Salı, 11 Cumade’s Sânî 1447 | 2025/12/02
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

Mısır Cumhurbaşkanının “Aydınlanmış Akım”, Akide ve Şeriatın Ötekileştirilmesi Hakkındaki Açıklamaları

Mısır son dönemde, ümmeti evcilleştirmeyi ve devlet gözetiminde dini söylemi yeniden kurgulamayı hedefleyen yeni bir resmi açıklamalar dalgasına sahne oldu. Bunların en dikkat çekeni, rejimin başındaki kişinin Harp Akademisi’nde Vakıflar Bakanlığı vaizleriyle yaptığı görüşmede söylediği sözlerdir. Burada yaptığı konuşmada, 1400 yıllık İslami mirasını “çer çöp ve çöküş (inhitat)” olarak niteledi ve Şeriat yerine “Rabbe” saygıdan dem vurarak, akideyi korumak yerine özgürlüğü koruyan “aydınlanmış bir akım” çağrısında bulundu. Bu sözler —taşıdığı anlamlar itibarıyla— sadece siyasi bir görüşten ibaret olmayıp, bizzat dinin üzerine kurulu olduğu temellere dokunmakta, şer’i tasavvura göre İslam’ın aslı ve devletin direği konumunda olan akide ve Şeriatın konumunu açıkça görmezden gelmektir.

İslam’a göre akide devletin temelidir. Hayat nizamı ondan doğar, hükümler ve kanunlar ona dayanır. Medine-i Münevvere’den başlamak üzere tarih boyunca İslam Devleti, hep bu ilke üzerine kurulmuştur. Devletin anayasasını beşerî hevalar veya milletlerin felsefeleri değil, bizzat Vahiy şekillendirmiştir.

Ümmetin asırlar boyu naklettiği mirası “çer çöp ve çöküş” olarak nitelemek; ümmetin ilimlerini inşa eden fakihlere, müçtehitlere, müfessirlere ve muhaddislere doğrudan bir saldırıdır. Bu aynı zamanda, Şeriatın nassları ve hükümleriyle korunduğu gerçeğini ve ümmetin geri kalmışlığının Şeriata bağlı kaldığında değil ancak onu terk ettiğinde söz konusu olduğu hakikatini görmezden gelmektir.

Aynı şekilde “Akideyi değil özgürlüğü koruma” çağrısı, şer’i mefhumlara yönelik bir darbedir. Zira Allah Subhânehu ve Teâlâ dinin korunmasını zaruratın (temel zorunlulukların) en başına koymuş, onu canın ve malın korunmasından önde tutmuştur. İslam’da özgürlük mutlak değildir; bilakis vahiy ile mukayyettir. Çünkü insan mükelleftir, mutlak irade sahibi (başıboş) değildir. Kulların fiillerinde asıl olan, şer’i hükümlere bağlanmaktır.

Rab’be vurgu yapılması ise, bilinçli bir şekilde Mısır halkını İslam kardeşliği yerine “vatandaşlık” temelinde yeni bir bağa yönlendirme çabasıdır. “İman şeklimiz ne olursa olsun hepimiz tek bir Rabbe ibadet ediyoruz” anlayışıyla yeni bir bağ aşılanmak istenmektedir. Bu bizi, rejimin daha önce dini söylemi yenileme ve tekeline alma çerçevesinde benimsediği “İnsani Kardeşlik” ve sözde “İbrahimi Din” davetine geri götürmektedir. Bununla Es Sisi kendisini İslam’a ve fikirlerine karşı ilan edilmiş bir savaşta, sömürgeci kâfir Batı’nın bir mızrak ucu olarak pazarlamaktadır.

İmamlardan naslar pahasına “çağın” mefhumlarına uymalarını talep etmek, Allah Subhânehu ve Teâlâ’nın şu sözleriyle çelişmektedir:

وَأَنِ احْكُمْ بَيْنَهُمْ بِمَا أَنْزَلَ اللهُ“Aralarında Allah’ın indirdiğiyle hükmet.” [Maide 48]

وَمَا كَانَ لِمُؤْمِنٍ وَلا مُؤْمِنَةٍ إِذَا قَضَى اللهُ وَرَسُولُهُ أَمْراً أَنْ يَكُونَ لَهُمُ الْخِيَرَةُ مِنْ أَمْرِهِمْ“Allah ve Rasûlü bir işe hüküm verdiği zaman, inanmış bir erkek ve kadına o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur.” [Ahzab 36]

Hilafet’i yıktığından beri Batı, İslam beldelerini dini yönetimden ayıran laik temeller üzerinde yeniden şekillendirmeye ve İslam’ı siyasi ve ekonomik gerçeklikte hiçbir etkisi olmayan ruhani ritüellere indirgemeye çalışmaktadır. Es Sisi’nin yaptığı bu açıklamalar bu bağlamdan kopuk değildir; bilakis Batılı araştırma merkezlerinin (Carnegie, Chatham House, Rand) benimsediği ve “Dini Alanın Yeniden Mühendisliği” olarak bilinen ilan edilmiş planlarının doğrudan bir uzantısıdır. Bu planlar şunları öngörmektedir:

1- Şeriatın yönetimden ve kanundan dışlanması.

2- Siyasi çıkarlara hizmet etmek üzere resmi bir söylem üreten, otoriteye bağlı bir dini elitin oluşturulması.

3- Sadakatlerini garanti altına almak için dini kurumların güvenlik ve askeri sisteme entegre edilmesi.

Harp Akademisi’nde yaşananlar, tam da bu raporların tavsiye ettiği şeylerdir: İmamın, şer’i bir risale taşıyıcısı olmaktan çıkarılıp; Vahyin hükümlerine göre değil, mevcut nizamın gerekliliklerine göre kamuoyunu yeniden şekillendiren bir araca dönüştürülmesi.

İslam, akideyi Müslümanın vicdanında sadece bir fikir kılmamış; bilakis onu yönetim nizamı, iktisat, eğitim siyaseti, dış politika, uluslararası ilişkiler, hatta sağlık hizmetleri ve devletin İslam ile insanların işlerini gütmesi gereken diğer tüm hususların üzerine bina edildiği bir fikri kaide kılmıştır. Akide beşerî “çağdaş” mefhumlarla değiştirildiğinde devlet; kimliğini yitirmiş, yabancı baskılara boyun eğen ve egemen güçlere tabi bir yapıya dönüşür.

Şeriat veya İslam’ın hükümleri; yönetici ile tebaa arasındaki ilişkiyi düzenler, adaleti, işlerin ihsanla güdülmesini, yöneticinin muhasebe edilmesini, servetin adil dağılımını, toplumun ve güvenliğinin –onları bastırarak ve tehdit altında boyun eğmeye zorlayarak değil– hakiki manada korunmasını garanti eder. Devlet, İslam’ın hükümlerinden uzaklaştıkça zulme ve istibdata (zorbalığa) yaklaşır ki bugün ekonomik, sosyal ve güvenlik politikalarında bunu açıkça görmekteyiz.

Ey Kinane halkı! Dininiz “çer çöp” değildir, mirasınız “gerileme” değildir; bilakis o, on dört asır boyunca dünyayı aydınlatan bir nurdur. Gördüğümüz ve yaşadığımız geri kalmışlık, İslam’dan ziyade onun yönetimden dışlanmasından kaynaklanmaktadır. Akidenizi ve Şeriatınızı korumak entelektüel bir lüks değil, bilakis siyasi, ekonomik ve ahlaki çöküşten kurtulmak için bir zorunluluktur. Hiç kimsenin sizi kimliğinizden soyutlamasına veya nefislerinize dininiz hakkında şüphe tohumları ekmesine izin vermeyin. Mısır’ın kalkınması, dini söylemi yeniden şekillendiren askeri akademilerle değil, hayatın ve devletin esası olan İslam’ı tekrar doğru konumuna oturtmakla mümkündür.

Ey Kinane askerleri! Sizler, doğusundan batısına tüm dünyaya İslam’ı taşıyan büyük bir ümmetin evlatlarısınız. Allah katında ümmeti, dinini ve namuslarını korumak gibi büyük bir sorumluluğunuz vardır. Sakın ha, ümmetin akidesini değiştirmeyi ve İslam’ın hükümlerini hayatından koparıp atmayı hedefleyen bir projenin parçası olmayın. Sizin gücünüz sadece silahtan değil, Allah’ın dininin koruyucuları olmanızdan gelir. Bilin ki zulmün devamı ne Mısır’a ne de size hizmet eder; bilakis onu zayıflatmak ve bağımlı kılmak isteyenlere hizmet eder. Hadi bağımlılık zilletinden silkinin, aşağılanmışlık tozunu üzerinizden süpürüp atın! Allah’a, Rasûlü’ne ve dinine nusret vermek için kıyama kalkın! Velanızı (sadakatinizi) akideye ve onun hükümlerine hasredin. Gayeniz; temellerini İslam’ın attığı, hükümlerini tatbik eden ve onu dünyaya bir hidayet ve nur risalesi olarak taşıyan Devleti (Raşidi Hilafeti) kurmak olsun. Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in sancağını hakkıyla taşıyın. Umulur ki Allah sizden bunu kabul eder de zafer sizin ellerinizle gerçekleşir ve böylece büyük bir kurtuluşa ermiş olursunuz. Size söylediklerimizi yakında hatırlayacaksınız; biz işimizi Allah’a havale ediyoruz.

وَأَنِ احْكُم بَيْنَهُم بِمَا أَنزَلَ اللّهُ وَلاَ تَتَّبِعْ أَهْوَاءهُمْ وَاحْذَرْهُمْ أَن يَفْتِنُوكَ عَن بَعْضِ مَا أَنزَلَ اللّهُ إِلَيْكَ“Aralarında, Allah’ın indirdiği ile hükmet. Onların arzularına uyma ve Allah’ın sana indirdiğinin bir kısmından seni şaşırtmalarından sakın.” [Maide 49]

Devamını oku...

Siyaset Salonu Toplantısına Davet

Hizb-ut Tahrir / Sudan Vilayeti Medya Bürosu, değerli basın mensuplarını, siyasetçileri ve kamusal meseleler ile ilgilenen herkesi, düzenleyeceği Siyaset Salonu toplantısının yeni bölümüne katılmaya davet etmekten memnuniyet duyar. Programın bu haftaki konuğu, Hizb-ut Tahrir / Sudan Vilayeti Medya Bürosu üyesi İbrahim Müşerref olacak. Söyleşinin başlığı ise şöyle:

“Afrika’da Sömürge Çatışması – Sudan Örneği”

Programın moderatörlüğünü Hizb-ut Tahrir üyesi Sayın Yakup İbrahim yapacak.

Tarih: 08 Cumâde’s Sânî 1447 / 29 Kasım 2025 Cumartesi Saat: 13.00

Yer: Hizb-ut Tahrir / Sudan Vilayeti Port Sudan Bürosu, El Azama Mahallesi, Stadın Doğu Tarafı.

Devamını oku...

Şam: Yahudi Varlığına Karşı Askeri Bir Yanıt Şu An Gündemde Değil!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Şam: Yahudi Varlığına Karşı Askeri Bir Yanıt Şu An Gündemde Değil!

Haber:

Suriye'nin Birleşmiş Milletler Daimi Temsilcisi İbrahim Alabi, Yahudi varlığının Şam'ın güney kırsalındaki Beyt Cin kasabasına yönelik saldırısını kınadı ve provokasyonlarına askeri bir yanıtın şu anda gündemde olmadığını belirtti. (Arab 48, 29/11/2025)

Yorum:

Askeri bir yanıt gündemde değilse, düşmanın bir daha bunun aynısını yapması nasıl engellenebilir?!Bu tür açıklamaları yapan yetkililerin doğası konusunda büyük bir soru işareti ortaya çıkıyor. Nitekim onlar, siyasi eylemin esaslarını bilmiyorlar gibi görünüyorlar; zira eğer tam bir teslimiyet siyasi eylem oluyorsa, o zaman bu, ne kadar da kötü bir eylemdir!

Peki Suriye zayıf bir ülke midir?Devrimciler, İran Devrim Muhafızları, Rus hava kuvvetleri ve karada savaşan Rus özel kuvvetlerinin desteğini alan İran, Lübnan, Irak ve diğer milislerle birlikte olan Beşar'ın ordusuna karşı savaştılar ve onlardan hiçbiri galip gelemedi ve devrimciler kararlılıklarını korumaya devam ettiler!

Beşar'ın ordusunu ve onun askeri teçhizatını kontrol altına almalarının ardından devrimcilerin gücünün azalmış olması mantıklı mıdır?!Yahudi varlığının onlardan bazılarını yok ettiği doğrudur; ancak diğer bazıları yok edilememiş, dahası yeni Suriye ordusunun daha iyi silahlarla donatıldığı bir dönem olmuştur; yoksa bütün bunlar, Yahudi varlığından ve onun Gazze'de ortaya çıkan suçlarından duyulan korkudan mı kaynaklanıyor?!

Bunların tamamı mantıksızdır; aksine bu, Şam'da iktidarın anahtarlarını kendilerine teslim eden ve onlardan Yahudi varlığına boyun eğmelerini ve ne olursa olsun Yahudi varlığının askeri eylemlerine karşılık vermemelerini isteyenlere boyun eğmektir; gerçek tavır işte budur ki bu, askeri bir zayıflık değil, bir teslimiyet tavrıdır; çünkü bir Müslüman, kanını, malını ve namusunu korumak için bir aslan gibi savaşır ve elindeki her türlü silahla savaşları kazanır. O halde Gazze gibi kuşatma altında olmayan, hatta kuşatılması da mümkün olmayan Suriye gibi büyük bir ülke, nasıl olur da Şam'daki çarpık bir iktidar koltuğu uğruna Yahudi varlığına bu şekilde boyun eğebilir?!

Nasıl olur da İslami olduğunu ve Rabbinin rızasını istediğini söyleyen bir grup böyle bir şey yapabilir?!Yoksa bu sadece kamuoyuna yönelik bir söylem olup kapalı kapılar ardında ise Erdoğan'ın istihbarat servisleri tarafından Şam'ın anahtarlarını teslim etmeden önce ayarlanan koltuklar, paralar ve kafirlere boyun eğme mi söz konusudur?

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Bilal Et-Temimi

Devamını oku...

Avrupa Ülkeleri, Yahudi Varlığını Filistinlileri Korumaya Çağırıyor!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Avrupa Ülkeleri, Yahudi Varlığını Filistinlileri Korumaya Çağırıyor!

Haber:

Almanya, İtalya, Fransa ve İngiltere, geçen perşembe günü yaptıkları ortak açıklamada, Yahudi varlığını uluslararası hukuka uymaya ve işgal altındaki topraklarda bulunan Filistinlileri korumaya çağırdı ve dört ülkenin dışişleri bakanları yaptıkları açıklamada şunları söyledi: “(Fransa, Almanya, İtalya ve Birleşik Krallık olarak) bizler, yerleşimcilerin Filistinli sivillere yönelik şiddet eylemlerinin endişe verici şekilde tırmanmasını şiddetle kınıyor ve Batı Şeria'da istikrar çağrısında bulunuyoruz.”(Reuters, 27/11/2025)

Yorum:

İşgalci ve yerleşimci sürülerinin Filistin halkına karşı günlük olarak işlediği suçlarla ilgili olarak dört Avrupa ülkesi tarafından yapılan bu kısa açıklamayı okuyan kimse, Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in şu kavlini hatırlasın: إِنَّ مِمَّا أَدْرَكَ النَّاسُ مِنْ كَلَامِ النُّبُوَّةِ الْأُولَى: إِذَا لَمْ تَسْتَحْيِ فَاصْنَعْ مَا شِئْتَ“İnsanların peygamberlerden öğrenegeldikleri sözlerden biri de: Haya etmiyorsan dilediğini yap sözüdür.”Yahudi varlığını Filistinlileri korumaya çağıran bu Avrupa ülkeleri, kurulduğu günden bu yana ona imkan tanıyan, Filistin halkına karşı savaşında onu destekleyen ve silah, uzman, teknoloji ve para tedarik ederek onu destekleyen ve hala da desteklemeye devam eden aynı ülkelerdir ki Gazze'de yaşananlar bunun en iyi kanıtıdır; zira eğer Amerika ve Avrupa'nın desteği olmasaydı, Yahudi varlığı Gazze'ye karşı iki yıl sürecek bir savaşa giremezdi. Ünlü Amerikalı ekonomist Jeffrey Sachs tarafından vurgulanan şey işte budur; zira Sachs şöyle demiştir: “İsrail, ABD'nin desteği olmadan tek bir gün bile savaşamazdı.” Dolayısıyla onların Yahudileri Filistin halkını korumaya çağırmaları demek, kurbanı öldürüp sonra cenaze törenine katılan bir kimse gibi olmaları demektir!

Bu ülkeler, kurda avını koruma çağrısında bulunan açıklamalar yayınlıyorlar! Sanki Yahudiler, açıklamaları ve gösterileri umursuyorlarmış gibi; zira Gazze'deki soykırım savaşına karşı dünyanın birçok ülkesindeki sayısız gösterinin ve uluslararası kuruluşlar tarafından işlenen suçları kınayan açıklamaların yapılmasının, Yahudilerin Filistin halkına yönelik vahşi davranışları üzerinde bir etkisi oldu mu? Dolayısıyla onlar, Yahudilerin uluslararası karar, kınama ve eleştiriye zerre kadar değer vermediklerini, aksine bu onların kibir ve suçlarını artırdığını biliyorlar. Zira Avrupa ülkeleri ve Amerika, Yahudilerin suçlarını durdurma konusunda ciddi olsalardı, Filistin halkı için timsah gözyaşları dökmek yerine onlara silah satmayı bırakırlar, dahası Yahudileri bu savaşı durdurmaya zorlarlardı; çünkü onlar bunu yapabilecek güce sahiplerdir. Ama savaş onların savaşı ve savaşın hedefleri de onların hedefiyken bunu neden yapsınlar ki?! Dolayısıyla Yahudiler, bu ülkelerin zaman zaman yayınladıkları bu kararların ve açıklamaların sadece yerel tüketime yönelik olduğunu çok iyi biliyorlar.

Müslümanların anlaması gereken şey, kendi tırnağınızdan başka kimsenin sırtınızı kaşıyamayacağı ve Filistin'deki soykırım savaşını durdurmak için harekete geçmezlerse, başka kimsenin de harekete geçmeyeceğidir; zira Filistin davası tüm Müslümanların davası olup herkes kıyamet gününde bundan dolayı hesaba çekilecektir. Bu yüzden ya zafer ve genişliği yer ve gök kadar olan cennete girmek ya da pişmanlığın hiçbir fayda vermeyeceği bir günde rezil ve pişman olmaktır ki Allah bizi bundan korusun.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Muhammed Ebu Hişam

Devamını oku...

Trump'a İtaat: Pakistan'ın Yöneticisi, Müslümanları Değerli Minerallere Erişim Haklarından Mahrum Bırakıyor!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Trump'a İtaat: Pakistan'ın Yöneticisi, Müslümanları Değerli Minerallere Erişim Haklarından Mahrum Bırakıyor!

Haber:

18 Kasım 2025 tarihinde, Pakistan Associated Press, “Pakistan'ın madencilik sektöründe önemli ilerlemeler kaydedildiğini ve bunun sonucunda Pakistanlı özel şirket Himalayan Land Exploration Company ile Amerikan şirketi Nova Minerals arasında, ülke genelinde değerli madenlerin araştırılması ve geliştirilmesi için stratejik bir ortaklık kurulduğunu” bildirdi.

Yorum:

ABD borsasında işlem gören Nova Minerals şirketiyle yapılan bu ortaklık, Trump'ın Pakistan'da akıllı telefonlardan tıbbi cihazlara, en son savaş uçaklarından askeri silahlara kadar her şeyi çalıştırmak için kullanılan nadir toprak elementleri üzerindeki kontrolünü güçlendirmeye yönelik planında önemli bir adım daha teşkil ediyor.Trump'ın planı, şu anda Amerikan şirketleriyle yapılan önemli anlaşmayı şahsen denetleyen Pakistan yöneticisi Asım Munir tarafından tam olarak uygulanıyor.

Başbakanlık Ofisi, 8 Eylül 2025'te, "ABD Stratejik Metaller ve Mota-Engle gibi önde gelen iki küresel madencilik ve altyapı şirketinin temsilcilerinin de aralarında bulunduğu üst düzey bir ABD heyetinin, Başbakan Muhammed Şahbaz Şerif ile bir araya geldiğini ve toplantıya Kara Kuvvetleri Komutanı Mareşal Syed Asım Münir ve birkaç federal bakanın da katıldığını" duyurdu. Ve şu eklemeden bulundu: “Bu anlaşmanın ilk aşamasının Pakistan'ın hayati mineral sektörüne yaklaşık 500 milyon ABD Doları tutarında yatırımlar getirmesi bekleniyor.”

Daha sonra 25 Eylül 2025 tarihinde Beyaz Saray'da düzenlenen bir toplantı sırasında Pakistan yöneticisi, Başkan Trump'a Pakistan minerallerinin örnekleriyle dolu ahşap bir kutuyu gururla takdim etti.

2 Ekim 2025 tarihinde PR Newswire, “Pakistan'ın zenginleştirilmiş nadir toprak elementleri ve hayati minerallerden oluşan ilk sevkiyatını ABD'deki Strategic Minerals Corporation'a (Amerikan Stratejik Metaller Şirketi) başarıyla teslim ettiğini” duyurdu.Şirketin CEO'su Stacey W. Hastie, "Bunu, Pakistan'ın Frontier Works şirketiyle birlikte ABD'ye temel mineralleri sağlamak için çıktığımız heyecan verici yolculuğun ilk adımı olarak görüyoruz" açıklamasında bulundu.

Aslında Trump, Çin ile şiddetli bir ekonomik rekabet içinde olduğu ve ABD ekonomisinin de krizden geçtiği bir dönemde, Çin'in kontrolü altında olmayan nadir minerallere erişim gücü nedeniyle tamamen Pakistan'a odaklanıyor.8 Eylül 2025 tarihinde, ABD'nin Pakistan Büyükelçiliği, Maslahatgüzar Natalie Baker'ın şu açıklamayı yaptığını duyurdu: “Trump yönetimi, hayati mineral kaynaklarının ABD'nin güvenliği ve refahı için önemini göz önünde bulundurarak bu tür anlaşmaları öncelikli bir konu haline getirmiş olup ABD şirketleri ile Pakistan'ın hayati mineral ve madencilik sektöründeki muadilleri arasında gelecekte de benzer anlaşmaların imzalanmasını görmeyi sabırsızlıkla bekliyoruz.”

Bu nedenle Pakistan'ın yöneticisinin Trump'ın nadir toprak elementleriyle ilgili planlarını ve Gazze vizyonunu uygulamaya koymaya çalıştığı için, Trump'ın 13 Ekim 2025'te onu “en sevdiğim mareşal” olarak nitelendirerek coşkuyla övmesi şaşırtıcı değildir.

Ey genel olarak Pakistan'daki Müslümanlar ve özel olarak da Müslümanların alimleri ve İslam daveti taşıyıcıları: Pakistan yöneticisi, İslam öncesi Hint yarımadasının kadim hükümdarlarının zihniyet ve psikolojisine sahiptir; zira o, Pakistan topraklarını ve onun üstündeki ve altındaki her şeyi kendi mülkü olarak görüyor.Eğer ona karşı çıkılmaz ve onun sınırı durdurulmazsa, daha önceki Pakistan yöneticilerinin yaptığı gibi, zalim yönetimi ve kişisel serveti için Amerika'nın desteğini güçlendirmek amacıyla ülkenin servetlerini tüketecektir.

Bizim azim dinimiz, Allah'ın hepimize bahşettiği servete ilişkin taviz verme konusunda sessiz kalmamızı caiz kılmamaktadır; zira İslam'da madenler, tüm Müslümanların ihtiyaçlarını karşılamak için kullanılan kamu mülkiyeti olarak kabul edilmekte olup madenlerin herhangi bir bireye veya özel şirkete verilmesi caiz değildir. Nitekim Tirmizi, Şumeyr ve Ebyad bin Hammal’dan şunu rivayet etmiştir: أَنَّهُ وَفَدَ إِلَى رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم فَاسْتَقْطَعَهُ الْمِلْحَ فَقَطَعَ لَهُ، فَلَمَّا أَنْ وَلَّى قَالَ رَجُلٌ مِنْ الْمَجْلِسِ: أَتَدْرِي مَا قَطَعْتَ لَهُ؟ إِنَّمَا قَطَعْتَ لَهُ الْمَاءَ الْعِدَّ. قَالَ: فَانْتَزَعَهُ مِنْهُO, Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem’i ziyaret ederek yerini belirttiği bir tuz madeninin kendisine ikta edilmesini istedi. Allah’ın Resulü de bu tuz madenini ona ikta etti. Tam oradan ayrılacağı sırada meclisteki bir adam dedi ki: "Ona ne ikta ettiğinizi biliyor musunuz? Ona kesilmez bir suyu ikta ettiniz. Bunun üzerine Ebyad: Bundan vazgeçtiğini söyledi.”Nitekim bu hadisin şerhinde, hicri 593 yılında vefat eden celil âlim Burhaneddin el-Merginanî, “El-Hidâye Şerhu Bidâyeti’l-Mübtedî” adlı eserinde şöyle yazmıştır: (İmamın, tuz ve insanların kendisinden su çektiği kuyular gibi Müslümanlar için vazgeçilmez olan şeyleri ikta etmesi caiz değildir.) Hicri 1088 yılında vefat eden Şam’da Hanefi Müftüsü olan Alauddin el-Haskafi, " Dürrü'l-Muhtâr" adlı eserinde şöyle yazmıştır: İmamın, Müslümanlar için vazgeçilmez olan görünür madenleri, yani Allah'ın yeryüzündeki madenlere koyduğu özleri belirgin olan tuz, sürme, katran ve petrol gibi madenleri ikta etmesinin caiz olmadığını biliyorum.

O halde Pakistan yöneticisinin uyguladığı bu münkere karşı sesimizi yükseltelim ve bir sanayi devrimi gerçekleştirmek için nadir toprak elementlerinin kullanımını sağlayacak Nübüvvet Minhacı üzere Raşidi Hilafeti kurmak için çalışalım ki böylece Pakistan, Hilafetin irtikaz noktası olsun.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Musab Umeyr – Pakistan

Devamını oku...

Özbekistan'da Çocuklara İslam'ın Hükümlerini Öğretmek Suç Sayılıyor!

  • Kategori Makaleler
  •   |  

Özbekistan'da Çocuklara İslam'ın Hükümlerini Öğretmek Suç Sayılıyor!

Özbekistan'da çocuklara dini eğitim verenlere verilen ceza artırıldı. Zira Özbekistan Yüksek Konseyi milletvekilleri, birçok insanın hayatını etkileyebilecek bu değişikliği, bir günde "sadece küçük bir madde" olarak nitelendirerek onayladılar!

Yüksek Konsey Yasama Meclisi'nin 13 Mayıs'ta kabul ettiği yasa tasarısına göre, 18 yaşın altındakilere dini eğitim veren birey ve kuruluşlar artık yasal olarak doğrudan cezai sorumluluğa tabi tutulabilecektir.

Mevcut yasaya göre, bu kişiler daha önce sadece idari yaptırımlarla karşı karşıya kalıyordu, ancak yeni yasanın yürürlüğe girmesiyle bu prosedür değişecektir. Yasa tasarısına duyulan ihtiyacı da son yıllarda yasadışı dini eğitim vakalarının artmasını gerekçe gösterdiler.

Projeyi başlatan milletvekili Abdullah Aslonov şu açıklamada bulundu: “Son yıllarda yasadışı dini eğitim alan çocukların sayısında bir artışa tanık olunmuştur; çoğu durumda çocuklar, hiçbir belgeleri ve kayıtlı olmayan gayri resmi merkezlere ve kuruluşlara ve genellikle de dini eğitim almamış kişilere gönderilmektedir.”

Yeni değişiklik, yasal olarak çocuklara dini eğitim veren herkese üç yıla kadar hapis cezası verilmesine kapı açıyor. Gözlemcilere göre, Şevket Mirziyoyev'in iktidara gelmesiyle tanınan dini özgürlükler yıllar geçtikçe kaybolmuştur.

Bazıları, gençlerin radikalleşmesini ve çeşitli silahlı gruplara katılmasını önlemek için hükümetin bu adımı atmak zorunda olduğunu söylüyor.

Öncelikle Allahu Teala İslam'ı tüm insanlığa indirmiş ve indirilen ilk ayet ise “Oku” ile başlamaktadır. Oku, yani öğren ve Rabbini tanı, yani O'nun yarattıklarını düşünerek O'nu aklınla tanı demektir. Bir saatlik ilim, bir yıllık ibadetten daha hayırlıdır; yani ilim öğrenmiş olan biri, onu öğrenmemiş biriyle eşit değildir. Zira bu bol bilgiyle yolumuzu aydınlattığımız gibi bizim için yol da netleşir.

Çocukluk, ilim öğrenmek için en uygun dönem olarak kabul edilir ancak hayatımız, İslami sisteme tabi olmadığından dolayı bizler, yozlaşmış kapitalist sistemin gölgesinde yaşamaya başladık. Doğal olarak eğitim sektörü de bir istisna olmamıştır. Bu yüzden yüzyılı aşkın bir süredir okullarımız ve üniversitelerimiz, bazen kapitalizme, bazen de sosyalizme dayalı bir eğitim sistemi uygulamaktadır. Çünkü İslam'ın düşmanları, İslam ümmetinin uyanmasını, izzetine ve şerefine kavuşmasını ve yönetimin Müslümanlara geri dönmesini istemiyorlar. Ajan Özbekistan rejimi de onlardan bir istisna değildir.

Tiran Kerimov'un ardından iktidara gelen Mirziyoyev, İslam'a karşı savaşında onun izinden gidiyor. Yeni milletvekilleri tarafından kabul edilen, evlerde küçük çocuklara dini eğitim verilmesini suç sayan ve bunu yapanlara karşı sıkı önlemler getiren yeni yasa, buna dair en iyi bir örnektir.

Bir yandan İslam'a karşı bir savaş yürütülürken, diğer yandan da ülkenin gençleri arasında spor müsabakaları ve çeşitli dans kulüpleri düzenlenmesine yönelik geniş bir kapı açılmaktadır.

Genç yetişkin kızlar ve kadınların yarı çıplak kıyafetlerle büyük sahnelerde yarışmalara katıldıkları, sahnelerde dans ettikleri, müzik konserleri düzenledikleri ve genç erkeklerin çeşitli alanlarda başarılı olarak gösterildikleri bir zamanda dini eğitim alan genç erkeklerin, sapkın oldukları ve aşırıcı dini akımlara katıldıkları ifade edilmektedir.

Aman Allah’ım, ne kadar da üzücü bir durum! Zira okullarda başörtülü kız çocuklarının taciz ve aşağılanmaya maruz kaldıkları bir zamanda, Özbekistan, Jennifer Lopez'in ülkemize gelip birkaç gün boyunca konser vermesi için uygun koşulları hazırlamış, bu durum sosyal medyada büyük yankı uyandırmış ve hükümet ise bunun gençlerin yetiştirilmesi üzerindeki olumsuz etkisini hiç düşünmemiştir.

Onları korkutan ve endişelendiren şey, Batı'dan gelen yabancı kültür değildir, aksine atalarımızın yaşadığı İslami hayata geri dönmemizdir; işte onlar bugün bizi, bu İslami hayattan uzaklaştırmaya ve köklerimizden koparmaya çalışmaktadırlar. İşte bu yüzden onlar, dinlerini öğrenen veya camiye namaza giden küçük çocuklardan ve başörtüsü takan kızlardan bile korkuyorlar. Ama artık çok geç! Zira gençler de dahil olmak üzere Müslümanlar, artık uyanmışlar ve kurtuluşun ve gerçek mutluluğun İslam'da olduğunu anlamışlardır. İşte bu nedenle tüm bu engellere rağmen, evlerde gizli okullar açılmakta ve yüzlerce çocuk buralarda dini eğitim almaktadır. Onlar Allah'ın nurunu söndürmek istiyorlar ama bunu asla başaramayacaklar ve şüphesiz Allah nurunu tamamlayacaktır.

Sadece Allah'tan korkan ve tüm kanun ve hapis cezalarına rağmen gece gündüz O'nun dinini yüceltmek ve çocuklara İslam'ın hükümlerini öğretmek için çalışan Müslüman kardeşlerimizden ve bacılarımızdan Allah razı olsun.

Müslüman olmalarına rağmen küfre hizmet eden, İslam'a ve Müslümanlara karşı savaşan rejimlerin yöneticilerine gelince; onlara, Allah'ın dininin yeryüzünde hakim olacağını, tahtlarının yerle bir olacağını ve batıl rejimlerinin yeryüzünden silineceğini hatırlatırız. İşte o zaman Amerika, Rusya ve Çin'deki efendilerinden bir destek bulamayacaklar, hayal kırıklığına uğrayacaklar ve yaptıklarından dolayı hesap vereceklerdir. Bu nedenle onlara, hala bir fırsatları varken hak yolunda yürümelerini, İslam'la değil küfür sistemleriyle savaşmalarını tavsiye ediyoruz. Zira Allah Subhanehu ve Teala’nın vaat ettiği gibi zorba diktatörlüğün yok olmasının ardından Nübüvvet Minhacı üzere Raşidi Hilafet geri dönecektir.

Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem de şöyle buyurmuştur:  تَكُونُ النُّبُوَّةُ فِيكُمْ مَا شَاءَ اللَّهُ أَنْ تَكُونَ ثُمَّ يَرْفَعُهَا إِذَا شَاءَ أَنْ يَرْفَعَهَا ثُمَّ تَكُونُ خِلَافَةٌ عَلَى مِنْهَاجِ النُّبُوَّةِ فَتَكُونُ مَا شَاءَ اللَّهُ أَنْ تَكُونَ ثُمَّ يَرْفَعُهَا إِذَا شَاءَ اللَّهُ أَنْ يَرْفَعَهَا ثُمَّ تَكُونُ مُلْكاً عَاضّاً فَيَكُونُ مَا شَاءَ اللَّهُ أَنْ يَكُونَ ثُمَّ يَرْفَعُهَا إِذَا شَاءَ أَنْ يَرْفَعَهَا ثُمَّ تَكُونُ مُلْكاً جَبْرِيَّةً فَتَكُونُ مَا شَاءَ اللَّهُ أَنْ تَكُونَ ثُمَّ يَرْفَعُهَا إِذَا شَاءَ أَنْ يَرْفَعَهَا ثُمَّ تَكُونُ خِلَافَةً عَلَى مِنْهَاجِ النُّبُوَّةِ» ثُمَّ سَكَتَ... “Allah’ın olmasını dilediği kadar aranızda Nübüvvet olacak, sonra kaldırmayı dilediğinde Allah onu kaldıracaktır. Sonra Nübüvvet Minhacı üzere (Raşidi) Hilafet olacaktır. Böylece Allah’ın olmasını dilediği kadar olacak, sonra kaldırmayı dilediğinde onu da kaldıracaktır. Sonra ısırıcı meliklik olacaktır. Böylece Allah’ın olmasını dilediği kadar olacak, sonra kaldırmayı dilediğinde Allah onu da kaldıracaktır. Sonra zorba diktatörlük olacaktır. Böylece Allah’ın olmasını dilediği kadar olacak, sonra kaldırmayı dilediğinde onu da kaldıracaktır. Sonra (yeniden) Nübüvvet Minhacı üzere (Raşidi) Hilafet olacaktır.” Sonra sükût etti. …”

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Muhlise Özbekî

Devamını oku...

El-Vakiye TV: Afgan Katil: Onu Kullanıp Müslümanları Öldürmeye Zorladılar; O Da Onları Öldürünce, Müslümanların Dinini Suçladılar!

  • Kategori El Vakiye TV
  •   |  
El-Vakiye TV:
"Afgan Katil: Onu Kullanıp Müslümanları Öldürmeye Zorladılar; O Da Onları Öldürünce, Müslümanların Dinini Suçladılar!"

Hizb-ut Tahrir Üyesi Faziletli Şeyh Yusuf Maharize’ye (Ebu Humam) Ait Bir Kesit - Mübarek Toprak (Filistin)

Yapım: El Vakiye TV Medya Prodüksiyonu

H. 7 Cumade’l Âhir 1447 M. 28 Kasım 2025

Devamını oku...

Trump Gerçeği Çarpıtıyor!

  • Kategori Makaleler
  •   |  

Trump Gerçeği Çarpıtıyor!

Görünen o ki ABD yönetimi, bölgedeki rollerin yeniden dağıtılması olarak pazarlanan, paketlenmiş siyasi sahneler yaratmaya çalışıyor. Bu sahnelerden biri de bin Selman'ı, sanki son kararı veren oymuş ve kendisi de ondan sinyaller alıp bunları uyguluyormuş gibi göstermeye çalışmasıdır. Bu, aklı başında birinin inanmayacağı bir şeydir; zira uluslararası ilişkilerde güç, imajlarla satılamaz veya medya manipülasyonuyla satın alınamaz, aksine gücün ağırlığı çıkarlar masasında belirlenir.

Bugün yaşananlar, Amerika'nın kararına Arap kılıfı giydirilen yerel araçlarla bölgenin yeniden şekillendirilme bölümlerinin yeni bir bölümünden başka bir şey değildir. Ancak güç kartlarını elinde bulundurmayanların karar veremeyeceği gerçeği değişmez. Bu yüzden medya ne kadar kâğıttan semboller üretmeye çalışırsa çalışsın, gerçeklik herkesi ortaya çıkarır, egemenlik olmadan verilen roller ortadan kalkar ve Dolarla satın alınan prestij ise anlaşma bittiğinde sona erer.

Medyayı kaplayan bu alan, bağımsızlığın varlığını ve bölgenin Beyaz Saray'ın direktiflerine göre değil de kendi iradesiyle hareket ettiğini ima etmeye yönelik siyasi dekorasyondan öte bir şey değildir. Bu ise Washington'un, gerçekleri çarpıtmaya ve bin Selman'ı karar sahibi olarak ve Trump'ı da genç yöneticinin emrettiği şeyi yapıyor gibi göstermeye yönelik bir çabasıdır.

Amerika'nın politikasını duygulara değil, nüfuz, çıkarlar ve silahlara dayandırdığı ve Trump'ın da başkanların en açık sözlü olanı olduğu bilinmektedir; zira o, Riyad ile olan ilişkisinin alım satım ilişkisi olduğunu ve yöneltmiş olduğu dostluk sözlerinin de bedeli ödenmiş siyasi faturalardan öte bir şey olmadığını gizlemiyor. Bu nedenle sahne, -her ne kadar Suudi Arabistan'ın kararı gibi paketlenmiş olsa da- gerçek karar Washington'da alınmakta ve uygulama da itaat etmekten ve boyun eğmekten başka bir şey bilmeyen Arap başkentlerinden gelmektedir.

Gerçek, şu şiirin dizelerinde yer almaya devam etmektedir: Selamını ummadığın kişi sana selam verdi... Eğer dirhemler olmasaydı, o sana selam vermezdi!

Bu bir saygı meselesi değildir, aksine bir tarafın dikte ettiği ve diğer tarafın da uymaktan başka seçeneği olmayan hesaplar meselesidir.

Bugün ve dün ile atalarımızın yaşadığı gün arasındaki uçurumun boyutunu anlamamız için, ümmetin şanlı tarihindeki anlara geri dönmemiz yeterlidir; zira o gün prestij, büyükelçilik ofislerinde değil savaş meydanlarında alındığı gibi karar da ödenecek faturalara veya yapılacak anlaşmalara boyun eğmeyen insanların kalplerinden alınıyordu.

–Ömer ibn Hattab'dan Selahaddin Eyyubi'ye, Mutasım'dan Nureddin Zengi'ye ve Yusuf ibn Taşfin'e kadar– Halifeler ve liderler, söylediklerini yapan, söz verdiklerinde yerine getiren adamlardı; zira ümmetin çevresinde bulunan bir mazlum haykırsa, onun haykırışı izzet, güç ve kuvvet dârı olan Dâru'l Hilafete ulaşırdı ve kalemlerden önce ordular harekete geçerdi. Dolayısıyla onlar, uygulayıcılar değil karar vericilerdi ve bu yüzden de bir kenarda oturmayıp tarih yazmışlardır.

Doğu, kahraman ecdadı için ağlıyor... ve Batı, kendi yarattığı gözyaşlarında boğuluyor.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Munis Hamid – Irak

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER