bu uluslararası kuruluşlar gelmiş, çocuğun öldürülmesini araştırdığını ilan ediyor ve bu konuda Yahudi varlığının sorumlu olduğunu ortaya çıkarıyor!

Peki bu araştırmalardan sonra ne olacak?!Gazze’de binlerce masum insan öldürüldü; peki bunların intikamını kim alacak? Kınamaların ve eleştirilerin ardından ne olacak?!

Mesele açık ve net bir şekilde ortaya çıkmıştır: Bu varlık, Müslümanların boyunlarına asılmış bir kırbaç ve ümmetin bedenine saplanmış bir hançerdir. Nitekim gerek küfür milletinin gerekse boyunları kontrol etmek ve ümmetin bu hançeri çıkaramayacak ve yarasından kurtulamayacak şekilde zayıf ve hasta olarak kalmasını sağlamak için çalışan Müslümanların başındaki ajan yöneticilerden küfür milletine sadakat gösterenlerin maskesi düşmüştür.

Bu Yahudi varlığının Müslümanların canlarını hafife alması ve Gazze’ye yönelik savaşında onları canlı kalkan olarak kullanması, onun bu ülkelerin İslam’a ve ehline karşı savaşında kendisini destekleyeceklerinden emin olmasının ve hepsinin, yıldızı yeniden parlamaya başlayan ve hem Yahudi varlığını hem de tüm kapitalist Batı medeniyetinin varlığını tehdit eden büyük bir hadarat-medeniyet olarak genişlemesine ve ilerlemesine son vermek için ittifak etmelerinin bir sonucudur.

Gazze halkının bu varlıkla olan savaşında zafere ulaşması, İslam ümmetinin büyük hadari projesinin etrafında toplanmasına ve tek başına Müslümanlara yardım edecek, Allah’ın kelimesini yüceltecek ve İslam’ın merhametini ve adaletini yayacak olan azim devletini yeniden inşa etmesine bağlıdır.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Zinet es-Sâmit

Devamını oku...

Erdoğan, Yakın Dostu Beşar Esad’a Özlem Duyuyor!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Erdoğan, Yakın Dostu Beşar Esad’a Özlem Duyuyor!

Haber:

Cumhurbaşkanı Erdoğan, 28 Haziran 2024 günü İstanbul‘da, Cuma namazı sonrasında şöyle bir açıklamada bulundu: “Yani biz Suriye'yle bu ilişkileri geliştirmekte geçmişte nasıl birlikteysek yine aynı şekilde birlikte hareket ederiz…Suriye'nin de iç işlerine karışmak gibi bir derdimiz, bir hedefimiz asla olamaz. Çünkü Suriye halkı bizim kardeş halklar olarak beraber yaşadığımız bir topluluktur.” Ve şöyle dedi: “Nasıl ki biz Suriye'yle ilişkilerimizi çok çok canlı tuttuysak geçmişte, ailece görüşmelere varıncaya kadar biliyorsunuz Sayın Esad’la biz bu görüşmeleri yaptık. Yarın olmaz diye bir şey kesinlikle mümkün değil, yine olur. Suriye'nin iç işlerine karışmak gibi de bir derdimiz asla yok.”

Yorum:

Aklın değeri teraziyle ölçülemez; çünkü o çok büyüktür; nitekim Allah akıl sayesinde insanı şerefli kıldı, onu yarattıklarının çoğundan üstün kıldığı gibi onu teklif mahalli kıldı ve ona, göklerin, yerin ve dağların taşımayı reddettiği emaneti yükledi.

O halde nasıl olur da akıl sahibi bir insan aklını kullanamaz, duyularının onu kontrol etmesine izin verir veya aklını yanlış kullanıp sahip olduğu düşünce zaviyesi de yanlış olur ki böylece talep edilen bilinçten ve meseleleri ayırt etmekten yoksun olur ve böylece de meseleleri doğru bir ölçekte değerlendiremez?

Yaklaşık 400 yıl boyunca Hilafetin merkezi olan kadim bir İslam beldesine başkanlık eden Erdoğan adlı bu adam, zahiri rahmet, batını ise azap olan bir elbise giymiştir. Zira o, ülkesinin içinde bulunduğu durumdan faydalanarak Suriye halkını kandırdı, onların İslami duygularını ve hislerini istismar ederek onları helake sürükledi ve devrimlerinin sırtına zehirli bir hançer sapladı; dahası onlar izleyip dururken düşmanları Rusya, İran ve yandaşları ve Amerika ile komplo kurdu, onlar itaat ettikleri halde onları bölgelerinden çıkardı, teslim olduklarında da onları toplanma yerinin bir kısmında topladı ve onların başına da, kendilerini rejime teslim etmeleri için Hayet Tahrir Şam adında birini musallat edip dikti.

Tüm bunlara rağmen insanlar, onun kendilerine yönelik tüm komplolarını ve hiç durmak bilmeyen ihanetlerini haklı buldular; eğer meseleyi ona bırakmış olsalardı, insanların onu haklı çıkardıkları kadar o kendisini haklı çıkaramazdı. Oysa onun kendilerine yönelik komplosunu bizzat kendi gözleriyle gördüler. Ama kendilerine, insanı saf ve pazarlanabilir hale getiren duyguların galip gelmesinin şiddeti ve akıllarının, halkına asla yalan söylemeyen Hilafet sancağını taşıyanların liderleri tarafından söylenen ve hâlâ söylenmeye devam eden hak sözü işitmeye kapalı olması nedeniyle ona inanmadılar ve onu yalanladılar, malı ve çocukları sadece hüsranını artıran kişiyi takip ettiler, o da onlara tuzak kurdu, onları saptırdı ve onları boğdu. Böylece Allah’a iman edenler ve bu haldeyken bile onun kendilerine yardım edeceğini düşünenler kendilerine Allah’tan başka bir yardımcı bulamadılar.

Bakın işte bu adam, münafıklar gibi namazdan çıkıp komplosunu sürdürüyor ve kadim dostu Esad ile uzlaşmaya hazır olduğunu söylüyor. Yani onun lisan-ı hali şöyle diyor: Öldürmek, yaralamak, milyonları yerinden etmek, evleri, okulları ve hastaneleri yıkmak, on binlerce kişiyi işkenceyle öldürmek ve kadınlara tecavüz etmek de dahil olmak üzere ne kadar çok suç işlemiş olursa olsun Allah onu affedecektir! Yani o, insan suretinde bir şeytandır!

Yarın Gazze‘deki savaş durduğunda, ardından Yahudi devletini ziyaret etmeye ve Netanyahu ile görüşmeye hazır olduğunu da söylerse hiç şaşırmayın; zaten oraya gitmesi planlanmıştı ve şayet Aksa Tufanı olmamış olsaydı bu meşum ziyareti gerçekleştirecekti. Ayrıca daha önce Netanyahu'ya saldırıp onu terörist ve haydut olmakla suçladıktan sonra Eylül 2023‘te BM toplantılarının aralarında New York’ta Netanyahu ile uzlaşmış ve Yahudi varlığının Cumhurbaşkanı suçlu Herzog‘u sarayında büyük imparatorlar gibi karşılamıştı; yani Netanyahu hangi cehenneme giderse gitsin onun yerine kim gelirse onu kabul edecektir.

Şayet Hac için Mekke'ye gitmiş olsaydı belki de şeytanı taşlamaktan kaçınır ve onunla uzlaşabilirim, çünkü ben sadece ve sadece çıkarlarımın peşindeyim derdi! Dolayısıyla o ve Müslümanların başındaki diğer yöneticiler, şeytanla birlikte taşlanmayı hak ediyorlar; Allah onları kahretsin, nasıl da döndürülüyorlar; zira onlar, Tiran Beşar Esad ile uzlaştılar, ona kucak açtılar ve Suriye halkını aldattılar… Nitekim onları yüzüstü bıraktıktan sonra şimdi de Erdoğan’ın başkanlığında Gazze halkının katledilmesini ve açlıktan ölmesini izliyorlar, normalleşmeye devam ediyorlar ve Suud rejiminin işaret ettiği ve Beyaz Saray’daki efendilerinin açıkladığı gibi Yahudi varlığıyla daha fazla normalleşmeye hazırlanıyorlar.

Ey insanlar, yeter artık kendinizi kandırdığınız; bu yüzden sapkınlığa düşen, birçoklarını saptıran ve doğru yoldan sapmış olan bir kavmin arzularına uymayın; aklınızı başınıza alın ve ebedi lideriniz Peygamberiniz Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in şeriatıyla hükmedin ki Allah size merhamet etsin. Sizleri kurtarmak için çalışan partinize güvenin ki Allah sizin doğru yola iletsin. Zira o, muhlis ideolojik siyasi bir liderlik olduğu gibi Allah’ın izniyle hak üzere olan bir gruptur; biz hiç kimseyi Allah katında temize çıkarmayız.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan

Esad Mansur

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER