Cuma, 10 Zilhicce 1446 | 2025/06/06
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

Arap-İslam Bakanlar Komitesi Bir Yanda, Ümmet ve Dertleri ise Bambaşka Bir Yandadır!

Edinilen bilgilere göre, Arap-İslam Bakanlar Komitesi Ramallah’ı ziyaret etmeye hazırlanıyor. Bu ziyaret, önümüzdeki 17-20 Haziran tarihlerinde New York’ta, Fransa ve Suudi Arabistan’ın öncülüğünde yapılması planlanan “İki Devletli Çözüm” konferansının hazırlıklarının bir parçası olarak görülüyor. Bakanlar Komitesi heyetine Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı Faysal bin Ferhan’ın başkanlık edeceği, ayrıca Ürdün, Mısır, Katar, Bahreyn ve Umman dışişleri bakanlarının da heyette yer alacağı belirtiliyor.

Gözü ve basireti olan herkes artık Müslümanların yöneticilerinin Allah’tan, Rasûl SallAllahu Aleyhi ve Sellem’den ve kendi halklarından utanmadıklarını anlamıştır. Yahudi varlığı Gazze’de ardı ardına katliamlar yaparken, Batı Şeria’da şehir ve köylere girip halkını açıkça aşağılarken; Müslümanların bu Ruveybida yöneticileri tek bir kurşun bile sıkmak bir yana gaspçı Yahudilerin koruması altında dışişleri bakanlarını Ramallah’a gönderip, “1967 sınırları içinde ve başkenti Doğu Kudüs olan Filistin devletinin uluslararası tanınmasını sağlamak için ortak Arap eylemi mekanizmalarını” görüşmekle meşgul olmaktadırlar.

İslam ümmetinin artık şunu anlamasının zamanı gelmiştir. Bizim asıl felaketimiz, metamorfoz Yahudi varlığı ya da onu hayatta tutan, ölüm ve yıkım araçlarıyla besleyen kafir sömürgeci devletler değildir. Aksine bizim asıl felaketimiz ve belamız, kendilerine saldıranı durdurmayan, yağmacının elini geri çevirmeyen, aksine düşmanlarıyla iş birliği yapan, ümmetin saldırganlığı püskürtme görevini yapmasına engel olan, suçlu Yahudi varlığına koruma ve suçlarına kılıf sağlayan, onunla barış ve normalleşme anlaşmaları imzalayıp hatta ona yaşam kaynakları ve Gazze, Batı Şeria gibi yerlerde ümmetin çocuklarını öldüreceği askeri ekipman sağlayan Ruveybida yöneticilerimizdir.

Ucube Yahudi varlığının saldırıları Filistin’i aşıp Lübnan, Suriye, İran ve Yemen’e uzanmıştır. Askeri gücü Müslüman topraklarında serbestçe dolaşmakta, ancak yöneticilerden hiçbiri buna karşı çıkmamakta, bırakın engellemeyi en ufak bir itiraz bile yükseltilmemektedir. Bütün bunlara rağmen, işgalci Yahudilerin koruması ve himayesi altında Ramallah’a heyetler göndererek onlarla barış görüşmeleri yapmaya çalıştıklarını görüyoruz!

Artık yeter! Bardak taşmış, bıçak kemiğe dayanmıştır! Ey Müslümanlar, yöneticilerinizin gerçekte kim olduğunu idrak etmenizin, onları çekirdek gibi bir kenara atmanızın, ayakkabı gibi çıkarmanızın, ülkelerinizdeki durumu düzeltmenizin ve liderliğinizi, sizi yeniden yükselişe taşımak için gayret gösteren Hizb-ut Tahrir gibi bilinçli ve samimi evlatlarınıza teslim etmenizin zamanı gelmiştir! Hizb, sizi kalkındırmak için çalışmakta, ülkelerinizi tek bir çatı ve tek bir ordu altında birleştirmeyi hedeflemekte ve yalnızca Yahudi saldırılarını durdurmak için değil, onları tamamen Mübarek Topraktan temizlemek ve onları tarihe gömmek için mücadele etmektedir.

Devamını oku...

Görünüşte Kalkınma Olarak Sunulan, Fakat Özünde Hayasızlığı ve Ahlaki Çürümeyi Yaymayı Amaçlayan Yıkıcı Faaliyetler

Lübnan Parlamentosu üyesi Nejat Saliba, Trablus’taki eğitim kurumlarında aile farkındalığını yaymak amacıyla Amerikan Üniversitesi’yle iş birliği girişiminde bulunduklarını belirtti; ancak bu girişimin toplumda hâkim olan cinsiyetçi ve ayrımcı zihniyetle karşı karşıya kaldığını ifade etti.

Nejat Saliba’nın bu açıklamalarıyla eş zamanlı olarak, Amerikan Üniversitesi’yle ilişkili bir sivil toplum kuruluşunda çalışan iki kadın, “Kadınlara Yönelik Entegre Cinsel Sağlık Programı” çatısı altında, Beyrut Amerikan Üniversitesi Hastanesi’ne bağlı olarak Trablus şehrindeki bir kız lisesine ziyaret gerçekleştirdi. Bu ziyaret, Lübnan Eğitim Bakanlığı’nın bilgisi ve koordinasyonuyla gerçekleşti. Daha sonra bu iki kişinin, bariz ve skandal bir şekilde ahlaksızlığı teşvik ettikleri ve kız öğrencilere uygunsuz konular anlatıp müstehcen görseller gösterdikleri iddia edildi. Bu rezalet üzerine okul idaresine giden veliler, okul yönetiminin ‘Onlar buraya Milli Eğitim ve Yükseköğretim Bakanlığı’nın talimatıyla geldiler’ savunmasıyla karşılaştılar!

Sanki yolsuzluğun, ahlaksızlığın, sefaletin ve işsizliğin pençesinde kıvranan Lübnan halkının çektiği siyasi, ekonomik ve sosyal çileler ve krizler yetmiyormuş gibi bir de farkındalık yaratmak ve eğitim vermek adına çağdaşlık ve açık fikirlilik örtüsü altında gencecik beyinleri sızıyorlar! Ne tür bir farkındalıktan söz ediyorlar? Uygulamaya çalıştıkları eğitim modeli nedir? Hedefledikleri açılım tam olarak neyi ifade ediyor?

Gözümüzün nuru evlatlarımızın eğitim gördüğü okullarda, toplumumuzun temeli olan aile kurumunu ve onun kutsal direklerini hedef alarak sinsice yayılan bu anormal düşünceler ve bu anormal zihniyetteki kişilerin kız çocuklarımıza yaklaşıp onlara pusu kurmalarına, zihinlerini bulandıracak bu denli tehlikeli ve pespaye konuları işlemelerine izin verilmesi, hepimiz için büyük bir yıkım ve felaketin habercisidir. Toplumlarımızdaki aile yapısı, kendilerini siyasetçi, lider ve entelektüel olarak tanımlayan, ancak elebaşı suçlular olarak da nitelendirilen bir zümrenin yürüttüğü acımasız bir hücumla karşı karşıyadır. Bu güruh, peşi sıra yürüttükleri şeytani programlarla doğrudan doğruya İslam’ı, onun mensuplarını ve ondan fışkıran iffet, temizlik, şeref gibi ne varsa hepsini hedef almaktadır. Yegâne amaçları ise oğullarımızı ve kızlarımızı rezalete ve ahlaksızlığa boğmaktır! Bu programların kültür, uygarlık ve medeniyet maskesi altında doğrudan BM denen örgüte bağlı olduğu artık herkesin malumu!

Okullar, artık bu karanlık örgütlerin Müslüman aileye laiklik, yozlaşma ve sapkınlığı sokmak için en çok kullandığı araç haline gelmiştir! Üstelik bunu da yeteneği destekleme ve geliştirme, üreme ve cinsel sağlık gibi cafcaflı sloganlarla, kız çocuklarının tüm uluslararası anlaşma ve konferanslardaki haklarını güvence altına alma gibi çeşitli ve temelsiz gerekçelerle yapıyorlar. İslamî değerlerle çelişen bu yozlaştırıcı eylemler, farklı isimler altında organize edilmektedir. Dışarıdan bakıldığında gelişim gibi görünse de, aslında yozlaşmayı, kadın-erkek karışıklığını, pervasızlığı ve cinsiyetler arası engellerin kaldırılmasını hedeflemektedir!

Bilindiği üzere eğitim, ümmetin bugününe ve geleceğine en çok etki eden sektörlerin başında gelmektedir. Peki devlet, bu kritik sektörün neresinde yer alıyor?! Uluslararası kuruluşların yozlaştırıcı programlarının esiri olmaya daha ne kadar devam edecek? Ve iddia edildiği gibi, ilgili bakanlıkların bilgisi ve onayı olmadan bu iğrenç durumlar neden yaşanıyor? Bakanlar, bu şüpheli derneklerin düzenledikleri program ve atölye çalışmalarından her zaman sıyrılmayı başarıyorlar. Ama bu şüpheli derneklerin ülkede rahat rahat dolaştığını, üstelik eğitim ve farkındalık yalanıyla önlerine kilitli kapıların bile ardına kadar açıldığını görüyoruz! Üstelik bu skandal ilk değil! Benzer faaliyetlerin daha önce de çeşitli bölgelerde, özellikle kuzey Lübnan’daki okullarda yürütüldüğü biliniyor. Oxfam’ın “toplumsal cinsiyet” kavramını topluma yerleştirmeyi amaçlayan projesinin yetkilileri, projenin temel hedef bölgeleri arasında özellikle Trablus’un yer aldığını belirtmişlerdir.

Bu alçak saldırıda olup bitenlerin tümü, Allah’ın yarattığı fıtrata ihanettir! Değerlerimizi, namusumuzu, iffetimizi yerle bir etmek istiyorlar! Bu nedenle tüm bu fesat odaklarını teşhir etmeli, kirli planlarını deşifre etmeli ve yöntemlerini net bir şekilde gözler önüne sermeliyiz! Zira artık perdeyi yırtıp açıktan saldırıyorlar! Dinimize, izzetimize, kırmızı çizgilerimize meydan okuyorlar! Allah’a hamd olsun ki bu ülkede hâlâ dinine bağlı, şeriatın hükümlerine sahip çıkan, güzel ahlakı korumaya çalışan bilinçli ve sadık insanlar var!
Onlar her tehlikeyi sezen, her kötülüğü fark eden uyanık birer nöbettir!

Konuya duyarlı herkesi, bu kötü niyetli faaliyetleri daha başlangıç aşamasında engellemeye çağırıyor, bu tuzakları ve bu derneklerin kurnazlıklarını fark eden samimi ve bilinçli insanların da öğrencileri ve ailelerini dinleri konusunda bilinçlendirme çalışmalarını da destekliyoruz. Bu mesele, yetenekler, burslar ve suni haklar sorunundan çok daha büyüktür. Bu, Müslüman aileyi İslam’dan vazgeçirmek için Batı’nın ve onun uluslararası örgütlerden, kurumlardan ve paralı işbirlikçi yöneticilerden oluşan takipçilerinin yürüttüğü amansız bir savaştır.

Lübnan’da ve tüm Müslüman ülkelerde bu laikçi dalgayla ancak tek bir devlet kurularak mücadele edilebilir. Tek bir yönetici yönetimindeki bu devlet, İslam ümmetini birleştirecek, yasalar ve kurumlarda Allah’ın şeriatını ve Rasûl SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in sünnetini uygulayacaktır. Ancak bu şekilde Müslüman ailenin eğitici ve ahlaki işlevi gerçek anlamda korunabilir.

Bu devlet, Allah’ın izniyle yakında kurulacak olan, Nübüvvet Minhacı üzere Raşidi Hilafet Devleti’dir. Her Müslüman, sorumluluğunu yerine getirmeli ve İslam’ın yüklediği emanete sahip çıkmalıdır.

كُلُّكُمْ رَاعٍ وَكُلُّكُمْ مَسْئُولٌ عَنْ رَعِيَّتِهِ“Hepiniz çobansınız ve her biriniz kendi güttüklerinden sorumludur.” Dinimizi yok etmeyi amaçlayan bu programlara karşı tüm erkek ve kadınların karşı çıkması gerekir. Herkes, dini umursamayan ve halkın namusunu korumayan Ruveybida yöneticilere karşı durmaya çağırıyoruz. Zira onlar bizzat fitnenin ve tehlikenin ta kendisidirler! Aksi hâlde, Allah’ın azabından kurtulamayız! Peygamber SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:

مَا مِنْ قَوْمٍ يُعْمَلُ فِيهِمْ بِالْمَعَاصِي ثُمَّ يَقْدِرُونَ عَلَى أَنْ يُغَيِّرُوا ثُمَّ لَا يُغَيِّرُوا إِلَّا يُوشِكُ أَنْ يَعُمَّهُمْ اللَّهُ مِنْهُ بِعِقَابٍ“Bir toplulukta bir takım günahlar işlenir, işlemeyenler o günahları işleyenlerden daha güçlü ve daha çok oldukları halde engel olmazlarsa, mutlaka Allah hepsine birden ceza verir.” [Ebu Davud]

Devamını oku...

Uluslararası Hukuk Dedikleri, Tam Bir Orman Kanunudur; Böyle Bir Sisteme Başvurulması Kesinlikle Caiz Değildir!

Uluslararası Kızılhaç Komitesi (UKK) Yemen Misyonu İnsani İşler Koordinatörü Daniel Cavoli’nin himayesinde, Uluslararası Kızılhaç Komitesi (UKK), 20-21 Mayıs 2025 Salı ve çarşamba günleri Sana’da, Enformasyon Bakanlığı ve Dışişleri Bakanlığı ile işbirliği içinde Dışişleri Bakanlığı’nda medya ve basın kuruluşları personeline yönelik bir eğitim kursu düzenledi. Eğitimde uluslararası hukukun esasları ve amaçları ile uluslararası insancıl hukuk terimleri üzerinde duruldu. Özellikle insan haklarının korunması, onurlu bir yaşam sağlanması, şiddetin engellenmesi, kırılgan grupların ihtiyaçlarının karşılanması ve sivillerin çatışmalardan korunması, aşırı zarar ile gereksiz acı verilmesinin yasaklanması gibi konular ele alındı.

Uluslararası hukuk konulu eğitim kursuyla ilgili dikkat çeken husus, Enformasyon Bakan Yardımcısı Dr. Ömer el-Buheyti’nin katılımı olmuştur. El-Buheyti, uluslararası hukukun ilkelerinin Yemen’deki medya camiasında daha etkin biçimde yaygınlaştırılması gerektiğini belirtti. Medyanın, uluslararası insancıl hukuk kurallarının kamuoyuna anlatılmasında oynadığı role dikkat çeken el-Buheyti, Uluslararası Kızılhaç Komitesi’nin bu alandaki çabalarını takdir etti. Ayrıca, bu tür bilinçlendirme faaliyetlerinin artması gerektiğini vurgulayarak, özellikle gazetecilere yönelik eğitimlerin daha sık düzenlenmesi çağrısında bulundu. Eğitim etkinliğinde dikkat çeken diğer isimler arasında, Yemen Dışişleri Bakanlığı Diplomasi Enstitüsü Dekanı Büyükelçi Dr. Ahmed el-İmad, Yemen Misyonu Hukuk Danışmanı Muhammed en-Nuzeyli ve Dışişleri Bakanlığı Resmi Sözcüsü Büyükelçi Vahid eş-Şami de yer aldı. Bu isimler, sempozyumdaki konuşmalarında uluslararası hukukun tanımını, kurallarını ve kavramlarını ele aldılar, bilinçlendirme ve bu kavramları yerleştirme üzerine açıklamalarda bulundular. Tüm bunların, kendilerine Ensarullah diyenlerin yönetimindeki Sana’da, “İman ve Hikmet yurdu” Yemen’de gerçekleşmesi ise bir hayli manidardır! Madem öyle, ne diye bu devrim tantanası? Sözümona değişim ve imar palavraları ne olacak? Ya o yalan dolan, içi kof sloganlara ne demeli?!

Uluslararası hukuk denen yapı baştan sona, 1648’deki Batılı ittifaktan, 1919’daki sömürgeci paylaşım düzenine, 1945’teki küresel hegemonyaya kadar her aşamasında İslam ve Müslüman düşmanlığı temeli üzerine kurulmuştur. Dolayısıyla, bu hukukun ortaya koyduğu fikirlerin tamamının Müslüman topraklarda tatbik edilmesi, yaygınlaştırılması veya bunlara çağrı yapılması kesinlikle caiz değildir. Çünkü bu düşünceler, hem İslam’ın temel inanç esaslarıyla (akide) hem de İslam akidesinden türeyen, insanın hayattaki sorunlarına getirdiği tüm çözümlerle taban tabana zıttır. Sahi, Birinci ve İkinci Dünya Savaşları, şu pek matah uluslararası hukukun gölgesi altında yaşanmadı mı?!

Peki ya Yemen’in Müslüman çocukları arasında 11 yıldır süregelen bu savaş; sözüm ona BM’nin 7. Maddesi himayesinde, dünya barışını koruma kisvesi altında yürütülmedi mi? Ve Gazze’deki soykırım da yaklaşık iki yıldır yine bu uluslararası hukukun himayesinde gerçekleşmiyor mu?

İslam’a göre devletler arasındaki ilişkiler, uluslararası hukuk temelinde değil, dünyanın Dâru’s-Silm ve Dâru’l-Harb şeklinde ikiye ayrılması prensibine göre düzenlenir. Ve devletlerarası muameleler/ilişkiler eşitlik ve karşılıklı denklik esasına göre olur. Bu temelde, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde görüldüğü üzere; kararları veto etme hakkına sahip daimî üyeler ile bu haktan mahrum daimî olmayan üyeler şeklinde iki ayrı zümrenin varlığına yer yoktur!

Hiç şüphesiz Hizb-ut Tahrir; Nübüvvet Minhacı üzere İkinci Raşidi Hilafet Devleti’nde, gerek dış politikada ve devletlerarası ilişkilerde, gerekse yönetim, iktisat ve içtimai nizamı gibi hayat işlerini tanzim edecek berrak ve yüzde yüz şer’î bir vizyona ve yol haritasına sahiptir. Kâfirlere yardakçılık yapmak, onların peşinden gitmek ve onlardan destek almak ise siyasi bir intihardır, apaçık bir işbirlikçiliktir, İslam’a ve Müslümanlara ihanettir.

Biz, Hizb-ut Tahrir olarak, suçlu işbirlikçileri deşifre etmeye, ümmetin evlatları arasında farkındalığı yaymaya, kâfir Batı ve uşaklarına meydan okumaya, onunla mücadele etmeye ve ümmeti de Raşidi Hilâfet Devleti’ni kurarak İslami hayatı yeniden başlatma nihai hedefine doğru yönlendirmeye devam edeceğiz.

وَاللَّهُ غَالِبٌ عَلَى أَمْرِهِ وَلَكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ“Allah, işinde galiptir, fakat insanların çoğu bunu bilmezler.” [Yusuf 21]

Devamını oku...

Yardım Dağıtım Merkezleri: Yiyecek Arayan Masumların Düşürüldüğü Bir Tuzaktır!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Yardım Dağıtım Merkezleri: Yiyecek Arayan Masumların Düşürüldüğü Bir Tuzaktır!

Haber:

İngiliz Doktor Victoria Rose, Han Yunus'taki Nasır Tıp Merkezi'nde yaşanan felaketi, Yahudi ordusunun Refah'taki yardım dağıtım merkezini hedef almasının ardından “gerçek bir katliam” olarak nitelendirdi.Tıp merkezinin acil servisinden yapılan açıklamada, “Bu pazar sabahı, Gazze Şeridi'nin güneyindeki Refah'ta bulunan Gazze İnsani Yardım Vakfı'na bağlı bir yardım dağıtım merkezi silahlı bir saldırıya tanık oldu” denildi. "Çok sayıda yaralının yerel sahra hastanelerine sevk edildiğini, Nasır Tıp Merkezi’nde çok sayıda kurbanın bulunduğunu" söyledi ve "Yerel kaynaklar, gerçek mermiyle yaralanan yaklaşık 200 kişiden bahsediyor" dedi. (Rusya El Yevm, 01/06/2025)

Yorum :

Gazze'de masum çocuklar açlıktan ölüyor, dünya ise kılını dahi kıpırdatmadan soğukkanlılıkla onların ölümünü izliyor.Tepkiler ise ne besleyen ne de açlığı giden bazı kınama ve gösterilerden ibarettir.

Gasıp varlık, yüzlerce kişinin hayatını kaybettiği korkunç katliamlar gerçekleştirmiş olup bu katliamlardan biri de Pazar günü Refah'ta bir yardım dağıtım merkezinde işlendi: Zira masum insanlar aç kaldılar ve yiyecek aramaya çıktılarında da... infaz edildiler!

Gazze'de masum insanlar, ihanetten başka bir şey bilmeyen insan kılıklı canavarlar tarafından suikasta uğruyor ve bu canavarların kurnazlıkları tilkilerin kurnazlığından ve kötülükleri de avını ve kurbanını tuzağa düşüren kertenkelenin kötülüğünden daha kötüdür.

Yahudiler Gazze halkını öldürmek için her türlü hileye başvuruyorlar, hiç acımadan ve merhamet etmeden bir katliamdan diğerine geçiyorlar; çocukların çığlıklarına, kadınların imdat çığlıklarına, yaşlıların ve ihtiyarların gözyaşlarına hiç aldırış etmiyorlar.Suçlu varlık, Gazze halkını yerinden etmek için planını uyguluyor, Gazze halkı ise yiyecek aramak ve merkezleri kurbanları düşürmek için kurulan tuzak mesabesinde olan yardımları almak için yerlerinden ayrılıyorlar.Hükümetin medya ofisi, “27 Mayıs'ta bu mekanizmanın başlatılmasından bu yana yardım merkezlerinde işlenen katliamların kurbanlarının sayısının 49'a ulaştığını ve 305 kişinin de yaralandığını” belgeledi.

Bu vahşi varlık tüm kanunları çiğnedi ve yiyecek arayan masum sivilleri katletmeye başladı; bu nasıl bir vahşet böyle?!

Masum insanlar açlıktan kaçarken kurşunlarla ölüyorlar:Filistin Sağlık Bakanlığı, “hastanelere getirilen tüm şehitlerin baş veya göğüslerinden tek kurşunla vurulduğunu” açıkladı ve "İşgalin, yiyecek aramak için bir araya toplanan sivilleri kasıtlı olarak doğrudan ve vahşice katlettiğini" vurguladı.

Bu varlık, zulmünde ve zorbalığında aşırıya kaçıyor ve hiç kimseden korkmuyor; çünkü karşısındaki düşmanın zayıf olduğunu ve kendisine ve kendisini destekleyen büyük devletlere karşı koyacağını çok iyi biliyor.Ayrıca Yahudi varlığı, İslam ümmetinin -şu anki haliyle- kurtulma imkanının olmadığını ve Gazze ve diğer yerlerdeki evlatlarına yapılan zulmü ortadan kaldıramayacağını da çok iyi biliyor.

Gazze ve diğer Müslüman ülkeler, Müslüman ülkeler sefihlerin ve ajanların yönetiminden kurtulup semanın Rabbinin ipine sımsıkı sarılmadıkça kurtulamayacaktır.Müslüman ordular, düşmanlarına karşı onları desteklemek, zulüm ve saldırıları ortadan kaldırmak ve her yerdeki tüm mazlumların çağrılarına cevap vermek için harekete geçmedikçe de izzetine geri kavuşamayacaktır.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Zinet es-Sâmit

Devamını oku...

Sudan Egemenlik Konseyi'nde İki Kadın!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Sudan Egemenlik Konseyi'nde İki Kadın!

Haber:

Egemenlik Konseyi Üyesi Dr. Selma Abdul Cabbar ve Dr. Navara Ebu Muhammed Muhammed Tahir, Egemenlik Konseyi Başkanı önünde yemin ettiler. (Sudan Haber Ajansı (SUNA), 3/05/2025).

Yorum:

İki kadının Egemenlik Konseyi'ne atanması, Batı'nın hükümetten kadınlara baskı uyguladığı düşüncesini reddetmesi ve onları erkeklerin yanında otoritenin başına yerleştirerek onları onurlandırması yönündeki taleplerine bir yanıt olarak gelmiştir.

Müslümanları birleştiren Hilafetin yıkılmasından sonra onların başına gelen en büyük felaketlerden biri de, her konuda kafir ve sömürgeci Batı'yı taklit etmeleri olmuştur; bu ise temelde dinin hayattan, dolayısıyla siyasetten ayrılmasına, sistemlerin insan tarafından konulmasına, böylece başkanlık veya parlamenter cumhuriyet yönetimi denilen şeyin kurulmasına dayanan demokratik yönetim sistemlerinde açıkça görülmektedir.

Dünyanın tüm sistemlerinde, sistemin başı erkek ya da kadın tek bir kişidir. Nitekim sömürgeci İngilizlerin ayrılmasından itibaren Sudan'da olmamıza ve İslam'ın esaslarına ve fürularına aykırı olan demokratik sistemleriyle iktidarı kendileri tarafından yaratılmış adamlara miras bırakmalarına rağmen ancak Sudan'da bizler, dünyada daha önce kimsenin yapmadığı yeni bir yenilik getirdik ki bu da, devletin başını en az üç kişiden -ki bazen bu sayı on üç kişiye ulaşmaktadır- oluşan bir konsey haline getirmemiz oldu!

Şu anda aralarında dokuz kişi bulunmaktadır ki bunların dördü ordudan, üçü Juba Anlaşması'nı imzalayan silahlı hareketleri temsil edenlerden olup en son olarak da iki kadın atanmıştır; bu ise iki kez, hatta üç kez şeriata muhaliftir:

Birincisi: Onlar, Allah Subhanehu'nun şu kavlindeki tehdidine rağmen İslam'ın Hilafet sistemini terk edip kâfir Batı'nın sistemlerini benimsediler:فَلاَ وَرَبِّكَ لاَ يُؤْمِنُونَ حَتَّىَ يُحَكِّمُوكَ فِيمَا شَجَرَ بَيْنَهُمْ ثُمَّ لاَ يَجِدُواْ فِي  أَنفُسِهِمْ حَرَجًا مِّمَّا قَضَيْتَ وَيُسَلِّمُواْ تَسْلِيمًا  “Hayır, Rabbine andolsun ki; aralarında çekiştikleri şeylerde seni hakem tayin edip sonra haklarında verdiği hükümden dolayı içlerinde bir sıkıntı duymadan kendilerini tamamen teslim etmedikçe iman etmiş olmazlar.” [Nisa 65] Ve Allahu Teala’nın şu kavlinde geçen: وَمَن لَّمْ يَحْكُم بِمَا أَنزَلَ اللّهُ فَأُوْلَئِكَ هُمُ الْكَافِرُونَ Allah’ın indirdikleriyle hükmetmeyenler kâfirlerdir.” [Maide 44]

İkinci muhalefete gelince: Onlar devletin başına tek bir kişi değil, birçok kişi getirdiler; oysa Aleyhissalatu ve's Selam şöyle buyurmuştur:إِذَا بُويِعَ لِخَلِيفَتَيْنِ فَاقْتُلُوا الْآخَرَ مِنْهُمَا İki Halife için biat edildiğinde ikincisini öldürün.

Üçüncü muhalefete gelince: Onlar kadını yönetici makamına getirdiler ki bu da şeriata muhaliftir;oysa yönetim makamı sadece erkeklere aittir; zira Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: لَنْ يُفْلِحَ قَوْمٌ وَلَّوْا أَمْرَهُمْ امْرَأَةًBaşlarına bir kadını yönetici seçen topluluk asla felah bulamaz.

Bu üç şeri muhalefet, hayatı sıkıntılı bir hale getirmek için yeterlidir; tıpkı Subhanehu ve Teala'nın şöyle buyurduğu gibi: وَمَنْ أَعْرَضَ عَن ذِكْرِي فَإِنَّ لَهُ مَعِيشَةً ضَنكاًVe kim Benim zikrimden yüz çevirirse, o taktirde mutlaka onun için sıkıntılı bir geçim dar bir hayat vardır.” [Taha 124] Dolayısıyla alemlerin Rabbinin yoluna geri dönüp Nübüvvet Minhacı üzere Raşidi Hilafetin gölgesinde O'nun şeriatını uygulamadıkça bu sıkıntılı yaşamdan kurtulamayacağız.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
İbrahim Osman (Ebu Halil) - Sudan

Devamını oku...

Ürdün, Yahudi Varlığının Reddetmesinin Ardından Arap Heyetinin Ramallah Ziyaretini Ertelediğini Resmen Açıkladı!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Ürdün, Yahudi Varlığının Reddetmesinin Ardından Arap Heyetinin Ramallah Ziyaretini Ertelediğini Resmen Açıkladı!

Haber:

Ürdün Dışişleri Bakanlığı, Gazze ile ilgili olağanüstü Arap-İslam zirvesi tarafından görevlendirilen bakanlar komitesinin üyelerinin, Pazar günü Ramallah'a yapılacak ziyaret öncesinde koordinasyon toplantısı yapmak amacıyla Amman'a geldiğini açıkladı.Açıklamada, komitenin, Yahudi varlığının heyetin işgal altındaki Batı Şeria hava sahasına girişini reddederek ziyaretini engellemesi nedeniyle Ramallah ziyaretini ertelemeye karar verdiği belirtildi.(RT, 31/5/2025)

Yorum:

Milyarlarca Müslümanı temsil eden bölgedeki yöneticilerin dışişleri bakanları, sekiz milyonluk bir halkı temsil eden Yahudi varlığının savaş bakanının emirlerine boyun eğiyorlar!Arap heyetlerinin Abbas'ın Ramallah'taki yönetimine yaptığı ziyaretler eskiden hoş karşılanır ve Yahudi varlığı bu ziyaretleri bu yöneticilerle normalleşme yolu olarak görürdü. Ancak yöneticilerin Yahudi varlığıyla normalleşmek için birbirleriyle yarıştığı gibi Abbas otoritesinin de güvenlik konusunda ona hizmet etmek için yarışması durumu tersine çevirmiştir.

Bu yöneticiler Rablerinden ve halklarından hiç utanmıyorlar;zira onların uluslararası ve bölgesel denklemlerde tamamen bir sıfır olduklarını ve Washington'daki ümmetin düşmanlarına ve onun kuyruğu olan Yahudi varlığına hizmet etmek için ayağa kalktıklarını gördüğünüz gibi sessiz bir şekilde ve tek bir kelam dahi etmeden onlara boyun eğip itaat ettiklerini görmektesiniz. Dolayısıyla onların her davranışı Amerika ve Yahudi varlığının onayına bağlıdır ve onlar buna sessiz kalmaktadırlar;çünkü onlar, kendi yönetimlerini kuranın Amerika ve Yahudi varlığının olduğunu ve onların halkları üzerinde sanki egemenlik sahibiymiş gibi davranmalarını sağladığını biliyorlar; bu yüzden Yahudiler bu egemenliği ayaklarının altına alırken, Amerika da onların iktidardaki ailelerini koruma karşılığında onlardan haraç talep ediyor.

Bu alçak ve aşağılık durum, ister Asya ister Latin Amerika'da olsun dünyanın hiçbir bölgesinde benzeri görülmemiş bir durumdur; aksine ajan yöneticilerin kendi ümmetlerini düşmanlarına boyun eğdirmesi tarihte nadir görülen bir durumdur.Nitekim bu yöneticiler, Yahudilere barış teklifinde bulunuyorlar ancak Yahudiler bunun hizmetle birlikte tamamen bedelsiz bir şekilde olmasını kabul ediyorlar; ayrıca bu yöneticiler övünüp duruyorlar ve halklarını vatancılık ve kahramanlık duyguları ile besliyorlar ama “Filistin Devleti” ilan edilmesinden sonra bile Ramallah'a giremiyorlar ve egemenliğin bir göstergesi olarak elçilikler açıyorlar ama oraya Yahudilerin izniyle ve onların süngülerinin altında girebiliyorlar!

Yahudi varlığı Gazze ve Batı Şeria'da sürdürdüğü suçlu savaşına devam ediyor, her gün yüzlerce insan öldürülüyor, Abbas otoritesi ise halkını öldürmek, ona casusluk yapmak ve Yahudi varlığının emirlerini yerine getirmekle meşguldür;zira bazen tıpkı Cenin kampında yaptığı gibi Yahudi varlığına karşı silah taşıyan her Filistinliyi takip ediyor ya da onları hapishanelere atıyor, bazen de Gazze'de özel güvenlik olarak görevlendirilmiş güvenlik unsurlarıyla birlikte Gazze’deki savaşında Yahudi varlığıyla ortak hareket ediyor. Bu ise mazlum halkının iradesine başkaldıran bu otoritenin ihanetinin derinliğinin büyük bir göstergesidir.

Yöneticilere gelince; Yahudi varlığı Lübnan ve Suriye ve bu ikisi dışında birçok ülkeyi vurmasına rağmen koltuklarını korumak karşılığında dinlerini ve ümmetlerini sattıkları gibi yine bu yöneticiler Yahudilerle normalleşme çağrısında bulunuyorlar ancak Yahudiler bu çağrılara hiç kulak asmıyorlar. Ümmet ise durumu, zayıflığı ve yöneticileri hakkında sorular soruluyor ama alimlerden bu sorulara doğru cevap verebilecek hiç kimse yok; ancak hakkı ikame eden, onu yalnız bırakanların veya ona muhalefet edenlerin ya da Allah'ın, yöneticilerin halklarına dayattığı bu karanlığı yırtıp atması isteğine muhalefet edenlerin ona hiçbir zarar veremeyeceği samimi grup bundan istisnadır.Umulur ki bu halklar gaflet uykusundan uyanır da yöneticilerini gerçek anlamda muhasebe eder, onun içinden güçlü grup ayaklanır, onları kaldırıp atar ve İslam Devleti'ni kurarak tarihlerinin bu lanetli dönemini sona erdirir.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Bilal Et-Temimi

Devamını oku...

ABD’nin Ankara Büyükelçisi’nin Sykes-Picot Eleştirisi Gözleri Boyamak İçindir!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

ABD’nin Ankara Büyükelçisi’nin Sykes-Picot Eleştirisi Gözleri Boyamak İçindir!

Haber:

Suriye'nin geçiş hükümetinin devlet başkanı Ahmed Şara ile geçtiğimiz gün İstanbul’da bir araya gelen ABD'nin Ankara Büyükelçisi ve Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack, X hesabından yazılı bir açıklama yaptı. Barrack açıklamasında şunları kaydetti:

“Bir asır önce Batı; haritalar, mandalar, cetvelle çizilmiş sınırlar ve yabancı yönetimler dayattı. Sykes-Picot, barış için değil, emperyalist çıkarlar uğruna Suriye’yi ve daha geniş bölgeyi böldü. Bu hata, nesillerin bedelini ödemesine yol açtı. Bu hatayı bir daha yapmayacağız. Batı müdahaleciliğinin dönemi sona erdi. Gelecek, bölgesel çözümlere, ortaklıklara ve saygıya dayalı bir diplomasiye aittir.

Suriye’nin trajedisi bölünmeyle başladı. Yeniden doğuşu ise onur, birlik ve halkına yapılan yatırımla olmalıdır. Bu da gerçekle yüzleşmek, hesap verebilirlik ve bölgeyle birlikte çalışmakla başlar. Esed rejiminin düşmesiyle barışın kapısı aralanmıştır. Yaptırımların kaldırılmasıyla, Suriye halkının bu kapıyı nihayet açmasına ve yeniden refah ve güvenlik yolunu keşfetmesine imkân tanıyoruz.” (26.05.2025 - Ajanslar)

Yorum:

Bu açıklamaları yapan Tom Barrack’ın sadece sömürgeci ABD’nin büyükelçisi olduğu gerçeğini göz önünde bulundurmak bile, onun sözlerinde samimi olmadığını anlamaya yeter. Zira Amerika’yı yeniden keşfetmeye gerek yoktur. ABD, İslam’ın ve Müslümanların en büyük düşmanıdır. Özellikle İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra coğrafyamızda süregelen işgal, talan ve katliamların baş sorumlusudur.

Öte yandan Büyükelçi Barrack’ın kişisel profili de ABD’nin İslam’la savaşında habis bir rol üstlendiğinin kanıtıdır. Kendisi, küstah Trump'ın golf arkadaşı ve aynı zamanda kökleri Lübnan’da, en kârlı dış yatırımları ise Suudi Arabistan’da olan bir gayrimenkul milyarderidir. Nisan ayında Ankara'ya büyükelçi olarak atanmasından önce ABD'nin Türkiye'den beklentileri ve Türkiye'nin Suriye'deki rolü hakkında şunları söylemiştir: “NATO’nun en büyük ikinci ordusuna sahip olan Türkiye, Başkan Trump’ın Avrupa’nın güvenliğine daha fazla yatırım yapma çağrısına yanıt vermiş ve NATO’nun yönergelerini karşılamış ya da aşmıştır. Türkiye, havacılık ve uzay teknolojisi gibi sektörlerde bir ortaktır ve Amerikan LNG’sinin önemli bir ithalatçısıdır. Ayrıca kullanılmayan kritik maden (nadir toprak elementleri) rezervlerine sahiptir ve Çin tedarik zincirlerinden çeşitlendirirken stratejik bir ortak haline gelebilir.”

“Türkiye, IŞİD’i yenmek için kurulan Küresel Koalisyon’da lider konumunda olup, istikrarlı bir Suriye’nin oluşturulmasında ve aşırıcılığın yeniden canlanmasının önlenmesinde önemli bir rol oynamaktadır. Bu alanda iş birliğinin sürdürülmesi, Amerikan anavatanının terörist tehditlere karşı güvende tutulmasına yardımcı olacaktır.” (https://www.foreign.senate.gov/hearings/nominations-04-01-2025)

Azıcık basiretle düşünen herkesin kolayca anlayabileceği üzere, tamamen ABD'nin sömürgeci çıkarlarını önceleyen bu kişinin Sykes-Picot eleştirisi yaparak Ortadoğu'ya refah ve istikrar getireceği yalanına ancak aklını ve ruhunu Batı'ya kiraya vermiş olanlar inanabilir. Zira her cümlesi ikiyüzlülük ve şeytanlıkla doludur.

Sykes-Picot’u ve Batı sömürgeciliğini eleştirirken (aslında pastayı tek başına yemek için Avrupa’yı şeytanlaştırırken), diğer taraftan Türkiye’ye ve Suriye’nin nasıl hareket etmesi gerektiğini dayatmaktadır. Saygıya dayalı bir diplomasiden bahsederken, ABD’nin ideolojik hedefleri doğrultusunda Türkiye’ye askerî rol biçmekte, kullanılmayan madenlerine göz dikmektedir.

Yine, yaptırımların kaldırılması karşılığında Suriye yönetiminden; Gazze’nin kanları pahasına işgalci Yahudi varlığı ile normalleşmek, muhacir mücahitleri sınır dışı etmek ve IŞİD adı altında İslami devlet düşüncesiyle savaşmak gibi doğrudan egemenlik konularında taahhütler istemektedir.

Suriye’nin trajedisinin bölünmeyle başladığı vurgusunu yaparken, PYD’nin ABD tarafından Suriye’nin kuzeyine yerleştirildiği, on binlerce TIR silahla desteklendiği ve Esed rejiminin 14 yıl boyunca ABD tarafından himaye edildiği gerçeğini perdelemeye çalışmaktadır. Çünkü yıllardır Türkiye’nin aldatıcı siyaseti üzerinden devrim düşüncesinden uzaklaştırılarak dönüştürülen yeni Suriye yönetimi, ABD’ye tehdit olmadığını ilan etmiş ve birlikte çalışmak istediğini açıkça göstermiştir.

Dolayısıyla tıpkı Baba-Oğul Esed hanedanlığı döneminde olduğu gibi, Suriye ABD’nin kapalı kutusu olma yolunda ilerlemekte olup bölünme kartını kullanmaya gerek kalmamıştır.

Gerçek şu ki, İslam coğrafyasına Batı'nın müdahalesi hiçbir zaman sona ermeyecektir. Vesayet şekilleri, ABD ve Batı’nın bizzat askerî kontrolünün Türkiye gibi partnerlere tevdi edilmesiyle değişebilir; fakat sömürgeci saldırı asla bitmeyecektir. Büyükelçinin içerisine zehir karıştırılmış ballı sözleri gözleri boyamak içindir.

Çünkü Ortadoğu bölgesi, İslami davetin doğal hareket noktasıdır ve İslami devletin kurulması yolunda en güçlü potansiyele sahiptir. ABD ve Batı, bu bölgeyi asla kendi haline bırakmayacaktır. Nitekim Büyükelçi Tom Barrack, Ankara ve Suriye’deki görevlerine atanmadan önce yaptığı değerlendirmeyi şöyle tamamlamıştır: “Beni onaylamayı seçmeniz halinde, misyonum için itici bir ilke olarak kullanacağım bir ilkeyi sizlerle paylaşmak istiyorum: ‘Kırbaç yeterli olduğunda asla kılıca başvurmam; dilim yeterli olduğunda da kırbaç kullanmam.
Beni dostuma bağlayan tek bir iplik bile varsa, kopmasına izin vermem. O çekerse, ben gevşetirim. O gevşetirse, ben çekerim.’”

Dolayısıyla, ABD’nin gülen yüzünden sakınmak, onunla dostluk kurmamak ve peygamberlik metodu üzere Raşidî Hilâfet projesi temelinde, Allah’ın ve ümmetin yardımına güvenerek ona karşı açıktan siyasi mücadele başlatmak imanın gereği olup, aynı zamanda ümmetin kurtuluşu ve zaferi için tek yoldur.

اِنَّ الْكَافِر۪ينَ كَانُوا لَكُمْ عَدُوًّا مُب۪ينًا

"Şüphesiz kâfirler sizin apaçık düşmanınızdır." [Nisâ 101]

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Muhammed Emin Yıldırım

Devamını oku...

Yahudi Varlığının Normalleşen Rejimlere Yönelik Tokadı

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Yahudi Varlığının Normalleşen Rejimlere Yönelik Tokadı

Haber:

El Cezire'nin internet sitesinde yer alan ve birçok haber kaynağı tarafından aktarılan habere göre Ürdün, Yahudi varlığının, Arap dışişleri bakanları heyetinin işgal altındaki Batı Şeria'nın hava sahasından girişini reddetmesi üzerine heyetin Ramallah ziyaretini ertelediğini duyurdu.

Ürdün Dışişleri Bakanlığı, Yahudi varlığının, heyetin Ramallah'a ziyaretini ve Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas ile Filistinli yetkililerle görüşmesini engelleme kararıyla, işgalci güç olarak yükümlülüklerini açıkça ihlal ettiğini belirtti.

Ayrıca Gazze konusunda olağanüstü ortak Arap-İslam zirvesi tarafından görevlendirilen bakanlar komitesinden oluşan heyet, Yahudi varlığının Ramallah ziyaretini engellemesinin, hükümetinin küstahlığını ve uluslararası hukuku hiçe saydığını gösterdiğini, ayrıca meşru olmayan politikasının adil ve kapsamlı bir barışın sağlanmasına yönelik fırsatları baltaladığını ifade etti.

Yorum:

Ürdün Dışişleri Bakanlığı'nın açıklamasında da belirtildiği gibi Yahudi varlığının Arap dışişleri bakanlarının girişini engellemesiyle ilgili davranışları sadece kibrini ve uluslararası hukuku hiçe saydığını yansıtmamakta, bilakis aksine bu rejimlerin ulaştığı zillet ve aşağılanma boyutunun yanı sıra Yahudi varlığının uluslararası hukuku her zamanki küçümsemesinden daha fazla hafife aldığını yansıtmaktadır.

Bu varlığın gözle görülür küstahlığıyla birlikte bu küstahlığın en büyük gerekçesi bu rejimlerin, kendi elleriyle yaptıkları ve kendilerine getirdikleri aşağılanma durumudur ki bu da utanç verici tutumlarından dolayı bir saygı görmemelerine neden olmuştur;zira Yahudi varlığını, bir buçuk yıldan fazla bir süre boyunca Gazze'de elli binden fazla insana karşı yıkım, öldürme ve soykırım uygulamasına terk ederek bu sırada oraya Yahudi varlığının izni olmadan bir damla su bile sokamadılar, bilakis kuşatmada ona ortak oldular.Bu nedenle Yahudi varlığının kendileriyle olan ilişkilerinde kullandığı aşağılayıcı üslup hiç de şaşırtıcı değildir.

Birkaç gün önce Arap Birliği Genel Sekreteri Ahmed Ebu Gayt'ın “İsrail ile ilişkilerin kesilmesi akıllıca bir politika değildir” şeklindeki sözü aktarıldı; ayrıca Ebu Gayt'ın, normalleşenlerin “diplomatik ilişkiler ve iletişim olmadan İsrail'den herhangi bir şey elde etmelerinin imkansız olacağını” savunup iddia ettiği aktarıldı.Nitekim kısa bir süre sonra yani dün Yahudi varlığı Ebu Gayt'ın iddiasını yalanlayarak, özellikle normalleşen ülkelere ya da Suudi Arabistan gibi normalleşme yolunda ilerleyen ülkelere, bakanlarının işgal altındaki topraklara girmesini yasaklayarak yüzlerine bir tokat atmıştır.

Yahudi varlığı bu bakanların girişini reddetmiyor, aksine onlar onun izniyle giriyorlar ve onun silahlarının gölgesinde geçiyorlar; çünkü onlar Filistin halkına yeni bir şey veya şanlı bir zafer getirmiyorlar. Zira onların tek amacı, onlarca yıldır efendileri Amerika'nın “iki devletli çözüm” planının kalıntılarını tekrarlayıp durmak ve çökmekte olan bir otoriteyi desteklemek yoluyla bu eylemi gerçekleştirme arzularıdır ancak Yahudi varlığı onların gelişini reddediyor. Çünkü Yahudi varlığı, gömmek için çalıştığı Filistin devleti fikrini reddettiği gibi aşağılık otoritenin kendi izni olmadan misafir davet etme hakkını da reddediyor.Sonuç olarak bu varlık, kendilerine zillet damgası vurulmuş olan bir varlıktır; ama o, bu rejimlerin kendisinden daha aşağılık olduklarını görünce aşağılık davranışlar uygulamaya başlamış olup Allah ümmetin izzetine ve aşağılık yöneticilerinin ortadan kalkmasını izin verinceye kadar bu davranışına devam edecektir. وَلِلَّهِ الْعِزَّةُ وَلِرَسُولِهِ وَلِلْمُؤْمِنِينَ وَلَٰكِنَّ الْمُنَافِقِينَ لَا يَعْلَمُونَHâlbuki asıl üstünlük, ancak Allah’ın, Rasulü’nün ve müminlerindir. Fakat münafıklar bunu bilmezler.” [Münafikun 8]

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan

Yusuf Ebu Zer - Mübarek Toprak (Filistin)

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER