Salı, 07 Rebiu’l Evvel 1446 | 2024/09/10
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

- Basın Açıklaması - Hizb-ut Tahrir / Lübnan Vilayeti, Şam Halkına Destek Vermek İçin Beyrut'un Merkezinde Bir Gösteri Düzenledi

Suriye rejimi müttefikleri ile yandaşlarının, Lübnan'da uyguladıkları siyasî ve medyasal korkutma, tehdit ve ürkütücü kampanyalarına rağmen bunların Suriye halkına destek vermeye dönük ilan ettikleri yasakları kırarak Hizb-ut Tahrir / Lübnan Vilayeti, Beyrut'un merkezindeki Ömer camisinin avlusunda, iktidar rejiminin kendilerine karşı işlediği katliamla karşı karşıya kalan Şam halkına destek çağrısında bulunduğu gösteriyi bugün düzenledi.

Şam halkına destek çığlıklarının ortasında, avukat Ömer Hammud, Hizb-ut Tahrir'in Lübnan'daki Medya Bürosu üyesi üstad Abdullatif ed-Dâuk ve faziletli şeyh Adnan Mezyan'dan her biri ardı ardına konuşma yaptılar.

Üstad ed-Dâuk'un konuşmasında şunlar geçmiştir:

"Asi Beyrut'taki Ömer camisinden, gururlu Deraa'daki kardeş Ömer camisi ile tüm Suriye şehirlerine sesleniyoruz; Beyrut'taki onurlu kişiler, Müslümanı ve gayrimüslimiyle Lübnan'daki bütün şehirler sizlerle beraber olup helak olmuş zalim rejime, Lübnan'daki yandaşlarına ve kuyruklarına, aynı şekilde ürkütücü ve baltacı müttefikleri ile tüm şekillerine karşı olan ayaklanmalarınızı desteklemektedirler. Bizleri mazur görün ey Suriye halkı! Bizleri mazur görün ey Şam halkı! Bugün Beyrut'ta, Şam tagutuna sadık kalmayı borç bilen çetelerden oluşmuş bir avuç aile olup Lübnan'daki resmî rejim de zayıf ile yandaşın arasını ayırmış bulunmaktadır. İşte bu, büyük bir hıyanettir."

Facir Baas rejimini savunan ve "Suriye'de yaşananlara müdahalede bulunmak bize düşmez" diyen akımlara ve partilere deriz ki; bu mücrim rejimi savunmanız, başlı başına bir müdahale değil midir? Sonra insanlara emirler yağdırmanız için sizleri kim dikti? Bu asırda bu rejimlerin yanında yer alan bir kimse, geçmişten bir parça olup bu azim ümmetin geleceğinde ona bir yer yoktur. O halde kendinize gelin, Allah'tan ittika edin ve ümmetinizle birlikte olun. Zira sizi bağrına basacak olan da kaldırıp atacak olan da bizzat odur.

Lübnan'daki direnişçi guruplara deriz ki; Baas partisi, diğerleri gibi son derece İslam'a karşı çıkan sömürgecilik ürünü laik bir partidir. Dolayısıyla direnişi kendi tekeline alması, mübarek Filistin topraklarını kurtarmak için değildir. Bilakis direnişi, düşmanla yaptığı müzakere masalarında pazarlık kozu yapmak içindir. Buda başkanlarının, 2006 ağustos ayında yapmış olduğu konuşmasında ilan edilmiştir. Zira direnişi desteklemekten maksadın barış olup savaş olmadığını vurgulamıştır. O halde ajan hainlerin elinde bir koz olmaya razı mısınız?!

Bizler bugün, tüm kararlılık ve açıklıkla, Batılı devletler ile Şam ve bütün İslam beldelerindeki uluslararası örgütlerin her türlü müdahalesine karşı olduğumuzu vurgularız. Zira Şam beldesi, sahabe-i kiramın fethettiği İslamî bir arz olup büyük İslam liderlerine ve ihtişamlarına kucak açmıştır. Halkı, sadece onun halkı, Allah'ın izniyle onu, gelecek olan Hilafet Devleti'nin kucağına geri döndürecektir.

Şam halkına destek veren ve Suriye'deki zalim rejimin cürümlerini ifşa eden ellere uzanan tüm görüntüleri çarpıtan yandaş medyaya da deriz ki; Suriye halkı, sizin bu kötülüğünüzü affetmeyecektir. O halde çocukların derilerini yüzen ve onların tırnaklarını söken bu rejimin cürümlerinin yalancı şahidi olmayınız. Zira yönetimi yeniden ele geçirdiği zaman ümmetin öfkesi size rahat vermeyecektir."

Kayda değerdir ki güvenlik otoriteleri, Beyrut sokaklarında daha önce de Trablus sokaklarında Suriye halkına destek veren her türlü hareketi engellemek için tüm gücünü kullanıp gösteri için camiden çıkmaya çalışan herkesi tutuklamakla tehdit ederken cami dışındaki sokaklarda kendi rejimlerini destekleyici gösteriler yapan Suriye rejiminin hortlaklarından bir gurubu terk etmektedirler. Ya siz Lübnanlı politikacılar: Suriye rejimini desteklemek için gösteriye katılanlara izin vermeye ve ona karşı olan diğer insanların gösterilerini engellemeye dönük Suriye rejimini gözeten güvenlik kararlarını uygulamaya karar verdiniz mi?! Vakıa zemininde görünen budur. Şayet böyleyse bu sizler için bir utançtır!

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Avustralya Halkına Açık Bir Mektup Afganistan Duvarları Çığlık Atıyor: Avustralya Ordusunun Geri Çekilmesi ve Savaşın Sona Erdirilmesi İçin Karar Vericileri Hesaba Çekiniz

  • Kategori Avustralya
  •   |  

Afganistan'dan aralıksız gelen haberlerin en sonuncusu, bu hafta orada görev yapan Avustralya askerlerinden ikisinin öldürülmesi oldu. Dolayısıyla askerlerin geri çekilmesi ve Avustralya'nın Afganistan işgaline katılımını sona erdirmesi zorunluluğu her zamankinden daha belirgin bir hale geldi.

Artık gerçeklerle karşı karşıya gelmenin zamanı gelmiştir:

Hala başarısızlık yankıları süren Afganistan savaşı, uzun ve zorlu on yıldır devam eden ve ancak ufukta ucu açık olan bir savaştır. Bu savaşta, koalisyon güçlerinden 2500 asker öldürülmüş ve Avustralya'nın bilançosu ise 26'ya ulaşmıştır. Dolayısıyla 26 kişi ve 26 aile parçalanmış ve sonsuz sevdiği kişilerle birlikte travma geçirmiştir... Peki hangi amaç için?

Savaşın, Afganistan halkı üzerindeki etkisine gelince; hikaye çok korkunç olup kelimelerle ifade edilemeyecek kadar insanlık trajedisi olan bir hikayedir. Zira bu savaşta, sadece rakamlarla muamele edilen ve bu savaşı idare eden kişiler tarafından "arızi kayıp" adı altında özetlenen sayısız masum insan ölmüştür. Dolayısıyla onlar da aynen ailesi ve sevdikleri olan insanlar gibi bir insandı. Ancak onların sayıları yirmilerde hatta yüzlerde kalmamış bilakis binlere ulaşmıştır.

Nitekim Avustralya'daki akşam yemeği masalarında, 26 boş sandalyenin olduğu bir zamanda Afganistan'daki masalarda binlerce boş sandalye bulunmaktadır. Şimdi bu korkunç gerçek, durup uzunca düşünmeyi gerektirmektedir.

Bu savaşın devam etmesi halinde sonuç önceden bellidir: Zira daha fazla asker ve Afgan siviller ölecektir. Buda kinin, kısır döngü içerisindeki intikam duygularının artması ve ufukta arzulanan her hangi bir sonun olmamasıyla sonuçlanacaktır. Çünkü bu savaş, işgalci koalisyon güçleri açısından kaybedilmiş ve kazananı olmayacak olan bir savaştır. Nitekim koalisyon güçlerinin kontrolü dışındaki bölgelerin büyük çoğunluğu da işgalden on yıl sonra aynı durumdadır. Ne yani Avustralya başbakanının geçen yıl işaret ettiği gibi iki veya üç yada hatta on yıllar sonrasını bekleyebilir miyiz?

Geçen yılların Avustralya politikacılarının kararlarını etkilediği, daha temkinli ve ihtiyatlı oldukları görülmüyor mu? O halde niçin böyle yapıyorlar? Hala defalarca aynı tecrübeyi tekrarlıyorlar. Zira 2002 yılında ilk Avustralya askerinin öldürülmesinden geçen haftaki son olaya kadar, politikacılar hiç sakinliklerini bozmadan, hiçbir haklı yanı olmayan şeyleri haklı çıkarmak için ulusal duyguları ve meyilleri istismar ederek yine aynı mesajı tekrarladılar.

Herhangi tarafsız bir gözlemci için açıktır ki Avustralyalı yetkililer, Amerikan planlarının fantezilerini karışı karşına adımı adımına izlemektedirler. Dolayısıyla onlar, ister ilk olarak George Bush'a yardım etmek için yarıştıkları sırada olsun isterse şu anda olduğu gibi Obama yönetimini körü körüne takip etmelerinde olsun Avustralya insanlarını ve kaynaklarını, siyasî ve ekonomik olarak Amerika'nın çıkarlarını gerçekleştirmek için istihdam etmektedirler. Aslında bu savaş, bir Amerikan savaşıdır ve bu savaştan Avustralya'ya düşecek olan, uğrunda dökülen kanları hak etmeyen kırıntılardan başka bir şey olmayacaktır.

Avustralya hükümeti ve muhalefet olmak üzere her ikisinin Afganistan savaşı ile ilgili olarak, 2001 yılının başlangıcında Afganistan saldırısına dönük ilan edilen maksadın 11 Eylül saldırılarının intikamı olduğunu söylemeleri doğrudur. Ancak bir on yılın ardından şu anda bu maksat tamamen değişti ve bu saldırının, zulüm görenlerde dahil Afganistan'daki kadınları kurtarmak ve aynı şekilde Avustralya'nın ulusal güvenliğini güçlendirmek için olduğunu iddia eder oldular! Görünen o ki politikacılar, Afganistan'ın Avustralya'dan on binlerce kilometre uzak olduğunu, vergi mükelleflerinin paralarından Afganistan için kullandığı ve dünyanın tanık olduğu zor ekonomik şartlar altında ihtiyaçlarını gidermek için mücadele eden binlerce Avustralyalı aileye yardım etmek için yerel olarak harcamaya başladığı yüz milyonları unutmuşlardır.

Bu savaş için konulan maksatları ve ondaki değişikliklerin hızını hesaba katmadan hiçbir şey gerçekleştirilemez. Bilakis aksine Avustralya da dahil dünyanın, "Terörle Mücadele'nin" başlamasından bu yana daha az güvenli bir hale geldiğini görüyoruz.

Bu savaş, "Bagram" havaalanında meydana gelenler, Afganistan'ın köy köy, il il topluca imha edilmesi gibi koalisyon güçleri tarafından sistematik işlenen ihlaller de dahil Afgan halkının nazarında daima topraklarına dönük zalim bir işgal olmuştur. Buna karşılık Avustralya'nın adı, ağırlıklı olarak kötü bir şekilde anılan Amerika'nın adı ile yan yana lekelenmektedir.

Bundan sonra herhangi bir politikacından ümit beklenilmesinde bir hayır yoktur. Politikacıları hesaba çekmeniz ve akıllarını başlarına getirmeniz için artık iş size kalmıştır ey Avustralya halkı! Afganistan duvarlarına kan ile yazılmış açık mesajda şöyle denmiştir: İşgal sona ermeli ve kuvvetler geri çekilmelidir.

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Parlamento, Alimlerin de Katıldıkları Bir Sempozyum Yoluyla Haram Olan Faizin Helal Kılınmasını Ele Almaktadır... Ey İslam Alimleri, Haramın Helal Kılınmasından Sakının!!

Sudan parlamentosu, yeni Hartum havaalanının hemen yanındaki Atbara ve Sitit nehirlerinin üzerine barajlar inşa etmek için faizli kredilere izin verilmesi hakkındaki geniş tartışmanın ardından meclis başkanı, tüm sözleşmelerin gerçekleştirilmesini sürdürmek, zaruret fıkhının yani, الضرورات تبيح المحظورات "Zaruretler, mahzurları mubah kılar" kaidesini almak, bu fetvayı yeniden gözden geçirmek ve milletvekillerinin katıldığı gibi alimler ile ekonomistlerin de sempozyuma çağrılması üzere parlamentonun, bir meseleyi daha görüşmek için bir sempozyum daha düzenlemesini önerdi.

Sudan parlamentosu, daha önceki birçok vesilelerle faizli kredilere izin vermeyi alışkanlık edinmiştir. Faiz olması itibarıyla bu sözleşmelerin geçmesine karşı duran ve karşı çıkan parlamentonun bazı üyelerine teşekkür ediyor, ellerini sıkıyor ve onlardan İslam'ın bekçileri olmalarını istiyoruz. Zira onların bu duruşları sayesinde, meclis başkanı kesinlikle faiz almayı askıya almak zorunda kalacaktır.

Faiz, delaleti kati ayetlerle haram kılınmış olup Allah'ın kitabında ve Resulü [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]'in sünnetinde zaruret halinin ve benzerlerinin istisna olduğunu ifade eden hiçbir şey varit olmamıştır. Dolayısıyla onun haramlılığı, yer gök var olduğu sürece devam edecektir. Allahu Azze ve Celle şöyle buyurmuştur: يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ اتَّقُواْ اللّهَ وَذَرُواْ مَا بَقِيَ مِنَ الرِّبَا إِن كُنتُم مُّؤْمِنِينَ(278) فَإِن لَّمْ تَفْعَلُواْ فَأْذَنُواْ بِحَرْبٍ مِّنَ اللّهِ وَرَسُولِهِ وَإِن تُبْتُمْ فَلَكُمْ رُؤُوسُ أَمْوَالِكُمْ لاَ تَظْلِمُونَ وَلاَ تُظْلَمُونَ "Ey iman edenler! Allah'a ittika edin ve ribadan (faizden) geri kalan (alacaklarınızı) derhal bırakın, eğer gerçekten müminler iseniz! Eğer bunu yapmazsanız Allah ve resulünden (faizcilere karşı) açılmış bir savaştan haberiniz olsun. Eğer tövbe edip vazgeçerseniz, sermayeniz sizindir; (böylece) ne zulmetmiş ne de zulmedilmiş olursunuz." [el-Bakara 278-279]

Zaruret hakkındaki hadise ve حُرِّمَتْ عَلَيْكُمُ الْمَيْتَةُ وَالْدَّمُ وَلَحْمُ الْخِنْزِيرِ "Ölü eti size haram kılınmıştır." [el-Mâide 3] ayetiyle amel ederek ribanın helal kılınmasının ölü etinin yenmesine kıyas edilmesine gelince; buna yer yoktur. Çünkü kıyas, aklî illete değil şeri illete muhtaçtır ve bu illetin, camit bir isim değil anlaşılır bir vasıf olması kaçınılmazdır. Bundan dolayı bu ayet ile yemeyi ve içmeyi helal kılan ayetlerde illet yoktur ki bunlardan ribanın mubah olduğu hükmü istinbat edilebilsin. Zira mevcut olan illet, (İnsanın, ölüm anında yemek veya içmek zorunda kalmasıdır.) Bu ise ribanın alınmasında gerçekleşmemektedir. Ayrıca kıyas ve istinbat şartlarını bilen güvenilir fakihlerden ve alimlerden hiçbiri, faiz alan bir kimsenin genellikle zor durumda olduğunu bilmelerine rağmen bu tür bir söz söylememişler ve faize cevaz vermemişlerdir.

Ey parlamentonun sempozyumuna davet edilen alimler!

Allah sizin hayrınızı versin! Hakkı söyleyin ve hiçbir kınayıcının kınamasından korkmayın. Otoriteyi hoşnut etmek için dininizi harcamayın. Dininiz ve ümmetiniz için Allah'a yemin olsun ki; tüm başımıza gelenler, İslam'ın hükümlerine muhalefet etmemizden ve hevalara uymamızdan dolayıdır. وَلاَ تَلْبِسُواْ الْحَقَّ بِالْبَاطِلِ وَتَكْتُمُواْ الْحَقَّ وَأَنتُمْ تَعْلَمُونَ "Hak ile batılı karıştırmayın ve bildiğiniz halde hakkı gizlemeyin." [el-Bakara 42]

İbrâhîm Usmân [Ebu Halîl]
حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir

Resmî Sözcüsü
Sudan Vilâyeti

Devamını oku...

Korku Engeli Kırıldı, O Halde İslamî Ümmetin Ayaklanmalarına Katılın

  • Kategori Tacikistan
  •   |  

Birkaç aydan beri, Tunus, Mısır, Yemen, Bahreyn, Libya, Suriye, Cezayir, Fas ve benzerleri gibi bazı İslam ülkelerinde zalim yöneticilere karşı İslam ümmetinin gösterileri harekete geçmiştir. Bu yöneticiler, mazlum ümmeti yirmi, otuz hatta kırk yıldan beri kuvvet yoluyla yönetmekte, ümmetin kanlarını emmekte, kafir efendileri tarafından dayatılan zalim kanunları tatbik etmekte, efendileri ile birlikte ümmetin servetlerini yağmalamakta, ırzlarını ve doğal insan haklarını çiğnemekte, dinini ve mukaddesatlarını hakir görmektedirler. Sözün özü, bu asrın Firavunlarının zulümleri, tüm sınırları aşacak dereceye ulaşmıştır. Nitekim insanlar, ister güvenlik güçleri ve güç devreleri olsun isterse sömürgeci Batılı devletlerin tuzakları ve hileleri olsun hiçbir kimsenin ve hiçbir şeyin yollarını engelleyemeyecek şekilde sokaklara dökülmüştür. Mazlum ümmet artık korkuyu unutmuş ve zalim yöneticiler devrilinceye kadar meydanlardan evlerine dönmemeye kesin karar vermiştir. Ümmetin bu ayaklaması, zalim yöneticilerin ömrünün ve zulüm zamanının sona erdirilmesinin habercisidir. Nitekim Resulullah [Sallallahu Aleyhi ve Sellem] bunu şöyle müjdelemiştir, ثمَّ تَكُونُ مُلْكًا جَبْرِيَّةً فَتَكُونُ مَا شَاءَ اللَّهُ أَنْ تَكُونَ ثُمَّ يَرْفَعُهَا إِذَا شَاءَ أَنْ يَرْفَعَهَا "Sonra Zorba Diktatörlük olacaktır. Böylece Allah'ın olmasını dilediği kadar olacak, sonra kaldırmayı dilediğinde onu da kaldıracaktır." İbn-u Ali ve Hüsnü Mübarek gibi zalim yöneticiler, bir biri ardına tarihin çöplüğüne atıldılar. Kafir efendileri onlara hiçbir önem vermedi ve onları karanlık geleceklerine terk ettiler! Ümmetin boynuna kuvvet yoluyla musallat olan İslam ülkelerindeki arkadaşlarını da aynı şekilde karanlık günlerin olduğu bu aynı gelecek beklemektedir. Allahu Subhânehu'nun izniyle Resulullah [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]'in, bizleri kendisiyle müjdelediği şu merhale başlamıştır: ثُمَّ تَكُونُ خِلَافَةً عَلَى مِنْهَاجِ النُّبُوَّةِ " Sonra (yeniden) Nübüvvet Minhacı üzere [Raşidi] Hilafet olacaktır."

Tacikistan ve diğer Orta Asya ülkeleri, İslam ülkelerinden bir parça olup halkı da İslam ümmetinden ayrılmaz bir parçadır. Aynı şekilde bu ülkeye hükmeden yöneticiler de on yıllardan beri insanlara zulmetmektedirler. Son dönemdeki zulümler ise akılların almayacağı ve kanları donduracak dereceye ulaşmıştır. İmam Ali Rahman başkanlığındaki mücrim Tacikistan hükümeti, zulümde ve tugyanda sınırı aşmıştır. Zira insanların tüm alanlarındaki yaşam düzeyi en alt seviyeye düşmüş, fakirlik tüm alanlara yayılmış, bir lokma ekmeği kazanmak insanların en önem verdiği şey haline gelmiş, din ve mukaddesatlar çiğnenmiş, hatta normal ibadetler, dinî gelenekler, dini öğrenmek, şeri giysi ve sakal gibi İslamî görüntüler, işte tüm bunlar, işleyenlerin "terörist" ve "aşırıcı" olarak damgalandığı "bir suç" haline gelmiştir!

Bu ülkede insanlara rağmen sadece iktidar kesimi lüks içerisinde yaşamaktadır. Bu kesimin tek önem verdiği şey, sallanan otoritesini korumak, servetleri ile Avrupa ve Amerika bankalarındaki bakiyelerini artırmaktır. Bu mücrimler, habis amaçlarına ulaşmak için hiçbir aracı kullanmaktan sakınmazlar. Bundan dolayı kafir efendilerinin has köleleri olup onların İslam ümmetine karşı olan emirlerini ve planlarını uygulamak için yarışır oldular. Çünkü onlar efendilerini, otoritelerinin ve servetlerinin bekasının garantörü sanmaktadırlar. Ancak onlar, otoritelerinin sayılı günleri kaldığından gafil olup hayallerle kendilerini aldatmaktadırlar. Zira Tacikistan'daki Müslümanlar, artık onların zulümlerinden bıkmış, sabır taşları çatlamış ve ülke halkından olan muhaliflerin enerjisi, patlama derecesine ulaşmıştır. Tacikistan toplumu sessiz gibi görünse de bu sessizlik, zalim diktatörleri ve mücrim azınlığını yerle bir edecek fırtına öncesi bir sessizliktir. Dolayısıyla Tacikistan'daki Müslümanlar, İslam ümmetinden bir parça olup Allah'ın izniyle İslam ümmetinin başlamış ayaklanma mecrasından ve İslamî değerlere geri dönüşünden geri kalmayacaktır. Nitekim Resul [Sallallahu Aleyhi ve Sellem], bu ümmetin vahdetini şu kelimelerle beyan etmiştir: مَثَلُ الْمُسْلِمِينَ فِي تَوَادِّهِمْ وَتَرَاحُمِهِمْ كَمَثَلِ الْجَسَدِ الْوَاحِد "Birbirlerine karşı merhamette ve birbirlerine karşı sevgide Müslümanların misali, tek bir vücudun misali gibidir." Dolayısıyla bu ümmetin sevinci de hüznü de fikirleri de duyguları da birdir. Bu ümmetin başlayan ayaklanma mecrası, bugün yada yarın her tarafa yayılacaktır.  Bu ülkelerdeki kardeşlerimiz ve bacılarımız, tagutların yaptıklarına ve binlerce şehitlere hiç aldırış etmeden aylardan beri evlerine dönmemektedirler. Tüm meydanlardan ise tek bir slogan yükselmektedir: "Halk Rejimin Devrilmesini İstiyor." Şüphesiz ümmetin bu ayaklanma tufanı, aynı şekilde bizim mazlum beldemize de ulaşacaktır!

Hizb-ut Tahrir / Tacikistan, Allah'ın fazlı ve keremiyle ilk günden beri etkinliklerine başlayarak ümmetin bu haline, bu zulme ve despotluğa bir an sessiz kalmamıştır ve ülkedeki bütün Müslümanlar buna şahittir ve bunu bilmektedirler. Nitekim üç yüzden fazla şebabı, zalimlerin cezaevlerinde uzun süre geçirmişler ve şuan yaklaşık üç yüz başka şâb da bu zalim diktatörden dolayı dikenli tellerin arkasında bulunmaktadır. Bazıları ise uzun bir zaman geçmeden tekrar cezaevine geri gönderilmişlerdir. Hatta muhlis bir kadın gurubu, şiddetli işkenceyle karşı karşıya kalmış ve uzun bir müddet cezaevinde yatmışlardır. İşte tüm bunlar, söylediklerimize dair açık örneklerdir.

Bizler eminiz ki Tacikistan'daki Müslümanlar, Hizb-ut Tahrir'in İslam ümmetini zalimlerin zulmünden ve kafir devletlerin sömürgeciliğinden kurtarmaya dönük etkinliklerini her zamankinden daha çok fark ediyorlardır. Zira her şey açığa çıkmış, Tacikistan'daki yöneticiler de dahil zalim yöneticilerin kötülükleri ifşa olmuş ve artık ümmet özgür olmanın zirvesine ulaşmıştır. Dolayısıyla kardeşlerinin ayaklanmalarını etkilemeleri, Hizb-ut Tahrir ile birlikte çalışmaları ve fasit nizamları devirip Raşidi Hilafet Devleti'ni kurmak için azimlerini bilemeleri amacıyla Tacikistan Müslümanları için bir fırsat doğmuştur.

Ey Zalimler!

Geriye sayılı günlerinizin kaldığını ve sizleri, Tunuslu İbn-u Ali'nin, Mısırlı Mübarek'in ve Libyalı Kaddafi'nin akıbeti beklediğini bilin ve anlayın! Mazlum ümmet, Allah'ın izniyle sizden hak ettiğiniz şekilde bir intikam alacaktır. İşte o zaman, ne servetinizin ne makamınızın ne de özel güvenlik güçlerinizin size bir yardımı olacaktır. Dahası kafir efendileriniz sizleri, kaldırıp bir kenara atacaktır! O halde tarihin çöplüğünün sizleri beklediğini bilin! Ayrıca Allah katında elim bir azap ta sizleri beklemektedir!

Ey Tacikistan'daki Müslümanlar!

Bizzat ecdadınız olan Eba Bekir'in, Ömer'in, Osman'ın, Ali'nin, Ömer İbn-u Abdulaziz'in, Halid'in, Salahaddin'in ve Mutasım'ın adlarını duyduklarında düşmanların kalpleri korkuyla dolardı. O halde bu büyük adamların torunları olduğunuzu bilin! Artık fasık kölelerin zulmünden korkmamanızın ve en üstün cihat yolunu takip etmenizin zamanı gelmiştir. Resulullah [Sallallahu Aleyhi ve Sellem], şöyle buyurmuştur: أَلاَ إِنَّ أَفْضَلَ الْجِهَادِ كَلِمَةُ حَقٍّ عِنْدَ سُلْطَانٍ جَائِرٍ "Cihadın en üstünü, zalim sultanın karşısında hak sözü söylemektir." Ve Allahu Subhânuhu'dan başkasından korkmayın. Allahuteala şöyle buyurmuştur:

فَلاَ تَخْشَوْهُمْ وَاخْشَوْنِي "Sakın onlardan korkmayın! Yalnız benden korkun." [el-Bakara 150]

Bizler, alimlere özel bir hitapta bulunmak istiyoruz. Çünkü Allah Azze ve Celle, şöyle buyurmuştur: إِنَّمَا يَخْشَى اللَّهَ مِنْ عِبَادِهِ الْعُلَمَاءُ "Allah'tan ancak alim kulları korkar." [Fatır 28]

Nebi [Sallallahu Aleyhi ve Sellem], şöyle buyurmuştur: العلماءُ ورثةُ الأنبياءِ "Alimler, enbiyaların varisleridirler." Yani alimler, hak sözü söylemede, yöneticileri muhasebe etmede ve ümmete hayır yolunda liderlik etmede enbiyaların varisleridir demektir. O halde alimlerin Allah katındaki sorumluluğu ve yükü Müslümanlardan daha büyüktür. Bu nedenle onlar için azim bir ecir vardır. Evet, alimlerin mertebesi böyledir. Zira onlar, Allah ve resulünün emirlerine göre amel ederler, zalim yöneticileri muhasebe etmede ve zalimlere karşı çıkmada ümmete liderlik ederler. Aksi taktirde alimlerin mertebesine müstahak olamazlar. Bilakis Allah katında şiddetli bir hesap ve azapla karşı karşıya kalırlar. Bundan Allah'a sığınırız!

 

Ey Müslümanlar! Ey Alimler! Ey Akıl Sahipleri!

Hizb-ut Tahrir sizleri, zalim yöneticilere, ister adı diktatör olsun isterse demokrat olsun tamamı zalim olan fasit kapitalist rejimlere karşı kendisiyle birlikte inkar seslerinizi yükseltmeye, camide, sokakta ve yürüyüşlerde tekbir ve dualarınızı yükseltmeye, Mısır, Tunus, Yemen, Bahreyn, Suriye ve Libya'daki Müslümanlarla omuz omuza olduğunuzu, zalim rejimleri yıkıp -Raşidi Hilafet- olan tek bir İslam Devleti kurmak, Müslümanları koruyacak ve onları savunacak adil bir halife nasbetmek için diğer İslam ülkelerindeki Müslümanlarla birlikte İslam ümmetinden ayrılmaz bir parça olarak çalıştığınızı ilan etmeye çağırmaktadır. Bu, Allahu Subhânehu'nun size farz kılmış olduğu bir emir olup bunu eda etmekle büyük bir ecre müstahak olacaksınız. Ayrıca bu husus, sizi zulümden kurtaracak, dünyanın ve ahiretin saadetine ulaştıracaktır. Şayet yapmazsanız, hoş görmenizden ve ihmal etmenizden dolayı size elim bir azap isabet edecektir. Resulullah [Sallallahu Aleyhi ve Sellem], şöyle buyurmuştur:

 

لا، وَاللهِ، لَتَأْمُرُنَّ بِالـْمَعْرُوفِ وَلَتَنْهَوُنَّ عَنِ الْـمُنْكَرِ، وَلَتَأْخُذُنَّ عَلَى يِدِ الظَّالِمِ، وَلَتَأْطُرُنَّهُ عَلَى الْحَقِّ أَطْرًا أَوْ تَقْصُرُنَّهُ عَلَى الْحَقِّ قَصْرًا " Vallahi hayır! Ya m'rufu emredersiniz ve münkerden sakındırırsınız ve zalimin elini tutar, onu tam bir çevirme ile hak üzere çevirir ve onu tam bir zorlama ile hak üzere zorlarsınız... "

Hizb-ut Tahrir sizleri, işte bu hususa davet etmektedir. Zira o, Allah'ın vaadinin ve Nebi [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]'in müjdesinin yakın olduğuna inanmaktadır.

 

وَعَدَ اللَّهُ الَّذِينَ آمَنُوا مِنكُمْ وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَيَسْتَخْلِفَنَّهُم فِي الأَرْضِ "Allah, sizlerden iman edip salih amel işleyenleri, yeryüzünde Halife kılacağını..." [Nur 55]

 

ثُمَّ تَكُونُ خِلَافَةً عَلَى مِنْهَاجِ النُّبُوَّةِ " Sonra (yeniden) Nübüvvet Minhacı üzere [Raşidi] Hilafet olacaktır."

Onun davetine icabet ediniz ki dünyanın ve ahiretin saadetine nail olasınız!

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Doha'daki Konferansçılara: Darfur ve Diğer Tüm Meseleleriniz, Ancak İslam Esasına Göre Çözülür

Sudan hükümeti, Darfur'la ilgilenen kişilerin belgeyi görüşmesi için Doha'da düzenlenen genişletilmiş konferans sırasında Darfur'la ilgili nihai barış taslağını onayladı. Bu belgenin içerisindeki en önemli hususlar şunlardır:

1- İkinci bölümde şöyle geçmektedir: (Otorite paylaşımı ve Darfur'un idari durumu) şu şekilde olacaktır: (Sudan'daki otorite paylaşımı şu ilkelere dayanmaktadır: Sudan, içerisinde halkın egemenliğinin de olduğu egemen bağımsız bir cumhuriyettir... Ve benzeri.)

2- İçerisindeki otoritelerin etkin bir şekilde hareket edeceği federal bir yönetim sistemi kurulacak... Ve benzeri.

3- Anayasa değişikliği, birinci başkan yardımcısının statüsüne helal getirmeksizin yapılacaktır. Böylece Devlet Başkanı, Darfur'da dahil tüm Sudanlıların siyasî katılım ve temsilini gerçekleştirecek şekilde başkan yardımcılarının sayısını belirleyebilecektir...

Açıktır ki bu taslak, hükümetin isyancılarla orada burada yapmayı alışkanlık edindiği Abuja ve diğer anlaşmalardan pekte farklı değildir. Zira bu anlaşmaların hepsi, otorite ile görev paylaşımı, kaos yayıp güvenliği ihlal ederek orduların ve milislerin buna inanmalarının sağlanılması söyleminde ortaktırlar. Sanki Darfur halkı ile Sudan'ın farklı çevrelerinden olan diğer insanların sorunu, kendilerinin bir devlet başkanı yardımcısı yada muavini yada bakanı olmakmış gibi. Dolayısıyla yapılan bütün anlaşmalar, sorunun özünü ele almayan toplantı kayıtlarından ibarettir. Bundan daha da tehlikelisi, meselelerin Sudan halkının akidesi olan İslam esasına göre görüşülmemesidir. Bundan dolayı bu batıl çözümler, ülkeyi parçalanmaya ve ayrılmaya doğru itmektedir.

Kendisini güvenceye alan cumhuriyet sistemi, İslam'dan değildir. Zira İslam'da yönetim şekli Hilafettir. Keza egemenliğin manası, iradeyi harekete geçirenin halk değil bilakis şeriat olması demektir. Federal sisteme gelince; kabilecilik, bölgeselcilik ve ırkçılık gibi naraların canlanmasına ve idarelerin kuruluşunun bu esasa göre yapılmasına neden olan bu sistemdir. Aynı şekilde bu sistemde dinimizden hiçbir şey yoktur.

Bizler, Hizb-ut Tahrir / Sudan Vilayeti olarak, bu anlaşmaların saçmalığını, sahteliğini ve yanlışlığını ifşa etmeye devam ettik ve siyasiler ile ümmete de diyoruz ki; en hayırlı çözüm, temeli devlete ve aynı şekilde ülke ile insanların sorunlarını çözmeye dayalı sahih siyasî bir fikir ortaya çıkarmaktır. Akidesi ve şeriatıyla İslam'dan başkası olmayan bu rolü, kim üstlenebiliyorsa üstlensin. İslam, tüm insanları yaratan alemlerin rabbinin nizamı olup O, insanların dünyada mutlu olacağı ve ahirette kurtulacakları bir nizam koymuştur.

أَلاَ يَعْلَمُ مَنْ خَلَقَ وَهُوَ اللَّطِيفُ الْخَبِيرُ "Hiç yaratan bilmez mi? O, Latif'tir, Habir'dir" [el-Mulk 14]

Ey Darfur'la ilgilenen kerim kardeşlerimiz! Ey Doha'daki konferansçılar!

İslam esasına dayanmayan bu taslak ve diğer taslaklarda sizin için hiçbir maslahat yoktur. O halde bu konferansınızı, Darfur meselelerinin dahası ülkenin bütün meselelerinin İslam esasına göre ele alınacağı bir konferansa dönüştürün ve hükümeti de bu doğrultuda yönlendirin.

أَفَمَن يَهْدِي إِلَى الْحَقِّ أَحَقُّ أَن يُتَّبَعَ أَمَّن لاَّ يَهِدِّيَ إِلاَّ أَن يُهْدَى فَمَا لَكُمْ كَيْفَ تَحْكُمُونَ "Öyle ise hakka ileten mi yoksa hidayet verilmedikçe hidayete eremeyen bir kimse mi uyulmaya daha müstahaktır? Size ne oluyor? Nasıl hükmediyorsunuz?" [Yûnus 35]

İbrâhîm Usmân [Ebu Halîl]
حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir

Resmî Sözcüsü
Sudan Vilâyeti

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Libya'daki Göstericileri Desteklerken Göstericilere Baskı Yapması İçin Suudi Güçlerini Eğitmesi İngiltere Politikasının İkiyüzlülüğünü Göstermektedir

Bugün, İngiltere'nin Suudi Arabistan'daki ulusal muhafızlara eğitim yaptırdığı ortaya çıkarıldı. Bu yılın başlarında Bahreyn rejimine dönük protesto gösterilerini bastırmak için kullanılan, silahsız göstericilerin ölümüne yol açan ve muhalif siyasileri tutuklayıp işkence eden özel güvenlik kuvveti, işte bu kuvvettir.

Bu haber üzerine, Hizb-ut Tahrir'in İngiltere Medya Temsilcisi Taci Mustafa şöyle bir yorumda bulundu: "İngiltere'nin dış politikadaki ikiyüzlülüğü, herkesin gözleri önünde açığa çıkmıştır. Nitekim Dışişleri Bakanı William Hague, bu ayın başlarında Londra Belediye Konağı'nda yaptığı konuşmasında şöyle dedi: "Bugün, diktatör rejimlere karşı ayaklanan halkın yanında yer alıyoruz.""

"Buna rağmen, aynı anda İngiltere, despot yönetimlerine karşı olan göstericileri öldüren, darbeden ve işkence eden fasit diktatörlere askerî eğitim vermektedir.

İngiltere başbakanı Kamerun'un, ayaklanmaların başladığı sıralarda bölgede olması ve utanmadan bu rejimlere silah satması itibarıyla bu haber bizim için bir sürpriz olmamıştır. Nitekim Kaddafi, açık bir düşman haline gelmeden sadece birkaç hafta önce İngiltere dışişleri Bakanlığı tarafından memnuniyetle karşılanmıştı.

Orta Doğu'daki halklara aşağıdaki şekilde bir mesajımız olacaktır: Bu rejimler ile onları destekleyen sömürgeci Batılı güçlerin nüfuzu ortadan kalkmadıkça asla gerçek değişim meydana gelmeyecektir.

İnsanlar, Mübarek ve İbn-i Ali'nin gitmesine rağmen şu ana kadar hala gerçek bir değişimin olmadığını giderek daha da iyi anlamaktadırlar. Aynı şekilde insanlar, İngiltere, Amerika ve Avrupa'nın, bölgedeki nüfuzlarını korumak için her şeyi göze aldıklarını giderek daha da iyi anlamaktadırlar.

İnsanların, sadece bu diktatörleri ortadan kaldırdığı bu ayaklanmalar, gerçek bir değişimle sonuçlanmayacaktır. Bilakis gerçek değişim, Hilafet Devleti'nin yıkılmasından bu yana bu diktatörleri ortaya çıkaran ve destekleyen Batılı hükümetlerin nüfuzunu ortadan kaldıracak olan İslamî Hilafet Devleti'ni yeniden kurmakla olur."

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- İngiltere İle Amerika'nın "Zorunlu" İlişkisi, İslam Dünyasındaki Hegemonyayı Sürdürmeye Dönük "Sömürgecilik" İlişkisidir

David Kamerun ile Barak Obama'nın, Amerika Birleşik Devletleri ile İngiltere arasındaki "zorunlu ilişki" hakkındaki konuşmaları, aslında Afganistan, Pakistan, Libya ve tüm İslam dünyasında, askerî, siyasî, ekonomik hegemonyalarını özellikle askerî müdahaleler yoluyla sürdürmeye devam ettikleri bir sömürgecilik ilişkisidir.

Obama'nın, İngiltere'yi ziyaret etmesini ve İngiltere-Amerika ilişkilerini yeniden karakterize etmesini, Hizb-ut Tahrir'in İngiltere Medya Temsilcisi Taci Mustafa şöyle yorumladı: "Onların, -Afganistan, Pakistan, Libya ve Arap ayaklanmaları çerçevesinde- İslam dünyasındaki askerî ve siyasî müdahalelerini sürdürmek amacıyla aralarındaki işbirliğinin düzeyi bugünkü toplantılarının en önemli göstergelerinden biridir. Nitekim Times Gazetesi'ne verdikleri ortak mesajda, Obama ve Kamerun şöyle dediler: "İster savaşlarla mücadelede olsun isterse ekonominin yeniden inşasında olsun ihtiyaçlarımız ve inançlarımız aynıdır." Gerçekten ekonomik ilişkilerin dışına odaklanmaları; erkeklerin, kadınların ve çocukların katlinin sürdüğü Afganistan'daki savaşı sürdürmek, Pakistan'ı istikrarsızlaştırmak, çok sayıda insan öldüren insansız uçakları yoğunlaştırmak, eski müttefikleri Kaddafi'ye karşı Libya'ya müdahale etmek ve Irak işgalini devam ettirmek içindir. Bunların iki yüzlülüklerine ve çifte standartlarına gelince; daha geçen hafta Downing caddesinde kabul ettikleri Bahreyn'in kasap yöneticileriyle hala sıcak ilişkilerinin olduğu bir sırada İslam dünyasındaki diktatörlere karşı ayaklanan halkların yanında durduklarından ve Batı tarafından desteklendiklerinden bahsettiklerinde bu net bir şekilde ortaya çıkmaktadır."

"İngiltere ve Amerika hükümet olarak, kapitalist devlettirler. Her ikisinin de İslam dünyasındaki ortak çıkarları, İslam dünyasındaki sömürgelerini sürdürmek için ekonomik ve siyasî kazanımlar adı altında bölge halklarına boyun büktürmektir. Bunu da İngiltere İmparatorluğu günlerinde olduğu gibi doğruda askerî müdahaleler yoluyla yapmaktadırlar."

"Batılı hükümetler, ister eski diktatörleri desteklemek ister halkın değişim için olan çağrısını istismar etmek amacıyla müdahalede bulunmak isterse de doğrudan askerî müdahaleler yoluyla olsun bu ülkelerdeki hegemonyalarını sürdürmek için ciddi olarak çalışmaktadırlar."

"Batı tarafından desteklenen İslam dünyasındaki fasit diktatör sistemlerin yerine yeni bir sistem gelmedikçe gerçek bir değişim olmayacaktır. Bu yeni sistem ise, tüm şekilleriyle Batılı emperyalizmin karşısında duracak, insanların maslahatlarını gözetecek, İslam dünyası ile Batı arasındaki sömürgecilik ilişkilerini değiştirecek olan Hilafettir."

Devamını oku...

Rusya Güvenlik Birimlerinin Uygulamalarının Keşmekeşliği

  • Kategori Rusya
  •   |  

Rusya iç güvenlik birimi [F.S.B], 19 Mayıs 2011 sabahı Moskova şehrinde 1976 doğumlu Sıddikova Omidjan Ganevna adındaki Müslüman bir bacıyı tutukladılar ve yerini haber vermesi için telefon açmasına bile izin vermediler. Ayrıca 1999 doğumlu kızı Mirmihan, 2001 doğumlu oğlu Nusratullah ile 2003 doğumlu oğlu Salahaddin olmak üzere üç evladı teslim alınarak yetimhaneye yerleştirildi.

Daha önce de 1972 doğumlu olan eşi, Sıddikov Farroh Fadloddinoviç, 4 aralık 2010 tarihinde siyasî bir hizbin mensubu olmak suçlamasıyla tutuklanmış... mazlum kadın ise işlemediği bir suçu itiraf etmesi için eşine baskı yapması amacıyla tutuklanmıştı. Bugün ülke liderlerinin, Rusya'nın insan haklarına bağlı medenî bir ülke olduğunu göstermeye çalıştıkları bir sırada gerçekte onların, hedeflerini gerçekleştirmek için nasıl davrandıklarını ve anne ile evlatlarının arasını ayırdıklarını görmekteyiz. Nitekim mahkeme, Sıddikova'nın iki ay hapsine hükmetti.

Mayısın 23'ünde de Ufa şehri ve civarlarındaki evlere haksız yere operasyonlar yapılmış ve Müslüman kadınlar evlerinde tutuklanmışlardı.

Yine Milli Güvenlik görevlileri, 23 mayıs 2011 tarihinde, evi Ufa şehrinin Mohanikova sok: 11 Daire no: 617'de bulunan bayan Manabova loyola Kazayhanova'nın evini aramışlardı. Ardından bu bayanı, 55 /a Kalinina caddesine çıkardılar, tornavida ve tığ ile tehdit ettiler ve psikolojik hasta ve sapık diye bağırdılar... Bayanın üzerinde manevî baskı oluşturmak için evlatlarını tutuklamakla tehdit ettiler. Tüm bunlar, yaklaşık gün boyu tekrar etti. Bu sırada bayanın meme emen bebeği ile beş yaşındaki küçük çocuğu tek başlarına evde kalmışlardı.

Ayrıca 1985 doğumlu olup Ufa şehrinin Karliva caddesinde oturan ve sekiz aylık hamile olan Minnibiva Elmira Ionnerova adındaki bayanın da evi aranmış ve arama hukuka aykırı bir şekilde yapılmıştı. Zira adres evraklara hatalı yazılmış olup arama esnasındaki şahitler birlikte aramaya katıldıkları aynı birimlerdendi. Nitekim güvenlik birimi ajanları, bacının yüzünü net bir şekilde tasvir etmek için tüm yaşananları kameraya çektiler. Kameraya çeken Vislav adındaki görevli de kamerasını tamamen bayanın üzerine odaklamıştı.

Tüm bunlar yaşanırken bayanın eşi Tahir Vanisoviç ile bir yaşındaki evlatları Alîm, odada olup birimin ajanlarının uygulamalarına ve kirli ayaklarıyla Kur'an ayeti içeren kitaplara bastıklarına tanıklık ettiler.

Onlar bu davranışlarıyla tüm müminlerin duygularını hakir gömüşler, uygulamaları sonucunda bayanın üzerinde stres belirtileri, kalp atış hızında artış ve alt karın bölgesinde ağrı görülmüş ve ambulans çağrılmıştır. Doktor muayenesinin ardından bayanın durumunun sinersel olduğu ve çocuğunu kaybedebileceği sonucuna vardı. Bayana yatıştırıcı ilaç verdikten sonra Haviva caddesinde bulunan 6 nolu doğum hastanesine naklettiler. Muayenesinin ardından hastanenin dolu olduğu gerekçesiyle hastane girişinin yapılmasını reddettiler.

Yine 6 yaşında Zeynep, 4 yaşında Salahaddin, 2 yaşında Ali, 1 yaşında Cennet olmak üzere 4 evladı olan 1982 doğumlu Şakirova Leyla Ramilva ile ailesi, güvenlik birimleri tarafından baskıya maruz kalmışlardır. Zira bacının evine 23 Mayıs 2011 sabahı saat yedide iki otomobil gitmiş, otomobillerden aralarında bazı kadınlarında olduğu birçok adam çıkmış ve daha sonra bu kadınların arama sürecine tanık oldukları ortaya çıkmıştır. Bu sırada bacı, 282/1. madde gereği 22 eylül 2010'dan beri hapse mahkum olan kocası Şakirov Albert Zakayoviç ile görüşmek için evinden çıkmıştır. Böylece bu aile, geçimini sağlayan kimseyi ve koruyucusunu kaybetmiş olmaktadır. Ayıca bu kişiler, bacının etrafını çepeçevre kuşatmışlar ve hiçbir sebep olmaksızın zorla cep telefonunu çekmeye başlamışladır. Ardından eski alışkanlıklarına göre davranmaya başlamışlar, bacıya arama iznini göstermişler ve içeri girmek üzere kendilerine kapıyı açması için onu zorlamışlardır. Yasak edebi malzemeleri arama sırasında her şeyi aramışlar ve onları oraya buraya fırlatmışlardır. Hatta evde bulunan tüm kitaplar bu ülkede yayınlanmasına rağmen buzdolabının buzluk kısmı bile onlardan nasibini almıştır. Sonra gözlerinin gördüğü eşyalarla yetinmemişler tahtadan olan duvar levhalarını parçalamakla tehdit etmeye ve küçük çocukları korkutacak şekilde bağırmaya başlamışlar, onları uykularından uyandırmışlar ve bacı, uzun bir süre çocukları sakinleştirmeye çalışmıştır. Yeniden sakinleşmeleri için bugün daha kaç çocuğun zamana ihtiyacı var bilemiyoruz.

Aramanın ardından bacıyı, 55 /a Kalinina caddesindeki 218 oda numaralı asıl bölüme götürmeleriyle olay başladı. Olayın özeti şöyledir: Bu kişiler, içerisinde bacının köktenci olduğunu itiraf ettiği yazılı bir kağıt hazırladılar ve bacıdan bunu zorla imzalamasını istediler. Bacı avukatın çağrılmasını talep etti, onlara Rusya Federasyonu anayasasının 51. maddesini hatırlattı ancak bu onları hiç etkilemedi. Bilakis cevapları, bacıyı hapse atmak ve çocuklarını alıp yetimhaneye koymakla tehdit etmek şeklinde oldu. En yakın yetimhanenin adresini bildirmeleri için yönetimle iletişim kurarak bacının yüzüne karşı tığ ve bıçak sallamaya başladılar.

Ey Müslümanlar! Eşlerimize karşı yapılan bu kanunsuz uygulamalar daha ne zamana kadar devam edecek? Daha ne zamana kadar sessiz kalmaya ve bize bir şey olmuyormuş gibi davranmaya devam edeceğiz? Allah, kıyamet gününde bacılarımıza ve evlatlarına yardım etmek için yaptıklarımızdan sorduğunda nasıl cevap vereceğiz? Allahuteala şöyle buyurmuştur: وَإِنِ اسْتَنْصَرُوكُمْ فِي الدِّينِ فَعَلَيْكُمُ النَّصْرُ "Eğer onlar din hususunda sizden yardım isterlerse, onlara yardım etmek üzerine borçtur." [el-Enfâl 72] Bu gibi anlarda kardeşimiz, eşi ve evlatları Müslümanlar olarak bizlerden yardım istemektedirler. Buhari ve Muslim'in İbn-u Ömer'den rivayet ettikleri hadiste Resulullah [Sallallahu Aleyhi ve Sellem], şöyle buyurmuştur: المسلم أخو المسلم لا يظلمه ولا يسلمه، من كان في حاجة أخيه كان الله في حاجته، ومن فرج عن مسلم كربة فرج الله عنه بها كربة من كرب يوم القيامة، ومن ستر مسلماً ستره الله يوم القيامة "Müslüman Müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez ve onu (düşmana) teslim etmez. Her kim kardeşinin bir hacetini giderirse Allah da onun bir hacetini giderir. Her kim kardeşinin bir sıkıntısını giderirse Allah da onun kıyamet günündeki sıkıntılarından bir sıkıntısını giderir. Her kim bir Müslümanı(n ayıbını) örterse Allah da kıyamet günü onu(n ayıbını) örter."

Aynı şekilde isnadı hasen ve adamları sika olan bir hadiste Aleyhisselam şöyle buyurmuştur: لا يزال الله في حاجة العبد ما دام في حاجة أخيه "Kul, kardeşinin hacetini giderdiği sürece Allah da onun hacetini gidermeye devam edecektir." Yine Ebu Hureyra'nın rivayet ettiği ve lafzı Muslim'e ait olan bir hadiste şöyle geçmiştir: المسلم أخو المسلم لا يظلمه ولايحقره "Müslüman Müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez ve onu tahkir etmez."

Her kimin korumaya gücü yeter de korumaz ise kardeşini yardımsız bırakmış sayılır. Ebi Davud'ta geçen Cabir'in hadisinde Resulullah [Sallallahu Aleyhi ve Sellem], şöyle buyurmuştur: ولا يخذل مسلم مسلما في موضع يحب نصرته إلا خذله الله في موضع يحب فيه نصرته "Yardım edilmesi gereken bir yerde Müslümanı yardımsız bırakan hiçbir Müslüman yoktur ki, kendisine yardım edilmesi gereken bir yerde Allah onu yardımsız bırakmasın."

Bu olay bizleri etkilemeli ve yukarıda adı geçen bacı ile evlatlarının olduğu bu Müslüman ailenin kurtuluşuna her birimizin ortak olmalıyız. Bizler biliyor ve bir kez daha vurguluyoruz ki bu felaketler, İmam olmadığı sürece devam edecek ve tekrarlanacaktır. Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: إنّما الإمام جنة يقاتل من ورائه ويتقى به "İmam [Halife] bir kalkandır onun arkasında savaşılır ve onunla korunulur." Müslüman kadınların ırzlarını koruyacak olan Müslümanların yöneticisidir. Nitekim o, Müslüman kadınların ırzlarını korumuş ve Beni Kaynuka'yı cezalandırdığı gibi aynı şekilde Müslüman bir kadının çığlığını işiten Halife Mutasım, onu kurtarmak için doğrudan bir ordu göndermiştir.

Sevgili Müslümanlar! Kardeşlerimizin ve bacılarımızın bu durumdan hızla çıkmaları için öncelikle dua ile onlara yardım edebilirsiniz. Aynı şekilde bu felaket hakkındaki haberleri diğer Müslümanlara yaymamız gerekir. Bu olay, hiçbir kimsenin hissetmeyeceği bir şekilde geçiştirilmemelidir. Bilakis Müslümanların, toplumun bütün kesiminin ve medya organlarının dikkatini, bu olaya ve hükümetin davranışlarının keşmekeşliğine çekmeli ve Müslüman şahsiyetler ve aktivistlerden, bu sorunun çözümüne katkıda bulunmalarını talep etmeliyiz.

Ey Müslümanlar! Allah'ın dinine yardım edin ki Allah da sizi yardım etsin!

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER