Çarşamba, 08 Rebiu’l Evvel 1446 | 2024/09/11
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

-Basın Açıklaması- İşgalcinin Roket Saldırıları ve Münafık Yöneticilerimizin Sessizliği

Geçen ay, Pakistan topraklarından Afganistan'a 750'den fazla roket atılmıştır. Utanmaz yöneticiler, roket sayısı 400'e ulaşıncaya kadar bu meseleyi hiç önemsemediler. Nitekim Hamid Karzai'nin bu mesele hakkında Asıf Ali Zerdari'ye sorması onun bütün mesele hakkında hiçbir şey bilmediğini göstermektedir!

Bu önemli olay ve bu sersem yöneticilerin buna karşı tutumları, Pakistan ve Afganistan yöneticilerinin her ikisinin de hain olduklarını ve kendi halklarının kanlarına hiç önem vermediklerini göstermektedir. Nitekim Amerika'nın kölesi Afganistan yöneticileri, katledilen Müslümanların sayısı 95 yada daha fazlasına ulaştığında ancak tepki vermişlerdir. Buna mukabil kukla Pakistan yöneticileri ise üzerinden haftalar geçmesine rağmen bu önemsiz mesele hakkında hiçbir şey bilmemektedirler!

Pakistan ve Afganistan'daki Müslümanlar, sefalet, cehalet, yoksulluk, sağlık hizmetleri, işsizlik ve başka toplumsal sorunlar gibi zor sorunlardan dolayı acı çekmektedirler. Bu sorunların sebebi ise bizzat bu yöneticiler ile bu gibi yönetici zümresini ortaya çıkaran ve kesinlikle bu sorunları çözmeye muktedir olamayan kapitalizm nizamıdır. Bu yöneticiler, hiç yorulmadan kendi halklarının refahı için çalışmak yerine yaşadıkları savurganlık hayatı ve efendilerine hizmet etmekle meşgul olmaktadırlar. Nitekim Resulullah Muhammed [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]'in kendileri hakkında şöyle buyurduğu işte bu yöneticilerdir: إن أخوف ما أخاف على أمتي الأئمة المضلون "Ümmetim hakkında en çok korktuğum şey, saptırıcı imamlardır."

Sonra Pakistan ve Afganistan'daki Müslümanların arasında nefret, düşmanlık ve güvensizlik atmosferi oluşturma hususundaki habis hedeflerini gerçekleştirmek amacıyla Pakistan'dan Afganistan'a doğru roket atanların bizzat işgalcilerin olduğunu söylemeye bile gerek yoktur. Ancak haçlılar, bu sınırların kendi ürünleri olduğu, dünyanın dört bir tarafındaki Müslümanların bu sınırları dikkate almadıkları ve Müslümanların azim İslam dinine dayalı mevcut güçlü kardeşliklerine inandıkları gerçeğini genellikle unutmaktadırlar. Aynı şekilde Afganistan ve Pakistan'daki Müslümanlar, düşmanlarını çok iyi bilmektedirler ve onları ülkelerinden atmak için de gece gündüz mücadele vermektedirler.

Bu şeytanî amellerin tamamını Amerika yapmaktadır. Çünkü o, bölgedeki güçlerin baskısı altında olup başta bölgede Hilafet Devleti'nin kurulmasından, Çin, Kuzey Kore ve Rusya'nın nüfuzunun artmasından ve İran'ın nükleer silahından korkmaktadır. İşte tüm bunlar, Amerika Birleşik Devletleri'ni endişelendirmektedir. Bundan dolayı Amerika, bu büyük sorunlarla başa çıkmak için "böl-yönet" şeklindeki eski taktiğini kullanmaktadır. Aynı zamanda basın, fitne ateşinin tutuşturulmasını ve Afganistan'daki Müslümanları Pakistan'a karşı tahrik etmeyi temsil eden şerir planın gerçekleşmesi amacıyla insanların konuyu tartışmaya teşvik edilmesini istismar etmektedir.

Yukarıda da geçtiği üzere Pakistan ve Afganistan'daki insanların umutları, barış ve esenlik içerisinde Hilafet Devleti'nin gölgesinde yaşadıkları zaman meydana gelecektir. Dolayısıyla onların tek umudu, sömürgeci işgalcilere karşı ümmetin kalkanı olacak bir devlet olan İslam Devleti'nde yaşamaktır. Zira o, geçmişte Evs ile Hazrec arasında meydana geldiği gibi ümmet arasındaki ayrılıkları eritip yok edecektir. Ayrıca Hilafet, sadece Pakistan ve Afganistan'daki Müslümanları birleştirmekle kalmayacak bilakis bütün Müslümanları birleştirecek ve kendisine yakışır süper bir devlet olması için ümmetin elinden tutacaktır. Resul [Sallallahu Aleyhi ve Sellem], buna ilişkin hadiste şöyle buyurmuştur: إنما الإمام جنة يقاتل من ورائه ويتقى به "İmam [Halife], bir kalkandır, onun arkasında savaşılır ve onunla korunulur."

Devamını oku...

El-Ezher-iş Şerife Özellikle de "el-Ezher Vesikası'na" Bir Nasihat Müzekkeresi

  • Kategori Mısır
  •   |  

Resulullah [Sallallahu Aleyhi ve Sellem], şöyle buyurmuştur: الدين النصيحة قلنا لمن؟ قال لله ولكتابه ولرسوله ولأئمة المسلمين وعامتهم "Din nasihattir." Dedik ki: "Kimin için?" Dedi ki: "Allah için, kitabı için ve resulü için, Müslümanların liderlerine ve genelinedir."

 

Kerim kardeşimiz/Faziletli el-Ezher Şeyhi Dr. Ahmed et-Tayyib

Kerim kardeşlerimiz/ Faziletli el-Ezher alimleri,

Es-Selamualeykum ve Rahmetullahi ve Berakatuh,

Emma ba'd,

Mısır'da çıkan muhtelif gazetelerde, el-Ezher-iş Şerif'in Vesikası yayınlanmış, çeşitli devlet kurumları ve organlarından önce liberal demokratik partiler hızlı bir şekilde bunu desteklemişler ve buna muhtelif kesimlerin, el-Ezher Vesikası'nın sivil bir devlet için tesis edildiği şeklindeki tepkileri eşlik etmiştir.

Ümmetten bir parça olan, onunla birlikte ve onun içerisinde çalışan Hizb-ut Tahrir, şeri bir teklif olması hasebiyle siyasî bir çalışma uygulamaktadır. Çünkü bizler bu vesikada, modern anayasal demokratik ulusal bir devlet kurmayı teyit etmeniz ve desteklemeniz ve uluslararası sözleşmelere ve kararlara bağlı kalınması gibi İslam'a aykırı olan ve Allahu [Subhânehu ve Te'alâ]'yı gazaplandıran şeyler gördük. Dolayısıyla bu, helak olmuş bu rejim dönemine kadar el-Ezher-iş Şerif'taki insanların şahit olmadığı bir şeydir. Bundan dolayı Allahu [Subhânehu ve Te'alâ] katındaki zimmetimizden kurtulmak için sizlere, nasihat edici, göğüslerinizi açsın ve sizlere ihsanda bulunsun diye Allah'a çağıran bu müzekkereyi sunmayı kendimiz için gerekli gördük ki böylece hem dünyanın hem de ahiretin hayrını kazanmış olasınız. Tek arzumuz, bunları tedebbür etmenizdir. Zira mesele, önemlidir. Bunları aşağıdaki şekilde özetliyoruz:

1- Müslümanların şeri devleti, şekil, isim ve yönetim sistemi olarak Hilafet Devleti'dir. Dolayısıyla Müslümanlar, Resul [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]'in döneminden sömürgeci kafir Batı'nın Hilafet'i, 1924 yılında İstanbul'da Mustafa Kemal "Atatürk'ün" eliyle yıkmasına kadar bundan başkasını bilmemişlerdir. İslamî hayatın yeniden başlatılması ve Müslümanlar ile gayrimüslimlerin adaleti ve gözetimiyle gölgelenmesi için yeniden ortaya çıkarılması gereken sadece Hilafet'tir ki o, sadece Mısır'ın sorunlarını çözmeyecek bilakis bütün dünyanın sorunlarını çözecektir. Nitekim hala el-Ezher'in orta ve lise kısmında okutulan müfredatta Hilafet'in ve adil bir imamı nasbetmenin vacip olduğu metni geçmektedir. Sallallahu Aleyhi ve Selem şöyle buyurmuştur: ثم تكون خلافة على منهاج النبوة ثم سكت "Sonra Nübüvvet Münhacı Üzere (Raşidi) Hilafet olacaktır. Sonra da sustu."

2- Demokrasi, Batılı bir kelime olup akidesi dini devletten ayırdığı gibi kapitalist ideolojinin bir yönetim sistemi olup halkın halkı yönetmesi ve halkın yasa koyması anlamına gelmektedir. Dolayısıyla onun bütün kaynağı insan olup vahiy ve din ile hiçbir ilgisi yoktur. Dolayısıyla da kafir Batı'nın, Müslümanların ülkesine bir seçim sistemi olarak pazarladığı demokrasi, hiç de öyle değildir. Bilakis seçim, demokrasinin küçük bir parçasıdır. Ayrıca o, yasa koymayı İslam'ın belirttiği gibi insanların Rabbine değil insana vermektedir. Bundan dolayı o, bir küfür sistemi olup İslam'la uzaktan yakından hiç bir ilgisi yoktur. Yine demokrasi, ister külliyetler ister cüziyetler ister geldiği kaynak ister ondan fışkıran akide ister üzerine dayandığı temel isterse getirdiği fikirler ve nizamlar hususunda olsun İslam hükümleriyle tamamen çelişmektedir. Bundan dolayı onun alınması veya tatbik edilmesi veya ona çağrılması haramdır. Nitekim sizlerin önüne, bunun tüm detaylarını açıklayan demokrasi hakkında bir kitapçık koyduk.

3- Bu demokrasiye dayalı anayasa, dini devletten ayıran laik sivil devletin esasıdır. Zira bu, helak olmuş rejimin üzerinde olduğu ve şu anda Silahlı Kuvvetler Yüksek Konseyi'nin ona uygun olarak hareket ettiği kanunlarda ve anayasa maddelerinde açıktır. Mesela, bu meclisin düzenlediği ve 1977 yılına ait siyasi partiler sistemine özel 40 sayılı kanunun 4 sayılı maddesinin, yeni maddelerle değiştirildiği 2011 yılına ait 12 sayılı kanun hükmünde kararnamenin siyasi partiler kanununa bir bakın ki buna şu da dahildir: "Üçüncüsü- bir parti, ideolojisini veya programlarını veya doğrudan faaliyetlerini veya lider yada üyelerinin seçilmesini dini esasa göre yapamaz..." Bu kanunların ve maddelerinin detaylarını takip eden bir kimse bunların, dini siyasetten ayıran demokratik sistemi, evvelki rejimden daha çok kutsadığını görecektir. Mesela, 1937 yılına ait 58 sayılı ceza kanununun bazı hükümlerinin değiştirildiği 2011 yılına ait 11 sayılı kanun hükmümde kararnamenin 267. maddesi şöyledir: "Kim rızası olmadan bir kadınla ilişkiye girerse idam cezası yada müebbet hapisle cezalandırılır...!" "...Yani sanki cürüm, kadının rızası olmadan ilişkiye girildiğinde oluyormuş gibi!" Buna razı olacak mısınız ey ilmin azim kalesi? Batı'nın bizim için istediği demokrasi, işte bizzat bu değil midir? Dolayısıyla bu, İslam'ın tamamen yönetimden uzaklaştırılması anlamına gelmektedir. O halde el-Ezher, nasıl olur da böyle temelleri olan vesikasını ve böyle bir demokratik sivil devleti destekleyebilir? Allahu [Subhânehu ve Te'alâ], şöyle buyurmuştur:  وَأَنِ احْكُم بَيْنَهُم بِمَا أَنزَلَ اللّهُ وَلاَ تَتَّبِعْ أَهْوَاءهُمْ "Aralarında Allah'ın indirdikleri ile hükmet! Onların hevalarına tabi olma" [el-Mâide 49]

Nitekim sizlerin önüne, içerisindeki bütün maddelerin esbab-ı mucibesine (delillerine) bağlı kalınmış hemen uygulanabilinir mütekamil ve ayrıntılı İslamî bir anayasa koyduk.

4- Uluslararası sözleşmelere ve kararlara bağlı kalınmasına gelince; bu, el-Ezher-iş Şerif'in, kendisini kurtarılması gereken mübarek İslamî bir arz olan mescid-il Aksa ile onun çevresini işgal eden "İsrail'in" temsil ettiğini, onunla ilişki kurulduğunu, ona doğalgaz temin edildiğini açıkça kabul etmesidir. Aynı şekilde bu bağlılık, dünyanın dört bir tarafındaki Müslümanlara karşı Birleşmiş Milletler ile onun zalim organlarının bütün kararlarının özellikle de Amerika ile büyük devletlerin tahakküm ettiği Güvenlik Konseyi'nin kararlarının kabul edilmesi anlamına gelmektedir.

5- Nitekim bağlanılması, rücu edilmesi ve tatbik edilmesi gereken tek şeriat, Allah'ın şeriatıdır. Dolayısıyla hala aleni bir şekilde gece gündüz İslam'la savaşan uluslararası meşruiyete ve kararlarına bağlanmamız, ona muhakeme olunmamız ve rücu etmemiz bizlere haram kılınmıştır. Allahuteala şöyle buyurmuştur: أَفَحُكْمَ الْجَاهِلِيَّةِ يَبْغُونَ "Yoksa onlar hala cahiliye hükmünü mü istiyorlar." [el-Maide 50]

6- Nitekim Mısır'ın evlatları, yeryüzünde fesat saçan, ekini ve nesli helak eden helak olmuş rejimi devirmek için kanlarını feda ederek devrimi gerçekleştirdiler. Ancak onlar, ilk Raşidi Hilafet günlerinde olduğu gibi Kenane halkının tamamının güvene, adalete, izzete ve onurlu bir yaşama geri dönmesi için, şahısları, şekli, ismi, anayasası, hükümleri ve kanunları olmak üzere rejimi kökünden değiştirmelidirler. Zira böyle bir rejimin değiştirilmesi, dini devletten ayıran kapitalist laik esasa dayanmakla, içeriği bırakılıp şekil ve üslubu değiştirmekle, bizlere zulmü, zilleti, sefaleti ve aşağılanmayı tattıran Amerika ile üvey kızı Yahudi devletine övgüler yağdırmakla olmaz.

Binaenaleyh sizlere düşen, bundan rücu etmeniz ve içinde geçenlerin ilmin azim kalesi el-Ezher'e ve alimlerine güvenle bakan insanları saptırmasından dolayı bu vesikayı ilga etmenizdir. Zira alimler, enbiyaların varisleridirler. Nitekim sizler, yukarıda geçen şeri hükümler ile delillerinin tamamını biliyorsunuz. Tabii iş bununla da kalmamalı dahası Silahlı Kuvvetleri Yüksek Konseyi'nden İkinci Raşidi Hilafet Devleti'ni ilan etmesini talep etmelisiniz ki böylece hem siz hem de onlar dünyanın ve ahiretin hayrına kavuşasınız. Liderler, gelip geçicidir, cennet ve cehennem ise bakidir. Allah nusreti vaat etmiş ve iktidar garantilenmiştir. Allah, elbette bunu dini aziz kılacaktır. İşte o gün müminler, Allah'ın nusretiyle ferahlayacaklardır.

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ أَطِيعُواْ اللّهَ وَأَطِيعُواْ الرَّسُولَ وَأُوْلِي الأَمْرِ مِنكُمْ فَإِن تَنَازَعْتُمْ فِي شَيْءٍ فَرُدُّوهُ إِلَى اللّهِ وَالرَّسُولِ إِن كُنتُمْ تُؤْمِنُونَ بِاللّهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ ذَلِكَ خَيْرٌ وَأَحْسَنُ تَأْوِيلاً "Ey iman edenler! Allah'a, resule ve sizden olan ulul-emre itaat ediniz. Eğer herhangi bir hususta çekişirseniz, -Allah'a ve ahiret gününe gerçekten inanıyorsanız- onu Allah'a ve resule götürün. Bu, hem daha hayırlı hem de netice bakımından daha güzeldir." [en-Nisâ 59]

Ey Allah'ım, biz tebliğ ettik! Ey Allah'ım, sen şahit ol!

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Nefrete Çağıranların Beraat Etmesi Sistemin Başarısızlığının Göstergesidir

Amsterdam mahkemesi perşembe günü, nefrete ve ırkçılığa tahrik etmek ve cemaatlere hakaret etmekle suçlanan özgürlük partisi liderlerine beraat vermiştir. Zira mahkemeye göre Geert Wilders, nefret ve hakaret konuşmasını Müslümanlara karşı yöneltmemiş bilakis hakkındaki toplumsal tartışma bağlamında İslam'a karşı yöneltmiştir. Binaenaleyh mahkeme, İslam'a hakaret etmenin caiz olduğuna ancak Müslümanlara hakaret etmenin caiz olmadığına karar vermiştir. Ancak hakikatte bu ayırım ne anlama gelmektedir? Hakaret okları dine karşı yöneltildiğinde o buna cevap veremez ve bundan dolayı etkilenmez. Çünkü din, hükümler toplamından ve hissetmeyen ritüellerden-dinsel törenlerden ibarettir. Dolayısıyla o, kendi zatında hakareti kabul etmez. Fakat gerçek şu ki hakaret ve alayla eziyet gören tek taraf, bu dinin taraftarlarıdır. Bundan dolayı din ile onun taraftarlarının arasını ayırmanın bir anlamı yoktur. Dolayısıyla İslam'a dönük her hakaret ve alay, aslında Müslümanlara yöneltilmiş bir hakaret ve alaydır. O halde bu, devletin bunun Müslümanlara değil de dine dönük bir gönderme olduğu gerekçesiyle İslam'a dönük hakareti sistemleştirdiği anlamına gelmiyor mu? O halde bu, devletin İslam'ı kinci ve alaycı okların atıldığı yasal bir hedef haline getirdiği anlamına gelmiyor mu? Öyleyse bu, toplumda huzurlu bir yaşama teşvik eder mi?

Sonra biz onu, günlük olarak Avrupa'dan kovulmalarına çağrı, sövmek, Faslı gençlere hakaret gibi Müslümanların şahsını etkileyen açıklamalarda görüp duruyorken din ile taraftarlarının arasının ayrıldığı iddiası nerede kaldı ki? O halde bu, Müslüman topluma karşı yöneltilmiş bir ırkçılık değil midir?

Gerçek şu ki; sadece İslam dinine hakarete izin veren, sadece onun taraftarlarıyla alay eden, ülkesindeki bir gurubun başka bir guruba saldırmasına izin veren ve onları hakaret etmeye teşvik eden bir hadarat, çöküşün eşiğinde olan başarısız bir hadarattır. Bundan dolayı deriz ki; Wilders'in beraatı, liberal demokratik hadaratın çöktüğüne ve bu ülkedeki mevcut savaşın Müslümanlara karşı olduğuna dair bir kanıttır.

Okay Pala [Ebu Zeyn]
حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir

Medya Temsilcisi
Hollanda

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Erdoğan Hükümeti'nin Seçim Sonrası İkinci İcraatı: Yine Hizb-ut Tahrir'e Operasyon!

24 Haziran 2011 tarihinde başta Ankara olmak üzere, pek çok ilde Hizb-ut Tahrir'e karşı düzenlenen operasyonlar henüz sıcaklığını korurken Yine 04 Temmuz 2011 tarihinde başka bölgelerde Hizb'e karşı operasyon düzenlenerek bazı gençler gözaltına alındı, bir kısmı serbest bırakılırken diğerleri tutuklandı.

Düzenlenen bu operasyonların Hizb-ut Tahrir'i yok edemeyeceği veya çökertemeyeceği açıktır. Kararlılığını ve azmini kırmayacağı da kuşkusuzdur. Hedefinden saptıramayacağı, Allah Subhânehu'nun buyurduğu gibi eziyetten başka hiçbir zarar vermeyeceği kesindir. Üstelik bu operasyonlar hiçbir yasal ve hukuki gerekçeye dayanmamakta, gözaltına yapılan suçlamalara hiçbir somut delil gösterilememekte, tamamen keyfi uygulamalarla Müslümanlara gözdağı verilmeye çalışılmaktadır.

Son dönemde Türkiye'nin yaşadığı değişim süreci, görünen o ki birtakım odaklara hiç ders olmamış. Düne kadar diktatörlük politikalarıyla, despotlukla, pervasızlıkla işlenen cürümlerin sahiplerinin dokunulmazlıkları tek tek kalkarken, elebaşları birer birer sindirilirken ve bütün bunlar aylardır medyanın başlıca gündem maddesi iken, halen daha böylesi hukuksuzca, mesnetsizce, pervasızca, haksızlıkla şiddetten uzak fikri-siyasi çalışmalar yürüten yüksek kültürlü, lider ve İslami şahsiyetleri hedef alma cüreti görülebilmektedir.

Demokratikleşme, hukuk devleti ve özgürlükler adı altında ülkeyi yeni bir reform dalgasına kaptıranlar, söz konusu İslam olunca, söz konusu İslam'ın hakimiyetini arzulayanlar olunca, söz konusu sömürgeci kapitalist devletlerin talepleri olunca, dün söylediklerini bugün yutabilmekte, verdikleri sözleri rahatlıkla çiğneyebilmekte, inanılmaz bir rahatlıkla "ülkede hiçbir düşünce suçlusu" olmadığını iddia edebilmektedir.

Bugün özelde Hizb-ut Tahrir'e, genelde İslam'ı ideolojik bir varlık olarak dünya sahnesine çıkarmak için çalışan Müslümanlara yönelik bu haksız, baskıcı ve zalimane uygulamalara başvurulmasının arka planında, hiç kuşkusuz İslâm'ın Hilâfet Devleti liderliğinde yeniden yükselişini engellemek vardır. Arap dünyasında yaşanan son olaylar, bu engelleme girişimlerinin yoğunlaşmasına yol açmıştır.

Bununla birlikte, düne kadar yıkılmaz, sarsılmaz, devrilmez, koltuğundan vazgeçmez denilen nice diktatörleri bugün sürgün edilmiş, kovulmuş, rezil edilmiş görüyoruz. Bu bile tek başına İslami hayatın Allah'ın izniyle yeniden başlatılmasının an meselesi olduğunu gösteren net bir göstergedir. Keşke bilebilselerdi!

وَسَيَعْلَمُ الَّذِينَ ظَلَمُوا أَيَّ مُنقَلَبٍ يَنقَلِبُونَ Zulmedenler yakında nasıl bir inkılapla devrileceklerini bileceklerdir. [Şuarâ 227]

Devamını oku...

- Basın Açıklaması - وَقَدْ مَكَرُوا مَكْرَهُمْ وَعِنْدَ اللّٰهِ مَكْرُهُمْ وَاِنْ كَانَ مَكْرُهُمْ لِتَزُولَ مِنْهُ الْجِبَالُ "Hakikatte, onlar (peygamberlere karşı) bir takım tuzaklar kurmuşlardı. Halbuki onların tuzaklarından dağlar yerinden oyna

Şeyha Hasina hükümeti, 03 Temmuz 2011 günü, yani dün Hizb-ut Tahrir üyesi Üstad Dr. Şeyh Tevfik'i tutuklamıştır. Hükümetin bu tutuklaması, hizbin Şeyha Hasina'nın ortadan kaldırılmasına, kafir demokratik rejimin kaldırılmasına ve Hilafet'in kurulmasına çağırdığı yürüyüşe karşı 02 Temmuz 2011'de hizbin üyelerinden ve aktivistlerinden 23 kişinin tutuklamasının ardından gerçekleşmiştir. Nitekim hizib, Şeyha Hasina'nın İslam'a dönük düşmancıl politikalarını ile kafir ve müşrik emperyalistlere olan dostluğunu ifşa etmiş ve yürüyüşün ardından ülkede, yürüyüşün muhlis ordu subaylarını katleden ve Amerika Birleşik Devletleri, İngiltere ve Hindistan'ın ajanı olan Hasina'nın tahtını sarstığı yankılanmıştır. Bunu ise bu yöntemin caydırıcı olabileceği ve Hizb-ut Tahrir'i sarsacağı inancıyla Dr. Tevfik'e tutuklama emirleri vermesindeki bocalamasında görmek mümkündür.

Hükümet şuurunu yitirmiş olmalı!

Zira o, şehitlerin efendisi Hamza'nın torunlarını susturma girişimlerinde şuurlarını yitiren ve başarısız olan yeryüzündeki birçok tagutları görmüyor mu?!

Zira o, Kaddafi ile Beşar Esad'ın, işledikleri vahşi soykırıma rağmen İslam ümmetinin gürlemesi karşısında nasıl da sarsıldıklarını görmüyor mu?

Zira o, beyhude bir şekilde Hizb-ut Tahrir'i durdurmaya çalışan, cinnetinin şiddetinden hemen hemen her gün Hizb-ut Tahrir üyelerini tutuklamaya ve onlara işkence etmeye başvuran Özbekistan kasabı Yahudi Kerimov'un nasıl da cinnet geçirdiğini ancak bunun hizbin büyümesini, yayılmasını ve faaliyetini durduramadığını görmüyor mu?

وَقَدْ مَكَرُوا مَكْرَهُمْ وَعِنْدَ اللّٰهِ مَكْرُهُمْ وَاِنْ كَانَ مَكْرُهُمْ لِتَزُولَ مِنْهُ الْجِبَالُ "Hakikatte, onlar (peygamberlere karşı) bir takım tuzaklar kurmuşlardı. Halbuki onların tuzaklarından dağlar yerinden oynayıp gitmiş olsa bile Allah katında onlara ait (nice nice) cezalar vardır."[İbrahim 46]

Şeyha Hasina'ya düşen, zaman geçmeden ve Hizb-ut Tahrir Hilafet'i kurmak için Müslüman cesur Bangladeş ordusundan nusreti alma imkanı elde etmeden önce ders almasıdır. Zira o zaman, Şeyha Hasina ve soyu kaçacak bir yer bulamayacak ve Bin Ali ve Mübarek gibi hayatta kalma şansı olmayacaktır.

Devamını oku...

- Basın Açıklaması - İMF, Yemen Ekonomisinden Geriye Kalanları Yok Etmektedir

Devlet Devrim Gazetesi'nin bu Temmuz ayının 03. pazar günü çıkarılan 17035 sayısında, 02. Temmuz cumartesi günü Ürdün'ün başkenti Amman'da Hasan el-Atraş başkanlığındaki Uluslararası Para Fonu Misyonu [İMF] ile Başbakan Yardımcısı ve Planlama ve Uluslararası İşbirliği Bakanı Abdulkerim el-Arhabi, Maliye Bakanlığı üyeliğinden Numan es-Suhaybî ve Merkez Bankası Başkanı Muhammed Bin Hamam başkanlığındaki Yemen'deki iktidar rejimi heyeti arasında Sana'daki İMF temsilcisi Gazi Şebikat'ın da katılımıyla düzenlenen görüşme oturumları geçmiştir. Bu görüşme sırasında, Maliye Bakanı'nın Yemen'deki iktidar rejiminin ulaştığı korkunç malî durumu gözden geçirmesinin ardından Yemen'deki iktidar rejimi heyeti İMF'den, "malî ve teknik destek" adı altında haksız şartlarla bile olsa kredi vermesini talep etmiştir.

Kayda değerdir ki Yemen illerinin ekseriyetinde iktidar rejiminin devrilmesini talep eden ayaklanmaların patlak vermesiyle birlikte Yemen'deki iktidar rejimini ve ekonomisini çöküşten kurtarmak ve bağışçı devletlerin para vermelerini engellemek amacıyla İngilizlerin, 1-2 Kasım konferanslarında Yemen hakkında "Son Şans" olarak isimlendirdikleri Londra-Berlin -Abu Dabi Riyad-New York Konferansları'nın ardından geçen "şubat ve mart" aylarında Yemen'in dostlarına dönük Riyad Ekonomik Konferansı'nın yapılmaması, ekonomiyi çöküşün eşiğine getirmiştir. Buda Planlama ve Uluslararası İşbirliği Bakanı'nı, Şam, Riyad ve en son olarak ta İMF gibi çeşitli yerlerden para bulmaya itmiştir.

Dünya Bankası, 1995 yılından şu ana kadar "malî ve idarî reform" adı altında Yemen ekonomisini yok etmeye dönük programlara başlayarak Yemen sakinleri arasındaki yoksulluğu ve yokluğu iki katına çıkarmak için bu zaman zarfı içerisinde petrol ve buğday türevlerine olan desteği kaldırmıştır. Böylece kamu hazinesi, kendi hedeflerini gerçekleştiremediği ortaya çıkan yüzlerce hazine tahvil sürümleri yüzünden borçlanmayı büyük bir şekilde ağırlaştırmış ve resmî bir çalışmaya göre, "Hazinenin, likiditeyi desteklemesi bugün kendisi için büyük bir borçlanma olmuş, riyalin dolar karşısındaki döviz kuru durmaksızın gerilemiş, sürekli artış ve düşen enflasyonun yeniden yükselişe geçmesi devam etmiştir."

07.Kasım 2010'da kendisine Sana'da bir ofis açan İMF'ye gelince; bugün asla bir hayır getirmeyecek olan haksız şartlarla krediler sunarak arkadaşının başlattığı işi tamamlamaktadır.

İMF, yıkımı ve teslimiyeti tamamlaması için gönderilinceye kadar ikisi arasında bir fark olmayan Dünya Bankası'nın imhası karşısında bu politikacılara 16 yılın yeterli gelmemesi ne şaşırtıcıdır.

Yemen ve diğer İslam ülkelerindeki ekonomik sorunların çözümü, Allah'a savaş açmakla, yasakladıklarını ve kesin bir şekilde haram kıldıklarını benimsemekle olmaz. Allahuteala şöyle buyurmuştur: يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ اتَّقُواْ اللّهَ وَذَرُواْ مَا بَقِيَ مِنَ الرِّبَا إِن كُنتُم مُّؤْمِنِينَ فَإِن لَّمْ تَفْعَلُواْ فَأْذَنُواْ بِحَرْبٍ مِّنَ اللّهِ وَرَسُولِهِ "Ey iman edenler! Allah'a ittika edin ve ribadan (faizden) geri kalan (alacaklarınızı) derhal bırakın, eğer gerçekten müminler iseniz! Eğer bunu yapmazsanız Allah ve resulünden (faizcilere karşı) açılmış bir savaştan haberiniz olsun." [el-Bakara 278-279] Bilakis bu, Allah'ın koyduğu ve helal kıldığı ticaretin, paranın, mücevherin, haracın, feyin ve ganimetlerin zekatı ile petrol, doğalgaz, maden ve benzerleri gibi kamu malları gelirlerini Beyt-il Mâl'in kaynaklarından kılan İslam'ın ekonomik sisteminin tatbik edilmesiyle olur. Aynı şekilde siyasî, içtimaî, uluslararası politika ve öğretim gibi diğer yaşam sorunlarının çözümü de bizim ve bütün dünyanın sorunları için hayırlı doğru çözümler barındıran Hilafet Devleti'nin gölgesinde olacaktır.

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Meşru Olmayan Bu Hükümet, Seviyesini Bilmelidir

Hizb-ut Tahrir, 02. Temmuz cumartesi günü et-Tedamun mahallesindeki Kapalı Spor Salonu'nda Hilafet'in yıkılış yıldönümü münasebetiyle bir konuşma toplantısı düzenlemeye karar vermiştir. Bizler, belediye başkanı ve salon yetkililerinden onay almamıza rağmen toplantı yerinin bir askerî kışlaya dönüşmesiyle şaşkına döndük. Zira yoğun bir şekilde karşımıza çıkan güvenlik yetkilileri, toplantı ruhsatımızın olmadığını gerekçe göstererek toplantımızın yapılmasını engellemişlerdir. Belediye yetkilileri onlara daha önceki onaylarını teyit etmelerine rağmen polis, engellemede ısrarcı olmuştur. Buda engellemenin, rutin idarî bir uygulama nedeniyle olmadığını bilakis bunun, devletin en üst organlarından geldiğini göstermektedir. Gerçi hizbin yasaklanması için devlet başkanının bizzat müdahalede bulunduğu bir hükümetin bunu yapması hiç şaşırtıcı değildir. Bu husus, 03 Temmuz pazar günü Tahrir mahallesindeki genel bir meydanda akşam salahı sonrası insanlara yönelik yapacağımız konuşmamızın engellenmesinin tekrar edildiği zaman da vurgulanmıştır. Böylece şebabımız, salahtan sonra çıkarak [لا إله إلا الله محمّد رسول الله] rayesini taşıdılar ve mescide yakın olan bir alana yöneldiler. Kendilerini takip eden insanlarla birlikte alana ulaştıklarında bir şab, Hilafet'in yıkılış yıldönümü olan elim yıldönümünü hatırlatan bir konuşmaya yapmaya başladığı ve İslamî yaşamı yeniden başlatmak için çalışmaya davet ettiği bir sırada bir güvenlik görevlisi müdahalede bulunmuştur. Bunun üzerine şab, onunla sessiz bir şekilde konuşarak konuşmalarının tamamlanması için kendilerine 10 dakika mühlet vermesi üzerine görevli ile anlaşmaya yapmaya başlamıştır. Ancak -aralarında subayların da olduğu- topluluk, kafalarına sıkılan göz yaşartıcı gazlarla şaşkına uğramışlardır. Daha sonra topluluk, herhangi bir isyan ve şiddet eylemleri olmaksızın dağılmıştır. Polisin buradan ayrılmasının ardından insanlar normal hayatlarına geri dönmüş ve mahallede, kısa bir süre sonra insanların konuşmaları ve tartışmaları dışında olaydan herhangi bir iz kalmamıştır. Güvenlik görevlisinden birinin Mozaik Radyosu'nda yaptığı açıklamaları ise hizbin şebabını ve destekçilerini isyan ve şiddet eylemlerine tahrik etmedeki başarısızlıklarının ardından hizbi çarpıtmayı amaçlayan sırf yalan ve iftiradan ibarettir.

Bizler, meydana gelenler bağlamında aşağıdaki hususları sorgularız:

- Aslında meşruiyetini kaybetmiş olan bu hükümete ne oldu da Hizb-ut Tahrir şebabının davetlerini taşımalarını sürdürmelerine zarar vermektedir? Hizb-ut Tahrir'in İslamî yaşamı yeniden başlatmaya davet etmesine karşı onları korkutan şey nedir?

- Yoksa bu, "Lemme-ş Şemal" Derneği Başkanı "el-Munsaf Bin Süleymen" ile Bakanı Rafi Bin Aşur'un, sömürgeciye sempatik gözükmek ve ülkemize müdahalede bulunmasına teşvik etmek amacıyla aceleyle (ülkemizi sömüren ve servetlerimizi yağmalayan) Avrupa Konseyi'ni turlayıp Hizb-ut Tahrir hakkında şikayette bulunmalarının ve ucuz-yalan iftiralar atmalarının ardından bu hükümetin hizbe karşı tekrarladığı eski-yeni bir yöntemi midir?

Meşru olmayan bu hükümete deriz ki; seviyeni bil ve insanların sana karşı olan suskunluğu sakın seni aldatmasın. Yine ona deriz ki; şayet sen meşruiyetin, aldatma ve hileyle zimmete para geçirmekse bizim meşruiyetimiz ise alemlerin Rabbindendir. Zira Hizb-ut Tahrir olarak bizler, Allah'ın şeriatını ikame etmek için çalışacağımıza ve sömürgeciler ile ajanlarını ülkemizden söküp atacağımıza Allah'a söz verdik.

Bu rezil hükümet çok iyi bilsin ki Hizb-ut Tahrir'in kökleri, İslam dünyasının dört bir tarafındaki derinliklere kadar uzanmaktadır. Hilafet'e davet ise pekişmiş olup Allah'ın izniyle herhangi bir zalim onun amacına ulaşmasını engelleyemeyecektir.

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER