Ümmeti Yeniden Diriltmenin Doğru Yolu, İslam Temelinde Kalkınmadır!
İslam ümmetinin bugün acısını çektiği çöküntü ve parçalanmanın ortasında, vahyin çizdiği yola, yani kapsamlı bir yaşam tarzı olarak İslam'a sımsıkı sarılmaktan başka gerçekleşmesi mümkün olmayan gerçek kalkınma yoluna geri dönme ihtiyacı yeniden canlanmıştır. Zira bugün Müslümanlar, ülkelerini bölüp kendilerini demir yumrukla yöneten, onlara azabın en kötüsünü reva gören, şerefli kişileri takip eden, sadık ve dine yardım etmek için çalışanları tutuklayan, ülkeyi küfür ülkeleri için bir oyun alanı haline getiren, kamu mülkiyetinin paralarını yağmalayıp İslam'ın ve Müslümanların düşmanlarının yararına kullanan Ruveybida yöneticiler tarafından kontrol edilip hakir görülüyorlar! Böylece Müslümanlar, ölü ve yerinden edilenler arasında sayılan rakamlara dönüştüler, üçüncü dünya olarak sınıflandırıldılar, onlara Küfrün başı Amerika'nın liderliği altında Uluslararası Para Fonu ve birleşik tiranların yasası tahakküm etmekte olup milletler ve devletler arasında bir yerleri kalmamıştır. Oysa yüzyıllar boyunca Müslümanların devleti dünyanın süper devletiydi. Dolayısıyla kanun, devletlerinin söylediği şey olup karar da onun istediği şeydir; böylece parçalanıp vücut parçalarına dönüştüler ve toplu katliamlara maruz kaldılar ki şu anda Gazze'de yaşananlar bunun en iyi kanıtıdır. Aynı şekilde sınırlar, savaşlar, çatışmalar, kin gütmeler ve komplo yuvalarının yanı sıra nefret dolu milliyetçilikler ve aşağılık vatancılık fikri yüzünden birbirleriyle çatışmaktadırlar...
Bunun nedenleri, ülke üzerindeki etkileri ve bizim yapmamız gerekenler hakkında kısaca konuşacak olursak:
Birincisi: Çöküşün kökleri
İslam ümmeti Osmanlı Hilafetinin son dönemlerinde, Kur'an dilinin ihmal edilmesi ve ictihad kapılarını kapatılması sonucu çeşitli alanlarda büyük bir gerileme yaşamış, bu da değişimlere ayak uydurmaktan ve yeni ortaya çıkan şeyler için çözümler istinbat etmekten aciz kalmasına yol açmıştır. Bu yüzden parçalanma ve kaybolma yaşanmış, parçalanma, zayıflık ve benzeri durumların en kötüsü meydana gelmiştir...
Ümmetin Hilafetin gölgesinde olduğu zamana gelince; dünyaya egemen olduğu gibi adalet ve izzet timsali olmuş, kendi bünyesindeki zimmet ehline zulmetmemiş ve Halife, topraklarda adaletsizliğe uğrayan bir mazlum varken uyumamıştır. Böylece İslam, doğuda Çin'den, batıda Atlantik Okyanusu'na kadar yayılmış ve yeryüzünün zorba kralları ona boyun eğmiştir.
İkincisi: Başarısız kalkınma girişimleri
Ümmetin kalkınması için çalışan birçok hareket ortaya çıktı ancak onların çoğu, sömürgecinin ümmeti parçalamak için bedenine aşıladığı Arap ve Türk milliyetçiliği, vatancılık ve benzerleri gibi Batı'dan ithal edilen fikirleri benimsemeleri nedeniyle başarısız olmuşlardır. Ayrıca bu hareketler, ümmetin akidesine ve onun İslami kültürüne göre hareket etmemişler, bu da onların arzu edilen kalkınmanın gerçekleşmesinde başarısız olmalarına yol açmıştır. Bu yüzden uzun yıllar bu kapitalist, demokratik, askeri ve monarşik rejimler altında yaşamış ancak bunlardan elde ettiği tek şey zayıflık, bağımlılık, yolsuzluk, kayıp, dağınıklık ve bölünme olmuştur. Böylece Müslüman ülkeler yabancı müdahalelerin otlağı haline gelmiş, servetleri sömürgeci çevreler tarafından yağmalanmış ve bir caydırıcı bir gücü olmaksızın dünyanın gözü ve kulağı önünde kanları akıtılmıştır.
Üçüncüsü: Kalkınmanın doğru yolu
Gerçek bir kalkınma, bir yaşam tarzı olarak geri İslam'a dönmekle ve hayatın her alanında İslam şeriatını uygulayacak Hilafet Devleti’ni kurmakla olacaktır. Bu devlet, erişmesi zor olan bir hayal değildir, aksine o, şerî bir farz ve yüzyıllardır süren tarihi bir hakikat olup adalet ve refahın bir numunesi olmuştur. Hilafet sadece tarihsel bir yönetim sistemi değildir, aksine o, azim bir farz ve onsuz ümmetin hayatının istikamet bulamayacağı ve İslam'ın hükümlerinin kamil bir şekilde uygulanamayacağı farzların tacıdır. Bu, Allah'ın kulları için razı olduğu bir sistem olup bu da aralarında O'nun şeriatıyla hükmetmeleri ve onları, içeride İslam'ı siyasi, ekonomik, içtimai, kültürel, eğitim ve diğer bütün alanlarda uygulayacak, dışarıda da davet ve cihat yoluyla İslam'ı yayacak birleştirici Raşid bir liderliğin yönlendirmesi içindir.
Dördüncüsü: Kalkınmanın gerçekleşmesinde ümmetin rolü
İslam ümmetinin, Hilafeti kurmak için çalışmanın önemini idrak etmesi ve kendisini bu devleti kurmak için samimi olarak çalışanlarla birlikte hareket etmeye sevk edecek kamu bilincinden kaynaklı kamuoyu oluşturmak için çalışması gerekir. Zira Hilafet, Allah Subhanehu'nun vaadi ve Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in müjdesi ve ümmetin, gerçekleştirmesi için çalışması gereken farzların tacıdır. Nitekim bugün Hilafet hakkında, gerçek bir kalkınma projesi olarak konuşulmakta olup ümmetin gençlerinin kalplerinde yeniden canlanan geniş bir talep haline gelmiştir. Bu nedenle kâfir Batı'nın ona yönelik düşmanlığı şiddetlenmiştir; çünkü onlar, Hilafetin geri dönüşünün kendi hegemonyalarının sonu, nüfuzlarının çöküşü ve sömürgecilik ve yağma dönemlerinin sona ermesi anlamına geldiğini çok iyi biliyorlar. Bu yüzden dün onu devirmek için komplo kurmuşlardı, bugün de onun geri dönmesini engellemek için komplo kuruyorlar.
Beşincisi: Tek kurtuluş Hilafetin geri dönmesidir
Ümmet ancak, hayat vakıasında Allah'ın dinini tatbik edecek ve kendisinin ekonomik, siyasi, eğitim ve içtimai sorunlarını çözecek Hilafetin geri dönmesiyle gerçek kurtuluşa kavuşabilir; zira Hilafet olmadığı sürece ümmet, bağımlılığın, geri kalmışlığın ve bölünmüşlüğün acısını çekmeye devam edecektir…
Evet, kalkınmanın yolu, onu takip etmek isteyenler için açıktır ki bu da; İslam'a geri dönmek ve Nübüvvet Minhacı üzere Raşidi Hilafet Devleti'ni kurmak yoluyla hayatın her alanında İslam'ı uygulamaktır. Zira Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: ثُمَّ تَكُونُ خِلَافَةً عَلَى مِنْهَاجِ النُّبُوَّةِ“Sonra (yeniden) Nübüvvet Minhacı Üzere (Raşidi) Hilafet olacaktır.” Hilafet, Allah'ın izniyle gelecektir; ümmetin üzerine düşen bu ilahi vaadi gerçekleştirmek için gayret ve ciddiyetle çalışmasıdır. Bu ümmetin kalkınmasının gerçek yolu, İslam tarafından açıkça ortaya konmuştur; dolayısıyla bu çöküşten kurtulmanın tek yolu, ümmeti, İslam'ı hayatın her alanında uygulayacak devletine ve liderliğine geri döndürmektir. Bu devlet, ütopik bir hayal ya da hayali bir vehim değildir, aksine o, on üç yüzyıl boyunca onur sayfalarını dolduran tarihi bir hakikattir. Dolayısıyla Hilafet Devleti, adalet ve merhamette bir örnek, öncülük ve liderlikte de bir güç olmuştur.
Hilafeti kurmak için çalışmak, lüks bir fikir ya da alternatifler arasındaki siyasi bir seçenek değil, aksine şerî bir farz, dahası farzların tacıdır. Bu yüzden konumu ne olursa olsun her bir Müslümanın, bu ümmete kaybolmuş devletine yönelik duygusunu yeniden kazandırmak ve hadari projesine yönelik bağlılık ve aidiyet duygularını yeniden canlandırmak için üzerine düşen görevi yerine getirmesi gerekir. Bu bireysel duygu, saf ideolojik fikirden kaynaklanan genel bir bilince dönüştüğünde, işte o zaman ümmet ayağa kalkacak ve bu Rabbani varlığı kurmak için çalışan muhlislerin arkasında tüm gücüyle hareket edecektir.
Hilafetin geri gelmesi için çalışmadan bir kurtuluş beklemeyin; zira Allah'ın dini yönetimden kaldırılıp hayatın liderliğinden uzaklaştırılmışken nasıl kurtuluş gelebilir ki?! Bizler küfür sistemleri ve kanunlarıyla yönetilirken, ekonomik, siyasi, eğitim ve içtimai sorunlarımıza nasıl bir çözüm bekleyebiliriz ki?! Kurtuluş, temenniyle gelmez, bilakis İslam'ın, devleti, yani Nübüvvet Minhacı üzere Raşidi Hilafet Devleti aracılığıyla hayat vakıasına geri dönmesi için ciddi bir şekilde çalışarak gelir. Allah Subhanehu'nun vaadi ve Nebisi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in müjdesi hala geçerlidir. Zira Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: ثُمَّ تَكُونُ خِلَافَةً عَلَى مِنْهَاجِ النُّبُوَّةِ“Sonra (yeniden) Nübüvvet Minhacı Üzere (Raşidi) Hilafet olacaktır.” Bu, asla geri dönülmeyecek olan bir vaat, bilakis kaçınılmaz bir kader olup Allah'ın izniyle, kendilerini bu azim farza adayan sadık ve samimi insanların eliyle gerçekleştirilecektir.
Ey Müslümanlar, ey bu onurlu ümmetin evlatları; Hilafetin kurulması bir hayal değil, aksine şerî bir vacip ve kurtuluşu arzulayan ümmetin kaderidir. Bu yüzden her birimiz, bilinçlendirme, davet etme ve bu büyük varlığı kurmak için çalışanlarla birlikte samimi bir şekilde çalışma konusunda üzerimize düşeni yerine getirelim ki böylece Allah'ın dinine yardım edip Allah'ın da kendilerine yardım ettiği ve Dinini ikame edenleri izzetli kıldığı kimselerden olalım.
Allah Subhanehu ve Teala şöyle buyurmuştur: وَعَدَ اللَّهُ الَّذِينَ آمَنُوا مِنكُمْ وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَيَسْتَخْلِفَنَّهُم فِي الْأَرْضِ كَمَا اسْتَخْلَفَ الَّذِينَ مِن قَبْلِهِمْ وَلَيُمَكِّنَنَّ لَهُمْ دِينَهُمُ الَّذِي ارْتَضَى لَهُمْ وَلَيُبَدِّلَنَّهُم مِّن بَعْدِ خَوْفِهِمْ أَمْنًا يَعْبُدُونَنِي لَا يُشْرِكُونَ بِي شَيْئًا وَمَن كَفَرَ بَعْدَ ذَلِكَ فَأُوْلَئِكَ هُمُ الْفَاسِقُونَ“Allah, içinizden, iman edip de salih ameller işleyenlere, kendilerinden önce geçenleri egemen kıldığı gibi onları da yeryüzünde mutlaka egemen kılacağına, onlar için hoşnut ve razı olduğu dinlerini iyice yerleştireceğine, yaşadıkları korkularının ardından kendilerini mutlaka emniyete kavuşturacağına dair vaatte bulunmuştur. Onlar bana kulluk eder ve bana hiçbir şeyi ortak koşmazlar. Artık bundan sonra kimler inkâr ederse, işte onlar fasıkların ta kendileridir.” [Nur 55] Ve Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: ثُمَّ تَكُونُ خِلَافَةً عَلَى مِنْهَاجِ النُّبُوَّةِ“Sonra (yeniden) Nübüvvet Minhacı Üzere (Raşidi) Hilafet olacaktır.” Haydi bu nübüvvet müjdesi, tüm muhlisler için bir motivasyon kaynağı, tüm gayretli kişiler için bir ilham kaynağı ve ümmetinin kalkınması için çalışan herkes için bir kandil olsun.
Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Mayas El-Mukardi – Yemen