Pazartesi, 27 Recep 1446 | 2025/01/27
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

İslam Beldelerindeki Rejimlerin Yozlaşması İle Kâfir Kapitalizmin Çekici Arasında Batı'daki Müslümanlar!

Haber-Yorum

İslam Beldelerindeki Rejimlerin Yozlaşması İle Kâfir Kapitalizmin Çekici Arasında Batı'daki Müslümanlar!

Haber:

ABD Başkanı Donald Trump’ın basın servisi Cuma günü yaptığı açıklamada ABD’nin 538 belgesiz göçmeni tutukladığını ve yüzlercesinin de sınır dışı etme sürecinde olduğunu açıkladı.Seçim kampanyası sırasında düzensiz göçü engelleme sözü veren Trump,ikinci dönemine Amerika'ya giriş sürecini reform etmeyi amaçlayan bir dizi başkanlık kararnamesiyle başlamıştır. Bu bağlamda güney sınırında ulusal olağanüstü hal ilan eden kararnameleri imzaladığı gibi bölgeye daha fazla güç konuşlandırılacağını açıklayarak suçlu yabancıları sınır dışı etme sözü vermiştir. (Ajanslar)

Yorum:

Eğer Amerika ve Avrupa mültecileri takip etme kampanyalarına harcadıkları parayı onlara verselerdi, mültecileri kendilerine göç etmenin kötülüğünden kurtarırlardı;ABD-Meksika arasındaki sınır duvarı inşa etme projesinin sahibi Trump, duvarın inşası için gereken 6 milyar Doları açlık çeken Meksika halkına vermiş olsaydı, Meksika halkı Nevada çölünde dolaşıp ölme acısından kurtulmuş olurdu; şayet Amerikan şirketleri, Müslüman ülkeleri de dahil olmak üzere Üçüncü Dünya ülkelerinden çıkmış olsalardı, Müslümanların büyük servetleri kendi halkları için yeterli olurdu ve Sam Amca'nın ülkesine göç edip bu şirketlerin kendi ülkelerinden yağmaladıkları şeylerin kırıntıları için yalvarmazlardı; şayet bin Selman, Harameyn eş-Şerifeyn beldesine yönelik ilk ziyarette Trump’a söz verdiği 600 milyar Doları ve ilk başkanlık döneminde ona hibe ettiği 500 milyar Doları Müslümanlara harcamış olsaydı, onları ülkelerindeki Amerikan elçiliklerinin kapılarında giriş vizesi almak için bekleme zahmetinden kurtarırdı; ancak halkların kanına susamış bu kişiler, nasıl buna yönelecekler ki?!

İslami beyin ve yeterliliklerinin göçü meselesi her zaman İslam ümmetinin acısını çektiği kronik bir ikilem olmuş ve İslam ümmeti, ümmetin kendisinden faydalanmak ve kalkınması için kullanmak yerine Batılı milletlerin faydalandığı icat edici beyinlerden mahrum kalmıştır. Özellikle açgözlü kapitalistler bu enerjileri mal veya hizmetleri üretmek için kullanırlarken ümmet bundan mahrum bırakılmış veya belini kıracak fahiş fiyatlarla ümmete ihraç edilmiştir.

Beyin göçünün İslam beldelerindeki siyasi yozlaşma ve bunun sonucunda ortaya çıkan ekonomik yozlaşmadan kaynaklandığı akıl ve basiret sahibi olan herkes için bir sır değildir. Bu yüzden Müslümanlar Batı’ya göç ediyorlar; çünkü bunu icat edici zihinlerini çeşitli bilimsel ve bilişsel alanlarda kullanabilecekleri bir fırsat olarak görüyorlar.Dolayısıyla İslami beyinlerin Batı ülkelerine göç etmesinin ardındaki temel neden, tek dertleri Müslümanların servetlerini Batılı efendileri lehine yağmalamak, onların ceplerini ve banka hesaplarını doldurmak olan, zenginlik ve uzmanlarla dolu Müslüman ülkelerdeki servetin üretimi ve gelişimini umursamayan insan yapımı sistemlerdir. Oysa şayet bu yaklaşımı izlemiş olsalardı, Müslüman ülkelerimiz, çeşitli beşerî sanayilerde öncü ülkeler olurlardı. Ancak heyhat ki heyhat; bu rejimler, ümmetin servetlerini Batılı kıtalararası şirketler tarafından yağmalanması için koruyan ve tekelinde tutan bekçilerden ve pazarları boş olan ve Müslüman ülkelerdeki her şeye susamış diğer Batılı şirketler için simsarlardan başka bir şey değillerdir.

Batı ülkelerindeki İslam zihniyetinin büyüklüğüne bakıldığında akıllara durgunluk veriyor; örneğin Arap ülkeleri, gelişmekte olan ülkelerden Batı ülkelerine yapılan yeterlik göçünün üçte birine katkıda bulunmaktadır; zira tüm nitelikli Arap mezunları arasındaki doktorların %50’si, mühendislerin %23’ü ve bilim adamlarının %15’i Avrupa, Amerika ve Kanada’ya göç etmişlerdir.Resmi kaynaklara göre bir yıl içinde 300.000'den fazla eğitimli, yüksek eğitimli, deneyimli ve yüksek vasıflı insan, çoğunlukla Batı'ya olmak üzere yurt dışında çalışmak için Pakistan'ı terk ettiler. Ayrıca İngiltere’de çalışan toplam doktorların %34’ünü Arap doktorlar oluştururken, Amerika, Kanada ve İngiltere ise Arap göçmenlerin %75’ini çekmiştir. İstatistikler, Batı’nın Irak’a uyguladığı ambargo nedeniyle 1991-1998 yılları arasında 7.350 bilim adamının Irak'tan Batı'ya göç ettiğini göstermektedir. ABD’nin Irak'ı işgalinin ilk üç yılında, yani 2003'ten 2006'ya kadar, 89 Iraklı üniversite profesörü suikasta uğramış ve Arap Emek Örgütü'ne göre son on yılda 450.000 Arap yüksek öğrenim mezunu Amerika ve Avrupa’ya göç etmişlerdir. Ayrıca yurt dışında lisansüstü eğitim gören Arap öğrencilerin yarısından fazlası mezun olduktan sonra ülkelerine geri dönmüyorlar; nitekim başta Amerika olmak üzere Batı'ya akın eden bu kadar devasa miktardaki beynin ardından Trump gelip mültecilere övgüler yağdırmıştır! Şu atasözü ne kadar da doğrudur: “Biz endişeden razı olduk ama endişe bizden razı olmadı!”

Her gurbetçinin ülkesine geri dönüp yerleşmeyi hayal ettiği kesindir; ancak bu, onun insan olması hasebiyle hayatın çeşitli alanında aradığı ihtiyaç ve gereksinimlerine uygun bir şekilde olmalıdır; peki bunun Batı malları için serbest pazar haline gelen, çöken Batı ekonomilerini kurtaracak bir hazineye dönüşen ve Batı kutuplarını temsil eden Batılı şirketler arasındaki çatışma alanlarına dönüşen Müslüman ülkelerde olması mümkün müdür?! Batı’ya göç eden Müslümanlar, ulaşabilecekleri bir dünyaya göç ediyor gibi görünseler de ancak onlar, ümmetlerinden uzaklaşmadılar veya Müslümanlar olarak ümmetlerine karşı sorumluluklarını terk etmediler; bunun da ötesinde onlar, hayatları konusunda ciddidirler, toplumların sınırlarında yaşamayı kabul etmezler, kariyerlerinde ve sosyal yaşamlarında başarılıdırlar ve Batılılar buna tanıklık etmektedirler. Bu da birçok Batılının ya kişiliklerini geliştiren, onları başarılı ve seçkin kılan İslam dinini takip etmelerine ya da onlara gıpta edip kıskançlıktan ölmelerine yol açmıştır. Çünkü onlar Müslümanların, zor şartlarına rağmen kendilerinin başaramadıklarını başardıklarını görüyorlar; zira Batı’daki Müslüman toplumlar en başarılı ve en temiz nüfus grupları arasında yer almaktadırlar; ayrıca Müslüman toplumlar, yüksek eğitimli ve kültürlüdürler, suç ve ahlaksızlıktan uzaktırlar ve diğer toplumların örnek almak isteyeceği modeldirler. Batı’daki Müslüman toplumunun bu idealizmi, siyasi ve ahlaki sapkınlıkları olanların, Batılıların kitleler halinde bu toplumun dinine girmemeleri için bu toplumlara karşı komplolar kurmalarına yol açmıştır. Zira İslam’a ve Müslümanlara karşı "İslamofobi" adını verdikleri bir korku ortamı yaratmaya başladılar ve onları yozlaşmış Batı toplumuna asimile etmek için çok sayıda programlar geliştirdiler. Ancak Müslüman toplumlar, ümmetin acılarını hissetmeye devam ettiler. Mustafa Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in onlar hakkındaki şu kavli ne kadar da doğrudur: تَرَى الْمُؤْمِنِينَ فِي تَرَاحُمِهِمْ وَتَوَادِّهِمْ وَتَعَاطُفِهِمْ كَمَثَلِ الْجَسَدِ إِذَا اشْتَكَى عُضْواً تَدَاعَى لَهُ سَائِرُ جَسَدِهِ بِالسَّهَرِ وَالْحُمَّىBirbirlerini sevmede, birbirlerine merhamet etmede, birbirlerine şefkat göstermede müminlerin bir bedenin misali gibi olduğunu, ondan bir uzuv rahatsız olsa diğer uzuvlar uykusuzluk ve hararette ona iştirak ettiklerini görürsünüz.” Yani onlardan bazıları, İslam’ın, İslam'a giren çok sayıda insan nedeniyle birçok Batı ülkesindeki Hıristiyan çoğunluğun rakibi haline gelmesi ve Müslümanların da kiliseleri satın alıp camiye dönüştürmesi yaygın bir olgu haline gelmesi için, ümmetin kaygılarını taşıdığı İslam risaletini Müslümanlara ve gayrimüslimlere taşıyan kişilerdir.

İslam ümmetinin mesajını taşıyanlar da dahil olmak üzere Batı dünyasındaki Müslüman topluluklar,hiçbir zaman dinlerini ve ümmetlerini terk etmediler ve etmeyecekler de; tıpkı Müslümanların başındaki yöneticilerin İslam ümmetini terk edip ona düşmanlık yaptıkları gibi. Dolayısıyla onlar, içerisinde İslam’ın ve ehlinin izzetli olacağı Hilafet Devleti’nin kurulacağı günü bekliyorlar; hatta hepsi olmasa da onlardan birçoğu, ona doğru giden ilk uçakla veya ona doğru yelken açan ilk gemiyle geri dönecekleri gibi ardından da azim olan İslam’ın fatihleri olarak bu ülkelere geri döneceklerdir.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Bilal Muhacir – Pakistan

Devamını oku...

Hakkın Rotasından Çıkan Batılın Rotasında Seyreder!

Haber-Yorum

Hakkın Rotasından Çıkan Batılın Rotasında Seyreder!

Haber:

Cumhurbaşkanı ve AK Parti Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, AK Parti TBMM Grup Toplantısı'nda yaptığı konuşmada, 2025'in ilk Grup Toplantısında gönüldaşlarıyla beraber olmaktan büyük bir memnuniyet duyduğunu belirterek toplantının, ülke, millet, AK Parti ve demokrasi için hayırlara vesile olmasını diledi

Cumhurbaşkanı Erdoğan: "Partimizin çeyrek asra yaklaşan siyasi mücadelesinde, milletin rotasından hiç ayrılmadık. Milletin hedef, amaç ve kadim değerlerinden asla kopmadık." dedi. (15.01.2025 İletişim Başkanlığı)

Yorum:

Cumhurbaşkanı Erdoğan, grup toplantısında iç siyasette enflasyon, hayat pahalılığı, ekonomik krize, yine terör meselesinin bitirilmesinden dış siyasette Suriye’de yaşanan gelişmelere değin birçok konu hakkında açıklamalarda bulundu. İktidarı boyunca söz ve kavramları istediği yöne esnetip dikleştiren manipülasyon ustası Erdoğan, bu sayede halkı birçok zaman istediği kıvamda tutabilmiştir. İktidara geldiği günden şu ana kadar Müslümanların inanç ve değerleriyle hiçbir alakası olmayan demokrasiyi normalleştirmesi, yüce bir değer olarak her seferinde takdim ve tazim etmesi aynı şekilde İslam’a zıt olan fikir ve mefhumları İslam sosu ile pazarlaması en büyük sermayesidir.

Sayın Erdoğan: iktidarınız boyunca batılı düzen ve nizam olan laik demokratik düzenin muhafızlığını öylesine yaptınız ki bunu halka sanki hakkın müdafaası gibi gösterdiniz. Yürüdüğünüz istikamet, seyrettiğiniz yol, varmayı hedeflediğiniz ileri demokrasi menzili bâtılın bataklığı olmasına rağmen bu menzili bu rotayı halkın rotası gibi takdim ediyorsunuz. Sizler laik demokrasi yolu üzerinde seyrettiğiniz sürece Müslüman halkın rotasıyla hiçbir zaman ortaklığınız olmayacaktır.

Asırlarca İslam medeniyetine ev sahipliği yapmış, payitahtlık yapmış, kıtalara adalet ve huzuru İslam Şeriatı ile götüren Müslüman halkın torunlarına çizdiğiniz demokrasi istikameti, rotası yanlıştır batıldır. Besmele çekerek demokrasi güzellemeleriniz, laikliği kendinizce anlam vermeniz, faizin başına dünya gerçeği kelimesini eklemeniz, halka hizmetin yanına hakka hizmet sözünü eklemeniz 14 aydır Gazze’de yaşanan katliamlara sessiz kalmadık her adımda yanlarında olduk söylemleriniz büyük bir aldatmadır. Bu aldatmalarla halkın İslami duygularını istismar ederek iktidarınızı sürdürdünüz fakat hakkın emrini zayi ettiniz.

Yönetiminizin her adımında ölçü aldığınız batılı yasa ve kanunlar ve dahi seyrettiğiniz düzen siz yöneticilerin istikameti iken Müslüman halkın nasıl rotası olabilir? Müslüman halkın yönetimde tek bir rotası var o da Resul Sallallahu aleyhi ve Sellem’in kendisi ile tatbik ettiği İslam Devletidir. Helal haramın gerek fert, gerek toplum, gerekse de devlet yönetiminde tek ölçü olması gerekirken sizler, Müslümanlar için reel politiği, menfaati, çıkarı esas yaptınız. Kapitalizmin zulüm nizamı olan iktisadıyla halkı adeta köleleriniz haline getirdiniz. Vergiler, zamlar sömürü düzeni ile halktan kepçe ile topladığınızı çay kaşığı ile vermeyi marifet saydınız. Faizi, kredileri öyle bir hale getirdiniz ki bu lanetli işe karıştırmadığınız çok az insan bıraktınız ve bunu da övünerek anlattınız. Ve daha nice fahşa, fuhuş, kumar ve daha sayamadığımız günahların kapılarını sonuna kadar açan sizler, acaba Müslüman halkın rotasıyla nasıl bir uyumunuz olabilir. Hayır sizler bu yönetim ve anlayışınızla batılın rotasında syredip halkı peşinizden sürükleyerek cürümlerinize ortak kılıyorsunuz. Hakkın hakkını âli bilmeyenler batılın rotasında boğulmaya mâhkum kalırlar.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Ahmet Sapa

Devamını oku...

Kırgızistan’da Aile İçi Şiddet %32 Oranında Arttı!

Haber-Yorum

Kırgızistan’da Aile İçi Şiddet %32 Oranında Arttı!

Haber:

Kırgızistan İçişleri Bakanlığı’ndan yapılan açıklamada ifade edildiği üzere, 2024 yılında Kırgızistan’da 17.316 aile içi şiddet vakası kaydedilmiş olup bu rakam, 2023 yılının aynı dönemine kıyasla %32 oranında veya 4212 vaka artış göstermiştir.

Açıklamaya göre 13663’ü kadın, 699’u erkek olmak üzere toplam 14362 şiddet mağduru kişiye geçici koruma kararı verilmiştir.Aile içi şiddet vakalarında toplam 555 ceza davası açılmış, bunlardan 276’sı adli makamlara sevk edilmiş, 133 dava reddedilmiş ve 38’i de soruşturulmaktadır.

Yorum:

Kayıt altına alınan aile içi şiddet bazen cinayetle sonuçlandığından dolayı bu mesele zaman zaman kamuoyunda tartışma konusu olmaktadır.Bu sorunu ortadan kaldırmak devletin görevi olmasına rağmen, resmi veriler şiddetin her yıl arttığını teyit etmektedir.Bu tür ihlallerin önlenmesine yönelik çok sayıda öneri sunulmuş olup kadın haklarının yeterince korunmadığı konusunda birçok farklı görüşler bulunmaktadır.Örneğin sivil toplum örgütleri kadın haklarının yeterince korunmadığını vurgulayarak Batı’da denenmiş yasaları öneriyorlar. Ancak Batı’nın kendisi de bu sorunun girdabına kapılmış olup bir çıkış yolu bulamıyor; çünkü insan aklının ürünü olan demokrasi, Kırgızistan’da olduğu gibi Batı ülkelerinde de hakimdir.Bu nedenle kadına yönelik şiddet azalmak yerine artmaktadır.Örneğin The Diplomat, dünyadaki kadınların yaklaşık %35’inin cinsel ve diğer şiddet türlerine maruz kaldığını bildirmiştir.

Kadına yönelik şiddetin ana nedeninin kapitalist yasalar olduğu bilinmelidir.Nihayetinde demokrasi, kadın-erkek eşitliği bahanesiyle doğası gereği zayıf olan kadınlara erkeklerle aynı sorumluluğu yüklemiş ve onları güçlendirme ve erkeklerden bağımsızlaştırma bahanesiyle kadınları kendisine uygun olmayan alanlara çekmiştir.Bunun neticesinde ailede istikrar kaybolmuş ve aile içindeki çatışmalar artmıştır; çünkü erkekler ve kadınlar görevlerini unutmuşlardır.Dolayısıyla kapitalist sistem kadınların karşılaştığı şiddeti ortadan kaldırmaya güç yetiremez; aksine bu sorunlar bu ideoloji nedeniyle ortaya çıkmakta olup kadınların Batı’nın bu “özgürlüğünden” korunması gerekmektedir.Bu durum Batılı yetkililerin açıklamalarıyla da teyit edilmektedir.Eski ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton’a göre, “Kadınlar toplam işgücünün %40‘ını, tarımsal işgücünün %43’ünü ve dünyadaki öğrencilerin yarısını oluşturmaktadır.Bu nedenle kadınların ekonomik potansiyelini baskılamak, hazır paradan vazgeçmekle eşdeğerdir ki bu hiçbir devletin kabul etmeyeceği bir şeydir.”Clinton’ın sözleri kapitalizmin gerçekliğini açıkça yansıtmaktadır; başka bir deyişle kapitalizmin dünya görüşüne göre kadın, bir ev kadını değil, aksine o, işgücü piyasasında bir işçidir.

Buna karşılık şiddet, gerçek İslami bir toplumda nadiren görülmektedir.Özellikle kadınlara ve çocuklara yönelik şiddet İslam’da kabul edilemez bir suçtur. Zira Allah Azze ve Celle şöyle buyurmuştur: وَعَاشِرُوهُنَّ بِالْمَعْرُوفِOnlarla (kadınlar) iyi geçinin.” [Nisa 19]Ayrıca Allah'ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem Müslümanları kadına yönelik şiddete karşı uyarmış ve şöyle buyurmuştur: لَا يَجْلِدُ أحدُكم امْرَأَتَهُ جَلْدَ الْعَبْدِ ثُمَّ يُجَامِعُهَا في آخِرِ الْيَوْمِSizden biriniz (sakın) hanımını köle döver gibi dövmesin. Sonra günün sonunda onunla (aynı yatakta nasıl/ne yüzle) beraber olur.” [Buhari]

İslam kadınlara büyük önem bir önem vermiş ve onları korunması gereken ev mürebbisi olarak görmüştür.Bu küresel bakış açısına dayalı olarak bir erkek eşini ve mahremlerini korumaktadır.Ayrıca şeriat, kadın ve erkeğin aile içindeki hak ve görevlerini kendi doğalarına göre belirtmiştir. Dolayısıyla kadınlar çocuk doğurmak, onu emzirmek ve yetiştirmek gibi aile içindeki doğal görevlerini yerine getirmelidir. Nitekim kadın, zamanının ve emeğinin çoğunu bu sorumluluğu yerine getirmeye, İslam’ın bu konudaki hükümlerini etüt etmeye ve mümkün olduğunca bunlara tabi olmaya ayırır.Bu hükümlere tabi olmanın getirdiği zorluklara karşı sabırlı olur. Öte yandan doğası gereği güçlü ve çalışmaya muktedir olan erkek, aile fertlerinin günlük ihtiyaçlarını karşılamaktan sorumludur.Ayrıca bir erkeğin, görevlerinden daha fazla zamanı varsa ev işlerinde eşine yardım etmesi de sünnettir. Bu nedenle toplumsal cinsiyet eşitliği bahanesiyle erkeklerin sorumluluklarının kadınlara yüklenmesi, bugün olduğu gibi sadece daha fazla zorluk ve sorunlara yol açacaktır.

İslam, bugün olduğu gibi hayatın ölçüsünü fayda olarak değil, helal ve haram olarak belirlemiştir.Bu nedenle çalışmak isteyen kadınlara uygun saatlerde çalışma imkânı sağlanmaktadır.Örneğin Osmanlı Hilafeti döneminde bir kadının ekonomik alana etkin bir şekilde katıldığı bilinmektedir.Tarihi kayıtlar, kadınların tarım arazilerine, meyve bahçelerine ve gayrimenkullere sahip olduklarını ve bunlardan elde ettikleri geliri kullandıklarını göstermektedir.Halep mahkeme kayıtlarına göre, 18. yüzyılda mülkiyet satışıyla ilgili davaların %63’ünü kadınlar oluşturmaktadır.İslam’ın kadınlara bir anne, ev hanımı ve korunması gereken namus olarak bakmasının, onun ekonomik faaliyetleriyle çelişmediği bilinmelidir. Bunun tam tersine her durumda müreffeh bir hayat sağlamaktadır. Ayrıca İslam, aile hayatını sevgi üzerine inşa etmiştir. Nitekim Allahu Teala şöyle buyurmuştur: وَمِنْ آيَاتِهِ أَنْ خَلَقَ لَكُم مِّنْ أَنفُسِكُمْ أَزْوَاجاً لِّتَسْكُنُوا إِلَيْهَا وَجَعَلَ بَيْنَكُم مَّوَدَّةً وَرَحْمَةًKaynaşmanız için size kendi (cinsi)nizden eşler yaratıp aranızda sevgi ve merhamet meydana getirmesi de O’nun (varlığının) delillerindendir.” [Rum 21]

Sonuç olarak İslam, toplumun refahı için her zaman ailenin gücüne özel bir önem vermiştir. Dolayısıyla kadının ve genel olarak toplumun refahı, İslam’ın hayatta uygulanmasına bağlıdır.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Mümtaz Maveraünnehrî

Devamını oku...

Allah Düşmanı Yahudiler, Batı Şeria’daki Yerleşimcilerini Korumak İçin Bir Kampanya Başlattılar, Peki Ya Filistin Yönetimi Ne Yaptı?

Cenin Mülteci Kampı, Gazze’den sonra yeniden sahnede! Aslında Gazze saldırısından önce de Gazze saldırıları sırasında da gündemden hiç düşmemişti. Şimdi ise Filistin’in acı gerçeğini ve Filistin Yönetimi’nin nasıl bir çöküş içinde olduğunu daha net bir şekilde gözler önüne seriyor. İşgal güçleri her seferinde Filistin halkına askeri operasyon düzenlediğinde, Filistin yönetimi, güvenlik unsurlarına üslerine çekilme talimatı vermekte.

Filistin Yönetimi, Amerika ve Yahudilerin talepleri doğrultusunda Cenin Mülteci Kampı’nı 48 gün boyunca kuşatma altına aldı ve ‘Vatanı Koruma’ adı altında kendi halkına karşı haksız bir operasyona başlattı. Bu korkunç suç için tüm kurumları, medyayı ve sahte vatanseverleri seferber etti. Ardından kamp halkıyla ve Gazze’de Yahudilerle eş zamanlı bir anlaşma yaptı, ancak her zamanki gibi, Yahudi müttefiklerinin anlaşmaları bozma alışkanlıklarına taklit ederek Filistin yönetimi de bu anlaşmayı bozdu. Şimdi de silahlı unsurlarını ve adamlarını kamp çevresinden çekerek, Yahudi güçlerinin kampa girmesine izin verdi. Yahudiler lisanı halleri ile adeta şöyle demek istemektedirler: “Siz bu sınavda sınıfta kaldınız, kampta öldürmenizi istediğimiz kişileri öldüremediniz. O yüzden geri çekilin. Görevi biz devralacağız.” Böylece Filistin Yönetimi, silahlarıyla Cenin’i ve mülteci kampını Yahudi katliam makinelerine teslim etti ve bunun bedelini on şehitle ödedi. Bu şehitler de kardeşleri eliyle daha önce ‘kanun kaçağı’ denilerek öldürülen ve yaralanan onlarca kişinin arasına katılmış oldular!

Tüm bunlar yaşanırken, Batı Şeria yüzlerce kontrol noktası ve kapı ile parçalanmış durumda. Bu durum her şehri, hatta her köyü küçük bir hapishaneye çevirdi. Filistin Yönetimi’nin hayali egemenliğinden geriye, sadece halkına baskı uygulamak, onurlarını hiçe saymak ve mallarını yağmalamaktan başka bir şey kalmadı. Ama Filistin Yönetimi hala kendisini bekleyen kötü sonu göremiyor; ya efendileri iş bitince onları bir köşeye atacak ya da ümmetin mahkemelerinde yaptıklarının hesabını verecekler.

Yahudilerin, Gazze saldırısının ardından yeniden Cenin’e saldırmaları, kalplerindeki derin kini ve müminlere duydukları şiddetli düşmanlığı gözler önüne seriyor. Gazzeli mücahitlerinden aldıkları darbe öfkelerini daha da artırmış olmalı. Bu durum, Yahudilerin Batı Şeria’da yeni gerçeklikler dayatma planları, yerleşim yerlerini genişletme amaçları ve Filistin halkını, istedikleri zaman kapatabilecekleri kantonlara hapsetme hedefleri olduğunu ortaya koyuyor. Bu plan ve amaca göre ya Filistin halkı onurunu hiçe sayarak teslim olmayı ve Yahudi işgalcilerinin gölgesinde yaşamayı kabul edecek ya da zorla göç ettirilecektir!”

Ey İslam ümmeti! Filistin halkı, kanları, kadınları, çocukları, yaşlıları, İsra ve Miraç topraklarıyla (ki İslam toprağıdır) omuzlarında ağır bir yük olmaya devam edecektir. Ne Gazze anlaşması ne mücahitlerinin kahramanlıkları ne de Filistin halkının cesur direnişi ve sabrı bu yükü hafifletemez.

Mübarek Toprak ve halkı, kıyamet günü omuzlarda ağır bir yük olacak! Yöneticilerin göstermelik kınamaları, halkın döktüğü gözyaşları, camilerde edilen dualar, yeniden inşa çabaları ya da gönderilen yiyecek, içecek, ilaç yardımları bu yükü asla hafifletemez.

Mübarek Toprak ve halkı, kıyamet günü sırtınızda ağır bir yük olarak kalmaya devam edecek! Tabi, aranızdaki sınırları yıkıp diyarlarınızı parçalayan bu engelleri ortadan kaldırmadığınız sürece...

Mübarek Toprak, kıyamet günü ağır bir yük olacak! Ey İslam ümmeti, Yahudilere yardım eden, Filistin’i kuşatma altına alan ve sizi kardeşlerinize yardım etmekten alıkoyan bu zararlı rejimlerden kurtulmadıkça bu yükü taşımaya mahkûmsun! Oysa zafer, çok yakın, yeter ki Allah ve Rasûlüne yardım edin.

İsra toprakları ve halkı, kıyamet günü ağır bir yük olacaktır! Bu yük ancak cihat bayrağı dalgalandırıldığında ve Filistin’e doğru yürüyenlerin tekbir sesleri gökleri inlettiğinde omuzlardan kaldırılacaktır. O zaman, Allah’ın vaat ettiği özgürlük gerçekleşecek ve Kudüs ile çevresi yeniden İslam yurduna ve Müslümanların otoritesi altına geri dönecektir

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ مَا لَكُمْ إِذَا قِيلَ لَكُمُ انفِرُواْ فِي سَبِيلِ اللهِ اثَّاقَلْتُمْ إِلَى الأَرْضِ أَرَضِيتُم بِالْحَيَاةِ الدُّنْيَا مِنَ الآخِرَةِ فَمَا مَتَاعُ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا فِي الآخِرَةِ إِلاَّ قَلِيلٌ “Ey iman edenler! Ne oldunuz ki, size “Allah yolunda sefere çıkın” denilince, yere çakılıp kaldınız. Yoksa ahiretten vazgeçip dünya hayatını mı seçtiniz? Oysa ahirete göre dünya hayatının yararı, pek az bir şeydir.” [Tevbe 38]

Devamını oku...

Pakistan’a Lazım Olan Şey, Gerçek Bir Devrim! Silahlı Kuvvetlerdeki Samimi Subayların Nusreti Olmadan Gerçek Bir Devrim Gerçekleşemez

Ümmet, tarihi bir dönüşümün ve gerçek bir değişimin eşiğinde. Ancak gündemsizlik, dar görüşlülük, vizyonsuz liderler ve Batı ajanlarının komploları yüzünden gerçek bir değişim bir türlü gerçekleşemiyor. Son beş yıldır Afganistan, Amerikan işgalinden kurtarılmış olsa da sömürgeci ajanların komploları ve siyasi liderlerin dar görüşlülüğü yüzünden cesur mücahitler, ulus-devlet sınırlarının içine hapsedilmiş durumdalar. Bangladeş’te öğrenciler ve halk, laik Hasina rejimini devirdiler, ancak laik sistemin varlığını sürdürmesi nedeniyle devrim heba edilmiştir. Suriye’de mücahitler, Amerikan ajanı laik Beşşar’ı devirdiler ancak Batı ve Amerika’yı memnun etmek için eski baskıcı düzen olduğu gibi korunmakta ve İslam’ın rolü sınırlandırılarak bir sivil devlet oyunu sahnelenmektedir. Mısır’dan Ürdün’e, Pakistan’dan Türkiye’ye kadar, ümmet bir değişimin eşiğinde! Anca sadece Nübüvvet metodu üzere Raşidi Hilafet sistemi ümmeti doğru yönde yönlendirebilir.

Şu üç temel unsur gerçekleşmeden bir devrim başarıya ulaşamaz.

Birincisi: Batı’nın çıkarlarına göre hareket eden, yüzlerini değiştirseler de iktidarda kalmaya devam eden hükümdarlar ve sistemlerinin tüm unsurları tamamen temizlenmeli! Kendilerini ümmetin bir parçası gibi göstermeye çalışan bu kişiler, aslında sömürgeciliğin bir maskesinden başka bir şey değildir!

İkincisi: Devletin eski laik yapıları, sistemleri ve anayasaları kökten sökülmeli. Çünkü Batı’nın Müslüman dünyası üzerindeki etkisi, yalnızca birkaç iş birlikçi ajanla sınırlı değildir. Batı, Müslüman dünyası üzerindeki tahakkümünü kalıcı kılmak için sistematik bir yapı ve çerçeve geliştirmiştir. Batılı büyükelçilikler ve konsolosluklar, insan yapımı egemenlik temeline dayanan demokratik ve otoriter yapılar, yasalar ve anayasalar, ulus-devlet, federal yapı, milliyetçi ordu, kapitalist ekonomik sistem, liberal toplumsal yapı, geleneksel hukuka dayalı yargı sistemi ve ulusal çıkar adı altında uluslararası düzene boyun eğen dış politika bu çerçeveyi oluşturuyorlar.

Üçüncüsü: La ilahe illallah prensibi üzerine kurulu İslam Hilafet Devleti tesis edilmeli ve İslam eksiksiz ve köklü bir şekilde uygulanmalıdır. Önceki başarısız değişim girişimleri, pragmatik ve aşamalı değişim vaadiyle tuzağa düşürüldüler. Devleti İslam’la güçlendirmek yerine, ‘önce güçleneceğiz, sonra İslam’ı uygulayacağız’ gibi boş bir slogana aldanarak vakit kaybettiler. Tarık bin Şihab’dan rivayet edildiğine göre, Ömer bin Hattab RadıyAllahu Anh şöyle dedi:

إنَّا كنَّا أذلَّ قوم، فأعزَّنا الله بالإسلام، فمهما نطلب العِزَّة بغير ما أعزَّنا الله به أذلَّنا الله“Biz daha önce zelil ve hakir bir kavimdik. Allah Teâlâ, bizleri Müslümanlıkla şereflendirdi. Bundan başka şeref ararsak, Allah Teâlâ bizi zelil eder, her şeyden aşağı eder.” [Hâkim]

Bu değişimi gerçekleştirmek için ümmet, İslam dünyasındaki güç sahipleriyle çatışıp kendi gücünü boş yere harcamak yerine, içlerindeki samimi kişilerle birleşerek bu yozlaşmış yöneticileri ve sömürgecilik ajanlarını ortadan kaldırmalıdır. Pakistan’da bu güç sahipleri, subaylardır. Ümmetin çağrısına yanıt vererek yozlaşmış siyasi ve askeri liderliği ortadan kaldırabilecek ve Raşidi Hilafeti kurabilecek güçtedirler. Gazze savaşı, ümmetin içinde büyük bir öfkeyi tetiklemiştir. Ümmet, bu yöneticilerin gerçek yüzünü görmüş ve bu adaletsiz sistemi artık kabul etmeyecek bir noktaya gelmiştir. Ümmet adeta patlamaya hazır bir bomba gibi. Endonezya’dan Fas’a kadar her yerde durum aynı.

Ey Pakistan silahlı kuvvetleri subayları! Sorumluluğunuzun farkına varın! Siz ulus-devletin askerleri değilsiniz; siz Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in askerlerisiniz ve bu ümmetin koruyucularısınız! Kariyer peşinde koşan subaylar olmak yerine, Ensar’ın izinden gidin. Hatırlayın, bir avuç Ensar, İkinci Akabe Biatı’nda Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem nusret vererek tarihin akışını değiştirmiştir! Roma ve Pers gibi dönemin süper güçleri hezimete uğratılmış ve İslam Devleti yüzyıllar boyunca dünyanın lider devleti olmuştur.

Bugün, Romalıların ardılları, Müslümanların hayatına, malına, onuruna ve haysiyetine saldırmakla kalmayıp, Peygamberiniz Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in kutsiyetini de ayaklar altına almışlardır. Hadi harekete geçin ve Nübüvvet metodu üzere Raşidi Hilafetin kurulması için Hizb-ut Tahrir’e nusret vererek tarihin bir parçası olun! Raşidi Halife, Batı’nın kalbinde kesintiye uğrayan fetih sürecini kaldığı yerden devam ettirecektir. Allah Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurmuştur:

وَمَنۡ يَّـتَّـقِ اللّٰهَ يَجۡعَلْ لَّهٗ مَخۡرَجًا ۙ وَّيَرۡزُقۡهُ مِنۡ حَيۡثُ لَا يَحۡتَسِبُ ؕ وَمَنۡ يَّتَوَكَّلۡ عَلَى اللّٰهِ فَهُوَ حَسۡبُهٗ ؕ اِنَّ اللّٰهَ بَالِغُ اَمۡرِهٖ ؕ قَدۡ جَعَلَ اللّٰهُ لِكُلِّ شَىۡءٍ قَدۡرًا‏  “Kim Allah’tan korkarsa, Allah ona bir çıkış yolu ihsan eder. Ve ona beklemediği yerden rızık verir. Kim Allah’a güvenirse O, ona yeter. Şüphesiz Allah, emrini yerine getirendir. Allah her şey için bir ölçü koymuştur.” [Talak 2-3]

Devamını oku...

Trump’ın Başkanlığının İslam Ümmeti ve Müslüman Topluluklar Üzerindeki Etkisi

Donald Trump’ın ABD Başkanı olarak göreve başlaması, hem yerel hem de küresel düzeyde çelişkili ve karışık tepkilere yol açtı. ABD siyasetinin işleyişini ve Beyaz Saray’da kararların nasıl alındığını bilenler, Trump ve yönetiminin esas olarak kendisine destek veren milyarderler ile büyük şirketlerin çıkarlarını koruma amacı güttüğünü net bir şekilde anlayabilirler. Ne acıdır ki, bu durumun faturasını hem ezilen ülkeler hem de Amerikan halkı ödeyecektir.

Trump, dünya çapında yoksulluğu ve baskıyı devam ettiren kapitalistler ve milyarderler grubunun bir üyesidir. Bunlar, dünyanın zenginliklerini cebe indirip diğerlerine kırıntı bile bırakmayarak toplumsal eşitsizliği artırıyorlar. Oxfam’ın 20 Ocak 2025’te yayımladığı bir rapora göre, milyarderler 2024 yılında servetlerini 2 trilyon dolar artırdı. Bu, günlük tam 5,7 milyar dolara denk geliyor! Bu büyüme hızı, önceki yılın tam üç katı! Ama yoksulluk içinde yaşayanların sayısı 1990’dan bu yana aynı. 2023 yılında ABD, Birleşik Krallık ve Fransa’daki en zengin yüzde 1’lik kesim, finans sistemler aracılığıyla Küresel Güney’den her saat tam 30 milyon dolar cebe indirdi. Dünya nüfusunun yalnızca yüzde 21’ini temsil eden Küresel Kuzey, dünya servetinin yüzde 69’unu, milyarderler ise dünya servetinin yüzde 77’sini kontrol etmektedir! Üstelik dünya milyarderlerinin yüzde 68’i de bu bölgede yaşamaktadır.

Tarih, bu devasa servetlerin, zayıf ulusların acımasızca sömürülmesi, kaynaklarının hoyratça talan edilmesi ve hem kendi halklarının hem de diğerlerinin vergiler, fahiş fiyatlar ve para manipülasyonlarıyla ezilmesi üzerine kurulduğunu apaçık göstermektedir. ABD liderliğindeki kapitalist sistem, tamamen bu tür sömürgeci uygulamalarla varlığını sürdürmekte ve genişletmektedir. Ne yazık ki, mevcut yönetimin bu adaletsiz düzeni terk edeceğine dair en ufak bir umut bile yok. Dünya, bu yırtıcı sistemi korumak ve daha da güçlendirmek adına devreye sokulacak olan yeni gizli planlara ve stratejik ittifaklara hazırlıklı olmalı!

İslam ümmeti açısından Trump, Yahudi varlığını Gazze’deki saldırıları durdurmaya zorlamış gibi görünebilir. Ama gerçek hiç de öyle değil. Önceki ABD yönetimi, bölgede büyük bir yıkıma imza attı; o kadar çok kan döküldü ve tahribat yapıldı ki, geriye neredeyse yok edilecek hiçbir şey kalmadı. Bugün, Yahudi varlığının Trump’ın örtülü onayıyla Batı Şeria’da saldırgan politikalarını sürdürdüğüne tanık oluyoruz.

Suriye’de, devrimin çöküşünün ardından ortaya çıkan durum, pek iç açıcı değil. Trump yönetimi ile Suriye rejimi arasında yakınlaşan ilişkiler—yaptırımların gevşetilmesi ve karşılıklı tebrik mesajları—bölge ve halkı için son derece tehlikeli planların bir habercisidir.

Trump, Müslüman dünyasında, ‘en sevdiğim diktatör’ dediği Mısır Cumhurbaşkanı Sisi’yi hâlâ desteklemeye devam ediyor. Görünen o ki, baskıcı liderlere olan bu sevgisi hiç bitmeyecek! Bu liderler, Müslüman topraklarının sömürülmesine kapı açan Amerikan şirketleri için adeta birer anahtar! Bu arada halklarını baskıcı yasalarla ezmeyi de ihmal etmiyorlar.

Yurt içinde, Trump’ın politikalarının azınlıklar üzerinde daha da büyük bir baskı oluşturması bekleniyor; bu, onun geçmişteki ayrıştırıcı söylemleri ve ayrımcı politikalarının doğal bir uzantısı. Trump, Müslümanlar da dahil olmak üzere azınlıkları hedef almak için yasal boşluklardan faydalanabilir ancak ABD yasaları, istediği gibi kapsamlı değişiklikler yapmasına imkân tanımıyor. Amerika’daki Müslümanlar, Trump yönetiminden korkmamalıdır. Aksine haklarını savunmalı ve adalet için mücadele etmeye devam etmelidirler. Dahası, dünya genelindeki Müslüman desteklemek, onların siyasi ve entelektüel çabalarına omuz vermek gibi önemli bir sorumlulukları vardır.

Hem kanunların kendilerine tanıdığı haklardan hem de inançlarının getirdiği yükümlülüklerden faydalanan Amerika Birleşik Devletleri’ndeki Müslümanlar, üstlenmeleri gereken önemli bir rolleri var. Ümmetin birer elçisi olarak hareket etmeli, haklarını savunmalı ve aradaki mesafeye bakmaksızın bu bağın kopmaz olduğunu daima hatırlamalıdırlar. İslami değerlerine sıkı sıkıya sarılıp inançlarını gururla yaşadıkları sürece, seküler sistemin asimilasyon baskısına karşı koyabilirler. Bunun da ötesinde, insanları İslam’ın hakikatine davet etme ve kapitalist liberalizmin karanlığına bir alternatif sunma gibi yüce bir görevleri vardır. Bu görev, merhamet ve adaletin somut bir ifadesidir ve Kur’an’ın şu ayetinde ifadesini bulmaktadır:

وَمَا أَرْسَلْنَاكَ إِلاَّ رَحْمَةً لِلْعَالَمِينَ“Ve Biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik.” [Enbiya 107]

Müslümanlar, bu görevi hikmetle yerine getirerek, modern hayatın karmaşasında yönünü kaybedenler için bir umut ışığı olmalıdırlar. Kur’an’ın tavsiye ettiği gibi, Müslümanlar, gittikleri her yerde etrafa huzur ve güzellik saçan ve güzel koku yayanlar gibi olmalıdırlar.

ادْعُ إِلَى سَبِيلِ رَبِّكَ بِالْحِكْمَةِ وَالْمَوْعِظَةِ الْحَسَنَةِ وَجَادِلْهُمْ بِالَّتِي هِيَ أَحْسَنُ إِنَّ رَبَّكَ هُوَ أَعْلَمُ بِمَنْ ضَلَّ عَنْ سَبِيلِهِ وَهُوَ أَعْلَمُ بِالْمُهْتَدِينَ “Rabbinin yoluna, hikmetle, güzel öğütle çağır ve onlarla en güzel şekilde mücadele et.” “Doğrusu senin Rabbin, yolundan sapıtanları çok iyi bilir; O, doğru yolda olanları da çok iyi bilir.[Nahl 125]

Devamını oku...

Danimarka Hükümeti, Daha Fazla Filistinli Çocuğun Soykırıma Maruz Kalmasını Görmek İstiyor

Gazze’de 15 ay süren soykırımda 18 bini çocuk olmak üzere 50.000’den fazla Filistinli hayatını kaybetti. Şimdi, ateşkesin yürürlüğe girmesiyle birlikte başlayan temizlik ve hesaplama süreci, yıkımın gerçek boyutlarını gözler önüne serecek.

Bu arada Danimarka hükümeti, soykırımcı Siyonist işgale savaş uçağı parçaları ihracatını sürdürebilmek için yasal düzenleme yapmanın telaşı içerisinde.

Savunma, Adalet ve Dışişleri Bakanlıklarının ortak raporu, Güney Jutland’daki Skrydstrup Hava Üssü’nden, ihracat izni olmadan ve 'ABD’nin takdirine bağlı olarak,' başka bir F-35 ülkesine yedek parça gönderilmesine olanak tanıyan mevcut uygulamanın yasal dayanağı olduğunu belirtti. (Danwatch ve Information, 19 Ocak 2025)

Soykırımın yaşandığı bir dönemde, Danimarka, F-35 savaş uçakları yedek parçalarını ihraç ederek hem yasaları hem de kendi 'uluslararası yükümlülüklerini' alenen çiğnemiştir. Ne yazık ki, soykırım ve katliamlarda Amerika Birleşik Devletleri’ne uşaklık yapmak insani ve ahlaki değerlerden tamamen yoksun bir hükümet için birinci öncelik haline gelmiş durumda.

Anlaşılan yedek parçalar için 'öncelikli ihtiyaç,' Yahudilerin, dünyanın en yoğun nüfuslu bölgelerinden birinde kadınların ve çocukların üzerine tam 85 bin ton bomba yağdırmasıyla ortaya çıkıyor!

Hükümet, uygulamalarını durdurmak yerine, gelecekteki yasal engellerden kaçınmak amacıyla yasayı değiştirmenin çabası içerisinde. Tüm bunlar, uluslararası komisyonların 'İsrail'in savaş suçları işlediğini açıkça belirttiği ve liderlerinin Uluslararası Adalet Divanı’nda soykırımla suçlandığı bir dönemde yaşanıyor.

Danimarka hükümeti, insan hakları ve uluslararası hukuk adına mücadele ettiğini öne sürse de -ki bu kavramlar son 15 ayda anlamını tamamen yitirmiş durumda- gerçekte, ürettiği silah parçalarının Filistinli çocukların katliamında kullanılması için elinden gelen çabayı yürütüyor.

Hükümet, adalet ve işgale direniş gibi İslami değerlerden vazgeçmeleri için Müslümanlara baskı yapacak kadar yüzsüzce davranıyor. Ama bu arada soykırımı ve devlet terörünü desteklemekte hiçbir sakınca görmüyor. Müslümanlar adalet ve Filistin’in kurtuluşu için seslerini yükselttiğinde, suçlu ilan edilip yargılanıyorlar. Ama aynı hükümet, masumları sistematik olarak katleden bir işgalciyi desteklemekle kalmıyor, şimdi de bu desteği yasal güvenceye almanın peşinde.

Batı siyasetinde Müslümanların hayatlarının hiçbir değer ve anlam taşımadığı bir kez daha gözler önüne serildi! ABD'nin öncülük ettiği ve Danimarka'nın takip ettiği Batı ülkeleri, ahlaki ve insani değerler açısından tamamen başarısız olmuşlardır. Gazze halkı, direnç, cesaret ve sarsılmaz inanç gibi İslami değerleriyle dünyaya parlak bir örneklik teşkil etmiş ve tarihte yeni bir sayfa açmıştır. Bu sayfa, Filistin tamamen özgürleştirilip Siyonist işgal sona erene kadar kapanmayacaktır Ne Amerika Birleşik Devletleri ne de Skrydstrup’tan gönderilen yedek parçalar bu mücadeleyi durduramayacaktır.

Elias Lamrabet
حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir
Danimarka

Medya Temsilcisi

Devamını oku...

Tam 467 Gün Boyunca İşlenen Korkunç Katliama Sadece Seyirci Kalmakla Yetinen Pakistan Yöneticileri, Şimdi Utanmadan Ateşkesi Kutluyorlar

Pakistan Başbakanı Şahbaz Şerif 16 Ocak 2025’te, “Pakistan halkı, benimle birlikte, Filistin’de uzun süredir beklenen ateşkesin ilanını memnuniyetle karşılıyor,” diye tweet attı. Ancak gerçek şu ki, Munir-Şerif rejimi, bir yılı aşkın bir süredir Gazze’de meydana gelen korkunç katliam ve yıkımı yalnızca izlemekle yetindi. Bu süreçte eşi benzeri görülmemiş bir soykırım yaşandı ve hayatta kalanlar şu anda soğuktan donarak ölüyor. Sanki Pakistan, Müslüman dünyasının en büyük ordusuna sahip değilmiş gibi ve sanki Pakistan ordusu, güçsüz, korkak ve neredeyse sakat askerlerden oluşuyormuş gibi yaşanan bütün bu vahşeti sadece izlemekle yetindiler. Dolayısıyla yöneticiler, bu zulmü lanetlemekten, kınamaktan ve reddetmekten başka bir şey yapmadılar. Hatta bazen buna bile tenezzül etmediler. Şahbaz Şerif, Amerikan’ın Filistin’in büyük bir kısmını Yahudi varlığına teslim etmeyi amaçlayan iki devletli çözüm planını destekleyerek Filistin halkının derin yaralarına adeta tuz basmıştır. Allah Subhânehu ve Teâlâ bu yöneticileri kahretsin. Allah Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurmuştur:

مَا لَکُمۡ ٝ کَیۡفَ تَحۡکُمُوۡنَ “Ne oluyor size? Nasıl hüküm veriyorsunuz?” [Kalem 36]

Gazze savaşı, Batı uygarlığına mezar olurken, İslam coğrafyasındaki yöneticileri de maskesini düşürmüştür. Şahbaz Şerif, “Katar, Suudi Arabistan, ABD, Mısır ve diğer uluslararası ortakların bu önemli anlaşma için gösterdikleri çabaları takdirle karşılıyorum” diyerek bir tweet paylaştı. Yöneticilerin hangi büyük çabasından bahsediyor? Bir yılı aşkın süredir Yahudi varlığına kara, hava ve denizden ikmal hatları sunan, onlara mühimmat ve istihbarat desteği sağlayan bu yöneticiler, bu esnada çoğu kadın ve çocuk olmak üzere 50.000’den fazla insanın şehit edilmesine sessiz kalmışlardır. Gerçek şu ki, bu işbirlikçi yöneticiler, ilk kıblemiz Mescid-i Aksa ve mübarek kılınan çevresine açıkça ihanet etmişlerdir. Gerçekten de, bu işbirlikçi yöneticilerin, Batı uygarlığı ile aynı mezara gömülmeleri için her türlü ortam hazırdır.

Ey Pakistan Silahlı Kuvvetleri! Gazze’nin masum halkı, Yahudi varlığının askeri hedeflerine ulaşamamasının tek nedeninin iman gücü olduğunu gözler önüne sermiştir. Dünyanın dört bir yanındaki ülkelerin silahları, yalnızca Allah Subhânehu ve Teâlâ’ya tevekkül eden Gazze halkının imanı karşısında etkisiz kalmıştır. Amerika’nın Afganistan’da nasıl aşağılandığına tanık oldunuz. Kırk iki ulusun oluşturduğu büyük bir koalisyon, yalnızca Allah’a tevekkül edip cihat eden birkaç bin kişilik bir milis grup tarafından ezici bir yenilgiye uğratılmıştır. Bu zalim yöneticileri devirdiğinizde ve Raşidi Hilafeti kurarak Pakistan, Afganistan, Orta Asya ve Ortadoğu’yu birleştirip Yahudi varlığını ortadan kaldırdığınızda ne büyük bir değişim yaşanacak, bir düşünün! Bu elli bin şehidin kanının intikamını almak boynunuzun borcu değil mi? Siz de Gazzeli Müslümanlar gibi yalnızca Allah Subhânehu ve Teâlâ’ya tevekkül ederseniz, bu Yahudi varlığını yok etmenize dünyada hangi güç mâni olabilir? Allah Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurmuştur:

وَمَنْ یَّتَوَكَّلْ عَلَی اللّٰهِ فَهُوَ حَسْبُهٗ  Kim Allah’a tevekkül ederse, O kendisine yeter.” [Talak 3]

Askeri ve siyasi liderliğin hainliği gözler önünde! Dahası, Batı’nın çöküşü ve mevcut dünya düzeninin baskıcı yönetiminin gerçekliği de apaçık ortada! Değişim zincirindeki eksik son halka sizsiniz! Hadi Allah’a tevekkül edip Raşidi Hilafetin kurulması için her türlü donanım ve hazırlığa sahip Hizb-ut Tahrir’e destek verin. Hizb-ut Tahrir, yetmiş yılı aşkın bir süredir Hilafet Devleti için hazırlanmakta olup, küresel siyasi tabloyu tam anlamıyla kavramış durumdadır. Bu, İslam ümmetinin şanlı yükselişinin, Müslüman topraklarının sömürgecilik boyunduruğundan kurtuluşunun ve zalim Amerikan dünya düzeninin yıkılışının öncesindeki son adımdır! Bu, bu ümmetin bu dünyada insanlığa rehberlik ve şahitlik etmesinin pratik yoludur! Allah Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurmuştur:

هُوَ الَّذِي أَرْسَلَ رَسُولَهُ بِالْهُدَىٰ وَدِينِ الْحَقِّ لِيُظْهِرَهُ عَلَى ٱلدِّينِ كُلِّهِ وَلَوْ كَرِهَ الْمُشْرِكُونَ  “Puta tapanlar hoşlanmasa da, din bütün dinlerden üstün kılmak üzere, Peygamberini doğru yol ve hak dinle gönderen Allah’tır.” [Tevbe 33]

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER