Cuma, 04 Rebiu’l Evvel 1446 | 2024/09/06
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

Özbekistan Zindanlarında Yeni Bir Şehit Daha

Büyük bir üzüntü ve acıyla ülkemiz Müslümanlarına ve tüm İslam ümmetine taziyelerimizi sunuyoruz. Değerli bir insan daha Refiki A’la’ya intikal ederek partinin şehitler kervanına katılmıştır. Dün 30 Mayıs’ta Taşkent saatiyle 10.00’da 25 yıllık zulmün ardından şehit edilen Taşkentli siyaset alimlerimizden (Dumla Kalanfor olarak bilinen) Valiyev Hamidullah’ın cenaze namazı kılındı. Özbek rejimi, 25 yıldır cezaevinde bulunan ülkemizin samimi alimlerini infaz etmeye devam ediyor. Bu kez suçunu örtbas etmek için Özbek rejimi, büyük bir metanet ve cesaret örneği sergileyen saygı değer alimin naaşını korkunç bir şekilde yakınlarına teslim etti. 28 Mayıs sabahı yakınlarına cezaevinden bir telefon geldi ve derhal gelmeleri istendi, üstadın hastalandığı bildirildi. Gittiklerinde hastanedeki doktorlar, yakınlarına merhumun naaşını alabileceklerini söylediler. Anlaşıldığı kadarıyla, merhum dört gün önce ölmüş, ama onu şehir hastanesine naklederek yaşam destek ünitesine bağlamışlar. Ölümünden bir hafta önce kardeşimizin cezasını çekmekte olduğu cezaevinde baskıların arttığına dair haberlerin yer aldığını belirtmekte fayda var...

Bu muhterem insanın aile fertlerine, yakınlarına ve kardeşlerine en derin taziyelerimizi sunuyor ve bir kez daha diyoruz ki, üstat Hamidullah, Peygamberlerin varisleri unvanını hiçbir abartı olmaksızın gerçekten hak eden âlimlerden biriydi. Binlerce âlimin, Müslüman ülkelerde sömürgeci kâfirlerin kurduğu baskıcı rejimlere hizmet ettiği ve onların İslam dışı politikalarını meşrulaştırdığı bir dönemde Hamidullah gibi Rabbani âlimlerimizin kıymeti daha da iyi anlaşılmaktadır. Allah’ın hikmetine bakın, üstat Hamidullah, müftülere ve cami imamlarıyla ülkemizdeki diyanetin alimlerine karşı Allah’ın kesin delillerinden biri haline gelmiştir. Başta müftü olmak üzere bu imamlar, İslam’a ve Müslümanlara ihanetlerini nasıl meşrulaştırabiliyorlar? Allah’a döndükleri gün, acaba Hamidullah gibi alimler karşısında nasıl duracaklar? O gün yüzleri yere bakacaktır. O yüzden ruhları bedenlerinden ayrılmadan önce hemen kendilerine gelmelidirler. Üstat Hamidullah, çeşitli nimetler, yiyecekler ve giyecekler içinde iyi bir yaşam sürebilirdi. Ancak dinini dünyasına satmasına razı olmamıştır. Tüm bunlara rağmen üstat Hamidullah, diğer mazlumlar gibi, hayatının çeyrek asrını insanlık dışı hapishane koşullarında fiziksel ve psikolojik baskı altında geçirmiş, yine de Yüce Allah ile olan ahdini unutmamıştır.

مِنَ الْمُؤْمِنِينَ رِجَالٌ صَدَقُوا مَا عَاهَدُوا اللَّهَ عَلَيْهِ فَمِنْهُم مَّن قَضَى نَحْبَهُ وَمِنْهُم مَّن يَنتَظِرُ وَمَا بَدَّلُوا تَبْدِيلاً“Müminlerden öyle adamlar vardır ki, Allah’a verdikleri söze sâdık kaldılar. İçlerinden bir kısmı verdikleri sözü yerine getirmiştir. Bir kısmı da beklemektedir. Verdikleri sözü asla değiştirmemişlerdir.” [Ahzab 23]

Yüce Allah’tan kardeşimiz Hamidullah’ı ahirette şehitlerin efendisi Hamza bin Abdül Muttalib ile birlikte eylemesini ve onu, yolunda şehit olanlara vaat ettiği geniş Firdevs cennetine koymasını niyaz ediyoruz. Bu Rabbani alimlerin fedakarlıklarının ne bu dünyada ne de ahirette asla boşa gitmeyeceğini belirtmekte fayda var. Şüphesiz onların, sebat örneği teşkil eden yaşam tarzları, sadece büyük hedefe, İslam’ın ve Müslümanların zaferine hizmet etmektedir, çünkü bu, hak ile batıl arasındaki çatışmada Allah’ın değişmez sünnetidir. Allah Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurdu:

ذَلِكَ وَلَوْ يَشَاءُ اللهُ لَانتَصَرَ مِنْهُمْ وَلَكِن لِّيَبْلُوَ بَعْضَكُم بِبَعْضٍ وَالَّذِينَ قُتِلُوا فِي سَبِيلِ اللهِ فَلَن يُضِلَّ أَعْمَالَهُمْ * سَيَهْدِيهِمْ وَيُصْلِحُ بَالَهُمْ * وَيُدْخِلُهُمُ الْجَنَّةَ عَرَّفَهَا لَهُمْ“Durum şu ki, Allah dileseydi, onlardan intikam alırdı. Fakat sizi birbirinizle denemek ister. Allah yolunda öldürülenlere gelince, Allah onların yaptıklarını boşa çıkarmaz. Allah onları muratlarına erdirecek, gönüllerini şâdedecek ve onları, kendilerine tanıttığı cennete sokacaktır.” [Muhammed 4-6]

Devamını oku...

Özbek Hükümeti, Tiran Kerimov Günlerine Özlem Mi Duyuyor?

Görünüşe göre “Yeni Özbekistan” terennümünde bulunan Özbek hükümeti ve 2016 yılında iktidara gelen ve Kerimov rejiminin karanlık günlerini “çöp rejimi” olarak nitelendiren Şevket Mirziyoyev’in, o utanç verici günlere geri dönmek istemesi büyük bir talihsizliktir. Mevcut hükümetin, Kerimov rejiminin gaddarlığı, Hizb-ut Tahrir’le aptalca ve aynı zamanda çılgınca mücadele ettiği, büyük bir itibar kaybettiği, tüm dünyaya rezil olduğu, sonunda sefil bir şekilde öldüğü gerçeğinden yeterince ders almadığı görülüyor. Yoksa haksız yere hapsedilen, uzun yıllar ağır maddi ve manevi baskı altında kalan ve henüz özgürlüğün havasını soluyamayan müminleri yeniden mi yargılayacaksınız? Bu mazlum kardeşlerimizin tek “suçu” “Rabbimiz Allah” demeleri, ülkemizdeki Müslümanları, başbakanları ve mihrap imamlarını Allah’ın hükümlerini yeniden hayata geçirmeye çağırmalarıdır! Müslümanlardan büyük bir grup şu anda yeniden yargılanıyor. İşte bu yirmi üç kişinin tam listesi:

1- Rahmetov Enver Sametoviç, 1969 doğumlu.

2- Rahimov İbadullah, 1962 doğumlu.

3- Fazılbek Devranbek, 1972 doğumlu.

4- Şemsiyev Alim Tolganoviç, 1973 doğumlu.

5- Abdalov Mahmud Dadabayeviç, 1963 doğumlu.

6- Abdül Laif Zabihullah Haliloviç, 1971 doğumlu.

7- Gafurov Bahtiyar Talatoviç, 1980 doğumlu.

8- Hikmetov Fahrettin Şerefoviç, 1968 doğumlu.

9- Aglamov İsameddin Celaloviç, 1968 doğumlu.

10- Yoldaşef Envercan Sabitoviç, 1972 doğumlu.

11. Mirza Ahmedov Atabek Abdil Haliloviç, 1971 doğumlu.

12- Kamelov Hayrullah Abdullayeviç, 1962 doğumlu.

13- Mirza Ahmedov Muşerreb Şamiloviç, 1975 doğumlu.

14- Eşrefov Sadraddin Salah Dinoviç, 1973 doğumlu.

15- Mahmudov Dilmurat Rahimoviç, 1969 doğumlu.

16- Ali Muhammed Aziz Azimoviç, 1983 doğumlu.

17- Nizamov Murat Tahiroviç, 1973 doğumlu.

18- Mirtalibov Abdül Rezzak Abdül Fettahoviç, 1965 doğumlu.

19- Tulaganov Mirzahid Mirvahidoviç, 1985 doğumlu.

20- Mamurov Dilmurat Muhtaroviç, 1976 doğumlu.

21- Akhun Canov Omid Abdül Rahimoviç, 1981 doğumlu.

22- Abdül Rahmanov Şevket Abdül Ridoviç, 1974 doğumlu.

23- Yakubov Muratcan Nigmetcanoviç, 1978 doğumlu.

Bu gençler, baskıcı Kerimov rejiminin kurbanlarıdır. Bazıları en az 7 yıl hapis yatmış ve çoğu parmaklıklar ardında 20 yıldan fazla zaman geçirmiştir. Cezaevinde kaldıkları süre boyunca hiçbir gerekçe gösterilmeden, çok adaletsiz bir şekilde ve sudan bahanelerle defalarca yeni cezalara çarptırılmışlardır. İnsanlık dışı koşullar ve onlara yapılan baskılar ise ayrı bir konu... Şimdi aynı gençlerden bir grup, Özbekistan Cumhuriyeti Ceza Kanunu’nun 159. maddesinin 3. fıkrasının “a, b” bentleri ve 2442. Maddesinin 1. fıkrası uyarınca cezai kovuşturmaya tabi tutulmaktadır. 25 Ekim 2023 tarihinde Taşkent Şehri İçişleri Ana Dairesi Soruşturma Departmanı, Özbekistan Cumhuriyeti Ceza Kanunu’nun 2441. Maddesinin 3. fıkrasının (d) bendi ve 3. Bölümünün 3. fıkrasının (d) bendi uyarınca ceza davası açmış ve soruşturmalar yürütülmüştür. Üç ay sonra 19 Ocak’ta ön soruşturma 25 Mart’a uzatılmıştır. Soruşturma sırasında gençler, yine “çöp rejiminden” miras kalan tehditlere, fiziksel ve manevi baskılara maruz kalmışlardır. 9 Mayıs’ta soruşturma sona erdi ve duruşma Taşkent’te başladı. Gençlerin mahkemede verdikleri ifadelere göre, gözaltına alındıkları gün başlarına çuval geçirilmiş ve iki gün boyunca darp edilmişlerdir. Soruşturmayı yürüten kimselerin elinde bu gençlerin “suçlu” olduğuna dair hiçbir fiziksel kanıt bulunmadığı için, gençler zorbalık, şantaj, gözdağı ve psikolojik baskı ile yazılan iddianameyi imzalamak zorunda kalmışlardır. Kısacası soruşturma, 1999 yılında ilk zorba cumhurbaşkanının kardeşlerimize yaptığı baskıyı hatırlatmıştır. Son duruşmada kendilerine söz verildiğinde gençler bunu dile getirmişlerdir. Gençlerden birinin mahkemedeki ifadesine göre, belgeleri imzalamadığı takdirde oğlunu da tutuklamakla tehdit etmişlerdir. Bir başka genç de iddianameyi imzalamadığı takdirde eşini getirmekle tehdit edildiğini söyledi. Başka bir kardeşe göre, yurtdışında bir yüksek öğrenim kurumunda okuyan oğlunu, iddianameyi imzalamaması halinde büyükelçilik aracılığıyla Özbekistan’a getirecekleri tehdidinde bulunmuşlardır.

Yargılanan, tutuklanan ve mahkeme öncesi sorgulanan bu kimselerle ilgili haberlerin, önemsiz küçük şeyleri ayrıntılı olarak ele alan ve abartının peşinden koşan ülkedeki hiçbir medya kuruluşunda yer almaması şaşırtıcı! Bu gençleri savunmak için tek bir kelime bile edemeyen saray alimlerinden hiçbir hayır beklenmez. Çünkü her ne kadar imam ve lider olduklarını iddia etseler de halktan ve Allah’tan daha çok Özbek rejiminden korkmaktadırlar.

Ülkemizde İslam ve Müslümanlarla mücadelenin öncüsü olmaya devam eden Devlet Güvenlik Teşkilatı ve diğer güvenlik kurumlarını uyarıyor ve onlara diyoruz ki, siz de Müslümanların evlatlarısınız ve tutukladığınız ve sorguladığınız bu gençler sizin kardeşlerinizdir. Aslında bu gençler, iyi niyetli insanlardır, sizi ve çocuklarınızı cehennem ateşinde yanmaktan kurtarmanın derdindedirler. Tüm “suçları” sadece kalplerindeki bu iyi niyetleridir. Bu nedenle, önemsiz bir mevki, omuzlarınızdaki yıldızları artırmak ve dünyevi zevkler uğruna bu ağır ve büyük günahı işlemeye devam ederseniz, bilin ki, ciddi ve büyük suçlar işleyen, masum insanları suçlayan ve onlara zulmeden devlet başkanlarınızın suç ortak olmuş olursunuz. Yüce Allah’ın huzuruna çıktığınızda onlarla birlikte sorguya çekileceksiniz. Bu dünyada, sefalet ve sefil bir yaşamdan başka bir şey elde edemeyeceksiniz.

Özbek hükümetine gelince, acımasız Kerimov rejiminin utanç verici yolunda yürümeye devam etmesi halinde herhangi bir sonuç elde edeceğini düşünüyorsa, fena halde yanılıyordur. Yeryüzünde Allah’ın hükümlerini tesis etmek için kararlı bir şekilde çalışan Hizb-ut Tahrir’le mücadele etmenin, destekçilerine zulmedip hapse atmanın, bir işe yarayacağına inanmak, son derece cahilcedir ve basiretsizliktir. Özellikle de hükümet, bunu Rusya’nın veya diğer sömürgeci kafirlerin tavsiyelerine binaen ve onları memnun etmek için yapıyorsa, bu daha büyük günah ve suçtur! Özbekistan hükümetini böylesine büyük bir günah işleyerek Allah’ın gazabına maruz kalmaktan sakındırıyoruz! Hükümeti, bu kararı açıklamadan ve çok geç olmadan aklını başına toplamaya ve bu mazlumları derhal serbest bırakmaya çağırıyoruz Yeter bu kadar acı çektikleri. Yeter artık onları karalama ve iftira çabaları. Onlar suçlu değildir, Özbekistan Müslümanları için sadece en iyisini isteyen samimi ve dindar gençlerdir.

Hizb-ut Tahrir’e gelince, dost düşman herkes onun İslami bir siyasi parti olduğunu, tüm Müslümanları Hilafeti kurmaya çağırdığını çok iyi bilir. Allah, tüm İslam ümmetine İslami hayatı yeniden başlatmayı farz kılmıştır. Hizb, davetinde fikri çatışma ve siyasi mücadeleye dayanmaktadır. Bugün, Allah’a hamdolsun, dünyada her geçen gün daha fazla insan partinin çağrısına yanıt vermektedir. Elbette bu küresel çağrı Rusya, Amerika ve İngiltere gibi sömürgeci kafir ülkeleri rahatsız etmektedir. Bu nedenle, rejimleri kindar ve ajan kötü niyetli ülkeler ve Müslüman ülkelerdeki uzantıları, partinin sesini kesmek ve mümkün olan her şekilde onunla mücadele etmek, aşırılık yanlısı ve terörist yaftası vurmak için uğraşmaktadır. Çünkü kapitalist demokrasi, İslam ideolojisi karşısında yenilmiştir ve şimdi ellerinde kalan tek yöntem, güç ve tehdittir. Bu, bu kukla rejimlerin ve efendilerinin derin bir uçuruma atılmak üzere oldukları anlamına geliyor.

Yüce Allah’tan yardım istiyor ve Hilafetin kurulması için O’na yalvarıyoruz. Hilafet, mazlum Müslümanları koruyup kollayacak, bir daha başlarını kaldıramasınlar diye zalimleri dizginleyecektir. Allah’ın izniyle o gün çok yakındır.

وَسَيَعْلَمُ الَّذِينَ ظَلَمُوا أَيَّ مُنقَلَبٍ يَنقَلِبُونَ “Zulmedenler, hangi dönüşle döndürüleceklerini yakında bileceklerdir.” [Şuara 227]

Devamını oku...

İsveçli Politikacılar, Müslümanların Sınır Dışı Edilmesine Yönelik Totaliter Önerileriyle “Avrupa” Değerlerinin Altını Oyuyorlar

Çarşamba günü, Dagens Nyheter AB seçimleri öncesinde bir makale yayınladı. Makalede Başbakan Yardımcısı Ebba Busch, İslam’ı Avrupa değerlerine uyarlamayan Müslümanların Avrupa’da bulunma haklarını tükettiklerinden, sınır dışı edilmeleri gerektiğini söyledi.

Müslümanlar, İsveçli politikacılar tarafından, özellikle seçim zamanlarında, özellikle de seçimlerde tehlikeli bir şekilde çizgiye yaklaşan ve ırkçılar arasında puan toplamaya çalışan başarısız partiler tarafından Müslümanların baskı görmesine şaşırmıyorlar. Başbakan Yardımcısının açıklaması, İsveç’in onlarca yıldır farklı hükümetler tarafından İslam’ı sekülerleştirme ve Müslümanları asimile etme politikasıyla uyumludur. Bu nedenle devlet, İslami okulları kapattı, Kuran’ın yakılmasını onayladı, çocukları kaçırdı ve namusa baskı bahanesiyle peçe gibi temel İslami uygulamaları suç saymaya çalıştı. Ebba Busch, yaptığı bu açıklamayla, ‘kafa kesme’ ve ‘mahkeme dışında adalet’ gibi grotesk formülasyonlarıyla Müslümanları şeytanlaştırmak ve üzerlerinde daha fazla baskı kurmak arzusunda. Bu sözlerin Gazze’de çağımızın en vahşi ve barbarca soykırımını destekleyen ve hüküm giymemiş suçluları sınır dışı etmeyi öneren bir hükümetin suç ortağı olan bir kişiden sadır olması tam bir ironi ve paradokstur. Bu en saf haliyle ikiyüzlülüktür.

İsveçli politikacılar tüm insanların hak ve özgürlüklerini savunduklarını iddia ediyorlar, farklı etnik gruplar arasında hoşgörü ilan ediyorlar, ancak savundukları şeyin arkasında durmuyorlar. Ülkede kalabilmeleri için Müslümanlardan, İslam’ı ve inançlarını değiştirmelerini istemek, tüm hak ve özgürlüklere aykırıdır. Özgürlük kocaman bir yalandır, Müslümanlar diğer insanlarla aynı haklara sahip değildir. Müslümanların normal bir hayat sürmesinin tek yolu, sekülerleşmeleridir gibi çok önemli bir mesaj da veriyor. Bu ne hoşgörü ne de özgürlüktür, zorla din değiştirtmektir, düşmanca bir asimilasyon politikasıdır. Ebba Busch ve İsveç’in diğer hoşgörüsüz politikacıları, İslam’dan ders almalı. İslam Müslümanların, Hıristiyanların, Yahudilerin ve diğer inançlardan insanların yan yana yaşadığı bir toplum inşa etmiştir. İslam’ın inşa ettiği toplum, ırkçılık, yabancı düşmanlığı ve ayrımcılıktan muzdarip Avrupa toplumlarına benzemez. Değerlerin ve inançların zorla değil, tartışmayla değiştirilebileceğini öğrenmelidirler. İsveç devletinin kullandığı ve Başbakan Yardımcısı’nın ifade ettiği yöntem, laik diktatörlüklerden ve muz cumhuriyetlerinden tanıdığımız faşist bir yöntemdir.

İsveçli politikacıların baskıya başvurması, argümana argümanla karşılık veremeyen seküler kapitalist ideolojinin zayıflığını göstermektedir. Müslümanlardan laikliği ve özgürlüğü benimsemelerini isterlerken, kendileri seküler kapitalist ideolojinin altını oymaktadırlar. Bu, kültürel iflası ve ideolojik teslimiyeti göstermektedir.

Ey değerli Müslümanlar! İslam, Yaratıcının insanlığa bir vahyi ve hidayetidir. İslam, tüm insanların sorunlarına çözüm üretmesiyle her şeyi kapsayan bir ideolojidir. İslam bizim gururumuz ve ihtişamımızın kaynağıdır. İslam, Ebba ve diğer politikacıların ideolojisi gibi satılık değildir. O yüzden İslam’a sımsıkı sarılın ve hiç kimsenin, size baskı yapmasına izin vermeyin. İslam’ın en ufak bir hükmünden bile ödün vermeyin. Unutmayınız ki, sıkıntı ve baskı, peygamberlerin yoludur ve hatta onlara “Ya sizi kovacağız ya da bizim yaşam tarzımızı benimseyeceksiniz.” demişlerdir.

İsveç halkına diyoruz ki: İsveçli ve Batılı politikacıların yalanlarının ve baskılarının kurbanı olduğunuzu biliyoruz. Sadece zengin sermaye sahiplerine hizmet eden kapitalist ideolojinin yol açtığı toplumsal sorunlardan hepimiz mustaribiz. Politikacılar, Müslümanları ve göçü suçlayarak kendileri ve sistemlerinin başarısızlıklarını örtbas etmeye çabası içerisindeler. Ancak kapitalizmin dışında da çözümler var. 1000 yıldan fazla bir süredir dünyayı yönetmiş ve medyanın hiç bahsetmediği bir ideolojide çözümler bulmak mümkün. İslam’ı araştırın, okuyun, inceleyin veya Müslümanlarla konuşun, hiç kimsenin düşüncelerinizi kontrol etmesine izin vermeyin.

Devamını oku...

Halka Bir Somun Ekmekten Sonra Ne Bıraktınız? Desteğinizi Sürdürün ve İnsanların Haklarını Geri Verin

Başbakan Mustafa Madbuli, önümüzdeki haziran ayından itibaren sübvansiyonlu ekmek fiyatının 5 kuruştan 20 kuruşa yükseleceğini duyurdu. Madbuli, bugün düzenlediği basın toplantısında, bir somun ekmeğin devlete maliyetinin 125 kuruş olduğunu, ancak sadece 5 kuruşa satıldığını, dolayısıyla devletin 120 milyar liralık bir sübvansiyon sağladığını sözlerine ekledi. (29.05.2024 www.masrawy.com)

Rejimin, insanların sırtını kırbaçladığı bir somun ekmekten başka geriye ne kaldı! Mesele sadece rejimin yozlaşmışlığı, idari yetersizlik ve güdüm başarısızlığı meselesi değil, aksine halkı aç bırakmaya ve sıkıştırmaya yönelik kasıtlı bir girişim söz konusu. Ki bir lokma ekmek peşinde koşmaya devam etsinler, hatta onu bile bulamasınlar. Bu hedefe ulaşmak, zannına göre rejimi, halkın pençesinden güvende kılacaktır. Halk, özellikle de artan yolsuzluk dosyaları, ihanet, hıyanet, tüm çıkarlarını ve kutsallarını peşkeş çeken rejim ve sembollerini ısırmak için can atmaktadır. İnsanların ateşini kaynama noktasına getiren tek dosya, Gazze dosyası değil, rejime karşı patlamak üzereler. Gazze dosyası, rejimin gitmesi ve devrilmesi gerektiğini kanıtlayan bininci dosyadır.

Rejimin daha da yoksullaştırıcı politikalarından sonra bir somun ekmek yoksulların son çaresidir. Rejim sadece elektrik, gaz ve diğer yakıtlara zam yapmakla kalmadı, bunu hayat pahalılığı izledi. Enflasyon ve dalgalı kurun etkisiyle doğal olarak fiyatlar yükseldi. Sonunda rejimin eli, sadece ekmek bulabilen yoksulların yemeğine bile uzandı!

Rejim aslında ekmeği ya da başka bir şeyi sübvanse etmemektedir, rejimi sübvanse eden halktır. Rejim, devlet bütçesinin yüzde 85’inden fazlasını zorla vergi olarak halktan toplamaktadır. Rejim, devlet arazilerini ve zenginlik kaynaklarını çarçur etmekte, bunları Batıya bedelsiz olarak hibe etmektedir. Petrol, gaz ve maden arama şirketleri ve onların kimsenin bilmediği ve itiraz edemediği gizli maddelere sahip sözleşmeleri bu kasıtlı peşkeşin tanığıdır. Bu peşkeşin faturası Mısır ve halkına kesilmektedir, hatta yağmacıları korumak ve hiçbir baskıyla karşılaşmadan hırsızlık yapmalarını sağlamakla yükümlüdür.

Mısır halkı, rejimin sübvansiyonlarına ve desteğine ihtiyacı yok. Zira rejim, enflasyon dalgalarının ardından değersiz ve işe yaramaz hale gelmiştir. Bilakis halk, peşkeş çekilen haklarına muhtaçtır. O yüzden rejim insanlara bu haklarını geri vermelidir. Sübvansiyonunu kendine saklasın. Rejimin ana gelir kaynağı haline gelen vergiler yoluyla halkın parasını yemeyi bıraksın. Kaldı ki insanlara verdiği sübvansiyonlar da bu vergilerden çıkmaktadır!

İnsanların gaz, petrol, altın ve diğer zenginliklerdeki hakları nerede? Bu zenginliklerin yağmalanması durdurulduğu ve adil bir şekilde dağıtıldığı takdire tüm Mısır halkının refahını sağlayacak kadar yeterli ve çoktur. Gerçekten de Sykes-Picot sınırlarıyla bile Mısır, Batıya, Batının kredilerine, yatırımlarına gerek duymayacak, birinci devlet olmasa bile süper güç olabilecek zenginlik ve enerjiye sahiptir. Eksik olan tek şey, bu zenginlikleri yönetecek, kullanımını ve işletimini iyileştirecek özgür bir irade ve samimi bir yönetimdir. Mısır, buğday ithal etmek yerine buğday yetiştirebileceği ve hatta insanlara yetecek birçok başka ürün yetiştirebileceği devasa ekilebilir ve işlenmemiş alanları sahiptir. Ayrıca balıkçılık ve çeşitliliği için nitelikli büyük su sahaları vardır. Çeşitli biçimleriyle su sahaları 11 milyon feddan’dan fazladır ve bu da ona dayalı ve onu besleyen endüstrilere avantaj sağlamaktadır. Bu kara alanlarının ve balıkçılık sahalarının kullanılmasının, rejimin sözde gelişimini yiyip bitiren bir nüfus artışı olarak gördüğü gençlerin atıl enerjilerinin kullanılmasına yol açacağından bahsetmiyorum bile. Aslında bu enerjileri atıl bırakan ve heder eden rejimin ta kendisidir! Bunun da ötesinde, Bakanlar Kurulu verilerine göre Mısır’ın petrol ve doğal gaz üretimi günlük 1,73 milyon varildir. Altın üretiminin yılda 15,8 ton olduğu tahmin ediliyor. Çoğu, Doğu Çölü’ndeki Sukari madeninden elde ediliyor. Mısır, 120’si geçmişte çıkarılmış olanlar dahil olmak üzere yaklaşık 270 altın yatağına ve madeni barındırmaktadır. Mısır’ın en büyük ve en ünlü Sukari madeni bunlar arasında yer almaktadır. (El-Arabiya)

Mısır, bu kaynaklardan zenginlik üretebilecek insan potansiyelinin aksine eşsiz bir kaynak çeşitliliğine sahiptir. Mısır’ın ihtiyacı olan şey, iyi bir yönetimdir. Bu yönetimin gayesi, insanların paralarını toplamak değil, işlerini gütmek olacaktır, haklarının peşkeş çekilmesine ve Batı tarafından yağmalanmasına olanak tanımak değil, haklarını korumak ve onlardan yararlanmalarını sağlamak olacaktır. Rejimin şuan da yönettiği kapitalizmle bunun gerçekleşmesi mümkün değil. Mısır, öyle bir rejime muhtaçtır ki yasaları yöneticileri hesaba çekmelidir. Gayesi, insanları gütmek ve haklarını güvence altına almak olmalıdır. Bunu yapmadıkları takdirde hesaba çekilmelidirler. Bütün bunlar, sadece İslam’da, sisteminde, hem çobanı hem de tebaayı bağlayıcı olan şeri hükümlerinde mevcuttur. İslam, insanların haklarını güvence altına alacak, bu haklara uzanan her eli kesecek, sırtlarına yük olan vergiler olmadan onlara en iyi şekilde güdecektir. Onlara verirken onları kandıracak sübvansiyonlar olmayacaktır. Aksine hiçbir teşekkür beklemeden haklarını verecektir. Bu haklar, şeriatın farz kıldığı ve devleti bu hakları eda etmekle elzem kıldığı ve bu zenginlikler olmasa bile insanlara bu hakları garanti etmekle yükümlü kıldığı vacip haklardır. O yüzden Mısır için İslam’dan, onun sisteminden ve Nübüvvet metodu üzere Raşidi Hilafet Devletinden başka bir çözüm yoktur.

Ey Kinane askerleri! Ey orduların en hayırlısı! Mısır halkının başına gelenlerden siz etkilenmektesiniz ve ondan siz de güvende değilsiniz. Rejimin hibe ve ayrıcalıkları size hiçbir fayda sağlamayacaktır, onlar, bir rüşvettir. Bu rüşvetle suçlarına karşı sessiz kalmanızı sağlamaktadır ve sizi feci kararları ve insanlara getirdiği yoksulluk yüzünden ayaklananların sırtına vurmak için sert bir sopa haline getirmektedir. Ne ayrıcalıklar ne rütbeler ne de maaşlar size ne bu dünyada ne de ahirette hiçbir fayda sağlamayacaktır. Size fayda sağlayacak tek şey, mazlum Kinane halkının yanında yer almanızdır. Eğer yazılı bir rızıkları olmasaydı, rejimin kararları ve aç bırakma politikaları altında açlıktan ölürdü. Had rejimin zorbalığına uğrayan halkınızın yanında yer alın. Zayıflara yardım edin, rejimin tasmasını boyunlarınızdan çıkarın ve onun Allah’ın bir gazabı olduğunu ilan edin. Allah’ın gazabı rejimi kökünden söküp atacak ve Mısır’ı İslam’ın ve İslam Devleti olan Nübüvvet metodu üzere Raşidi Hilafetin altında yeniden izzetin kavuşturacaktır.

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اسْتَجِيبُوا لِلَّهِ وَلِلرَّسُولِ إِذَا دَعَاكُمْ لِمَا يُحْيِيكُمْ “Ey iman edenler! Size hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman, Allah ve Rasûlü’ne icabet edin.” [Enfal 24]

Devamını oku...

Ey Sudan Ordusunun Sadık Subayları! Göreviniz, Savunmasız Kadın ve Çocukları Savunmaktır

Yerinden Edilmiş Kişiler ve Mülteci Kampları Genel Müdürlüğü, Güney Darfur’daki Kalma kampında yetersiz beslenme ve ilaç eksikliği nedeniyle bir ay içinde 66 çocuğun öldüğünü, bir yıldır aşı yapılmaması nedeniyle çocuk felci vakalarının ve çocuk hastalıklarının zuhur ettiğini, bir ay içinde Kalma kampında 38 yaşlının hayatını kaybettiğini, ayrıca gıda eksikliği nedeniyle de 6 hamile kadının öldüğünü bildirdi. (29 Mayıs 2024 Al-Sharq Sudan)

İster geçtiğimiz günlerde isterse daha öncesinde olsun savaş koşullarında kadın ve çocukların gerçekliğinden bahsederken “acı çekmek” kelimesi yetersiz kalabilir. Medyada yer alan haberlere göre, acılar hızla artmaya devam ediyor. Çünkü kadınlar ve çocuklar genellikle mağdurdurlar, kadınların ve çocukların haklarını güvence altına almayı, onlara barışta ve savaşta her türlü bakım ve korumayı sağlamayı slogan haline getiren uluslararası yasaların öngördüğü gibi sahte korumaya değil, gerçek korumaya ihtiyaç duyan en zayıf grupturlar. Fakat uluslararası yasalar, zayıfları koruyamadılar, çünkü bu yasalar, dünyayı kontrol eden ve yeryüzünü kasıp kavuran, tahribata ve yıkıma yol açan ve savaşları ateşleyen büyük güçlerin yasalarıdır. Sudan’daki bu lanetli savaşın fitilini de ABD ateşledi, ABD’ye övgüler düzen ajanları da onu izledi. Bu nedenle, bu yasaların hiçbir etkinliği yoktur, çünkü bu yasalar, kadın ve çocukların bedenlerini yiyen savaşın sıcağında kar gibi eriyip gidiyorlar. Kadın ve çocukların maruz kaldığı katliam, göç, yerinden edilme ve açlık, uluslararası sistemin başarısızlığına dikkat çekmekte, Batı ve ajanlarının ülkemizdeki etkisini ortadan kaldıracak, ülke ve halkın yararına olacak köklü bir değişimin kaçınılmaz olduğuna işaret etmektedir.

Sudan ordusu ve Hızlı Destek Güçleri’nin çatışmalara angaje olması, ihmal ve bakım eksikliği nedeniyle sağlık sisteminin tamamen çöktüğünün göstergesidir. Ne bir doktor var ne hastaları, yaralı kadın ve çocuklar tedavi edecek hastane var ne ilaç var ne de yiyecek var. En temel sağlık hizmetlerinin bile ciddi şekilde eksik olduğu bir ülkede, hamile kadınların doğum sırasında neler yaşadıkları bir sır değil. Kadınlar ve çocuklar, toplu cezalandırmaya maruz kalıyorlar. Tek suçları, savaş bölgesinde bulunmaları. Kapitalist Batı ülke ajanları, mazlumların durumunu hiç dikkate almadan nüfuzlarını pekiştirmek için birbirleriyle savaşıyor. Topçu ve hava saldırısıyla ölmeyenler açlık ve hastalıktan ölüyorlar. Sözde insani yardım kuruluşları, çatışmalar nedeniyle El Faşer’den utanç verici bir şekilde çekildiler.

Bunlar sadece buzdağının görünen kısmı. Kadınlar ve çocuklar, birbirleriyle savaşan kendi evlatlarının ellerinde acı çekiyorlar. Amerika’nın rızasını ve savaşı durdurmalarına izin vereceğini umuyorlar. Tıpkı Güney Sudan savaşında olduğu gibi Amerika’nın planladığı ve denetlediği Cidde müzakerelerinde masaya oturuyorlar. Müzakerelerde tek yaptıkları şey, Ali Osman Muhammed Taha ve John Garang’ın yaptığı gibi sohbet edip gülmek, sonra da ellerinden kadın ve çocuk kanı damlayan kimselerle anlaşma imzalamak!

Bu, ordudaki samimi subaylara bir çağrıdır. Damarlarınızdaki kan kaynamıyor mu? Allah düşmanlarının, Sudan’ı kontrol etmek için giriştikleri savaşın bizi yok ettiğini görmüyor musunuz? Kadınların, çocukların ve yaşlıların öldürüldüğü, katledildiği, yakıldığı ve namuslarının kirletildiği sahneler sizi ajite etmiyor mu? Ülkeyi ve insanları korumak için ettiğiniz yemin nerede? Kız ve erkek kardeşleriniz sizi aşağılamadı mı? Kimin için savaşıyorsunuz? İçinizde, dinine ve ümmetine sadakat ateşinin yanıp tutuştuğu kimseler nerede?!

 Hükümdarları korumak için Allah’a yemin etmediniz. Göreviniz, onları korumak değil, zayıfları ve onurları korumaktır.

Göreviniz, hakkı ve dini desteklemek, Nübüvvet metodu üzere Raşidi Hilafetle yeryüzünde Allah’ın Şeriatını ikame ederek, Allah’ın Şeriatını yeniden yeryüzüne getirmek isteyenlere yardım etmektir. Hilafet, ajanların ve paralı askerlerin kökünü kazıyacaktır. Hadi onurunuz için, kadın ve çocukların kanı için kıyama kalkın ve Allah’ın yardımcıları olun ki her iki yurtta da izzete nail olasınız. Allah böylesi kimseler hakkında şöyle buyurmuştur:

فَآَتَاهُمُاللهُثَوَابَالدُّنْيَاوَحُسْنَثَوَابِالآَخِرَةِ“Allah da onlara hem dünya nimetini, hem de ahiretin güzel mükâfatını verdi.” [Ali İmran 148]

Devamını oku...

Bizi İşlerimizle Kendi Halimize Bırakırsanız Çok İyi Olacak, Siz Kendiniz İçin Endişelenin!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Bizi İşlerimizle Kendi Halimize Bırakırsanız Çok İyi Olacak, Siz Kendiniz İçin Endişelenin!

Haber:

İnsani İşlerden Sorumlu BM Genel Sekreter Yardımcısı ve Acil Yardım Koordinatörü Martin Griffiths, 16 milyondan fazla Suriyelinin her zamankinden daha fazla insani yardıma ihtiyaç duyduğunu belirterek, Suriye’de insani ihtiyaçların artmaya devam etmesiyle birlikte yardım için fon sağlanamamasından duyduğu endişeyi dile getirdi.

Yorum:

Kâfir Batı’nın Osmanlı Hilafetini yıkmasından bu yana Müslümanlar, ülkeleri maddi açıdan zengin ve bol miktarda servetlere sahip olmasına rağmen kendi ülkelerinde ücretli olarak çalışıyorlar. Suriye’nin hali de diğer ülkelerin hali gibi sayılır; zira onların başına, insanları çok çalıştıran ve servetleri de suçlu ülkelere aktaran ceberrut yöneticiler musallat olmuştur!

Devrim başlamadan önce mevcut bir fikir vardı ve onu anlaşılır hale getirmek için bir çalışma yapılıyordu ki dikkat edin o, petrolün askeri kurumu desteklemek için gitmesiydi ancak bu anlayış gerçekleşmedi. Tam tersine kulislerde servetlerin çalındığı ve rejime mensup kişilerin milyarlarca Dolarını yabancı bankalara yatırdıkları fısıltıları dolaşmaya başladı; nitekim devrim patlak verdi ve mesele tamamen açıklığa kavuştu. Devrimin başlangıcında, özellikle devrime katılanların çoğunun rejimin çalışanlarından olması nedeniyle insanlardan birçok kaynaklar kesildi ancak bizim gördüğümüz şey, toplumsal işbirliği durumunun, ülkeleri korkutan bir denge meydana getirmesiydi; zira insanlar birbirlerine para harcamaya başladılar, hatta devrime para harcamak için evlerini ve mücevherlerini satan insanlar bile oldu. Bu durumun devrim üzerinde önemli bir etkisi oldu; zira devrim bir aşamadan birtakım başarıların gerçekleştiği diğer aşamaya geçti ve aşamalar birbirini takip etti. Nitekim ülkeler bundan hoşlanmadı; bu yüzden uluslararası yardımlar dedikleri şey de dahil olmak üzere zehirlerini her düzeyde yaymaya başladılar. Zira bu yardımlar, insanların arasını ayıran, ayrılıklar ortaya çıkaran ve devrimin ortaya çıkardığı işbirliği fikrini baltalayan eylemlerden biridir. Nitekim ülkelerin devrimi kırmaya yönelik birçok ve çeşitli planları olmuştur ve bunlardan biri de yardımlar sağlamaktır. Dolayısıyla onlar, pek de masum olmadığı gibi kötü niyetli olan bu eylemle, devrimi kendi kolları arasına almak istediler ki böylece devrimi sonlandırabilmek için onu istedikleri şekilde kontrol edebilsinler.

Geçtiğimiz yıllarda yardım fikri ortaya atıldığından bu yana bu fikrin devrim ve devrimciler açısından ne kadar tehlikeli ve olumsuz olduğu ortaya çıktığı gibi bunun benimsenen yöntemler arasında yer aldığı da açığa çıkmıştır; zira Birleşmiş Milletlerin, devrimin getirmiş olduğu yükten sonra rejimi koruma ve onun kendi ayakları üzerinde durmasını sağlama konusunda fazla uzun eli kolu vardır.

Yalan söylediğiniz ve insani dediğiniz yardımlarınızın hedefleri bizim için açığa çıktığı gibi devrimi bitirmek ve onu rejime teslim etmek için tüm kurum ve imkanlarınızla nasıl çalıştığınız da bizim için açığa çıkmıştır; bunun en büyük kanıtı ise deprem sırasında ağızlarınızdan dökülen sözlerdir; zira yardımlarınızı mağdur olan insanlara iletmek için rejimden izin almanız gerektiği ve ondan izin alıncaya kadar yardımları aktaramayacağınızı söylemeniz sizin hakikatinizi ortaya çıkarmıştır. Aynı şekilde Maarat Al-Naasan geçişi ve diğerlerinden, konvoylarınızın rejim kanalıyla ve onun onayıyla geçmesi de sizin rolünüzü net bir şekilde ortaya çıkarmıştır.

Bugün bizler devrim konusunda çok önemli bir aşamadan geçiyoruz; zira rotayı düzeltmeyi hedefleyen hareket, sabit adımlarla ilerliyor; evet, kendilerini aktivist, medyacı, düşünür ve benzerleri olarak adlandıran kimselerin çarpıtmaları var; evet ilgili kurum liderliğinin yürüttüğü maddi çalışmalar da var; ancak Allah’a hamd olsun hareket her geçen gün ivme kazanıyor, hedefleri insanların gözünde netleşiyor ve dalgaya tırmanan veya binen herkes her gün düşüyor. Nitekim hareketin en belirgin hedeflerinden biri de, devrimin eski seyrine geri dönmesi, yani bu toplumsal işbirliğinin, yardımlaşmanın, çabanın ve fedakarlığın geri dönmesidir. Bu da vandal ülkelerin ellerinin ve onların kötü niyetli yardımlarının kesilmesi anlamına geliyor. Bizler devrim noktasında iyi bir durumdayız, kendi ayaklarımız üzerinde duruyoruz, köklerimiz toprağın derinlerinde, hareketimizin yakıtı tarihsel derinliğimizdir, akidemiz bizim motorumuzdur ve Allah yakın bir kurtuluşa izin verene kadar yolumuza devam edeceğiz. Bu yüzden ulaşacağınız şeyler hakkındaki endişelerinizi kendinize bırakın. Zira hedefin eşiğindeyiz ve yakında bizim gördüğümüzü sizler de göreceksiniz. O halde endişelerinizi kendinize saklayın; zira zulmedenler hayal kırıklığına uğrayacaktır.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan

Abdu ed-Della (Ebu Munzir) - Suriye

Devamını oku...

Zaten Laik Olduğu Halde, Neden Her Toplantı Veya Konferansta Sudan’daki Devletin Laik Olduğu Konusunda Israr Ediliyor?!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Zaten Laik Olduğu Halde, Neden Her Toplantı Veya Konferansta Sudan’daki Devletin Laik Olduğu Konusunda Israr Ediliyor?!

Haber:

Etiyopya’da düzenlenen Sudan Sivil Demokratik Güçler Koordinasyonu “Tekaddum” Konferansı’nın sonuç bildirisinde şu ifadelere yer verildi: “…Savaşın sona ermesi, güvenlik ve istikrarın yeniden tesis edilmesi, yerinden edilenlerin geri dönüşü, Sudan’ın halk ve toprak olarak birliği ve dinlere, kimliklere ve kültürlere aynı mesafede duracak demokratik sivil bir devletin kurulması…” (Sudan Tribune, 30/5/2024)

Yorum:

Her ne zaman bir hükümet yetkilisi, devlete karşı silah taşıyan bir isyancıyla görüşse ve her ne zaman Sudan’ın sorunlarının tartışıldığı bir konferans düzenlense, devletin laikliği konusunda fikir birliği sağlanıyor!! Bu, hem Amerika’nın ajanları, hem de Avrupa ve İngiltere’nin ajanları için geçerlidir; zira Egemenlik Konseyi Başkanı ve Ordu Komutanı Orgeneral Abdulfettah el-Burhan ile isyancı El Hilu arasında gerçekleşen toplantıda devletin laikliği konusunda fikir birliğine varıldı! Aynı şekilde eski Başbakan Hamduk’u Hilu ile bir araya getiren görüşmede de devletin laikliği konusunda fikir birliğine varıldı! Şimdi de Etiyopya’da Avrupa ​​ve İngiliz ajanlarından oluşan diasporayı bir araya getiren bu konferansta da devletin laik olduğu belirtildi!

Sudan, sömürgeci kâfir İngiliz ordularının 1899 yılında ülkeye girişinden bugüne kadar, sömürgeci İngilizler tarafından açıkça küfür sistemleriyle yönetilen laik bir devlet haline geldi. Sonra yarım asırdan fazla bir süre boyunca gasp ettiği otoriteyi, bilinçli bir şekilde türettiği ajanlarına teslim etti. Bu ajanlar da onun siyasi, ekonomik, kültürel ve diğer mirasını korudular; aksine İngiliz yargıç Mr. Baker’ın anayasası, iddia edilen bağımsızlıktan sonra Sudan’ı yöneten ilk anayasa oldu. Daha sonra bu anayasa, ulusal olarak adlandırılan tüm anayasaların kemiği, eti ve yağı oldu. Nitekim sadece bazı dallarda değişiklikler yapıldı, ardından el-Beşir rejimi, rejim Cumhuriyet olmasına, anayasa yasama organlarına ait olmasına, ekonomi tefeci kapitalizme dayanmasına ve dış siyaset de uluslararası küfür yasasına tabi olmasına rağmen saptırmak için İslam’ın bazı hükümlerini dahil etti; o halde neden hâlâ soluk soluğa Sudan’da devletin laik olduğu söyleniyor?!

Birincisi; Allah’ın şeriatını, Hilafet Nizamı olan devlette uygulamak için çalışan muhlislerin yolunu kesmek. İkincisi; gerek İslam’ın, had cezaları gibi dahil edilen ve pratik olarak uygulanmayan hükümlerini, gerekse aile ve toplumla ilgili diğer hükümleri ortadan kaldırmak; sömürgeci kâfir Batı’nın ve ajanlığı farklı olsa da onun ajanlarının istediği şey de budur. Peki Sudan’ın çaresiz halkının istediği şey de bu mudur? Ki her bir ajan onlar adına konuşuyor ve onların lisanıyla çalıyor?

Gerçek olan şu ki; Sudan halkı Müslümandır ve tüm Müslümanlar gibi onlar da İslam’ı seviyorlar, İslam ve onun şeriatıyla hükmedilmesini arzuluyorlar ve ister demokrat, ister sivil, ister askeri ve isterse onlarca yıldır denediği insan yapımı diğer sistemler gibi hangi tiran olursa olsun tiranların yönetimini istemiyorlar; zira tiranlar, zillet ve aşağılanmalarını daha da artırdılar ve sömürgeci kâfir Batı’nın kölesi haline geldiler. Dolayısıyla ümmetin kapitalizmin zulüm ve karanlıklarından tek kurtuluşu, dahası tüm dünyanın kurtuluşu, Nübüvvet Minhacı üzere Raşidi Hilafetin olduğu devletinin gölgesindeki Allah’ın yönetimidir; çünkü bu yönetim, tüm insanları yaratan alemlerin Rabbinin yönetimidir.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan

İbrahim Osman (Ebu Halil) - Sudan

Devamını oku...

Gökyüzünün Askerleri Harekete Geçti, Peki Yeryüzünün Askerleri Ne Zaman Harekete Geçecek?!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Gökyüzünün Askerleri Harekete Geçti, Peki Yeryüzünün Askerleri Ne Zaman Harekete Geçecek?!

Haber:

TRT Arabi sitesi 30 Mayıs 2024 tarihinde, “İşgal ordusu, Lübnan sınırında kendi İHA’sını yanlışlıkla vurdu” başlıklı bir haber aktardı.

Yorum:

Kalplerinizin sevinçle dolması ve dillerinizin tekbirler getirmesi için bu başlığı okumanız yeterlidir; çünkü bu olay, Subhanehu ve Teala’nın hikmeti ve iradesi doğrultusunda gerçekleşmiş olup sadece bir “hatadan” ibaret değildir; zira Allah’ın bizim göremediğimiz askerleri vardır ve mübarek toprakların kahramanları aylar boyunca cihad ettikleri halde medya onları görmezden gelerek düşmanın sahte kahramanlıklarını öne çıkarıyor; bu yüzden sizler de sahnenin tamamlanmadığını görüyorsunuz.

Şimdi şu sloganı tekrarlayın: Hayber Hayber Ya Yahuud Ceyşu Muhammed Hatme Seyeuud “Hayberi, Hayberi Hatırlayın Ey Yahudiler, Muhammed’in Ordusu Kesinlikle Geri Dönecektir” ve Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in ordusunun nerede olduğunu sorun? Şunu çok iyi bilin ki O’nun ordusu bu mübarek toprakları kurtarmak için geri dönecektir. Zira yeryüzünde Yahudilerden nefret etmeyen hiç kimse kalmadı ve dünya, onların yok olmasını ve Allah’ın geçmişte onlar hakkındaki sünnetinin gerçekleşmesini bekliyor. Nitekim Allah Yahudileri, kıyamet gününe kadar parçalanmışlığa, tefrikaya ve ihtilafa mahkum etmiştir; zira Allahu Teala şöyle buyurmuştur: وَقَطَّعْنَاهُمْ فِي الأَرْضِ أُمَماًOnları (Yahudileri) grup grup yeryüzüne dağıttık.” [Araf 168] Ve Allahu Teala şöyle buyurmuştur: وأَلْقَيْنَا بَيْنَهُمُ الْعَدَاوَةَ وَالْبَغْضَاء إِلَى يَوْمِ الْقِيَامَةِAralarına, kıyamete kadar (sürecek) düşmanlık ve kin soktuk.” [Maide 64] Ve Allahu Teala şöyle buyurmuştur: تَحْسَبُهُمْ جَمِيعاً وَقُلُوبُهُمْ شَتَّى ذَلِكَ بِأَنَّهُمْ قَوْمٌ لَّا يَعْقِلُونَSen onları derli toplu sanırsın, halbuki kalpleri darmadağınıktır. Böyledir, çünkü onlar aklını kullanmayan bir topluluktur.” [Haşr 14]

Ayrıca Allah onları, Efendimiz Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in ümmetinin eliyle helake ve azaba mahkum etmiştir. Zira Allahu Teala şöyle buyurmuştur: وَإِذْ تَأَذَّنَ رَبُّكَ لَيَبْعَثَنَّ عَلَيْهِمْ إِلَى يَوْمِ الْقِيَامَةِ مَنْ يَسُومُهُمْ سُوءَ الْعَذَابِ إِنَّ رَبَّكَ لَسَرِيعُ الْعِقَابِ وَإِنَّهُ لَغَفُورٌ رَحِيمٌ Rabbin, elbette kıyamet gününe kadar onlara en kötü eziyeti yapacak kimseler göndereceğini ilan etti. Şüphesiz Rabbin cezayı çabuk verendir. Ve O çok bağışlayan, pek esirgeyendir.” [Araf 167] Dolayısıyla Yahudilerin kaçınılmaz sonu ve ahiret azabından önce onlara yönelik dünyadaki azap Müslümanların eliyle olacaktır; zira Allahu Teala şöyle buyurmuştur: لَن يَضُرُّوكُمْ إِلاَّ أَذًى وَإِن يُقَاتِلُوكُمْ يُوَلُّوكُمُ الأَدُبَارَ ثُمَّ لاَ يُنصَرُونَOnlar size, incitmekten başka bir zarar veremezler. Sizinle savaşa girecek olsalar, size arkalarını dönüp kaçarlar. Sonra kendilerine yardım da edilmez.” [Al-i İmran 111]

Bütün dünya peygamberlerini öldüren yeryüzündeki gazaba uğramış bu bozguncularla savaşmak için harekete geçmelidir ki gökyüzünün askerleri geçti bile; peki yeryüzünün askerleri neden onları ortadan kaldırmayı geciktirdiler?!

Ey Müslümanlar: Yahudiler sizi hiçbir şekilde mağlup edemeyeceklerdir; çünkü bu, Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in ordusunun onları yok edeceğine dair Allah’ın bir vaadidir. Haydi onlara Hayber’i hatırlatalım ve onlara bir ders verelim. Bu yüzden kışlalarında konuşlanan orduların Gazze Haşim’e, Refah’a, Kudüs’e ve tüm İsra ve Mirac topraklarına yardım etmek için harekete geçmelidir. Çünkü Allah’ın yardımıyla Yahudileri mağlup etmeye muktedir olanlar sadece ordulardır. İşte bu Yahudiler için kaçınılmaz son ve bizzat Yahudilerin de beklediği bir son olacaktır; nitekim bunu, helak olmuş Ben-Gurion şöyle ifade ediyor: “…Biz bölgedeki sosyalizmlerden, devrimlerden ve demokrasilerden korkmuyoruz. Biz ancak İslam'dan korkuyoruz. Uzun zamandan beri uyumakta olan bu dev, yeniden uyanma belirtileri göstermeye başladı.”

Dolayısıyla onların en çok korktukları şey, hem Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in yenilmez ordusunun geri dönüşü, hem de Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in devleti olan Hilafet Devleti’nin geri dönüşüdür.

Ey Müslüman orduları içerisindeki Müslümanların evlatları: Haydi Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in orduları olun; ey ordu komutanları; İslam’ı ikame edin ve şehitler ve tarih adına ona yardım edin. Zira sizler, Yahudilerin ve kâfirlerin ajanı olan bu rejimlerin orduları değilsiniz; o halde sadece Allah’ın ve Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in emrine itaat edin. Zira Allahu Teala şöyle buyurmuştur: قَاتِلُوهُمْ يُعَذِّبْهُمُ اللهُ بِأَيْدِيكُمْ وَيُخْزِهِمْ وَيَنصُرْكُمْ عَلَيْهِمْ وَيَشْفِ صُدُورَ قَوْمٍ مُّؤْمِنِينَOnlarla savaşın ki, Allah sizin ellerinizle onları cezalandırsın; onları rezil etsin; sizi onlara galip kılsın ve mümin toplumun kalplerini ferahlatsın.” [Tevbe 14]

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan

Meryem Abdullah

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER