Çarşamba, 25 Cumade’l Ûlâ 1446 | 2024/11/27
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

Trump, Harris’in Başkan Olması Halinde Yahudi Varlığının Var Olmayacağı Uyarısında Bulundu!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber - Yorum

Trump, Harris’in Başkan Olması Halinde Yahudi Varlığının Var Olmayacağı Uyarısında Bulundu!

Haber:

Son başkanlık tartışmaları sırasında eski Başkan Donald Trump, yerel ve uluslararası düzeyde şaşkınlık yaratan bir açıklama yaptı. Zira açıklamada şöyle dedi: Başkan Yardımcısı Kamala Harris’e atıfta bulunarak “Eğer Başkan olursa, bundan iki yıl sonra “İsrail’in” var olmayacağına inanıyorum.”(Reuters)

Yorum:

Trump’ın açıklaması siyasi yelpazede sert tepkilere yol açtı ve özellikle Orta Doğu’da olmak üzere ABD dış politikası üzerindeki etkilerine ilişkin endişeleri arttırdı.Her iki aday da Gazze’de devam eden savaşla nasıl başa çıkacaklarına ilişkin doğrudan sorulardan kaçınırken Trump ise, Harris’in başkanlığı altındaki Yahudi varlığının geleceği hakkında cesur ve kışkırtıcı açıklamalar yaptı ve bunu tekrar Başkan Yardımcısı Harris'e atıfta bulunarak şu sözleriyle vurguladı: “Eğer Başkan olursa, bundan iki yıl sonra “İsrail’in” var olmayacağına inanıyorum.”

Trump geçtiğimiz günlerde de Cumhuriyetçi Siyonist lobiye, Harris'in başkan olması halinde "İsrail’in” yok olacağını" haber verdi. Geçmişte de benzer açıklamalarda bulunmuş ve Demokratlara oy veren Yahudilerin “İsrail’den” nefret ettiklerini” söylemişti.Harris ise verdiği cevapta, Yahudi varlığına uzun süredir verdiği desteğin altını çizdi. Ve şöyle dedi: “Görevim boyunca “İsrail’i” ve “İsrail” halkını destekledim.”

Yahudi varlığının Batı’nın, özellikle de ABD’nin desteğine olan bağımlılığının devam ettiği açıktır. Bizim de ümmete, İslami çözüm konusunda kararlı olmalarını, Filistin meselesinin İslami bir mesele olduğunu ve çözümünün de İslam olduğunu hatırlatmalıyız. Allah Subhanehu ve Teala’nın yardımına davet eden ortak bir yanıt oluşturmak için çabalarımızı birleştirmeliyiz.Kendimizi ümmeti koruyan İslam nizamı konusunda kültürlendirmeliyiz. Soykırımın bedelini ödemek için dünyayı yağmalama operasyonlarını ifşa etmeye devam etmeliyiz.İşgalin ardındaki gerçeği ve tarihsel anlatıyı anlamalı ve bununla ilgili bir bilinç yaymalıyız.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Heysem İbn Sabit

Devamını oku...

Tunus: Kurtuluş Yürüyüşü; “Ey İslam Ehli, Ümmetin Devasa Orduları Varken Filistin Halkını Yalnız mı Bırakıyorsunuz?”

  • Kategori Tunus
  •   |  

Hizb-ut Tahrir / Tunus Vilayeti: Kurtuluş Yürüyüşü;

“Ey İslam Ehli, Ümmetin Devasa Orduları Varken Filistin Halkını Yalnız mı Bırakıyorsunuz?”

Zeytuna halkının Hizb-ut Tahrir / Tunus Vilayetinin çağrısı üzerine katılım sağladığı ve El-Aksa Tufanı'nın başlamasından bu yana üst üste yapılan 50. yürüyüş başkent Tunus'taki El-Fetih Camii önünden başladı. Yürüyüş Cuma namazından sonra “Ey İslam Ehli, Ümmetin Devasa Orduları Varken Filistin Halkını Yalnız mı Bırakıyorsunuz?” başlığı altında gerçekleştirildi. El-Fetih Camii önünden Es-Sevra Caddesine doğru başlayan ve başkentin ana caddelerinden geçen yürüyüş sırasında Zeytune halkından çok sayıda kişi doğrudan Müslüman ordularına hitap ettiler: “Ey ordular, Yahudilerle savaşmak için sınırları açın”, “Ordular Senin zaferine hazır ey kulların Rabbi”, “Milletten çağrı geldi, ey ordular, çağrıya cevap verin”, “Ey ordular, ümmetin izzetini ne zaman geri getireceksiniz” ve Mübarek toprakların (Filistin) halkına hitaben atılan diğer sloganlar arasında “Tunus'tan Şam'a, tarihimiz İslam Devleti'dir”, “Tunus'tan Filistin'e, iki değil tek millet”, “Ey Gazze, kanın kanımdır”, “Ey Gazze, savaşın savaşımdır” yer alırken, yürüyüş sırasında yürüyüşün ana başlığı ile şehitlerin ve kayıpların diğer istatistiklerinin yer aldığı pankartlar açıldı. Büyük pankartta ise, "Gazze size sesleniyor, ey Müslüman orduları, sonuna kadar savaşacağız" yazıyordu. Yürüyüş, Hizb ut-Tahrir / Tunus vilayeti gençlerinden birinin Müslüman ordulara Gazze'ye karşı Şeri görevlerini ve Allah'ın Resulü Sallallahu Aleyhi Vesellim'in sözünü hatırlatan konuşmasıyla sona erdi:

"مَا مِنِ امْرِئٍ يَخْذُلُ مُسْلِماً فِي مَوْطِنٍ يُنْتَهَكُ فِيهِ حُرْمَتُهُ ، وَيُنْتَقَصُ فِيهِ عِرْضُهُ إِلا خَذَلَهُ اللَّهُ فِي مَوْطِنٍ يُحِبُّ فِيهِ نُصْرَتَهُ، وَمَا مِنِ امْرِئٍ يَنْصُرُ مُسْلِماً فِي مَوْطِنٍ يُنْتَقَصُ فِيهِ مِنْ عِرْضِهِ وَتُنْتَهَكُ فِيهِ حُرْمَتُهُ إِلا نَصَرَهُ اللَّهُ عَزَّ وَجَلَّ فِي مَوْطِنٍ يُحِبُّ فِيهِ نُصْرَتَهُ"

“Her kim bir Müslümanı saygınlığının kaybolacağı, onurunun zayıflayacağı bir yerde yardımsız bırakırsa, Allah da onu kendisine yardım edilmesini arzu ettiği bir yerde yalnız bırakır. Kim de bir Müslümana onurunun zayıflayacağı ve saygınlığının yitirileceği bir yerde yardım ederse, Allah da ona kendisine yardım edilmesini arzu ettiği bir yerde yardım eder."

Hizb-ut Tahrir/Tunus Vilayeti'nin El-Aksa Tufanı'nın başlamasından bu yana yaklaşık bir yıldır bu haftalık yürüyüşleri düzenlemekte ve orduları Mübarek Topraklardaki (Filistin) kardeşlerine destek olmaya çağırmakta gösterdiği ısrar, Allah Azze ve Celle'nin Peygamberinin şu buyruğuna uygundur:

"مثل المؤمنين في توادهم وتراحمهم وتعاطفهم مثل الجسد إذا اشتكى منه عضو تداعى له سائر الجسد بالسهر والحمى"

“Birbirine karşı muhabbet ve merhamette, müminler, bir vücut gibidir. Vücûdun bir yeri râhatsız olunca, bütün vücut, râhatsız, uykusuz kalıp, onun tedâvîsi ile meşgûl olduğu gibi, Müslümânlar da birbirlerine yardıma koşmalıdırlar!” Gazze halkı ve mücahitleri, onları caydıracak bir güç olmadıkça Yahudilerin kendilerine karşı işledikleri suçları durduramayacaklardır ve bu güç Müslümanların ordularıdır.  Yüce Allah şöyle buyurdu:

"ادْخُلُوا عَلَيْهِمُ الْبَابَ فَإِذَا دَخَلْتُمُوهُ فَإِنَّكُمْ غَالِبُونَ ۚ وَعَلَى اللَّهِ فَتَوَكَّلُوا إِن كُنتُم مُّؤْمِنِينَ"

“Onların üzerine kapıdan girin. Oraya girdiniz mi artık siz kuşkusuz galiplersiniz. Eğer mü’minler iseniz, yalnızca Allah’a tevekkül edin.” (Mâide 23)

Hizb-ut Tahrir Tunus Vilayeti Merkezi Medya Ofisi Delegesi

Cuma, 17 Rebiül Evvel 1446 - M 20 Eylül 2024

- Etkinlikten Kareler -

#طوفان_الأقصى

#الجيوش_إلى_الأقصى

#الأقصى_يستصرخ_الجيوش

#AksaTufanı

#OrdularAksaya

#ArmiesToAqsa

#AqsaCallsArmies

Devamını oku...

Rusya’da İffetli Müslüman Kadınlar Tutuklanıp Zulme Maruz Kalıyorlar!

Rus medyası, 18 Eylül 2024 tarihinde, Tataristan’da Hizb-ut Tahrir’e üye olmak suçlamasıyla dört Müslüman kadının evlerine baskın düzenlendiğini ve tutuklandığını bildirdi. Rusya Federasyonu Ceza Kanunu’nun 205/5 maddesi uyarınca bu kadınlar on yılı aşkın bir süre hapis cezası ile karşı karşıya.

Leysan Sadıkova (Лейсан Садыкова), Aliya Vayisova (Алия Ваисова), Alsina Hayrullina (Альсина Хайруллина) ve Albina Vali Ahmedov (Альбина Валиахметова), Kazan şehrindeki Vakhitovsky Mahkemesi’ne küçük düşürücü bir şekilde, adeta suçlular ve toplum güvenliği için tehdit oluşturuyorlarmış gibi getirildiler. Rus özel güvenlik güçlerinin gözetiminde elleri kelepçelenmiş bir halde mahkemeye çıkarıldılar.

Güvenlik makamları, savunmanın bu kadınların çocuk annesi oldukları yönündeki talebini ve soruşturmalar tamamlanıncaya kadar sanıkların ev hapsinde tutulması için sunduğu diğer gerekçeleri dikkate almadılar. Güvenlik güçleri, Mart 2019’dan bu yana yani beş yıldır küresel Hilafet inancından doğan fikirleri dağıtmak ve yaymakla suçlandıkları gerekçesiyle bu kadınların tutuklanmasında ısrar ettiler. Başka bir deyişle madem ki güvenlik güçleri bu kadınların faaliyetlerinden beş yıldır haberdar o halde neden daha önce tutuklanmadıkları sorusu gündeme geliyor!

Bu nedenle, bu maddeye göre tutuklanmalarının nedeni, toplum için herhangi bir tehlike oluşturmadıkları ve bir (terör) örgütü içinde faaliyet gösterdikleri nedeniyle tutuklanmadıkları, aksine bu tutuklamaların, Rusya’nın, özelde Müslümanları genelde ise toplumu terörize etmeyi misyon edinmiş Sovyet dönemi KGB benzeri zihniyetin ürünü olduğu anlamına geliyor.

Güvenlik birimleri, Hizb-ut Tahrir’e üyelik suçlamasıyla uzun süreli hapis cezalarına çarptırarak babaları çocuklarından ayırmakla yetinmediler. Buna bir örnek olarak, 2016 yılından beri hüküm giymiş olan iki çocuk babası Amir Vali Ahmedov gösterilebilir. Bugünse iki çocuğu anne ve babasız bırakmak, Müslümanlara ve tüm topluma korku salmak için eşi Albina Vali Ahmedov’u tutukladıkları görülüyor.

İslam ülkelerinin yöneticileri ve Rusya ile ilişkileri sürdüren hareketler, tutuklanan iffetli Müslüman kadınların serbest bırakılması için Rusya’ya baskı yapmalıdırlar. Aksi takdirde onunla ilişkilerini kesmelidirler. Eğer Rusya ile ilişkileri bu Müslüman kadınlardan ve çocuklarının gözyaşlarından daha önemliyse, o zaman Allah’tan bu zalimleri ve işbirlikçilerini bu vahşi suçtan dolayı bu dünyada ve ahirette rezil etmesini niyaz ediyoruz. Allah Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurmuştur:

وَمَا نَقَمُوا مِنْهُمْ إِلَّا أَن يُؤْمِنُوا بِاللهِ الْعَزِيزِ الْحَمِيدِ“Onlardan ancak Aziz ve Hamid olan Allah’a iman ettikleri için intikam aldılar.” [Buruc 8]

Devamını oku...

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi Kadın Kolları Tarafından Dünya Genelindeki Hizb-ut Tahrir Kadınlarıyla Koordinasyon Halinde Düzenlenen Uluslararası Çevrimiçi Kadın Konferansı

Basın Açıklaması

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi Kadın Kolları Tarafından Dünya Genelindeki Hizb-ut Tahrir Kadınlarıyla Koordinasyon Halinde Düzenlenen Uluslararası Çevrimiçi Kadın Konferansı

Aksa Tufanı baskının ve ardından Gazze’de başlayan acımasız savaşın üzerinden tam bir yıl geçti. 7 Ekim 2023’ten bu yana Gazze halkı, sayısız belaya maruz kaldı. Bu süre zarfında çok fazla acı, keder ve trajedi yaşadı: Yerinden edilme, katliam, açlık... Orada burada poşetlere konulan kadın ve çocuk cesetleri, enkaz altında kalıp çıkarılamayan şehitler. Onları onurlandıramama ve defnedememe acısı, yaşanan ıstırap ve kederi daha da artırıyor. Cani varlık, kayıtsız ve komplocu bir dünyanın gözü önünde vahşi bir soykırım gerçekleştiriyor. Ancak tüm bu trajedi ve acılarına rağmen bu savaş, düşmanların hilesi, yöneticilerin ve sözde dostların komplosu karşısında dimdik duran, sabırlı, karşılığını Allah’tan bekleyen mümin bir grubun verdiği derslerle doludur. Yüz üstü bırakanlardan etkilenmeyen bir avuç grup, dimdik ayaktadır, göklerin ve yeryüzünün Rabbinin zaferinden asla ümidini kesmemiştir. Gazze halkının feryatlarına, yardım çağrılarına ve yakarışlarına rağmen, verilen tepkiler, tahtlarına çakılıp kalan Müslümanların yöneticilerinin işbirlikçiliğini gözler önüne sermiştir. Bu yöneticiler, bu cani varlığın Gazze ve genel olarak Filistin halkına karşı işlediği savaş suçları ve soykırım karşısında sağır, dilsiz ve kör kesilmişlerdir. Kendilerini ona sadakat ve itaate, onunla normalleşmeye ve varlığını sağlamlaştırmaya adamışlardır.

Bu savaş aynı zamanda birçok ilim insanının maskesini düşürdü, dürüst olanlar ile sahtekâr olanlardan ayırdı, gözlerdeki perdeyi kaldırarak gerçekte neler olup bittiğini gösterdi, Filistin’de yaşanan çatışmanın, hak ile batıl, Müslüman Filistin halkı ile kâfir, gaspçı ve işgalci Siyonist varlık arasında bir çatışma olduğunu net bir şekilde ortaya koydu. Evet, genel olarak Filistin özel olarak Gazze halkı İslam ümmetine çağrıda bulundu. Peki, bu çağrıya yanıt nasıl oldu? Yanıt, cılız kaldı. Bazı gösteriler ve protestolar düzenlemekle veya bu varlık yanlısı ve onu destekleyen bazı kurum ve mağazaları boykot etmekle ya da biraz gıda ve giyecek yardımı göndermekle yetinildi! Gaspçı varlığın, birbiri ardına savaş suçları işlemeye devam etmesine, tüm bu tekrarlanan çağrılara, yardım feryatlarına ve yürekleri sızlatan, gözleri yaşartan sahnelere rağmen küresel sessizlik, hükümetlerin vurdumduymazlığı, İslam ümmetinin ve ordularının hareketsizliği, yanıt oldu ve olmaya da devam ediyor!

Tüm bunlar, bu soykırımın neden durdurulamadığı, Filistin’in neden özgürleştirilemediği ve bu sorunu tek başına çözebilecek radikal çözümün ne olduğu sorusunu gündeme getiriyor? Bu ve benzeri sorular, 05 Ekim 2024 Cumartesi günü Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi Kadın Kolları’nın dünya çapındaki Hizb-ut Tahrir kadınlarıyla koordineli olarak düzenleyeceği “Filistin’in Kurtuluşu: Zorluklar ve Müjdeler” başlıklı uluslararası çevrimiçi kadın konferansında ele alınacak ve yanıtlanacaktır. Bu konferans, bu mesele ve İslam ümmetinin diğer meselelerinin doğru çözüm yolunu ortaya koyacak, en önemli noktaları üzerinde duracak ve Filistin halkının ve genel olarak tüm Müslümanların acılarını durdurmak için gerekli çözümleri sunacaktır. Çünkü Filistin meselesi, emperyalistlerin çizdiği hayali sınırların belirlediği ulusal bir mesele değil, ümmetin meselesidir. Konferansa Filistin, Tunus, Suriye, Lübnan, Endonezya ve Amerika’dan konuşmacılar katılacak. Konferans, bu soykırımın durdurulmasını kimlerin engellediğini deşifre edecek, Filistin’in Yahudilerden kurtarılmasını engelleyen nedenleri açıklayacak, Filistin davasına komplo kurulmasında uluslararası kurumlar ve kararlarının oynadığı rolü ele alacak, medyanın oynadığı sinsi rolü, bu davanın her Müslümanın meselesi olduğunu gizlemeye yönelik çabalarını ve onu ulusal ya da etnik bir sorun gibi göstererek Müslümanları köklü çözüm yolundan saptırma amacını da tartışacaktır.

Konferans ayrıca, İslam ümmetinin, akidesinden fışkırması gereken bu köklü çözümde oynayacağı role değinecek, düşmanlar ve sömürgeciler tarafından öngörülen çözümlerin, sadece birer silah olduğunu, ümmeti doğru yoldan saptırmak için kullandıklarını, sunulan geçici ve kısmi çözümlerin ümmeti asıl üstlenmesi gereken rolden uzaklaştırmak için sadece bir uyuşturucu olduğunu ele alacaktır. Konferans, insanların Filistin’in kurtuluşu için şer’î bakış açısını benimsemelerinin önündeki engelleri de açıklayacak ve orduların kışlalarında hareketsiz kalmalarının, tekrarlanan çağrılara neden cevap vermediklerinin sebeplerini net bir şekilde ortaya koyacak, orduları güçsüz, rejimlere bağlı, destek ve yardım umudu olmayan varlıklar olarak lanse ederek ümmet ile orduları arasındaki uçurumu derinleştirme çabalarını ifşa edecek, dinleri ve kelimesini yüceltmek uğruna canlarını feda eden ordulardaki samimi insanlardan örnekler vererek bu iddia ve iftiralara çürütecek, farkındalık ve kamuoyunun, ordulardaki birçok samimi insanı harekete geçirmek için oynayabileceği role vurgu yapacaktır... Konferans ayrıca, Mübarek Toprağın özgürleştirilmesinden sadece Filistin halkının sorumlu tutulmasının, ümmet ve silah ve teçhizata sahip ordularının rolünden bahsedilmesinin ardında yatan sebepleri açıklığa kavuşturacaktır.

Aynı zamanda konferans, bu sorunun çözümünde her Müslümanın oynayabileceği role ışık tutacak, Gazze ve genel olarak Filistin halkımıza karşı işlenen bu katliamlar ve soykırımın sona erdirilmesine katkıda bulunmak ve Filistin’in kurtuluşu için çalışanlarla birlikte çalışmak üzere Müslüman kadının yapması gereken eylemler üzerinde özellikle duracaktır.  Konferans, Allah’ın zafer ve hakimiyet vaadine, zorluğun ardından kolaylığın, imtihanın ardından zaferin geleceğine, bu ümmetin hayırlı bir ümmet olduğuna ve Allah’ın izniyle zafere erişebileceğine vurgu yapacaktır.

Yüce Allah’tan bu konferansın, ümmetin kendisini özgürleştirmek, otoritesini yeniden kazanmak, liderliğini yeniden ele geçirmek ve Filistin’i düşmanların ve kâfirlerin pençesinden kurtarmak için izlemesi gereken doğru yol haritasını netleştirmesini diliyoruz... وَلَيَنصُرَنَّ اللهُ مَنْ يَنصُرُهُ إِنَّ اللهَ لَقَوِيٌّ عَزِيزٌ  “Şüphesiz ki Allah, kendi dinine yardım edene mutlaka yardım eder. Şüphesiz ki Allah, çok kuvvetlidir, mutlak güç sahibidir.” [Hac 40]

Kıymetli kız kardeşlerim, bu uluslararası konferansa Zoom bağlantısı üzerinden katılarak bizimle birlikte olun:

https://us06web.zoom.us/j/81685047416

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi
Kadın Kolları

Devamını oku...

Ürdün Dışişleri Bakanı’nın Utanç Verici Açıklamaları

Ürdün Dışişleri Bakanı Ayman Safadi, Gazze’ye yönelik savaşın durdurulması için uluslararası eylemden sorumlu sözde Arap-İslam Bakanlar Komitesi toplantısının ardından gazetecilere utanç verici açıklamalarda bulundu. Açıklamaları, toplandıkları etkinliğin büyüklüğü ile orantılı değil. Safadi, Ürdün ile Yahudi devleti arasında imzalanan barış anlaşmasından ve bu anlaşmanın tozlanmaya başladığından bahsetti. Ayman Safadi, Yahudi varlığının tırmanan saldırılarının tüm bölgeyi uçuruma sürüklediğini ve bölgenin, barışa ulaşma umudunu kaybetmesi nedeniyle en kötü dönemini yaşadığını belirtti. Safadi, “Barış anlaşmasını iptal etmenin Ürdün ve Filistin’e hizmet etmeyeceğini düşünüyoruz ve anlaşmayı Ürdün’ün çıkarlarını korumak ve Filistin halkına hizmet etmek için kullanıyoruz.” ifadelerini kullandı. Bir gazetecinin sorusu üzerine Safadi, “Gazze’ye yönelik saldırganlığı durdurmak için tüm seçenekler değerlendiriliyor” diyerek işgalin artık destekçilerine bile meydan okuduğunu ve buna karşı yaptırımlar uygulanması gerektiğini belirtti ve Ayrıca, “Batı Şeria’da olup bitenler konusunda her zaman uyarı çanını çalıyoruz,” dedi.

Biz, Ürdün’deki rejimin ve Müslüman ülkelerdeki diğer rejimlerin tutumunu ifade eden bu yetersiz açıklamalar karşısında şunları diyoruz:

Birincisi: Bu büyük olay “Gazze’deki savaşı durdurmak için uluslararası eylemle görevlendirilen bakanlar komitesi”ne değil, Filistin’i kurtarmak için askeri plan geliştirecek, sonra bu orduları harekete geçirecek ve gaspçı Yahudi varlığını yok edecek Müslüman ordularının üst düzey komutanlarından oluşan bir askeri konseye ihtiyaç duymaktadır.

İkincisi: Uğruna toplandığınız bu büyük olay, Ruveybida efendilerinin sözlerini tekrarlayan, eğri koltuklarını korumak için ümmeti parçalayan, sorunlarını heba eden ve düşmanlarına teslim eden değersiz sefihlere değil, büyük adamlara ihtiyaç duymaktadır.

Üçüncüsü: Yahudi varlığıyla yapılan utanç verici ihanet anlaşmasını savunan Ürdün Dışişleri Bakanı, bu anlaşmanın Ürdün ve Filistin halkının çıkarlarına hizmet ettiğini iddia ederek halkın aklıyla adeta alay etmektedir. Çünkü insanlar çok iyi biliyor ki Ürdün ve Filistin halkının çıkarlarına hizmet etmek, işgali ortadan kaldırmak ve onu yok etmekle mümkündür, onunla anlaşmalar yapmak, onu korumak ve hayatta kalması için destek sağlamakla değil.

Dördüncüsü: Doğru ve yapılması gereken seçeneği, yani askeri seçeneği dışladınız. Ardından bakan, “Gazze’ye yönelik saldırıyı durdurmak için sunulan tüm seçenekler değerlendiriliyor” dedi. Ama masadaki seçenekler arasında askeri bir seçenek olmadığı için insanların aklıyla adeta dalga geçti. Daha sonra işgale karşı yaptırım uygulanması gerektiğini söyledi. Yapabileceği azami şey budur, söyleyebileceği veya ifade edebileceği en üst nokta budur. Bakan, saldırıyı püskürtmek ve Müslümanların toprağını işgalden kurtarmak için canını ve malını feda etmeye hazır, yüksek hedefleri olan gerçek adamların seviyesine asla erişemez.

Beşincisi: Her zaman alarm zilleri çaldığınızı iddia ettiğiniz bu tehlike ne tür bir tehlikedir? Bu tehlikeyi ortadan kaldırmak için alarm çalmak yerine doğru çözümü düşünmek aklınıza gelmedi mi? Gerçek adamlar gibi bir duruş sergileyip, güçle yapılan saldırının ancak benzer bir güçle durdurulabileceğini daha anlamanız mı? Alarm zilleri çalmak yerine bu tehlikeyi ortadan kaldırmalısınız.

Altıncısı: Bakan, toprakları gasp eden, kutsalları ihlal eden, insanları öldüren, yerlerinden eden ve aç bırakanlarla barışa ulaşma konusunda hala umutlu. Böylesi kimseler hakkında Peygamber SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur:

إِذَا لَمْ تَسْتَحْيِ فَاصْنَعْ مَا شِئْتَ “Utanmıyorsan dilediğini yap.” İşgalci düşman bildiğini okuyor ve bakan, mevkidaşları ve efendileri ise barış şarkıları söylüyorlar, bunlar nasıl insanlar? Hangi kritere göre ölçüyorlar?

Yedincisi: Bu bakan, meslektaşları ve ajan efendileri, Batı başkentlerindeki efendilerinin sözlerini tekrarlıyorlar. Bölgedeki durumun kontrolden çıkmasından, bölgenin uçuruma sürüklenmesinden ve bölgesel bir savaş çıkmasından korktuklarını ifade ediyorlar. Bakan bilmiyorsa bilsin ki Batı, İslam ümmetinin Yahudi varlığını ortadan kaldırma hamlesinden korkmaktadır. Bu yüzden donanmalarını, uçaklarını ve kuvvetlerini bölgeye getirdi, harekete geçtiğinde ümmeti durdurabileceğini sanıyor.

Sekizincisi: Hâlâ Müslümanların Ruveybida yöneticileri ve yandaşları, ümmetin gönlündekinin dışında hareket ediyorlar ve şarkı söylüyorlar. Ümmet, felaketinin nedeninin bu yöneticiler olduğunu fark etti ve onlara aşarak artık taleplerini yükseltti. Geriye kalan tek şey, onlara isyan etmek, kontrollerinden kurtulmak ve nübüvvet metodu üzere Raşidi Hilafeti kurmak için işlerini, bilinçli ve samimi evlatlarına devretmektir. O zaman Hilafet, Yahudi varlığını ortadan kaldırmak için orduları seferber edecektir.

Son olarak, Ruveybida yöneticilerimiz ve onların yardakçıları zillet ve alçaklığı alışkanlık haline getirdiler. Erkekliğin, izzetin ve haysiyetin tadını bilmiyorlar. Sömürgeci kâfirlerin uşakları ve Yahudi varlığının koruyucuları olmayı kabul ettiler. Filistin halkı ve diğerlerine karşı işlenen suçları izlerken ne onurlarından bir kıpırdanma oldu ne de ihanetlerinden dolayı bir utanç duydular. Aralarındaki en “akıllısı” bile Batı’daki efendilerinin sözlerini tekrar ediyor, İslam’a ve Müslümanlara karşı savaşmak için kurulan uluslararası toplum, uluslararası yasalar ve Birleşmiş Milletler yalanları ve safsatasına sarılıyor. Böylece bu yöneticiler, Batı’nın İslam ve Müslümanlara karşı yürüttüğü savaşta yardımcısı oldular. Ancak iyi haber şu ki, ümmetin bu yöneticiler hakkındaki farkındalığı gün geçtikçe artmaya devam etmektedir. Çok geçmeden bu yöneticilere, Yahudilere ve arkalarındaki Batı’ya karşı kükreyecektir. Şüphesiz ki o gün Allah’ın izniyle yakındır.

Devamını oku...

Amerika’nın Yahudi Varlığının Hegemonyasını Müslüman Ülkelere Dayatma Kampanyasında Yeni Bir Sayfa

Lübnan’da bu hafta gerçekleştirilen bir dizi son derece karmaşık gizli operasyonda, İran partisinin binlerce üyesi hedef alındı. MOSSAD liderliğindeki bir istihbarat saldırısı olduğuna inanılan olay, Yahudi Savaşı’nda yeni bir dönemin başladığını gösteriyor. Geçen salı günü, İran partisinin üyelerine ait binlerce çağrı cihazının patlamasıyla bölge sarsıldı. Çarşamba günü ise yüzlerce telsiz kullanan kişinin vücutlarını parçalayan ikinci bir patlama dalgası yaşandı. Bu saldırılar ağır kayıplara yol açtı. Bomba yüklü çağrı cihazlarının patlaması sonucu 12 kişi hayatını kaybederken, 2000’den fazla kişi yaralandı. Telsiz cihazlarının patlamaları ise 20 kişinin ölümüne ve en az 450 kişinin yaralanmasına neden oldu.

Yahudi varlığı bu saldırılar karşısında sessiz kaldı, resmi bir açıklama yapmadı. Ancak Savunma Bakanı Yoav Galant çarşamba günü yaptığı açıklamada “savaşta yeni bir aşamanın” başladığını duyurması, Yahudi varlığının askeri duruşunda stratejik bir değişime işaret ediyor. Bu değişimin amacı İran partisinin askeri kapasitesini zayıflatmak ve Lübnan ile olan kuzey sınırını güvence altına almaktır.

Yahudi varlığı, çeşitli yerel, bölgesel ve uluslararası güçlerin ve devletlerin suç ortaklığıyla Gazze ve Batı Şeria’daki barbarca operasyonlarını neredeyse tamamladıktan sonra sıra Lübnan ve direnişine geldi. Zira Lübnan’daki İran partisi, uzun süredir Yahudi varlığının kuzeydeki güvenliği için bir tehdit oluşturuyordu. Yahudi varlığı, İran partisinin üyelerinin kullandığı iletişim cihazlarını hedef alarak liderlik altyapısını tasfiye etmeye ve kontrol altına almaya odaklandığı görülüyor. İletişim ağına yönelik bu strateji, İran’ın bölgedeki vekilleriyle koordinasyonunu veya saldırı kapasitesini zayıflatmayı ve böylece Yahudi varlığının bölgede rakipsiz ve müdahalesiz bir güç olarak kalmasını amaçlayan daha geniş kapsamlı operasyonların habercisi olabilir.

Yahudi devletinin amacı açıktır: İran partisinin savaş kabiliyetini zayıflatmak ve devam eden çatışmalar nedeniyle kuzeyden kaçan bir milyondan fazla Yahudi’nin geri dönüşünü kolaylaştırmak için daha güvenli bir ortam yaratmaktır. Bu saldırıların hassasiyeti ve ölçeği, Yahudi varlığının muhtemelen kuzey sınırı boyunca tehditleri etkisiz hale getirmeyi amaçlayan genişletilmiş bir askeri harekata hazırlandığını gösteriyor.

Batı’nın işbirliği ve istihbarat desteği nedeniyle bu operasyonun ölçeği ve teknik karmaşıklığı, Yahudi varlığının bunu tek başına gerçekleştirmediğine işaret ediyor. Her ne kadar MOSSAD’ın kirli istihbarat operasyonları konusunda uzun bir geçmişi olsa da, iletişim cihazlarının geniş çaplı patlatılması, özellikle gerekli teknolojik uzmanlığın sağlanması konusunda Batılı istihbarat teşkilatlarının da bu operasyona dahil olduğunu gösteriyor. Bu kadar karmaşık teknolojinin İran partisinin iletişim sistemlerine entegre edilmesi, Batılı ülkeler tarafından sağlanan veya satılan ekipmanların ya manipüle edildiğini ya da hacklendiğini gösteriyor. Yahudi varlığının, işlediği her suçun ardından İran ve İran partisinden alışık olduğu cılız tepkiler nedeniyle, bu tür suçları daha fazla işlemeye cesaret ettiği anlaşılıyor.

Yılan başı Amerika, Müslüman ülkelerdeki askeri teknolojilerin benzer şekilde hacklenmesinde rol oynamıştır. 2010 yılında, ABD ve Yahudi varlığı tarafından geliştirilen Stuxnet virüsü İran’ın nükleer tesislerini hedef aldı. 2003 yılında Irak işgali sırasında Amerika, Fransa tarafından üretilen Irak hava savunma sistemini manipüle etti. Mısır’da ise, 2013 devrimi sırasında Amerika’nın sağladığı F-16 uçaklarının hacklendiğinden şüpheleniliyor. Ayrıca Suudi Arabistan’ın 2019 yılında petrol tesislerine yönelik saldırıları önlemek için ABD’nin sağladığı Patriot füze savunma sistemine güvenmemesi, Batı teknolojisine duyulan güvenin boyutu konusunda soru işaretleri yarattı.

Bu olay, başta İslam ümmeti ve orduları olmak üzere, Batı teknolojisine güvenmenin iki ucu keskin bir kılıç olabileceği konusunda çarpıcı bir hatırlatmadır. İster hayati altyapı, iletişim, isterse askeri amaçlar için olsun Batı’nın tedarik ettiği ekipmanlara güvenen ülkeler, ekipmanlarının hacklenmesi veya aleyhlerine kullanılması riskine giderek daha fazla maruz kalmaktadırlar. İran partisine yönelik son patlamalar da göstermiştir ki, gelişmiş sabotajlar uzaktan ve çok büyük yıkıcı etkilerle gerçekleştirilebiliyor. Dolayısıyla burada ders nettir: Egemenliğini korumak isteyen ülkelerin, ne kadar gelişmiş olursa olsun artık Batı teknolojisine güvenmesi veya ona bağımlı olması doğru değildir. Özellikle İslam ülkelerinin, Batı’da üretilen ve yabancı istihbarat servislerinin kullandığı ekipmanlara olan bağımlılıklarını devam ettirmesi büyük risk taşımaktadır. Çünkü sızma veya manipülasyon riski mevcuttur ve felakete yol açabilir.

Eğer Müslüman ülkelerdeki mevcut devletler gerçekten bağımsız olsalardı, alternatif teknoloji grupları geliştirmeye veya yerel yeteneklerini inşa etmeye yatırım yaparlardı. Bu ülkeler, askeri iletişimlerini, istihbarat altyapılarını ve sivil ağlarını güvence altına almak istiyorlarsa, dış tehditlerden korunmak için Batılı tedarikçilerin ötesine bakmak zorundalar. Bu tür siber ve istihbarat tehditlerine karşı korunmanın yegâne yolu budur. Yerli teknolojilerin geliştirilmesi, çok fazla kaynak gerektirse de özellikle bilgi savaşlarının önem kazandığı günümüzde, güvenlik ve bağımsızlık gibi stratejik hedeflere ulaşmak için kritik derecede önem arz etmektedir. Bu nedenle, İslam ülkelerindeki ordular Batı’ya olan bağımlılıktan kurtulmalı. Bu ordular, askeri kapasitelerini riske atmamalıdırlar. Lübnan’daki saldırı sadece İran partisi ile ilgili değildir, Müslüman ülkelerinin sahip olabileceği her türlü askeri gücü, teknolojilerindeki zayıflıkları istismar ederek sistematik bir şekilde zayıflatmakla da ilgilidir. Evet, Müslüman orduların Batı’ya her türlü bağımlılık zincirinden kurtulmalarının zamanı gelmiştir Egemenliklerini ve güvenliklerini sağlamak için yabancı teknolojiye güvenmemeli, kendi askeri ve iletişim sistemlerini geliştirmeli ve kendilerini gelecekteki yabancı manipülasyon ve kontrolünden korumalıdırlar. Bağımsız bir ekonomi, ordu ve teknoloji ancak Amerika ve müttefiklerine bağımlı olmayan bir devlet altında gelişebilir. Bu ise, Müslüman ülkelerindeki mevcut zalim rejimler altında mümkün değildir, çünkü bu devletler Batı’nın maşası durumundadırlar ve batılı güçlere hizmet ediyorlar. Yöneticileri ise Müslümanlar aleyhine casusluk yapmak ve onlara zarar vermekten başka bir iş yapmıyorlar. Bu nedenle Batı’nın sömürüsünden ve sanayisinden kurtulmak ancak Nübüvvet metodu üzere Hilafet ile mümkündür. Bu yüzden Müslüman ordulardaki samimi kişileri durumlarını düzeltmeye, ajan yöneticileri devirmeye ve Hilafeti kurmak için Hizb-ut Tahrir’e nusret vermeye çağırıyoruz. Hilafet, Batı’nın egemenliğinden uzak bağımsız siyasi, ekonomik, askeri ve teknolojik bir güç inşa edecektir.

لِمِثْلِ هَذَا فَلْيَعْمَلِ الْعَامِلُونَ“İşte Çalışanları bunun için çalışsın.” [Saffat 61]

Devamını oku...

Milli Marş, Modern Cehaletin Ateşini Harlayan Bir Milliyetçilik İlahisidir

Geçtiğimiz günlerde Pakistan’ın Peşaver kentindeki Afganistan Başkonsolosu ve İran’daki uluslararası bir konferansta bulunan Afgan diplomatik temsilcisi bu iki ülkenin milli marşlarına saygı duruşunda bulunmayı reddetti. Bu cesur eylemleri, bu davranışı diplomatik normlara ve uluslararası hukuka aykırı olarak değerlendiren Pakistanlı ve İranlı yetkililerin ağır eleştirisine maruz kaldı ve öfkeyle karşılandı.

Hizb-ut Tahrir / Afganistan Vilayeti Medya Bürosu, İslami inanç ve kararlılığın gerçek ruhunu temsil etmesi nedeniyle onların bu cesur eylemlerini yürekten takdir etmektedir. Özü itibariyle milli marş, milliyetçiliği yücelten, modern cehaletin ve köleliğin alevlerini körükleyen bir ilahiden başka bir şey değildir. Günümüz dünyasında ‘halk’, neyin doğru neyin yanlış olduğunu dikte eden nihai otorite kaynağı olarak görülmektedir. ‘Helal ve Haram’ kavramlarının yerini ulusal çıkarlar aldı. Ulusal devletler, artık ümmetin birliğinin önünde bir engel olarak durmakta ve İslam Devleti’nin (Hilafet) alternatifi gibi hareket etmektedirler. Ulusal sınırlar, Müslümanlar arasını bölmek için çizilmiştir. Ulusal bayraklar ise ümmetin parçalanmış bedeni üzerinde cehaletin sembolleri olarak dalgalanmaktadır.

İşte bu milliyetçilik, ümmetin hayati meselelerini (örneğin, Gazze’deki masum sivillerin çektiği acılar) sadece Filistin’in iç sorunlarına indirgemiş, çocuk katili Yahudi varlığına ve onun küresel müttefiklerine, sonuçlarından korkmadan soykırım yapma cesaretini aşılamıştır. Bu nedenle, ulusal değerler herhangi bir kutsallıktan yoksun olduğu gibi reddedilmeleri de asla bir hakaret olarak görülmemelidir. Ne yazık ki, günümüz dünyasında, ulus-devlet ve milliyetçilik fikirleri, bir zamanlar putların tapıldığı gibi tapınılan idoller haline gelmişlerdir. Uğruna fedakarlıklar yapılmakta ve savunmaları için savaşlara girişilmektedir. Dolayısıyla, bu çağdaş ‘putları’ onurlandırmak yanlış olduğu gibi, onları kırmak ve yeryüzünden kaldırmak da bir görevdir.

أَتَتَّخِذُ أَصْنَاماً آلِهَةً إِنِّي أَرَاكَ وَقَوْمَكَ فِي ضَلَالٍ مُّبِينٍ  “Sen putları ilâh mı ediniyorsun? Şüphesiz, ben seni de, kavmini de apaçık bir sapıklık içinde görüyorum.” [Enam 74]

Biz Müslümanlar olarak uluslararası örflere karşı değiliz, ancak bu örfler seküler ve İslam karşıtı fikirlerle kirletildiği için onları takip edemeyiz ve etmeyeceğiz. Mevcut uluslararası hukukun, İslam’ın özüne karşı çıkan seküler ideolojilerden doğduğunu düşünüyoruz.

Ne yazık ki, bazı Afgan temsilciler daha sonra özür dileyerek ev sahibi ülkenin milli marşına saygısızlık etmek istemediklerini belirttiler. İslam’ın garip bir fikir olarak görüldüğü bu çağda, dünyanın baskılarına boyun eğmemelisiniz. ‘Maslahat’ bahanesiyle Şeriattan taviz vermeye hazır olanlara sakın kulak asmayın. İslam, tüm asalet ve yüceliğiyle, her ne durumda olursak olalım sarsılmaz bir şekilde hakkın yanında yer almamızı emreder. İslam’ın garip görüldüğü bu zorlu ve sıkıntılı zamanlarda, sabır ve direnç çağrısı her zamankinden daha acil bir hal almıştır. Ahir zamanın imtihanları karşısında, gerçek bir mümin hiçbir güç, hiçbir siyasi iklim, hiçbir dünyevi çıkar veya herhangi bir talimata aldırış etmeden adeta ateşten bir koru tutuyormuş gibi İslam’a sıkı sıkıya sarılır.

Şu bir gerçektir ki, seküler dünya düzenine ne kadar derinlemesine dalarsanız, İslami kimliğiniz o kadar aşınacak ve sonunda geri çekilmek zorunda kalacaksınız. Bu yüzden ulus devlete “HAYIR” demeliyiz ve ulusal sınırları yıkmalıyız, çünkü putları kırmak, bu ümmetin temel görevlerinden biridir. İslam Peygamberi SallAllahu Aleyhi ve Sellem, zamanının putları ve cahil inançlarıyla kararlı bir şekilde mücadele etmiş, asla geri adım atmamıştır. Kureyş’in müşrik liderleri, ondan tanrılarına hakaret etmeyi bırakmasını ve misyonundan vazgeçmesini istediklerinde, Peygamberi SallAllahu Aleyhi ve Sellem şu meşhur sözünü söylemiştir:

والله لو وضعوا الشمس في يميني والقمر في يساري على أن أترك هذا الأمر، ما تركته حتى يظهره الله أو أهلك دونه  Vallahi Allah’ın dinini tebliğden vazgeçmem için, güneşi sağ elime, ayı da sol elime koyacak olsalar, ben yine de bu davadan vazgeçmem! Ya yüce Allah, onu bütün cihana yayar, vazifem tamam olur yahut da bu yolda ölür giderim!”

Devamını oku...

Ey Malezya Başbakanı! Sadece Sözle Değil Eylem ve Kalple de Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem Uymak Gerekir

Malezya Başbakanı Datuk Seri Enver İbrahim, Putrajaya Uluslararası Kongre Merkezi’nde düzenlenen Mevlidi Nebevi 2024 (M.S. 1446H) ulusal kutlamaları sırasında Facebook sayfasında paylaştığı bir mesajda Müslümanlara Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’i sadece kişiliğiyle değil, aynı zamanda devlet, toplum ve aile için de bir lider olarak, özellikle de Medine modeli bağlamında örnek alma çağrısında bulundu. Enver “Rol model arayışında, güzel bir örneklik olarak her zaman Allah Rasûlü SallAllahu Aleyhi ve Sellem’e bakmak yakışık alır.” dedi. Enver’in, Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’i bir rol model olarak tanımlarken ‘yakışık alır’ kelimesi yerine ‘zorunlu’ kelimesini kullanması daha uygun olmaz mıydı? Enver, sivil devletin arzusunun, Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in geliştirdiği, birlik çerçevesinde çeşitlilik formülüne dayanan, adalet ve ihsanı baz alan Medine Vesikası’ndan ders ve ibret alması gerektiğini vurguladı.

Enver’in, bu ülkeyi yönetirken Medine Vesikası’ndan ders alma isteğini dile getirmesi umut verici. Ancak şu soruyu da sormadan yapamıyoruz: Enver, tasarladığı “Medeni Devlet” için Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in Medine’deki hükümlerini model almayı mi amaçlıyor, yoksa bu sadece Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in doğum günü kutlamaları sırasında dile getirilmiş bir sözden mi ibaret? Enver, Medine’nin (eski adıyla Yesrib) başlangıçta bir Dar’ul Küfür olduğunu, Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in vahye dayalı olarak onu bir İslam Devletine dönüştürdüğünü bilmiyor mu? Enver Malezya’yı vahye dayalı bir İslam Devletine dönüştürmeye çalışacak mı? Dahası, Enver, Medine’de Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem tarafından uygulanan Medine Vesikası ve tüm yasaların vahye dayandığının farkında değil mi? O halde Enver, sömürgeci kafir İngilizlerin yürürlüğe koyduğu anayasa ve yasaları, vahye dayalı İslami bir anayasa ve yasalara dönüştürecek mi?

Enver, eğer gerçekten Medine Vesikası’nı bir model olarak benimsemeyi arzuluyorsa, bugüne kadar bu ülkede yönetimde temel alınan Lord Reid anayasasını terk etmesinin zamanı gelmiştir. Enver’e, Medine Vesikası’nın hem Müslümanlar arasındaki ilişkileri hem de Müslümanlar ile özellikle Yahudiler olmak üzere gayrimüslimler arasındaki ilişkileri düzenleyen bir anlaşma ve temel bir kanun olarak işlev gördüğünü hatırlatmak isteriz. Medine Vesikası, tebaa arasındaki ilişkilerin İslam’a dayalı olması ve tüm tebaanın İslam hukukuna tabi olması gerektiğini açıkça belirtmektedir. Ayrıca anlaşma metni, Yahudilerin İslami kurallara tabi olma ve İslam Devleti’nin çıkarları için Müslümanlarla işbirliği yapma yükümlülüğünü açıkça ortaya koymaktadır. Medine Vesikası’ndaki sayısız madde arasında, devlet içindeki tüm meselelerin Kur’an ve Sünnet ile çözülmesi gerektiğini açıkça gösteren bir maddeye vurgu yapılması yeterlidir.

وَإِنّهُ مَا كَانَ بَيْنَ أَهْلِ هَذِهِ الصّحِيفَةِ مِنْ حَدَثٍ أَوْ اشْتِجَارٍ يُخَافُ فَسَادُهُ فَإِنّ مَرَدّهُ إإلَى اللهِ عَزّ وَجَلّ وَإِلَى مُحَمّدٍ رَسُولِ الله“Bu sahifede (yazıda) gösterilen kimseler arasında zuhurundan korkulan bütün öldürme yahut münazaa vak’alarının Allah’a ve Rasûlullah Muhammed’e götürülmeleri gerekir.”

Medine Vesikası incelendiğinde, Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem tarafından kurulan devletin, Allah’ın hükümleriyle yönetilen bir İslam Devleti olduğu açıkça ortaya çıkar. Buna karşılık, şu anda Enver tarafından yönetilen devlet, halkın arzularına göre yönetilen demokratik-laik bir devlettir. Eğer Enver gerçekten Medine’yi bir model olarak takip etmek istiyorsa, bu taahhüdünü bu ülkeyi Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in ümmetine miras bıraktığı gibi, bir İslam Devleti’ne dönüştürerek ve sömürgecilerin yarattığı mevcut demokratik-laik devleti değiştirerek göstermelidir. Enver’e, Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem ve Medine Devleti’ni örnek alacağına dair sözlerinin, somut eylemlerle hayata geçirilmediği takdirde, sadece Allah’ın gazabına yol açacağını hatırlatmak isteriz.

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آَمَنُوا لِمَ تَقُولُونَ مَا لَا تَفْعَلُونَ * كَبُرَ مَقْتًا عِندَ اللَّهِ أَن تَقُولُوا مَا لَا تَفْعَلُونَ  “Ey iman edenler! Yapmayacağınız şeyleri niçin söylüyorsunuz? Yapmayacağınız şeyleri söylemeniz, Allah katında büyük gazap gerektiren bir iştir.” [Saf 2-3]

Unutmayın ki, Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’i güzel bir örneklik olarak kabul etmek sadece sözlü veya yazılı ifadelerle değil, aynı zamanda içtenlikle kalben de benimsenmeli ve eylemlerle gösterilmelidir. Enver, başbakan olduktan sonra Malezya’yı Kuran ve Sünnete göre yönetmek için ne kadar çaba sarf ettiğini düşünmeli ve Medine Devleti’ni örnek alma arzusunu ne ölçüde gerçekleştirdiğini kendisine sormalıdır. Enver, sözlerini hayata geçirememesi halinde, o zaman açıklamaları boş bir retorikten öteye gitmeyecek ve göreve geldiğinden bu yana gerçek yüzünü ortaya koyacaktır Eğer Enver’de biraz utanma duygusu olsaydı, maskesinin defalarca düştüğünü ve kendi destekçileri de dahil olmak üzere giderek daha fazla insanın gerçek yüzünü gördüğünü fark ederdi.

Medine’yi model bir ülke olarak görmek isteyen herkesin, İslam Devleti’nin (Hilafet) yeniden kurulması için ciddi bir şekilde çalışması farzdır. İlk olarak Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem tarafından kurulan, ardından Hulefa-i Raşidin, Emeviler, Abbasiler ve Osmanlılar tarafından devam ettirilen bu örnek devlet, H. 28 Recep 1342 (3 Mart 1924 M) tarihinde resmen yıkılmıştır. Liderlerin söylemleri veya basit sözleri bu modeli asla yeniden canlandıramaz, aksine, bunun için iman ve onu savunanların samimi ve kararlı çabaları gerekmektedir. Allah Subhânehu ve Teala, iman edip Salih ameller işleyenlere, Hilafet şeklinde onlara iktidar bahşedeceğine dair açık bir vaatte bulunmuştur:

وَعَدَ اللَّهُ الَّذِينَ آمَنُوا مِنْكُمْ وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَيَسْتَخْلِفَنَّهُمْ فِي الْأَرْضِ كَمَا اسْتَخْلَفَ الَّذِينَ مِنْ قَبْلِهِمْ“Allah, sizlerden iman edip iyi davranışlarda bulunanlara, kendilerinden öncekileri sahip ve hakim kıldığı gibi onları da yeryüzüne sahip ve hakim kılacağını vadetti.” [Nur 55]

Abdul Hakim Osman
Hizb-ut Tahrir
Malezya

Resmi Sözcüsü

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER