Çarşamba, 25 Cumade’l Ûlâ 1446 | 2024/11/27
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

Hindistan, Mazlum İnsanları İslam’a Döndürüyorlar Diye Müslümanları Ömür Boyu Hapse Mahkum Ediyor!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Hindistan, Mazlum İnsanları İslam’a Döndürüyorlar Diye Müslümanları Ömür Boyu Hapse Mahkum Ediyor!

Haber:

Lucknow’daUlusal Soruşturma Ajansı’na bağı özel bir mahkeme 11 Eylül 2024 Çarşamba günü, İslam alimi ve vaizi Mevlana Kalim Sıddıki ile diğer 11 kişiyi, yasadışı din değiştirme davasında ömür boyu hapis cezasına mahkum etti. Ayrıca mahkeme, (Kunal Aşok Çadariy, Rahul Bola, Manu Yadav ve Selim) adlı diğer dört sanığı 10 yıl hapis cezasına mahkum etti ve ilgili maddeler uyarınca para cezasına çarptırdı. (Ajanslar)

Yorum:

Demokrasi, ifade özgürlüğünü ve din özgürlüğünü desteklediğini iddia ediyor. Ancak mesele İslam olunca demokrasinin standardı farklılaşıyor! Zira Hindistan’ın iktidar seçkinleri içindeki Hindu müşrikler, Müslümanlara yönelik düşmanlıklarını açıkça ortaya koydular. Nitekim Allah Subhanehu ve Teala müminleri, Hindular da dahil tüm müşriklerin düşman oldukları konusunda uyarmaktadır. Zira Allahu Teala şöyle buyurmuştur: لَتَجِدَنَّ أَشَدَّ النَّاسِ عَدَاوَةً لِلَّذِينَ آمَنُوا الْيَهُودَ وَالَّذِينَ أَشْرَكُوا İman edenlere karşı düşmanlık yönünden insanların en şiddetlisi olarak Yahudileri ve Allah’a ortak koşanları bulursun.” [Maide 82]

Alim Kalim Sıddıki, son derece saygın bir İslam alimi ve vaizdir; zira hayatının büyük bir kısmını, Hindistan’da İslam risaletini yaymaya adamıştır. Kendisi dürüstlüğü ile tanınmakta olup çalışmasını barışçıl diyalog çerçevesinde yürütmüştür. Onlarca yılını İslam risaletine davet etmekle geçiren 67 yaşındaki bir adamın hapsedilmesi kararı, demokrasinin ikiyüzlülüğünü ifşa ettiği gibi devlet mekanizmasının da Müslümanlara ve İslam’a nasıl baskı yaptığını ortaya koymaktadır.Bu davada verilen ağır ceza, Hindu liderliğinin İslam’a karşı giderek daha çok bağnaz bir hale geldiğini ortaya koymaktadır. Bu hüküm yoluyla verilen mesaj açıktır ki o da: Müslümanların, demokrasilerde din ve ifade özgürlüklerini kullanma konusunda orantısız sonuçlarla karşı karşıya kalmasıdır.

Hindu liderliği Hindistan halkını hayal kırıklığına uğratmıştır. Bu yüzden mazlumların İslam’a yönelmesi gayet doğaldır. Örneğin Hindistan’daki Dalitler (Türkçesi “dokunulmazlar” olan, sistemin tümüyle dışında ve altında kabul edilen 200 milyon kadar Hint insan grubu”, Hindu müşriklerinin soy ve atalara göre değer veren inançları nedeniyle ciddi toplumsal eşitsizliklerle karşı karşıya kalmaktadırlar. İslam sayesinde bu “dalitler”, Adem Aleyhisselamın cenneti arzulayan asil çocukları haline geldiler. Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: ‏إِنَّ اللهَ عَزَّ وَجَلَّ قَدْ أَذْهَبَ عَنْكُمْ عُبِّيَّةَ الْجَاهِلِيَّةِ وَفَخْرَهَا بِالآبَاءِ مُؤْمِنٌ تَقِيٌّ وَفَاجِرٌ شَقِيٌّ أَنْتُمْ بَنُو آدَمَ وَآدَمُ مِنْ تُرَابٍ لَيَدَعَنَّ رِجَالٌ فَخْرَهُمْ بِأَقْوَامٍ إِنَّمَا هُمْ فَحْمٌ مِنْ فَحْمِ جَهَنَّمَ أَوْ لَيَكُونُنَّ أَهْوَنَ عَلَى اللهِ مِنَ الْجِعْلاَنِ الَّتِي تَدْفَعُ بِأَنْفِهَا النَّتْنَ Allah Azze ve Celle, cahiliye (döneminin) kibrini ve övünme adetini sizden giderdi. (İnsanlar iki kısımdır: Birincisi Allah katında övülmüş olan) takva sahibi mümin (kimseler, ikincisi de Allah katında yerilmiş olan) bedbaht ve Allah'ın yolundan çıkmış (kimseler. Binaenaleyh) siz (hepiniz) Ademoğlusunuz. Adem topraktan (yaratılmış)tır. (Allah'a yemin olsun ki) insanlar (ya bu) kavimler(i) ile övünmeyi bırakırlar -ki o kavimler (böyle cahiliye adeti üzere yaşadıkları için şimdi) cehennem kömürlerinden bir kömürdürler- ya da Allah katında burnuyla dışkı yuvarlayan bok böceğinden (mayıs böceğinden) daha değersiz bir hale düşerler.

Hint alt kıtasındaki halkların, kendilerini İslam’a göre yönetecek bir otoriteye ihtiyaçları vardır; nitekim İslam buraya, ilk Raşidi Hilafet döneminde girmiş olup Hilafet, daveti Hint alt kıtasındaki mazlum halklara ulaştırmak için Müslümanlara güçlü bir destek vermiş, bunun üzerine Hint alt kıtasındaki halklar kitleler halinde İslam’ı benimsemiş ve bunların şu anda sayısı Hindistan’da yüz milyonlara ulaşmıştır. Dolayısıyla Hilafetin kurulması nerede olurlarsa olsunlar tüm Müslümanlar için şerî bir farzdır; bu nedenle Hindistan Müslümanları, Nübüvvet Minhacı üzere İkinci Hilafeti kurmak için çalışmalıdır.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
İbrahim Ahmed – Pakistan

Devamını oku...

Gazze Savaşı! Şerî Bakış İle Sykes-Picot Bölünmeleri Arasında Gazze!

  • Kategori Makaleler
  •   |  

El-Raye Gazetesi

Gazze Savaşı! Şerî Bakış İle Sykes-Picot Bölünmeleri Arasında Gazze!

Üstad Ebu Mutaz Billah El-Aşkar’ın Kaleminden

Birçok davetçi, ilim talebesi ve şeyhlerin düşünceleri hâlâ Sykes-Picot bölünmeleriyle bağlantılıdır. Zira onlar, vakıayı, hatta şerî delilleri okurken, görüşlerini Müslüman ülkelerde meydana gelen bu bölünmelere göre ortaya koyuyorlar. Örneğin Ürdün ya da Yemen’deki yoksulluktan, Somali’deki kaynak yetersizliğinden ya da Sudan’daki kıtlıktan bahsettiklerinde, coğrafi sınırlara, enlem ve boylam hatlarına ve Sykes-Picot bölünmelerine göre çözüm ürettiler! Dolayısıyla bu ümmetin, akidesi, sancağı ve zenginlikleriyle tek bir ümmet olduğunu unuttular.

Müslüman ülkeler bir olduğu gibi zenginlikleri de birdir; dolayısıyla Körfez halkı zenginliklerin keyfini çıkarırken ülkelerden birinin açlıktan ölmesi doğru değildir. Ayrıca Gazze’deki hazırlıklara bakıp şerî yönünü Sykes-Picot yaklaşımına göre ele almak da doğru değildir. Örneğin şöyle deniyor: Gazze halkının hazırlığı Yahudilerle savaşmak için yeterli midir?! İlim ehli ve talebeleri, fıkhın detayları hakkında konuşmaya başlıyorlar! Oysa ayetlerde ifadesinde asıl olan, bu ümmetin tek bir ümmet olduğu ve cihat için gerekli olan hazırlığın, hareketlerin, grupların ve bireylerin değil, ümmetin hazırlığı olduğudur. Zira Subhanehu şöyle buyurmuştur: وَأَعِدُّواْ لَهُم مَّا اسْتَطَعْتُم مِّنْ قُوَّةٍ وَمِنْ رِّبَاطِ الْخَيْلِ تُرْهِبُونَ بِهِ عَدُوَّ اللَّهِ وَعَدُوَّكُمْ وَآخَرِينَ مِن دُونِهِمْ لَا تَعْلَمُونَهُمُ اللهُ يَعْلَمُهُمْ وَمَا تُنفِقُواْ مِنْ شَيْءٍ فِي سَبِيلِ اللهِ يُوَفَّ إِلَيْكُمْ وَأَنتُمْ لَا تُظْلَمُونَ Onlara (düşmanlara) karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet ve cihad için bağlanıp beslenen atlar hazırlayın, onunla Allah’ın düşmanını, sizin düşmanınızı ve onlardan başka sizin bilmediğiniz, Allah’ın bildiği (düşman) kimseleri korkutursunuz. Allah yolunda ne harcarsanız size eksiksiz ödenir, siz asla haksızlığa uğratılmazsınız.” [Enfal:60] Bu, ümmete yönelik bir hitap olup birey ve grup olmaları bakımından bireylere ve gruplara yönelik bir hitap değildir; dolayısıyla bugün ümmetin sahip olduğu uçak, füze ve zenginlikler gibi maddi güç açısından sahip olduğu hazırlık, sadece Yahudilerle savaşmak için değil, İslam'ı tüm dünyaya yaymak için gerekli olanın bile çok ötesindedir. Bu yüzden Gazze’deki direnişin gücünü araştırırken, ağır silahlı bir varlığa karşı ayakta durması için yeterli midir yoksa yeterli değil midir ve benzerleri, kapsamlı bir şerî araştırma değil, aksine hatalı bir araştırmadır. 

Cihat emri başlangıçta bazı Müslümanların yerine getirmesiyle diğer Müslümanların üzerinden düşen farz-ı kifaye olup bir kafirin bir İslam beldesini işgal etmesi gibi durumlarda, orayı herhangi bir şekilde askıya almak caiz değildir. Zira cihat hakkındaki şerî hüküm, ümmetin üzerine farz olmasıdır ve ümmet de gerekli güce ve daha fazlasına sahiptir. Bu yüzden Gazze’nin tek başına savaşmaya devam etmesi, yardımsız bırakmaktan ve şerî hükmü gerektiği gibi yerine getirmemekten başka bir şey değildir. Dolayısıyla Gazze halkı sorumluluktan kurtulup sayfalarını temize çıkarsa da günah, her biri gücü ve takatine göre tüm Müslümanların boynunda asılı kalır ve ölüm, açlık ve yerinden edilme ortadan kaldırılıncaya, hatta tüm Filistin Yahudilerden kurtarılıncaya kadar da kalkmaz; avam ya da alim olsun Müslümanların üzerinde ihtilaf etmediği asıl işte budur.

Bunun da ötesinde şu anda Yahudilere karşı cihat etmek tüm ümmet için farzdır; çünkü Yahudiler, Müslümanların topraklarından birini işgal etmişlerdir. Zira bu durum, cihadın farz olduğu, yani farz-ı ayn olduğu dört durumdan biridir. Şâri’nin talep ettiği şekildeki şerî cihat, yüz yıldan fazla bir süredir askıya alınmıştır. Müslümanların Halifesinin hazırladığı ve ordu için planlar yaptığı cihat, (ulusal) sayı, gruplar, coğrafya ve sınırlar temelinde olmaz.

Maalesef ilim talebeleri ve alimler, birçok fıkhî konuları, ümmetin birleştirici varlığı olan Hilafet Devleti’nin yıkılmasından sonra meydana gelen bölünmeler düzeyinde araştırdılar ve şerî hükümleri bölgeselcilik ve hizipçiliğe bağladılar. Oysa asıl olan, işleri doğru bir şekilde yoluna geri koymalarıydı. Istılahlar savaşında yaptıkları ilk hata (velayetü’l emr), yani sırtına vursa ve malı elinden alınsa bile itaat edilmesi ve sabredilmesinin vacip olduğuna delalet eden emir sahibinin kim olduğu hakkında olmuştur. Biatın nasıl olduğu ve biat hakkının kime ait olduğu hakkında olmuştur. Zira deliller, biat olmadan gelse ve uyguladığı anayasaya dikkat etmese, hatta Amerikan ve Avrupa anayasasını uygulasa ve küfür hükümlerini İslam’ın hükümleriyle değiştirse bile kendi bölgesinde hareket eden herkesi emir sahibi (veliyyu’l emr) yapacak şekilde uyarlanmıştır! Oruç, devlet tarafından Sykes-Picot kriterlerine göre ilan edilmekte, cihat yönetici tarafından askıya alınmakta ve istediği zaman ilan etmektedir. Aksine bunun da ötesinde özellikle Gazze’de cihat farzını Gazze’deki grupların boyunlarına yüklediler ve onların kahramanlıklarını ve fedakârlıklarını izlemekle yetindiler. Hatta nâssları eğip büktüler ve Gazze’deki grupların gücü yeterli mi yoksa yetersiz mi gibi araştırmalara girdiler! Yine gücünü ve kudretini bilmedikleri bir düşman karşısında cihat etmeleri farz mıdır şeklinde araştırmalara girdiler! Dolayısıyla İslam ümmetinin barışının da savaşının da bir olduğunu unuttular. 

Meseleyi toparlayacak olursak diyoruz ki: Bugün Müslümanların şerî anlamda bir veliyyü’l emri yoktur; zira Müslümanlar, yüzyıldan uzun bir süre önce Osmanlı Hilafetinin yıkılmasından bu yana bir kimseye biat etmediler. Veliyyü’l emr, ancak şu üç şartla doğru olur; birincisi; ümmetin ya da onu temsil edenlerin ona biat etmesi. İkincisi: Kitap ve sünnet üzere biat edilmesi. Üçüncü şarta gelince; genel olarak Müslümanların yöneticisi olması için biat edilmesi. Bu üç şarttan birinin karşılanmaması halinde akit bozulur ve temel unsurlarından birini kaybetmesinden dolayı da şer’an geçersiz sayılır. Cihat, Allah’ın Müslümanlara farz kıldığı şerî bir hüküm olup yerine getirip gözeten ve İslam’ı yaymanın ve Allah’ın kelimesini yüceltmenin önündeki tüm engelleri kaldıran da İslam ümmetidir. Bu ancak bir devlet ve bir Halifeyle olabilir; böylece ümmet, gerçek anlamda veliyyü’l emr olan kişiye biat eder. Dolayısıyla ümmet bu vasfa ulaşmadıkça, kısır bir döngü içinde dönmeye devam edecek, fedakârlıklar gösterip şehitler verecek, sonra da bir hain veya bir ajan gelip tüm fedakârlıklarını ve zaferlerini yok edecektir! وَلَيَنصُرَنَّ اللهُ مَن يَنصُرُهُ إِنَّ اللهَ لَقَوِيٌّ عَزِيزٌŞüphe yok ki Allah, onlara yardım etmeye mutlak surette kadirdir.” [Hac:39] 

Kaynak: El-Raye Gazetesi - 513. Sayı - 18/09/2024

Devamını oku...

Vehim ile Gerçeklik Arasında Yahudi Varlığının Gücü!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber - Yorum

Vehim ile Gerçeklik Arasında Yahudi Varlığının Gücü!

Haber:

Yahudi varlığının Lübnan ve Filistin’e yönelik savaşı…

Yorum:

Yahudi varlığının kırılganlığını ortaya çıkaran ve prestijini düşüren izzetli Gazze’nin yıkımından sonra, büyük ülkeler gaspçı varlığı açıkça destekledi ve ona arka çıktılar; zira ona silah depoları açıldı, uçak gemileri gönderildi ve Gazze ile Güney Lübnan’ı yok etmesi için yeşil ışık yakıldı. Nitekim bir yıldır dünya, sesli ve görüntülü bir şekilde Gazze’nin yok edilmesini, kuşatılmasını, hatta oraya ilaç ve gıdanın bile ulaşmasının engellenmesini izliyor. Acı veren şey ise Müslümanların başındaki yöneticilerin Yahudilere verdiği destektir; zira Ürdün ve Mısır, Yahudileri desteklemek için sınırlarını açarken Batı Şeria ve Gazze’ye yönelik kuşatmayı sıkılaştırdı. Amerika’nın yörüngesinde dönen ve meydanların birliğini ilan eden İran bile ilanını yuttu ve kınamak ve eleştirmekle yetindi!Bütün bunlara rağmen Yahudiler Gazze’de on bir ay süren savaşın ardından temel hedeflerine ulaşamadılar, esirlerini kurtaramadılar, Hamas’ı ortadan kaldıramadılar, varlıklarının güvenliğini sağlayamadılar ve 7 Ekim 2023'te düşen prestijlerini yeniden kazanamadılar. İşte bugün de onlar, herhangi bir ülke tarafından bir caydırıcılık olmaksızın Batı’nın desteği ve bölgesel işbirliği sayesinde Lübnan’a saldırı düzenleyerek yüzlerce insanı öldürüyor ve binlercesini yerinden ediyorlar.

Batı'nın desteği, çevre ülkelerin koruması ve Müslümanların başındaki tiranların yardımı olmadan Yahudi varlığı kırılgan bir varlıktır; dolayısıyla şayet ümmetin cihattan alıkonulduğunu bilmeseydi, suçlarında ısrar etmeye cesaret edemezdi. Ümmetin kendisini koruyan ve düşmanlarına karşı cihad eden devletini kaybetmesiyle birlikte Yahudiler yeryüzüne fesat saçıyorlar. O halde Rabbimizin emrine dönüp işlerimizi gözetecek, ülkemizi koruyacak ve düşmanlarımızla cihat edecek İslam Devleti’ni kurmayacak mıyız?

Allah’ım vaat ettiğin çıkış yolunu ve nusretini nasip et.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Dr. Şeyh Muhammed İbrahim - Lübnan

Devamını oku...

İstikrar Çerçevesinde Bir Sömürge Mirası Sykes-Picot! Ve Ümmetin Gerçek Vahdetine Giden Yol

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber - Yorum

İstikrar Çerçevesinde Bir Sömürge Mirası Sykes-Picot! Ve Ümmetin Gerçek Vahdetine Giden Yol

Haber:

Arab News şu başlıklı bir makale yayınladı: Neden bazı Araplar artık Sykes-Picot Anlaşmasını bir çözüm olarak görüyor?

Makalede 1916 yılında İngiltere ile Fransa arasında imzalanan Sykes-Picot Anlaşması'nın tarihsel etkisi ele alınmaktadır.Bu anlaşma Osmanlı Hilafetini bölmüş ve bugün bildiğimiz Ortadoğu sınırlarının temelini atmıştır. Makale, bu anlaşmanın bölgeyi bölmüş olsa da bölgedeki mevcut kaos ve istikrarsızlıkla karşılaştırıldığında belki de “en az kötü” senaryo olduğunu iddia ediyor. Makale, sorunlu sömürgeci kökenlerine rağmen bu bölünmenin muayyen bir istikrar şekli getirdiğine dikkat çekiyor.Bu bağlamda mevcut çatışma ve parçalanmanın gölgesinde anlaşma neredeyse bir tür hasar kontrolü olarak sunuluyor.

Yorum:

Sykes-Picot Anlaşması ve Orta Doğu’ya yönelik sömürgeci bölünmesi, iki ayrı olay değildir, aksine hâlâ bugün de devam eden daha geniş sömürge projesinin bir parçasıdır.Bu projenin özelliği, kamuoyunu manipüle etmek ve özellikle de saptırma ve aldatma yoluyla İslam beldelerindeki insanların düşüncelerini şekillendirmektir.

Makalenin Sykes-Picot Anlaşması ve ardından İslam beldelerinin bölünmesinin “en az kötü senaryo” olduğu yönündeki önerisi doğrudan bu sömürgeci anlatıya uymaktadır. Bu ise, sömürgeci projeyi meşrulaştırmanın ve herhangi bir değişim veya direnişin daha fazla kaos ve bölünmeye yol açacağını ima ederek onun kabulünü pekiştirmenin ince bir yoludur. Bu zihniyet olumsuzluğu pekiştirerek insanları daha fazla istikrarsızlık korkusuyla mevcut sistemi korumaya teşvik etmektedir.

Bu tür bir manipülasyon, ABD tarafından Filistin için önerilen iki devletli çözümle ilgili taktiklere benzemektedir. Yahudiler başlangıçta toprakların büyük bir kısmını gasp etmiş olup sadece küçük bir bölümünü “iade ederek” Müslümanların bunu “iyi bir anlaşma” ve işgal için bir çözüm olarak kabul etmesi gerekiyor! Benzer şekilde Sykes-Picot Anlaşması da şu anda makul bir çözüm olarak sunulmakta ve böylece sömürgeci Batı’nın projesi meşrulaştırılmaktadır. Bu manipülatif taktik, herhangi bir değişikliğin kaçınılmaz olarak daha fazla kaosa yol açacağına inanan insanların sömürgecinin mirasına direnmek yerine onu kabullenmelerine yol açmaktadır.

Üstelik bu manipülasyon ümmeti derinden etkilemektedir. Sömürgeci güçler tarafından sunulan ulus-devlet yapısının kabul edilmesi, Müslüman ülkelerin zayıflamasına, bölünmesine ve aşağılanmasına yol açmıştır. Gerçekte asıl sorun, bu ulus-devlet mefhumudur; çünkü o, ümmetin birliğini zayıflatmış ve Müslüman ülkeleri artık birliği ve güçlü bir kimliği paylaşmayan izole olmuş varlıklara dönüştürmüştür.Bu durum da Müslümanların bölünmüş, zayıf ve dış güçlere boyun eğer bir hale gelmesine yol açmıştır.

Gerçek çözüm, bizzat ümmetin tefekkür etmesinde ve İslam’ın sunduğu yüce ve güçlü fikirleri anlayıp uygulamasında yatmaktadır. Zira İslam; birlik, güç ve adalet vizyonu sunmaktadır. İşte bu ilkeleri benimsemek yoluyla ümmet, manipülasyondan kurtulabilir ve enerjisini kolektif ilerlemeye doğru yönlendirebilir.Tüm İslam beldeleri için nihai çözüm, sömürgeci Batılı politikaların dikte ettiği ve dayattığı şekilde değil, İslam’ın emrettiği şekilde tek bir devlet ve tek bir Halife altında birleşmektir. İşte sadece Nübüvvet Minhacı üzere Hilafeti kurarak elde edilen vahdet yoluyla ümmet, gücünü yeniden kazanabilir, sömürgeci manipülasyona daha fazla direnebilir ve jeopolitik arenada gerçek yerini alabilir.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Okay Pala

Devamını oku...

Tunus: Basın Toplantısı; Seçimler, Laik Sistemi Desteklemenin Bir Aracıdır, Bu Laik Sistem Hilafetle Değiştirilmelidir

  • Kategori Tunus
  •   |  

Hizb-ut Tahrir / Tunus Vilayeti: Basın Toplantısı;

Seçimler, Laik Sistemi Desteklemenin Bir Aracıdır, Bu Laik Sistem Hilafetle Değiştirilmelidir

Hizb-ut Tahrir / Tunus Vilayeti, başkent Tunus'taki Ariana'da bulunan konferans merkezinde yerel saatle 10:30'da “Seçimler, Laik Sistemi Desteklemenin Bir Aracıdır, Bu Laik Sistem Hilafetle Değiştirilmelidir” başlıklı bir basın toplantısı düzenledi.

Konferans, üç konuşmacı tarafından üç eksen doğrultusunda ele alındı:

1. Üstad Abdul Rauf El-Amiri tarafından yapılan ilk eksen “Hizb-ut Tahrir'in devrimin başlangıcından bugüne kadar siyasi yoldaki pozisyonuna dair bir hatırlatma” başlığını taşıyordu.

2. İkinci eksen ise Üstad Muhammed Nasır El-Şuveyha tarafından “seçimlere katılma lehinde veya aleyhinde bir ikileme düşmemize veya sınıflandırılmamıza izin vermeden ümmetin projesine çağrıda bulunmak, partinin evrenselliğini ve projesinin bir ümmet projesi olduğunu vurgulamak ve ümmeti bizimle çalışmaya çağırmak çünkü ümmetin doktrininden kaynaklanan bir medeniyet projesine sahip olan ve onu yabancı etkilerden kurtarabilecek ve yeniden canlandırabilecek tek proje budur” şeklinde ele alındı.

3. Üçüncü eksen, basın toplantısının kapanış konuşmasını yapan Üst Yasin Bin Yahya tarafından gerçekleştirildi ve Yahya beş noktaya odaklandı:

Birincisi: Devrimin başlangıcında, halkın yıkılmasını talep ettiği rejimin kapsamlı radikal değişiminin laiklik şemsiyesi altında seçimler yoluyla gerçekleştirilemeyeceği.

İkincisi: İslam coğrafyasında yürürlükte olan yönetim sistemleri, bunların kaynağı ve devamının Batılı ülkelerin elinde oluşu.

Üçüncüsü: Rejimin, insanları İslam'ın büyük projesinden uzaklaştırmak için her seçim merkezine teşvik ettiği, uğruna hayatların heba edildiği ve Müslüman nesillerin yok edildiği savaşlar, Batı büyükelçiliklerinin koridorlarında gerçekleşmektedir.

Dördüncüsü: Rejim yıkılamaz ve ülke Batı'ya siyasi bağımlılıktan kurtarılamaz, ancak iktidar sahipleri halklarıyla birlikte hareket ederek çatışmayı milletin lehine çözebilir.

Beşincisi: Ulusların ihyası, bir yöneticiyi değiştirmek ve bir anayasayı değiştirmekle başarılamaz, aksine rejimi ve onun tüm entelektüel, kültürel ve yasal yapılanmasını yıkmak ve yerine yedi kat gökten indirilen İslam'ın sistemini koymakla olur.

Bu nedenle Hizb-ut Tahrir / Tunus Vilayeti, Nübüvvet metodu üzere Raşidi Hilafet Devleti'ni kurarak İslami hayatı yeniden başlatmak ve insanlığı kurtarmak olan hedefine ulaşıncaya kadar Kâfir Batı tarafından formüle edilen bu sisteme ve onun Zeytun halkının hayatındaki zorlukları artıran tüm projelerine karşı siyasi mücadelesini sürdürmektedir.

Hizb-ut Tahrir Tunus Vilayeti Merkezi Medya Ofisi Delegesi

Perşembe, 16 Rebiü'l-Evvel 1446 Hicri - 19 Eylül 2024 Miladi

2024 09 19 TNS PRS PNL POSTER

- Toplantıdan Kareler -

#طوفان_الأقصى

#الجيوش_إلى_الأقصى

#الأقصى_يستصرخ_الجيوش

#AksaTufanı

#OrdularAksaya

#ArmiesToAqsa

#AqsaCallsArmies

Devamını oku...

Devletin Gücü, Sadece Orduda Değildir!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber - Yorum

Devletin Gücü, Sadece Orduda Değildir!

Haber:

Moskova Salı günü yaptığı açıklamada, Devlet Başkanı Vladimir Putin’in Rus ordusunun gücünü “dünyanın en büyük ikinci askeri gücü olacak şekilde” arttırma emrinin, Rusya’nın sınırlarında artan tehdit ve istikrarsızlığa karşı koymak için gerekli olduğunu söyledi. Kremlin sözcüsü Dmitry Peskov -bir telekonferans görüşmesinde gazetecilere- yaptığı açıklamada, bu durumun “ülkemizin karşı karşıya olduğu tehditlerin sayısından” ve Rusya’nın batı sınırlarındaki ciddi düşmanca ortam ile doğu sınırlarındaki istikrarsızlıktan kaynaklandığını ve bunun gerekli önlemlerin alınmasını gerektirdiğini söyledi.

Pazartesi günü Putin, Rus ordusundaki 180.000 düzenli askerin 1,5 milyona çıkarılması emrini verdi ki bu da Rus ordusunu asker sayısı bakımından Çin’den sonra dünyanın en büyük ikinci ordusu haline getirecektir.

Yorum:

Hiç şüphe yok ki dünyadaki herhangi bir devletin gücü, uzun yaşaması veya insanlık için iyi bir şey sunması onun taşıdığı ideolojidedir. Maddi güç de, devletin taşıdığı ve diğer uluslara ve halklara ulaştırmaya çalıştığı fikir ve akidesinin gücünden kaynaklanır. Bu yüzden Rusya gibi bir ülkenin liderinin, devletin hangi ideolojiyi taşıdığını insanlara izah edip açıklaması, ardından da insanları onun etrafında toplaması gerekir ki, işte o zaman sömürgeci bir devlet değil de bir risalet halkı olabilsinler. Ama onun diğer devlet ve halklarla olan ilişkisi sadece çıkarlar ve menfaatler üzerine olup kendi halkıyla olan ilişkisi de terörizm, korkutma, zulüm ve Rus rejimine karşı çıkan herkesi hapsetmektir!

Bizler bu konuşmanın tüketim için, özellikle de devletin gücüne, onun hâlâ büyük olduğuna ve kolayca yenilemeyeceğine dair bir imaj yaymak için yapıldığını anlıyoruz ancak bu vakıaya aykırıdır; zira Rusya, kırılgan bir ekonomiye ve örümcek ağından daha zayıf bir toplumsal dokuya sahip. Tıpkı Avrupa ülkelerinin hali gibi ona da bunaklık ve yaşlılık isabet etmiştir. Şayet Müslümanların yaşadığı bölgeler olmasaydı, yaşlanması daha hızlanacak ve ayıpları net bir şekilde ortaya çıkacaktı. Ayrıca Rusya için yüz suyunu koruyacak herhangi bir belirti ve çözüm olmaksızın neredeyse üçüncü yılını tamamlayan Rusya-Ukrayna savaşı, Rusya’nın yöneticilerinin güvende olmadıklarını ve onların siyasette bir ayı olduklarını kanıtlamaktadır. Zira Amerika onları tuzağa düşürmüş ve Ukrayna bataklığına saplanmışlardır. Bu bataklıktan kurtulmanın yolu ise Amerika’nın itaat evine girmek ve şerrin başı Amerika’yı işitmek ve itaat etmektir.

Sonuç olarak diyoruz ki; İslam’ın ve Müslümanların hüküm sürdüğü tüm topraklar, artık zamanı gelmiş olan İslam Devleti’nin bağrına dönene kadar, Rus askerinin ve ordusunun sayısını artırmak Rusya’yı ve rejimini İslam ümmetinin tufanından korumayacaktır. İşte o zaman rejimin kuyrukları ve haydutları, Müslümanların gücünü, savaşma kabiliyetlerini ve karşısında sağlam dağların bile yıkıldığı akidelerinin gücünü bilecek ve kadın-erkek her Müslüman’a zulmeden, öldüren ve taciz eden herkesten hesap soracağız. O gün müminler de Allah’ın yardımıyla sevineceklerdir. İşte o zaman pişmanlığın hiçbir faydası olmayacağı gibi ordunuzun, dünyanın ikinci ordusu olmasının da hiçbir faydası olmayacak ve Sovyetler Birliği’nin çöküşü, ibret alan veya aklı olan ve hazır bulunup kulak veren kimseler için bir öğüt olacaktır.

Ey suçlu rejim: o halde Allah’a iman eden ve hiç kimseye zarar vermeden O’nu razı etmek için çalışan, Müslümanlar olmaları dışında hiçbir suçları olmayan Rusya Müslümanlarını takip etmeyi, onları tutuklamayı, aşağılamaya ve kadın ve erkekleri uzun süreler boyunca hapsetmeyi bırakın artık.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Dr. Muhammed Et-Tamîzî

Devamını oku...

Güzel Sözlerinize mi, Çirkin Amellerinize mi Bakalım!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber - Yorum

Güzel Sözlerinize mi, Çirkin Amellerinize mi Bakalım!

Haber:

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Mevlid-i Nebi Haftası Açılış Programında yaptığı konuşmada "Dünya hayatında kendimize örnek aldığımız, izinden gittiğimiz, yoluna hayatımıza adadığımız tek insan Resulullah Efendimizdir. Bizim rehberimiz de önderimiz de uğruna can vereceğimiz maşukumuz da sadece ve sadece O'dur. Rabbim bizlere Resulullah'ın izinde yürümeyi, onun hayatıyla, şahsiyetimizi inşa etmeyi, onun örnek ahlakıyla ahlaklanmayı nasip eylesin diyorum." (14.09.2024 Ajanslar)

Yorum:

İnsanların işlerinde mesul olan yöneticilerin yapabilecekleri en büyük kötülük, insanları Rablerinden uzaklaştıracak, hürriyet ve özgürlük aldatmasıyla heva ve hevesin kölesi edecek, kula kulluğu telkin eden laik akideden çıkan nizamlarla toplumun idare edilmesidir. Müslümanlar için bundan daha büyük musibet ise bu batıl fikirlerin çözümlerini üzerimize tatbik eden yöneticilerin ruveybidalığıdır. Nabza göre şerbet verme ustası olan Erdoğan’ın, girdiği ortamın, sürecin atmosferine göre konuşması kendisinde bir karakter olmuştur. Sözün bir emanet olduğu esasından hareket edersek, madem hayatında tek önder Resul efendimiz, onun izinden gittiğini iddia ediyorsun o halde amellerinin bu güzel sözleri doğrulaması gerekecektir.

Toplumun işlerini üzerine alan yöneticilerin, bireysel hayatlarındaki zühdü, takvası kendi amelleri ile alakalıdır ve bu toplumu ilgilendirmez. Fakat toplum üzerine tatbik edilen küfür nizamları, batıl fikirler her bir ferdin mesuliyeti ve vebali olacaktır ki bizi ilgilendiren kısım burasıdır. Bu çerçevede bireysel hayatınızda istediğiniz kadar Resul Efendimizi örnek aldığınızdan bahsedin, toplumu siyaset ettiğiniz laik demokratik küfür sistemi olduğu sürece amelleriniz sözlerinizi hep yalanlayacaktır. Amellerinizin çirkinliği, kötü kokusu toplumu hep rahatsız edecektir. Bizler amelleri sözlerini doğrulayacak, başta sözün emanetine sahip çıkacak, ümmete, mukaddesata ihanet etmeyecek, dini yönetiminde esas kılacak yöneticilerin sözlerine itibar ederiz. Fakat Cumhurbaşkanı Erdoğan, yukarda da bahsettiğim gibi ortama ve zamana göre konuşmayı siyaset gördüğü için kimi zaman seçim meydanlarında gelir Kur’an-ı Kerim’i gösterir, kimi zaman vatan millet edebiyatıyla toplumu coşturur, kimi zaman da laikliği ABD adına İslam Coğrafyasının farklı beldelerindeki halklara pazarlayacak kadar da ileri gider. Demokrasi ise dilinden hiçbir zaman düşmeyen sihirli sözüdür!

Sayın Erdoğan! 23 yıllık iktidarınızda yönetimde Resul Efendimizin hangi hükmünü uyguladınız da onun izinden gittiğinizi, kendinize tek rehber ettiğinizden bahsedebiliyorsunuz? İktidarınız boyunca yaptığınız bunca manipülasyon, bunca aldatma, kandırma yetmedi mi! Neden yapmadığınız, yapamayacağınız şeyleri yapmış gibi, yapacak gibi söylüyorsunuz? Bu hem de Allah Subhanehu veteâla nezdinde büyük bir vebal iken. Siz gerçekten Resul Efendimizin izinden gitmiş olsaydınız bir yıldır gözlerinizin önünde Gazze tarihin şahit olmadığı bir soykırıma maruz kalırken bütün orduyu seferber eder bu zulme son verirdiniz. Bizler süslü cümlelerin değil, İslam’ın hükümleriyle amellerini güzelleştiren adam gibi adam olan yöneticilerin sözlerine itibar ederiz.

Rabbimizden isteğimiz İslam Ümmetinin başına musallat olan ruveybida yöneticilerin iktidarlarını yok edip sözü ve ameli bir olan Raşid Halifelerin ümmete liderlik edeceği günleri bir an önce yaşatmasıdır.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Ahmet SAPA

Devamını oku...

Taliban, Orta Asya Tiranlarıyla İlişkilerini Güçlendiriyor!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber - Yorum

Taliban, Orta Asya Tiranlarıyla İlişkilerini Güçlendiriyor!

Haber:

Kazinform haber ajansı 6 eylülde, Kırgızistan’ın “Taliban’ı terör örgütleri listesinden çıkardığını” bildirdi.Kazinform muhabirinin bildirdiğine göre Kırgızistan Savcılığı, ülkede yasaklanan ve Taliban Hareketi’ni içermeyen aşırıcı terör örgütlerinin bir listesini yayınladı.

Afganistan Dışişleri Bakanlığı, Kırgız makamlarının daha önce Afganistan İslam Emirliği ile bağlantılı olan Taliban Hareketi’ni ülkedeki yasaklı örgütler listesinden çıkarma kararını takdir ve memnuniyetle karşıladığını ifade etti. Diğer ülkelerin kararlarının yanı sıra Kırgızistan’ın davranışlarının, Afganistan İslam Emirliği’nin bölgesel ve uluslararası düzeyde siyasi tanınırlığının artması ve Afganistan İslam Emirliği ile diğer ülkeler arasındaki ikili ilişkilerin güçlendirilmesinin önündeki engellerin kaldırılması anlamına geldiği gözlemlenmektedir.

Yorum:

Rusya, Taliban’ı henüz yasaklı ve terörist örgütler listesinden çıkarmamış olsa da onun müttefikleri Kazakistan ve Kırgızistan onu terör listelerinden çıkarmıştır. Her ne kadar bu, Orta Asya tiranlarının Rusya’dan bağımsız olma politikası gibi görünse de, Taliban ile imzalanan siyasi ve ekonomik anlaşmalar, Kremlin tarafından oynanan başka bir karmaşık oyundan başka bir şey değildir.

Batı'nın Rusya’ya uyguladığı yaptırımların gölgesinde Kremlin’in, mal ve kaynaklar için istikrarlı pazarlara ve rotalara ihtiyacı vardır. Zira bu yılın haziran ayında Rusya Dışişleri Bakanlığı İkinci Asya Departmanı Direktörü Zamir Kabulov, Rusya Segodnya basın merkezine verdiği demeçte, Taliban’ın Rusya’nın yasaklı örgütler listesinden çıkarılmasının ardından Moskova’nın, Afganistan’ın (Rusya, Çin, Hindistan, İran, Kazakistan, Tacikistan, Kırgızistan, Pakistan ve Özbekistan'dan oluşan) Şanghay İşbirliği Örgütü’ne tam üyeliğini destekleyeceğini açıklamıştı. Buna göre Taliban’ın Orta Asya tiranlarının kara listesinden çıkarılması, Rusya’nın geçici ekonomik ve siyasi çıkarlarına dayanmaktadır.

Aynı zamanda Kırgız yetkililer ülkedeki Müslümanlara sistematik olarak zulmetmektedir. Zira her ay, İslami yaşam tarzına uymaya davet eden Müslüman erkek ve kadınlara yönelik baskınlar ve tutuklamalar gerçekleşmektedir. Nitekim son olarak 16 Eylül’de yedi Müslüman tutuklanmış ve aşırıcılık ve terörist faaliyetlerde bulunmakla suçlanmışlardır. Ayrıca camiler ve İslami eğitim merkezleri, yetkililerin istihbarat servislerinin tam kontrolü altındadır. Kırgız yetkililer sadece sömürgeci Rusya’nın ekonomik ve siyasi çıkarlarına hizmet etmekle kalmıyor, aynı zamanda İslam’a ve Müslümanlara karşı mücadeleye de katılıyorlar.

Taliban’ın Orta Asya tiranlarıyla dostluğu, sömürgeci kafirleri memnun etme arzusu, küresel küfür politikasına açık bağlılıkları ve Nübüvvet Minhacı üzere İslami hayatı yeniden başlatma çalışmasını reddetmesi, İslam’ı küresel bir yönetim sistemi olarak anlama konusunda ne kadar zayıf ve cahil olduğunu göstermektedir.

Taliban, Rusya, Çin ve diğer tiranlar ve sömürgecilerle ticari ilişkiler kurmak için acele ediyor ve bu ülkelerdeki Müslümanlara yapılan zulmü görmezden geliyor; böylece Allah ile olan ticareti ve Subhanehu ve Teala’nın rızasını kazanmayı terk ediyor.

Allahu Teala Kerim Kitabı’nda şöyle buyurmuştur: يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آَمَنُوا هَلْ أَدُلُّكُمْ عَلَى تِجَارَةٍ تُنجِيكُم مِّنْ عَذَابٍ أَلِيمٍ * تُؤْمِنُونَ بِاللهِ وَرَسُولِهِ وَتُجَاهِدُونَ فِي سَبِيلِ اللهِ بِأَمْوَالِكُمْ وَأَنفُسِكُمْ ذَلِكُمْ خَيْرٌ لَّكُمْ إِن كُنتُمْ تَعْلَمُونَ * يَغْفِرْ لَكُمْ ذُنُوبَكُمْ وَيُدْخِلْكُمْ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ وَمَسَاكِنَ طَيِّبَةً فِي جَنَّاتِ عَدْنٍ ذَلِكَ الْفَوْزُ الْعَظِيمُ * وَأُخْرَى تُحِبُّونَهَا نَصْرٌ مِّنَ اللهِ وَفَتْحٌ قَرِيبٌ وَبَشِّرِ الْمُؤْمِنِينَEy iman edenler! Sizi acı bir azaptan kurtaracak ticareti size göstereyim mi? Allah’a ve Rasulü’ne inanır, mallarınızla ve canlarınızla Allah yolunda cihad edersiniz. Eğer bilirseniz, bu sizin için daha hayırlıdır.İşte bu takdirde O, sizin günahlarınızı bağışlar, sizi altından ırmaklar akan cennetlere, Adn cennetlerindeki güzel meskenlere koyar. İşte en büyük kurtuluş budur. Hoşunuza gidecek bir şey daha var: Allah’ın yardımı ve yakın bir fetih! Haydi müminleri müjdele.” [Saf 10-13]

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Eldar Hamzin

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER