Cumartesi, 21 Muharrem 1446 | 2024/07/27
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü
Erdoğan ve Laik Koltuğundaki Yirmi Yıllık Hasadı…!

بسم الله الرحمن الرحيم

El-Vai Dergisi

Erdoğan ve Laik Koltuğundaki Yirmi Yıllık Hasadı…!

Remzi Racih’in Kaleminden - Yemen

Bugün Türkiye’nin yöneticisi, Amerika tarafından desteklenen, onun bölgedeki politikasına hizmet eden ve çıkarlarını güvence altına alan Erdoğan’dır. Tüm bunlara göre Erdoğan, İslam’ı iktidardan uzak tutma oyunundaki satranç taşlarından biridir. Zira o, İslam’a karşı olmayan laikliği benimsediğini, yani yönetimde (İslami Hilafet Devleti’ni yıkan) Mustafa Kemal ve ondan sonra gelen ve Allah’ın indirdiklerinden başkasıyla yöneten tüm laik yöneticiler gibi olduğunu beyan ediyor. Erdoğan ile diğerleri arasındaki fark, Erdoğan dine düşman değilken onların dine düşman olmalarıdır. Diğer bir ifadeyle o, dini, namaz, oruç, hac ve zekat gibi sadece ibadet ritüelleri olarak görüyor... Yani İslam’da bir yönetim olduğunu düşünmüyor; buna göre o, küfür hükümleriyle yönetiyor ve tıpkı Türkiye’nin ve diğer Müslümanların yöneticileri gibi Allah’ın hükmünü tesis etmek için çalışanlarla savaşıyor; çünkü o, dinden değildir; bu nedenle bir Müslüman, Erdoğan’ı değerlendirmek istediğinde ona bir değil iki gözle bakmalıdır: Namaz kılan, oruç tutan, güzel Kur’an okuyan ve camiler açan bir gözle… bir de ona, Allah’ın indirdiklerinden başkasıyla yöneten bir gözle bakmalıdır. Tabi bunun içerisinde Erdoğan’ın, İslam beldelerindeki aldatıcı sömürge planlarında ve Afganistan, Irak, Libya ve Suriye’de İslam’a karşı savaşında Amerika ile yan yana olma politikası da vardır. Bugün de o, tüm küstahlıkla ve Allah’tan korkmadan, Esad rejimi ile köprüler kurmak ve onunla her biri bir vadide dolaşan yerinden edilmiş Müslümanlardan geriye kalanlar arasında barış sağlamak için çalışmak istediğini ilan ediyor. “İsrail” ile olan istihbarat, askeri, ekonomik ve turizm noktasındaki yakın ilişkisinden ve faize dayalı ekonomi politikasından bahsetmiyorum bile… Erdoğan’ı ifşa eden en açık kanıt, şayet Erdoğan Allah’ın Rasulü’nün istediği bir din üzere olmuş olsaydı, onun ilk savaşacağı Yahudiler, Amerika ve Avrupa gibi Allah’ın düşmanları olurdu. Aksine Erdoğan, onlara dalkavukluk ediyor onlar da ona dalkavukluk ediyorlar.

İslam ve Laiklik, bir araya gelmeleri imkansız olan iki çizgidir. Zira İslam (لا إله إلا الله محمد رسول الله) akidesine dayalı iken laiklik ise “dini devletten ayırma” temeline dayalıdır. (İster yönetici ister yönetilen olsun) her bir Müslüman, İslam akidesini düşüncesinin temeli ve eylem ve davranışlarının ölçüsü yapmalıdır ve bu hususta tercih etme hakkı da yoktur; zira mesele, hak ve batıl meselesidir. Dolayısıyla Allah’ın dini olan İslam haktır ve onun dışındakiler ise batıldır. Nitekim Allahu Teala şöyle buyurmuştur: وَمَا كَانَ ِلمُؤۡمِنٖ وَلَا مُؤۡمِنَةٍ إِذَا قَضَى ٱللَّهُ وَرَسُولُهُۥٓ أَمۡرًا أَن يَكُونَ لَهُمُ ٱلۡخِيَرَةُ مِنۡ أَمۡرِهِمۡۗ وَمَن يَعۡصِ ٱللَّهَ وَرَسُولَهُۥ فَقَدۡ ضَلَّ ضَلَٰلٗا مُّبِينٗاAllah ve Rasulü bir işe hükmettiği zaman ne mümin (bir erkek) ne de mümine (bir kadın) için o işlerinde herhangi bir serbestlik olur. Her kim Allah’a ve Rasulü’ne isyan ederse apaçık bir sapıklık ile sapıtmış olur.” [Ahzab 36]

Bu ideolojiyi korumak için İslam, Allah’ın dininin tatbik edilmesinde ihmalkarlık göstermeleri veya değiştirmeleri durumunda yönetici ve yönetilenin eşit olarak muhasebe edilmesini istemiştir; zira iyiliği emredip münkerden nehyetmek, Allah’ın Kitabı ve Rasulü’nün sünnetinde, ruhsat ve tahsis izni talebiyle mukayyet kılınmaksızın mutlak olarak geçmiştir. Nitekim Müslümanlar, dört Halifenin, Emevilerin ve Abbasilerin yönetimi dönemlerinde yöneticilerini muhasebe ediyorlardı. Ancak İslam ile yöneten bir yöneticiyi muhasebe etmekle bu asırda İslam beldelerindeki yöneticilerin durumunda olduğu gibi laiklikle yöneten bir yöneticiyi muhasebe etmek arasında çok ama çok büyük bir fark vardır.

Velhasıl 1924 yılında Osmanlı İslami Hilafet Devleti’nin yıkılmasının ardından yabancı sömürgecilik, Müslümanların ülkelerinde nüfuzunu ve laik rejimlerini yerleştirmiş, sonra milli, ulusal ve sivil kartlarla oynayarak, bazen de Müslümanları ne besleyen ne de aç bırakan şeylerle meşgul ederek kirli ve kurnaz yöntemleriyle Müslümanları saptırmaya ve onları dinlerinden uzaklaştırmaya katkıda bulunan ajan ve kiralık hain yöneticiler türetmede ustalaşmaya başlamıştır. Dolayısıyla bu yöneticilerden her birinin, Müslümanları aldatmak için kendilerine has yöntem ve araçları vardır. Nihayet Müslümanlar, bilinçli bir şekilde kirli demokratik kartları ve çürümüş ve kokuşmuş bağları aşarak yozlaşmış rejimlere karşı güçlerini göstermişlerdir; dolayısıyla sömürgecinin, demokrasisini razı edecek İslami niteliğe sahip bir kart ortaya koymaktan başka bir hilesi kalmamıştır. Bu yüzden Müslümanlara yakışan, düşmanlarının ve onların ajanlarının yöntemlerine karşı uyanık olmaları ve İslam’ın iktidara ulaşmasının yolunu engelleyen iğnelerinden sakınmalarıdır.

Erdoğan’ı, diğer hain yöneticiler dışında kurnaz gerçeklerini sergilemeye iten şey, Erdoğan’ın sahte siyasi konuşma ve eylemlerini sergilemekten başka bir şey değildir. Zira İslam’ı ve Müslümanları savunduğunu iddia ediyor ama iddia ettiği şey, kendisini, Allah’ın Saf suresinde uyardığı nefret durumuna düşüren yalan ve iftiradan başka bir şey değildir; zira Allahu Teala şöyle buyurmuştur: يَٓا اَيُّهَا الَّذٖينَ اٰمَنُوا لِمَ تَقُولُونَ مَا لَا تَفْعَلُونَ كَبُرَ مَقْتاً عِنْدَ اللّٰهِ اَنْ تَقُولُوا مَا لَا تَفْعَلُونَEy iman edenler! Niçin yapmayacağınız şeyleri söylüyorsunuz?Yapmayacağınız şeyleri söylemeniz, Allah katında büyük bir nefretle karşılanır.” [Saf 2-3]

Abbasiler ve Osmanlıların yönetimi döneminde ictihadın devre dışı bırakılması ve Arapça dilinin ihmal edilmesi sonucu Müslümanlara isabet eden fikri durgunluk olmasaydı, Erdoğan veya başka biri Müslümanlardan tek bir kişiyi dahi aldatamazdı. Sömürgeciliğin gölge düşürdüğü faktörlerin en önemlileri işte bu ikisidir; buna göre Erdoğan’ın bir camide kendi fotoğrafını çektirerek veya Kur’an taşıyarak veya el-Aksa hakkında bir kınama açıklaması yaparak ya da Ayasofya’yı daha önce olduğu gibi camiye dönüştürerek dar görüşlü insanları hafife alması çok daha kolaydır; oysa bunlar, her Müslüman, hatta bizim yaşlılarımızın bile yapmış olduğu amellerden başka bir şey değildir; bu yüzden Müslümanlara yakışan, Saf suresinin ilk ayetlerini okumaları, karar ve yönetim koltuğunda bir yönetici olması sıfatıyla Erdoğan’ın hakikatini görmeleri, Osmanlı Hilafeti döneminde Müslümanların Dârı’nın merkezi olan Türkiye beldesinde Erdoğan’ın yönettiği sisteme bakmaları veya bilinçli ve şuurlu bir şekilde onun siyasi eylemlerinin hakikatini ve nereye gittiğini? Kimin maslahatı için gittiğini? Kimin ordusu, bayrağı, kültürü, ticareti ve sistemleriyle birlikte yürüdüğünü görmeleridir! Ayrıca mübarek Filistin davası, Suriye, Libya ya da daha önce ve gelecekte diğer hususlarla ilgili belirleyici tutumlarına da bakmalıdırlar. Nihayetinde mütefekkir bir kişi, Erdoğan’ın nefret edilen kişiliğini ve artık zalimlerin, yardım edilenlere değil Firavun ve avenelerine dahil edilmelerinin zamanı geldiğini anlayacaktır.

Aşağıda Erdoğan’ın laiklik koltuğundaki yirmi yıllık toplam hasadından sadece küçük kesitler sunacağız. Bunun Allah’ı ve ahiret gününü uman müminlere gizli olduğunu düşünmüyorum ama bu, öğüt almak isteyenlere bir hatırlatmadır!

Birincisi: Laiklik koltuğundaki Erdoğan, Mustafa Kemal’in torunu ancak Amerika’nın sponsorluğunda!

İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra 1945 yılında, İngilizlerin liderliği pahasına Amerika’yı dünya liderliğinde ilk defa yer edinen ülke olmaya hazırlayan ekonomik ve politik faktörler oluşmuştur. Ortadoğu bölgesinin Müslümanların meseleleri açısından coğrafi ve siyasi önemi nedeniyle Amerika, Osmanlı Devleti’nin İngiliz ajanı mücrim Yahudi Mustafa Kemal’in eliyle yıkılmasından bu yana geniş bir nüfuza sahip olan İngiliz ajanları pahasına tüm hırslarıyla Türkiye’deki yönetimin merkezine nüfuz etmek istemiştir. Açıkça görüldüğü üzere Amerika’nın İngilizler pahasına Türkiye yönetimine ulaşma hilesi, orta çözüm fikrine dayalı demokrasi ideolojisiyle uyumlu ılımlı İslam kartıyla kurnaz bir plan oynamak olmuştur. Nitekim bu rolü oynaması için Erdoğan tercihini gözüne kestirdi; bu ise birtakım hususlardan dolayıdır ki bunların birincisi: Amerika, daha önce Erdoğan ile birbiri ardına yaptığı görüşmelerin ardından 2002 yılında Türkiye’nin başına geçinceye kadar Amerika’nın Erdoğan’ı hazırlamak için propagandada kullanabileceği ekonomik karta ek olarak ajanlarını Türkiye yönetimine ulaştırmak için İslami bir yönetime özlem duyan Müslüman Türklerin duygularını kullanmak. Bu bir yöndendi. Diğer yönden olana gelince; yönetimin merkezinde olan İslami bir karakterin varlığı ile birlikte Müslümanlarla iletişim sürecini kolaylaştırmak ve onları saptırmak. Zira bu, Erdoğan’ın ılımlı İslami hareketlerin liderlerini, özellikle de Müslüman Kardeşlerin liderlerini kutuplaştırmasında net bir şekilde ortaya çıkmıştır. Peki o halde onlar, nasıl dini ikame edebilirler ki? Zira onlar, Erdoğan’ın zayıf liderliğinin kurbanı olmuşlar ve bu laik lider de onları laiklik dağındaki sığınağın güvenli olduğu şeklinde aldatmıştır. Böylece Erdoğan, onlar ile Allah’ın Rasulü’nün bu zorba yönetim üzerine kurulacağını müjdelediği Raşidi İslami Hilafet Devleti’ni kurmak için muhlis bir şekilde çalışanların arasına söz ve fiil olarak engel olmuştur. Zira Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: ... ثم تكون خلافة على منهاج النبوة “…Sonra Nübüvvet Minhacı üzere Hilafet olacaktır.

Yüzeysel, ılımlı ve kusurlu fikirlerine yenik düşenlerin, duvarın arkasında olanı görmemeleri hiç şaşırtıcı değildir; oysa eğer onlar akıllarını aydın bir düşünceyle çalıştırmış olsalardı, Erdoğan’ın hakikati ve her kim laiklik ekerse onun pisliklerinden ve kirlerinden başka bir şey hasat etmeyeceği onlar için açığa çıkardı! Türkiye’nin daha önceki konumu arasında çok fark vardır; zira daha önce Daru’l İslam’ın merkezi ve İstanbul’un fethiyle Peygamberimizin övgüsüne nail olan Osmanlı Hilafeti döneminde Müslümanların başkentiydi. Zira Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: لَتُفْتَحَنَّ الْقُسْطَنْطِينِيَّةُ، فَلَنِعْمَ الْأَمِيرُ أَمِيرُهَا، وَلَنِعْمَ الْجَيْشُ ذَلِكَ الْجَيْشُKostantiniyye elbette fethedilecektir. Onu fetheden komutan ne güzel bir komutandır, o ordu ne güzel bir ordudur.” Öte yandan Erdoğan, Türkiye beldesini, kendisinden önce mücrim Mustafa Kemal’in yönettiği aynı laik sistemle yönetmektedir. Mustafa Kemal Türkiye’deki camilerde ezan okunmasını yasakladıysa da Erdoğan da bir basın açıklamasında Türkiye beldesinde eşcinselleri koruyan bir yasayı ilan etmiştir. Sonra Erdoğan kendisini ifsat etmekle yetinmemiş, bilakis haddi aşarak başkalarına da tavsiyelerde bulunmuştur; “zira Dr. Muhammed Mursi Mısır’da iktidara geldiğinde ona laiklikle yönetmesini ve bunun uygun bir yönetim sistemi olduğunu tavsiye etmiştir…” Dolayısıyla Erdoğan, defalarca kendisinin laik olduğunu ve sisteminin de sadece laik olacağını ilan etmede başarılı olmuştur. Dahası ofisindeki mücrim Mustafa Kemal’in imajını, kendi kişiliğinin ve hırslarının bir sembolü haline getirmiştir. Zira Erdoğan, Türkiye’de laikliği tesis ettiğini hatırlatmak için her yıl onun kabrine taziye çelenkleri gönderiyor… Böylece Erdoğan, laikliğinde Mustafa Kemal’in torunu olduğunu ve politikalarında da Amerika’nın ajanı olduğunu defalarca kanıtlamıştır ama farkında değiller!

Nitekim Erdoğan, doğru ile yalanın arasını cem etmiştir; zira bir yandan laik olduğunu söylerken aynı zamanda da İslam’ı savunduğunu iddia ediyor. Dolayısıyla onun kurnaz tutumlarından ibret almayanlara Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in hadisini hatırlamanın zamanı gelmiştir. Zira şöyle buyurmuştur: أَعَاذَكَ اللَّهُ يَا كَعْبَ بْنَ عُجْرَةَ مِنْ إِمَارَةِ السُّفَهَاءِ قَالَ: وَمَا إِمَارَةُ السُّفَهَاءِ؟ قَالَ: أُمَرَاءُ يَكُونُونَ مِنْ بَعْدِي لَا يَهْتَدُونَ بِهَدْيِي وَلَا يَسْتَنُّونَ بِسُنَّتِي، فَمَنْ صَدَّقَهُمْ بِكَذِبِهِمْ وَأَعَانَهُمْ عَلَى ظُلْمِهِمْ، فَأُولَئِكَ لَيْسُوا مِنِّي وَلَسْتُ مِنْهُمْ وَلَا يَرِدُونَ عَلَيَّ حَوْضِي، وَمَنْ لَمْ يُصَدِّقْهُمْ بِكَذِبِهِمْ وَلَمْ يُعِنْهُمْ عَلَى ظُلْمِهِمْ فَأُولَئِكَ مِنِّي وَأَنَا مِنْهُمْ وَسَيَرِدُونَ عَلَيَّ حَوْضِي "Allah seni sefih emirlerden korusun ey Ka'b İbn-u Ucra! (Ka'b İbn-u Ucra) Dedi ki: Sefih emirler kimlerdir? Dedi ki: Benden sonra birtakım emirler olacaktır. Onlar hidayetime uymazlar ve sünnetimi de takip etmezler. Her kim onların yalanlarını doğrular ve zulümlerinde onlara yardım ederse, işte onlar benden değildir ve ben de onlardan değilim! Onlar (cennetteki) havzıma gelemezler. Her kim de onların yalanlarını doğrulamaz ve zulümlerine de yardım etmezse, işte onlar bendendir ve ben de onlardanım! Havzıma gelecek olanlar işte bunlardır."

İkincisi: Erdoğan’ın, Filistin meselesindeki hasadı:

Filistin meselesi, Müslümanların nazarında hayati meselelerden biri olarak kabul edilir. Zira o, ümmetin meselesi olup sadece Filistin’in meselesi değildir. Nitekim çevresinde ne doyuran ne de aç bırakan birden çok İslam ülkesi olmasına rağmen mübarek Filistin topraklarının Siyonistler tarafından işgali oldukça uzadı. Tabi bu ülkelerden biri de, gaspçı Yahudileri yankı uyandıran konuşmalarla kınayıp tehdit ederek kulakları çınlatan ancak sözleriyle eylemleri çelişen Erdoğan’ın ülkesidir. Ne yazık ki Türk ordusu, savaş hazırlığında dünyada neredeyse beşinci sırada sayılır; ancak İslam’daki yönetim sistemini uygulamayan ve İslam davetini, davet ve cihat yoluyla dünyaya taşımayan bir devletin, İslam nazarında hiçbir değer ve kıymeti yoktur!

Erdoğan, Mescid-i Aksa’daki matemlilerin (Va İslâmah!) nidasında bulundukları haykırışlarını işitiyor ama bunları, taziye, kınama ve eleştiri sözleriyle değiştiriyor. Ama Amerika’daki yönetim sisteminden bir telefon zili çalsa, efendilerinin ve leydilerinin emrini uygulamak için hemen Türk ordusunun adımlarını sıkılaştırır ve bazen terör bahanesiyle muhlislerle savaşarak bazen de güvenlik ve barış tesis etmek bahanesiyle onların mallarını yağmalayarak efendilerinin planlarını ve komplolarını hayata geçirmek için onlarla ittifaklar kurar.

Bu arada mübarek Filistin, Erdoğan’a diğerlerinden çok daha uzak olmamasına rağmen peki Erdoğan, Afrin ve diğerlerinde yaptığı gibi Filistin’i kurtarmak için Türk ordusunu harekete geçirdi mi?! Erdoğan’ın yalan konuşmaları ifşa olmuştur. Çünkü dudaklarıyla Filistin’i desteklediğini iddia ederken sonra aynı dudaklarla Amerika’nın iki devletli çözüm projesinin kabul edilmesi çağrısında bulunuyor ve bunu da hiç utanmadan söylüyor. Böyle bir yazı için söyleyeceği şey ise, görünüşte hain olan herkesin, kalbi de habistir olacaktır.

Ey okuyucu, Erdoğan’ın ihanetinin köklerini anlaman için sana şu metin yeterlidir; “Şimon Peres, 2007’de Türk Parlamentosu’nun önünde durup İbranice konuştu ve orada şu sözlerle hitap etti: Türkiye bir güven inşa ediyor ve ben de Türkiye’ye bu takdirimi ifade etmek için geldim.”

Ey okuyucu, bu kiralık yöneticinin saçmalığını anlaman için onun yaptığı şu konuşmayı işitmen yeterlidir: “Biz İsrail Devletine karşı değiliz, aksine biz öldüren İsrail’e karşıyız.” (El-Cezire Kanalı) Acayip bir şey, bir kişi için en büyük talihsizlik, onu güldürendir. Ayrıca Erdoğan -kendi söylemine göre- Yahudiler için Filistin topraklarından veya başka bir yerde iyilikle karakterize olmuş bir varlık olma olasılığını iddia ediyor. Sanki Allah’ın Kitabı’nda Yahudilerin gerçeklerini okumamış gibi bunu söylüyor! Ya da sanki Filistin’in, gaspçı Yahudilerin elinden temizlenmesi gereken bir İslam beldesi olduğunu unutmuş gibi! Sonra daha da şaşırtıcı olan ise, sanki kendisi ile Yahudi varlığı arasındaki yakın dostluğun farkında değilmiş gibi konuşmalar savurmasıdır. Oysa ikisi, ticaret alışverişinde, güvenlik koordinasyonunda ve diplomatik ilişkilerde sürekli olarak yan yana çalışıyorlar ve onunla normalleşenlerin ilki de Erdoğan’dır ama farkında değiller!... Erdoğan için hükmü, sadece Allah verecektir. O halde Allah’ın kendisine gazap ettiği bir kişiyi razı etmekten sakının. Eğer böyle yaparsanız siz de gazaba uğrarsınız. Çünkü bir Müslüman, Allah’ın kendisinden razı olduğu kimseden başkasını razı etmez. O halde rıza ve kabulün veya öfke ve reddin ölçüsünü, şeriatın mizanına göre belirleyin.

Üçüncüsü: Erdoğan’ın siyasi eylemlerindeki hasadı:

Erdoğan, Amerikalıların stratejik bir müttefiki olarak kabul ediliyor. Bu, sözlerinde ve fiillerinde açıkça görülen bir husustur. Nitekim Amerika 2003 yılında Irak savaşı için askeri harekatını başlattığında, Türkiye’deki İncirlik üssünü Irak'ın işgalinin önündeki engellerin aşılmasına katkı sağlayan bir araç olarak kullanmıştı. Ayrıca 2011 yılında Erdoğan, mücrim Beşar Esad rejimine karşı İslam Devleti’nin kurulması çağrısında bulunan İslami akımları kontrol altına alarak Amerika’nın Suriye’deki ajanını korumak, ardından (kasap) Beşar’ın Halep’i kontrol etmesini sağlayan Fırat Kalkanı ve Beşar rejiminin Doğu Guta’ya girmesini sağlayan Zeytin Dalı Harekatı gibi operasyonlar başlatarak kendisiyle bağlantılı olan Özgür Suriye Ordusunu dağıtmak için bir an olsun tereddüt etmedi. Şayet Amerika bu noktada Erdoğan’ı dizginlememiş olsaydı, o efendisine itaat ederek daha çok askeri operasyonlar başlatacaktı. Nitekim bu operasyonların sonuncusu, Amerika’ya hizmet etmek için Libya’daki çatışmaya ya da Ermeni-Azerbaycan çatışmasına müdahale etmesi olmuştur!

Kayda değerdir ki geçenlerde Türk lirasının çöküşünü kurtarmak için BAE’deki ihanet eden ve normalleşen liderlerin bankalarının kapısında dilenci olarak görünen de Erdoğan olmuştur. Yine kayda değerdir ki kendisini ve ordusunu, Suriye, Libya, Azerbaycan ve başka yerlerde Amerika’nın hizmetine verdiği zaman bu dilencinin kıymeti biliniyor. Dolayısıyla o, ne Suriye’deki Müslümanları Beşar’ın zulmünden, ne de Libya’dakileri Hafter’in zulmünden kurtardı. Ayrıca o, Türkiye ekonomisindeki dengesizlikleri de çözemiyor; ama kölelerin hayatı efendiler içindir... Hakeza Erdoğan’ın muadili Amerika, elinden geldiğince Yemen, Sudan veya Suriye’de onun benzerlerini ve akranlarını klonlamak için nefesinin son damlasına kadar çalışıyor… Hal böyleyken, onlar yine de, tuzak kurmaya devam ettiler. Bu tuzakları dağları yerinden oynatacak kadar güçlü kuvvetli bir şekilde tasarlanmış olsa bile, onların tuzaklarının cezası Allah’ın yanındadır; onları bir bir boşa çıkaracak ve asla başarıya eriştirmeyecektir.

İslam ümmeti, Raşidi İslami Hilafet Devleti’ni kurmaya çok ama çok yaklaşmıştır. Zira İslam ümmeti, halkına yalan söylemeyen lider bir parti çıkarmıştır ki o parti; gayesinin bilincinde olan, metodunu kavrayan ve fikrini hazmeden Hizb-ut Tahrir’dir. ... ثم تكون خلافة على منهاج النبوة “…Sonra Nübüvvet Minhacı üzere Hilafet olacaktır.” Yarın, Allah’ın izniyle bekleyeni için çok yakındır.

Kaynak: El-Vai Dergisi -433. Sayı - H. Saferu’l Hayr 1444 - M. Eylül 2022

Yorum Ekle

Gerekli olan (*) işaretli alanlara gerekli bilgileri girdiğinizden emin olun. HTML kod izni yoktur.

yukarı çık

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER