Çarşamba, 18 Şevval 1446 | 2025/04/16
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

Gazze’deki Çocuk Soykırımı, Yalnızca Müslüman Ordularının Harekete Geçmesiyle Son Bulabilir

UNICEF, 31 Mart’ta yaptığı açıklamada, Yahudi varlığının 18 Mart’ta Gazze’ye yönelik yoğun hava bombardımanına yeniden başlamasından bu yana 320’den fazla çocuğun şehit olduğunu, 600’den fazla çocuğun da yaralandığını bildirdi. Bu, son on gün içinde her gün yaklaşık 100 çocuğun bu vahşetin kurbanı olduğu anlamına geliyor. Açıklamada, “Bu çocukların büyük kısmının yerinden edildiği ve geçici çadırlara ya da hasarlı evlere sığınmak zorunda kaldığı” belirtildi. Ne yazık ki bayram gününde de onlarca çocuk şehit oldu ve 3 Nisan’da Kuzey Gazze’de evlerinden edilen ailelere yuva olan Dar el-Erkam okuluna yapılan bir hava saldırısında çok daha fazla sayıda çocuk şehit düştü. Ekim 2023’ten bu yana 17.400’den fazla çocuk şehit oldu ve çok sayıda çocuk hala enkaz altında bulunuyor. Korkunç gerçek şu ki; son 18 ayda her 45 dakikada bir çocuk öldürülmüş ve günlük ortalama 30 masum yavru hayatını kaybetmiştir. Bu çocukların %30’u beş yaş altındadır. Bütün bunlara ek olarak, suçlu Yahudi varlığının gıda, ilaç ve diğer temel ihtiyaçların Gazze’ye girişini engellemesi yüzünden çocuklar arasında dehşet verici bir açlık, yetersiz beslenme ve önlenebilir hastalıklar kol geziyor. Bu durum da maalesef çocuk ölümlerine yol açıyor. “Save the Children” kuruluşuna göre, Batı Şeria ve Gazze Şeridi şu anda çocuklar için dünyanın en tehlikeli yerleri olarak sınıflandırılmaktadır. Gazze halihazırda dünya genelinde en yüksek çocuk yetersiz beslenme oranına sahip.

Filistinli masum çocukların maruz kaldığı bu soykırım, Batılı hükümetlere ve onların Birleşmiş Milletler ve Uluslararası Ceza Mahkemesi gibi aygıt ve kuruluşlarına bel bağlayarak sona erdirilemez. Bu devletler ve kuruluşlar, işgalin toplu katliam suçları işlemesini engelleme konusunda ne kadar yetersiz ve isteksiz olduklarını defalarca kanıtlamışlardır. Batılı güçlerin egemen olduğu ahlak yoksunu bu küresel sistemde, Yahudi varlığının Filistin halkına karşı işlediği vahşetler için hiçbir kırmızı çizgi bulunmamaktadır. Hatta bu vahşetin işlenmesinde kullandığı silahların tedarikinin durdurulması bile söz konusu olmamıştır. Bu soykırım, Müslüman orduları ümmetlerini savunmak ve bu kanserli varlığı ortadan kaldırmak üzere harekete geçmediği sürece sona ermeyecektir.

Bu nedenle, Müslüman alimlere, cami imamlarına, medya kuruluşlarına, gazetecilere, etkili şahsiyetlere ve bu katliamı sona erdirmeyi ve Filistin topraklarının tamamının kurtuluşuna tanık olmayı samimiyetle arzu eden her Müslümana çağrıda bulunuyoruz: Ordulara Gazze halkını savunmak için derhal harekete geçmeleri, ülkelerimizdeki bu hain liderleri ortadan kaldırmaları ve enkazları üzerinde Sevgili Peygamberimiz SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in tanımladığı gibi ümmetin kalkanı ve koruyucusu olan Hilafeti kurmaları yönünde baskı yapın.

إِنَّمَا الْإِمَامُ جُنَّةٌ يُقَاتَلُ مِنْ وَرَائِهِ وَيُتَّقَى بِهِ “İmam ancak bir kalkandır. Arkasında savaşılır ve onunla korunulur.”

Müslüman ordularına da diyoruz ki: Filistin’deki halkınız katledilirken gölgede kalmaktan utanmıyor musunuz? Askerî onurunuz nerede? Müslümanları, topraklarını ve dinlerini savunmayacaksanız bu silahların ne anlamı var?! Rabbinizin şu sözü sizi korkutmuyor mu?

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ مَا لَكُمْ إِذَا قِيلَ لَكُمُ انفِرُواْ فِي سَبِيلِ اللهِ اثَّاقَلْتُمْ إِلَى الأَرْضِ أَرَضِيتُم بِالْحَيَاةِ الدُّنْيَا مِنَ الآخِرَةِ فَمَا مَتَاعُ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا فِي الآخِرَةِ إِلاَّ قَلِيلٌ“Ey iman edenler! Ne oldunuz ki, size “Allah yolunda sefere çıkın” denilince, yere çakılıp kaldınız. Yoksa ahiretten vazgeçip dünya hayatını mı seçtiniz? Oysa ahirete göre dünya hayatının yararı, pek az bir şeydir.” [Tevbe 38] Geride ne bırakacaksınız? Tarih sizi nasıl hatırlayacak? Acaba Mescid-i Aksa’dan ve mübarek Filistin’den vazgeçen, Müslümanları yalnız bırakan biri olarak mı, yoksa Mescid-i Aksa’yı özgürleştiren, Müslümanların güvenlik ve emniyetini sağlayan biri olarak mı hatırlanacaksınız? Bu nedenle bu despot yöneticilere arka çıkmayı bırakın ve Nübüvvet metodu üzere Raşidi Hilafeti kurmak için günümüzün Ensar’ı olun ki hem bu dünyada izzete hem de ahirette büyük bir sevaba nail olasınız.

Devamını oku...

Gazze’nin Hakkı, Yalnızca Bir Günlük Öfkeyle Geçiştirilemeyecek Kadar Büyüktür

  • Kategori Filistin
  •   |  

Ey dünyanın dört bir köşesindeki Müslümanlar! Sokaklara dökülmeniz, yürüyüşler düzenlemeniz, grev ve sivil itaatsizlik çağrıları yapmanız, Gazze’yi ve çektiği acıları unutmadığınızı, bu vahşet tablosuna alışmadığınızı, düşmanın daha da azgınlaşması karşısında hayatınıza normal bir şekilde devam etmeyi kabul etmediğinizi gösteriyor. Ayrıca bu eylemleriniz, yöneticilerin ihanetten suç ortaklığına varan tutumlarını da asla onaylamadığınızı ortaya koyuyor. Ama ne acıdır ki Gazze, hemen yanı başındaki kardeşlerinin gözleri önünde, nefes almayı imkânsız kılan bir kuşatma ile her an can alan korkunç bir katliamın pençesinde sıkışıp kalmış durumda.

Ey sokaklara çıkıp öfkelerini haykıran Müslümanlar! Gazze’nin sizin üzerinizdeki hakkı, yalnızca bir gün yürüyüş yapmaktan veya grev düzenlemekten çok daha büyüktür. Gazze’nin sizin üzerinizdeki hakkı, yalnızca saldırıları kınamak ve saldırıları durdurmak için çağrıda bulunmaktan çok daha derindir. Gazze’nin sizin üzerinizdeki hakkı, ablukanın kaldırılmasını, içeriye yiyecek, ilaç ve kefen sokulmasını talep etmekten bile daha büyüktür. Gazze halkının sizin üzerinizdeki hakkı, düşmanlarını başlarından defetmeniz, onlara uzanan şer ellerini kesip atmanız, İslam ülkelerinden geçen ölüm koridorlarını ve ikmal hatlarını kesmenizdir! Allah’ın sizden razı olacağı Gazze’nin hakkı, askerlerinizi samimi mücahitler gibi kurtuluşa doğru seferber etmenizdir! Şüphesiz Gazze’nin sizin üzerinizdeki hakkı, kışlaların şahlanıp boşaldığını, askerlerin yüzlerini Mescid-i Aksa yönüne çevirdiklerini, Allah’ın adını anarak düşman kalelerini -Mescidi Aksa kurtuluncaya kadar- top ve uçaklarıyla dövdüklerini görene dek durmamanızdır!

Gazze halkının sizin üzerinizdeki hakkı, Gazze’deki kardeşlerinizin öldürülmesine yardım eden, Yahudilerin Şam ve Yemen topraklarına hava saldırısı düzenlemesi için hava sahalarını açan hain ve işbirlikçi rejimleri devirmeden geri dönmemenizdir. Zira size korku ve açlık yaşatan, topraklarınızı düşmanlarınıza peşkeş çeken, dininizle de dünyanızla da savaşan bu suçlu yöneticiler, orduları Allah yolunda cihattan alıkoydular, kardeşlerinin yardımına koşmalarına ve ilk kıblelerini kurtarmalarına mâni oldular.

Gazze’nin sizin üzerinizdeki hakkı, Filistin sorunu için kurtuluş dışında hiçbir çözümü kabul etmemeniz, hain işbirlikçi yöneticilerin tüm ihanet dolu girişim ve önerilerini reddetmeniz, Allah yolunda cihada ve gazaba uğramış olanların varlığını kökünden söküp atacak gerçek bir zafere çağrıda bulunmanızdır. Gazze, İslam ümmetinin askerlerinin tekbirlerle Mescid-i Aksa’nın avlusuna girmesi için size sesleniyor. Ancak bu şekilde Gazze’nin kanından temizlenebilirsiniz. Eğer böyle yaparsanız, Allah’ın zaferini nasip ettiği askerlerden olursunuz. Allah Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurdu:

فَلْيُقَاتِلْ فِي سَبِيلِ اللهِ الَّذِينَ يَشْرُونَ الْحَيَاةَ الدُّنْيَا بِالْآخِرَةِ وَمَنْ يُقَاتِلْ فِي سَبِيلِ اللهِ فَيُقْتَلْ أَوْ يَغْلِبْ فَسَوْفَ نُؤْتِيهِ أَجْراً عَظِيماً (74) وَمَا لَكُمْ لَا تُقَاتِلُونَ فِي سَبِيلِ اللهِ وَالْمُسْتَضْعَفِينَ مِنَ الرِّجَالِ وَالنِّسَاءِ وَالْوِلْدَانِ الَّذِينَ يَقُولُونَ رَبَّنَا أَخْرِجْنَا مِنْ هَذِهِ الْقَرْيَةِ الظَّالِمِ أَهْلُهَا وَاجْعَلْ لَنَا مِنْ لَدُنْكَ وَلِيّاً وَاجْعَلْ لَنَا مِنْ لَدُنْكَ نَصِيراً (75) الَّذِينَ آمَنُوا يُقَاتِلُونَ فِي سَبِيلِ اللهِ وَالَّذِينَ كَفَرُوا يُقَاتِلُونَ فِي سَبِيلِ الطَّاغُوتِ فَقَاتِلُوا أَوْلِيَاءَ الشَّيْطَانِ إِنَّ كَيْدَ الشَّيْطَانِ كَانَ ضَعِيفاً  “O hâlde, dünya hayatını ahiret hayatı karşılığında satanlar, Allah yolunda savaşsınlar. Kim Allah yolunda savaşır da öldürülür veya galip gelirse, biz ona büyük bir mükâfat vereceğiz. Size ne oluyor da, Allah yolunda ve “Ey Rabbimiz! Bizleri halkı zalim olan şu memleketten çıkar, katından bize bir dost ver, bize katından bir yardımcı ver” diye yalvarıp duran zayıf ve zavallı erkekler, kadınlar ve çocukların uğrunda savaşa çıkmıyorsunuz? İman edenler, Allah yolunda savaşırlar. İnkâr edenler de tâğût yolunda savaşırlar. O hâlde, siz şeytanın dostlarına karşı savaşın. Şüphesiz şeytanın hilesi zayıftır.” [Nisa 74-76]

Devamını oku...

Değişim İçin Doğru Bir Fikir, Samimi ve Bilinçli Bir Liderlik Gerekir!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Değişim İçin Doğru Bir Fikir, Samimi ve Bilinçli Bir Liderlik Gerekir!

Haber:

Müslüman ülkelerde ve dünyanın diğer bazı ülkelerinde, Yahudi varlığının Gazze'de işlediği suçları reddettiklerini ve protesto ettiklerini ifade eden kitlesel gösteriler ve yürüyüşler düzenlenmektedir.

Yorum:

Çeşitli Müslüman ülkelerdeki İslam ümmeti kitlesel gösteriler ve yürüyüşler için harekete geçerek, Gazze'de Yahudi varlığının işlediği, insanlık adına utanç verici olan ve dünyanın diğer ülkelerinde birçok insanı harekete geçiren suçlara karşı protestosunu ve öfkesini dile getirdi;ancak işgalci, gaspçı ve suçlu Yahudi varlığına, şu nitelendirmeye uygun düşmektedir: لَا يَرْقُبُونَ فِي مُؤْمِنٍ إِلّاً وَلَا ذِمَّةًBir mümin hakkında ne ahit tanırlar ne de antlaşma.” [Tevbe 10]Dolayısıyla Yahudi varlığı, kendisini ortadan kaldıracak güçlü bir caydırıcı unsur ve büyük bir ordu görmedikçe suçlarını durdurmayacaktır demektir.Müslüman ülkelerin başındaki yöneticiler ise hayalarını kaybetmelerinin yanı sıra doğal hislerini kaybettikleri gibi fikrî hislerini de kaybetmişlerdir; bu yüzden onlardan hiçbiri kılını dahi kıpırdatmıyor, Yahudi varlığının suçları hakkında hiçbir şey yapmıyor ve belki yıldırım hislerini geri getirir veya onları köklerinden söküp atar diye Ad ve Semûd’un yıldırımı gibi bir yıldırım bekliyorlar; işte o zaman ümmet otoritesini yeniden elde edecek, ümmetin orduları da Yahudi varlığını yok edip ezmek ve onun arkasındakilere de Şeytan'ın vesveselerini dahi unutturacak dersler vermek için harekete geçecektir!

Ancak ey Müslümanlar, bu gösteri ve yürüyüşler, bir duruşun, görüşün ya da fikrin ifadesi olması açısından kendi gerçekliğini ve rolünü aşmamaktadır; aynı zamanda bunlar,tek başına gerçek değişime giden bir yol olmadığı gibi aynı şekilde hedefinden saptırılmaya da açıktır.Nitekim sizler bunu, Arap Baharı gösterilerinde gördüğünüz gibi kafir Batı'nın, yöneticiler ve onların güvenlik aygıtları arasındaki ajanları aracılığıyla bu gösterilerin dalgalarına nasıl bindiğini, onları (gösterileri) içeriklerinden yoksun bıraktığını ve gayesinden nasıl saptırdığını da gördünüz.

Bu yüzden Ey Müslümanlar; bu gösteri ve yürüyüşlerin sadece reddetme ve protesto ifadeleriyle sınırlı kalması caiz değildir; aksine yöneticilerden ve ordulardan, Yahudi varlığını kökünden söküp atmalarını istemek gibi daha yüce ve daha büyük bir gayenin olması gerekir ki Müslüman ordular bunu yapmaya muktedirdir.Eğer yöneticiler bunu yapmayı reddederlerse, çözüm, onları kökünden söküp atmak ve Allah'ın indirdikleriyle yönetecek, ümmeti savunmak ve ümmetin evlatlarından zayıf olanlara yardım etmek için orduları harekete geçirecek bir yönetici nasbetmektir.Ey Müslümanlar; bu ise ancak Allah'a, Rasulü'ne ve müminlere sadık bir liderlikle, meydana gelen olayların ve ümmete yönelik komploların bilincinde olan bir liderlikle, satılması ve satın alınması zor olan bir liderlikle ve Allahu Teala'nın rızası ve ümmetin izzet ve onurunun gerçekleşmesi yolunda kendini feda etmeye hazır bir liderlikle gerçekleşebilir; işte o zaman gösteri ve yürüyüşler, üstüne binilmesi ve gayesinden saptırılması zor olan ve istenilen hedef gerçekleşinceye kadar da son bulmayan eylemler haline gelecektir.

İşte bu liderlik ey Müslümanlar, halkına asla yalan söylemeyen bir lider olan Hizb-ut Tahrir'de mevcuttur;zira Hizb-ut Tahrir, kendisini ümmetin kalkınması ve Nübüvvet Minhacı üzere Hilafetin kurulması için çalışmaya adadığı gibi o, Allah'a, Rasulü’ne ve müminlere sadık bir liderlik olmasının yanı sıra taviz vermeyen, ödün vermeyen ve uzlaşmayan ve zafer ya da şehadete kadar asla yorulmak bilmeyen bilinçli bir liderliktir.Ey Müslümanlar, bu liderliğe bağlı kalın, onu destekleyin ve onun hiçbir alternatifine de razı olmayın.

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا إِنْ تَنْصُرُوا اللهَ يَنْصُرْكُمْ وَيُثَبِّتْ أَقْدَامَكُمْ
Ey iman edenler! Eğer siz Allah’a (Allah’ın dinine) yardım ederseniz O da size yardım eder, ayaklarınızı sabit kılar.” [Muhammed 7]

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Halife Muhammed – Ürdün

Devamını oku...

Lübnan'daki İç Savaşın Yıldönümü ve Köklü Çözüm!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Lübnan'daki İç Savaşın Yıldönümü ve Köklü Çözüm!

Haber:

Lübnan'da iç savaşın başlamasının (13 Nisan 1975) ellinci yıldönümü.

Yorum:

1975 yılında Lübnan'da yaşanan ve on beş yıl süren iç savaşta, birçok sebepten dolayı herkes birbiriyle savaştı ama bunlardan en önemlisi Müslümanların zulüm ve aldatmaya uğradıklarını hissetmeleri ve yönetimden dışlanmalarıydı; Amerika ise Lübnan'da yönetimi tümüyle ele geçirmek ve Fransa ve Avrupa'nın Lübnan'daki nüfuzunun yanı sıra aynı şekilde dağılmış Sovyetler Birliği'nin desteğiyle o dönemde güçlü olan komünist dalgayı da uzaklaştırmak istiyordu.

Herkes, kurbanlar, paralar ve insanlar arasındaki nefret gibi bu kirli savaşın maliyetinin yanı sıra sahiplerinin bugüne kadar taşıdıkları yaraları, sakatlıkları ve şekil bozukluklarını ve bunlara eşlik eden tedavisi kolay olmayan bütün psikolojik rahatsızlıkları hiç önemsemeksizin diğer tarafı zayıflatmak için savaşı körüklemek üzere taifeleri, dinleri, mezhepleri ve hizipleri istismar ediyor.

Bugün Lübnan'ın yöneticileri ve bazı partileri karşımıza çıkmış bize, “iç savaşın tekrarlanmaması için istifade etmemiz gereken” dersler veriyorlar ki bunların en önemlisi; söyledikleri gibi gerçek vatandaşlık ve devlete aidiyettir.

Bizler, Lübnan'daki Müslüman ve gayrimüslim herkese, ne pahasına olursa olsun sizleri sözde ve eylemde dürüstlüğe alıştıran bir partinin diliyle, iç savaştan kaçınmak için aşağıdaki hususları söylüyoruz:

1- Fransa ve İngiltere arasındaki anlaşmayla kurulan ve Şam'dan koparılan Lübnan varlığı, hastalığın köküdür; bu nedenle çözüm, onu aslına ve halkının rızasına geri döndürmektir.

2- Sömürgeci ülkeler, şu veya bu taifeyi koruma bahanesiyle taifeleri ve mezhepleri kendi nüfuz ve çıkarları için istismar etmişlerdir, çünkü onlar için önemli olan çıkarlarının gerçekleşmesi olup ister Müslüman ister gayrimüslim olsun insanlar arasında dökülen kan onların umurlarında değildir.

Tüm bunlara yönelik gerçek çözüm, sadece bu ülkelerin, özellikle de Amerika'nın elini koparmak ve ülkenin kapılarını, Amerika'nın onlara talimat vermek için gönderdiği her politikacı veya küçük bir çalışanla ilgili davranışlarından gözlemlediğimiz gibi sanki ülkenin efendileriymiş gibi onlara açmamaktır!

Köklü çözüm, Sykes-Picot Anlaşması ile belirlenen sınırlar ve Lübnan'ın diğer İslam beldelerinden koparılması değildir, bilakis Lübnan'ın, Nübüvvet Minhacı üzere İkinci Raşidi Hilafet Devleti'nin gölgesinde onlara geri iade edilmesi olmalıdır; işte sadece o zaman Lübnan halkı ve Hilafetin tüm tebaası barış ve güvenliğin tadını çıkaracak ve sadece o zaman Müslüman ülkelerde iç savaş olmayacaktır Ey Lübnan yöneticileri; peki aklınızı başınıza alacak mısınız?!

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Dr. Muhammed Cabir - Lübnan

Devamını oku...

Vakıacılık ve Ümmet Üzerindeki Tehlikesi!

  • Kategori Makaleler
  •   |  

Vakıacılık ve Ümmet Üzerindeki Tehlikesi!

Vakıacılık (gerçeklik), değişim ve ümmetin kalkınması sürecindeki en tehlikeli mefhumlardan biridir. Zira vakıacılık, hedef ve gayeleri belirlemek için bir temel olarak vakıadan, belirleyicilerden ve olasılıklardan yola çıkmak anlamına gelmektedir; yani insanın, bir değişim gerçekleştirmeye çalışırken arabayı atın önüne koşmasıdır. Dolayısıyla hedefini, kanaatlerine, sabitelerine ve inançlarına göre belirlemek, sonra vakıaya/gerçekliğe meydan okumak ve zorlukların üstesinden gelmek için hareket etmek yerine, olasılıklardan, gerçeklikten ve zorluklardan yola çıkarak gayelerini ve hedeflerini bunlara göre belirler.

Meselenin ilk bakışta akılcı-rasyonel ve pratik görüldüğü doğrudur; ancak daha yakından incelendiğinde, bunun gerçek veya köklü bir değişim için uyuşturucu ve cesaret kırıcı bir reçeteden ibaret olduğunu ve sahibinin de sonunda vakıayla özdeşleştiğini ve zamana ayak uydurduğunu fark ederiz.

Gelin benimle birlikte Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in Kureyş ve amcası Ebu Talib ile olan şu kıssasını düşünün:

İbn İshak Rahımehullah şöyle dedi: Kureyş Ebu Talib’e şöyle dedi: “Ey Ebu Talib! Sen aramızda yaşça, şeref ve mevkice bizden ileridesin! Biz senden kardeşinin oğlunu bizimle uğraşmaktan men etmeni istemiştik. Sen onu bizimle uğraşmaktan men etmedin! Biz, Vallahi, artık onun atalarımıza dil uzatmasına, akıllarımızla alay etmesine, ilahlarımızı yermesine katlanamayacağız! Sen, ya onu bizimle uğraşmaktan vazgeçirirsin ya da iki taraftan birisi yok oluncaya kadar, onunla da, seninle de çarpışırız!” (Kureyş Ebu Talib’e) söyleyeceklerini söyleyince, Ebu Talib Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem’e (adam) gönderip yanına getirtti ve ona şöyle dedi: “Ey kardeşimin oğlu! Kavminin ileri gelenleri bana geldiler. Şöyle şöyle söylediler. Yani kendisine onun için söylediklerini söyledi; (yani senden, bana şikayetlendiler, senden dolayı beni çok üzdüler. Atalarına dil uzatmak, ilahlarını yermek gibi, onların hoşlanmayacakları şeylerden vazgeç dedi) Hem bana, hem kendine acı! Bana güç yetiremeyeceğim, altından kalkamayacağım bir işi yükleme!” Nitekim Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem amcasının bu sözlerinden, fikir değiştirdiğini, artık yanın­da dikilip kendisine yardım etmekten âciz kaldığını, desteklemeyi bırakacağını ve kendisini (müşriklere) teslim edeceğini sandı. Bunun üzerine Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle dedi: يَا عَمَّاهُ، وَاللهِ لَوْ وَضَعُوا الشَّمْسَ فِي يَمِينِي وَالْقَمَرَ فِي شِمَالِي عَلَى أَنْ أَتْرُكَ هَذَا الْأَمْرَ حَتَّى يُظْهِرَهُ اللهُ أَوْ أَهْلِكَ فِيهِ مَا تَرَكْتُهُEy Amcam! Vallahi bu davayı terk etmek şartıyla sağ elime güneşi ve sol elime ayı koysalar da onu terk etmem. Ya Allah onu hâkim kılar ya da onun uğrunda helak olurum.” Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem üzüldü, ağladı, sonra ayağa kalkıp dönüp giderken Ebu Talib ona seslendi ve şöyle dedi: “Gel ey kardeşimin oğlu!” Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem dönüp gelince ona şöyle dedi: “Ey kardeşimin oğlu! Git, istediğini söyle! Vallahi, ben seni hiçbir zaman onlara teslim edici değilim!”

Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in şu kavline bir bakın: يَا عَمَّاهُ، وَاللهِ لَوْ وَضَعُوا الشَّمْسَ فِي يَمِينِي وَالْقَمَرَ فِي شِمَالِي عَلَى أَنْ أَتْرُكَ هَذَا الْأَمْرَ حَتَّى يُظْهِرَهُ اللهُ أَوْ أَهْلِكَ فِيهِ مَا تَرَكْتُهُEy Amcam! Vallahi bu davayı terk etmek şartıyla sağ elime güneşi ve sol elime ayı koysalar da onu terk etmem. Ya Allah onu hâkim kılar ya da onun uğrunda helak olurum.” Zira Sallallahu Aleyhi ve Sellem imkansızlıklardan bahsetti; yani Kureyşliler onun sağ eline güneşi, sol eline de ayı koyabilselerdi, hatta bu imkansızlıkları bile yapabilselerdi, bu onu değişime yönelik çabasından alıkoyamayacak ve yaşadığı sürece onu hedefini terk etmeye sevk etmeyecekti.İşte bu tutum, vakıacı düşünceyi yerle bir etmektedir.

Ayrıca tiranların, Batı'nın ve sömürgecinin, fasit vakıayı çok kolay bir şekilde İslam'a uyacak şekilde değiştirmemize izin vermesi de düşünülemez;çünkü bu onların sonu ve yok oluşu anlamına gelmekte olup onlar için varoluşsal bir tehdittir.Bu yüzden bunu engellemek için zorbalık yapmaları, seferber olmaları ve ellerinden gelen her şeyi yapmaları gayet doğaldır.Dolayısıyla şayet buna mukabil vakıaya, zorluklara ve sıkıntılara meydan okuyacak güçlü, kuvvetli, kararlı ve irade sahibi adamlar bulamazlarsa, değişim bir ışık göremeyecektir.

Kâfirun Suresi'nin nüzul sebebi ile bitiriyorum: قُلْ يَا أَيُّهَا الْكَافِرُونَ... “De ki ey kâfirler…” [Kâfirun 1] Zira bu sure, vakıayı reddetme ya da kabul etme konusunda örnek teşkil eden bir modeli temsil etmektedir.Kureyş’in önde gelenlerinden bir grup gelerek şöyle söylemişlerdir: “Ey Muhammed! Bir yıl biz senin ilahına tapalım, bir yıl da sen bizim ilahımıza tap; eğer senin bildirdiklerin bizim inandığımızdan daha doğru ise ondan biz de istifade etmiş oluruz; bizim taptığımız senin taptığından hayırlı ise bu takdirde sen ondan faydalanmış olursun.” Bunun üzerine Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle dedi: “Kendisine şirk koşmaktan Allah’a sığınırım.” Sonra Allahu Teala’nın şu kavli nazil oldu: قُلْ يَا أَيُّهَا الْكَافِرُونَ... “De ki ey kâfirler…” [Kâfirun 1] Sonra Allah'ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem Kureyş’in ile gelenlerinin olduğu Mescid-i Haram'a gitti ve sureyi bitirinceye kadar onlara okudu; işte o zaman ondan ümitlerini kestiler.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Müh. Bahir Salih

Devamını oku...

Müslümanlar Tek Bir Ümmettir ve İslam, Onlara Gazze Halkına Yardım Etmelerini Farz Kılar, Ancak Yöneticilerimiz, Orduları Seferber Etme Gevşekliklerini Ulusal Kimlik Söylemleriyle Örtmeye Çalışıyorlar

Suçlu Yahudi varlığının, Gazze ve Batı Şeria’da gerçekleştirdiği korkunç ve acımasız soykırım savaşı, başta Amerika olmak üzere uluslararası toplumun desteği ve özellikle Filistin’e komşu ülkelerdeki yöneticilerin gizli işbirliğiyle hız kesmeden devam ediyor. Bu zulüm karşısında öfkesi kabaran halklar, düzenledikleri gösteri ve yürüyüşlerle ümmetin ordularına Gazze’deki kardeşlerine yardım etmesi için çağrıda bulunuyorlar. Halkın haklı taleplerine kulak tıkayan rejimler, bu yükselen seslerin tehlikesini iliklerine kadar hissediyorlar. İfade özgürlüğü edebiyatı yaptıkları halde öfkesi kabaran halkı baskılarla, tutuklamalarla ve mahkemelerle susturmaya çalışıyorlar. Resmi beceriksizliği eleştiren birkaç cılız sesi alıp medyada şişirdiler, güya ulusal kimliğe saldırılıyormuş gibi bir algı yaratarak duygusal manipülasyona başvurdular. Böylece tek bir Müslüman halkın farklı gruplarını birbirine düşürmeyi ve dikkatleri Yahudi varlığı ile onu destekleyen Amerika gibi barbar düşmanlardan başka yöne çekmeyi amaçladılar.

Ürdün Başbakanı, Meclis Başkanı ve Senato üyeleriyle birlikte rejim yanlısı bir grup yazar ve din âlimi, ulusal kimlik, ulusal kurumlar ve onurlu görevlerine yönelik eleştiriler hakkında açıklamalar yaptılar. Örneğin Başbakan, “Ulusal politikalarımız ve hedeflerimiz dışında kalan plan ve kararların pazarlanmasına ya da devletin belirlediği yüksek çıkarlarımızdan ödün verilmesine asla müsamaha göstermeyeceğiz.” dedi. Meclis Başkanı da ‘Ordunun sembolizmine dokunulmasına asla izin vermeyeceğiz.’ ifadelerini kullandı. Bunlar, Ürdün’deki sorunlu ve istikrarsız siyasi rejimin, Yahudi varlığı ve Amerika ile yaptığı işbirliğini ifşa eden söylemleri bastırma girişiminden başka bir şey değildir. Zira Allah’ın orduların seferber edilmesi emrini yerine getirememenin acısı ve vicdan azabıyla kıvranan ümmet, yöneticilerden sınırların Allah yolunda cihat için açılmasını talep etmektedir. Meclis Başkanı aslında korkak Yahudilerle savaşmaktan alıkoyduğu ordunun arkasına sığınıyor ve ordunun duygularını ustaca manipüle ediyor. Oysa Ürdün halkı, ordusuna, onun savaş yeteneklerine ve Müslüman topraklarını savunma, Filistin’deki kardeşlerine yardım etme konusundaki kararlılığına güvenmektedir. Bu yüzden sürekli olarak ordunun gayretlerini bilemeye çalışmakta, Gazze ile Filistin halkına yardım için harekete geçmesi yönünde çağrılar yapmaktadır.

Ürdün rejimi, siyasi tarihinde Vadi Araba Anlaşması ile İsrail’i tanıma, onunla savaşmama, doğu sınırlarını koruma misyon ve görevini üstlenmiştir. Gazze’ye karşı yürütülen savaş boyunca bile Yahudi varlığıyla ekonomik ve güvenlik anlaşmaları hız kesmeden sürdürülmüştür. Diğer yandan Ürdün rejimi, Amerika ile işbirliğini, askeri, ekonomik ve güvenlik alanlarındaki bağımlılığını, ülkenin ulusal güvenliğinin ve özellikle varoluşsal güvenliğinin temel taşı olarak görmektedir. Özetle Ürdün, Amerika’nın politik talepleri (Filistinlilerin zorunlu göçü, Batı Şeria’nın ilhakı ve Gazze’nin yıkımı) ile Gazze’de olup bitenlere sessiz kalma ve sadece sembolik yardımlarla yetinme arasında sıkışmış durumda. ABD’nin yıllık yardımları ve kalkınma desteğini kesme tehdidiyle karşı karşıya. Diğer taraftan da Ürdün halkının Gazze’ye yardım için orduların harekete geçirilmesi, Amerikan üslerinin kapatılması ve Yahudi varlığı ile yapılan anlaşmaların feshedilmesi yönündeki eleştirileri ve taleplerinin baskısı altında bulunmaktadır. Ancak her zaman Yahudi varlığı ve Ürdün’ün varoluşsal yapısını sarsan Amerika’nın siyasi taleplerinin yanında yer almayı tercih etmektedir.

Ürdün’deki mevcut siyasi çizgiyi savunan ‘realist’ söylemler, kökleri İngiliz mandasına dayanan ve günümüzde ABD hegemonyasıyla devam eden bir teslimiyet geleneğinin ürünüdür. Bu zihniyet, Batı sömürgeciliğinin bölgedeki uzantısıdır. Gerçekliği temel alarak hedefler belirlemeye çalışanlar, eninde sonunda mevcut duruma uyum sağlayıp zamanın rüzgarına kapılmaktan kurtulamazlar. Unutmayalım ki, yöneticilerin Yahudilere olan bağlılığına ortak olanlar, ümmetin öfkesinden asla kurtulamayacaklardır. Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in bugün imkânsız gibi görülen ölçütlerden hareketle bir yol çizdiğini unutmamalıyız. Nitekim Rasûl SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur:

يا عَمُّ، واللهِ لَوْ وَضَعُوا الشَّمْسَ في يَمِينِي، والقَمَرَ في يَسَارِي عَلَى أَنْ أَتْرُكَ هَذَا الأَمْرَ حَتَّى يُظْهِرَهُ اللهُ أَوْ أَهْلِكَ فِيهِ، ما تَرَكْتُهُ “Ey amca! Allah’a yemin ederim ki güneşi sağ elime, ayı da sol elime verseler yine de bu davadan vazgeçmem, Ya Allah bu dini hâkim kılar ya da ben bu yolda yok olur giderim.”

Ey Ürdün halkı! Ey Müslümanlar! Medya ve hükümetin, ‘Ürdün’ün çıkarları’ ve ‘ulusal hedeflerimiz’ gibi parlak ama aldatıcı başlıklar altında yaptığı çağrılar, ancak İslam’ın tüm hükümlerini uygulayan ilahî bir İslamî sisteme uygun olması halinde samimi olabilir. Aksi halde İslam’ı yönetimden dışlayan ve hayatımızda hiçbir söz sahibi olmasını istemeyen laik bir anlayışla yapılan çağrılar gerçekçi olamaz. Bunun en çarpıcı örneği, yakın zamanda Ürdün Kadın İşleri Ulusal Komitesi Kanunu tasarısına ‘İslam Şeriatı hükümlerine uygun olarak’ ibaresinin eklenmesi önerisinin Ürdün Parlamentosu tarafından reddedilmesi gösterilebilir. Bu ibarenin eklenmesi şeriatın tam olarak uygulanacağı anlamına gelmediği halde yine de eklenmesi kabul edilmemiştir. Bu nedenle, sosyal medya ve medyada size tehditler savuran, yöneticilerin ağzıyla konuşan o çok sayıdaki yanıltıcı ve umut kırıcı sözde vaizlere aldanmayın. Çünkü yöneticilerin yalakaları olan bu kişiler, içinde bulundukları durumdan tamamen kopukturlar.

إِنَّمَا ذَٰلِكُمُ الشَّيْطَانُ يُخَوِّفُ أَوْلِيَاءَهُ فَلَا تَخَافُوهُمْ وَخَافُونِ إِن كُنتُم مُّؤْمِنِينَ“İşte o şeytan, ancak kendi dostlarını korkutur. Şu halde, eğer iman etmiş kimseler iseniz onlardan korkmayın, benden korkun.” [Ali İmran 175]

Ey Ürdün Müslümanları! Kötülükler ancak farz olan görevlerin yerine getirilmesiyle engellenebilir, bu görevlerin askıya alınmasıyla değil. Allah yolunda cihat, şehitler ve fedakârlıklar gerektirse bile, saldırıları püskürtmenin ve başta Mescid-i Aksa, Kudüs ve tüm Filistin olmak üzere Müslümanların işgal altındaki topraklarını kurtarmanın yegâne yoludur. Statükoya teslimiyet ve boyun eğiş, başta Hilafet Devletinin yokluğu olmak üzere İslam ümmetinin başına sayısız felaket ve musibetler getirmiştir.

Kalplerimizde doğru imanı yeşertmek, yalnızca Allah’ın hakemliğini talep etmek, Yüce Allah’a beşerî hükümler ve parlamenter yasaları ortak koşmamak, Allah’ın kudretine iman etmek, O’ndan başkasını dost (veli) edinmemek ve günümüz Yahudileriyle savaşmanın ve bu savaşa hazırlanmanın zafer ve egemenliğe giden tek yol olduğuna ikna olmak biz Müslümanlar için kaçınılmazdır.

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا مَا لَكُمْ إِذَا قِيلَ لَكُمُ انْفِرُوا فِي سَبِيلِ اللَّهِ اثَّاقَلْتُمْ إِلَى الْأَرْضِ أَرَضِيتُمْ بِالْحَيَاةِ الدُّنْيَا مِنَ الْآخِرَةِ فَمَا مَتَاعُ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا فِي الْآخِرَةِ إِلَّا قَلِيلٌ * إِلَّا تَنْفِرُوا يُعَذِّبْكُمْ عَذَاباً أَلِيماً وَيَسْتَبْدِلْ قَوْماً غَيْرَكُمْ وَلَا تَضُرُّوهُ شَيْئاً وَاللَّهُ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ“Ey iman edenler! Ne oldunuz ki, size “Allah yolunda sefere çıkın” denilince, yere çakılıp kaldınız. Yoksa ahiretten vazgeçip dünya hayatını mı seçtiniz? Oysa ahirete göre dünya hayatının yararı, pek az bir şeydir. Eğer Allah, yolunda sefere çıkmazsanız, sizi elem dolu bir azap ile cezalandırır ve yerinize sizden başka bir toplum getirir. Siz ise O’na hiçbir zarar veremezsiniz. Allah, her şeye hakkıyla gücü yetendir.” [Tevbe 38-39]

Devamını oku...

Trablusşam’da, Gazze’ye Destek Olmak ve Ordulara Gazze’ye Yardım Çağrısı Yapmak İçin “Ey Ümmetin Orduları! Gazze’nin Kanı Bizim Kanımızdır” Sloganıyla Bir Yürüyüş Düzenlendi

Hizb-ut Tahrir / Lübnan Vilayeti’nin çağrısı üzerine, Trablus ve banliyölerinden yüzlerce aktivist, “Ey Ümmetin Orduları! Gazze’nin Kanı Bizim Kanımızdır” başlıklı yürüyüşe katıldı. Yürüyüş, 11 Nisan 2025 Cuma günü cuma namazından sonra Büyük Mansurî Camii’nden başladı. Yürüyüş Trablus sokaklarında ilerledi. Katılımcılar, Müslüman ordularına yardım çağrısı yapan pankartların yanı sıra İslami bayraklar taşıdılar. Ayrıca Gazze’yi ablukaya alan ve Yahudi varlığına destek veren zalim yöneticilerin devrilmesi yönünde sloganlar attılar.

Yürüyüş, en Nur meydanında yapılan bir basın açıklamasıyla sona erdi. Hizb-ut Tahrir / Lübnan Vilayeti’nden Şeyh Ahmed es-Sufi, burada yaptığı konuşmada, Gazze’de dökülen kanların birincil sorumluluğunun Müslüman ülkelerin yöneticilerinde olduğunu vurguladı. Yöneticilerin ihanetlerinin ve işbirlikçiliklerinin açıkça ortaya çıktığını, onlardan medet ummanın beyhude olmadığını ifade etti. İkincil sorumluluğun ise, elinde silah ve asker bulunduran Müslüman ordularının komutanlarında olduğunu belirtti. Onlara, Ömer b. Hattab’ın, Sa’d b. Muaz’ın ve Es’ad b. Zurare’nin ümmeti desteklediği gibi ümmeti desteklemeleri için bir çağrıda bulundu. Mısırlı subay Halid el-İslambuli, Muhammed Salah ve Türk Tantaş gibi Müslüman ordularının kahramanlarından bahsetti. Filistin meselesinin yalnızca cihat yoluyla çözülebileceğini, müzakereler ya da normalleşme yoluyla bir çözümün mümkün olmadığını vurguladı. Yahudi varlığının yok edilmesinin Allah’ın bir vaadi olduğunu ve bu vaadin Allah’ın izniyle yakında gerçekleşeceğine inandığını söyledi.

Eylem, Gazze halkı ve tüm İslam ümmeti için yapılan bir dua ile son buldu.

Devamını oku...

Düşmanların İşlediği Suçlara Daha Ne Zamana Kadar Sessiz Kalacaksınız? Ey İslam Ümmeti! Çocuklarınıza Ne Zaman Yardım Edeceksiniz, Çağrılarına Ne Zaman Yanıt Vereceksiniz?

Birleşmiş Milletler Çocuklara Yardım Fonu (UNICEF), geçtiğimiz 18 Mart’ta Yahudi varlığının Gazze Şeridi’nde soykırım savaşını yeniden başlatmasından bu yana 322 çocuğun şehit olduğunu ve 609 çocuğun yaralandığını duyurdu. UNICEF, geçtiğimiz Salı günü yaptığı açıklamada, son on gün içinde çocuk ölümlerinin ve yaralanmalarının günlük ortalama 100’e ulaştığını belirtti. Açıklamada, bu sayılara, 23 Mart’ta Yahudi ordusunun Gazze’nin güneyinde yer alan Nasser Hastanesi’nin cerrahi bölümüne düzenlediği saldırıda ölen çocukların da dâhil olduğu belirtildi.

UNICEF’in raporlarına göre yaklaşık 18 aydır devam eden savaşta 15 binden fazla çocuk şehit oldu, 34 binden fazla çocuk yaralandı. Yaklaşık 1 milyon çocuk ise defalarca yerinden edildi ve temel hizmetlere erişim haklarından mahrum kaldı.

Ayrıca, 2 Mart’tan bu yana Gazze Şeridi’ne insani yardımların girişinin kesintisiz bir şekilde engellenmesi, Gazze halkının karşı karşıya olduğu insani krizi daha da derinleştirdi. Gıda, temiz su, barınma ve sağlık hizmetlerine erişimin olmaması, yetersiz beslenme oranlarının artmasına, hastalıkların yayılmasına ve çocuk ölümlerinin yükselmesine yol açacak.

Gazze’de yaşanan soykırım ve masum çocukların öldürülmesi artık kimse için sır değil. Tüm dünya, bu buluntu varlığın ve vahşi ordusunun Gazze halkına ne kadar acımasız davrandığına tanık oluyor. Büyük-küçük demeden Gazze halkına karşı akıl almaz bir zulüm uyguluyor. Hiçbir ayrım yapmadan her yöne ateş yağdıran bu caniler, karanlık emelleri uğruna tüm bir halkı yok etmeye ant içmiş durumda!

Ey İslam ümmeti! Gazze’de evlatlarınız ve çocuklarınız ne halde, görmüyor musunuz? Onların maruz kaldığı musibetlere şahit olduğunuz halde seyirci mi kalacaksınız? Onların feryatlarını, yardım çağrılarını duyduğunuz halde neden yanıt vermiyor musunuz? Allah’ın şu ayetinden habersiz misiniz?

وَإِنِ اسْتَنْصَرُوكُمْ فِي الدِّينِ فَعَلَيْكُمُ النَّصْرُ“Eğer onlar din hususunda sizden yardım isterlerse, yardım etmek üzerinize borçtur.” [Enfal 72] Onların çağrılarına cevap vermeleri için neden yöneticileri ve orduları teşvik etmiyorsunuz? Allah size, yöneticilerin üzerindeki zilleti ve aşağılanmayı kaldıracak, orduların acizlik ve korkaklığını giderecek, dini yüceltmek ve kardeşlerine yardım etmek için onların azimlerini bileyecek bir güç ve otorite vermiştir.

Ey İslam ümmeti! Gazze’deki çocuklar çadırlarında yanıp kül oluyor, kanları içinde can veriyor. Peki siz neredesiniz? Onları yüzüstü bıraktığınız için sizi Allah’a şikâyet ediyorlar. Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’e seslenip, sizin için şefaatçi olmamasını istiyorlar. Ey Muhammed’in ümmeti, buna nasıl rıza gösterebiliyorsunuz? Bu korkunç olay karşısında ürpermiyor musun? Onlara yapılan bu eziyet, bu kıyım, bu soykırım damarlarınızdaki asil kanı kaynatıp isyan etmenize, yöneticilerin tahtlarını sarsmanıza ve mazlum çocuklarınıza destek olmak için orduların harekete geçmesi yönünde çağrıda bulunmanıza yetmiyor mu?

Ey İslam ümmetinin âlimleri! Ey peygamberlerin varisleri! Bu katliamlara nasıl sessiz kalırsınız?! Akan bu kan selini nasıl durdurmazsınız? Çocukların ve kadınların şehit sayısına bir son vermek için neden sesinizi yükseltmiyorsunuz? Neden Yahudi varlığı yanlısı ve dostu işbirlikçi yöneticilerin devrilmesi çağrısında bulunmuyorsunuz ve neden cihat seferberliği ilan etmiyorsunuz? Yoksa ümmetteki farkındalığı artıran, yolunu aydınlatan ve ona kurtuluş yolunu gösteren sizler değil misiniz? İçinizde hiç mi kınayıcının kınamasından korkmayan, zorba yöneticinin baskısına boyun eğmeyen, Gazze’deki mazlum yavrulara yardım etmek için orduları harekete geçirmeye çağıran aklı başında bir adam yok?

Ey insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetin orduları! Bu zillete razı mı oldunuz? Aşağılanmayı kabul mü ettiniz? Çocuklarınızın ve kardeşlerinizin kanlarının dökülmesine razı mı oldunuz da onlara yardım etmek için bir adım dahi atmıyor, çağrılarına ve yardım isteklerine karşılık vermiyorsunuz? Yarın Rabbinizin huzuruna çıktığınızda ve Rabbiniz size niye kardeşlerinize yardım etmediniz diye sorduğunda O’na ne cevap vereceksiniz?

Ey İslam ümmeti! Ey İslam ümmetinin âlimleri! Ey İslam ümmetinin orduları! Biz, Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi Kadın Kolları olarak, size sesleniyoruz. Allah’a ve Rasûlüne olan sevginiz ve dininize olan bağlılığınız adına size çağrıda bulunuyoruz: Bu katliamları durdurmak için hemen harekete geçin. Bizi tek bir ümmet yapan ve bir uzvu rahatsızlandığında diğer tüm uzuvları da uykusuzluk ve ateşle etkilenen bir vücut haline getiren Tevhit kelimesi “Lâ ilâhe illallah Muhammedun Rasûlullah” hakkı için size yalvarıyoruz. Sakın gevşeklik göstermeyin, sakın vurdumduymazlık yapmayın, her nerede olursanız olun onların yardımına koşun. Allah için, O’nun dininin bayrağını en yükseklerde dalgalandırmak için yardım edin ki iki güzellikten birine, ya düşmanlara karşı zafer ya da şehadete erişesiniz. Andolsun ki bunda büyük bir kurtuluş vardır. Haydi, Peygamberiniz SallAllahu Aleyhi ve Sellem ve onunla birlikte olanların yolundan yürüyün, cihat edin, dininize ve din kardeşlerinize yardım edin!

لَكِنِ الرَّسُولُ وَالَّذِينَ آمَنُوا مَعَهُ جَاهَدُوا بِأَمْوَالِهِمْ وَأَنفُسِهِمْ وَأُولَئِكَ لَهُمُ الْخَيْرَاتُ وَأُولَئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ“Fakat Peygamber ve onunla beraber inananlar, mallarıyla, canlarıyla cihad ettiler. İşte bütün hayırlar onlarındır ve onlar kurtuluşa erenlerin kendileridir.” [Tevbe 88]

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER