Çarşamba, 25 Cumade’l Ûlâ 1446 | 2024/11/27
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

Yahudi Varlığını Ortadan Kaldırmanın Zamanı Gelmedi Mi?!

  • Kategori Makaleler
  •   |  

El-Raye Gazetesi

Yahudi Varlığını Ortadan Kaldırmanın Zamanı Gelmedi Mi?!
Gazze Ümmet İçin, Mazur Görülebilecek Hiçbir Mazeret Bırakmayan Bir Hüccet Olmuştur

Hizb-ut Tahrir Mübarek Toprak (Filistin) Medya Bürosu Üyesi
Halid Said’in Kaleminden

Yemama günü Sahabi Bera bin Malik’in, kendisini yalan peygamber Müseyleme ve mürtet takipçileri tarafından tahkim edilmiş bahçeye atılarak düşman saflarına dalma kararı, bırakın cesaret etmeyi, kimsenin aklına bile gelmeyecek zor bir karardı. Nitekim bu cesur eylem, bahçeye girmenin anahtarıydı; bu da Müslüman ordusunun mürtetleri kontrol altına almasına, onları mağlup etmesine, onlara galip gelmesine ve Müslümanların ve varlıklarının neredeyse yok olmasına neden olacak bu olgunun ortadan kalkmasına imkân sağladı. Hatta “Ebu Bekir'i Olmayan Bir İrtidat” sözü, Müslümanlar ne zaman bir fitneyle karşılaşsa söylenen bir atasözü haline geldi.

Bugün bizler de bu olayların benzerlerini yaşıyoruz ve bizim de Bera bin Malik gibi atılımcı yiğitlere, Ebu Bekir gibi iyi davranan, Müslümanların maslahatlarını gözeten ve dini koruyan bu tür adamlara ihtiyacımız vardır.

Gazze bugün zor bir karar vererek cesur bir eylemde bulundu, Yahudi varlığının yüzüne vurup bir iz bıraktı, onun burnunu kırıp toprağa gömdü ve varlığın asla yenilmez yalanını boşa çıkardı; oysa bu yalan, rejimler tarafından ihanetlerine ve Filistin’i özgürleştirme görevlerini yerine getirmedeki başarısızlıklarına gerekçe göstermek için delil gösterilmiş ve rejimlere bağlı yanıltıcı medya tarafından da pazarlanıp propagandası yapılmıştı.

7 Ekim 2023’ten bu yana yaşanan olaylar herkesin önüne, sözle değil fiili olarak Yahudi varlığının savaşamayacak ve karşı koyamayacak kadar kırılgan ve zayıf bir varlık olduğu gerçeğini koymuştur; dolayısıyla şayet bilekteki bir bilezik gibi onun etrafını saran rejimlerin koruma duvarları olmasaydı ve Batı’nın sınırsız desteği ve Yahudi varlığına sağladığı güç ve hayatta kalma araçları olmasaydı, Yahudi varlığı geçen yetmiş altı yıl boyunca bu mübarek topraklarda dayanma, yaşamını ve bekasını sürdürme imkanı bulamazdı.

Konuyu doğru bir şekilde anlamamız için; her ne kadar meselenin özel veya genel tüm Müslümanlar için açık olduğundan emin olmuş olsam da ancak hedeflerimizi gerçekleştirmemiz için kartlarımızı yeniden karmamız, öncelikler listemizi değerlendirmemiz ve gözlerimizdeki perdeyi kaldırmamız için hatırlatmak gerekir.

Tıpkı Bera bin Malik’in Müseylime’nin bahçesine girmenin anahtarı, dahası mürtetlerin pisliklerini temizlemek ve onları tamamen ortadan kaldırmak için Müslüman süvarilerin içeri girmeleri için ağır bir tokmak olması gibi, aynı şekilde bugün de Gazze, Yahudi varlığına girmek için bir anahtar ve kapıyı kıran bir tokmak rolünü oynamaktadır ki bu iki pozisyon arasındaki şu farkla; zira Bera bin Malik Radıyallahu Anh’ın arkasında Allah’ın rızasını önceliklerinin en başına koyan ve hiçbir şeyi eğip bükmeyen bir liderlik olduğu gibi onun arkasında, kalbi Allah’a, Subhanehu katındaki büyük sevaba bağlı olan ve askerlerine ölüm hayattan daha sevimli olan bir ordu vardı.

Gazze’nin ise göğsü çıplak ve sırtı açıktır; dahası ihanetin hançerleri onun göğsüne ve sırtına utanç verici bir şekilde saplanmaya devam etmektedir; zira Gazze kahramanlarının cesurluğuna ve yiğitliğine yatırım yapacak bir ordu olmadığı gibi Allah’ın Kitabı’nı bir yaşam biçimi ve izlenen bir metot olarak benimseyen muhlis ve muttaki bir siyasi liderlik de yoktur. Nitekim Müslüman ülkelerdeki zararlı rejimlerin hiç utanıp sıkılmadan korkakça eylemlerde bulundukları artık hiçbir Müslüman için bir sır değildir. Rasul Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in onlar hakkındaki şu kavli ne kadar da doğrudur: إِذَا لَمْ تَسْتَحْيِ فَاصْنَعْ مَا شِئْتَUtanmıyorsan dilediğini yap!

Zira bu rejimler, Yahudilerin Gazze’de soykırım, cinayet ve katliamlar gerçekleştirmesine tam bir yıl boyunca seyirci kalmakla yetinmediler. Zira Mısır rejimi Gazze’ye uyguladığı kuşatmayla övünmekte, Gazze Şeridi sınırına yer altı ve yer üstü elektronik duvarlar inşa etmekte, Kenane’nin asker veya sivil evlatları ne zaman Gazze ile dayanışmalarından bahsetseler her türlü hareketin önünü kesmek için geniş çaplı tutuklama kampanyaları başlatmakta ve tüm alçaklık ve rezillikle Gazze halkının acıları için çeşitli şantaj ve istismar şekilleri kullanmaktadır; ayrıca Gazze’den çıkmak ve Refah sınır kapısından geçmek için milyarlarca olmasa da milyonlarca Dolar ücret toplamakta, aynı şekilde insani yardımların girişini engellemekte ve bu yardımların bir kısmı zarar görene, bir kısmı değiştirilip içindekilerle oynanıncaya veya bazen de satılıncaya kadar geçiş yolunda yığılı bir şekilde bırakılmaktadır.

Yahudi ordusu Refah’taki Mısır sınırını işgal ederek, geçidi yıkarak ve Selahaddin (Philadelphia) eksenine çöreklenerek onurunu ayaklar altına aldığı halde hâlâ hain Camp David Anlaşması’na bağlı kalmaya devam etmektedir!

Filistin ile en uzun sınırı korumaya dayalı olan Ürdün rejimine gelince;bu sınırlara yaklaşabilecek her türlü hareketi bastırmaya hırs göstermekte, ülkeyi Amerikan askeri üslerine açmaktadır ki bu üsler, İran’ın geçen nisan ayında Şam’daki büyükelçiliğini bombalamasına misilleme olarak bombaladığı tiyatroda Yahudi varlığı için bir koruma şemsiyesi görevi yapmaktadır. 

BAE rejimine gelince; onu hiç sormayın; zira son büyük günahlarından biri, Gazze’de savaşan Yahudi askerler için eğlence hizmetleri veren programlar yapmaktır!

Suud rejimine gelince; Yahudi varlığının Gazze’yi yıkmasının ve halkını yok etmesinin ödülü ve mükâfatı olarak Yahudi varlığıyla normalleşme teklif etmeye hazırlanıyor!

İran rejimine gelince; biz ondan hiçbir hayır beklemiyoruz; zira onun liderleri, uygun zaman ve yerde deprem etkisi yaratacak tepkileri beklemenin uzun zaman alacağını açıkladılar. Zaten biz onların ve araçlarının daha önce verdikleri tiyatral ve göstermelik tepkilerini deneyimledik!

Gazze, tüm Müslümanlar için bir hüccet olup mazur görülebilecek hiçbir mazeret bırakmamıştır ve Müslümanların, Filistin’in kurtuluşunun kendi yöneticilerinden kurtulmalarından geçtiğini artık anlamaları gerekir.

İsrailoğullarında bizim için bir ders ve ibret vardır; zira Allah kendilerini mübarek topraklardan mahrum kalmak zorunda bırakınca yeryüzünde şaşkın şaşkın dolaşmalarının ardından yeniden toparlanmak, güçlerini yeniden kazanmak ve saflarını düzenlemek istediler ki onlar hakkında şöyle geçmektedir: ...قَالُواْ لِنَبِيٍّ لَّهُمُ ابْعَثْ لَنَا مَلِكًا نُّقَاتِلْ فِي سَبِيلِ اللهِKendilerine gönderilmiş bir peygambere: «Bize bir hükümdar gönder ki (onun komutasında) Allah yolunda savaşalım» demişlerdi.” [Bakara 246] Buradan Filistin’in kurtuluşuna giden yolun parametreleri netleşmektedir; dolayısıyla varlığında ve insanlarla olan ilişkisinde İslam’ı ve onun getirmiş olduğu hükümleri esas alan ve Filistin’i özgürleştirme davasını önceliklerinin en başına koyan siyasi bir liderlik olmadıkça bunu başarmanın ve aşağılanma ve zillet durumundan kurtulmanın bir yolu yoktur.

Kaynak: El-Raye Gazetesi - 513. Sayı - 18/09/2024

Devamını oku...

IMF, Amerika’nın Ekonomik Sömürgeciliği İçin Küresel Bir Güvenlik Görevlisidir!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

IMF, Amerika’nın Ekonomik Sömürgeciliği İçin Küresel Bir Güvenlik Görevlisidir!

 

Haber:

12 Eylül 2024’te IMF basın toplantısı sırasında İletişim Direktörü, Pakistan’ın yeni 37 aylık Genişletilmiş Fon Kolaylığı düzenlemesi Yönetim Kurulu toplantısının 25 Eylül 2024’te planlandığını duyurdu.(IMF)

Yorum:

2001 ve 2023 yılları arasında ABD, birbiri ardına yıllık ortalama 957 milyar Dolar ve 609 milyar Dolar mali ve ticari açık kaydetmiştir.IMF standartlarına göre bu açıkların, gelişmekte olan ekonomilerin durumunda olduğu gibi sıkı kemer sıkma politikalarına, devalüasyona, yapısal düzenlemelere ve yüksek enflasyona yol açması gerekirdi.Ancak bu dengesizliklere rağmen GSYİH 10,58 trilyon Dolardan 27,36 trilyon Dolara yükselmiş ve yıllık ortalama enflasyon da %2,5 olmuştur. Bu olgu, Uluslararası Para Fonu’nun (İMF) Müslüman ülkeleriyle ilgilenme şekline meydan okumaktadır; dolayısıyla bu, küresel finans sisteminin karmaşık dinamiklerini ortaya koymaktadır. Zira Amerika, büyüme ve istikrarı korurken mevcut ekonomik standartlara meydan okumaktadır!

Bir kişi, Amerika’nın sürekli olarak ekonomik büyümeyi nasıl başardığını, siyasi ve ekonomik hegemonyasını nasıl sürdürdüğünü ve Rusya, Ukrayna ve Yahudi varlığı savaşı gibi küresel savaşları nasıl finanse ettiğini sorabilir?! Cevap şu ki süregelen bu olgu, hegemonik küresel güçler olarak yeni sömürgeciliği, Amerika’yı ve onun sömürgeci müttefiklerini temsil etmektedir.

Geleneksel sömürgeci imparatorlukların çöküşüyle birlikte Amerika, Marshall Planı aracılığıyla harap olmuş Avrupa’yı yeniden inşa ederek ve soğuk savaş sırasında Japonya, Güney Kore ve Tayvan üzerindeki hakimiyetini pekiştirerek küresel ekonomik düzeni yeniden şekillendirmiştir. Daha sonra küreselleşme hızlı bir şekilde Batı’nın gelişmekte olan ülkelerdeki ucuz iş gücünü ve kaynakları sömürmek için kullandığı bir araç haline gelirken, üretimin transferi de Batı’nın servetinin korunmasına katkıda bulunmuştur.Ancak bu üretken değişime rağmen Amerika teknoloji, araştırma ve geliştirme, finans ve savunma gibi temel gücün anahtarlarını sıkı bir şekilde korumaya devam etmiştir. İhracata bağımlılık döngüsü içinde sıkışıp kalmış Pakistan ve Bangladeş gibi Müslüman ekonomiler, Batılı tüketici pazarlarına bağımlı kalarak düşük değerli mallar üretmektedirler; bu da onların ekonomik kırılganlığını artırmakta ve Batı hegemonyasını pekiştiren bir sistemi güçlendirmektedir.

1973 yılında Yahudi varlığıyla yapılan savaş sırasında Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü (OPEC) Amerika ve Batılı ülkelere petrol ambargosu uygulamış, bu da petrol fiyatlarının varil başına 3 Dolardan 12 Dolara yükselmesine neden olmuştur. Buna cevap olarak Amerika, Suudi Kralı Faysal ile petro-dolar sisteminin kurulduğu bir anlaşma yapmıştır.Bu anlaşma tüm petrol işlemlerinin ABD Doları üzerinden yapılmasını zorunlu kılarak Dolar için benzeri görülmemiş bir talep meydana getirmiş ve küresel rezerv para birimi olarak rolünü pekiştirmiştir. Nitekim bu sistem, Amerika’nın altın rezervlerini korumasına, petrol destekli Doları altınla değiştirmesine, ılımlı iç enflasyonu korumasına, büyük mali ve ticari açıklarla meşgul olmasına, askeri operasyonları finanse etmesine ve fazla petrol gelirlerini finansal piyasalara çekmesine olanak sağlamıştır. Aynı zamanda Amerika’nın İslam ümmetinin servetlerini sömürmesini de kolaylaştırmıştır.

IMF, Batı hegemonyasını dayatmak için çalışmakta, Müslüman ülkeleri borç ve bağımlılık döngüsüne hapsetmekte, faizli kredileri, yapısal düzenlemeleri, ticaretin serbestleştirilmesini, özelleştirmeyi ve kalkınma için borçları dayatmaktadır.Dolar güdümlü bu sistem, yerel sanayileri boğmakta, ekonomik egemenliği baltalamakta ve İslam ümmetinin Batı’nın ekonomik kontrolüne boyun eğmesini sağlayarak gerçek refah ve bağımsızlığı engellemektedir. ABD’nin ekonomik sömürgesinden kurtulmanın tek yolu, Nübüvvet Minhacı üzere Raşidi Hilafet ve İslam’ın ekonomiye ilişkin hükümleridir.

Nübüvvet Minhacı üzere Hilafet, Müslüman ülkeleri ve kaynaklarını birleştirmek için çalışacak ve kendi kendine yeterliliği sağlayacak bir ekonomik siyaset yoluyla Batı hegemonyasına son verecektir.Bu yaklaşım, ihracata bağımlılığı azaltmaya ve kendi sınırları içinde servetin ortaya çıkmasını güçlendirmeye odaklanacaktır. Hilafet, şeriatın emrettiği gibi altın ve gümüş standardını yeniden uygulamaya koymak yoluyla Dolar gibi kâğıt para birimlerinin egemenliğini reddedecektir.Altın ve gümüşün gerçek değeri hayati önem taşıyan ekonomik istikrarı sağlayarak istikrarlı döviz kurları ve küresel ticarette adaleti temin ederek ticaretin artmasına yol açacaktır. Müslüman ülkelerin bol miktarda ham kaynaklara sahip olması, yabancı mallara bağımlılığı gereksiz bir hale getirecektir. Raşidi Hilafet, yerel kaynaklardan faydalanmak yoluyla ekonomik bağımsızlığını elde edebilecek ve uluslararası piyasalardaki dalgalanmaların etkisini en aza indirebilecektir.Petrol ve madenler gibi değerli emtialar sayesinde Hilafet, uluslararası ticarette öne çıkacak ve Kuran-ı Kerim ve nebevi sünnete göre şerî hükümlere bağlı kalarak ekonomik egemenliğini teyit edecektir.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Muhammed Affan – Pakistan

Devamını oku...

Seçimler, Laik Sistemi Desteklemenin Bir Aracıdır, Bu Laik Sistem Hilafetle Değiştirilmelidir

2010 yılının sonunda Tunus’ta başlayan halk devrimiyle birlikte Hizb ut-Tahrir, devrimi başarıya ulaştıracak ve devrimcilerin taleplerini karşılayabilecek tek uygarlık projesinin mevcut insan yapımı düzeni yıkıp yerine adil bir siyasal sistem kurmak olduğunu vurgulamıştır. Bu adil sistem ise, Nübüvvet metodu üzere Raşidi Hilafet Devletinde uygulanacak olan İslam’dır.

Parti, ülkenin bağımsızlığından bu yana, dini hayattan ayıran laik bir anayasa çatısı altında yapılan seçimler yoluyla aynı sistemi yeniden üretmeye yönelik sömürgeci girişimlere karşı çıkmıştır. Hizb ut-Tahrir laik, melez, katılımcı bir anayasa ile düşmüş bir rejimi yeniden ayağa kaldırmak da dahil olmak üzere haçlı Batı sömürgeciliğinin devrim için belirlediği tüm gidişata karşı uyarıda bulunmuştur. Bu anayasa, Batılı güçlerin çıkarlarını koruyan, yasalarını uygulayan ve ümmeti İslam temelinde yapıcı bir değişime yönelmekten alıkoyan batılı bürokratlar yetiştirmekten başka bir işe yaramayacaktır.

Buna göre, bugünlerde dillere pelesenk olan yolsuzlukla mücadele, ülkeyi kurtarma ve kararı geri alma sloganlarına rağmen 6 Ekim 2024’te yapılacak cumhurbaşkanlığı seçimleri bir tiyatrodan öteye geçmeyecektir. Bu tiyatronun oyuncuları, yönetici ve muhalefetiyle siyasetçilerdir, senaristi ise haçlı Batı sömürgeciliğidir. Bu nedenle, Hizb-ut Tahrir / Tunus Vilayeti olarak biz, aşağıdaki gerçeklere bir kez daha vurgu yapıyoruz:

1- İnsanlar ayaklandıklarında, Batı ve ajanlarından, Allah’ın indirdikleriyle hükmetmeyen pozitif anayasal rejimlere kadar, trajedilerinden sorumlu olan herkese karşı ayaklanmışlardır. Halk bu ayaklanmayla kargaşa değil, İslami kimliğine dayalı köklü ve kapsamlı bir değişim amaçlamıştır. Bu değişim, laiklik çatısı altında yapılan seçimlerle değil, Müslümanların tek anayasası olan Kur’an ve Sünnet temelli gerçek seçimlerle olur.

2- İslam ülkelerindeki mevcut yönetim sistemlerinin kaynağı ve devamlılığı Batılı ülkelerin elindedir, çünkü bu sistemler sömürgelerini ve Müslümanlar üzerindeki hegemonyalarını sürdürmelerinin yegâne garantisidir.

3- Rejimin her seçim döneminde insanları büyük İslam projesinden uzaklaştırmak, Müslümanların ömürlerini tüketmek ve nesilleri yok etmek için yürüttüğü anlamsız kavgalar, aslında batılı elçiliklerin lobisinde şekillenmekte, küresel ve bölgesel güç dengeleri tarafından yönetilmektedir. Seçim sonuçları ise, egemen karara meşruiyet kazandırmak için kullanılan bir perdedir.

4- İslam ülkelerindeki gerçek güçlerin, iradesini özgürleştirmek için harekete geçmesi gerektiği artık açıkça görülmektedir. Halk hareketinin canlılığı ve kararlılığına rağmen, rejimin devrilmesi ve ülkenin Batı’ya olan siyasi bağımlılığından kurtarılması, ancak güç sahiplerinin halklarının tarafında saf tutması ile mümkündür. Mücadelenin ümmet lehine sonuçlanmasının, Batı’nın köleliğinden ve egemenliğinden kurtulmasının yegâne yolu budur.

5- Ümmetin kalkınması, sadece bir yöneticinin değiştirilmesi veya anayasanın düzeltilmesiyle gerçekleşmez. Gerçek kalkınma, sistemin ve tüm düşünsel, kültürel ve hukuki temellerinin yıkılmasında yatar. Bu, sömürgeci Batının zincirlerini kırmanın tek yoludur. Dolayısıyla Hizb ut-Tahrir’in Kur’an ve Sünnetten çıkardığı net siyasi proje temelinde birleşmek ve partinin siyasi liderliği altında Allah’ın rızasını kazanmak, ümmetin dünyada ve ahirette mutluluğunu sağlamak için Nübüvvet metodu üzere Raşidi Hilafeti kurmak üzere ilerlemek gerekir.

Devamını oku...

Ulusal Kanal 2, Kur’an-ı Kerim’e Hakaret Ederek Müslümanların Duygularını Kışkırtma Cüretini Gösterdi

Tunus 2 Devlet Kanalı, 7 Kasım 1994’te resmi olarak faaliyete geçtiğinden beri halen Kasım ayındaki editoryal çizgisini sürdürmekte olup, esas olarak Tunus’ta dini kökenlerin kurutulması politikasına dayalı olarak “siyasal İslam”ı hedef almakta ve Batılı iyi niyet sertifikalarını elde etmeye çalışmaktadır.

Bu kanal, tehlikeli bir adım atarak, 15 Eylül 2024 Pazar gecesi Mevlidi Nebi yıldönümünde, bir Tunuslu ilahi sanatçısının müzik grubunun eşliğinde kanun enstrümanı ile Kur’an-ı Kerim okuduğu bir video yayınladı. Bu sahne, Allah’ın kelamına karşı büyük bir cehalet, saygısızlık ve tahrif anlamına gelmektedir.

Bilindiği üzere, bu tür bir eylem büyük günahlardandır. Bu eyleme ortak bir sorumlu, büyük bir günah işlemiş sayılır, çünkü haram bir iş yapmıştır ve İslam ümmetinin duygularını tahrik etmiştir. Ümmet, Filistin’deki kardeşlerimize yapılan vahşi saldırılardan dolayı zaten gece gündüz acı çekmektedir.

Daha da garibi, ilahi sanatçısının pazartesi sabahı işlediği günahtan dolayı özür dilemesine rağmen, bu olayı kamuoyuna yayan ve kamu fonlarıyla finanse edilen bu kanalın, bu çirkin eylem için herhangi bir özür dilememesi ve sorumluları hesap vermeye çağırmamasıdır!

Merak ediyoruz: Bu kanal, dikkatleri acil konulardan uzaklaştırma, genel izleyici kitlesine çocukmuş gibi hitap etme, duygularla oynama ve eski diziler yayınlama stratejisinden, karışıklık yaratma, doğruyu yanlışla karıştırma ve Kur’an-ı Kerim’in anlamlarını tahrif ederek İslami duyguları saptırma stratejisine mi evrildi?

Eğitim müfredatı, Zeytune Üniversitesi, şeyhler ve âlimler de dinin aşağılanmasından sorumludur. Bu büyük günaha sessiz kalmışlardır. Kur’an’ı ezberleme yarışmalarına, Kuran tilavetine ve harflerin mahrecine odaklanmışlardır. Bu hiç de küçümsenecek bir mesele değildir. Buna karşılık İslam’ın fıkhi yönünü, Allah’ın kitabını anlamayı, üzerinde düşünmeyi, hükümlerini uygulamayı ihmal etmişlerdir. Bu ihmal, Kur’an’ı ilahi bir mesaj olarak görmek yerine onu ilahi şarkılar ve müzik eşliğinde anma gibi sapkınlıklara zemin hazırlamıştır.

Avf ibn Malik’ten rivayet edildiğine göre Peygamber SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur:

أَخَافُ عَلَيْكُمْ سِتّاً: إِمَارَةُ السُّفَهَاءِ، وَسَفْكُ الدِّمَاءِ، وَبَيْعُ الْحُكْمِ، وَقَطِيعَةُ الرَّحِمِ، وَنَشْوٌ يَتَّخِذُونَ الْقُرْآنَ مَزَامِيرَ، وَكَثْرَةُ الشُّرَطِ“Sizin başınıza altı şeyin gelmesinden korkuyorum: Sefihlerin idareci olması, kan dökülmesi, hükmün (rüşvet karşılığı) satılması, akrabayla ilginin kesilmesi, Kur’an’ı (bir çeşit çalgı olan) mezmur edinen insanların türemesi ve polislerin çoğalması.”

Devamını oku...

Bangladeş Geçici Hükümeti Bangladeş Halkına Karşı Sergilediği Küstahlık ve Kabalık Konusunda Hindistan’ı Uyarmalı

Hindistan’ın ana muhalefet partisi (Kongre Partisi) lideri Rahul Gandhi, üç günlük ABD ziyaret sırasında Washington DC’deki Ulusal Basın Kulübü’nde çarşamba günü yaptığı açıklamada, Hindistan’ın Bangladeş’te “aşırıcılık” ve “şiddet”in yükselişinden endişe duyduğunu söyledi. Rahul ayrıca partisinin, Bangladeş’teki “aşırılık” konuları da dahil olmak üzere önemli dış politika konularında Narendra Modi’nin BJP hükümeti ile aynı çizgide olduğunu belirtti. Bangladeş hükümetinin geçici başbakanı Muhammed Yunus’un Hindistan Başbakanı Modi’ye azınlıklara yönelik şiddet haberlerinin abartılı olduğunu söylemesi ve Hintli gazetecileri iddiayı doğrulamak üzere Bangladeş’i ziyaret etmeye davet etmesinden sonra bile, düşman komşumuzun yöneticileri ve liderleri ile onların Bangladeş’teki yerel ajanları, ülkemizin imajını zedelemeye yönelik asılsız iddialar ortaya atmaya devam etmektedirler.

Hizb-ut Tahrir / Bangladeş Vilayeti olarak biz, geçici hükümeti Hindistan’ın Bangladeş’e ve öğrenci öncülüğündeki devrime karşı sergilediği küstahlığına karşı kararlı bir duruş sergilemeye çağırıyoruz. Hindistan, Hasina’nın yokluğu ile ‘aşırıcılığın’ yükselişi arasında bir bağlantının olduğunu kanıtlamaya çalışmaktadır. Bu alçak yöneticiler nasıl olur da Bangladeş’e parmak sallayıp, baskı altındaki ve özgürlük arayışındaki insanların Hasina’nın tiranlığına karşı verdiği mücadeleyi ve fedakarlıklarını küçümsemeye çalışabilirler! Hasina’nın despotizminin çöküşü, Hindistan için büyük bir felaketti, çünkü Hindistan, son on beş yıldır Hasina’yı iktidarda tutmak için aktif olarak içişlerimize müdahale ediyordu. Bangladeş halkı nihayet Hindistan’ın planını bozdu ve Hasina’yı devirdi, şimdiyse Hindistan, eski bir anlatıyı tekrarlıyor, Hasina’nın hükümeti olmadan Hindu azınlıklarının varoluşsal bir tehdit altında olduğunu iddia ediyor. Bu azılı düşman artık yalanların ve aldatmacanın arkasına saklanmak istemiyor. Hindistan, protestocuların üzerine şiddet ve kurşun yağdırılması emrini veren, yüzlerce kişinin ölümüne ve binlerce kişinin yaralanmasına neden olan bu zorbaya sığınma hakkı vererek açıkça Bangladeş halkına düşman olduğunu ortaya koydu. Şimdi de Hindistan ve Bangladeş’teki Hindu azınlıklar için potansiyel tehdit olduklarını ileri sürerek Bangladeş halkını karalamaya çalışıyor. Bu nedenle, geçici hükümeti Hindistan’ı sahte kibrinden dolayı uyarmaya ve onlara artık ajanlarının iktidarda olmadığını hatırlatmaya çağırıyoruz. Hindistan’ın artık iç işlerimize müdahale edememesi için, tüm Hindistan karşıtı güçleri ve siyasi partileri bir araya getirerek Hindistan’ın komplosuna karşı birlik ve bütünlük içinde hareket edilmesini içtenlikle talep ediyoruz. Hizb-ut Tahrir olarak biz, Hindistan’a karşı Bangladeş halkının çıkarlarını, değerlerini ve ideallerini yansıtacak son derece etkili bir dış politika geliştirilmesine yardımcı olmaya hazırız.

Devamını oku...

Amerika Birleşik Devletleri, Hindistan ve Yahudi Varlığına En Modern Silahları Tedarik Ederken, Pakistan’ın Balistik Füze Programına Yaptırım Uyguluyor

Amerika Birleşik Devletleri, Yahudi varlığına Gazze’de soykırım yapmak için on milyarlarca dolarlık silah tedarik ederken, İslam dünyasının tek nükleer gücü olan Pakistan’a yaptırım uyguluyor. 12 Eylül 2024’te ABD Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Matthew Miller, “Amerika Birleşik Devletleri, Pakistan’ın Balistik Füze Programının Tedarikçilerine Yaptırım Uygulamaya Devam Ediyor” başlıklı bir basın açıklaması yayınladı. Amerika’nın Müslüman ülkelere yönelik politikası, aşağılama ve küçük düşürme, düşmanlarını destekleme ve güçlendirme politikasıdır. Özellikle Pakistan’a gelince, Amerika Birleşik Devletleri, Hindistan’ın yükselişine ve böylece Müslümanlara ve Çin’e karşı Amerika adına mücadele etmesine olanak sağlamak için Pakistan’ı zayıflatmayı amaçlıyor. Açıkçası, Müslümanların mevcut liderliği altında, Amerika ile ittifak projesi Müslümanlara ve dinlerine zarar veriyor. O halde Amerikan dünya düzeninden kurtulmanın ve Hizb-ut Tahrir liderliğinde Raşidi Hilafet projesiyle yeni bir başlangıç yapmanın zamanı gelmedi mi?

Ey Pakistan’daki güç ve kuvvet ehli! Açıkçası, Amerika ile ittifak projesi, yanlış bir projedir. Açıkçası, Amerika müttefiki liderleri, yanlış bir liderliktir. Size, Amerika ile ittifak projesini güçlendiren önceki Amerikan ajanı General Müşerref’i hatırlatırız. General Müşerref, 19 Eylül 2001 tarihinde saat 20:30’da, Pakistan Televizyonu ve Radyo’sunda ulusa sesleniş konuşması yaptı. Amerika’nın Afganistan’ı işgal hazırlıkları ışığında, Müşerref Pakistan’ın Amerika ile ittifak yapmasını istedi. O gün Müşerref, “Bu durumda yanlış kararlar alırsak, bizim için çok kötü olabilir. En kritik endişemiz, egemenliğimizdir, ikincisi ekonomimiz, üçüncüsü stratejik varlıklarımız (nükleer ve füzeler) ve Keşmir davamızdır. Yanlış karar verirsek bu dördü de zarar görecektir.” demişti. Ancak, Amerika ile ittifak “Pakistan’ı ilk sıraya” koymadı, Amerika’yı ilk sıraya, İslam’ı ve Müslümanları ise son sıraya koydu. Amerikan dünya düzeninin ajanları, egemenliğimizi ve ekonomimizi yok ettiler. Amerika’nın ajanları, Keşmir’i Hindu devletine teslim ettiler. Sömürgeciliğin ajanları, şimdi İslam dünyasını tek nükleer caydırıcı gücünden mahrum bırakmak için çalışıyorlar.

Ey Pakistan’daki güç ve kuvvet ehli! Hizb-ut Tahrir / Pakistan Vilayeti, sizi Amerika ile ittifakın tehlikeleri konusunda zamanında uyarmadı mı? 22 Eylül 2001’de, Hizb-ut Tahrir / Pakistan Vilayeti Resmi Sözcüsü Naveed Butt, Amerika ile yapılan ittifakın ümmeti zayıflatacağı konusunda uyarmıştı. Yaptığı basın açıklamasında Butt, “‘Önce Pakistan’ türü sloganlar, milli çıkarlar adına Amerika’ya yardım sağlamak için kullanılmıştır... Müslümanların pratikte tek bir ümmet haline gelmesi için Afganistan ve diğer ülkeleri birleştirecek olan Hilafeti kurun... Bu güçlü Hilafet, kafir düşmanlara meydan okumakla kalmayacak, aynı zamanda onları İslam’ın boyunduruğu altına da alacaktır.” demişti. [Basın Açıklaması Seri No pk01023pr] Peki, Amerika’nın ajanları, Amerika ile ittifak uyarılarına sonraki yıllarda nasıl yanıt verdiler? Hizb ut Tahrir’in gençlerini tutukladılar. İşten çıkarılana kadar parti çalışanlarına baskı yaptılar, evlerine baskın düzenlediler, darp ettiler, elektrik şoku ile işkence yaptılar. Naveed Butt’u, kaçırdılar ve 11 Mayıs 2012 Cuma gününden beri de kayıptır. Böylece Amerika’nın ajanları, Amerikan dünya düzeninin zararlarından kurtulmayı ve Hizb-ut Tahrir liderliğinde Raşidi Hilafetinin kurulmasını engellemek için ellerinden geleni yapıyorlar.

Ey Pakistan Silahlı Kuvvetleri! Artık Amerika ile ittifak projesinden vazgeçmenizin ve saflarınızı Amerika’nın ajanlarından arındırmanızın zamanı gelmiştir. General Müşerref’in Ekim 1999’da Pakistan’daki Amerikan hegemonyasını güçlendirmek için iktidara gelmesinin üzerinden çeyrek asır geçti. General Müşerref’ten sonra gelen liderliğinizdeki ardışık ajanlar, Amerika’nın hâkimiyetini daha da pekiştirdi. Her geçen yıl, Pakistan’ın güvenlik ve ekonomisi daha da kötüleşti. Kendinize bir sorun, Pakistan Amerika ile ittifaka daha ne kadar dayanabilir? Allah Subhânehu ve Teala’nın uyarısına kulak vermeyecek misiniz?

إِنَّمَا يَنْهَاكُمْ اللَّهُ عَنْ الَّذِينَ قَاتَلُوكُمْ فِي الدِّينِ وَأَخْرَجُوكُمْ مِنْ دِيَارِكُمْ وَظَاهَرُوا عَلَى إِخْرَاجِكُمْ أَنْ تَوَلَّوْهُمْ وَمَنْ يَتَوَلَّهُمْ فَأُوْلَئِكَ هُمْ الظَّالِمُونَ  “Allah, sizi ancak, sizinle din konusunda savaşan, sizi yurtlarınızdan çıkaran ve çıkarılmanız için destek verenleri dost edinmekten men eder. Kim onları dost edinirse, işte onlar zalimlerin ta kendileridir.” [Mümtehine 9] Şüphesiz, Amerika bizimle savaş halindedir ve topraklarımızı işgal etmiştir. Şüphesiz, Amerika, Yahudilere ve Hindulara bizimle savaşmaları ve topraklarımızı işgal etmeleri için yardım etmektedir. O halde, Alim ve Hakîm olan Allah Subhânehu ve Teala’nın uyarısına kulak verin ve Amerika ile her türlü ittifakı kesmek için ilk pratik adımı atın.

Ey Pakistan Silahlı Kuvvetleri! Kâfirlerle tüm bağları kesin ve müminleri Raşidi Hilafet altında birleştirin. Allah Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurmuştur:

الَّذِينَ يَتَّخِذُونَ الْكَافِرِينَ أَوْلِيَاءَ مِنْ دُونِ الْمُؤْمِنِينَ أَيَبْتَغُونَ عِنْدَهُمْ الْعِزَّةَ فَإِنَّ الْعِزَّةَ لِلَّهِ جَمِيعًا  “Onlar, müminleri bırakıp kafirleri dost edinen kimselerdir. Onların yanında izzet ve şeref mi arıyorlar? Halbuki bütün izzet ve şeref Allah’a aittir.” [Nisa 139] Raşidi Hilafet projesi, güç ve iktidarı kâfirlerde aramaz. Raşidi Hilafet, dünyanın en güçlü devleti olmak için Müslümanların gücünü birleştirecektir. Allah Subhânehu ve Teâlâ, İslam ümmetine milyonlarca asker, büyük enerji ve maden rezervleri, zeki evlatlar, engin denizlere ve kritik su yollarına erişim imkânı ve geniş tarım arazileri bahşetmedi mi? Allah Subhânehu ve Teâlâ, Gazze sınavıyla ümmeti değişim için hazırlamadı mı? Tüm ümmet, artık Amerikan dünya düzeninin kötülüğünü fark etmiştir. Tüm Ümmet, artık İslam ve birlik gerekliliğinden bahsediyor. Hilafet çağrısı Endonezya ve Fas’tan bile duyuluyor. Ümmetin Amerika’nın elinden çektiği acıları sona erdirmek için ilk pratik adımı atmasının ideal zamanı değil mi?

Ey Pakistan’daki güç ve kuvvet ehli! Ey nusret ehli! Artık yeni bir proje olan Raşidi Hilafetin ve yeni bir liderlik olan Hizb-ut Tahrir’in zamanı gelmiştir. Mevcut liderliğiniz, size sadece daha fazla zillet sunmaktadır. Romalıların ve Perslerin zalim dünya düzenini yıkan Raşidi Hilafetti. Hilafet, adil Şeriat yasalarına dayalı bir küresel düzen kurarak asırlar boyunca diğer dünya güçlerine hükmetti. Şu an Raşidi Hilafeti kuracak bir liderliğe, Hizb-ut Tahrir’e ihtiyacınız var. Hizb-ut Tahrir, Kuran ve Sünnetten şeri delilleriyle birlikte Hilafet için 191 maddelik bir anayasa hazırlamıştır. İslam’ın politik çözümlerine ve uygulama yöntemine odaklanan bir kütüphanesi de hazırdır. Müslüman dünyasında yetenekli, uyanık, kararlı, Hilafetteki yöneticilere öğüt vermeye ve hesaba çekmeye hazır erkek ve kadınlardan ordular yetiştirmiştir. Şu an ki küresel Emiri ve lideri, yetenekli devlet adamı ve seçkin fakih Şeyh Ata Bin Halil Ebu Raşta’dır. Hadi Amerikan dünya düzenini yıkmak, Allah Subhânehu ve Teâlâ’nın rızasına erişmek için ilk pratik adımı atın. Nübüvvet metodu üzere Raşidi Hilafetin kurulması için Hizb-ut Tahrir’e nusret verin.

Devamını oku...

Hizb-ut Tahrir / Bangladeş Vilayeti, Bangladeş Politika Söylemi’nin (BPD) Düzenlediği “Zorbalıktan Arınmış Yeni Bangladeş: Kara Yasaların Devam Etmesi mi Yoksa Yürürlükten Kaldırılması mı?” Konulu Yuvarlak Masa Toplantısında Bir Konuşmayı Yaptı

Politika Söylemi’nin (BPD) 14 Eylül 2024 Cumartesi günü saat 11.00’de CIRDAP Oditoryumunda “Zorbalıktan Arınmış Yeni Bangladeş: Kara Yasaların Devam Etmesi mi Yoksa Yürürlükten Kaldırılması mı?” konulu yuvarlak masa toplantısı düzenledi. Hizb-ut Tahrir / Bangladeş Vilayeti üyesi Kazi Riyad ve Muhammed Shamsuddoha, davet edildikleri yuvarlak masa toplantısında ayrı ayrı konuşmalar yaptılar. Bu konuşmaların özeti aşağıdadır:

Hizb-ut Tahrir üyesi Kazi Riyad, konuşmasında Hasina hükümetinin devrildiğini, ancak zalim Hasina’nın halkı baskı altında tuttuğu kara yasaların hâlâ yürürlükte olduğunu belirtti. Bu mitingden, özellikle Özel Yetkiler Yasası, Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 54. Maddesi, Terörle Mücadele Yasası ve Siber Güvenlik Yasası gibi tüm kara yasaların derhal kaldırılmasını talep ediyoruz. Aslında sömürgeciler bölge halkını baskı altına almak için “kara yasaları” uygulamaya koymuşlardı ve daha sonra ajan rejimler de aynı şekilde ülke halkını baskı altına almak için kara yasaları farklı isimler altında uygulamaya devam etmişlerdir.

Mevcut Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 54. Maddesini biliyoruz. İngilizler, ilk olarak bu yasayı 1898’de İngiliz karşıtı kitlesel hareketleri bastırmak için yürürlüğe koydular. Bu kanunun 54. maddesi uyarınca milyonlarca insanı hiçbir gerekçe ve tutuklama emri olmadan gözaltına aldılar. Halkı baskı altında tutmak amacıyla 1974’te de Özel Yetkiler Yasası çıkarıldı. Bu yasa uyarınca polise, herhangi bir şüpheliyi tutuklama emri olmaksızın gözaltına alma yetkisi verildi. Daha sonra bu baskıcı yasaların devamı olarak “Bakshal” kuruldu.

Batı’nın İslam’a karşı yürüttüğü küresel savaş doğrultusunda 2009 Terörle Mücadele Yasası çıkarıldı. Hasina hükümeti, Batının İslam dünyasındaki uyanışı ve siyasal İslam’ı engellemek için terörle mücadele kisvesi altında “İslam’a karşı yürütülen savaşı” sürdürme vaadiyle iktidara gelmiştir. Bildiğiniz gibi, Şubat 2009’da Hizb-ut Tahrir, Hasina ve Hindistan’ın komplosuyla Pilkhana’da yetenekli subayların öldürülmesine karşı güçlü ve cesur bir protesto düzenlemiştir. Bu bağlamda, zalim Hasina, basit bir ‘basın notu’ ile Hizb-ut Tahrir’i yasakladı ve bu yasayı parti liderlerine ve aktivistlerine baskı uygulamak için kullandı. Ayrıca, bu yasa kapsamında çok sayıda alim, politikacı ve sıradan insanlar zorla kayıplara, tutuklamalara ve işkenceye maruz kaldı. Dahası, insanlar, Siber Güvenlik Yasası kapsamında samimi politikacıların, gazetecilerin ve aydınların nasıl bastırıldığına tanıklık ettiler.

Konuşmacılar ayrıca, bu kara yasaların İslam Şeriatına göre haram olduğunu söylediler. Çünkü yöneticilerden hesap sormak her Müslümanın dini görevidir. Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:

أفضل الجهاد كلمة عدل عند سلطان جائر“Cihadın en üstünü zalim sultana karşı doğruyu söylemektir.” Buna ek olarak, şüphelilerin tutuklanması ve gözaltına alınması, İslam’ın “Bir kişi suçluluğu kanıtlanana kadar masumdur” ilkesine aykırıdır.

Hizb-ut Tahrir üyesi Mohammad Samsuddoha ise Hizb-ut Tahrir’e uygulanan yasa dışı ve haksız yasağın kaldırılması konusunu gündeme getirdi. Hizb-ut Tahrir, zalim Hasina’nın iktidara gelmesinin hemen ardından kara yasalarının ilk kurbanı olmuştu. 2009 yılında Hasina ve Hindistan’ın komplosuyla acımasız Pilkhana katliamı gerçekleştiğinde, bu konuyu ümmete samimiyetle ve cesaretle ortaya koyan tek parti Hizb-ut-Tahrir idi. Katil Hasina hükümeti, Hizb-ut Tahrir ile siyasi yollardan baş edemeyince, sadece bir basın notu ile faaliyetlerine yasa dışı ve haksız kısıtlamalar getirerek, bu doğru ve ödünsüz sesi bastırmaya çalıştı. Buna rağmen Hizb-ut Tahrir, Hasina hükümetinin tutuklamalarına, zorla kaybetmelerine, cinayetlerine, askeri subayların görevden alınmasına ve anti-İslami faaliyetlerine karşı tavizsiz bir şekilde siyasi mücadelesini sürdürdü. Bu bağlamda, 2013’te tiran Hasina, yasaları hiçe sayarak ve yürütme yetkisini kötüye kullanarak Hizb-ut Tahrir’i bu kötü şöhretli Terörle Mücadele Yasası kapsamına dahil etti. Devlet gücünü böylesine iğrenç bir şekilde kötüye kullanan o dönemki yürütme organının cezalandırılmasını talep ediyoruz. Bu kara yasayı kullanarak, devrilen zalim Hasina hükümeti, BNP, Cemaat-i İslami, Hefazat-i İslam ve sayısız siyasi lider-aktivist, alim-ulema, entelektüel, gazeteci ve protestocuya karşı tarif edilemez baskılar uyguladı ve kötü şöhretli “AYNA GHAR”ı yarattı. Bu suçların faillerinin cezalandırılmasını talep ediyoruz.

Geçici hükümete, kara yasaları reform tuzağına düşmemesi konusunda tavsiyede bulunmak istiyoruz. Kara yasaları ortadan kaldırmak ve tiran Hasina tarafından Hizb-ut-Tahrir’e uygulanan yasa dışı ve haksız yasağı kaldırmak için adımlar atmalıdır. Cemaat-i İslami, diktatör Hasina hükümetinin yasağının en son kurbanıydı. Oysa biz bu baskıların ilk kurbanıydık. Adalet ve hakkaniyeti sağlayarak zalim Hasina hükümetinden ayrıldıklarını kanıtlamalı ve ayrımcılığa karşı olduklarını göstermelidirler.

Konuşmacı ayrıca şunları söyledi: Hizb-ut Tahrir’e karşı yerli ve yabancı iftiracıların propagandalarına kulak asmayın. Hizb-ut Tahrir, sistematik siyasi faaliyetler yürüten entelektüel ve siyasi bir partidir, ideolojisini yaymak için hiçbir şekilde şiddete başvurmaz. Ayrıca, Hizb-ut-Tahrir, azınlıklara ve türbelere yapılan saldırıları, ülkedeki toplumsal uyumu yok etmek için yapılan diğer girişimleri şiddetle kınamıştır. Bu bizim tutumumuzdur, geçmişte olduğu gibi, şu anda ve gelecekte de tutumumuz bu olacaktır. Ayrıca, Hizb-ut-Tahrir, su saldırısı, sınır cinayetleri, geçiş ve koridorlar dahil olmak üzere tüm ulus karşıtı anlaşmalara ve saldırganlıklara karşı durmuştur ve gelecekte herhangi bir saldırganlığa karşı en ön safta durmaya da devam edecektir.

Son olarak, geçici hükümete şunu söylemek istiyoruz: Dakka Üniversitesi, BUET, Chittagong Üniversitesi, Shahjalal Bilim ve Teknoloji Üniversitesi, Rajshahi Üniversitesi, North South Üniversitesi, Brac Üniversitesi, East-West Üniversitesi gibi ülkenin önde gelen üniversiteleri ve eğitim kurumlarından binlerce genç, eski üst düzey hükümet yetkilileri, eski askeri subaylar, gazeteciler, öğretmenler, entelektüeller ve toplumun diğer etkili kesimleri Hizb-ut Tahrir’in entelektüel ve siyasi mücadelesiyle hemfikirdirler. Ayrıca, ülkenin çalışkan halkı da İslam’a büyük bir sevgi beslemektedir. Bu nedenle, diktatör Hasina’nın Hizb-ut Tahrir’e karşı bıraktığı yasağı sürdürerek hem toplumun etkili kesimlerinden hem de İslam’ı seven halktan uzaklaşmamalarını öneriyoruz. Hizb-ut-Tahrir üzerindeki yasağı derhal kaldırın.

إِنَّ فِي ذَلِكَ لَذِكْرَى لِمَنْ كَانَ لَهُ قَلْبٌ أَوْ أَلْقَى السَّمْعَ وَهُوَ شَهِيدٌ “Şüphesiz ki bunda aklı olan veya hazır bulunup kulak veren kimseler için bir öğüt vardır.” [Kaf 37]

Devamını oku...

Hizb-ut Tahrir / Bangladeş Vilayeti, Tüm Baskıcı Kara Yasaların Kaldırılması ve Hizb-ut Tahrir’e Uygulanan Yasa Dışı ve Haksız Yasağın Kaldırılması Talebiyle Gösteri ve Miting Düzenledi

Hizb-ut Tahrir / Bangladeş Vilayeti, 13 Eylül 2024) cuma günü Cuma namazının ardından Ulusal Cami Beyt’ül Mükerrem Kuzey Kapısında zalim Hasina zamanındaki tüm kara yasaların kaldırılması ve Hizb-ut Tahrir’e uygulanan yasadışı ve haksız yasağın kaldırılması talebiyle bir gösteri ve miting düzenledi. Aşağıda, miting öncesi konuşmacılar tarafından yapılan konuşmaların bir özeti yer almaktadır.

Konuşmacılar, Hasina hükümetinin düştüğünü ancak zalim Hasina’nın insanları baskı altına aldığı kara yasaların hala yürürlükte olduğunu söyledi. Bu mitingden, özellikle Özel Yetkiler Yasası, Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 54. Maddesi, Terörle Mücadele Yasası ve Siber Güvenlik Yasası gibi tüm kara yasaların derhal kaldırılmasını talep ediyoruz. Aslında sömürgeciler bölge halkını baskı altına almak için “kara yasaları” uygulamaya koymuşlardı ve daha sonra ajan rejimler de aynı şekilde ülke halkını baskı altına almak için kara yasaları farklı isimler altında uygulamaya devam etmişlerdir.

Mevcut Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 54. Maddesini biliyoruz. İngilizler, ilk olarak bu yasayı 1898’de İngiliz karşıtı kitlesel hareketleri bastırmak için yürürlüğe koydular. Bu kanunun 54. maddesi uyarınca milyonlarca insanı hiçbir gerekçe ve tutuklama emri olmadan gözaltına aldılar. Halkı baskı altında tutmak amacıyla 1974’te de Özel Yetkiler Yasası çıkarıldı. Bu yasa uyarınca polise, herhangi bir şüpheliyi tutuklama emri olmaksızın gözaltına alma yetkisi verildi. Daha sonra bu baskıcı yasaların devamı olarak “Bakshal” kuruldu.

Batı’nın İslam’a karşı yürüttüğü küresel savaş doğrultusunda 2009 Terörle Mücadele Yasası çıkarıldı. Hasina hükümeti, Batının İslam dünyasındaki uyanışı ve siyasal İslam’ı engellemek için terörle mücadele kisvesi altında “İslam’a karşı yürütülen savaşı” sürdürme vaadiyle iktidara gelmiştir. Bildiğiniz gibi, Şubat 2009’da Hizb-ut Tahrir, Hasina ve Hindistan’ın komplosuyla Pilkhana’da yetenekli subayların öldürülmesine karşı güçlü ve cesur bir protesto düzenlemiştir. Bu bağlamda, zalim Hasina, basit bir ‘basın notu’ ile Hizb-ut Tahrir’i yasakladı ve bu yasayı parti liderlerine ve aktivistlerine baskı uygulamak için kullandı. Ayrıca, bu yasa kapsamında çok sayıda alim, politikacı ve sıradan insanlar zorla kayıplara, tutuklamalara ve işkenceye maruz kaldı. Dahası, insanlar, Siber Güvenlik Yasası kapsamında samimi politikacıların, gazetecilerin ve aydınların nasıl bastırıldığına tanıklık ettiler.

Konuşmacılar ayrıca, bu kara yasaların İslam Şeriatına göre haram olduğunu söylediler. Çünkü yöneticilerden hesap sormak her Müslümanın dini görevidir. Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:

أفضلالجهادكلمةعدلعندسلطانجائر  “Cihadın en üstünü zalim sultana karşı doğruyu söylemektir.” Buna ek olarak, şüphelilerin tutuklanması ve gözaltına alınması, İslam’ın “Bir kişi suçluluğu kanıtlanana kadar masumdur” ilkesine aykırıdır.

Konuşmacılar, Hizb-ut Tahrir’e uygulanan yasa dışı ve haksız yasağın kaldırılması konusunu gündeme getirdiler. Hizb-ut Tahrir, zalim Hasina’nın iktidara gelmesinin hemen ardından kara yasalarının ilk kurbanı olmuştu. 2009 yılında Hasina ve Hindistan’ın komplosuyla acımasız Pilkhana katliamı gerçekleştiğinde, bu konuyu ümmete samimiyetle ve cesaretle ortaya koyan tek parti Hizb-ut-Tahrir idi. Katil Hasina hükümeti, Hizb-ut Tahrir ile siyasi yollardan baş edemeyince, sadece bir basın notu ile faaliyetlerine yasa dışı ve haksız kısıtlamalar getirerek, bu doğru ve ödünsüz sesi bastırmaya çalıştı. Buna rağmen Hizb-ut Tahrir, Hasina hükümetinin tutuklamalarına, zorla kaybetmelerine, cinayetlerine, askeri subayların görevden alınmasına ve anti-İslami faaliyetlerine karşı tavizsiz bir şekilde siyasi mücadelesini sürdürdü. Bu bağlamda, 2013’te tiran Hasina, yasaları hiçe sayarak ve yürütme yetkisini kötüye kullanarak Hizb-ut Tahrir’i bu kötü şöhretli Terörle Mücadele Yasası kapsamına dahil etti. Devlet gücünü böylesine iğrenç bir şekilde kötüye kullanan o dönemki yürütme organının cezalandırılmasını talep ediyoruz. Bu kara yasayı kullanarak, devrilen zalim Hasina hükümeti, BNP, Cemaat-i İslami, Hefazat-i İslam ve sayısız siyasi lider-aktivist, alim-ulema, entelektüel, gazeteci ve protestocuya karşı tarif edilemez baskılar uyguladı ve kötü şöhretli “AYNA GHAR”ı yarattı. Bu suçların faillerinin cezalandırılmasını talep ediyoruz.

Geçici hükümete, kara yasaları reform tuzağına düşmemesi konusunda tavsiyede bulunmak istiyoruz. Kara yasaları ortadan kaldırmak ve tiran Hasina tarafından Hizb-ut-Tahrir’e uygulanan yasa dışı ve haksız yasağı kaldırmak için adımlar atmalıdır. Cemaat-i İslami, diktatör Hasina hükümetinin yasağının en son kurbanıydı. Oysa biz bu baskıların ilk kurbanıydık. Adalet ve hakkaniyeti sağlayarak zalim Hasina hükümetinden ayrıldıklarını kanıtlamalı ve ayrımcılığa karşı olduklarını göstermelidirler.

Konuşmacı ayrıca şunları söyledi: Hizb-ut Tahrir’e karşı yerli ve yabancı iftiracıların propagandalarına kulak asmayın. Hizb-ut Tahrir, sistematik siyasi faaliyetler yürüten entelektüel ve siyasi bir partidir, ideolojisini yaymak için hiçbir şekilde şiddete başvurmaz. Ayrıca, Hizb-ut-Tahrir, azınlıklara ve türbelere yapılan saldırıları, ülkedeki toplumsal uyumu yok etmek için yapılan diğer girişimleri şiddetle kınamıştır. Bu bizim tutumumuzdur, geçmişte olduğu gibi, şu anda ve gelecekte de tutumumuz bu olacaktır. Ayrıca, Hizb-ut-Tahrir, su saldırısı, sınır cinayetleri, geçiş ve koridorlar dahil olmak üzere tüm ulus karşıtı anlaşmalara ve saldırganlıklara karşı durmuştur ve gelecekte herhangi bir saldırganlığa karşı en ön safta durmaya da devam edecektir.

Son olarak, geçici hükümete şunu söylemek istiyoruz: Dakka Üniversitesi, BUET, Chittagong Üniversitesi, Shahjalal Bilim ve Teknoloji Üniversitesi, Rajshahi Üniversitesi, North South Üniversitesi, Brac Üniversitesi, East-West Üniversitesi gibi ülkenin önde gelen üniversiteleri ve eğitim kurumlarından binlerce genç, eski üst düzey hükümet yetkilileri, eski askeri subaylar, gazeteciler, öğretmenler, entelektüeller ve toplumun diğer etkili kesimleri Hizb-ut Tahrir’in entelektüel ve siyasi mücadelesiyle hemfikirdirler. Ayrıca, ülkenin çalışkan halkı da İslam’a büyük bir sevgi beslemektedir. Bu nedenle, diktatör Hasina’nın Hizb-ut Tahrir’e karşı bıraktığı yasağı sürdürerek hem toplumun etkili kesimlerinden hem de İslam’ı seven halktan uzaklaşmamalarını öneriyoruz. Hizb-ut-Tahrir üzerindeki yasağı derhal kaldırın.

إِنَّ فِي ذَلِكَ لَذِكْرَى لِمَنْ كَانَ لَهُ قَلْبٌ أَوْ أَلْقَى السَّمْعَ وَهُوَ شَهِيدٌ “Şüphesiz ki bunda aklı olan veya hazır bulunup kulak veren kimseler için bir öğüt vardır.” [Kaf 37]

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER