Perşembe, 26 Cumade’l Ûlâ 1446 | 2024/11/28
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

Kudüs’e Giden Yol Mogadişu’dan mı Geçiyor?

Mısır Başbakanı Dr. Mustafa Madbuli, geçtiğimiz cumartesi günü yaptığı açıklamada, Mısır’ın kardeş Somali’ye tam destek verdiğini ve ülkenin birliğini güçlendirmeye kararlı olduğunu belirtti. Madbuli, “Önümüzdeki dönem Somali halkı için büyük hayırlar getirecek” dedi. Başbakan ayrıca, “Somali’nin birliğini sağlamak ve bu aşamada Somalili kardeşlerimizi desteklemek Mısır devletinin en önemli önceliklerinden biri olduğunu vurguladı ve bu kararlılığın son dönemde iki ülke arasında gerçekleşen üst düzey resmi ziyaretlere de yansıdığını ifade etti. Ayrıca Mısır’ın Somali’ye her alanda gerekli desteği sağlayacağını kaydetti. (01.09.2024 Skynews Arapça)

Bu açıklamalar ve sert tutumlar İran ve Suriye’deki İran partisini anımsatıyor. Mübarek Toprak Filistin’i unuttular, Yahudilerin Filistin’de bozgunculuk yapmasına göz yumdular. Amerikan ajanı zalim Beşşar’a karşı ayaklanan Suriye halkını katlettiler, “Kudüs’e giden yol Halep, Kalamun ve diğer Suriye şehirlerinden geçer” sloganı attılar. Şimdi de Mısır rejimi, Yahudilerin Mübarek Toprak Filistin’de işlediği katliamlara sağır sultan kesilerek Somali’ye asker gönderiyor. Peki, “Kudüs ve Gazze’ye giden yol Mogadişu’dan geçiyor?” sloganı mı atacak? Mısır rejimi, Mogadişu’ya asker ve silah gönderebiliyorsa, neden Gazze’ye gönderemiyor? Yoksa bu, İslam’a ve Müslümanlara olan ihanet ve düşmanlığın, başta Yahudiler olmak üzere küfür ve kâfirlere olan dostluğun bir ifadesi mi?

BBC 30 Ağustos 2024 tarihinde “Somali’deki Mısır silahları, Etiyopya ile bir çatışma yakın mı?” başlığı altında yayınladığı bir habere göre, “Silah ve askeri mühimmat taşıyan iki Mısır uçağının Somali’ye inmesinden saatler sonra Etiyopya, komşu Mogadişu’yu bölgeyi istikrarsızlaştırmakla suçlayan sert bir açıklama yayınladı. Etiyopya açıklamasında Mısır’ın adını doğrudan anmadı. Ancak açıklamada “Kısa vadeli hedeflere ulaşmak için gerilimi tırmandırmaya çalışanlar ciddi sonuçlarla yüzleşmek zorunda kalacaklar” dedi. Bu gelişme, Afrika Boynuzu’nda gerilimin tırmanacağının bir işareti. BBC’ye konuşan Mısır ve Etiyopyalı uzmanlar “Kahire ile Addis Ababa arasında doğrudan bir çatışma yaşanmayacağı” konusunda hemfikir. Ancak Londra’daki Chatham House’da Afrika Programı’nda görevli bir uzman “krizin patlak verebileceğini ve durumun beklenenden daha da ileri gidebileceğini” vurguladı

Etiyopya ayrıca Somaliland Cumhurbaşkanı Musa Bihi Abdullah’ın, Etiyopya’nın bölgeye yeni atanan büyükelçisi Teshome Shonde Hamito’nun güven mektubunu kabul ettiğini duyurdu. Bu adım, Mısır, Somali ve Etiyopya arasındaki gerilimi tırmandıran bir gelişme olarak değerlendiriliyor.

Afrika Boynuzu’ndaki krizin asıl nedeni, bölgedeki nüfuz mücadelesidir. Bölgede egemen güç olan Amerika ile, Birleşik Arap Emirlikleri’ndeki ajanları aracılığıyla bölgede bir yer edinmeye veya Amerika’ya rakip olmaya çalışan Britanya arasında bir nüfuz mücadelesi yaşanıyor. Mısır rejiminin Somali’ye girmesi, silah ve mühimmat desteği sağlaması, ticari, ekonomik ve yatırım ilişkilerini güçlendirmesi, Etiyopya ile rekabet etmek, su sorununu ve Nahda Barajı meselesini çözmek için değildir. Zira Mısır rejimi, patlaması Mısır ve Sudan için felakete yol açabilecek ve Etiyopya’nın pek fazla etkilenmeyeceği bir barajın yapımına izin verdiği gün su meselesinden vazgeçmişti. Bunu net bir şekilde görebilmek için birkaç yıl öncesine gitmemiz gerekiyor. Yıllar önce, 1 Mart 2018’de Etiyopya, Dubai Dünya Limanları ve Somaliland Liman İdaresi arasında üçlü bir anlaşma imzalandı. DP World Berbera Limanı’nın yüzde 51 hissesini, Etiyopya ise yüzde 19’unu satın alırken kalan yüzde 30’luk kısım Somaliland Limanı’nın yönetiminde kaldı. BAE, Somaliland ve Etiyopya arasındaki bu yeni anlaşma, Somali, Arap ve uluslararası itirazlara ve yeni Addis Ababa anlaşmasına yönelik eleştirilere rağmen, Berbera limanının yönetiminden ve geliştirilmesinden Dubai Ports’un sorumlu olmasını öngörüyordu. Bu yılın başlarında, Addis Ababa, uluslararası alanda tanınmayan Somaliland bölgesi ile bir mutabakat zaptı imzaladığını duyurdu. Bu anlaşma, Berbera Limanı çevresinde 20 kilometrelik bir alanın, denizcilik ve ticari amaçlarla 50 yıllığına kiralanmasını ve karşılığında Somaliland’ın bağımsız bir devlet olarak tanınmasını öngörüyordu. (28.01.2024 https://www.zatmisr.com/)

Eski Somali Cumhurbaşkanı Muhammed Abdullah Farmajo, Birleşik Arap Emirlikleri’ni, Somaliland ve Puntland gibi özerk bölgelerde askeri üsler kurarak ülkesinin ulusal egemenliğini hiçe saymakla ve bağımsızlık talep eden bölgesel yönetimlere destek vermekle suçladı. Somali Parlamentosu’nun Mart 2018’de BAE’nin ülkedeki tüm ekonomik ve askeri faaliyetlerine son verilmesini talep eden bir yasayı kabul etmesinin ardından anlaşmazlıklar daha da arttı. Aynı yılın Nisan ayında, Somali yetkililerinin, Somaliland ve Puntland’ı istikrarsızlaştırma operasyonlarında kullanılmak üzere yaklaşık 10 milyon dolar nakit taşıyan bir Birleşik Arap Emirlikleri uçağının içindekilere el koymasıyla kriz daha da derinleşti. (20.12.2023 Raseef22)

Birleşik Arap Emirlikleri’nin bölgede Britanya adına vekâleten gerçekleştirdiği eylemler, İngilizlerin nüfuzunu genişletme çabası olarak görülüyor. Kesinlikle, buna Somali, Etiyopya, Mısır ve diğer ülkelerdeki Amerika’nın ajanlarından bir karşı hamle gelecektir. Böylece bu çatışma, gerçekte Amerika ve Britanya arasında bölgemizi kontrol altına alma ve kaynaklarını yağmalama mücadelesine dönüşecektir. Bu çatışmanın yakıtı, Batı’nın efendilerine kurban edilen ümmetin kanıdır. Etiyopya’nın Somaliland’daki varlığı ve Mısır’ın bu açık çatışmaya katılması, Britanya’yı ve ajanlarını denklemin dışına çıkarmak ya da onları Amerika’nın bölge için çizdiği gelecekteki planlarına uymaya zorlamak amacı taşımaktadır. Bu, Britanya’nın yarıştan çekilmesi ya da Amerika ile egemenlik ve nüfuz konusunda rekabet etmek zorunda kalması anlamına gelir; bu durumda Britanya, Amerika’nın ve onun müttefiklerinin belirlediği rolü kabul etmek zorunda kalacaktır. Üzücü olan ise, Kızıldeniz ve Somali kıyılarının Batılı ülkelerin mücadele sahası haline gelmiş olmasıdır. Oysa bu bölgeler İslam ülkeleri ile çevrilidir, ancak bu ülkelerin rejimleri, kâfir Batı’nın emirlerine uymakta ve onun bayrağı altında savaşmaktadır.

Mısır rejimi güneydeki Somali’ye koşarak Etiyopya’yı tehdit etti ve gözdağı verdi. Ancak herkes biliyor ki, Mısır rejimi Etiyopya’ya karşı hiçbir şey yapmayacak ve barajına tek bir kurşun bile sıkmaya cesaret edemeyecektir. Somali’de bulunmasının da tamamen Amerika’nın iradesiyle ve onun çıkarlarına hizmet etmek için olduğu açık. Tıpkı Gazze’de yaptığı gibi; Gazze’yi kuşatarak, halkının katline ortak olmakta ve Mısır ordusunun Filistin’i özgürleştirme ve halkına yardım etme görevini engellemektedir, oysa Filistin halkı Mısır’a bir taş atımı uzaklıktadır. Filistin halkının kanı dökülüyor, gece gündüz Mısır ve ordusundan yardım istiyor, fakat ne bir yardım eden var ne de bir destekçi!

Somali ve diğer ülkelerin toprak bütünlüğü elbette önemli, ancak bu birlik, Amerika’nın iradesiyle, onunla koordinasyon içinde ya da ajanlarının kontrolü altında sağlanamaz. Bu bölgelerin birliği ancak İslam ve İslam Devleti altında gerçekleşebilir. Mısır ve ordusunun en öncelikli görevi ise bu mazlumlara yardım etmek ve İslam topraklarını işgal eden gaspçı Yahudi varlığından kurtarmaktır. Yahudi varlığı hiç gecikmeden def edilmeli ve kökünden söküp atılmalıdır.

Ey Kinane ordusundaki samimi insanlar! Rejimin boş maceraları ve anlamsız kahramanlık gösterileri, çabalarınızı dünyada size fayda sağlamayacak ve ahirette de sizi kurtarmayacak şeylere harcamaktadır. Asıl sizi, Mübarek Toprağı özgürleştirme ve halkını destekleme görevinizden alıkoymaktadır. Halbuki bu görev hakkında kıyamet günü Allah’ın huzurunda sorguya çekileceksiniz. O halde, Allah’a vereceğiniz cevabı hazırlayın ya da bu rejimi devirin, onun pisliğinden ve ajanlığından beri olun ve İslam’ı uygulayan, onu dünyaya bir hidayet ve nur mesajı olarak taşıyan bir devlet kurun. Bu devlet, sizi dünyada ve ahirette Allah’ın rızasına yönlendirecek; ordularınızı sadece Filistin’i değil, tüm İslam topraklarını özgürleştirmek ve mazlumlara yardım etmek için seferber edecektir. Allah’ın rızasını kazandıracak olan İslam Devleti, Nübüvvet metodu üzere Raşidi Hilafet Devleti’dir.

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اسْتَجِيبُوا لِلَّهِ وَلِلرَّسُولِ إِذَا دَعَاكُمْ لِمَا يُحْيِيكُمْ“Ey iman edenler! Size hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman, Allah ve Rasûlü’ne icabet edin.” [Enfal 24]

Devamını oku...

Bangladeş Politika Kurumu (BPD) “Pilkhana Katliamı: Hasina ve Hindistan’ın Komplosu” Konusunu Tartışmak Üzere Hizb-ut Tahrir / Bangladeş Vilayeti’ni Seminere Davet Etti

Bangladeş Politika Kurumu, bugün 1 Eylül 2024 Pazar günü saat 15:00’te, Dhaka Muhabirler Birliği Nasrul Hamid Salonu’nda “Pilkhana Katliamı: Hasina ve Hindistan’ın Komplosu” konulu bir panel düzenledi. Hizb-ut Tahrir / Bangladeş Vilayeti üyesi Muhammed Cübeyr, parti adına seminerde bir konuşma yaptı. Konuşmasının başında, Muhammed Cübeyr, 25 Şubat 2009’da Pilkhana’daki vahşi cinayetlerin kurbanı olan 57 saygıdeğer ordu subayını ve sonrasında hayatını kaybeden diğer birçok kişiyi rahmetle andı. Ayrıca, Hasina’nın 15 yıllık baskıcı ve yozlaşmış yönetimine karşı konuştuğu için hayatlarını feda edenleri ve son büyük öğrenci hareketinde can verenleri de rahmetle andı ve onlar için bağışlanma diledi. Konuşmasında şunları söyledi:

Geçtiğimiz 17 Ağustos 2024 tarihinde Başkent Mahakhali’deki Rawa Kulübünde düzenlenen “Pilkhana’da 57 ordu mensubu ve 17 sivilin öldürülmesinin yargılanması talebi” başlıklı basın toplantısında, öldürülen ordu mensuplarının aileleri Pilkhana cinayetlerinin uluslararası bir komplonun parçası olduğunu ve eski Başbakan Şeyh Hasina da dahil olmak üzere Hasina hükümetindeki pek çok kişinin bu olaya doğrudan karıştığını açıkça ifade ettiler. Hizb ut Tahrir, askeri personelin ailelerinin bu cesur adımını takdir etmekte ve adalet talebini desteklemektedir.

Ordu mensuplarının ailelerine ve halka, olayın hemen ardından Hasina hükümetinin komplosunu cesurca ilk ifşa edenin Hizb-ut Tahrir olduğunu hatırlatmak isteriz. 28 Şubat 2009 tarihinde Hizb-ut Tahrir “İnsanları, Ordu ile Sınır Muhafızlarının Arasını Açmaya Yönelik Hint Komplolarını Bozmaya ve Hükümetin Gevşekliğini Kınamaya Çağırır” başlıklı bir bildiri yayımladı. Bildiride “Artık insanlar, orduyu zayıflatmak ve Bangladeş silahlı kuvvetlerinin saflarını parçalamaya yönelik Hindistan’ın komplosunu fark etmişlerdir. Hindistan, daha önce yaptığı gibi Bangladeş’teki ajanları vasıtasıyla komplo planının uygulanması için fırsat oluşturdu. Nitekim sözde isyan olaylarının gelişmesinden ortaya çıkmıştır ki bu, Hindistan ile Hükümet dışına ve içine yuvalanmış ajanları tarafından tezgahlanan komplonun uygulanması için ilk adım oldu. Böylece sırf müşrik Hindulara ve ajanlara hizmet etmedikleri için birçok yetenekli subay katledildi. Şimdi sorumluluğu, istihbaratın acizliğine ve ordu ile sınır muhafızları arasındaki sözde anlaşmazlığa yüklüyorlar. Komplonun yaşandığı iki gün içerisinde olayların gelişmesine bakılmasıyla “Avami Birliği” Hükümeti’nin şüpheli rolü ortaya çıkar. Komplonun yaşandığı iki gün içerisinde olayların gelişmesine bakılmasıyla “Avami Birliği” Hükümeti’nin şüpheli rolü ortaya çıkar. Bu komplonun iğrençliği Hükümetin gözünden mi kaçtı? Hükümet, isyancıların can güvenliğini sağlamak amacıyla bu önemli güvenlik hususunda isyancılarla görüşmeleri için üst düzeyde bakanlar ve askerî polis temsilcisi gönderdi mi? Neden Hükümet, subaylar ile ailelerinin kanlarını ve onurlarını korumak hiçbir tedbir almadı? Hükümetin, isyancılar hakkında genel af ilan etmesinin, subayların ve ailelerinin akıbetlerini açıklamamasının maksadı nedir? Bu genel affın ilânı; katillerin cürüm mahallinden uzaklaştırılmasını, bölge sakinlerinin tahliyesini ve güvenlik kuvvetlerinin bölgeye konuşlanmasını gizlemek amacıyla değil midir? Komployu düzenleyenler, Sınır Muhafızları Komutanı’nı ortadan kaldırmayı başardılar. Şimdi onlar, Sınır Muhafızlarını ordu komutasından tasfiye etmeye hazırlanıyorlar. Açıktır ki bu çaba ülkenin güvenliğini tehdit etmektedir. Sınır Muhafızlarının ordudan ayrılmasında ve iki kuvvet arasında bölünmüşlük oluşturulmasında çıkar sahibi olan düşman Hindistan’dır. İki kuvveti birbirinden ayırma çabası, kabul edilmez bir durumdur. Dolayısıyla iki kuvvet de tek bir liderlik altında kalmalıdır ve bunların birbirinden ayrılması ülkeyi düşmanlarının, özellikle de Hindistan’ın karşısında zayıflatır.”denilmişti.

Sonuç olarak, 1 ve 2 Mart 2009 tarihlerinde bildiri dağıtımı sırasında 31’i parti genci olmak üzere toplamda 33 kişi tutuklandı. Ardından 27 Mart 2009 Cuma günü polis, “Hindistan’ın orduya yönelik komplosunu, Hindistan ajanlarının hükümete müdahalesini ve 33 Hizb-ut-Tahrir / Bangladeş üyesi ve aktivistinin tutuklanmasını” protesto etmek amacıyla Beyt’ül Mükerrem kuzey kapısında düzenlenen protesto ve yürüyüşe müdahale etti. Yaklaşık 150 lider ve aktivisti yaraladı, 10 kişiyi de tutukladı.

Zalim Hasina hükümeti bununla da yetinmedi, idari ve yargı yetkilerini kötüye kullanarak Hizb-ut Tahrir’in faaliyetlerini yasakladı ve partinin liderlerine ve çalışanlarına karşı geniş çaplı baskı uyguladı.

Hasina’nın ülkenin ordusuna karşı düzenledi komplo Pilkhana katliamıyla başladı ve halen devam etmektedir. Hain Hasina, İslam’a, ülkeye ve ulusal çıkarlara sadık ordu mensuplarını sistematik olarak kaçırdı, tutukladı ve sınır dışı etti. Çünkü bu subaylar, Hindistan ordusuyla ilişkilerin normalleştirilmesi önünde bir engel olarak görülüyorlardı. Hizb-ut Tahrir, Hasina hükümetinin baskıcı politikalarını görmezden gelerek Hasina’nın orduya karşı düzenlediği komploları da protesto etti Hizb-ut Tahrir zalim Hasina hükümeti ile hiçbir zaman uzlaşmaya yanaşmadı. Hasina’nın ülkeye, İslam’a ve orduya karşı kurduğu tüm komploları kamuoyuna korkusuzca ifşa etti, Hasina’ya meydan okudu.

Hasina, emperyalist efendilerine olan sadakatinden dolayı orduya karşı böyle bir tavır aldı. Bildiğiniz gibi 2008 yılında Hasina, ABD-İngiltere-Hindistan uzlaşmasıyla iktidara geldi. ABD Pakistan, Bangladeş, Endonezya ve Malezya gibi ülkelerde Hilafetin yeniden kurulmasını engellemeyi amaçlayan bir politika izliyor ve aynı zamanda Çin’i kontrol altına almaya çalışıyor. Bu nedenle, bölgedeki konumunu güçlendirebilmek ve bölgedeki Müslüman ülkeler üzerindeki kontrolünü sağlamlaştırmak için Hindistan ile stratejik ilişkiler kurdu. Bu yüzden Hindistan’la uzun süredir devam eden sorunları çözerek Hindistan’ın elini serbest bırakmak istiyor. ABD, bu hedefin gerçekleşmesinin önündeki tüm engelleri ve bu planı ifşa edenleri veya bu plan karşıtı konuşmalar yapanları sert bir şekilde bastırdı. Bu yüzden, cesur ve yetenekli subaylarımız Pilkhana’da öldürüldü, Hasina bu barbarca cinayete yardım etti, çünkü bu subaylar, Hindistan ordusuyla ilişkilerin normalleştirilmesinin önündeki en büyük engellerdi.

Unutmayın ki Hasina’ya karşı sadece bir cinayet davası açmak ya da Hindistan’ı cinayetle suçlamak ‘yeterli değil’. Pilkhana katliamının, Hindistan tarafından planlanan ve Hasina tarafından yürütülen ülkenin egemenliğine karşı kurulan uluslararası bir komplo olduğunu unutmamalıyız. Bu nedenle, Hasina’nın yargılanmasının yanı sıra ülkenin savunma sisteminin bir daha bu tür tehditlere maruz kalmaması ve böyle zalimce cinayetler ve komploların bir daha yaşanmaması için bu amaca yönelik çalışmalar yapmalıyız. Biz, Hizb-ut Tahrir / Bangladeş Vilayeti olarak, ülkenin egemenliğini ve güvenliğini korumak için gerekli adımları atmaya çağırıyoruz:

1- Hasina ve suç ortakları yargılanmalı ve ibretlik cezalar verilmelidir. Bu amaçla taleplerimizi güçlendirmek için birleşik siyasi programlar ortaya koymalıyız.

2- Ülke halkının beklentilerini yansıtmak adına Hindistan derhal düşman devlet olarak ilan edilmeli, Hindistan ile imzalanmış olan tüm İslam karşıtı ve devlet karşıtı anlaşmalar ve mutabakatlar iptal edilmelidir.

3- Hindistan’ın tüm saldırganlıklarına kalıcı olarak son vermek için Hindistan’ı Müslüman yönetimine geri getirecek kapsamlı ve uzun vadeli bir plan benimsenmelidir. Çünkü bu bölge insanları, din, kast ve sınıf ayrımı gözetmeksizin Müslümanların yönetimi altında mutlu ve refah için bir hayat sürmüşlerdir.

Devamını oku...

Yahudi Varlığı, Mısır Rejimini Kendisini Koruma ve Hamas’a Silah Kaçakçılığını Önleme Konusunda İhmalkâr ve Başarısız Olmakla Suçluyor!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Yahudi Varlığı, Mısır Rejimini Kendisini Koruma ve Hamas’a Silah Kaçakçılığını Önleme Konusunda İhmalkâr ve Başarısız Olmakla Suçluyor!

Haber:

RT kanalı 4 Eylül Çarşamba günü internet sitesinde, Kahire ile Tel Aviv arasındaki açıklamalar krizinin, Netanyahu’nun Çarşamba akşamı Kahire’ye karşı yaptığı, Philadelphia (Selahaddin) ekseninden ayrılmayı reddettiği, eksenin silah kaçakçılığı için bir alan haline geldiğini ve Yahudi varlığının savaş hedeflerine ulaşmak için bu eksen üzerindeki kontrolünün şart olduğunu iddia ettiği açıklamalarının akabinde yeni bir gelişmeye tanık olduğunu söyledi; bunun üzerine Kahire, “üst düzey bir kaynak” olarak nitelendirilen bir kaynak aracılığıyla hemen yanıt vererek şunları söyledi: “İsrail” Başbakanı Binyamin Netanyahu, Gazze’deki başarısızlığını örtbas etmek için yalan propaganda yapmakta olup Mısır’dan silah kaçakçılığının yapıldığına yönelik propaganda yapması da, hükümetinin “İsrail’den” Gazze Şeridi’ne silah kaçakçılığını kontrol etmedeki başarısızlığını haklı çıkarmaya yönelik başka bir yalandır; “İsrail” hükümetinin içeride ve dışarıda güvenilirliğini tamamen kaybettiğini ve başarısızlığını örtbas etmek için de yalanlarını yaymaya devam ettiğini açıkladı.”

Yorum:

Mısır rejimi, Gazze’deki halkımıza silah kaçakçılığı yapma şerefine nail olmayı bile reddediyor ve Yahudilerin saldırısı karşında bundan kaçınıyor; zira Mısır rejimi, Gazze’deki halkımızı yüzüstü bırakmakla yetinmemiş, aksine onların kuşatılmalarına ve aç bırakılmalarına ortak olmasının yanı sıra gaspçı varlığın ana destekçisi olduğu gibi onun güney sınırlarının emin bir bekçisi olmuştur! Artık çirkin yüzünü gizlemeyen, Filistin ve halkı konusunda tarafsız bir duruş bile sergilemeyen, Mısır’ı, ordusunu ve limanlarını gaspçı varlığı korumak, onu desteklemek ve ona tedarikte bulunmak için kullanan da bizzat aynı rejimdir. Yahudiler, rejimin kendilerine savaş ilan etmek ve barış anlaşmasını bozmak bir yana tek bir kurşun dahi sıkamayacağını bildiklerinden dolayı daha da küstahlaşmaktadırlar. Zira sınırların çizilmesi anlaşmasının ardından sahaları Yahudilere devredilen gazın ithal edilmesi sonucunda Yahudilerin kasasına yıllık 1,5 milyar Dolardan fazla parayla destek veren de bu rejimdir.

Yahudiler kendilerini koruyan rejimi, Beyaz Saray’daki efendileri tarafından verilen görevini yerine getirmemekle ve Hamas’ın Philadelphia ekseninin altından geçen tünellerden silah kaçırmasına imkân sağlamakla suçladılar; bu nedenle onlar, kaçakçılığın önlenmesini sağlamak için orada kalmak zorunda kaldılar. Nitekim Mısır’ın tepkisi aynı doğrultuda geldi; zira Gazze halkına yönelik silah kaçakçılığını reddetti ve Netanyahu’yu Gazze’deki başarısızlığını örtbas etmek için yalanlar yaymakla suçladı. Sanki Gazze’de yaptıkları, halkını yakıp öldürdükleri ve orayı yok ettikleri yeterli değilmiş gibi ve sanki Gazze halkına silah kaçakçılığı yapmak bir suçmuş gibi. Oysa sadece silahla değil, orduları harekete geçirip her türlü destekle yardım edilmesi gereken bizzat Gazze halkıdır!

Yahudi varlığı ile genel olarak Müslüman ülkeleri, özel olarak da Mısır arasında herhangi bir ticari, ekonomik veya siyasi ilişkilerin kurulması veya anlaşma ve ittifakların yapılması caiz değildir.Çünkü Yahudi varlığı, özgürleştirilmesi ve tamamen geri alınması gereken İslam topraklarının bir parçasını işgal eden harbi bir devlettir. Dolayısıyla mesele sadece Gazze ve Batı Şeria ile ilgili de değildir; aksine mesele, Yahudilerin Batı’nın ileri bir askeri üssü olarak on yıllar boyunca işgal etmiş olduğu tüm Filistin topraklarıyla ilgilidir. Zira gazaba uğramış olan varlık, İslam’a ve ümmetine karşı Batı’nın stratejik bir ihtiyacı ve zorunluluğu olarak ortaya çıkarılmıştır. Bu nedenle Yahudi varlığının arkasında duruyorlar ve gerek kendileri gerekse gaspçı varlığın muhafızları olan ajanları aracılıyla ona tüm desteği sağlıyorlar. Zira Batı’nın ajanları, ümmetin ordularına pranga vuruyorlar, Yahudi varlığını kökünden söküp atmalarını engelliyorlar, Yahudi varlığı ile onu çıplak elleriyle ortadan kaldırabilecek olan ümmetin arasına engel koyuyorlar ve ümmeti, orduların içindeki evlatlarını onlara yardım etmek için teşvik etmesini engelliyorlar.

Yahudilere ve onların övünmelerine verilen cevap, Harun Reşid’in dönemin Roma kralı Nikeforos’a verdiği cevap gibi olmalıdır; bu nedenle ümmetin öncelikli olarak, Harun Reşid’in yolunu takip edecek, İslam ile yönetecek, ülkesini kendi otoritesi altında birleştirecek ve İslam topraklarına musallat olan ve baştan mübarek topraklar olmak üzere Müslümanların kutsallarını çiğneyen sömürgeciyi kökünden söküp attıktan sonra İslam’ı davet ve cihat yoluyla dünyaya taşımak için ordularını seferber edecek birine ihtiyacı vardır. Yani Filistin’in kurtuluşu, Batı’nın türettiği ve ülkemizdeki çıkarlarını korumak, topraklarımızı gasp edenleri ve servetlerimizi yağmalayanları korumak, dahası bu gaspı, bu yağmayı yasallaştırmak ve bizim haklarımızı talep etmemizi engellemek için başımıza diktiği rejimleri kökünden söküp atmakla başlar. Filistin’in kurtuluşu, Kahire’nin kurtuluşuyla başlar diyen kişi ne kadar da doğru söylemiştir.

Evet, Kahire’nin kurtuluşu, Mısır’ı yöneten ve halkını zincire vuran ajan ve hain rejimin kökünden sökülüp atılması, ordusunun Batı’nın pençesinden kurtulması ve ümmete karşı bir silah değil de yeniden ümmet için bir silah olması anlamına gelmektedir ki böylece Nasır Selahaddin, Muzaffer Kutuz ve Zahir Baybars dönemlerinde olduğu gibi ümmet için bir kalkan olabilsin. Yine Kahire’nin kurtuluşu, insanların arzularını yerine getirecek, onların akidelerine ve fıtratlarına uygun olacak ve onların tüm sorunlarını çözecek farklı yeni bir sistemle yönetmek anlamına gelmektedir; bu ise ancak İslam’ın tatbik edilmesi ve Nübüvvet Minhacı üzere Raşidi Hilafet Devleti’nin gölgesinde İslami hayatın yeniden başlatılmasıyla mümkündür. Bu da ümmetin derhal otoritesini yeniden elde etmesi ve onu ikame etmesi anlamına gelmektedir; zira Allah ümmete, mübarek toprakları kurtarmayı ve halkına yardım etmeyi farz kılmıştır. İşte o zaman mübarek topraklarda tek bir Yahudi dahi kalmayacaktır.

Ey Kenane askerleri: Sizler, Yahudilerin eliyle kaybedilen canlardan, dökülen kanlardan ve onların başlarına gelenlerden Rabbiniz Celle ve Âla’nın huzurunda sorumlu olduğunuz halde hâlâ öylece durup izliyorsunuz! Rabbine kavuşmadan önce “Allah’a her şeyi anlatacağım” diye çocuğun haykırışı size yeter; evet, sizi Allah’a anlatacak ve diyecek ki; ey Rabbim, onlar bizi yüzüstü bıraktılar ve bize karşı Senin ve bizim düşmanlarımızı güçlendirdiler, biz onların bir taş atımlık uzağında olduğumuz halde onlardan yardım istedik ama bize yardım etmediler; şayet onları tek başlarına bırakırsanız mübarek toprakların tüm halkı yakanızdan tutacaktır; çünkü Allah size, onlara yardım etmenizi, topraklarını kurtarmanızı ve onların güvenliklerini sağlamanızı farz kılmıştır. O halde cevabınızı hazırlayın; zira mesele çok ciddi olup bir şaka değildir; ya cennet ya cehennem, ya cennet ya da ateştir. Öyleyse ya kendi nefsinizi tercih edin ya da gaspçı varlığı ve ondan önce de sizleri yöneten ajan rejimlerden başlayarak ona engel olan her şeyi kökünden söküp atmak için acele edin; zira Yahudi varlığını kökünden söküp atmak sizin üzerinize vaciptir ve İslam’ı tatbik etmek için samimi bir şekilde çalışanlara yardım etmek sizin üzerinize vaciptir; o halde Allah’ın size vacip kıldığı şeyleri yerine getirin ki Allah size fetih ve zafer nasip etsin de böylece kurtuluşa erenlerden olasınız.

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اسْتَجِيبُوا لِلَّهِ وَلِلرَّسُولِ إِذَا دَعَاكُمْ لِمَا يُحْيِيكُمْ

Ey iman edenler! Hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman, Allah ve Rasulü’ne icabet edin.” [Enfal 24]

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Said Fazıl - Mısır

Devamını oku...

Ellerinizi Başkalarına Uzatmak Yerine Allah'a Uzatın

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Ellerinizi Başkalarına Uzatmak Yerine Allah'a Uzatın
Başkasından Yardım İstemeden Önce O’ndan Yardım İsteyin

Haber:

Sana'da yayınlanan El-Sevra gazetesi 02 Eylül Pazartesi günü birinci sayfasını "Melhan selleri" manşetiyle süsledi. “Acı hikayeler bırakan bir doğal afet" başlığını kullandı: "Geçtiğimiz Salı günü Mahvit iline bağlı Melhan bölgesini kasıp kavuran sel felaketi birçok aile için bir felaket ve trajediye neden oldu; onlarca kişi hayatını kaybederken çok sayıda ev yıkıldı ve onlarca kayıp insanın yanı sıra diğerlerinin de yerlerinden olmasına neden oldu."

Yorum:

Husilerin Hz. Peygamber Sallallahu aleyhi ve Sellem doğum gününü anmak için düzenledikleri yıllık kutlamalara sayılı günler kaldı ancak onların bu anması, Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem hayattayken Medine-i Münevvere’ye yağmur yağdığında yaptığının akıllarına gelmesine yardımcı olmadı; zira o zaman Sallallahu Aleyhi ve Sellem ellerini semaya kaldırıp şöyle niyaz etmişti: اللهم حوالينا لا عليناAllah'ım! Üzerimize değil, etrafımıza yağdır.

Yağmur felaketi geçen hafta Melhan’da başlamadı; bir aydan kısa bir süre önce yağmur ve sele tanık olunan diğer yerlerde başladı. İnsanların dikkatini çekmek istediğimiz husus, iktidardaki rejimin başındakilerin, insanların başına felaketlerin gelmesini önlemek için kıllarını dahi kıpırdatmamaları ve başlarına felaket geldiğinde de onlara yardım etmemeleridir. Nitekim onların gözleri dışarıdan dilencilik yapmakta! Zira Dışişleri Bakanı Cemal Amer’in Birleşmiş Milletler delegeleriyle buluşmak için benzeri görülmemiş bir hamlesine tanık olduk; çünkü geçtiğimiz Çarşamba günü Sana’da, BM'nin Sana’daki insani yardım koordinatörü Peter Hawkins, onun insani yardım danışmanı Avali Abdunnâsır ve Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği’nin Sana’daki insani yardım temsilcisi Maren Kajdomkaj ile bir araya geldi. Bunu üç gün sonra, Sana’daki Fransız Sınır Tanımayan Doktorlar misyonunun başkanı Alaria Rasulo ile yaptığı görüşmesi takip etti. Buna yardım ve kalkınma yardımlarının yönetimi yoluyla halka fayda sağlamak amacıyla BM ve uluslararası kuruluşlarla ilişkilerin ve iş birliğinin güçlendirilmesini vurgulayan Yüksek Siyasi Konseyi Başkanı Mehdi el-Meşat ile yaptığı görüşme de dahildir. Nitekim Husiler de, Aden’deki Başkanlık Konseyindeki muadilleri gibi içeriden dışarıya doğru hareket ettiler! Dolayısıyla her ikisi arasında hiçbir fark yoktur.

Bugün yaşanan iklim değişikliğinin, sanayileşmiş ülkelerin iklim bilimcilerinin dünya atmosferine sera gazı salınımını azaltma yönündeki uyarılarını dikkate almamaları nedeniyle yeni milenyuma girilmesiyle başladığını hatırlıyoruz. Dolayısıyla İslam ile yönetmek için Nübüvvet Minhacı üzere İkinci Raşidi Hilafet Devleti kurmadıkça ve dünya hayatını Allah'ı öfkelendirecek şeylere göre değil de Allah'ı razı edecek olan şeylere göre yürütmedikçe yaşam çiçeği yeryüzüne geri dönmeyecek ve böylece başımıza gelen musibetlere maruz kalacağız.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Müh. Şefik Hamis – Yemen

Devamını oku...

Rusya’da Anayasal Özgürlükler!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Rusya’da Anayasal Özgürlükler!

Haber:

Kommersant gazetesi 2/9/2024 tarihinde, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in Moğolistan’da yayımlanan Anadur gazetesi ile yaptığı röportajda, basın özgürlüğünün Rusya anayasası tarafından güvence altına alındığını söylediğini yayınladı. Ve şöyle ekledi: “Rusya’daki medya organları özgürdür. Bu, anayasa tarafından kesin bir şekilde güvence altına alınmıştır. Bizler, bilgiler alanında çoğulculuğun ve açıklığın gerekli olduğuna inanıyoruz”

Rusya Devlet Başkanı, Rus makamlarının “yayın politikasına bakmaksızın” medya organları ile “yapıcı bir şekilde iletişim” kurduklarına inanıyor ancak onlar için tek şart, Rus yasalarına uymak.

Yorum:

Kommersant Gazetesi’nde yer alan bu haberlerin başında, şu anda özgürlüklerinden mahrum olan gazetecilere yönelik örnekler yer alıyordu ancak daha sonra bu örnekler çıkarıldı; sonra bugün gelmiş Rusya’daki medya organlarının “özgürlüğünden” bahsediyor!

Putin’in Rusya’da basın özgürlüğünden ve gazetecilerin Rusya yasalarına uyması gerektiğinden bahsetmesi, bir gardiyanın mahkumlara sizler özgürsünüz ama hapishane yönetiminin kurallarına uymalısınız demesine benziyor.

Aynı şekilde Rusya’daki anayasaya göre Müslümanlar özgürdür ancak onların sadece İslam karşıtı yasalara uymaları gerekmektedir! Zira Rusya Federasyonu anayasasına göre, Müslümanlar hem bireysel olarak hem de mümin kardeşleriyle birlikte dinlerini özgürce açıklama ve aynı şekilde dini inançlarını benimseyip yayma ve bunlara göre amel etme hakkına sahiptir.

Ancak Müslümanlar inançlarını yaymak ve bu doğrultuda hareket etmek istediklerinde Rusya Federasyonu Ceza Kanunu’nun bir dizi çeşitli maddeleri uyarınca zulme uğramakta ve 10 ila 25 yıl arasında değişen sürelerde hapis cezasına çarptırılmaktadırlar. Bu şekilde güvenlik güçleri diğer Müslümanlara, dinlerinin gereklerine göre hareket etmek yerine hangi yönde hareket etmeleri gerektiğini göstermek için gözdağı vermektedir.

Eski Kommersant gazetecisi Ivan Safronov da mesleki faaliyetleri nedeniyle “ihanet” suçundan 24 yıl hapis cezasına çarptırıldı. Yine gazeteci ve Çernovik gazetesinin din işleri bölümünün genel yayın yönetmeni Abdulmumin Haciyev, mesleki faaliyetleri nedeniyle “terörizmi” finanse etmek suçlamasıyla 17 yıl hapis cezasına çarptırıldı.Bu ve benzeri vakalar, aynı şekilde meslektaşlarının “gerekli” sonuçları çıkarmalarını hedeflemektedir.

Aynı şekilde Rusya anayasası, bu ülkede yaşayanların basın özgürlüğünü ve haklarını garanti altına almakta ama bu özgürlük ve haklara kimlerin dahil olduğunu belirleyenler ise güvenlik makamlarıdır.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Ali Ebu Eyyub

Devamını oku...

Raşidi Hilafet, Pakistan ve Bangladeş’i Birleştirerek Hindistan’daki Bölgesel Kaosa Son Verecektir!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Raşidi Hilafet, Pakistan ve Bangladeş’i Birleştirerek Hindistan’daki Bölgesel Kaosa Son Verecektir!

Haber:

Sivil Medya Kanadı, 30 Ağustos 2024 tarihinde, Pakistan Başbakanı Şahbaz Şerif'in Bangladeş Cumhurbaşkanı Danışmanı Profesör Muhammed Yunus ile görüştüğünü vurguladı ve şöyle bir açıklamada bulundu: “İki ülke arasındaki derin tarihi, dini ve kültürel bağlara ışık tuttular ve iş birliğini arttırmak yoluyla ikili ilişkileri güçlendirme arzularını dile getirdiler. Ayrıca daha geniş kapsamlı bölgesel iş birliğinin, Güney Asya halklarının yaşamlarının iyileştirilmesinde hayati bir rol oynayacağı konusunda da mutabık kaldılar.” (Ajanslar)

Yorum:

Müslümanların başındaki yöneticiler, ulus-devletler arasında ilişkiler kuruyorlar ve böylece İslam ümmetini sömürgeci güçlerin çizdiği sınırların içerisine hapsediyorlar. Kökleri Batı siyasi düşüncesine dayanan bir kavram olan milliyetçilik, İslam beldelerini bölüp zayıflatmış ve ümmeti de her biri kendi çıkarlarına öncelik veren farklı devletlere ayırmıştır.

İslam, kabilecilik ve milliyetçiliğe yapılan her türlü çağrıyı reddeder; zira bu, Müslümanları bölen ve zayıflatan bir çağrı olup onun (milliyetçilik) yolunda ölmek, kâfir cahiliye üzerine ölmek gibidir. Nitekim Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: مَنْ قُتِلَ تَحْتَ رَايَةٍ عُمِّيَّةٍ، يَدْعُو عَصَبِيَّةً، أَوْ يَنْصُرُ عَصَبِيَّةً، فَقِتْلَةٌ جَاهِلِيَّةٌKim körü körüne çekilmiş (ummiyye) bir bayrak altında savaşır, asabiyete çağırır veya asabiyete yardım ederse, cahiliye ölümü ile ölmüş olur.” [Müslim rivayet etti] Nevevi, bu hadisin şerhinde şöyle dedi: “Asabiyet için öfkelenmek, dine yardım etmek için değildir; asabiyet, zulüm üzere olduğu halde kavmine yardım etmektir.” Bu nedenle Müslümanlar olarak bizim ister kabilecelik ister milliyetçilik olsun her türlü çağrıları reddetmemiz ve bizim gücümüzün yolu olan Allah Celle Celâluhu’nun ipine sımsıkı sarılmamız gerekir.

Şeriata göre mevcut ulus-devletler arasındaki ilişki sırf kardeşlik ilişkisinin ötesinde olmalıdır; zira şeriat, onların tek bir Halife’nin, tek bir ordunun ve tek bir Beytu’l Mâl’in olduğu tek bir Raşidi Hilafet Devleti’nin altında birleşmelerini farz kılmıştır. Tarihsel olarak Hilafet Devleti, Afrika, Mezopotamya ve İndus Vadisi de dahil olmak üzere önemli stratejik bölgeleri kapsamış ve bazılarındaki her türlü zayıf noktaları telafi etmek için devletin çeşitli vilayetlerindeki güç noktalarından yararlanmıştır. Hindistan’ın barajları aniden açarak sellere neden olmasının ve bölgesel güvenliğe yönelik tehditlerin artmasının gölgesinde Raşidi Hilafet, bu tür zararları önleyecek ve Hindistan yarımadasının dört bir tarafında İslami yönetimi yeniden tesis edecektir.

İslam'ın yönetimine aslında Hint Yarımadası’ndaki tüm halkların ihtiyacı vardır. Nitekim İngiliz işgalinden önce Hint yarımadası İslami yönetime tabiydi ve dünya ekonomisindeki payı yüzde 23 olup bu da Avrupa'nın toplam ekonomisinin boyutundaydı; 1700 yılında Evrengzib Alamgir (I. Alemgir Şah) zamanında bu oran yüzde 27’ye yükselmişti. İngiliz işgalinden sonra bu oran %4'ün altına düşmüş, yüz binlerce kişi kıtlığın acısını çekmiş ve İngilizler 173 yıl boyunca bölgeyi yağmalayarak günümüz tahminlerine göre 45 trilyon Dolara eşdeğer bir miktara el koymuştur!

İslam’ın yönetimi, Müslümanları güçlendirir ve düşmanları geri çekilmeye zorlar. Örneğin Evrengzib huzur ve rahatlık nedir bilmemiş, aksine Himalaya dağlarından okyanuslara, bugünkü Bangladeş’ten İran sınırlarına kadar Hint Yarımadası İslam’a boyun eğinceye kadar 52 yıl boyunca cihada devam etmiş ve Hindistan’daki İslam Babür İmparatorluğu en büyük genişlemesine Evrengzib döneminde tanık olmuştur. Bu ise Sultan Evrengzib’in gösterdiği askeri çabalardan kaynaklanmıştır. Zira Hindistan’da Sultanın kontrolüne tabi olmayan hiçbir bölge kalmamıştı. Çünkü Evrengzib, Hint alt kıtasının doğusunu, batısını ve kuzeyini, tek bir liderlik altında güneyine bağlayarak onu İslam Babür vilayetine dönüştürmeyi başarmış veonun döneminde Müslümanlar 30’dan fazla savaş yapmıştır; bizzat kendisi bu savaşlardan 11’ne liderlik etmiş ve geri kalanlarına ise komutanlarını görevlendirmiştir.

Hindistan ve işgal altındaki Keşmir’de zulme uğrayan Müslümanların desteklediği Bangladeş, Pakistan ve Afganistan Müslümanları, Allah’ın indirdikleriyle yönetimi ikame etmek için çalışmalı ve bölgedeki askerlerin ve mücahitlerin arasındaki Evrengzib’in torunlarına, Hindistan yarımadasında İslam’ın hakimiyetini bir kez daha yeniden tesis edecek olan Nübüvvet Minhacı üzere Raşidi Hilafeti kurmak için nusret vermelidirler. Nitekim Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: عِصَابَتَانِ مِنْ أُمَّتِي أَحْرَزَهُمَا اللهُ مِنَ النَّارِ: عِصَابَةٌ تَغْزُو الْهِنْدَ وَعِصَابَةٌ تَكُونُ مَعَ عِيسَى ابْنِ مَرْيَمَ عَلَيْهِمَا السَّلَامÜmmetimden iki grup vardır ki Allah onları ateşten korumuştur; birincisi Hindistan'a karşı savaşan gurup, diğeri ise Meryem oğlu İsa Aleyhisselam ile beraber olan guruptur.” [Ahmed ve Nesai rivayet etti]

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Zekeriya İmran – Pakistan

Devamını oku...

Suudi Arabistan, “Meşru” Hükümetle Anlaşmadan, Tek Taraflı Olarak Husiler Üzerindeki Ablukayı Kaldırıyor!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Suudi Arabistan, “Meşru” Hükümetle Anlaşmadan, Tek Taraflı Olarak Husiler Üzerindeki Ablukayı Kaldırıyor!

Haber:

Husi grubu, Ulaştırma Bakanı Muhammed Kahim aracılığıyla, grubun kontrolü altındaki Sanaa havaalanından yeni rotalara uçuşların açılması için Suudi Arabistan ile anlaşmaların devam ettiğini duyurdu.(Post web sitesi, 4 Eylül 2024)

Yorum:

Ablukanın kaldırılması, havaalanlarının açılması ve Sanaa havaalanından yeni seferlerin başlatılması, Yemen’deki çatışmanın iki tarafı arasındaki Maskat görüşmeleri sırasında daha önce Suudi Dışişleri Bakanı tarafından açıklanan Suudi yol haritasının bir parçasıdır. Ancak görüşmeler başarısız oldu ve Reşad el-Alimi başkanlığındaki “meşru” hükümetin Suudi baskısına boyun eğmesi ve Aden'deki Merkez Bankası tarafından alınan ve Husi grubu üzerinde mali bir kuşatmaya neden olan ekonomik kararların askıya alması dışında herhangi bir somut ilerleme kaydedilmedi. Amerikan Orta Doğu İşleri Enstitüsü’nin yayınladığı bilgilere göre Suudi Arabistan ve ABD’nin, BM Yemen temsilcisi aracılığıyla yaptığı baskılar sonucunda el-Alimi hükümeti boyun eğdi ve Merkez Bankası’nın kararlarını geri çekti ancak Husileri daha fazla petrol geliriyle ödüllendiren yol haritasının geri kalan ayrıntılarını kabul etmedi. (Belkıs uydu kanalı). Ayrıca Sanaa havaalanı üzerindeki ablukanın kaldırılması ve yeni uçuş seferlerinin açılması, Husileri uluslararası alanda muhatap alınan “meşru” bir otorite haline getirecektir. Ancak el-Alimi hükümeti, Merkez Bankası’nın kararlarını askıya alınmasına boyun eğmiş ama yol haritasının geri kalan ayrıntılarına boyun eğmemiştir. 

Bu nedenle Suudi Arabistan, el-Alimi hükümetini bypass etme, ablukayı kaldırma ve Husiler için diğer dış seyahat seferlerini açma yoluna gitmiştir; Suudi Arabistan ile anlaşmaların devam ettiğini açıklayan Husi Ulaştırma Bakanı’nın açıklamasına göre grup, Suudi Arabistan’a her zaman dediği gibi “saldırgan” dememiştir! Burada Suudi Arabistan ve Husi grubunun, el-Alimi hükümetini doğrudan ya da hamisi BAE aracılığıyla destekleyen İngiliz rakibine karşı ABD’nin bölgedeki çıkarlarına hizmet etmek için paralel olarak çalıştıkları defalarca ortaya çıkmıştır.

Suudi Arabistan, Husilerin “meşru” hükümetle nihai çözüm müzakerelerinde aslan payını almalarını sağlamak için çalışmakta ve onları isyancı bir taraf olarak değil de eşit bir taraf olarak sunmaktadır; ayrıca ABD, Husilere yönelik (etkisiz) saldırıları sürekli duyurmak yoluyla Husileri uluslararası alanda şişirmekte ve Kızıldeniz’deki gemilere saldırmaya yönelik güçlerini ve yeteneklerini zayıflatmamaktadır. Bu da onları (Husileri), nihai çözüm müzakerelerinde “meşru” hükümetle karşı karşıya geldiklerinde güçlü ve uluslararası destekli bir müzakere gücü haline getirmektedir.

Ey Yemen halkı: yöneticileriniz, ister kuzeyde isterse güneyde olsun zenginlikleri ve servetleriyle birlikte ülkeyi ve ülkenin sorunlarının çözümünü sömürgeci kâfire teslim ettiler. Bakın işte kardeşler arasındaki savaşın üzerinden onlarca yıl geçmesine rağmen bu yöneticiler, krizden çıkmak için kıllarını dahi kıpırdatmadılar; aksine bir çözüm sağlamak üzere müdahale etmeleri için Birleşmiş Milletler’e ve uluslararası topluma yalvarmaya devam ettiler. Oysa dünyanın her yerinde Müslümanlarla savaşan, onların zenginliklerini yağmalayan ve onların düşmanlarını destekleyen düşman, bizzat bu kuruluşlardır!! O halde sorunlarımızı düşmanımıza nasıl teslim edip çözüm için onlara yalvarabiliriz?!

Bu yöneticiler, Yemen’in son on yılda ulaştığı çöküş, bozulma, yoksulluk, açlık ve aşağılanmayı gördükleri halde hiç ilgilenmediler. İşte Yemen’deki halkımızın durumu, daha önce görülmemiş bir seviyeye ulaşmıştır!Sömürgeci kâfir ise, sadece ülkeden daha fazla nüfuz ve zenginlik elde etmeyi garanti edecek çözümler sunmakla ilgilenmektedir.

Yemen krizinin çözümü, sömürgeciliğin ve ona hizmet eden bölge ülkelerinin kutusundan çıkmaktan ve ülkenin meselesini, savaşı ve Müslümanların kanlarının akıtılması durdurmak, serveti koruyup onu kontrol etmek, sömürgeci kafirin ve araçlarının kontrolünü ülkeden kovmak ve hayat sistemleri konusunda insanlar arasında İslam şeriatının hükümlerini tatbik etmek amacıyla Allah’ın şeriatını hakim kılmak için samimi bir şekilde çalışanlara teslim etmekten geçmektedir. Böylece Yemen, Ümmetin Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Âlihi ve Ashabihi ve Sellem’in, ثُمَّ تَكُونُ خِلَافَةً عَلَى مِنْهَاجِ النُّبُوَّةِ   “Sonra (Yeniden) Nübüvvet Minhacı Üzere (Raşidi) Hilafet Olacaktır” [Ahmed] hadisiyle bize müjdelemiş olduğu Hilafet Devleti’nin çekirdeği olacaktır.

Ey Yemen’deki halkımız: sömürgeci kafir ve onun araçları sizleri, otuz yıl boyunca üzerinize sosyalizmi uygulayarak, sonra otuz yıl boyunca kapitalist sistemi uygulayarak, ardından on yıl boyunca da kafirin cahiliye mefhumlarından olan mezhepsel ve bölgesel sloganlar kullandığı öğütücü bir savaşla kandırdılar; bu yüzden artık Nübüvvet Minhacı üzere Raşidi Hilafetin gölgesinde İslam sancağını dalgalandırmamızın zamanı gelmiştir.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Abdullah El-Hadramî – Yemen

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER