- |
- İlk yorumlayan ol!
- yazı boyutu yazı boyutunu küçült Yazı boyutu büyüt
بسم الله الرحمن الرحيم
Kayıp Yüzyıl!
3 Mart 1924’te Hilafetin ilgasından bugüne kadar Hilafetsiz tam yüz yıl geçti.
Rasulululah Sallallahu aleyhi ve sellem efendimizin vefatıyla birlikte başlayan Hilafet, 13 asır boyunca İslam ümmetini yönetti ve dünyaya liderlik etti.
Ancak İslam’a bağlılığımız zayıflayıp fikren geri kalmaya başladığımızda yıkılış kaçınılmaz oldu.
Batı’da gerçekleşen düşünce ve sanayi devrimine karşı, İslam düşüncesini esas alan bir kalkınmayla cevap veremememiz, düşmanımız olan sömürgeci kafir Batı medeniyetine karşı büyük bir yenilgiyle sonuçlandı.
İslam Ümmeti olarak Hilafeti koruyamadık, liderliği kaybettik, parçalandık, bölündük, sömürgeci kafirlerin İslam topraklarında kurdukları gayri İslami yönetimlerin büyük baskıları altında zillet içinde yaşamak zorunda kaldık.
İngilizlerin önderlik ettiği sömürgeci kâfir Batı 1. Dünya savaşı ile dünya liderliği için kendilerine engel olarak gördükleri Osmanlıyı parçaladı ve Osmanlı Coğrafyasında İslam Ümmeti anlayışını sona erdirmek amacıyla ulus devlet zihniyetiyle hareket eden çok sayıda yeni devletin kurulmasına öncülük etti.
Bu devletlerin başına sömürgeci kâfir batıya hayran yöneticiler tayin edilerek bu yöneticiler eliyle sömürgeci kâfir Batı adına Müslüman halklar kontrol altında tutulmak istendi.
Bu devletlerden biri olarak 29 Ekim 1923’te kurulan Türkiye Cumhuriyeti tarafından 3 Mart 1924’te de İslam Ümmetinin siyasi birliğini sağlayan ve Ümmete liderlik yapan Hilafet ilga edilerek Müslümanların bağımsızlığı ve liderliği yok edildi.
Yeni kurulan bu devletler kendi halklarını yok sayarak, kendi halklarına danışmadan, görüşlerine başvurmadan ve rızalarını almadan sömürgeci kâfir batıdan aldıkları anayasa ve kanunları zorla halklarına dayattılar ve batının bozuk kültürünü yaşamın esası haline getirdiler.
Bu yönetimler sömürgeci kâfir batının kendilerine verdiği görevle kendi halklarını İslam’dan uzaklaştırmak ve Batılılaştırmak için görülmemiş zulümlere ve büyük baskılara başvurdular.
Sömürgeci kâfir Batı kendine hizmet eden bu yönetimler eliyle bu topraklarda büyük bir yıkıma yol açtı.
Kan, gözyaşı, açlık ve sefalet, geri kalmışlık, terör, anarşi, kaos, iç savaşlar, siyasi ve ekonomik krizler sanki bu toprakların kaderi haline geldi.
Sömürgeci kâfir Batı medeniyeti kendini, bizlere çağdaş uygarlık seviyesi olarak göstererek zihinlerimizi ele geçirdi. Onlara karşı zaferlerle dolu geçmişimizi ve şanlı tarihimizi bize kötüledi. Atalarımızdan bizi utandırdı. Güç alacağımız köklerimizden kopararak bizleri güçsüzleştirdi. Ellerimizi zincirledi, ayaklarımızı da pranga taktı.
Bu durum yöneticilerle halk arasında büyük bir ayrışma ve derin bir uçurum oluşturdu ve bir devlet halk çatışmasını doğurdu. Kalkınmaya harcanması gereken enerji ve imkânların bir devlet halk çatışmasında tüketilmesi; Müslüman halkların geri kalmasına, büyük bir çöküş yaşamasına, kendi küçük hayatlarının peşine düşerek Allah’ın kendilerine gösterdiği yüksek hedef ve gayelerden uzaklaşmasına ve dünya sahnesinden silinmesine yol açtı.
Halkı Müslüman olan ülkeler, sömürgeci devletler tarafından servet ve kaynaklarının sömürülmesi ve sömürgeci kâfir batının ürettiği mallar için bir pazar olmaları amacıyla sömürgeci devletlerarasında nüfuz çatışmalarının yaşandığı bir sahipsizliğe terk edildi.
Böylece Hilafetin olmadığı ve Müslümanların yok sayıldığı yeni dünya sömürgeci kâfir devletler ve kapitalizm tarafından yeniden şekillendirildi.
Sömürgeci kâfir Batı laiklik, demokrasi, özgürlük, adalet, eşitlik, insan hakları, ulusların kendi kaderini tayin hakkı gibi parlak sloganlarla bütün insanlığa kapitalizmi ve kendini bir kurtarıcı olarak takdim ederek insanlığı aldattı ve dünya liderliğini elde etti.
Ancak kurtarıcının kurtarıcı olmadığı tam aksine bir yok edici olduğu kısa sürede anlaşıldı.
Sömürgeci Batı kapitalizm ile bir avuç azınlığa hizmet eden yeni bir dünya düzeni kurdu. İnsanlığı sömürgecilikle, kanlı darbelerle, iç savaşlarla, katliamlarla, işgallerle, açlıkla, sefaletle, gelir dağılımında adaletsizlikle, ekonomik ve siyasi krizlerle, bireycilikle, ateizmle, deizmle, şiddet sarmalıyla ve cinsi sapıklıklarla baş başa bırakarak ağır bir çöküntü ve buhrana sebep oldu.
Hilafetin ilgası ile birlikte en başta Allahu Teala’nın hükümleri ile, İslam ile yönetilmeyi ve bağımsızlığımızı kaybettik.
13 asır boyunca elimizde olan dünya liderliğini kaybettik.
İnsanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmet olma vasfımızı kaybettik.
Ümmet olarak birliğimizi, vahdetimizi ve kardeşliğimizi kaybettik.
Bağımsızlığımızla birlikte şerefimizi de kaybettik.
Servetlerimizi, zenginliklerimizi ve refah içinde yaşamayı kaybettik.
Batılı sistemlere ve Batılı devletlere bağımlılıkla siyasi irademizi de kaybettik.
En son Gazze’de yaşananlar Hilafetin ilgası ile kaybettiklerimizin ne kadar büyük olduğunu bir kez daha gözler önüne serdi.
İslam ümmeti olarak 2 milyarlık sayımıza ve devasa ordularımıza rağmen Gasıp Yahudi varlığının katliam, mezalim, soykırım ve insanlık suçları karşısında kınamanın ötesinde somut bir adım atılamaması ve çözümün, sorunu üreten sömürgeci kafir batıya bırakılması acı gerçeğiyle yüzleşmek zorunda kaldık.
3 Mart 1924’te Hilafetin ilgasından bugüne kadar geçen yüzyıl sadece Müslümanlar için değil aynı zamanda insanlık içinde kayıp bir yüzyıl olmuştur.
Bu yüzyıl hem Müslümanların hem de insanlığın yaşadığı en karanlık çağdır.
Müslümanlar ve insanlık tarihin hiçbir döneminde böylesi karanlık bir çağa tanıklık etmemiştir.
Peki bu karanlık çağı nasıl sona erdireceğiz.
Mademki bu karanlık çağ ve kayıplarımız, İslam’ın ve hilafetin yokluğunda gerçekleşti o halde yeniden İslami hayatı başlatmak ve hilafeti tesis etmekle bu karanlık çağı sona erdirebilir ve kaybettiklerimizi daha fazlasıyla geri kazanabiliriz.
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem kendisinden sonraki dönemleri haber verdiği uzunca bir hadisin sonunu bir müjdeyle tamamlamış “Sonra da nübüvvet metodu üzerinde hilafet olacaktır” demiştir.
Allah’ın yardımı ve lütfu ile bu yüzyılın İslam’ın ve Hilafetin yüzyılı olacağına dair ümit taşıyoruz.
Şayet Hilafeti yeniden tesis ederek İslami hayatı başlatabilir, İslam ümmetini Hilafet sancağı altında birleştirebilirsek işte o zaman Allah’ın yardımıyla, Hilafetin ve Ümmetin gücüyle sömürgeci kafir Batı’nın dünya düzenini sona erdirebiliriz.
İşte o zaman Filistin’i kurtarabilir, Doğu Türkistan’da, Keşmir’de, Mayanmar’da, Hindistan’da, Kafkasya’da ve dünyanın diğer bölgelerinde zulüm altında yaşayan Müslüman kardeşlerimize el uzatabiliriz.
İşte o zaman bu kayıp asırda eğilen başımızı yerden kaldırabilir, yeniden en hayırlı ümmet olarak dünyaya liderlik etmeye başlayabiliriz.
Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Remzi Özer