Cuma, 20 Şevval 1446 | 2025/04/18
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

Müslümanlar Tek Bir Ümmettir ve İslam, Onlara Gazze Halkına Yardım Etmelerini Farz Kılar, Ancak Yöneticilerimiz, Orduları Seferber Etme Gevşekliklerini Ulusal Kimlik Söylemleriyle Örtmeye Çalışıyorlar

Suçlu Yahudi varlığının, Gazze ve Batı Şeria’da gerçekleştirdiği korkunç ve acımasız soykırım savaşı, başta Amerika olmak üzere uluslararası toplumun desteği ve özellikle Filistin’e komşu ülkelerdeki yöneticilerin gizli işbirliğiyle hız kesmeden devam ediyor. Bu zulüm karşısında öfkesi kabaran halklar, düzenledikleri gösteri ve yürüyüşlerle ümmetin ordularına Gazze’deki kardeşlerine yardım etmesi için çağrıda bulunuyorlar. Halkın haklı taleplerine kulak tıkayan rejimler, bu yükselen seslerin tehlikesini iliklerine kadar hissediyorlar. İfade özgürlüğü edebiyatı yaptıkları halde öfkesi kabaran halkı baskılarla, tutuklamalarla ve mahkemelerle susturmaya çalışıyorlar. Resmi beceriksizliği eleştiren birkaç cılız sesi alıp medyada şişirdiler, güya ulusal kimliğe saldırılıyormuş gibi bir algı yaratarak duygusal manipülasyona başvurdular. Böylece tek bir Müslüman halkın farklı gruplarını birbirine düşürmeyi ve dikkatleri Yahudi varlığı ile onu destekleyen Amerika gibi barbar düşmanlardan başka yöne çekmeyi amaçladılar.

Ürdün Başbakanı, Meclis Başkanı ve Senato üyeleriyle birlikte rejim yanlısı bir grup yazar ve din âlimi, ulusal kimlik, ulusal kurumlar ve onurlu görevlerine yönelik eleştiriler hakkında açıklamalar yaptılar. Örneğin Başbakan, “Ulusal politikalarımız ve hedeflerimiz dışında kalan plan ve kararların pazarlanmasına ya da devletin belirlediği yüksek çıkarlarımızdan ödün verilmesine asla müsamaha göstermeyeceğiz.” dedi. Meclis Başkanı da ‘Ordunun sembolizmine dokunulmasına asla izin vermeyeceğiz.’ ifadelerini kullandı. Bunlar, Ürdün’deki sorunlu ve istikrarsız siyasi rejimin, Yahudi varlığı ve Amerika ile yaptığı işbirliğini ifşa eden söylemleri bastırma girişiminden başka bir şey değildir. Zira Allah’ın orduların seferber edilmesi emrini yerine getirememenin acısı ve vicdan azabıyla kıvranan ümmet, yöneticilerden sınırların Allah yolunda cihat için açılmasını talep etmektedir. Meclis Başkanı aslında korkak Yahudilerle savaşmaktan alıkoyduğu ordunun arkasına sığınıyor ve ordunun duygularını ustaca manipüle ediyor. Oysa Ürdün halkı, ordusuna, onun savaş yeteneklerine ve Müslüman topraklarını savunma, Filistin’deki kardeşlerine yardım etme konusundaki kararlılığına güvenmektedir. Bu yüzden sürekli olarak ordunun gayretlerini bilemeye çalışmakta, Gazze ile Filistin halkına yardım için harekete geçmesi yönünde çağrılar yapmaktadır.

Ürdün rejimi, siyasi tarihinde Vadi Araba Anlaşması ile İsrail’i tanıma, onunla savaşmama, doğu sınırlarını koruma misyon ve görevini üstlenmiştir. Gazze’ye karşı yürütülen savaş boyunca bile Yahudi varlığıyla ekonomik ve güvenlik anlaşmaları hız kesmeden sürdürülmüştür. Diğer yandan Ürdün rejimi, Amerika ile işbirliğini, askeri, ekonomik ve güvenlik alanlarındaki bağımlılığını, ülkenin ulusal güvenliğinin ve özellikle varoluşsal güvenliğinin temel taşı olarak görmektedir. Özetle Ürdün, Amerika’nın politik talepleri (Filistinlilerin zorunlu göçü, Batı Şeria’nın ilhakı ve Gazze’nin yıkımı) ile Gazze’de olup bitenlere sessiz kalma ve sadece sembolik yardımlarla yetinme arasında sıkışmış durumda. ABD’nin yıllık yardımları ve kalkınma desteğini kesme tehdidiyle karşı karşıya. Diğer taraftan da Ürdün halkının Gazze’ye yardım için orduların harekete geçirilmesi, Amerikan üslerinin kapatılması ve Yahudi varlığı ile yapılan anlaşmaların feshedilmesi yönündeki eleştirileri ve taleplerinin baskısı altında bulunmaktadır. Ancak her zaman Yahudi varlığı ve Ürdün’ün varoluşsal yapısını sarsan Amerika’nın siyasi taleplerinin yanında yer almayı tercih etmektedir.

Ürdün’deki mevcut siyasi çizgiyi savunan ‘realist’ söylemler, kökleri İngiliz mandasına dayanan ve günümüzde ABD hegemonyasıyla devam eden bir teslimiyet geleneğinin ürünüdür. Bu zihniyet, Batı sömürgeciliğinin bölgedeki uzantısıdır. Gerçekliği temel alarak hedefler belirlemeye çalışanlar, eninde sonunda mevcut duruma uyum sağlayıp zamanın rüzgarına kapılmaktan kurtulamazlar. Unutmayalım ki, yöneticilerin Yahudilere olan bağlılığına ortak olanlar, ümmetin öfkesinden asla kurtulamayacaklardır. Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in bugün imkânsız gibi görülen ölçütlerden hareketle bir yol çizdiğini unutmamalıyız. Nitekim Rasûl SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur:

يا عَمُّ، واللهِ لَوْ وَضَعُوا الشَّمْسَ في يَمِينِي، والقَمَرَ في يَسَارِي عَلَى أَنْ أَتْرُكَ هَذَا الأَمْرَ حَتَّى يُظْهِرَهُ اللهُ أَوْ أَهْلِكَ فِيهِ، ما تَرَكْتُهُ “Ey amca! Allah’a yemin ederim ki güneşi sağ elime, ayı da sol elime verseler yine de bu davadan vazgeçmem, Ya Allah bu dini hâkim kılar ya da ben bu yolda yok olur giderim.”

