Çarşamba, 01 Rebiu’l Evvel 1446 | 2024/09/04
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

“Terörizme” Karşı, Başka Bir Operasyon Daha!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

“Terörizme” Karşı, Başka Bir Operasyon Daha!

Haber:

Pakistan'ın üst düzey liderleri Azm-i İstihkam adı verilen yeni bir askeri operasyonun başlatılmasını onayladı.Yeni askeri planın, İslamabad ile Kabil'deki Taliban yöneticileri arasında artan gerilimin ortasında, iç güvenlik tehditlerine ve Afganistan’dan geçen silahlı savaşçılara odaklanması bekleniyor. Planlar arasında, Pakistan’ın komşularıyla bölgesel işbirliği yoluyla “teröristlerin” hareket alanını daraltmaya yönelik çabaların “yoğunlaştırılması” da yer alıyor. (el-cezire.com)

Yorum:

Pakistan ile ABD arasında, 11 Eylül olaylarının ardından, kötü bir ilişkiye dönüşen çarpık bir romantik ilişki ortaya çıktı; çünkü her birinin ayrı ayrı kendi derin çıkarları söz konusuydu. Bu da Pakistan’ın 2000 yılından bu yana Radd-ul Fasad Operasyonu ve Zarb-e-Azb Operasyonu da dahil olmak üzere birçok askeri operasyon başlatmasına yol açtı. Nitekim 1980'li yılların başına dönüp bir baktığımızda, bugünün “teröristinin”, İslam ile komünizm arasındaki bir savaş olarak tasvir edilen bir savaşta mücadele eden bir mücahit olarak tasvir edildiğini görürüz; bu nedenle Pakistan halkının desteğini kazanmak çok kolaydı. Ayrıca Müslümanlar kalplerinde birbirlerine karşı sevgi besliyorlardı ama Hilafetin yıkılmasından bu yana dünyanın dört bir yanındaki Müslümanların maruz kaldığı taciz ve aşağılanmaya tanık olmaktaydılar. Bu noktada Pakistan ordusunun Afgan direnişine verdiği destek, onlara halkın gözünde onurlu bir konum kazandırmıştı. Dolayısıyla İnsanlar, Pakistan’ın bu mücadeledeki rolüne memnuniyetle destek vermişlerdi. Nitekim eğitimden maddi yardıma ve silahlara kadar her şey ABD’nin tam desteğiyle Pakistan ordusu tarafından sağlanmıştı; zira o zamanki görevi, Sovyetler Birliği’ni yenilgiye uğratmaktı. 1988 yılına gelindiğinde, Sovyet birliklerinin geri çekilmeye başladığına tanık olduk; bu da Afganistan’a yönelik uzun, kanlı ve sonuçsuz Sovyet işgalinin sonunun başlangıcına işaret ediyordu. Böylece Amerika’nın tek süper güç olma arzusu artık hayal olmaktan çıkmış olup kuvvetleri kontrol eden hainler de, dünyadaki tek süper gücün hayatta kalmasının kaçınılmaz bir hale geldiğini zannetmişlerdi. Bu merhalede Pakistan ve Afganistan, hayatın her alanında yozlaşmanın kurbanı olan halklarını önemsemekten daha çok kendi kişisel çıkarlarını ve Amerika’yı mutlu etmeyi önemseyen insanlar tarafından yönetiliyordu. 1989’dan 2000 yılına kadar olan dönemde Afganistan, bir güç mücadelesiyle karşı karşıya kalmıştı; zira direniş grupları kukla yöneticilere teslim olmaya daha hazır değillerdi. Zira bu dönem, Molla Ömer’in İslami zihniye sahip olan muhafazakar bir halkın kurtarıcısı olarak ortaya çıktığı, yeni bir çatışmanın başladığı, yeni bir düşmanın ilan edildiği ve 11 Eylül olaylarından sonra Amerika’nın resmen Afganistan’a girdiği ve Pakistan liderliğinin Amerika’nın dayanak noktası rolünü oynamaya memnuniyetle kucak açtığı bir dönemdi.

2001 yılından bu yana Hayber-Pahtunhva eyaletinde, (bildirildiğine göre) “teröristlere” karşı on beş operasyon gerçekleştirildi. Bu operasyonların çoğu, sorunların kaynağı olarak kabul edilen bir bölgeyi hedef almak için planlanmıştı. Örneğin Svat bölgesindeki “Rah-e-Rast” Operasyonu ve “Rah-e-Haq” Operayonu, Bajaur bölgesindeki “Sheril” Operasyonu ve Güney Veziristan bölgesindeki “Rah-e Necat” Operasyonu gibi. Daha geniş bir cephede iki büyük operasyon daha olmuştur; bunlar, Kuzey Veziristan’da başlayan ve daha sonra diğer bölgelere yayılan " Zarb-e-Azb" Operasyonu ile Pakistan’ın muhtelif yerlerine yayılan terör ağlarını vurmaya yönelik bir istihbarat operasyonu olan “Radd-ul Fasad” Operasyonu’dur. Bu on altıncı operasyonun ilan edilmesiyle birlikte, içeride düşmanla savaştığımız bu yirmi üç yıl boyunca neler başardığımıza bir göz atmalıyız.

Hükümet artık iki gemide birden yol almakta olup her iki tarafı da aynı anda memnun etmek artık mümkün değildir. Nitekim Mart 2024’te beş Çin vatandaşının öldürülmesiyle Pakistan, Çinli işçileri bu tür saldırılardan korumak için Çin’in baskısıyla karşı karşıya kalmıştır; Pakistan ordusuna göre ise bu olay, Afgan bir kişi tarafından gerçekleştirilmiş ve Afganistan’da bulunan “teröristler” tarafından planlanmıştır.

İslam'daki savaşların tarihine bir göz attığımızda, hedefin ne kadar net olduğunu, adımların ne kadar düşünceli atıldığını ve sonucun ne kadar şeffaf olduğunu görürüz. Nitekim bizler, ilan edilen ve uygulanan operasyonlarda belki de çok şey kaybettik ancak hiçbir şey kazanmadık. Sayısı 145’e ulaşan dünyanın en güçlü on gücü arasında yer alan bir ordunun, zayıf silahlanmış ve kendi kendini eğitmiş kendi halkının bir kısmıyla savaşırken sürekli kaybetmesini kabul etmemiz zordur! Pakistan ordusunun, Afganların Sovyetler Birliği'ni kovmasına yardım ederek ve Keşmir'de Hindistan'a karşı cihadı destekleyerek kazandığı onur ve prestij, rol değişiklikleri arasındaki bir yerde kaybolup gitmiştir. Nitekim basiret sahibi olan kişiler, kendileriyle akideyi paylaştığınız ve Allahu Teala’nın kardeş kıldığı ve kanlarını da haram kıldığı insanlardan oluşan halklarına karşı yapılan bu savaşın sonucunun ne olacağını görebilirler.

Şu anda Müslümanların karşı karşıya olduğu en büyük kriz, her bir Müslüman ordunun savaş alanında olması gereken Gazze halkına yönelik devam eden katliam olup bundan daha önemli hiçbir gizli kriz yoktur; ama buradaki liderlerimiz düşmanın yazıp yönettiği bir senaryoyu hayata geçirmekle meşguldürler! Nitekim Enes Radıyallahu Anh, Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: انْصُرْ أَخَاكَ ظَالِماً أَوْ مَظْلُوماًZalim de olsa, mazlum da olsa (din) kardeşine yardım et.” Ey Allah’ın Rasulü! Mazlum olana yardım ederiz de, zalim olan birine nasıl yardım ederiz, diye sordular? Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: تَأْخُذُ فَوْقَ يَدَيْهِOnu zulüm yapmaktan alıkoyarsın. (İşte bu ona yardımdır.)” [Sahih-i Buhari]

Bilinçli Müslümanlar olarak bizler, seslerimizi yükseltmek ve ordularımız içindeki askerlerin, silahlarını kime doğrulttuklarına bakmalarını talep etmekle sorumluyuz; çünkü bu savaş eylemi, onları cennete de götürebilir, cehenneme de götürebilir. Direniş gruplarından farklı gruplara mensup olan kişilerin hepsi Müslümandır. Nitekim onlar, kendi halkları tarafından eziyete maruz kaldıkları gibi onlar da ordu içindeki Müslüman kardeşlerine zarar vermiş olabilirler. Gerçek bir savaşa girmek ve Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in bayrağını dalgalandırmak için hala zamanımız var. İşte bu bayrağın altında, bu dünyadaki Müslümanları koruyacak ve Nübüvvet Minhacı üzere Hilafeti kuracak bir liderliğe sahip olacağız.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Ahlak Cihan

Devamını oku...

Endonezya: Müslüman Orduları El-Aksa'nın Kurtuluşuna Çağıran Geniş Çaplı Faaliyetler!

  • Kategori Endonezya
  •   |  
Hizb-ut Tahrir Endonezya:
Müslüman Orduları El-Aksa'nın Kurtuluşuna Çağıran Geniş Çaplı Faaliyetler!

Hizb-ut Tahrir / Endonezya, gaspçı Yahudi varlığının Gazze Şeridi'ndeki savunmasız Müslümanlara karşı gerçekleştirdiği ve bugüne kadar 130.000'den fazla Müslümanın şehit olmasına ve yaralanmasına yol açan vahşi katliamlar (soykırım) ışığında, Endonezya'nın başkenti Jakarta'daki Amerikan Büyükelçiliği önünde düzenlediği büyük bir etkinlikle sloganını yükseltti;

"Filistin Cihad ve Hilafet Yoluyla Özgürleştirilecektir"

13,000'den fazla destekçi katıldı. Destekçiler, mübarek Filistin topraklarındaki Müslümanları desteklemek ve tüm dünyadaki Müslümanları koruyan Nübüvvet metodu üzerine ikinci Raşidi Hilafetin kurulması yoluyla mübarek Mescid-i Aksa'yı ve nehrinden denizine kadar işgal altındaki tüm Filistin'i Yahudi katillerin pençesinden kurtarmak için Müslüman Orduların harekete geçirilmesini talep etti.

Cumartesi, 02 Zilhicce 1445 Hicri - 08 Haziran 2024 Miladi

endonezya

endonezya

#طوفان_الأقصى
#الجيوش_إلى_الأقصى
#الأقصى_يستصرخ_الجيوش

#AksaTufanı
#OrdularAksaya

#ArmiesToAqsa
#AqsaCallsArmies

endonezya

İlgili Bağlantılar:

Hizb-ut Tahrir Endonezya Resmi Web Sayfası

Hizb-ut Tahrir Endonezya Twitter Sayfası

Hizb-ut Tahrir Endonezya Instagram Sayfası

Devamını oku...

İktidar Rejiminin Madenleri Çıkarma Yaklaşımı Düşman Ülkeleri Güçlendirirken Afganistan Müslümanlarını Zayıflatıyor

Afganistan Maden ve Petrol Bakanlığı, son iki buçuk yılda Afganistan’ın madencilik sektörüne 7 milyar dolardan fazla yatırım yapıldığını duyurdu. Bu süreçte yerli şirketlerin yanı sıra Katar, Türkiye, Rusya, İran, Çin ve Birleşik Krallık’tan şirketler de önemli bir rol oynadı. Bu, Afganistan tarihinin en büyük madencilik yatırımı olarak kabul ediliyor.

Hizb-ut Tahrir / Afganistan Vilayeti Medya Bürosu konuyla ilgili olarak aşağıdaki temel noktaların dikkate alınması gerektiğini düşünüyor:

Birincisi: Afganistan madenleri kamu malıdır. Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:

الْمُسْلِمُونَشُرَكَاءُفِيثَلَاثٍالْمَاءِوَالْكَلَأِوَالنَّارِ“Müslümanlar üç şeyde ortaktır: su, mera ve ateş.” Bu hadiste geçen “ateş” sözcüğü, yakıt, enerji ve türevlerini ifade eder. Böylece Şeriat, toplumun tüm bireylerinin kamu mallarından yararlanmasını mubah gördü. Örneğin Suudi Arabistan’ın petrolünde, Katar’ın gazında ve Afganistan’ın madenlerinde tüm Müslümanların payı vardır. Bu nedenle, İslam ümmetinin madenlerini kontrol eden herhangi bir rejimin, onları Şeriat hükümlerine uygun olarak çıkarmakla ve kullanmakla yükümlüdür. Şeriat hükümleri, Müslümanların ortak çıkarlarıyla ilgili olanlar müstesna madenlerin devletin düzenli ve kalkınma bütçesinin bir gelir kaynağı olmaması gerektiğini öngörüyor. Kaldı ki büyük ve stratejik madenlerin özel şirketlere devredilmesi şeran caiz değildir. Aksine halk adına madenlerin çıkarılmasından İslam Devleti sorumludur. Elde edilen kârlar tamamen kamu refahı ve kamu hizmetleri için harcanmalıdır. Bu hüküm, madencilik, çıkarma, rafinaj, üretim veya dağıtımla ilgili her türlü kamu malı için geçerlidir. Bu nedenle, büyük ve stratejik madenlerin yönetimini özel şirketlere devreden mevcut süreç, şeriata uygun değildir ve siyasi açıdan ciddi sonuçlar doğurabilir.

İkincisi: Afganistan, değerli ve çeşitli doğal kaynaklar bakımından zengin bir ülkedir. Şu anda Çin, Rusya ve ABD, yalnızca Afganistan’ın doğal kaynaklarını denetlemekle kalmıyor, aynı zamanda madenleri kendi çıkarları doğrultusunda kullanmaya ya da rakiplerinin stratejik madenlere erişimini engellemeye çalışıyor. Ayrıca bu ülkeler, madencilik şirketlerini siyasi ve istihbarat hedeflerine ulaşmak için bir kılıf olarak kullanıyorlar. Afganistan’daki madenlerin çıkarılması, küresel enerji dönüşümünde ve mikro çip üretim sürecinde önemli bir rol oynayabileceğinden, büyük güçler gözlerini Afganistan’ın stratejik madenlerine ve nadir elementlerine dikmiş durumdalar. Bu madenlere erişim, küresel jeopolitik oyunda dengeyi güçlerden birinin lehine çevirebilir. Bu nedenle yöneticilerin, Afganistan’ın madenlerini düşman ülkelerin ekonomisi ve sanayisini güçlendirmeyecek şekilde yönetmesi elzemdir.

Üçüncüsü: Maden kaynaklarının araştırılması, çıkarılması, işlenmesi ve müzayede ile satışına ilişkin mevcut süreç, şeffaf ve tutarlı bir mekanizmadan yoksundur. İktidar rejimindeki bazı etkili yetkililer, sözleşmelerde ve istismarında kritik rol oynamaktadır. Bu sürecin devam etmesi, Afganistan’ı “kaynak lanetine” maruz bırakacak, yabancı ülkeler ve iç gruplar arasında siyasi çekişme ve rekabet aracı haline getirecektir. “Kaynak laneti”, ekonomik büyüme ve istikrardan ziyade yoksulluğa, sefalete ve şiddete yol açar. Bu tehlikeli dinamiğin işaretlerini şimdiden görmeye başladık bile. İktidar rejimi madencilikten milyarlarca dolar kazansa bile, zengin, üretken bir devlete dönüşmeyecek, tüketici bir devlet olarak kalacaktır.

Dördüncüsü: Ülke deneyimleri, maden kaynaklarının kötü yönetiminin istikrarsızlığa zemin hazırladığını göstermektedir. Afganistan “kaynak lanetinden” ancak bu kaynakları İslami fikir ve hükümlere göre yöneten bir sistemle kurtulabilir; zira Allah Subhânehu ve Teâlâ maden kaynaklarının önemi ve bunların kullanımı hakkında şöyle buyurmaktadır:

وَأَنزَلْنَاالْحَدِيدَفِيهِبَأْسٌشَدِيدٌوَمَنَافِعُلِلنَّاسِوَلِيَعْلَمَاللهُمَنيَنصُرُهُوَرُسُلَهُبِالْغَيْبِإِنَّاللَّهَقَوِيٌّعَزِيزٌ“Biz demiri de indirdik ki onda büyük bir kuvvet ve insanlar için faydalar vardır. Bu, Allah’ın, dinine ve peygamberlerine gayba inanarak yardım edenleri belirlemesi içindir. Şüphesiz Allah kuvvetlidir, daima üstündür.” [Hadid 25]

Bu yüce ayet üzerinde iyice düşünüldüğünde, İslam’a göre maden kaynaklarının iki temel amaç için kullanılması gerektiği açıkça ortaya çıkar: Birincisi, madenler Allah’ın dinine yardım için silahlı kuvvetlerin seferberliğinde kullanılmalı. İkincisi, insan ihtiyaçlarını ve çıkarlarını karşılamak için kullanılmalı. Dolayısıyla, şeriat hükümlerine, takvaya ve derin siyasi basirete dayanmayan her türlü maden çıkarma ve faydalanma çabası, halkın refahını sağlamaya yardımcı olmaktan ziyade istikrarsızlığın ve güçlü ülkelerin nüfuzunun bir aracı haline gelecektir. Maden kaynakları Allah’ın ümmete bahşettiği bir nimettir. Dolayısıyla bu kaynaklar, etkin ve şeri bir şekilde halkın yararına ve daha da önemlisi, İslam’ı kapsamlı bir şekilde uygulamak, İslam Risalet’ini davet ve cihat yoluyla diğer milletlere taşımak amacıyla ileri askeri teknolojiye sahip sanayileşmiş bir devletin temelini atmak için kullanılmalıdır.

Devamını oku...

Bek-Abad Olayı: İşkence ve Uyduruk Suçlamalar

  • Kategori Kırgızistan
  •   |  

Kırgız Ulusal Güvenlik Servisi, Suzak iline bağlı Bek-Abad köyünde 16 ve 19 yaşlarındaki iki genç kızı farklı yerlerde ulusal bayrağı değiştirmek suçlamasıyla gözaltına aldı. 31 Mayıs ve 4 Haziran tarihlerinde yapılan incelemelerin ardından aynı olayla ilgili olarak 4 Müslüman kız kardeş hakkında da soruşturma başlatıldığı öğrenildi.

Özel kaynaklardan alınan bilgiye göre, olayla ilgili gözaltına alınan kızlardan birinin 45 yaşındaki annesi, kızını zalimlerin elinde yalnız bırakmamak amacıyla nezarethanede yattığı ifade edildi. Ayrıca, bir kızın 29 yaşındaki amcasının da darp edildiği ve elektrikli işkenceye maruz kaldığı belirtildi. Ardından işkence yapılan amcasının kaydını kız çocuğuna gösterdiler ve aynısını yapmakla tehdit ettiler. Yaşadığı korku ve travma nedeniyle genç kız, suçu itiraf etmek zorunda kaldı ve güvenlik güçlerinin istediklerini yerine getirdi. Görgü tanıklarının ifadesine göre sanıklar, işkenceye ve güvenlik güçlerinin şiddetine maruz kaldılar.

Birkaç gün önce Kırgız Ulusal Güvenlik Servisi, aynı köyde Hizb-ut Tahrir üyelerini asılsız suçlamalarla gözaltına aldı. Özellikle iki gün önce provokatif eylemlerini gerçekleştirmek amacıyla olayın yaşandığı alanlardaki kameraları kapatan güvenlik servisi yetkilileri, bilgileri manipüle ederek olayı Hizb-ut Tahrir’in üzerine yıkmaya çalıştılar.

Bütün bunlardan yöneticilerin, provokatif eylemlerle İslam ve Müslümanlarla mücadeleyi tırmandırmaya karar verdikleri sonucuna varabiliriz. Hizb-ut Tahrir, siyasi bir partidir, yöneticilerin yolsuzluklarını ve kötü yönetimlerini ifşa eder. Bu nedenle yöneticiler daha da diktatörleştikçe parti üyelerine sahte suçlamalar yönelttikleri ve zulümlerini artırdıklarını görüyoruz. Maalesef zalimler Müslüman kardeşlerimizi serbest bırakmadılar ve provokatif eylemlerinin kurbanı yaptılar.

Ey yöneticiler! Genç kızları hapse atarak yönetim becerisizliğinizi haklı çıkarmaya mı çalışıyorsunuz? Sadece kız çocuklarına mı aslan kesiliyorsunuz? Müslümanların şeref ve onuruna saldırmak, kendilerini Müslüman gören ve bayramlarda en ön saflarda namaz kılan yöneticilere yakışıyor mu?

Kırgız toplumu her geçen gün dinine daha fazla yöneldiği ve İslam’ı bir ideoloji olarak görmeye başladığı için çabalarınız başarısız olmaya mahkûm. Kırgız halkı gerçekle yalanı ayırt edebilecek kapasitede. Hükümetin alçakça eylemlerinin peşinden gitmeyecektir.

Hizb-ut Tahrir, zalimlerin zulmüne aldırış etmeksizin İslami hayatı yeniden başlatma çalışmalarına devam edecektir. Zorba Kerimov’un hapishanelerinde acımasız işkenceler gördükleri için sakat kalan binlerce kardeşimizin hikayesi bunun kanıtıdır.

Yöneticiler, birçok rejimin Hizb-ut Tahrir’e zulmetmeye çalıştığını, ancak Allah’ın lütfu sayesinde başarısız olduklarını anlamalıdırlar. Dolayısıyla gözaltılar Hizb-ut Tahrir üyelerini durdurmaktan ziyade hedeflerine ulaşma yolunda güçlerine güç katacaktır. Biz, Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in şu sözlerine yürekten inanıyoruz:

لَاتَزَالُطَائِفَةٌمِنْأُمَّتِيعَلَىالدِّينِظَاهِرِينَ،لِعَدُوِّهِمْقَاهِرِينَلَايَضُرُّهُمْمَنْخَالَفَهُمْإِلَّامَاأَصَابَهُمْمِنْلَأْوَاءَحَتَّىيَأْتِيَهُمْأَمْرُاللهِوَهُمْكَذَلِكَ“Ümmetimden bir grup, din üzere galip olmaya devam eder. Düşmanlarına galiptirler, muhalefet edenler onlara zarar veremezler. Ancak onlara birtakım sıkıntılar isabet eder. Onlar, bu hal üzere iken Allah’ın emri gelir.”

Bu nedenle baskı ve yıldırma politikası, Hizb-ut Tahrir üyelerinin İslami hayatı yeniden başlatma kararlılık ve iradelerini dumura uğratamayacaktır. Tiranlar, gönüllerindeki yangın ve ateşi asla söndüremeyeceklerdir. Zira başarı ve zafer Allah katındadır. Allah Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurmuştur:

وَعَدَ اللَّهُ الَّذِينَ آمَنُوا مِنكُمْ وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَيَسْتَخْلِفَنَّهُم فِي الْأَرْضِ كَمَا اسْتَخْلَفَ الَّذِينَ مِن قَبْلِهِمْ وَلَيُمَكِّنَنَّ لَهُمْ دِينَهُمُ الَّذِي ارْتَضَى لَهُمْ وَلَيُبَدِّلَنَّهُم مِّن بَعْدِ خَوْفِهِمْ أَمْناً يَعْبُدُونَنِي لَا يُشْرِكُونَ بِي شَيْئاً وَمَن كَفَرَ بَعْدَ ذَلِكَ فَأُوْلَئِكَ هُمُ الْفَاسِقُونَ“Allah, içinizden, iman edip de Salih ameller işleyenlere, kendilerinden öncekileri egemen kıldığı gibi onları da yeryüzünde mutlaka egemen kılacağına, onlar için razı olduğu dinlerini iyice yerleştireceğine, yaşadıkları korkularının ardından kendilerini mutlaka emniyete kavuşturacağına dair vaatte bulunmuştur. Onlar bana kulluk eder ve bana hiçbir şeyi ortak koşmazlar. Artık bundan sonra kimler inkâr ederse, işte onlar fasıkların ta kendileridir.” [Nur 55]

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER