El-Raye Gazetesi Sayı 546 Öne Çıkanlar
- Kategori Video
- |
El-Raye Gazetesi Sayı 546 Öne Çıkanlar
Daha fazla bilgi için TIKLAYINIZ
Çarşamba, 7 Zilkade 1446 H. | 9 Mayıs 2025 M.
El-Raye Gazetesi Sayı 546 Öne Çıkanlar
Daha fazla bilgi için TIKLAYINIZ
Çarşamba, 7 Zilkade 1446 H. | 9 Mayıs 2025 M.
İslam Ümmeti, Çaresizliği ve Alimlerinin Yüzüstü Bırakması ile Amerika'nın ve Yahudilerin Kendisine Karşı Açık Savaşı Arasında
Lübnan ile Yahudi varlığı arasındaki savaşın 27 Kasım 2024'te durdurulması anlaşmasından ve 8 Aralık'ta Esad rejiminin düşmesinden sonra, Yahudi varlığının Müslüman ülkelere yönelik saldırıları büyük ve çarpıcı bir şekilde arttı ve bölgedeki hiçbir ülkeden herhangi bir yanıt gelmeden istediği gibi öldürdü ve yok etti.Tüm Müslümanları ve ülkelerini, kendisini tehdit eden herkese karşı sert bir şekilde saldırmaya yönelik tehdidinin artırdı ve elinin istediği her yere ulaştığını ve zorla Ortadoğu'nun çehresini değiştirdiğini söyleyerek kibirlendi.Müslümanlar tüm bunlara maruz kaldıkları halde herhangi bir yüzleşme veya tepki göstermediler!
Lübnan ile Yahudi varlığı arasındaki savaşın durdurulması anlaşması Amerikan iradesiyle yapılmış olup Esad'ın devrilmesine yol açan saldırının, savaşın durdurulduğu gün, yani 27 Kasım 2024'te başlaması da dikkat çekiciydi.Çatışmanın tarafları ile Suriye'de nüfuz sahibi olanlarla önceden planlar yapılmamış olsaydı bu hızlı çöküş gerçekleşemezdi; bu da tüm bu olayların arkasında Amerika'nın olduğunu göstermektedir.
Yahudi varlığının saldırıları yeni değildir, ancak yeni olan, saldırıların kapsam ve yoğunluğunun günlük hale gelecek kadar genişlemesidir. Zira tıpkı Yemen'de olduğu gibi Lübnan ve Suriye'de de gözetimsiz ve hesapsız bir şekilde öldürüp yok ediyor.Bu varlık Suriye'de sınırlarını, herhangi bir kontrol ve caydırıcı olmaksızın genişletmekte, İran'ı tehdit etmekte, Suriye'de Türkiye'ye kendi politikalarını dayatmakta, Ortadoğu'yu değiştireceğini ve Hilafetin varlığını kabul etmeyeceğini ilan etmektedir ki bu da Türkiye'ye yönelik tehditkâr bir mesajdır.Bir buçuk yılı aşkın bir süredir Gazze'ye ve halkına karşı gece gündüz sürdürülen vahşi katliamlardan, insanların açlıktan öldürülmesinden ve tüm uluslararası yasaları ihlal ederek sivillerin bombalanmasından bahsetmiyorum bile.Tüm bunlar tüm Müslümanların ve dünya ülkelerinin gözü ve kulağı önünde ve ABD'nin açık yardımı ve desteğiyle gerçekleşiyor.
Bu gerçekliğin herhangi biri için bir sır olmadığı gibi bunu isteyenin, destekleyenin ve engelleyenin de Amerika olduğu bir sır değildir. Zira Amerika, kendi politika ve çıkarlarına hizmet ettiği sürece bu desteği durdurmayacak ya da bu saldırıları hiçbir şekilde engellemeyecektir.Ancak yeni olan, bu saldırı ve katliamların artması, Yahudilerin bölgeye açıkça müdahale etmesi ve Amerika'nın Yahudi varlığına mutlak koruma sözü vermesidir. Bu da Amerika'nın, onun her zamanki rolünden daha büyük bir rol oynamasını istediği anlamına gelmektedir.ABD ve araçlarının, terörizmle mücadele adı altında tek rolleri halkları ezmek, onların haklarını gasp etmek ve onları her türlü güçten yoksun bırakmak olan rejimlerin silahları hariç, bölgedeki tüm silahları etkisiz hale getirmekte ısrar ettikleri gözlemlenmektedir.Bundan sonra bu rejimlere fikir, ahlak, davranış ve ilişkiler konusunda her şey dayatılabilir.Buna mukabil Yahudi varlığının gücü artırılmakta, tampon ve güvenlik bölgeleri adı altında kendisine yetkiler ve güvenlik rolleri verilmekte, böylece Yahudi varlığı, güvenlik ve rejimlerin rollerini yerine getirmediği bahanesiyle ister sınırlarda ister demografik yapıda olsun öldürmek, yok etmek ve istediği değişiklikleri veya koşulları dayatmak için ordusu ve uçaklarıyla müdahale etmektedir.Bakın işte Gazze'yi yıkmakta ve sakinlerini de ABD desteği ve yardımıyla yerlerinden etmekte ya da yok etmekte ısrar etmektedir.Ortadoğu'nun çehresini değiştirdiğini ve güvenliğini savunma bahanesiyle elinin istediği her yere uzandığını defalarca beyan etmesinin anlamı işte budur; bu da ister Biden ister Trump döneminde olsun ABD'nin açık askeri ve siyasi desteğini teyit etmektedir.
Bu, çatışma kurallarının değiştirilmesinden öte bir şeydir; zira bu, bölgedeki güç dengesinde büyük bir değişiklik içeren yeni bir siyasi, askeri ve jeopolitik gerçekliğin dayatılmasıdır.Bunun, Amerika'nın İran'a yönelik yaptıklarını ve kollarını kesmek, etkisini sınırlamak ve askeri güç unsurlarını tasfiye etmek gibi İran için yapmak istedikleriyle bütünleşen bir planın parçası olmaktan hiç de uzak değildir.Bu ise demokratik dönüşümü sağlamayı amaçlayan ve ümmet içinde yayılan İslami siyasi düşünceyi ortadan kaldırmayı hedefleyen Batı'nın bölgeye yönelik fikri, siyasi ve kültürel istila stratejilerinin art arda başarısızlığa uğramasının yanı sıra George W. Bush'tan Obama'ya, Trump'tan Biden'a kadar tüm bu ciddi ve çelişkili stratejilerin başarısızlığa uğramasının ardından gelen bölgeye yönelik plan ya da stratejinin bir parçasıdır.Şimdi ise Trump, her türlü diplomasi, ahlak ya da hukuktan yoksun bir güç ve kanlı dayatma stratejisiyle gelmiştir.Amerika'nın, tüm Batı'nın, Yahudi varlığının ve Arap varlıklarının yöneticilerinin lisanı halleri şöyle demektedir; dünyadaki, özellikle de dünyanın kalbi olan bu bölgedeki, yani Ortadoğu, Kuzey Afrika ve bu ikisinin civarındaki Müslümanlar, ister yumuşak, ister askeri isterse her ikisi arasında olsun, ister Filistin'de, ister Irak'ta, ister Afganistan'da olsun, Batı'nın tüm değişim girişimlerine direndiler ve ehlileştirilmek ve boyun eğdirilmek yerine, demokrasi ve kamu özgürlükleri fikirleriyle, ılımlı İslam dedikleri sapkınlıkla ve modernite dedikleri küfürle savaşmaya başladılar.Bunun da ötesinde bu bölgelerde İslam'la yönetilmeyi talep eden İslami siyasi eğilimler ortaya çıkmış ve siyasi birliği, ümmetin ve İslam ülkelerinin birliğini ve Hilafetin yeniden tesis edilmesini arzulayacak kadar da büyümüştür.Dolayısıyla Amerika, bu sert ve şiddetli yaklaşımdan başka bir şey bulamamıştır. Bu nedenle Müslümanların denizlerinde askeri uçaklar ve taşıyıcıları ve Müslüman ülkelerdeki askeri üslere çok sayıda Amerikan uçakları, füzeleri ve silahlarının yığıldığını gördük. Bu stratejinin altında, Amerika'nın Yahudi varlığına hiçbir yasayı dikkate almadan verdiği yetkiler ve nüfuz yatmaktadır.
Buna bir de Gazze'de yaşanan katliam ve yıkım ve ABD'nin Güvenlik Konseyi'nde Yahudi varlığının kınanmasını engellemesi ve katliamlarını meşru müdafaa olarak göstermesi de dâhil edilmiştir ki böylece suç her türlü sınırı ve hayal gücünü aşmıştır. Burada Müslüman ister istemez düşünmekten ve soru sormaktan kendini alamıyor ve daha birçok sorular da onu daha birçok düşünceye yöneltiyor ki bunlardan biri de şudur: Dünyanın tüm ülkeleri Gazze'yi yüzüstü bıraktı ve birçoğu Gazze'yi ortadan kaldırma girişimlerine katkıda bulunduğu gibi dünya düzeni ve uluslararası hukuk da Gazze'yi yüzüstü bıraktı ancak:Müslümanlar Gazze'yi yüzüstü bıraktı mı?Cevap: Hayır, onu yüzüstü bırakmadılar; çünkü onlar da onun gibi yüzüstü bırakılmışlardır; dolayısıyla Müslümanlar, Gazze'ye destek vermek için yanıp tutuşuyorlar ama çaresizler, hiçbir şey yapamıyorlar ve bir çıkış yolu da bulamıyorlar.O halde Gazze'yi ve İslam ümmetini yüzüstü bırakan kim?Cihat ve kurtuluş için yola çıkmak üzere ümmetin ordularını harekete geçirmeye ve seferber etmeye muktedir olan herkes; bunların başında da fıkhî, fikrî ve uzman olarak ümmetin âlimleri geliyor; zira alimlerin, ümmete ve kendisine yönelik olanlara önem vermeleri ve bedeli pahalıya mal olsa bile vacibi ve çözümü açıklamak için her toplantıya, safa ve minbere koşmaları gerekiyor.Çünkü Gazze ve İslam ümmeti bugün, bir yandan çaresizlikleri ve âlimlerinin yüzüstü bırakmaları, diğer yandan da Amerika ve Yahudilerin yıkıcı savaşı arasında kalmışlardır. Nitekim Allahu Teala şöyle buyurmuştur: مَّا كَانَ اللهُ لِيَذَرَ الْمُؤْمِنِينَ عَلَى مَا أَنتُمْ عَلَيْهِ حَتَّى يَمِيزَ الْخَبِيثَ مِنَ الطَّيِّبِ وَمَا كَانَ اللهُ لِيُطْلِعَكُمْ عَلَى الْغَيْبِ“Allah, müminleri (şu) bulunduğunuz durumda bırakacak değildir; sonunda murdarı temizden ayıracaktır. Bununla beraber Allah, size gaybı da bildirecek değildir.” [Al-i İmran 179]
Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Dr. Mahmud Abdulhâdi
Haber-Yorum
Kırgızistan'da Elektrik Fiyatları, Her Yıl Yükselecektir!
Haber:
Kırgızistan Bakanlar Kurulu, 2025-2030 yıllarını kapsayan orta vadeli elektrik tarife politikasının onaylanmasına ilişkin kararı kabul etti.Kararda, enerji sektöründe alınan tedbirlerin, tüketicilere kesintisiz elektrik sağlamanın korunmasını hedeflediği belirtildi.Artık şu andan itibaren her yıl mayıs ayında elektrik fiyatına zam yapılacak.Karara göre, 1 Mayıs'tan itibaren elektriğe 26 milim zam yapılacak, yani 1 kilovolt/saat elektriğin fiyatı 1,11 Som yerine 1,37 Som olacaktır. Ancak elektrik tüketimi 700 kWh'ı geçtiği takdirde, elektrik fiyatı 2,39 Som yerine 2,60 Som olacaktır.
Yorum:
Ülkemizde elektrik sektörü, giderek yaygınlaşan bir yolsuzluk yuvası haline gelmiştir.Kırgızistan, yakın tarihimizde aldığı kredilerin yarıdan fazlasını bu sektörde harcamıştır.Ancak buna rağmen bu sektör iyileşmemiş, aksine halkın sırtına ağır bir yük bindirilmiştir! Elektrik sıradan insanlar için yetersiz kalmaktadır; zira kış aylarında sık sık elektrik kesintisi olduğu gibi elektrik kaynakları da yetersiz kalmakta ancak aynı zamanda, büyük miktarda elektriğe ihtiyaç duyan kripto para madenciliği şirketleri, kış-yaz aralıksız bir şekilde faaliyet göstermektedir. Hatta bazı zenginler "gerekli gördüğünde" kendi trafolarını kurdurttukları gibi birçok özel şirket de halka elektrik satmakla meşgul olmaktadır. Aynı zamanda sıradan insanlar, giderek pahalılaşan elektrik parasını ödemek zorunda kalıyorlar ve bu sektöre ayrılan kredilerin ağır yükünü de taşıyorlar.
Kırgız rejimi, bu sorunu çözmek için büyük hidroelektrik santrallerinin yanı sıra küçük hidroelektrik santralleri de inşa ettiğini iddia ediyor. Nitekim bu hidroelektrik santrallerinin inşası için, yatırımcılara çağrıda bulunulmaktadır.Ancak bu yatırımcıların talepleri kamuoyuyla paylaşılmıyor. Doğal olarak yatırımcılar, paralarını halkın sorunlarını çözmek için yatırmayacaklar; aksine daha fazla kar elde etmeyi hedefleyeceklerdir. Bu nedenle halen inşaatı devam eden hidroelektrik santralleri, halkın elektrik ihtiyacını karşılamayacaklardır. Zira buradan elde edilen elektrik, bahsi geçen kripto para madenciliği şirketlerinin ve yer altı kaynaklarımızı çıkarıp Batı'ya taşıyan şirketlerin ihtiyaçlarını karşılamak için kullanılmakta, yani kapitalistlerin ihtiyaçlarına hizmet etmekte olup bunun sadece küçük bir kısmı halka verilecektir. Bunun sonucunda durum aynı kalacak, daha doğrusu insanlar giderek daha fazla yükselen elektriğe para ödemeye devam edecekler, ancak yetersiz arz nedeniyle elektriğe bağımlı kalmaya de devam edeceklerdir.
Enerji politikasının halkın çıkarlarına değil, aksine kapitalistlerin çıkarlarına hizmet ettiği açıktır ki bu da şaşırtıcı değildir; çünkü biz, kapitalist sistemin ve onun kurallarının egemen olduğu, faydanın ön planda tutulduğu, dolayısıyla sadece faydanın dikkate alındığı bir toplumda yaşıyoruz.Dolayısıyla halk tam elektrik alamazken kapitalistlerin ise tam olarak elektrik aldığını görebiliyoruz.
Buna mukabil İslam, insanların ihtiyaçlarını ön planda tutmakta, yani insanların ihtiyaçlarının karşılanmasını birinci öncelik olarak görmektedir.Sonra insanlara makul fiyatlarda elektrik sağlanmasına odaklanılacaktır. Ayrıca elektrik, insanların günlük yaşamlarında vazgeçemeyecekleri kamu mülkiyetlerinden kabul edilmektedir. Bu yüzden herhangi bir özel şirketin veya şahsın bunlara sahip olması caiz değildir; çünkü bu bütün Müslümanların hakkıdır. İnsanların refah içinde yaşamaları için Allah'ın bir rahmeti olan İslamî şerî hükümler, insanlara sadece elektrik sağlamakla kalmamakta, aynı zamanda barınma, giyim ve beslenme gibi temel ihtiyaçlarını da karşılamaktadır.
Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Harun Abdulhak
Haber-Yorum
Keşmir Sorunu!
Haber:
Pakistan, Cammu ve Keşmir'in Pahalgam bölgesine yönelik gerçekleşen saldırısının ardından Hindistan ile yaşanan gerilimin akabinde BM Güvenlik Konseyi'ne acil bir oturum için resmi bir talepte bulundu.Açıklamaya göre bu, Pakistan'ın Birleşmiş Milletler Daimi Temsilciliği ofisi tarafından Pazar günü yapılmış ve bir nüshası da Anadolu Ajansı'na ulaşmıştır.Açıklamada Hindistan ve Pakistan arasında yükselen gerginliklerin ve özellikle Cammu ve Keşmir'deki durumun, “bölgesel ve uluslararası barış ve güvenliğe tehdit oluşturduğu” belirtildi.Toplantının 5 Mayıs'ta gerçekleşmesi ve Pakistan temsilcisi Asim İftihar Ahmed'in toplantı sonrasında bir basın açıklaması yapması bekleniyor. (Rai Al Youm)
Yorum:
Siz ne kadar da hainsiniz ey Pakistan yöneticileri?!Zira sizler, Keşmir'i, dahası tüm Hindistan'ı Hindulardan kurtaracak olan orduyu zincirliyorsunuz ve Keşmir'deki Müslümanların sorununu çözmek için kafir sömürgeci Amerika'nın aracı olan sömürgeci Güvenlik Konseyi'ne koşuyorsunuz!
Keşmir'in sorunu Pakistan'ın hain yöneticilerinde yatmaktadır: “Zira Eyyub Hân 1965 savaşının ardından, Pakistan’a ait olan üç nehri Hindistan’a verdi.Yahya Hân ve Zulfikâr Ali Butto ise 1971 yılında Pakistan’ın Doğusunu kaybettiler ve orası Bangladeş’e dönüştü. Ziyâ-ul Hak zamanında da Hindular Siyanşin Tepeleri’ni işgal ettiler.Nevvaz Şerif zamanında ise mücahitler ve Pakistan Ordusu, neredeyse zafer elde edecek bir durumda iken 1999 yılında Kargil Tepeleri’ni korumaktan mahrum bırakıldılar. O gün Müslümanların kanları pahasına, Hindistan’da rakibi Kongre Partisi karşısında dönemin Hindistan Başbakanı Vajpayi’nin desteklenmesi ve halkı nezdinde kahramanlaşması için Amerika’dan gelen emirlere icabet eden Nevvaz Şerîf orduya ve savaşçılara geri çekilmeleri emrini verdi! Pervez Müşerref zamanında da Keşmir halkına self-determinasyon ve 2004 yılında Hinduların otoritesinden kurtulma hakkının verilmesinden ilk defa tümüyle vazgeçildi.” (Hizb-ut Tahrir’in yayınladığı Siyasi Meseleler kitabından uyarlanarak aktarılmıştır).
Bugün onların, uluslararası hukuk denen küfür kanunu kararlarına dayanan ve Hindularla stratejik ortaklığı olan suçlu Amerika tarafından kontrol edilen sömürgeci bir konseye doğru koştuklarını gördüğümüz gibi yine onların zayıf açıklamalar yaptıklarını, barış ve gerginliğin azaltılması ve tepkinin aynı şekilde olacağı çağrısında bulunduklarını görmekteyiz! Peki gözü sizi hiçbir şekilde görmeyen işgalci ve saldırgan bir kâfirle nasıl bir barış, gerilimi azaltma ve misilleme olacak Allah aşkına?!
İslam ehlinin, işgal edilmiş topraklara karşı şerî vacibi, milyonlarca şehit verilmesini gerektirse bile, en yakından başlayarak tüm Müslümanları kapsayacak şekilde cihat etmektir. Zira Allah Subhanehu ve Teala, Fi Muhkemi Tenzilihi’de şöyle buyurmuştur: وَاقْتُلُوهُمْ حَيْثُ ثَقِفْتُمُوهُمْ وَأَخْرِجُوهُم مِّنْ حَيْثُ أَخْرَجُوكُمْ “Onları nerede yakalarsanız öldürün. Sizi çıkardıkları yerden siz de onları çıkarın.” [Bakara 191] Ve Subhanehu ve Teala şöyle buyurmuştur: فَمَنِ اعْتَدَى عَلَيْكُمْ فَاعْتَدُوا عَلَيْهِ بِمِثْلِ مَا اعْتَدَى عَلَيْكُمْ“Kim size saldırırsa siz de onun size saldırısının misli ile ona saldırın.” [Bakara 194] Ve Celle Şânuhu şöyle buyurmuştur: وَلَن يَجْعَلَ اللَّهُ لِلْكَافِرِينَ عَلَى الْمُؤْمِنِينَ سَبِيلًا “Allah, müminlerin aleyhine kâfirlere hiçbir yol vermez.” [Nisa 141] Dolayısıyla Pakistan yöneticilerinden şer’an talep edilen, Keşmir’i müşriklerden kurtarmak için büyük orduları Keşmir’e, dahası tüm Hindistan’a doğru harekete geçirmesi olup meselelerimizi kafirlere tevdi etmeleri ve Allah Subhanehu ve Teala’nın haram kıldığı, onları üzerimizde otorite sahibi kılmaları değildir!
Eğer yöneticiler icabet etmezlerse, ordu onları devirsin ve Allah Subhnehu ve Teala’nın vaadi olan Raşidi Hilafeti kurmak için Hizb-ut Tahrir’e nusret versin: وَعَدَ اللهُ الَّذِينَ آمَنُوا مِنكُمْ وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَيَسْتَخْلِفَنَّهُم فِي الأَرْضِ كَمَا اسْتَخْلَفَ الَّذِينَ مِن قَبْلِهِمْ “Allah, içinizden, iman edip de salih ameller işleyenlere, kendilerinden önce geçenleri egemen kıldığı gibi onları da yeryüzünde mutlaka egemen kılacağına dair vaatte bulunmuştur.” [Nur 55] Aynı zamanda da Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in müjdesi olan: ثُمَّ تَكُونُ مُلْكًا جَبْرِيَّةً، فَتَكُونُ مَا شَاءَ اللهُ أَنْ تَكُونَ، ثُمَّ يَرْفَعُهَا إِذَا شَاءَ أَنْ يَرْفَعَهَا، ثُمَّ تَكُونُ خِلَافَةً عَلَى مِنْهَاجِ النُبُوَّةِ “Sonra zalim yöneticiler gelecek ve onlar da Allah’ın dilediği kadar kalacaktır. Bunların ardından ise yine Nübüvvet metodu üzere hilâfet olacaktır.” Böylece Allahu Teala’nın yardımı gerçekleşecektir: وَيَوْمَئِذٍ يَفْرَحُ الْمُؤْمِنُونَ * بِنَصْرِ اللهِ يَنصُرُ مَن يَشَاء وَهُوَ الْعَزِيزُ الرَّحِيمُ “O gün Allah’ın zafer vermesiyle müminler sevinecektir. Allah, dilediğine yardım eder. O, mutlak güç sahibidir, çok merhametlidir.” [Rum 4-5] Ayrıca onun eliyle, Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in Hindistan’ın fethedilmesiyle ilgili müjdesi de gerçekleşecektir: عِصَابَتَانِ مِنْ أُمَّتِي أَحْرَزَهُمَا اللهُ مِنَ النَّارِ عِصَابَةٌ تَغْزُو الْهِنْدَ وَعِصَابَةٌ تَكُونُ مَعَ عِيسَى ابْنِ مَرْيَمَ عَلَيْهِمَا السَّلَام “Ümmetimden iki grup vardır ki Allah onları ateşten korumuştur; birincisi Hindistan'a karşı savaşan grup, diğeri Meryem oğlu İsa Aleyhisselam ile beraber olan gruptur.”
Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Abdulaziz Munîs
Bir Davet Taşıyıcısının Vefat Duyurusu
مِنَ الْمُؤْمِنِينَ رِجَالٌ صَدَقُوا مَا عَاهَدُوا اللهَ عَلَيْهِ فَمِنْهُمْ مَنْ قَضَى نَحْبَهُ وَمِنْهُمْ مَنْ يَنْتَظِرُ وَمَا بَدَّلُوا تَبْدِيلاً
“Müminlerden öyle adamlar vardır ki, Allah’a verdikleri söze sâdık kaldılar. İçlerinden bir kısmı verdikleri sözü yerine getirmiştir. Bir kısmı da beklemektedir. Verdikleri sözü asla değiştirmemişlerdir.” [Ahzab 23]
Taiz ili, Şerab er-Runa bölgesinden Hacer Said Hammud Serhan “Ebu Lüey”, dün salı günü, 1 Zilkade 1446 (29 Nisan 2025) sabahı, 36 yaşında hayata gözlerini yumdu. Uzun yıllardır mücadele ettiği ağır bir hastalığa yenik düşen Serhan, tedavi görmek amacıyla gittiği Mısır’da yaşamını yitirdi. Yemen’deki zalim yöneticilerin ihmalleri yüzünden ülkesinde tedavi imkânı bulamayan Serhan, Mısır’a gitmek zorunda kalmıştı. Hayatının büyük bir bölümünü, Hizb-ut Tahrir saflarında geçirdi, Nübüvvet metodu üzere ikinci Raşidi Hilafet Devletini kurmak için çalıştı.
Ey Ebu Lüey! Seni gözyaşlarıyla uğurlarken dilimiz lâl, yüreğimiz kan ağlıyor. Biliyoruz ki dünyadaki tüm davetçi kardeşlerin gibi senin de en büyük arzun, Ukab sancağının dünya semalarında dalgalandığını ve Müslümanların adil bir Halife’ye biat ettiğini görmekti. Keşke ömrün buna yetseydi? O halife ki, orduları toplayacak, Müslümanları Gazze’yi Yahudilerin pisliğinden temizlemek için seferber edecek, Hilafet sancağını Hilafet Devleti’nin başkenti Kudüs’teki Mescid-i Aksa’nın üzerinde dalgalandıracak, böylece Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in Kudüs İslam diyarının merkezidir” sözünü gerçekleştirecektir.
Gözümüz yaşlı, yüreğimiz yaralı. Ey Ebu Lüey! Seni kaybetmenin hüznü içindeyiz. Ancak biz, sadece Allah’ın razı olacağı söz söyleriz:
إِنَّا لِلَّهِ وَإِنَّا إِلَيْهِ رَاجِعُونَ“Biz şüphesiz Allah’a aitiz ve şüphesiz O’na döneceğiz” derler.” [Bakara 156] Allah’ın kaza ve kaderine inanıyor, Allah’ın hükmüne razı oluyoruz. Ve Rabbimizden seni peygamber efendimiz Muhammed SallAllahu Aleyhi ve Sellem, peygamberler, Sıddıklar, şehitler ve Salihlerle birlikte, genişliği gökler ve yer kadar olan cennetinde bir araya getirmesini niyaz ediyoruz. Bunlar ne güzel dostturlar.
Allahım kuluna merhamet et, ona cömert ol. Mekanını genişlet, ona evinden daha iyi bir ev ve ailesinden daha iyi bir aile nasip eyle. Kıyamet günü bizi Sevgili Peygamberimiz Muhammed SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in bayrağı altında topla. Allah’tan merhum Hacerî için rahmet, mağfiret ve hoşnutluk diliyoruz. Ailesine ve sevenlerine de sabır ve teselli niyaz ediyoruz.
إِنَّا لِلَّهِ وَإِنَّا إِلَيْهِ رَاجِعُونَ“Biz şüphesiz Allah’a aitiz ve şüphesiz O’na döneceğiz” derler.” [Bakara 156]
Küstahlık abidesinin bir örneği olan ABD Başkanı Donald Trump’tan tepki çeken bir açıklama daha geldi. Truth Social’da paylaşım yapan Trump, Süveyş ve Panama kanallarının ABD tarafından inşa edildiğini iddia ederek, Amerikan gemilerinin bu su yollarından ücretsiz geçmesi gerektiğini savundu. Trump, Dışişleri Bakanı’na bu yönde uluslararası anlaşmalar yapılması talimatını verdi.
Bu provokatif çıkış, Mısır’da ciddi bir öfke dalgası yarattı. Parlamentonun Savunma ve Güvenlik Komisyonu’ndan bir kadın vekil, Trump’ın bu açıklamalarını Mısır’ın egemenliğine yapılmış apaçık bir hakaret olarak nitelendirdi. Toplumun tepkisine rağmen, Mısır yönetimi sessizliğe gömüldü. Bu sessizlik, rejimin emperyalist Batı karşısındaki acizliğini, uşaklığını, sömürgeci kafir Batıya olan teslimiyetini ve güya savunduğu ulusal onurun aslında ne kadar sahte olduğunu bir kez daha gözler önüne serdi.
Süveyş Kanalı, küresel ticaretin ana arterlerinden biri olarak kabul edilmektedir. Küresel ticaretin jeostratejik geçiş noktalarından biri olan Süveyş Kanalı, 2023 yılında 26 bini aşkın gemiye ev sahipliği yaparak yaklaşık 9,4 milyar dolarlık gelir sağlamıştır. Küresel ticaret hacminin %12’si ve uluslararası deniz taşımacılığı konteynerlerinin %30’u bu kanal üzerinden geçmektedir. Bu kadar hayati bir geçidin kontrolü, ne yazık ki hâlâ kâfir Batı’nın kurduğu sömürge düzenine bağlı. 1888 tarihli Konstantinopolis Sözleşmesi uyarınca, Mısır tüm devletlere – aralarında düşman olanlar da dahil – kanaldan serbest geçiş hakkı tanımak zorundadır. Bununla birlikte, kanalın yönetimi ve egemenliği Mısır Devleti’ne aittir. Gemilerden geçiş ücreti alma hakkına sahiptir. Ancak, bu hukuki çerçeve dahi uluslararası sistemin bir ürünüdür. Kanalla ilgili bu hukuki çerçeve, 19.yüzyılda İslam ümmetinin siyasi ve askeri bakımdan gerileme sürecinde olduğu bir dönemde sömürgeci devletler tarafından dayatılmıştır.
Trump’ın bu sözleri, Batı’nın uzun süredir İslam dünyasına karşı taşıdığı zihniyetin net bir ifadesidir. Batı, bölgeyi hâlâ eski sömürgeleri gibi görmekte; kaynaklarını kendi malı saymakta ve iç işlerine müdahaleyi doğal bir hak olarak görmektedir. Bu durum, Lord Cromer’ın şu ifadeleriyle dile getirdiği köklü ancak güncel bir sömürgeci siyasetin bir parçasıdır: “Biz Mısır’ı Mısır’ın iyiliği için değil, kendi menfaatlerimiz uğruna işgal ettik.” Trump bugün yine aynı kibirli dili kullanıyor; Trump’ın sözleri, Batı’nın hâlâ İslam coğrafyasını kendi menfaat alanı olarak gördüğünü ortaya koyuyor. Ne yazık ki birçok yönetim bu düzene boyun eğmiş durumda.
Oysa Müslüman ülkelerin topraklarından geçen su yolları, ümmete ait kamu malı sayılır ve bu alanların yönetimi şeri esaslara göre düzenlenmelidir, Batı’nın dayattığı anlaşmalara göre değil. İslam hukukuna göre bu geçitlerin statüsü şu şekildedir:
1- Bu boğazlar ve su yolları üzerinde mutlak egemenlik yalnızca şeriata ve onun siyasi gücü olan hilafete aittir. Ne Batı’nın ne de yerli kuklalarının burada söz hakkı olamaz.
2- Bu geçitlerdeki deniz trafiğinin düzenlenmesi, ümmete zorla kabul ettirilen antlaşmalara göre değil, hilafetin görüşüne göre yapılmalıdır. Hilafet, bu seyrüsefer düzenlenmesinde tebaasının çıkarını esas alacaktır.
3- Şer’î hükümlere göre, geçiş yapan gemilerden ücret alınması veya geçişlerinin engellenmesi caizdir. Özellikle İslam ümmetiyle savaş hâlinde olan sömürgeci devletlerin geçişi ise kesinlikle yasaktır.
Süveyş Kanalı, Mısır’ın ve dolayısıyla İslam dünyasının bir parçasıdır. Bu nedenle, kanalın egemenliğinden feragat edilmesi, uluslararası kurumlara devredilmesi ya da sınırsız geçiş hakkı tanınması kabul edilemez bir durumdur. Müslümanların güç ve egemenliklerini yeniden kazanmaları, ancak Nübüvvet metodu üzere ikinci Raşidi Hilafet Devletiyle mümkündür. Hilafet, ümmeti tek bir sancak altında toplayacak ve Batı’nın sömürüsüne son verecektir. Allah’ın yeryüzündeki seçkin topluluğu olan Mısır halkı, bu devleti kurmak için Hizb-ut Tahrir ile birlikte mücadeleye atılmalıdır.
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ اسْتَجِيبُواْ لِلّهِ وَلِلرَّسُولِ إِذَا دَعَاكُم لِمَا يُحْيِيكُمْ“Ey iman edenler! Size hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman, Allah ve Rasûlü’ne icabet edin.” [Enfal 24]
Myanmar Cunta Hükümeti ile İş Birliği İçinde Hareket Eden Budist Arakan Ordusu, Rohingya Müslümanlarının Zorla Yerinden Edilmesi, İşkence Görmesi ve Toplu Katliamlarında Doğrudan Sorumludur
ABD’nin Vekil Gücü Olarak Tanımlanan Arakan Ordusu’na Sözde “İnsani Yardım” Sunulması, Rohingya Halkına Karşı Açık Bir İhanet ve Soykırımcı Yahudi Varlığının Bir Numaralı Destekçisi ABD’ye Karşı Utanç Verici Bir Sadakat Örneğidir
Rohingya Müslümanlarına karşı etnik temizlik yapan ve cunta rejiminin ortağı olan Budist Arakan Ordusu, sömürgecilerin çıkar kavgasından kaynaklanan iç savaşta zor günler geçiriyor. Tam da bu sırada Bangladeş’in geçici hükümeti, ABD’nin yönettiği Birleşmiş Milletler aracılığıyla Rakhine bölgesine yardım için “insani koridor” açma kararı aldı. Aslında bu sözde “insani koridor”la, İngiliz destekli cunta hükümeti tarafından köşeye sıkıştırılmış olan ABD destekli Arakan Ordusu’na gerekli lojistik destek sağlanmış olacak. Nitekim daha önce, Britanya’ya sadakatiyle bilinen Hasina hükümeti, Arakan Ordusu’yla mücadele eden Myanmar cuntasına ait savaş gemilerinin St. Martin ve Teknaf açıklarında faaliyet göstermesine izin vermiştir. Ayrıca, şiddetli çatışmalar nedeniyle Bangladeş’e sığınan, elleri Rohingya Müslüman kardeşlerimizin kanına bulaşmış Myanmar Sınır Muhafızları (BGP) ve ordu mensuplarını sıcak bir şekilde karşılamış ve özenle tekrar ülkelerine geri göndermiştir. Geldiğimiz noktada, geçici hükümetin İçişleri Bakanlığı Danışmanı’nın, Rohingya Müslümanlarına yönelik soykırımda doğrudan rol oynayan işgalci Arakan Ordusu’nu bu ülkenin “damadı” olarak nitelendirmesi, selefi olan Hasina hükümetinin ihanet çizgisini sürdürdüğünü göstermektedir. Bu söylem, yalnızca Rohingya halkına yönelik tarihi bir ihaneti değil, aynı zamanda sömürgeci kâfir Amerika’ya duyulan siyasi sadakatin açık bir tezahürüdür.
إِنَّ اللهَ لا يُحِبُّ الْخَائِنِينَ“Çünkü Allah, hainleri sevmez.” [Enfal 58]
Ey Müslümanlar! Sömürgeci Amerika’nın Rohingya Müslümanlarının geri dönüşü için döktüğü timsah gözyaşları, jeopolitik çıkarlarından bağımsız değildir. Bugün Amerika’nın, Gazze’de soykırım gerçekleştiren yasa dışı Yahudi varlığını nasıl kararlılıkla desteklediğine, Gazze’deki Müslüman halkın yok edilmesi için tüm gıda ve su yollarını kestiğine, hatta sağlık tesislerini bile yıktığına hep birlikte tanıklık etmekteyiz. Amerika, Rohingya meselesini bahane ederek bu bölgedeki stratejik zenginlikleri ele geçirmek ve burada sömürgeci bir üs kurmak istiyor. Bu yüzden, Amerika’nın bu planlarına karşı çıkmayan, sadece göstermelik şekilde Rohingyalar için “üzülen” ve Arakan’da bağımsız devlet isteyen siyasi partiler aslında Amerika’nın ajanıdır. Unutmayın, Amerika daha önce Afgan Müslümanları Sovyetlere karşı kullandı, sonra da Karzai ve Gani gibi adamlarını getirip milyonlarca Müslümanı öldürdü. Allah Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyuruyor:
إِنْ يَثْقَفُوكُمْ يَكُونُوا لَكُمْ أَعْدَاءً وَيَبْسُطُوا إِلَيْكُمْ أَيْدِيَهُمْ وَأَلْسِنَتَهُمْ بِالسُّوءِ وَوَدُّوا لَوْ تَكْفُرُونَ“Şayet onlar sizi ele geçirirlerse, size düşman kesilecekler, size ellerini ve dillerini kötülükle uzatacaklardır. Zaten inkâr edivermenizi istemektedirler.” [Mümtehine 2] Dolayısıyla, ülkenin farklı kesimlerinden halk, samimi siyasi figürler ve entelektüel çevreler, Amerika’nın bu emperyalist projesine karşı ortak bir duruş sergileyerek etkili bir toplumsal direnç inşa etmelidir.
Ey Müslümanlar! Rohingya Müslümanları bizim din kardeşlerimizdir. Bu coğrafyada İslâm’ın ilk neferleri onlardır. Onlar, İslâm ümmetinin onurlu bir ferdidir ve Arakan, tarihî olarak Müslüman yurdudur. Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur:
«الْمُسْلِمُ أَخُو الْمُسْلِمِ لَا يَظْلِمُهُ وَلَا يُسْلِمُهُ» “Müslüman, Müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez ve onu (düşmana) teslim etmez.” [Müslim] Bu nedenle, Rohingya Müslümanlarını milliyetçilik temelli gerekçelerle yalnız bırakmak, tel örgülerle kuşatmak yahut onları, ABD’nin jeopolitik çıkarları doğrultusunda Arakan’da sözde bağımsız bir devlet talebinin aracı hâline getirmek asla kabul edilemez. Ordumuzun BM veya ABD’nin Hint-Pasifik planları doğrultusunda “insani koridor” nöbetçisi yapılması ve ABD’nin emperyalist planlarının yakıtı haline getirilmesi dinen haramdır. Bilakis, ordumuzun görevi işgal altındaki Müslüman beldesi Arakan’ı kurtarmaktır.
Hizb-ut Tahrir liderliğinde yakında kurulacak olan Hilafet Devleti, ordumuzu yalnızca Arakan’ı değil, işgal altındaki tüm İslam topraklarını özgürleştirmek üzere sefere gönderecektir. Arakan’ın yeniden Hilafet topraklarına katılması, Rohingyaların özgürlüğü için tek kalıcı çözümdür.
إِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ إِخْوَةٌ“Müminler ancak kardeştir.” [Hucurat 10]
Lider Partisi ile Ensar Askerleri Arasında Vaat Edilen Raşidi Hilafet!
İstihlaf-hakimiyet ve iktidar meselesi, Allah'ın insana yeryüzünde Hilafeti ahdettiğinden bu yana insanın meselesi olmuştur ve olmaya devam etmektedir; bu ise şeref meselesinden daha çok bir teklif-yükümlülük meselesidir; zira Allahu Teala, el-Meleü'l-A'lâ’daki (seçkin meleklerin oluşturduğu yüce topluluk) meleklerine hitaben şöyle buyurmuştur: إِنِّي جَاعِلٌ فِي الْأَرْضِ خَلِيفَةً “Hatırla ki Rabbin meleklere: Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım, dedi.” [Bakara 30] Sonra Allah Subhanehu ve Teala yeryüzünde insanı, hayatın iniş çıkışlarını ve nefislerin içindekileri kuşatmaktan aciz olan aklıyla hareket etmesi için başıboş bırakmamış, bilakis insan, yeryüzünde tek ve hiçbir ortağı olmayan Allah'ın hakimiyeti temelinde Hilafeti ikame etsin diye peygamberler göndermiş ve kitaplar indirmiştir; dünya ve ahiret mutluluğu işte budur!
Ancak herhangi bir zaman ve mekândaki toplumlar, Allah'ın metodundan uzaklaşıp onlara durgunluk ve gaflet isabet edince, toplumları içgüdüleri kontrol etmeye başlamış ve işte o zaman insanın hakimiyetine dayalı fikirler ve algılar ortaya çıkmıştır; böylece insanlar bu fikir ve algıları tanımışlar ve bunları, aşmaları ve ayrılmaları zor olan ve onların dışına çıkmayı bir tür hayal ya da delilik olarak gördükleri bir gerçeklik olarak yaşam tarzlarını sürdürdükleri kanunlar ve hükümler olarak benimsemişlerdir. Doğal olarak hak olan davet böyle bir topluma gönderildiğinde, garip olarak karşılanmış ve hak davet sahipleri de kendi kavimleri arasında ajan ve deli olmakla suçlanan garipler olmuşlardır; zira onların fikirleri ve tasavvurları, asıl ve fürû bakımından mevcut toplumların algılarıyla örtüşmüyordu. Dolayısıyla insanların lisanı halleri şöyle diyordu: Bu getirdiğiniz şey de nedir?!
Bu nedenle yeryüzünde istihlaf-hakimiyet ve iktidar meselesi, Peygamberlerin ve Rasullerin (Salavatu Aleyhim Ecmaîn) davetlerinde temel bir mesele olmuş ve olmaya da devam etmektedir.
İslam daveti evrensel olup kıyamete kadar baki olacağından dolayı Peygamberimiz Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Sellem, baki olan davetin tarihindeki İslam'ın garipliğine işaret etmiş ve bunu, İslam'ın garipliğini ortadan kaldıran istihlaf ve iktidarın önemi konusunda ilham aldığımız ve İslam ümmetinin evlatlarının bu konudaki kaçınılmaz vacibini yerine getirmede Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in pratik metodunu takip ettiğimiz hadiste özetlemiştir; zira Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: إِنَّ الدِّينَ بَدَأَ غَرِيباً وَيَرْجِعُ غَرِيباً فَطُوبَى لِلْغُرَبَاءِ الَّذِينَ يُصْلِحُونَ مَا أَفْسَدَ النَّاسُ مِنْ بَعْدِي مِنْ سُنَّتِي “Bu din garip başladı ve başladığı gibi yeniden garipliğe geri dönecektir. Ne mutlu o gariplere ki bende sonra insanlar ifsat ettiklerinde benim sünnetime göre ıslah ederler.” [Tirmizi]
Nefsi İslami hayatın yeniden başlamasını ve ümmetin şanının yeniden tesis edilmesini arzulayan bu zamanımızdaki gerçek mümin, Allah'ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in, İslam'ı yönetimden dışlayan bu zorba yönetimin enkazı üzerine kurulacağını müjdelediği vaat edilen Raşidi Hilafet Devleti'ni kurmak için çalışmanın farziyetini idrak etmiş olan basiretli mümindir ve bu, hayat vakıasında Allah'ın indirdikleriyle olan yönetimi ikame etmek için Allah'ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in metodunu takip ederek samimi bir şekilde çalışanlara yönelik müjdeden başka bir şey değildir. Nitekim Medine-i Münevvere, İslam’ın garipliğinin ortadan kalktığı, insanların hayatında istihlaf ve iktidarın gerçekleştiği, fetihlerin genişlediği ve insanların İslam’ın yönetiminin ve sisteminin gölgesinde nimetlenmeye başladığı İslam Devleti’nin kurulmasıyla birlikte Daru’l İslam’ın ilk merkezi olmuştur; ta ki H.1342 M.1924 yılında Osmanlı Hilafet Devleti’nin yıkılması ve İslam’ın başladığı gibi yeniden garipliğe geri dönmesiyle birlikte büyük felaket gelinceye kadar. Peki bu asırda ümmetin samimi adamlarından hangileri, vaat edilen istihlaf ve iktidar için çalışan müjde sahibi garipler olacaktır? Ümmetin hangi askerleri, Allah’ın, Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in ilk İslam Devleti’ni kurmadaki metodunu takip eden bu gariplerin davetini desteklediği şerefli ensarlar olacaktır?
Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in siretini tefekkür eden bir kimse için, nübüvvet dönemindeki İslam’ın garipleri ile bu zamanda vaat edilen Raşidi Hilafet Devleti’ni kurmakla müjdelenen gariplerin arasını birleştiren davetin özellikleri ortaya çıkacaktır; işte bu özellikler, İslam projesini taşıyan ideolojik bir parti şeklinde insanlardan bir grubun varlığında vücut bulacak ve bu ideolojik parti, güç ve kuvvet ehli adamlardan oluşan liderler arasında yönetim ve nusret biatı vermelerine ve toplumun işlerinin dizginlerini muhlis bir liderliğe teslim etmelerine yönelik bir kanaatin oluşmasını sağlayacaktır. Zira Muhacirler (Allah onlardan razı olsun), Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in liderliğindeki ideolojik bir cemaatin pratik rolünü somutlaştırmaları için kitleleştirdiği adamlardır ve Ensar da, İslam davetine icabet eden ve biat ederek nusret verdikleri için cennet ödülüyle müjdelenen güç ve kuvvet ehli olan adamlardır. Ensar’ın bu icabeti kesinlikle tesadüf olmamıştır, bilakis ona iman etmenin ve Allah’ın emriyle Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem’i en güzel örneklik olarak izleyen şerî metot üzere sebat etmenin bir sonucudur. Zira Allahu Teala şöyle buyurmuştur: وَلِتُنذِرَ أُمَّ الْقُرَى وَمَنْ حَوْلَهَا “Şehirlerin anası (olan Mekke'de) ve onun çevresinde bulunanları uyar.” [Şûra 7] Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in kabile liderlerine gidip onları İslam’a ve yardım etmeye davet ettiği ve yolunda alay ve tehlikelerle karşılaşacağı bu görevin zorluğuna rağmen bu emirden geri adım atmadığı sabit olmuştur; nitekim Taif olayı, Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in, Allah Evs ve Hazrec (Ensar Radıyallahu Anhum) liderlerinin imanı sayesinde istihlaf ve iktidar vaadinin gerçekleşmesini dileyene kadar bu emir üzerine sebat ettiğine dair bir delil ve ibret niteliğindedir.
Bu temelde bu ümmet içindeki lider parti, Nübüvvet Minhacı üzere İkinci Raşidi Hilafet Devleti’nin kurmak için Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in metodunu takip edeceğine dair söz vermiştir; işte bu lider parti bugün, ümmetin askerleri ve orduları içindeki muhlisleri, Allah’ın indirdikleriyle olan yönetimi ikam etmek için biat ellerini uzatmaya davet etmektedir; dikkat edin bu lider parti, İslami hayatın yeniden başlaması ve Raşidi Hilafet Devleti'nin kurulmasıyla İslam'ın izzetinin yeniden tesis edilmesi için ümmetle birlikte çalışan Hizb-ut Tahrir’dir.
Ümmetin evlatlarının, yöneticilerin başarısızlığına, ajanlıklarının hakikatine ve sistemlerinin ifsadına ikna olduğu bu durumda bu Hizb-ut Tahrir, ümmetin evlatlarını, ümmetin davalarına destek olması ve kamuoyunu, Raşidi Hilafetin kurulması amacıyla nübüvvet müjdesinin gerçekleşmesi için yönlendirmek ve Yahudilerle savaşı sonlandırmak için ümmetin ordularını harekete geçirmeye davet etmektedir; zira Allahu Teala şöyle buyurmuştur: فَإِذَا جَاء وَعْدُ الآخِرَةِ لِيَسُوؤُواْ وُجُوهَكُمْ وَلِيَدْخُلُواْ الْمَسْجِدَ كَمَا دَخَلُوهُ أَوَّلَ مَرَّةٍ وَلِيُتَبِّرُواْ مَا عَلَوْاْ تَتْبِيراً “Artık diğer cezalandırma zamanı gelince, yüzünüzü kara etsinler, daha önce girdikleri gibi yine Mescid’e (Süleyman Mabedine) girsinler ve ellerine geçirdikleri her şeyi büsbütün tahrip etsinler (diye, başınıza yine düşmanlarınızı musallat kıldık).” [İsra 7] Peki hangi ordu, Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in Ensarının elde ettiği büyük şerefe ehil olacak acaba?
Artık cansız olanları bile harekete geçiren trajedilerin ve acıların, Allah'ın kutlu askerlerini İslam'a destek olmaya sevk etmesinin zamanı gelmiştir; bu ise hala çağrıda bulunan kararlı Askalân’a bağlıdır; peki İslam’ın hangi ordusu, Ömer İbn Hattab Radıyallahu Anh döneminde fethedildiği gibi Beytu’l Makdis’e fatihler olarak girerek şeref madalyasını alanlardan olacak acaba? Hangi ordu, bizler onun için varız diyen ve böylece tarihin onları en güzel şekilde yazdığı ve müminlerin de Allahu Teala’nın şu kavlini her okuduklarında onları övdüğü kimselerden olacak acaba: فَإِذَا جَاء وَعْدُ الآخِرَةِ لِيَسُوؤُواْ وُجُوهَكُمْ وَلِيَدْخُلُواْ الْمَسْجِدَ كَمَا دَخَلُوهُ أَوَّلَ مَرَّةٍ وَلِيُتَبِّرُواْ مَا عَلَوْاْ تَتْبِيراً “Artık diğer cezalandırma zamanı gelince, yüzünüzü kara etsinler, daha önce girdikleri gibi yine Mescid’e (Süleyman Mabedine) girsinler ve ellerine geçirdikleri her şeyi büsbütün tahrip etsinler (diye, başınıza yine düşmanlarınızı musallat kıldık).” [İsra 7]
Ey Ensarın torunları: Artık İslam’da askerliğin ne anlama geldiği ve gerçek hayatınızın dininize yardım etmek olduğunu idrak etmenizin zamanı gelmiştir; kaç lider hayattayken Allah yolunda öldüler; sizden önce kaç lider, aslında ölü oldukları halde yaşadılar da ve onların aşağılık ölümlerinden dolayı yer ve gök ehli onların ölümlerine üzülmediler. Peki ya topraklarında Müslümanların kanını ihlal eden Yahudi varlığının vahşetinden kendilerinin kurtarmanız için yardımınızı isteyen çocukların, kadınların ve yaşlıların çığlıklarına tanık olan sizlere ne demeli?! Zira Allah’ın şeriatını askıya alan ve Müslümanların beldelerinde kafirlerin yönetimine izin veren kötü yöneticilerin korumasında kalmaya devam etmek bir utanç, rezillik ve büyük bir günahtır. Artık Hilafetin zamanı gelmiştir; o halde Hilafetin en hayırlı adamları olun ve bu azim şerefi üstlenme konusunda tereddüt etmeyin. Şüphesiz Allah emrine galiptir: وَكَانَ حَقّاً عَلَيْنَا نَصْرُ الْمُؤْمِنِينَ “İnanan kimselere yardım etmek Bize hak oldu.” [Rum 47] İslam ümmetinin liderlerinin sizi kucaklayıp sizinle gurur duydukları, hatta dinlerini desteklediğiniz sürece sizinle birlikte yürüdükleri sahnenin ihtişamını hayal edin; Allah’ın kendisiyle Müslümanları izzetli kıldığı Raşidi Hilafetin gölgesinde Ukab Râyesini ve İslam’ın sancağını taşıyarak tekbir ve tehlillerle Mescid-i Aksa’ya girdiğiniz anı hayal edin!
Ey yeni Ensarlar ve ey ümmetin şerefli insanları: İçinizde Allah’ın dinine ve O’nun vaadine güvenen aklı başında adamlar yok mu?! İçinizde, düşmanının, akidesinin kırılganlığı ve batıllığından dolayı savaş meydanlarında kararlı olamayacak kadar zayıf olduğunu anlayıp idrak eden biri yok mu? O halde zafer çanlarını çalın ve düşmanınızın silahına aldanmayın; zira o, sizin kuvvet ve cesaretinizin ganimeti olmak üzere size gelecek olan eşeğin sırtındaki bir silahtır. Sizler, bu insanların arasındaki zamanın hazinesi ve ümmetin gururusunuz; o halde muzaffer olacak taifeden olun, sizin için dünyanın ve ahiretin hayrını uman müceddid partiyle birlikte yürüyün, artık uykunuzdan uyanın ve bütün işlerin Allah’ın elinde olduğunu da unutmayın; zira size zarar vermek için insanlar ve cinler bir araya gelse, Allah’ın sizin için yazdığı dışında bir zarar vermeyeceklerdir.
Ey cesur subaylar, ey güzel askerler ve ey çember ve büyük güç sahibi olanlar: Sesinizin en yüksek perdesinden haykırın, üzerinizde yenilgi ve aşağılanmışlık elbisesini kaldırıp atın, yücelere, Rabbinizin rızasına ve genişliği yer ve gök kadar olan cennete doğru koşun, bu nidaya cevap vermede kararlı olun ve avazınızın çıktığı kadar şöyle bağırın… Lebbeyk Allahumme Lebbeyk… Lebbeyk, her fasıktan sonra izzet geri döndü… hak tüm bölgelere yayıldı… Lebbeyk, İslam’ın sancağını bulutlar kucakladı… Lebbeyk, Hilafet sevdalıların yüreği ısındı… Lebbeyk, her münafığın tahtı sarsıldı… Lebbeyk, hayattan ayrılmadan önce bu şekilde haykır ey kardeşim!!
Allah’ım ben tebliğ ettim; şüphesiz Sen, bu zorba yönetimi devirmekten aciz olmadığın gibi kulakları sağır olan, kibirlenen ve iman çağrısına cevap vermeyenler gibi olmayan bir kavimle dinini ikame etmek için çalışanlara destek vermekten de aciz değilsin; zira Muhkem Kitabı’nda şöyle geçmektedir: يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا مَنْ يَرْتَدَّ مِنْكُمْ عَنْ دِينِهِ فَسَوْفَ يَأْتِي اللَّهُ بِقَوْمٍ يُحِبُّهُمْ وَيُحِبُّونَهُ أَذِلَّةٍ عَلَى الْمُؤْمِنِينَ أَعِزَّةٍ عَلَى الْكَافِرِينَ يُجَاهِدُونَ فِي سَبِيلِ اللَّهِ وَلَا يَخَافُونَ لَوْمَةَ لَائِمٍ ذَلِكَ فَضْلُ اللَّهِ يُؤْتِيهِ مَنْ يَشَاءُ وَاللَّهُ وَاسِعٌ عَلِيمٌ “Ey iman edenler! Sizden kim dininden dönerse (bilsin ki) Allah, sevdiği ve kendisini seven müminlere karşı alçak gönüllü (şefkatli), kâfirlere karşı onurlu ve zorlu bir toplum getirecektir. (Bunlar) Allah yolunda cihad ederler ve hiçbir kınayanın kınamasından korkmazlar (hiçbir kimsenin kınamasına aldırmazlar). Bu, Allah'ın, dilediğine verdiği lütfudur. Allah'ın lütfu ve ilmi geniştir.” [Maide 54]
Bu, aklı olan kimseler için bir öğüttür; şüphesiz vaat edilen Raşidi Hilafet gelecek olup onun bu lider partisi, güç ve kuvvet ehlinin nusretini talep etmek için hiç bıkıp usanmadan ümmetle birlikte çalışmaktadır. Artık Yahudileri ortadan kaldıracak kesin savaşın zamanı gelmiştir. Yarın Beytu’l Makdis’de Ukab râyesi dalgalanacaktır ve bu, yalan olmayan bir vaattir ve yarın, bekleyeni için Allah’ın izniyle yakındır!!
Hilafet güneşi, onu müjdeleyeni harekete geçirdi
Nefisler, cihada özlem duymakta ve beklemektedir
Hilafet ordusu kaçınılmaz olarak gelecektir
Evet, askerler onun askeri ve alayı olacaktır
Allahu Ekber, dinimizdeki izzetimizdir
Allahu Ekber, yenilmez bir güçtür
Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Remzi Racih – Yemen