Ey Ürdün halkı! Ey Müslümanlar! Medya ve hükümetin, ‘Ürdün’ün çıkarları’ ve ‘ulusal hedeflerimiz’ gibi parlak ama aldatıcı başlıklar altında yaptığı çağrılar, ancak İslam’ın tüm hükümlerini uygulayan ilahî bir İslamî sisteme uygun olması halinde samimi olabilir. Aksi halde İslam’ı yönetimden dışlayan ve hayatımızda hiçbir söz sahibi olmasını istemeyen laik bir anlayışla yapılan çağrılar gerçekçi olamaz. Bunun en çarpıcı örneği, yakın zamanda Ürdün Kadın İşleri Ulusal Komitesi Kanunu tasarısına ‘İslam Şeriatı hükümlerine uygun olarak’ ibaresinin eklenmesi önerisinin Ürdün Parlamentosu tarafından reddedilmesi gösterilebilir. Bu ibarenin eklenmesi şeriatın tam olarak uygulanacağı anlamına gelmediği halde yine de eklenmesi kabul edilmemiştir. Bu nedenle, sosyal medya ve medyada size tehditler savuran, yöneticilerin ağzıyla konuşan o çok sayıdaki yanıltıcı ve umut kırıcı sözde vaizlere aldanmayın. Çünkü yöneticilerin yalakaları olan bu kişiler, içinde bulundukları durumdan tamamen kopukturlar.

إِنَّمَا ذَٰلِكُمُ الشَّيْطَانُ يُخَوِّفُ أَوْلِيَاءَهُ فَلَا تَخَافُوهُمْ وَخَافُونِ إِن كُنتُم مُّؤْمِنِينَ“İşte o şeytan, ancak kendi dostlarını korkutur. Şu halde, eğer iman etmiş kimseler iseniz onlardan korkmayın, benden korkun.” [Ali İmran 175]

Ey Ürdün Müslümanları! Kötülükler ancak farz olan görevlerin yerine getirilmesiyle engellenebilir, bu görevlerin askıya alınmasıyla değil. Allah yolunda cihat, şehitler ve fedakârlıklar gerektirse bile, saldırıları püskürtmenin ve başta Mescid-i Aksa, Kudüs ve tüm Filistin olmak üzere Müslümanların işgal altındaki topraklarını kurtarmanın yegâne yoludur. Statükoya teslimiyet ve boyun eğiş, başta Hilafet Devletinin yokluğu olmak üzere İslam ümmetinin başına sayısız felaket ve musibetler getirmiştir.

Kalplerimizde doğru imanı yeşertmek, yalnızca Allah’ın hakemliğini talep etmek, Yüce Allah’a beşerî hükümler ve parlamenter yasaları ortak koşmamak, Allah’ın kudretine iman etmek, O’ndan başkasını dost (veli) edinmemek ve günümüz Yahudileriyle savaşmanın ve bu savaşa hazırlanmanın zafer ve egemenliğe giden tek yol olduğuna ikna olmak biz Müslümanlar için kaçınılmazdır.

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا مَا لَكُمْ إِذَا قِيلَ لَكُمُ انْفِرُوا فِي سَبِيلِ اللَّهِ اثَّاقَلْتُمْ إِلَى الْأَرْضِ أَرَضِيتُمْ بِالْحَيَاةِ الدُّنْيَا مِنَ الْآخِرَةِ فَمَا مَتَاعُ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا فِي الْآخِرَةِ إِلَّا قَلِيلٌ * إِلَّا تَنْفِرُوا يُعَذِّبْكُمْ عَذَاباً أَلِيماً وَيَسْتَبْدِلْ قَوْماً غَيْرَكُمْ وَلَا تَضُرُّوهُ شَيْئاً وَاللَّهُ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ“Ey iman edenler! Ne oldunuz ki, size “Allah yolunda sefere çıkın” denilince, yere çakılıp kaldınız. Yoksa ahiretten vazgeçip dünya hayatını mı seçtiniz? Oysa ahirete göre dünya hayatının yararı, pek az bir şeydir. Eğer Allah, yolunda sefere çıkmazsanız, sizi elem dolu bir azap ile cezalandırır ve yerinize sizden başka bir toplum getirir. Siz ise O’na hiçbir zarar veremezsiniz. Allah, her şeye hakkıyla gücü yetendir.” [Tevbe 38-39]

Devamını oku...

Trablusşam’da, Gazze’ye Destek Olmak ve Ordulara Gazze’ye Yardım Çağrısı Yapmak İçin “Ey Ümmetin Orduları! Gazze’nin Kanı Bizim Kanımızdır” Sloganıyla Bir Yürüyüş Düzenlendi

Hizb-ut Tahrir / Lübnan Vilayeti’nin çağrısı üzerine, Trablus ve banliyölerinden yüzlerce aktivist, “Ey Ümmetin Orduları! Gazze’nin Kanı Bizim Kanımızdır” başlıklı yürüyüşe katıldı. Yürüyüş, 11 Nisan 2025 Cuma günü cuma namazından sonra Büyük Mansurî Camii’nden başladı. Yürüyüş Trablus sokaklarında ilerledi. Katılımcılar, Müslüman ordularına yardım çağrısı yapan pankartların yanı sıra İslami bayraklar taşıdılar. Ayrıca Gazze’yi ablukaya alan ve Yahudi varlığına destek veren zalim yöneticilerin devrilmesi yönünde sloganlar attılar.

Yürüyüş, en Nur meydanında yapılan bir basın açıklamasıyla sona erdi. Hizb-ut Tahrir / Lübnan Vilayeti’nden Şeyh Ahmed es-Sufi, burada yaptığı konuşmada, Gazze’de dökülen kanların birincil sorumluluğunun Müslüman ülkelerin yöneticilerinde olduğunu vurguladı. Yöneticilerin ihanetlerinin ve işbirlikçiliklerinin açıkça ortaya çıktığını, onlardan medet ummanın beyhude olmadığını ifade etti. İkincil sorumluluğun ise, elinde silah ve asker bulunduran Müslüman ordularının komutanlarında olduğunu belirtti. Onlara, Ömer b. Hattab’ın, Sa’d b. Muaz’ın ve Es’ad b. Zurare’nin ümmeti desteklediği gibi ümmeti desteklemeleri için bir çağrıda bulundu. Mısırlı subay Halid el-İslambuli, Muhammed Salah ve Türk Tantaş gibi Müslüman ordularının kahramanlarından bahsetti. Filistin meselesinin yalnızca cihat yoluyla çözülebileceğini, müzakereler ya da normalleşme yoluyla bir çözümün mümkün olmadığını vurguladı. Yahudi varlığının yok edilmesinin Allah’ın bir vaadi olduğunu ve bu vaadin Allah’ın izniyle yakında gerçekleşeceğine inandığını söyledi.

Eylem, Gazze halkı ve tüm İslam ümmeti için yapılan bir dua ile son buldu.

Devamını oku...

Düşmanların İşlediği Suçlara Daha Ne Zamana Kadar Sessiz Kalacaksınız? Ey İslam Ümmeti! Çocuklarınıza Ne Zaman Yardım Edeceksiniz, Çağrılarına Ne Zaman Yanıt Vereceksiniz?

Birleşmiş Milletler Çocuklara Yardım Fonu (UNICEF), geçtiğimiz 18 Mart’ta Yahudi varlığının Gazze Şeridi’nde soykırım savaşını yeniden başlatmasından bu yana 322 çocuğun şehit olduğunu ve 609 çocuğun yaralandığını duyurdu. UNICEF, geçtiğimiz Salı günü yaptığı açıklamada, son on gün içinde çocuk ölümlerinin ve yaralanmalarının günlük ortalama 100’e ulaştığını belirtti. Açıklamada, bu sayılara, 23 Mart’ta Yahudi ordusunun Gazze’nin güneyinde yer alan Nasser Hastanesi’nin cerrahi bölümüne düzenlediği saldırıda ölen çocukların da dâhil olduğu belirtildi.

UNICEF’in raporlarına göre yaklaşık 18 aydır devam eden savaşta 15 binden fazla çocuk şehit oldu, 34 binden fazla çocuk yaralandı. Yaklaşık 1 milyon çocuk ise defalarca yerinden edildi ve temel hizmetlere erişim haklarından mahrum kaldı.

Ayrıca, 2 Mart’tan bu yana Gazze Şeridi’ne insani yardımların girişinin kesintisiz bir şekilde engellenmesi, Gazze halkının karşı karşıya olduğu insani krizi daha da derinleştirdi. Gıda, temiz su, barınma ve sağlık hizmetlerine erişimin olmaması, yetersiz beslenme oranlarının artmasına, hastalıkların yayılmasına ve çocuk ölümlerinin yükselmesine yol açacak.

Gazze’de yaşanan soykırım ve masum çocukların öldürülmesi artık kimse için sır değil. Tüm dünya, bu buluntu varlığın ve vahşi ordusunun Gazze halkına ne kadar acımasız davrandığına tanık oluyor. Büyük-küçük demeden Gazze halkına karşı akıl almaz bir zulüm uyguluyor. Hiçbir ayrım yapmadan her yöne ateş yağdıran bu caniler, karanlık emelleri uğruna tüm bir halkı yok etmeye ant içmiş durumda!

Ey İslam ümmeti! Gazze’de evlatlarınız ve çocuklarınız ne halde, görmüyor musunuz? Onların maruz kaldığı musibetlere şahit olduğunuz halde seyirci mi kalacaksınız? Onların feryatlarını, yardım çağrılarını duyduğunuz halde neden yanıt vermiyor musunuz? Allah’ın şu ayetinden habersiz misiniz?

وَإِنِ اسْتَنْصَرُوكُمْ فِي الدِّينِ فَعَلَيْكُمُ النَّصْرُ“Eğer onlar din hususunda sizden yardım isterlerse, yardım etmek üzerinize borçtur.” [Enfal 72] Onların çağrılarına cevap vermeleri için neden yöneticileri ve orduları teşvik etmiyorsunuz? Allah size, yöneticilerin üzerindeki zilleti ve aşağılanmayı kaldıracak, orduların acizlik ve korkaklığını giderecek, dini yüceltmek ve kardeşlerine yardım etmek için onların azimlerini bileyecek bir güç ve otorite vermiştir.

Ey İslam ümmeti! Gazze’deki çocuklar çadırlarında yanıp kül oluyor, kanları içinde can veriyor. Peki siz neredesiniz? Onları yüzüstü bıraktığınız için sizi Allah’a şikâyet ediyorlar. Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’e seslenip, sizin için şefaatçi olmamasını istiyorlar. Ey Muhammed’in ümmeti, buna nasıl rıza gösterebiliyorsunuz? Bu korkunç olay karşısında ürpermiyor musun? Onlara yapılan bu eziyet, bu kıyım, bu soykırım damarlarınızdaki asil kanı kaynatıp isyan etmenize, yöneticilerin tahtlarını sarsmanıza ve mazlum çocuklarınıza destek olmak için orduların harekete geçmesi yönünde çağrıda bulunmanıza yetmiyor mu?

Ey İslam ümmetinin âlimleri! Ey peygamberlerin varisleri! Bu katliamlara nasıl sessiz kalırsınız?! Akan bu kan selini nasıl durdurmazsınız? Çocukların ve kadınların şehit sayısına bir son vermek için neden sesinizi yükseltmiyorsunuz? Neden Yahudi varlığı yanlısı ve dostu işbirlikçi yöneticilerin devrilmesi çağrısında bulunmuyorsunuz ve neden cihat seferberliği ilan etmiyorsunuz? Yoksa ümmetteki farkındalığı artıran, yolunu aydınlatan ve ona kurtuluş yolunu gösteren sizler değil misiniz? İçinizde hiç mi kınayıcının kınamasından korkmayan, zorba yöneticinin baskısına boyun eğmeyen, Gazze’deki mazlum yavrulara yardım etmek için orduları harekete geçirmeye çağıran aklı başında bir adam yok?

Ey insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetin orduları! Bu zillete razı mı oldunuz? Aşağılanmayı kabul mü ettiniz? Çocuklarınızın ve kardeşlerinizin kanlarının dökülmesine razı mı oldunuz da onlara yardım etmek için bir adım dahi atmıyor, çağrılarına ve yardım isteklerine karşılık vermiyorsunuz? Yarın Rabbinizin huzuruna çıktığınızda ve Rabbiniz size niye kardeşlerinize yardım etmediniz diye sorduğunda O’na ne cevap vereceksiniz?

Ey İslam ümmeti! Ey İslam ümmetinin âlimleri! Ey İslam ümmetinin orduları! Biz, Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi Kadın Kolları olarak, size sesleniyoruz. Allah’a ve Rasûlüne olan sevginiz ve dininize olan bağlılığınız adına size çağrıda bulunuyoruz: Bu katliamları durdurmak için hemen harekete geçin. Bizi tek bir ümmet yapan ve bir uzvu rahatsızlandığında diğer tüm uzuvları da uykusuzluk ve ateşle etkilenen bir vücut haline getiren Tevhit kelimesi “Lâ ilâhe illallah Muhammedun Rasûlullah” hakkı için size yalvarıyoruz. Sakın gevşeklik göstermeyin, sakın vurdumduymazlık yapmayın, her nerede olursanız olun onların yardımına koşun. Allah için, O’nun dininin bayrağını en yükseklerde dalgalandırmak için yardım edin ki iki güzellikten birine, ya düşmanlara karşı zafer ya da şehadete erişesiniz. Andolsun ki bunda büyük bir kurtuluş vardır. Haydi, Peygamberiniz SallAllahu Aleyhi ve Sellem ve onunla birlikte olanların yolundan yürüyün, cihat edin, dininize ve din kardeşlerinize yardım edin!

لَكِنِ الرَّسُولُ وَالَّذِينَ آمَنُوا مَعَهُ جَاهَدُوا بِأَمْوَالِهِمْ وَأَنفُسِهِمْ وَأُولَئِكَ لَهُمُ الْخَيْرَاتُ وَأُولَئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ“Fakat Peygamber ve onunla beraber inananlar, mallarıyla, canlarıyla cihad ettiler. İşte bütün hayırlar onlarındır ve onlar kurtuluşa erenlerin kendileridir.” [Tevbe 88]

Devamını oku...

Katar ve BAE, Yahudi Varlığıyla Ortak Askerî Tatbikat Düzenliyor!

31 Mart 2025 Pazartesi günü Yunanistan’daki Andravida Hava Üssü’nde, “Iniohos 2025” adı altında çok uluslu bir hava tatbikatı başladı. Newsweek dergisinin haberine göre, bu tatbikata Katar, Birleşik Arap Emirlikleri, Yahudi varlığı ve Amerika Birleşik Devletleri katıldı. 11 Nisan 2025’e kadar sürecek olan bu tatbikatlar, katılımcı ülkeler arasında stratejik işbirliğini güçlendirmek için bir fırsat olarak değerlendiriliyor.

Gasıp Yahudilerin Gazzeli çocukları, kadınları, yaşlıları ve erkekleri katlettiği ve onlara karşı vahşi bir soykırım savaşı yürüttüğü bir dönemde Katar ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin sefihleri aralarındaki işbirliğini güçlendirmek ve ortak savaş yeteneklerini geliştirmek amacıyla askeri tatbikatlar düzenliyorlar! Böylece, hiçbir utanma veya arlanma duymuyorlar, katliamlarını daha da artırması için sanki Yahudilere daha fazla güç ve küstahlık bahşetmenin çabası ve gayreti içerisindeler. Böylesi kimseler hakkında Allah Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyuruyor:

لا تَجِدُ قَوْماً يُؤْمِنُونَ بِاللهِ وَالْيَوْمِ الْآخِرِ يُوَادُّونَ مَنْ حَادَّ اللهَ وَرَسُولَهُ وَلَوْ كَانُوا آبَاءَهُمْ أَوْ أَبْنَاءَهُمْ أَوْ إِخْوَانَهُمْ أَوْ عَشِيرَتَهُمْ“Allah’a ve ahiret gününe iman eden hiçbir topluluğun, babaları, oğulları, kardeşleri yahut kendi soy-sopları olsalar bile, Allah’a ve peygamberine düşman olan kimselere sevgi beslediğini göremezsin.” [Mücadele 22]

Müslümanların Ruveybida yöneticilerinin Yahudi varlığı ve Batı sevdası artık bir sır değil. Yahudilerin Gazze’ye karşı yürüttüğü savaş, en koyu karanlıkları bile aydınlattı ve her gören göze, bu alçak yöneticilerin, Yahudilerin ve Batı’nın ülkemizdeki en sadık uşakları olduğunu tüm çıplaklığıyla gözler önüne serdi. Eğer bu işbirlikçi yöneticiler olmasaydı, Gazze bir buçuk yıldır sabah akşam katliamlara maruz kalmazdı. Dahası, bu ihanet şebekesi, Gazze’de yaşanan katliamlara seyirci kalmakla yetinmeyip, ayakta kalması için o cani Yahudi varlığına her türlü imkân ve desteği sağladılar, ümmeti ve ordularını kardeşlerine yardım etmekten ve bu trajediye bir son vermekten alıkoydular.

Artık açıkça görülen ve kimsenin gözünden kaçmayan gerçek şu ki, ümmetin kurtuluşu ve düşmanlarının kurduğu tuzaklardan korunması, önce kendi yöneticilerinden kurtulmasına bağlıdır. Aksi hâlde, kâfirlerin baskısı ve ateşi altında ezilmeye ve yöneticilerin zulmü ve ahmaklığı altında inim inim inlemeye devam edecektir.

Ey Müslümanlar! Gelin kafir Batı’nın sömürgeci nüfuzunu topraklarımızdan söküp atmak ve Nübüvvet metodu üzere İkinci Raşidi Hilafeti kurarak bu zilletten kurtulmak için bizimle birlikte çalmaya katılın.

وَيَوْمَئِذٍ يَفْرَحُ الْمُؤْمِنُونَ  “O gün müminler de Allah’ın yardımıyla sevineceklerdir.” [Rum 4]

Devamını oku...

Türkiye'nin, Azerbaycan'da Yahudi Varlığıyla Teslimiyetçi Görüşmeleri!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Türkiye'nin, Azerbaycan'da Yahudi Varlığıyla Teslimiyetçi Görüşmeleri!

Haber:

Türkiye ile Yahudi varlığı arasındaki ilk teknik toplantı, Suriye'deki istenmeyen olayların önlenmesi amacıyla iki ülke arasında, üzerinde mutabık kalınan çatışmasızlık mekanizmasını görüşmek üzere geçen hafta Azerbaycan'da yapıldı.Görüşmeler, iki ülkenin bölgedeki operasyonlarında olası çatışma ya da yanlış anlamaları önlemek amacıyla bir iletişim kanalı kurma çabalarının başlangıcını teşkil ediyor.

Yahudi varlığı Başbakanı Netanyahu'nun ofisi, sözde ulusal güvenlik danışmanı Tzachi Hanegbi başkanlığındaki bir heyetin Azerbaycan'da Türk yetkililerle görüştüğünü vurguladı ve şunları açıkladı: “Türkiye ile güvenlik istikrarını korumak için diyaloğa devam etme konusunda mutabık kaldık.”Varlık içindeki bir yetkili, ABD haber sitesi Axios'a şunları söyledi: “İki ülke arasında, Rusya'nın Suriye topraklarındaki varlığı sırasında uygulanan koordinasyon sistemine benzer bir koordinasyon sistemi kurulacaktır.”Türkiye Dışişleri Bakanı da, ülkesinin gerektiğinde Suriye topraklarındaki gerilimi azaltmak için bu varlıkla teknik görüşmeler yaptığını söyledi.

ABD Başkanı Donald Trump, Türkiye Cumhurbaşkanı'nı överek şunları söyledi: “Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile harika bir ilişkim var.” Ve şöyle ekledi: “Erdoğan denen adamla büyük ilişkilerim var.” Ve şöyle devam etti: “Erdoğan çok güçlü ve zeki bir adamdır.”

Yorum:

Türkiye'nin Yahudi varlığıyla yaptığı bu görüşmeler, Türkiye'nin Suriye'de askeri üs kurma girişiminin ardından Suriye'nin orta kesimlerindeki T4 ve Hama havaalanlarının Yahudi varlığının savaş uçakları tarafından tamamen imha edilmesi sonucunda iki ülke arasındaki gerginliğin ardından geldi.

Trump'ın söz konusu açıklamalarının, iki ülke arasındaki meseleleri kontrol etmek, ikisi arasındaki çatışmaları önlemek ve Suriye'deki güçleri arasında gelecekte yaşanabilecek herhangi bir çatışmayı engellemek amacıyla atmosferi sakinleştirmek ve soğutmak bağlamında geldiği açıktır.

İki ülke arasındaki bu teknik görüşmeler, tarafları Amerika'nın talebi doğrultusunda Azerbaycan'da müzakerelere başlamaya zorlayan Amerika'nın hızlı müdahalesi olmasaydı gerçekleşmezdi.

İki ülke arasındaki bu müzakereler, ABD'nin tam gözetimi altında gerçekleşmekte olup özellikle Rus güçlerinin çoğunun Suriye'den çekilmesinden sonra iki ülke arasında nüfuz paylaşımı ve Suriye hava sahasının paylaşımı temeline dayanmaktadır.

Yahudi varlığı bu müzakereler aracılığıyla Güney Suriye'deki mutlak nüfuzunu sağlamlaştırmayı çalışırken, Türkiye ise nüfuzunu Kuzey ve Orta Suriye'ye doğru genişletmeye çalışmakta olup İki ülke arasında bir anlaşmazlık çıktığında, Amerikan hükümeti müdahale edip ikisinin arasını ayıracaktır.

Böylece bu görüşmelerin başlamasıyla birlikte Türkiye, Suriye'deki oyun alanında Yahudi varlığının varlığını kabul eden ve Amerika'nın Suriye ve bölgenin genel lideri rolünü oynamasına razı olan küçük bölgesel bir oyuncu olmayı kabul etmiştir.

Şayet Türkiye siyasi eylemlerine İslami siyasi eylem zaviyesinden yaklaşmış olsaydı, ABD'nin bu diktalarını kabul etmeyeceği gibi Yahudi varlığının Suriye'deki nüfuzunun pekişmesini de kabul etmezdi.

Türkiye'nin liderlerinin açık bir şekilde bu zilletinin ve aşağılanmasının nedeni, yöneticilerinin NATO ile olan bağlantısı ve Türkiye devletinin baltacı Amerika'nın politikalarına entegre olmasıdır.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan

Ahmed El-Hutvânî

Devamını oku...

Ey Husi Taraftarları: ABD'nin Manipülatif Politikası Sizleri Aldatmasın

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Ey Husi Taraftarları: ABD'nin Manipülatif Politikası Sizleri Aldatmasın

Haber:

Es-Sevra gazetesinin 11 Nisan Cuma günü yayınlanan sayısında "ABD'nin Yemen'e yönelik yasadışı saldırısını durdurmak için Kongre'de hareket" başlıklı bir haber yer aldı ve haberde şöyle geçti: “The Intercept'in haberine göre ABD Kongresi'ndeki ilerici kanun koyucular, Başkan Donald Trump'a bir mektup göndererek ABD'nin Yemen'e yönelik saldırısının yasal dayanağını gerekçelendirmesini talep ettiler.”Şunu da ekledi: "Mektubun içeriğine göre ABD saldırısı Yemen'de onlarca sivilin ölmesine neden oldu."Mektupta ABD yönetiminden yetkisi olmadığı halde askeri güç kullanmayı “derhal durdurması” ve bölgedeki ABD askeri personelini riske atacak herhangi bir ek askeri adım atmadan önce Kongre'ye danışması talep edildi.”

Yorum:

Amerikan politikası, kurucu babaları tarafından çizilmesinden bu yana, başkan ile Kongre arasındaki güç paylaşımı düzenlemesine dayanmakta olup bu sayede siyasi eylemler manipüle edilmekte, bazen güçlü Başkan galip gelirken bazen de Kongre ile aralarında siyasi anlaşmalar yapılmaktadır. Bu da dış politikada, kirli işlerini yapmakta öncü olan CIA ile diplomatik işlerde takipçi olan Dışişleri Bakanlığı arasında bir bölünmeyi yansıtmaktadır.

Ey Husi taraftarları, Kongre'deki demokratların Trump'a yazdığı mektup sakın sizleri aldatmasın;zira başkan olduğunda, onların Amerika'yı yönetmek için geri dönemeyeceklerini açıkladı ve Elon Musk'ın yardımıyla, bir kısmı yolsuzlukla etiketlenen 50.000 yetkilisini ve çalışanını hedef aldı.

Şimdi bu "ilericiler" Yemen'deki ölü sayısını hesaplarken 2023'ten bu yana olan ölü sayısını nasıl hesaplayamıyorlar?Ayrıca onlar, Amerika'daki Kızılderililer, Japonya, Endonezya, Latin Amerika ve Afrika'daki ve uçaklarının bombardımanı nedeniyle bir buçuk yıldır kan ağlayan Gazze’deki milyonlarca ölü ve yerinden edilmişleri hesaplamadılar?!

Siyasi bilinç sayesinde siyasi eylemlerin derinliklerini keşfetmek ve dost ile düşmanı birbirinden ayırmak mümkündür.Bilge kişilerin özelliğinden biri de, cehaletiyle savaştıkları kişilere bilgi sunmaktır!Husi taraftarlarının sorunu, siyasi bilinçten yoksun olmalarıdır; bu da onların ilerlemekten başka çarelerinin olmadığı zorlu yollara girmelerini kolaylaştırmış ve geride kalanları ise hain ve ikiyüzlü olarak nitelendirmelerine neden olmuştur.

Dünya siyasetleri hakkında bilgi sahibi olmak, üzerine siyasi kaidenin inşa edildiği akide açısından dünya görüşlerinin bir parçası olarak Müslümanların siyasi bilinçleri açısından önemlidir; bu da onların, siyasi varlıklarını, yani Nübüvvet Minhacı üzere İkinci Raşidi Hilafet Devleti'ni kurmalarına yol açacaktır. يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اسْتَجِيبُوا لِلَّهِ وَلِلرَّسُولِ إِذَا دَعَاكُمْ لِمَا يُحْيِيكُمْEy iman edenler! Hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman, Allah ve Rasulü’ne icabet edin.” [Enfal 24]

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan

Müh. Şefik Hamis – Yemen

Devamını oku...

İslamlaştırılmış Seküler Çağın Küfrü İslam’ın Modern Bir Okuması Değil, Onun Nâsslarına Yönelik Laik Bir Anlayıştır

  • Kategori Makaleler
  •   |  

İslamlaştırılmış Seküler Çağın Küfrü

İslam’ın Modern Bir Okuması Değil, Onun Nâsslarına Yönelik Laik Bir Anlayıştır

Sömürgeci kâfir Batı, Müslümanların çocukları kendi kültürel istilasının uysal ve esnek bir aracı olsunlar diye fikrî meseleye hırs gösterdiği gibi seküler felsefesi ve kültürüne dayalı olarak tasarladığı ve geliştirdiği eğitim müfredatı aracılığıyla da İslam'ı fikrimizden, düşüncemizden, meselelerimizden ve hayatımızdan dışlamaya da hırs göstermektedir ki bu, İslam'ımız konusunda sapmamıza, dalalete düşmemize ve ateist olmamıza yol açan çağımızın laneti olmuştur ve olmaya da devam etmektedir. Ayrıca Batı kültürünü, İslam'ımızla çelişen ve imanımızı dinamitleyen kafir seküler kültür olarak düşünmeksizin onun tüm bilgi üretimlerine tam olarak cevap vermek için Batı kültürüne ait konuları ele alırken fikri sığlığa ve kültürel kırılganlığa da hırs göstermiştir. Dahası (sömürgeci kâfir Batı) bize, kendi seküler kültürünü bilişsel aksiyomlar ve fikri kesin hakikatler olarak aşılamaya da aşırı hırs gösterdiği gibi Batı, kültürünün seküler-laik yüzünü kasıtlı olarak gizlediği gibi ortamının, koşullarının, insanının ve kafirliğinin hakikatinin özelliğini de gizlemiş, bunları tarafsız insani bilgi üretimleri olarak ihraç edip sunmuş, hatta bunları bizim için, bakış açısından ve küfründen etkilenmeyen genel ve evrensel maddi bilimler gibi formüle etmiştir ki bu, Allah'a yemin olsun büyük bir tuzak ve ölümcül zehirli bir aldatmacadır!

Bilişsel bir üretim olarak kültür, bir ümmetin varlığını ve şahsiyetini inşa eden bir malzemedir; yine kültür, şeylerin kendisine göre ölçüldüğü kültürel ölçüleri ve kaideleri uygulamak için insan zihnini, şeyleri ve olayları anlamak için inşa eden bir malzemedir. Dolayısıyla bu kültür, hadaratın maddesi olup buna dayalı olarak hedefler, gayeler, idealler ve değerler belirlendiği gibi yaşam biçimi de belirlenir. Yani kültür, hayata bakış açısının ve toplumun çimentosunun malzemesi olduğu gibi toplumun standartlarının, hükümlerinin, çözümlerinin, sistemlerinin ve hayatının da bir malzemesidir.

Batılı kâfirin, Müslüman ülkelerdeki kültürel meseleyi, parçalarından hiçbir kısmını kaçırmamak için eğitim müfredatı aracılığıyla kontrol altına almasına gelince; “Sömürgeci, eğitim ve kültür müfredatını sabit bir felsefe temelinde koymuştur ki bu onun hayata bakış açısıdır; onun hayata bakış açısı ise, maddeyi ruhtan ayırmak, dini (özellikle İslam'ı) devletten ayırmak, sadece kendi şahsiyetini kültürümüzün kendisinden çıkarıldığı bir temel yapmak ve hadaratını, mefhumlarını, ülkesinin bileşenlerini, tarihini ve çevresini kendisiyle zihinlerimizi doldurduğumuz şeylerin asıl kaynağı yapmaktır...” Nitekim küfür ve sömürgecilik fikirlerinin pekişmesinde en büyük bir etkiye sahip olan bu seküler Batı kültürü, kendi akidesini taşıyan ve kendi inandığı şeylere inanan nesiller yaratmayı başaramamış olsa bile, en azından fikri bir kaidesi ve düşünce metodu olmayan cahil ve zihni karışık nesiller yaratmıştır. Dolayısıyla bu nesiller, (laik Batı'nın) kültürünü ekmesi ve istediği istikamete yönlendirmesi için verimli topraklar olmaya devam edecektir; her ne kadar bu nesiller onun gayesini idrak ettikten sonra onun pençesinden kurtulmak isteseler bile, her seferinde tekrar kendi pençesine düşmesi ve sömürgeci kafesine hapsolması için bir mücadele yolu çizmiş ve her seferinde tuzağına düşürmek için yeni üsluplar icat etmiştir.

Eğer bu laik kaideler ve ölçüler, hayatımızı, hayatın sorunlarını, vakıalarını ve olaylarını kıyasladığımız ölçütler olursa, o zaman bu laik ölçülerin ve kaidelerin oluşturduğu zihniyetlerin de sadece bu sömürgeci kâfirin istediğine göre düşünmesi, zihniyetlerin Batı taklitçiliğiyle doymuş olması, İslam'ın düşünce ve meşguliyet dairesinden çıkması ve Batının bizim çizdiği sınırlar, kanunlar, kültür, siyaset, hayat sistemleri, hadarat ve benzerleri açısından Batı'nın etkisini takip etmeye dalmış olması da kaçınılmaz olacaktır; hatta bu tür zihniyetler, Batı tarafından aramızda kurulan sömürgeci durumların, politikaların ve projelerin hizmetkârları haline gelmiştir. Bundan daha kötüsü ise sömürgeci kafirin, Müslümanların çocuklarına kendi kültürel ölçülerini ve kaidelerini, seküler kültürünün bir parçası olarak değil, aksine bilimsel ölçüler ve kaideler ve evrensel genel bilimsel gerçekler olarak kabul edilen ve üzerinde düşünülmesi ve kafa yorulması kabul edilmeyecek bir şekilde aşılamaya yönelik kasıtlı mugalatası olmuştur. Böylece onun kültürel bilgileri, artık hayatımızın işlerinde hüküm vermesi kabul edilen konular olarak alınır hale gelecektir!

Böylece kültürel olarak köleleştirilenlerin çoğunun, özellikle de seküler Batı kültürü makinesi tarafından kültürel olarak yoğun bir şekilde istila edilmiş, öğütülmüş ve ezilmiş olan bu fikirlerin sahibi aydınlar grubunun, Batı kültürünün konularını, maddi bilimlerin (matematik, fizik, mühendislik...) kapılarından bir kapı olarak ele aldıklarını, dolayısıyla bunlarla aptalca bir tarafsızlıkla muamele ettiklerini, dahası bunlara yeni bir anlayış ve kültürün ve sorunlarının çağdaş modern bilimsel bir okuması karakteri kazandırdıklarını görürsünüz. Dolayısıyla bu fikrî sığlık ve kültürel kırılganlık, seküler Batı kültürünü, çevresini, koşullarını, insanlarını, zamanını ve mekânını ve bunun yanı sıra varlığının, inşasının, ölçülerinin ve kaidelerinin doğuşunu ve kendi laik bilişsel üretiminin sebebi olan seküler köklerini inşa eden özel bir kültür olarak anlamayı imkansız kılmaktadır. Böylesi bilişsel (epistemolojik) bir çıkmazla birlikte zihinler, fikrî açmazlarının hakikatini, argümanlarının yanlışlığını, felsefi temellerini, kültürel vizyonlarını ve tüm bunların da ötesinde seküler küfrünün yanlışlığını idrak etmeye karşı sıkı bir şekilde kapatılmıştır.

Batılı seküler kültürün bilim olarak adlandırdığı şey, seküler bir kültürel bilgi üretimidir, yani kültürel sorunlara ve meselelere yönelik seküler bir bakıştır. Kültürel meseleleri modern bilimsel bir okuma olarak görmenin yüzeyselliğine gelince; fikrî olarak sığ ve kültürel olarak kırılgan olanların anlayışlarını yanlış yönlendirmekten başka hiçbir bilişsel değeri yoktur. Zira bu, kültürel meselelere ve sorunlara yönelik seküler bir okuma olup bunu modernlik ve çağdaşlık olarak nitelemek, kültürel istilayı geçirip kolaylaştırmak için bir aldatmacadan başka bir şey değildir; çünkü yeni ve eski olarak, fikrî ve kültürel meselede bir geçerlilik ya da geçersizlik standardı olmadığı gibi araştırmanın konusu da sadece kültürün sekülerleşmesinden başka bir şey değildir.

Örneğin Batı seküler kültürünün bölümlerinden biri de sosyoloji (toplum bilim) olarak adlandırılmaktadır; bu ise topluma ve sorunlarına yönelik modern bilimsel bir okuma değil, aksine sadece topluma ve sorunlarına yönelik laik kültürel bir okuma ve vizyon olup bu seküler kültürel çalışmayı modern veya çağdaş olarak etiketlemenin bilişsel bir değeri yoktur. Zira mesele, bunun ne zaman gerçekleştiği değil, onun seküler felsefesidir. Aynı şekilde psikoloji denen şey, insan nefsinin ve onun sorunlarının bilimsel, modern, çağdaş bir okuması değil, bilakis insanın nefsine ve onun sorunlarına yönelik laik kültürel bir okuma ve vizyondur. Yine eğitim bilimleri olarak adlandırılan şey, insan davranışını değerlendirmenin modern ve çağdaş bilimsel bir okuması değil, aksine eğitimin ve bireysel davranışın seküler ve kültürel bir okuması ve vizyonudur. Ayrıca tarih bilimi ve dalları olarak adlandırılan şey, tarihin modern ve çağdaş bilimsel bir okuması değil, aksine tarihin ve insanlığın geçmişinin seküler ve kültürel bir okuması ve vizyonudur. Bunun yanı sıra lisaniyetler veya dil bilimi olarak adlandırılan şey, dilin modern ve çağdaş bilimsel bir okuması değil, aksine dilin ve insan konuşmasının kelime, terminoloji ve anlam açısından seküler bir kültürel okumasıdır.

Tüm Batılı laik kültürel üretim, bilişsel olarak kültürel meseleleri ve sorunları seküler standartlara ve kaidelere boyun eğdirerek kendi seküler vizyonunu üretmektedir ki bu da tüm kültürel sorunların kapsamlı bir şekilde sekülerleştirilmesi demektir. Zira laiklik hayata bakış açısı olup dinin hayattan ayrılması olan felsefi kökü, kendi laik bilgi ve kültürünün inşasında ve üretilmesinde dayandığı temel fikri kaidesidir.

Dolayısıyla kültür, kendi kaideleri ve standartlarına yönelik felsefi kökünün ve fikri akidesinin bir kızı ve dalıdır. Kültür son derece özel bir şeydir; çünkü kültür, en özel bir nitelik olan hayata bakış açısından kaynaklanmakta olup başka bir kültürün üzerine yönelik her bir izdüşüm, bilişsel bir hataya ve günaha düşmektir. Zira her kültürün kendi bilişsel kökleri ve yalnızca kendisiyle anlaşılabilecek özel kaideleri ve standartları vardır ve başka bir kültürün kaidelerinin ve standartlarının kullanılması kültürel bir çarpıtma ve deformasyon hükmünde olup bilişsel bir kusur ve kültürel bir günah olarak sınıflandırılır ve çarpıtma ve deformasyon kategorisi dışında bilişsel ve kültürel olarak hiçbir değeri yoktur. İslam kültürünü inceleyip anlamak için Batılı seküler kültürün araçlarını, kaidelerini ve standartlarını kullanmak, İslam kültürünü sekülerleştirme, deforme etme ve çarpıtma yönteminden başka bir şey değildir ve ironik olan ise, bunun yüzeysel olarak sunulması ve yüzeysel olanlar tarafından da modern ve çağdaş bilimsel bir okuma ve İslam kültürünün yenilikçi yeni bir anlayışı olarak propagandasının yapılmasıdır ki bu, Allah'a yemin olsun fikrî sığlığın ve kültürel kırılganlığın zirvesidir!

Bu kültürel düşüş, deformasyon ve çarpıtma, sömürge hangarlarının, onların çöküş dönemlerinin ve sözde aydınlarının bir karakteridir. Örneğin onlardan birinin, Batılı seküler kültürün kusmuğundan biraz içtikten sonra, dinleyicileri baştan çıkarmak için dilsel olarak bilgiçlik tasladığını, ardından size akidevi büyük günahlar ve fikri felaketler getirdiğini ve tüm bu konularda aptal olan bu kişinin, ilklerinin aciz kaldığı, hatta hata yaptığı konuda içtihat ettiğini iddia ettiğini görürsünüz; trajedi olan şudur ki, kültürel yabancılaşması ve kültürel yenilgisi içinde söylediği saçmalıkların, dinleyicilerinin dininden önce kendi dinini ve imanını dinamitleyen seküler bir kusmuk olduğunu idrak etmemesidir.

Nitekim fikri kıtlığımızın, kültürel kuraklığımızın ve hadari gerilememizin yaşandığı günlerde karşımıza, bizim dilimizi konuşan ve yüce İslam'ımıza aykırı davranan oryantalist kafirler gibi aptallaşmış bir nesil çıktığı gibi görmesi ve basireti kör olmuş Taha Hüseyin gibi habis bir bitki olan yeni mürtetlerin nesli çıkmıştır. Onların tek derdi İslam, onun düşüncesi ve kültürü, müfessirleri, muhaddisleri ve fakihleri hakkında imada bulunup kötülemektir; onların kötülüklerinin dibi Şahrur olup bugün onun civcivlerinden biri de, fikri sığlığı içinde dilbilimlerinin farkına varamayan ama incelendiğinde, Batılı seküler kültürün bir kolu ve 19. yüzyılın sonlarında ortaya çıkan dil felsefesinin kapısı olan, dilbilimde yapısalcı okulun babası mesabesinde olan ve dilbilimlerinin kurucusu sayılan De Saussure gibi kurucu laik birinin zihniyetiyle dokunmuş olan Yusuf Ebu Awad'dır; zira De Saussure’nın fikri, kilise hegemonyası ve kültürel teoloji çağları boyunca boyanmış ve damgalanmış olan kelime ve terimleri dini çağrışımlarından arındırmak yoluyla dili sekülerleştirmeyi ifade etmektedir. Çünkü tüm bilgi alanlarının sekülerleşmesi dalgasıyla birlikte dili de sekülerleştirmek istemiştir. Nitekim De Saussure’nın (Genel Dilbilim Dersleri) adlı kitabında dil, (din, çevre, kültür, felsefi düşünce) değerleri gibi kimlikleri taşımakta ve dilin seküler bir dil olabilmesi için dilin, dini yüklerinden arındırılması gerekmektedir. Dilbilim, kelime ve terminolojiyi-ıstılahı, dini anlamlarından arındırmak ve dini yüklerinden soyutlamak anlamında dili ve insan konuşmasını sekülerleştirmek için Batılı seküler kültürün bir dalıdır. Dolayısıyla dilbilim, dinin sekülerleşmesinin sona ermesi için dilin sekülerleşmesine yönelik bir araçtır ki Yusuf Ebu Awad'ın yaptığı da işte budur; nitekim dilbilimin, Arap diline yönelik bu seküler izdüşüm, dilin anlamlarını ve yapılarını bozmakta, yani bizzat dilin kendisini bozmakta, çağrışımları ve anlamları tahrif etmekte, yani Arapça konuşmayı tahrif etmekte ve apaçık Arapça diliyle nazil olan dinin kendisini tahrif etmektedir. Sonra öğretmenimiz böyle bir dille, Kur'an nâsslarının anlamlarını ve delaletlerini çarpıtarak ve kelimelerin yerlerini ve anlamlarını tahrif ederek Allah'a karşı cüretkar olmakta ve böylece tüm bunlarda, Arapça dilini anlamada ve Kuran'ı tefsir etmede laikliğin standartlarını ve kaidelerini takip etmektedir. Bunun üzerine seküler büyük günahlarıyla size gelerek bunların nâssları anlamada inşa ve içtihat olduğunu sanmakta, bilakis en önde gelen müfessirlere ve fakihlere iftira atıp karalamakta ve onları İslam'ı ve Kur'an nâsslarını anlamamda hata eden gelenekçiler olarak adlandırmaktadır. Bütün bu sapkınlığa, seküler dalalete ve zındıklığa rağmen iyi bir şey yaptığını sanmakta, bilakis bu grup size, İslami fikir ve kültür olarak irtidat ve seküler küfrü getirmektedir; tıpkı bu grubun zındık civcivlerinden bir diğeri de, İbrahimi şirk ekolünün ucuz bir parçası ve Kur'anî namazının ve benzerlerinin saptırıcısı olan Yasir El-Adirqawi’dir...

Onları dinleyen ve İslam'ın kaide ve ölçüleriyle disipline edilmiş ve Batılı sekülerizmin bağlarından ve onun bilgi ve kültürünün küfründen kurtulmuş olan İslami zihniyeti kastettiğimiz bir enstrümana sahip olmayan Müslümanların evlatlarına yönelik bir uyarı olsun diye bu kişilerin isimlerini zikrettik. Zira onlar için, kültürel kısırlığın ve fikri kafa karışıklığının olduğu bir zamanda, bu yeni mürtetlerin ahlaksızlığını, saçmalığını ve zındıklığını anlamak için İslam kültürünü elde etme ve onun kültür denizinden yararlanmaktan başka bir yol yoktur.

Bu sürekli olan ve devam eden zehirli kültürel istila ve bu yıkıcı seküler fikri savaş, kabuğu ve görünümü seküler İslami düşünce olmasının yanı sıra dış kabuğu İslami, kültürel derinliği seküler ve seküler içerik için de İslami kalıpta olan çarpık zihniyetler ve bilişsel ucubeler salgılamaktadır. Bu yüzden çok dikkatli olmak gerekir; çünkü sömürgeci işlevsel varlıklardaki kültürel hareket, tüm fikri ve kültürel köşelerinde Batılı sekülerizmin mayınları ve tuzaklarıyla mayınlanmış ve bubi tuzağına düşürülmüştür; bilakis maddi bilimler bile Batılı sömürgecinin sekülerizmine hizmet edecek şekilde felsefeleştirilmiştir.

Çok dikkatli olmak gerekir; çünkü kültür meselesi, cerrahın elindeki neşter gibidir ve onun hatası ölümcüldür. Bu yüzden eğer cerrah değilseniz riski göze almayın; zira maceraya yer yoktur. Çünkü buradaki risk kanama veya ampütasyon değil, bilakis aklınızın, imanınızın ve irtidatınızı ve küfrünüzü sona erdirecek olan büyük İslam'ınızın mefhumlarının sökülüp atılmasıdır; o halde onun zındıklarını ve sömürgeciye hizmet eden laikliğin kölesi olmuş kültür ve düşünce sahtekarlığını kaldırıp atın.

Azim İslam’ın evlatlarını uyarmak ve ikaz etmek gerekir; zira bir Müslümanın diğer kültürlere karşı tutumu, kültürlerin özel olması ve kendi akideleriyle damgalanmış olmasından dolayı onun, bunlardan etkilenip faydalanması veya bunları kaidelerinin, ölçülerinin, hükümlerinin ve tasavvurlarının kaynağı olarak alması caiz değildir. Peki azim İslam'ın hakikatini ve doğruluğunu ve Alim ve Hakim olan Allah'ın vahyini dinamitlemeye ve onun yerine Batılı filozofların içtihatlarının çarpıklığını ve kültürlerinin seküler küfrünü koymaya çalışan bir felsefeye ne demeli! Bunlara vakıf olup bunlarla donanmaya gelince; bunların özünü anlamaya ve bunları çürütmek ve İslam davetini taşımak için gerekli olan kültürel hareketi oluşturmak için bunların amaçlarını idrak etmeye ehil olanların, bunların ayıplarını, fesatlarını ve küfürlerini açıklamak, sonra İslam kültürünün onları etkilemesini sağlamak ve onları karanlıktan aydınlığa çıkarma gerçeğini ve insanlar üzerindeki şahitliğimizi gerçekleştirmek için bunların sahipleriyle tartışması gerekir.

Dolayısıyla İslami fikrinizin ve kültürünüzün saflığı ve temizliğinin yanı sıra aklınızın ve Rabbinizin emri üzere istikametiniz saflığı ve temizliği için sebat edin ve hırslı olun; şunu çok iyi biliniz ki aranızdaki İmamınız, Allah'ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in Halifesi ve Allah için sizin kalkanınız olan sınırlarınızın koruyucusu ve havzalarınızın savunucusu kaybolmasaydı Batı sizin kalelerinize saldıramaz ve merkezinizi ve koruluğunuzu ihlal edemezdi. O halde işler kesintiye uğrayıp zaman tükenmeden önce, İslami hayatınızı yeniden başlatmak için bu dinin yükünü taşıyarak ve Hilafetini kurmak için çalışarak Rabbinizin kelimesini yüceltmek, Peygamberinizin Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in sancağını ve ümmetinizin izzetini yükseltmek amacıyla en hayırlı amelleri yapmak için acele edin. Şunu çok iyi biliniz ki, artık küfrün ipi kesilmiş, Batılı sekülerizmin gecesi kuşatılmış ve İslam'ınızın güneşi ufukta belirmeye başlamıştır; o halde haydi acele edin.

وَعَدَ اللَّهُ الَّذِينَ آمَنُوا مِنكُمْ وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَيَسْتَخْلِفَنَّهُم فِي الْأَرْضِ كَمَا اسْتَخْلَفَ الَّذِينَ مِن قَبْلِهِمْ وَلَيُمَكِّنَنَّ لَهُمْ دِينَهُمُ الَّذِي ارْتَضَى لَهُمْ وَلَيُبَدِّلَنَّهُم مِّن بَعْدِ خَوْفِهِمْ أَمْنًا يَعْبُدُونَنِي لَا يُشْرِكُونَ بِي شَيْئًا وَمَن كَفَرَ بَعْدَ ذَلِكَ فَأُوْلَئِكَ هُمُ الْفَاسِقُونَ Allah, içinizden, iman edip de salih ameller işleyenlere, kendilerinden önce geçenleri egemen kıldığı gibi onları da yeryüzünde mutlaka egemen kılacağına, onlar için hoşnut ve razı olduğu dinlerini iyice yerleştireceğine, yaşadıkları korkularının ardından kendilerini mutlaka emniyete kavuşturacağına dair vaatte bulunmuştur. Onlar bana kulluk eder ve bana hiçbir şeyi ortak koşmazlar. Artık bundan sonra kimler inkâr ederse, işte onlar fasıkların ta kendileridir.” [Nur 55]

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan

Münâcî Muhammed

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER