Perşembe, 03 Rebiu’l Evvel 1446 | 2024/09/05
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

Yolların Kapatılması ve Açılması, Yemen Halkının Çektiği Acıları Umursamayan Tarafların Kullandığı Siyasi Bir Baskı Kartıdır

Dün, 7 Haziran 2024 Cuma günü yerel medya, Taiz Vali Vekili Ahmed El Mesavi ve askeri komitenin, Devrim Lideri ve Yüksek Siyasi Konsey Başkanı’nın direktifleri doğrultusunda bugünden itibaren Taiz şehrine giden iki yolun açılacağını duyurdu. El Mesavi, el-Hoban - Kasr el-Şaab - el-Kambab anayolunun yolcular ve hafif taşımacılık için, el-Stein - el-Hamsin - Madinat al-Nour - Bir Basha ana yolunun da ağır ve orta nakliye kamyonları için olduğunu söyledi.

Bunun üzerine Husiler, dokuz yılı aşkın bir süre kapalı olan ve insanların, kapalı olması nedeniyle alternatif engebeli ve uzun yolları kat etmek zorunda kaldığı, bu yüzden hayatlarını ve mallarını kaybettikleri El-Hoban-Taiz yolunun aniden açıldığını duyurdular. Çatışan taraflarca kurulan ve insanları aşağılayan, mallarını yağmalayan ve huzurlarını bozan güvenlik kontrol noktaları, insanların acılarını daha da artırmıştır. Yemen’de kapalı yolların açılması teklif ve girişimleri bugünün meselesi değildir. Çok eski bir meseledir ancak savaşın tarafları, Allah’tan korkmadıkları, askeri mevzilerini kaybetmekten korktukları ve kafir efendilerinin direktiflerini takip ettikleri için bu tekliflere olumlu yanıt vermemiştiler. Bu da uğruna savaştıklarını söyledikleri insanların acılarını hafifletme iddialarının asılsız olduğunu göstermektedir!

Husiler, daha önce yoğun görüşmelere rağmen açılmasını bir türlü kabul etmedikleri El Hoban’ın ana yolunu yolculara ve diğer bir yolu da ağır yük taşıyan tankerlere hiçbir ön hazırlık olmadan açtılar. Peki neden şimdi? Neden böylesi bir zamanda? Yoksa itibarlarını kurtarmak ve topu sözde meşruiyet hükümetine atmak için Aden Bankası’nın yolu açma kararına misillememi yapmak istiyorlar? Çünkü Husiler her zaman saldırıda, rakipleri ise her zaman savunmada olmuştur, Aden Bankası’nın bu son kararından sonra Husiler öldürücü bir darbe almıştılar.

Yemen halkı, yolların açılmasının amacının acılarını hafifletmek için değil, bir baskı kartı olarak kullanıldığını bilmelidir. Siz ya da çektiğiniz acılar çatışan tarafların umurunda değil. Savaşın başından beri kapalı olan en önemli yollardan birinin birkaç dakika içinde açıldığını gözlerinizle gördünüz. Yaklaşık on yıldır hasta ve yaşlıların çektiği acılar, daha da kötüsü, bu ve diğer yolların kapalı olması nedeniyle akan kanlar ne dini ne de insani duygularını zerre kadar etkilememiştir. Yöneticilerinizin sizden yana değil, size karşı olduklarına, çatışmada sadece bir sayı olduğunuza ve daha fazlası olmadığınıza dair kalplerinizde daha en ufak bir şüphe var mı? 103 yıllık yokluğun ardından Allah’ın yönetimini yeryüzünde uygulayacak olan Nübüvvet metodu üzere Raşidi Hilafet Devleti dışında bakım, sorumluluk, Müslüman kanının saygınlığı ve sömürgeci kafirin kökünü kazıma gibi meselelerin olamayacağını daha fark etmediniz mi? Dünya ve ahiretin iyiliğine nail olmak istiyorsanız vakit kaybetmeden hemen samimilerin kervanına katılın.

هَذَا بَلَاغٌ لِّلنَّاسِ وَلِيُنذَرُوا بِهِ وَلِيَعْلَمُوا أَنَّمَا هُوَ إِلَهٌ وَاحِدٌ وَلِيَذَّكَّرَ أُولُو الْأَلْبَابِ“İşte bu, kendisiyle uyarılsınlar, Allah’ın ancak bir tek İlah olduğunu bilsinler ve akıl sahipleri iyice düşünüp öğüt alsınlar diye insanlara bir bildiridir.” [İbrahim 52]

Devamını oku...

Yöneticileri, Müslümanların Temiz Kanlarını Hakir Gördü... Aşağılık Düşmanları Bolca Kan Döktü

Yahudi varlığının bugün 8 Haziran 2024 Cumartesi günü Gazze Şeridi’ndeki Nuseyrat mülteci kampında gerçekleştirdiği cani operasyon ve katliam sonucu yüzlerce insan şehit oldu ve yaralandı. Çok sayıda işgal kuvveti ve suç makinesi, ağır bir suç işlemek ve kan dökmek arzusuyla dört esirini kurtarmak için Nuseyrat kampına operasyon düzenledi. Suç varlığının ve işlediği suçlarının en büyük sponsoru ve destekçisi ve aynı zamanda “ateşkes” görüşmelerinin baş denetçisi ABD de bu suç operasyonuna doğrudan katılım sağladı. Bu, Gazze halkının ve çocuklarının kanının ABD’nin hesabının, düşüncesinin, kurnazlığının ve planının dışında tutulduğunu teyit etmektedir.

Sekiz aydır süren savaşın ardından dört düşman esirinin kurtarılması ne düşmanın çöken moralini düzeltecek ne ayaklar altına alınan ve yerle bir olan prestijini geri kazandıracak, ne de cani liderlerinin aradığı hayali ve imkânsız zaferi varlığa bahşedecektir. Suç varlığı, sivillere ve çocuklara karşı işlediği suçlar ve döktüğü onca kanlarla, sadece başarısızlıklarını örtbas etme ve kahraman mücahitlerin elleriyle açığa çıkan zayıflığını ve çıplaklığını gizleme çabası içerisindedir.

Bugünkü işlenen katliam ve diğer tüm günlerde kaybedilen her masum canın ve dökülen her masum kanın vebali, herkesten önce cani Müslümanların yöneticilerin boyunlarındadır. Filistin halkını, çocuklarını, kanlarını, canlarını, istedikleri gibi katletsinler diye Amerika’ya, varlığa ve Yahudilere teslim ettiler. Yahudi varlığı ve hamisi Amerika, düşmandır. Nefretlerini ve suçlarını deneyimledik. Saldırganlığından kurt sorumlu tutulmaz. Suçlu yöneticiler, güvenliğini sağlamak için Yahudi varlığıyla işbirliği yaparken, misilleme yerine normalleşme sözü verirken ve onunla birlikte komplo kurarken Yahudiler Filistin halkını niye öldürmesin ki?

Operasyona, yüzlerce şehit ve yaralıya neden olan katliam değil de “Dört rehinenin kurtarılması” adının verilmesi yürek burkucu. Yine düşmanımızın esirlerini kurtarmak için sahip olduğu tüm güç ve silahını kullanması, buna karşılık onurlu Gazze halkının kanı için tek bir kurşun bile sıkılmaması, zillet, daha fazla zillet, kamuoyu önünde sadece sahte kınama, perde gerisinde ise komplo ve ihanet dışında Müslümanların yöneticilerinden hiçbir şey sadır olmaması da yürek parçalayıcı. Tüm bunlar, yöneticilerinin Müslümanları ve canlarını küçük gördüğünü kanıtıdır. Anlaşmazlıklarına rağmen suçlu kâfirler, birbirlerini desteklemek ve Yahudi varlığına yanlışlığında arka çıkmak için bir yek vücut olurken, Filistinli Müslümanların Allah’ın Müslüman silahlı kuvvetlere yardımı farz kıldığı kimseler tarafından yardımsız bırakılması çok üzücü. 

Masum hayatların ve temiz kanların vebali, silahlı kuvvetler ve ordular gibi değiştim gücüne sahip olup da hain yöneticileri devirmek, kardeşlerine destek olmak ve kanlarının intikamını almak için inisiyatif almayan kimselerin boynunadır. Nuseyrat kampında yaşananlar, yeni değil, sekiz aydır devam ediyor. Yöneticilerin vurdumduymazlığı ve Müslümanların kanlarını ve canlarını hiçe saymaları da yeni değil, onlarca yıldır devam ediyor. Bu yöneticiler tahtlarından indirilmediği sürece kan akmaya devam edecek, bununla birlikte ihanet ve kayıtsızlık da sürecektir.

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ مَا لَكُمْ إِذَا قِيلَ لَكُمُ انفِرُواْ فِي سَبِيلِ اللهِ اثَّاقَلْتُمْ إِلَى الأَرْضِ أَرَضِيتُم بِالْحَيَاةِ الدُّنْيَا مِنَ الآخِرَةِ فَمَا مَتَاعُ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا فِي الآخِرَةِ إِلاَّ قَلِيلٌ“Ey iman edenler! Ne oldunuz ki, size “Allah yolunda sefere çıkın” denilince, yere çakılıp kaldınız yoksa ahiretten vazgeçip dünya hayatını mı seçtiniz? Oysa ahirete göre dünya hayatının yararı, pek az bir şeydir.” [Tevbe 38]

Devamını oku...

Hizb-ut Tahrir/ Bangladeş Vilayeti Tarafından Düzenlenen Gösterilerden Ordudaki Samimi Subaylara Çağrı: İslam Ümmeti Filistin’in Kurtarılmasını Talep Ediyor, Filistin’i Kurtarmak İçin İlerleyin. Hilafetin Yeniden Kurulması İçin Hizb-ut Tahrir’e Nusre

Basın Açıklaması

Hizb-ut Tahrir/ Bangladeş Vilayeti Tarafından Düzenlenen Gösterilerden Ordudaki Samimi Subaylara Çağrı: İslam Ümmeti Filistin’in Kurtarılmasını Talep Ediyor, Filistin’i Kurtarmak İçin İlerleyin. Hilafetin Yeniden Kurulması İçin Hizb-ut Tahrir’e Nusret Verin

Bugün (7.6.2024 Cuma) Cuma namazı sonrası Dakka ve Chittagong şehirlerindeki birçok camide gösteriler düzenlendi. Gösterilerde ordudaki samimi subaylara Filistin’i kurtarmak için harekete geçmeleri ve Hilafeti yeniden kurmak için Hizb-ut Tahrir’e nusret vermeleri çağrısında bulunuldu. Yüzlerce cami cemaatinin katıldığı gösterilerde halk, Batılı Haçlıların ‘iki devletli çözüm’ projesine, yasadışı Yahudi varlığını tanıma komplosuna, İslam dünyasındaki ajan yöneticilerin aldatmacasına ve sessizliğine karşı sloganlar attı. Ayrıca Müslüman orduları Filistin’i özgürleştirmek için harekete geçmeye teşvik eden ve onlara şanlı tarihlerini hatırlatan sloganlar atıldı. Atılan sloganlardan bazıları şunlar: “Filistin... Filistin... Ey Müslüman Orduları! Yanıt Verin. Ey Müslüman Orduları! Filistin Kan Ağlıyor. Ey Müslüman Orduları! Mübarek Toprak Filistin’e Yanıt Verin. Ey Müslüman Orduları! İki Devletli Çözümü Reddedin. Ey Müslüman Orduları! İsrail’i Yok Edin. Ey Müslüman Orduları! Filistin’i Kurtarın. Ey Müslüman Orduları! Hain Yöneticileri Devirin. Ey Müslüman Orduları! Hilafeti Kurun. Ey Müslüman Orduları! Sizler Halid’in Kılıcısınız. Ey Müslüman Orduları! Sizler Eyyubi’nin Torunlarısınız. Ey Müslüman Orduları! Kışlalarınızdan Çıkın. Ey Müslüman Orduları! Sorumluluğunuzu Yerine Getirin. Ey Müslüman Orduları! Günümüzün Selahaddin’i Nerede… vb.”

Dünyanın dört bir yanındaki Müslümanlar, Filistin’in kurtarılmasını talep ederken, Müslüman ülkelerin ajan yöneticileri, Batılı Haçlıların ‘İki Devletli çözümü’ adına Mübarek Toprak Filistin’deki yasadışı Yahudi varlığını tanımak için komplo kuruyorlar. Bildiğiniz üzere, 1917 yılında İngiliz Dışişleri Bakanı’nın ‘Balfour Deklarasyonu’ Filistin’de Yahudiler için ulusal bir yurt kurulmasını öngörüyordu. İkinci Dünya Savaşı sırasında Filistin’e çok sayıda Yahudi mülteci akını oldu ve Müslümanları yurtlarından çıkarmaya başladılar. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ABD gözetiminde Kasım 1947’de BM Güvenlik Konseyi’nin 181 sayılı kararı uyarınca Filistin bölündü ve yasadışı Yahudi işgali meşru bir devlet olarak tanındı. Başta İngiltere-Amerika olmak üzere Batılı Haçlıların yardımıyla bu Yahudi varlığı şu anda Filistin topraklarının yaklaşık yüzde 85’ini işgal etmektedir ve ‘İki Devletli Çözüm’, Mübarek Toprak Filistin’deki bu yasadışı işgali tanımaktadır.

Bu yöneticiler, Filistin’in kurtarılmasının önünde duran en büyük engeldir. Müslüman silahlı kuvvetleri kışlalarına zincirlemişlerdir. Bu nedenle ordudaki samimi subaylar, yozlaşmış yöneticileri deviren, Müslüman topraklarını birleştiren ve 1187’de Kudüs’ü Hıristiyan Haçlılardan kurtarmak için askeri sefer düzenleyen Selahaddin Eyyubi’nin izinden gitmelidir Dolayısıyla onların görevi mevcut yönetici eliti ortadan kaldırmak ve Hilafeti yeniden kurmak için Hizb-ut Tahrir’e nusret vermektir. Hilafet, İslam ümmetinden sorumludur. Hilafet, İslam ümmetinin askeri güçlerini harekete geçirecek ve onları Filistin’i kurtarmak için askeri seferlere gönderecektir. Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur:

إِنَّمَاالْإِمَامُجُنَّةٌيُقَاتَلُمِنْوَرَائِهِوَيُتَّقَىبِهِ“İmam ancak bir kalkandır. Arkasında savaşılır ve onunla korunulur.” [Müslim]

Devamını oku...

Amerika’nın Cezalandırması İle Kararlarındaki Ciddiyet Arasında Uluslararası Ceza Mahkemesi!

  • Kategori Makaleler
  •   |  

El-Raye Gazetesi

Amerika’nın Cezalandırması İle Kararlarındaki Ciddiyet Arasında Uluslararası Ceza Mahkemesi!

Üstad Esad Mansur’un Kaleminden

ABD Başkanı Biden 20 Mayıs 2024’te, Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin Yahudi varlığı yetkililerine yönelik talebini utanç verici olarak nitelendirdi ve onun idaresinin karar taslağına şiddetle karşı çıktığını söyledi. Ayrıca (mahkemenin) Hamas liderlerine karşı verdiği kararı desteklerken “Mahkemenin “İsrail” üzerinde hiçbir yargı yetkisi yoktur” diyerek Amerika’nın kibrini teyit etti!

4 Haziran 2024 günü, “Uluslararası Ceza Mahkemesi tanımadığımız bir şeydir" diyerek bu kibir ve gururunu teyit etmiş ve mutlak Amerikan desteğiyle Gazze’de soykırım yapmaya devam eden Yahudi varlığı yetkililerine yönelik kararını reddetmiştir. Ayrıca ABD Temsilciler Meclisi’nden mahkemenin karar taslağını reddetmesini talep etti. Nitekim bunun üzerine ABD Temsilciler Meclisi karar taslağını reddetti ve Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin cezalandırılması yönünde oy kullandı. Dolayısıyla ona (mahkeme) uygulanacak yaptırımlar arasında, mahkeme yetkililerinin Amerika’ya girişlerinin engellenmesi ve giriş vizelerinin iptal edilmesinin yanı sıra mahkemeyi finanse eden yakın müttefiklere, onların liderlerine, yasa koyuculara ve mahkemeye hizmet sağlayan Amerikan şirketlerine yaptırımlar uygulanması da yer alıyor.

Biden’ın, bu mahkemenin 17/03/2023 tarihinde Rusya Devlet Başkanı Putin’e karşı Ukrayna’daki savaş suçlarından sorumlu olduğu suçlamasıyla aldığı kararını desteklediği, o gün Temsilciler Meclisi’ni Putin’e karşı açılan mahkemeyi desteklemeye teşvik ettiği, bunun üzerine ABD Kongresi’nin harekete geçip Uluslararası Adalet Divanı’nın Rusya ve onun başkanına karşı aldığı kararları desteklediği bilinmektedir. Nitekim bu kibir ve gururu teyit eden Savunma Bakanları Austin’in şu sözleri oldu: “Amerika, “İsrailli” yetkililere karşı tutuklama müzekkeresi çıkarması konusunda mahkemeyle anlaşmazlığına rağmen Ukrayna konusunda mahkemeyle işbirliği yapmaya devam edecektir.”

Nitekim mahkeme, “ABD ordusu ve CIA üyelerinin 2016 yılında Afganistan’da tutuklulara işkence yaparak savaş suçu işlemiş olabileceğini” söylediğinde Trump dönemindeki ABD yönetimi, Uluslararası Ceza Mahkemesi'ndeki hakim ve savcılara yaptırım uygulama tehdidinde bulunmuş ve bizzat mahkeme üyelerine yaptırımlar uygulanmıştı.

Böylece mahkemenin kararı, Amerikalıların ve onların üssü Yahudi varlığının davranışlarıyla ilgili olduğunda reddediyorlar, ancak onların düşmanlarıyla ilgili olduğunda ise kabul edip destekliyorlar! Dolayısıyla Biden iktidara geldiğinde uluslararası hukuka ve uluslararası mahkemelerin kararlarına saygı gösterme sözü verdiği, ancak bu utanç verici ikili pozisyonlarla verdiği sözlere saygı göstermediği, bunun da kendisine ve ülkesine olan saygıyı zedelediği bilinmelidir.

Görünen o ki en üst düzeydeki Amerikalılar, bu düşük ve çelişkili konumlarından bir utanç duymuyorlar ve başkalarının kendileri hakkında ne söylediklerini hiç umursamıyorlar; çünkü kibir, riya ve gurur onları kör ve sağır etmiştir; zira askeri, ekonomik, sanayi ve teknolojik güç olarak kendilerini dünyadan üstün gördükleri için herkes onlara boyun eğiyor, onların projelerini takip ediyor ve hiç kimsenin onlara bir şey dayatmaya gücü yetmiyor; bu yüzden Yahudi varlığının Gazze’de yaptıklarını meşru müdafaa olarak, onun işlediği katliamı savaş ve soykırım olarak değil savaşın gereklilikleri olarak ve Rusya’nın Ukrayna’da yaptıklarını ise saldırı ve savaş suçu olarak kabul ediyorlar!

Amerika’nın bu tavırlarında şaşılacak bir şey yoktur; zira en iğrenç suçları işlediği ve her iki ülkeyi de yok ettiği Afganistan ve Irak’ta da aynısını yapmıştır. Aynı şekilde Suriye’de de suçlu ajanı Beşar’a katliam yapma talimatı verip İran’ı, yandaşlarını ve Rusya’yı da yanına alarak doğrudan müdahale etmiş ve Kürt milliyetçilerini Suriye halkına karşı kullanmıştır.

Amerika kendi çıkarları dışında hiçbir şeyi umursamıyor ve bunu da tüm yetkilileri aracılığıyla ilan ediyor. Dolayısıyla Amerika, İnsanlığı, değerleri, ahlakı, adaleti ve hakkaniyeti umursamıyor ancak sadece bunları, nüfuzunu genişletmek, diğer ülkelerin servetlerini yağmalamak, kibrinden, gururundan ve saldırganlığından dolayı direnişçileri vurmak gibi çıkarlarını gerçekleştirmek için bir slogan olarak kullanıyor.

Hatta onlar, yani kendi ülkelerindeki Amerikalıların bazıları, kendi çıkarlarına aykırı gördüklerinde mahkemelerinin kararlarına saygı duymuyorlar. Örneğin Trump, zina yaptığı ünlü bir fahişeye para ödemeye ilişkin resmi belgelerde sahtecilik yapmaktan kendisini suçlu bulan mahkeme kararlarını reddetmiş ve bunun hileli bir yargılama olduğunu ve utanç verici olduğunu söylemişti. Aynı şekilde Trump’ın takipçileri de mahkeme üyelerini cezalandırmak, silahlı devrim yapmak ve mahkeme başkanını öldürmekle tehdit etmişlerdi; zira onlar da ABD Temsilciler Meclisi’ndeki başkanlarına ve yardımcılarına benziyorlar.

Mahkemenin karar taslağı uygulama amaçlı değildir; aksine Uluslararası Ceza Mahkemesi Başsavcısı Kerim Han’ın Sunday Times Gazetesine şu şekilde söyleyip 26/5/2024 tarihinde yayımlandığı gibidir: “Dünya bu durumu görüyor ve Latin Amerika, Afrika ve Asya'da buna kristalleşme noktası olarak bakıyorlar. Ülkeler bir dizi yasa olduğunu söylerken samimiler mi, yoksa kurallara dayalı bu sistem sadece bir saçmalık olup NATO’nun ve sömürgecilik sonrası dünyanın elindeki, bunları eşit şekilde uygulamaya yönelik ciddi niyeti olmayan bir araç mıdır?”

Karar taslağı zayıf ülkeleri aldatmak için önerilmiş olup hiç kimse, Uluslararası Adalet Divanı’nın kararlarında olduğu gibi şayet mahkeme onaylasa bile Yahudi varlığına karşı vereceği kararların uygulanacağına inanmıyor. Nitekim Kerim Han, 7 Ekim’den sonra Yahudi varlığını birkaç kez ziyaret ettiğini, bu varlığa desteğini beyan ettiğini, cebinde ise “Onları evlerine getirin” yazan mavi bir bileklik bulunduğunu söylemiş ve Yahudi varlığı tarafından haksız ve keyfi olarak tutuklanan ve onun hapishanelerinde korkunç işkencelere maruz bırakılan binlerce mahkûmun serbest bırakılmasını talep etmeksizin Gazze’deki Yahudi esirlere atıfta bulunmuştur.

Amerika başta olmak üzere Batı, insanlığın amansız düşmanıdır; zira sömürge döneminde ve sonrasında insanlığa karşı en korkunç suçları işlemiş olup hâlâ da işlemeye devam etmektedir; örneğin 1948’de Birleşmiş Milletlerin haksız kararıyla bir Yahudi varlığı kurdular ve Yahudilerin toprakları gasp etmesine ve onun halkını sürgün etmesine imkân sağladılar; bu yüzden o, her yönden meşru olmayan bir varlıktır. Ayrıca bu varlığın, İslam’a ve Müslümanlara karşı savaşmak için yeni bir Haçlı üssü olmasını sağladılar, onu silahlandırdılar ve desteklediler. Bu nedenle kendi çıkarlarına aykırı olduğu takdirde uluslararası kanunları ve mahkemeleri ayaklarının altına alıyorlar. Aksine insanlar bunların “sadece bir saçmalık olup NATO’nun ve sömürgecilik sonrası dünyanın elindeki, bunları eşit şekilde uygulamaya yönelik ciddi niyeti olmayan bir araç olduğunu” fark ediyorlar; şayet Başsavcı bunun aksini ispat etmeye kalkışırsa bu, uygulamak için değil aldatmak için olacaktır.

Her ne kadar Amerika, şu anda dünyanın kendisine, tutumlarına, ve Yahudi varlığının suçlarına verdiği desteğe yönelik nefretini umursamayıp sadece kendi çıkarlarını düşünüyor olsa da ancak uzun vadede bu, insanların onu reddetmesini artıracak ve ona olan güvenlerini azaltacaktır; hatta Allah, hak olan devletin, yani Rabbani adalet ve hakkaniyet kurallarına dayalı Raşidi Hilafet Devleti’nin doğmasına izin verdiğinde, bu kurallara dayalı uluslararası bir yapının tesis edilmesi fikrini, insanlığın ahlaki ve manevi olarak uymaları gereken normlar olarak sunacaktır; insanlar da buna ilgi duyacaklar ve büyük sömürgeci güçler tarafından kontrol edilen mevcut Birleşmiş Milletler organının, Güvenlik Konseyi’nin ve Adalet Divanı'ndan Ceza Mahkemesine kadar mahkemelerin etrafından dağılacaklardır.

Kaynak: El-Raye Gazetesi -499. Sayı - 12/06/2024

Devamını oku...

Azerbaycan Petrolü, Türkiye Üzerinden Yahudi Varlığına Taşınmaya Devam Ediyor!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Azerbaycan Petrolü, Türkiye Üzerinden Yahudi Varlığına Taşınmaya Devam Ediyor!

Haber:

“İsrail'e” Türkiye üzerinden petrol sağlayan Azerbaycan Devlet Petrol Şirketi SOCAR, İstanbul'daki binası önünde protesto edildi. Protestoyu düzenleyen “Filistin için Bin Genç” grubu, “İsrail'e” petrol sağlayan şirkete kırmızı boyalar fırlatarak tepkilerini gösterdi. Grup, "Bu topraklardan işgali, soykırımı besleyenlerin yakasındayız, bu kanlı ticarete geçit vermeyeceğiz!" şeklinde sloganlar attı. (Karar Gazetesi / 31.05.2024)

Yorum:

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, iktidarın kaybettiği 31 Mart yerel seçimlerinden hemen sonra Yahudi varlığı ile ticari ilişkiyi durdurduklarını, Türkiye’den giden 54 ürünle ilgili ihracat kısıtlaması kararı aldıklarını duyurmuştu. Erdoğan daha sonra yaptığı birçok açıklamada, Türkiye-“İsrail” arasındaki 9,5 milyar dolarlık ticaret hacmine rağmen Gazze halkına destek olmak için ticareti tamamen kestiklerini söyledi. Cumhurbaşkanı ayrıca toplantı konusu ve içeriği ne olursa olsun konuştuğu her platformda, “İsrail’in” bir terör devleti olduğunu, Netanyahu’nun soykırımcı bebek katili olarak yargılanması gerektiğini dile getirmektedir.

Erdoğan’ın Yahudi varlığına yönelik gittikçe dozunu artıran öfkeli sözlerini dinleyen bir kişi onun “İsrail’e” büyük bir düşmanlık beslediğini, Gazze halkının zafer kazanması için tüm cehdini harcadığını zannedebilir. Daha doğrusu kendisi Müslüman halkların böyle düşünmesini ister ve ortaya koyduğu tüm çabalar bunun içindir. Zira gerçeğin Erdoğan’ın anlatısından çok farklı olduğunu görmek için laf yerine icraata bakmak yeterli olacaktır.

Türkiye gerçekten Siyonist çeteye ticareti durdurdu mu? Yoksa farklı kanallar üzerinden devam ettiriyor mu? Bu şimdilik net değil. En azından bugüne kadar kamuoyuna yansımadı. Lakin kısıtlama kararı alınan jet yakıtı, çimento, demir, çelik gibi ürün gruplarının arasında gıda maddeleri bulunmuyor. Kudüs Haber Ağı (Quds News Network) şubat ayında yayınladığı haberde, Türkiye’nin “İsrail'e” en fazla sebze ve meyve ihracatı yapan ülkelerin başında geldiğini ortaya koymuştu.

Yani Yahudi varlığı 7 ay boyunca Gazze halkını açlığa ve susuzluğa mahkum ederken Türkiye işgalci teröristleri besleme konusunda birinci oldu. Türk Ticaret Bakanlığı 9 Nisan itibarıyla tüm ticaretin durduğunu açıklasa da, iktidarın bu konuda hiçbir inandırıcılığı bulunmuyor. Zira iktidar cenahı Gazze’de soykırım yapılırken işgalci varlıkla yapılan ticareti önce inkar etti, sonra uluslararası anlaşmalar gereği engelleme imkanı olmadığı açıklanarak, ticaretin sürmesini eleştirenler üçüncü ülkelerin ajanı olmakla itham edildi. En sonunda kamuoyu baskısı galip gelince itiraf etmek zorunda kalındı ve ticaretin durdurulduğu açıklandı.

Bugün aynı durum SOCAR şirketinin Türkiye üzerinden Yahudi varlığına petrol satması meselesinde yaşanıyor. Türkiye'nin “İsrail’le” ticareti kısıtlama açıklamasına rağmen Bakü-Ceyhan-Tiflis Boru Hattı üzerinden Yahudilere petrol taşınıyor. Azerbaycan devleti “İsrail'in” petrol ihtiyacının yüzde 40'a yakınını karşılarken, bu kanlı ticarete özellikle SOCAR şirketi aracılık yapıyor. Birçok Sivil Toplum Kuruluşu, gençlik yapılanmaları ve bir bütün de Türkiye halkı Türkiye’nin sadece kendi ürünlerine kısıtlama getirilmesinin yeterli olmayacağını, Yahudi soykırım çetesine Türkiye üzerinden giden ürünlere de engel olunması için protestolar düzenliyor.

Sözde “İsrail’e” yaptırım uyguladığını söyleyen iktidar ise bu engellemeye hiçbir şekilde yanaşmıyor. Çünkü Erdoğan ve diğer yetkililer samimi değiller. Bu samimiyetsizlik sebebiyle Yahudi varlığının elçilik ve konsoloslukları hala kapatılmadı. Hala Netanyahu başta olmak üzere “İsrail’li” katiller sürüsüne Türkiye’de hukuki süreç başlatılmadı. Türk vatandaşlığına sahip olup Gazze’de savaşmaya giden “İsrail’li” teröristler hala cezalandırılmadı ve sınır dışı edilmedi.

Dahası Yahudi dostu, laik diktatör Aliyev rejiminin petrol şirketi SOCAR’ı protesto eden gençler şafak operasyonuyla göz altına alınarak Siyonist soykırımcılar desteklenmeye ve korunmaya devam etmektedir. O halde soru şudur: “İsrail” terör devleti ise Netanyahu hükümeti ve ahlaksız soykırımcı askerleri suçlu ise neden SOCAR gibi onun katliamlarına destek verenler değil de suçluların Türkiye’den kovulmasını isteyen gençler cezalandırılıyor? Bunun adı tek kelimeyle iki yüzlülüktür! Kurtla iş tutup kuzuyla ağlamaktır.

Diğer taraftan SOCAR şirketi yaptığı açıklamada "İsrail'e" doğrudan ham petrol satmadıklarını söyledi. Fakat SOCAR'ın iş yaptığı şirketlerin hangi ülkeye petrol satacaklarına karışmayacaklarını söyledi! Yani aslında bebek katillerine yapılan satışı dolaylı yoldan kabul etti. SOCAR'ın bu açıklaması iktidarın işgalci varlıkla ticaret konusunu ilk başta kurnazca inkara yeltenip sonra kamuoyu baskısı nedeniyle itiraf etmek zorunda kaldığı açıklama ile birebir örtüşmektedir.

Şimdi SOCAR’A karşı yapılan bu protesto provokasyon olarak etiketlenip Gazze’ye Azerbaycan ve Türkiye işbirliğinde yapılan ihanet 'iki devlet tek millet' argümanıyla örtülmeye çalışılıyor. Fakat ne yapılırsa yapılsın, Gazze'nin tufanı Haçlı-Yahudi ittifakına destek veren hainleri ifşa edip safları netleştirmeye devam edecektir. Ve Allah'ın izniyle çok yakında Raşidi Hilafet Devleti kurulup İslam'ın güneşi parladığında işgalci Yahudilerle birlikte tüm ihanet edenler ümmetin bünyesinden sökülüp atılacaktır.

Tıpkı Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in Medine hakkında yaptığı benzetme gibi...

Şöyle buyurmuştur: «الْمَدِينَةُ كَالْكِيرِ تَنْفِي خَبَثَهَا وَيَنْصَعُ طَيِّبُهَا»"Medine bir körük gibidir. Pisliklerini fırlatıp atar, temiz olanlarını daha da parıldatır.” (Buhari ve Müslim)

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan

Muhammed Emin Yıldırım

Devamını oku...

Yeni Bir Belgesel Filmi, Danimarka’daki Yolsuzluk ve Dolandırıcılığı Ortaya Çıkarıyor!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Yeni Bir Belgesel Filmi, Danimarka’daki Yolsuzluk ve Dolandırıcılığı Ortaya Çıkarıyor!

Haber:

Danimarka kanalı TV2 geçtiğimiz günlerde Danimarka’daki yolsuzluğu ve organize dolandırıcılığı ortaya çıkaran “Siyah Kuğu” adlı bir belgesel yayınladı. Belgesel filmi, gizli anlaşma, kara para aklama ve yasa dışı faaliyet ağlarının iş dünyasına, inşaat sektörüne, finans sektörüne ve hukuk mesleklerine nasıl sızdığını gösteriyor.Bu faaliyetler, toplumsal ve iklim çıkarları pahasına ve yasaları ihlal ederek konumlarını kişisel kazanç için kullanan beyaz Danimarkalı seçkinler tarafından uygulanıyor. Ayrıca aralarında göçmenlerin ve Müslümanların da bulunduğu çeteler ve motosikletçi gruplarıyla da işbirliği yapılıyor.

Yorum:

Bu belgesel Danimarka toplumunda kargaşaya neden oldu ve Danimarka Başbakanını bir cevap vermeye zorladı.Dikkatleri hükümeti çevreleyip devam eden krizden başka yöne çekmek için ucuz ve çaresiz bir girişimde bulunarak, her ne kadar belgesel filmi yolsuzluğa imkân verenlerin beyaz yakalı seçkinler olduğunu gösterse de sorunun yabancılar ve (Müslüman) göçmenlerle ilgili olduğunu iddia ederek onların Danimarka toplumuna yolsuzluk ve suç getirdiklerini vurguladı. Doğru ve yanlışın standardı olarak faydacılıkla yönetilen Batı zihniyetinin, toplum pahasına ve yasaları bile ihlal ederek insanları kendi çıkarlarını en üst düzeye çıkarmaya yönlendiren ahlaki bir pusula görevi gördüğü göz önüne alındığında, bu yaygın yolsuzluk hiç de şaşırtıcı değildir.

Belgeselde filmdeki yolsuzluğa bulaşmış Müslümanlar aslında ayrıcalıklı bir şekilde Danimarka-Batı kültürü ve yapısına entegre olmuşlar ve onunla aynı zihniyeti benimsemişlerdir. Danimarkalı politikacıların ve hükümetinin parmakla gösterilecek ahlaki bir duruşu yoktur; çünkü bizzat onlar, soykırımı destekliyorlar, Filistin'deki Siyonist işgale silah parçaları ihraç ediyorlar ve yolsuzluk davranışlarıyla tanınıyorlar; bu yüzden onlar, asla sorunu çözemeyecekledir. Dolayısıyla Müslümanları bu tür bir yolsuzluğa düşmekten koruyacak ve dünyayı daha geniş çapta Batı fesadından kurtaracak olan tek çözüm, İslam’dır.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan

İbrahim Atraş

Devamını oku...

Tacikistan Müftüsü Başörtüsü Yasağını Destekliyor!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber - Yorum
Tacikistan Müftüsü Başörtüsü Yasağını Destekliyor!

Haber:

Tacikistan Alimler Konseyi Başkanı Said Makram Abdukadir Zadeh, "yabancı kıyafetleri" yasaklayan yasa tasarısına destek vererek, ulusal kıyafetlerin de İslami standartlara uygun olması gerektiğini belirtti. "Ulusal kültüre yabancı kıyafetlerin" ithalatı, satışı ve giyilmesi yasağına ilişkin tartışmaların ardından Tacik TV’de canlı yayında bu konunun İslami standartlarını açıkladı. Şeriatın kadın ve erkekler için giyim standartlarını belirlediğini, buna göre ulusal kıyafetler giyebileceğimizi söyledi.

Alimler Konseyi Başkanı şunları söyledi: “Tacikistan halkının kendi kıyafetleri vardır. Arap halkının da kendi kıyafetleri vardır. Her milletin kendine has kıyafeti vardır ve aynı zamanda şeriatın standartları da gözetilmelidir. Önemli olan bu olup gerisi önemli değildir. Bir başkasının kıyafetlerini körü körüne takip edip taklit etmek zaruri değildir.”

Yorum:

Bugün Tacikistan halkı, seleflerimizin yüz yıl önce yaşadığı aynı durumu yaşıyor; zira 1920 ve 1930’larda "Hotşom" kampanyasının bir parçası olarak Sovyet yetkilileri Müslüman kadınların kıyafetlerini zorla çıkarmaya başlamışlardı. Yirmi yıldır dini uyanışla mücadele eden ve Tacikistan halkının zorla laikleştirilmesini uygulayan Rahman rejimi, halkımızın ulusal geleneklerine uymadıkları bahanesiyle kadınların İslami kıyafet giymesini yasaklamaktadır. Hatta “Gelenek ve Ritüelleri Düzenleyen” yasanın yeni versiyonunun kabul edilmesinin hemen ardından, değişikliklerin yürürlüğe girmesini bile beklemeden, örtülü kadınları tespit etmek için toplu baskınlar düzenlemeye başladılar.

Said Makram Abdukadir Zadeh’in, yetkililer tarafından alınan herhangi bir kararı meşrulaştırması ilk kez olmuyor. Aynı şekilde daha önce de 40 yaşın altındakiler için Hac yasağını, Ramazan Bayramı ile ilgili bazı geleneklerin yasaklanmasını, çocuklara Kur’an-ı Kerim öğretilmesinin yasaklanmasını ve yılbaşı kutlamalarının dayatılmasını da meşrulaştırmıştı. Tacikistan rejiminin, İslami kıyafetleri tamamen yasaklayan bir yasa çıkarmaya çalışmasının da ilk kez olmadığını hatırlatalım. Zira 2018 yılında hükümet benzer bir yasayı çıkarmaya çalışmış ve Kadın İşleri Komisyonu’nun teklifi üzerine Cumhurbaşkanlığı İdaresi’nin talimatı doğrultusunda birimler arası ortak bir çalışma grubu kurulduğunda, cilbab ve başörtülü kadın ve kız çocuklarının, mülkiyetlerine bakılmaksızın tüm kurum, kuruluş ve şirketlere girişi engellenmişti. Daha sonra kamuoyunun baskısıyla rejim, bu fikrinden vazgeçmek zorunda kalmıştı. Ama bu kez Rahman rejimi, her zamanki gibi kendi cep müftüsünü de işin içine katarak işleri sonuna kadar götürme konusunda ciddi bir kararlılığa sahip gibi görünüyor.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Muhammed Mansur

Devamını oku...

Sudan’daki Kan Şelalesi Ne Zaman Duracak?!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber - Yorum

Sudan’daki Kan Şelalesi Ne Zaman Duracak?!

Haber:

Basında çıkan haberlerde, Hızlı Destek Kuvvetleri’nin Sudan’ın merkezindeki El Cezire Eyaleti’nde gerçekleştirdiği saldırıda 200’den fazla kişinin öldürüldüğü ve saldırının Sudan'daki çeşitli tarafların geniş çaplı kınama ve eleştiri dalgasına yol açtığı belirtildi. (El Cezire Mübaşir, 06/06/2024)

Yorum:

Bu günlerde özellikle Müslümanların kanlarının hiçbir kıymetinin kalmaması ve yeryüzündeki Müslümanların ölüme, tutuklanmaya ve aşağılanmaya maruz kalmadığı tek bir noktanın dahi olmaması ne kadar acı vericidir. Bakın işte Gazze’de Müslümanların kanları akıtılıyor ve canları gidiyor ama bizler kınama ve eleştiriden başka bir şey işitmiyoruz. Aslında kınayan ve eleştirenler de katil işgalcinin yanında yer alanlar ve öldürmesi ve yok etmesi için ona silah temin edenlerdir. Nitekim bizler, bir Müslümanın kanının Allah katında çok büyük kutsallığı olmasına rağmen onun hiçbir kıymetinin olmadığını ve Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in hadisinde geçtiği gibi Allah Azze ve Celle’nin katında dünyanın yok olmasının bir Müslümanın haksız yere öldürülmesinden daha hafif olduğunu biliyoruz.

İşte bugün Sudan’da bir yılı aşkın süredir devam eden, binlerce masum Sudanlı Müslümanın hayatına mal olan ve her geçen gün daha kanlı bir hale gelen şiddetli bir savaş var; peki ne için?Amerika ve İngiltere'nin başını çektiği sömürgeci kafir ülkeler adına ajanların uğruna çatıştığı çarpık bir koltuk için. Yani Müslümanların tertemiz kanları, Allah yolunda cihad etmek ve İslam davetini Müslüman olmayan halklara taşımak için değil, aksine sömürgeci ülkelerin çıkarlarını korumak ve ülkenin sömürgeci kâfirlerin otlağı olarak kalmasını sağlamak için akıtılıyor!!

Müslüman ülkelerin başındaki bütün zararlı yöneticiler böyledir; zira onlar, bizim kanımızı önemsemiyorlar ve efendilerini hoşnut etmek için Müslümanların kanlarını dökmekten ve onları kurban olarak sunmaktan hiç çekinmiyorlar. Dolayısıyla bu yöneticiler suç konusunda aynı olup onların tek dertleri, Müslümanların sonuncusu dahi yok olsa iktidar koltuğuna çöreklenmektir. Işte Şam tiranı ve kasabı bizden çok uzak değildir ve işte Gazze katledilip yok ediliyor ama Müslümanların başındaki Arap ve Acem Ruveybidalar kabir sessizliği gibi sessiz kalıyorlar.

Sudan'daki halkımızın durumu tüm Müslümanların durumu gibidir; zira Sudan halkı da, Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in haber verdiği ve onun yok olmasının ardından Nübüvvet Minhacı üzere Hilafetin geri döneceğini müjdelediği zorba saltanatın yönetimi altında yaşıyorlar. Ancak zorba saltanatın yok olması gökten yağmur gibi inmeyecektir, aksine azim amellerle, büyük fedakârlıklarla, durumun ve sonucun bilincinde olmakla gerçekleşecektir. Ayrıca saltanat sistemini cumhuriyet ve parlamento gibi bir başkasıyla değiştirmenin hiçbir faydası olmayacaktır; çünkü değişimin, köklü, İslam’a dayalı ve İslami hayatı yeniden başlatmak için olması gerekir. Bu da ancak Ruvaybida tiranların enkazı üzerine olacaktır; aksi taktirde bu tahtlar ve koltuklar var olduğu sürece Müslümanların kanları daha da çok akacak ve kutsalları çiğnenmeye devam edecektir.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Velid Belibel

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER