Pazartesi, 06 Rebiu’l Evvel 1446 | 2024/09/09
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

- Basın Açıklaması - Hizb-ut Tahrir, Faşist Şeyha Hasina'nın Enbiyaların Varisleri Olan Alimlere Yönelik Vahşi Saldırısını En Ağır İfadelerle Kınar

Hasina Hükümetinin, 160 milyonluk Müslüman bir ülkede 04.042011 pazartesi günü "2011 Kadınlara Yönelik Ulusal Politikaya", bu kafir politikaya ve hükümetin diğer İslam karşıtı faaliyetlere karşı genel greve giden alimlere ve Müslümanlara karşı uyguladığı terör ve vahşet, Yahudilerin ve Yahudi devletinin Filistin'deki Müslümanlara yönelik vahşetinden ve teröründen başka bir şeyle kıyaslanamaz. Hasina Hükümeti, bir önceki gün 03.04.2011 pazar günü Kur'an hafızı olan bir öğrencinin ölümü ile sonuçlanan göstericilere rastgele kurşun sıkacak bir duruma geldi. İşte tüm bunlar, Hasina'nın politikasının insanları öldürme ve teörize etmeye dayandığının açık kanıtıdır.

Hizb-ut Tahrir, İslam ve Müslüman düşmanı, kafir ve müşrik devletlerin ajanı Şeyha Hasina Hükümetinin bu vahşi eylemelerini ve terörünü en ağır ifadelerle kınar. Ve Kur'an hafızı olan bu öğrenciyi şehit olarak kabul etmesi için Allahu [Subhânehu ve Te'alâ]'ya dua ettiği gibi yaralılara da Allah'tan acil şifalar diler. Resul [SallAllahu Aleyhi ve Sellem], şöyle buyurmuştur: سَيِّدُ الشُّهَدَاءِ حَمْزَةُ بْنُ عَبْدِ الْمُطَّلِبِ، وَرَجُلٌ قَامَ إِلَى إِمَامٍ جَائِرٍ فَأَمَرَهُ وَنَهَاهُ فَقَتَلَهُ "Şehitlerin efendisi Hamza İbn-u Abdulmuttalib'tir ve zalim yöneticiye karşı çıkıp ona (marufu) emreden ve onu (münkerden) nehyeden ve (bunun için) katledilen kimsedir."

Çünkü hükümetin geçen ay onayladığı "2011 Kadınlara Yönelik Ulusal Politka", Kur'an-il Kerim ve şeri kaidelerle açıkça çelişmektedir. Zira Bangladeş'teki Müslüman halk, hemen bu politika karşısında seslerini yükseltmeye başlamıştır. Buna rağmen Hasina Hükümeti, bu tür protestoları görmezden gelerek bu politikanın Kur'an ve sünnetle çelişmediği iddiasıyla defalarca yalana ve aldatmaya yeltendi, devletin kaynaklarını, resmî ve özel medya organlarını insanlara yönelik yalanlarının propagandasını yapmaları için kullandı. Ancak halkı ikna etmede başarısız oldu. Ardından 2011 Nisan aynın ilk cuması ve alimlerin çağırdığı genel grevin ilanından önce Diyanet İşleri Bakanlığı, insanları bir kez daha aldatmak için halka rağmen bir broşür dağıttı ancak bir fayda vermedi. Bu nedenle hükümet, şu anda 160 milyon Müslümanın protesto hareketine karşı teröre ve baskıya başvurdu.

Hizb-ut Tahrir, ülkedeki Müslümanları hükümetin alimlere yönelik vahşetine karşı çıkmak için güçlü bir şekilde protesto etmeye ve insanları, eylemleri ve politikalarıyla Allah'a, resulüne ve Müslümanlara karşı düşmancıl tutumunu açıkça belirleyen bu hükümeti ortadan kaldırmaya çağırır.

Hizb-ut Tahrir, ülkenin faziletli alimlerine şu sözlerle seslenir:

1- Mübarek protestonuzda sabredin, sebat gösterin ve birbirinize kenetlenin ve taleplerinizden taviz vermeniz için hükümetin baskısının azminizi kırmasından sakının.

2- Hareketinizi hükümeti ortadan kaldırmaya odaklayın. Zira hükümetin kafir politikalarına son vermenin tek yolu budur.

3- Genelde küfre ve özelde mevcut demokratik laik sisteme odaklayarak protestolarınıza devam edin ve Halide Ziya ve Bangladeş Ulusal Partisi de dahil bu sistemin savunucularıyla tüm ilişkileri kesin. Zira küfrün devlet ve toplumdaki tüm tezahürlerinin üzerine dayandığı temel bu sistemdir. Enbiyaların varisleri olmanız noktasından hareketle küfrün kökünü kazıyacak, devletin ve toplum işlerini Kur'an-il Kerim ve nebevî sünnet esasına göre idare edecek Hilafet Devleti'ni tekrar kurmak için harekete geçin.

Sizler okullardaki öğrencileri seferber ettiğiniz sürece Hizb-ut Tahrir, sizlerin yanında olacak ve rolü gereği fakülteleri, üniversiteleri ve toplumu, devrilinceye ve Allah'ın izniyle yakında Hilafet geri gelinceye kadar tagut hükümete ve hükmettiği küfür sistemine karşı seferber edecektir.

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Amerikan Başkanının Temsilcileri Sudan'ı Parçalamak İçin Varlar Peki Biz Ne Yapıyoruz?

31.03.2011 perşembe günü, Amerikan Başkanı Barack Obama'nın Sudan Özel Temsilcisi olarak eski temsilci Scott Gration'un yerine Princeton Lyman'ın atandığı açıklandı. Amerikan Dışişleri Bakanı Clinton, yeni temsilciyi tanıtırken gazetecilere şöyle dedi: "Bizler Amerika Birleşik Devletleri olarak önümüzdeki Haziran ayında barışçıl bir ayrılmanın olmasını arzuluyoruz." Lyman, atanmasının üzerine şöyle dedi: "Güney Sudan'ın bağımsızlığının önünde uzun yol var. Sınır, petrol gelirleri ve Ebîyi sorunu gibi masada birçok dosya var." Hükümet ise bu atamayı kabul ederek derin bir sessizliğe gömüldü. Biri Sudan ve diğeri 13.12.2010'da Darfur'a atanan büyükelçi Dean Smith olmak üzere bu iki özel temsilci sayesinde -Sudan hükümetinin ipi- sadece Amerikan yönetiminin elinde olacak!!

Bizler Hizb-ut Tahrir / Sudan Vilayeti olarak daha önce benzeri görülmemiş bu zafiyet, aşağılanma ve teslimiyet karşısında aşağıdaki hususları açıklarız:

- Amerika, ülkemize göz diken sömürgeci bir devlettir. Bu nedenle ülkemizi parçalamaya çalışmaktadır. Yeni temsilci Lyman'ın görevi, 09.07.2011'de Güney Sudan devletçiğinin doğumunu kolaylaştırmaktır. Diğer temsilci Dean Smith'in görevi ise Darfur bölgesinde yeni bir devletçik kurmaktır ki bunu da Doğu Sudan'da başka bir devletçik takip edecektir. Nitekim eski temsilci Gration, 14.12.2010'da yaptığı basın toplantısında şöyle diyerek bunu açıklamıştır: "Sudan'ın bölünmesi Güneyin ardından Darfur ve Doğu Sudan'a uzanabilir." [el-Ahram Gazetesi /15.12.2010]

- Ülkemizin birliğine karşı komplo kuran bu iki temsilci ile görüşmek için can atan hükümet ve siyasi ortamın topluca, bu çirkin müdahaleye ve küfrün başı aşağılık düşman Amerika'nın açık tavsiyelerine izin vermeleri bir utançtır. İçinizde hiç aklı başında bir adam yok mu?! Bu temsilcilerle kurduğunuz komplolarla ülkenin birliğinin ne hale geldiğini görmüyor musunuz?! Ülkeniz ve halkınız hakkında Allah'tan ittika edin, aklınızı başınıza alın ve bu hıyaneti durdurun!

- Müslümanların Raşid Halifesi, Müslümanların beldelerinde kafir Batıya olan bu teslimiyet durumuna izin vermez. Çünkü o, Allah'tan ittika eder. Çünkü Allah'ın kitabından, sünnetten ve bu ikisinin irşad ettiklerinden alınan Hilafet Devleti'nin anayasasının 189. maddesinin üçüncü fıkrası şöyle der: " Kendileriyle aramızda anlaşma bulunmayan devletler, İngiltere, Amerika ve Fransa gibi bilfiil sömürgeci devletler ve Rusya gibi beldelerimize göz diken devletler, hükmen harbi devletler sayılırlar. Onlara karşı her türlü ihtiyati tedbir alınır. Onlarla herhangi bir diplomatik ilişki kurulmaz. Bu devletlerin tebaaları, beldelerimize ancak pasaportla ve her kişiye her girişi için özel bir vize almak suretiyle girebilirler. Fakat fiili harbi devlet haline gelirlerse bu geçerli olmaz." O halde birçok İslam beldesinde fiilen savaş varken nasıl olur?!

Ey Müslümanlar: Tagutların putlarının devrildiği şu sezonda adımlarınızı hızlandırın ve hayırlı kimseler olduğunuzu Allah'a gösterin ki zamanı gelen Raşidi Hilafet fecrinin doğuşu ile nusretini getirsin. Zira Hilafet Devleti, Müslüman için izzet elbisesi ve küfrün panzehiridir. الَّذِينَ يَتَّخِذُونَ الْكَافِرِينَ أَوْلِيَاء مِن دُونِ الْمُؤْمِنِينَ أَيَبْتَغُونَ عِندَهُمُ الْعِزَّةَ فَإِنَّ العِزَّةَ لِلّهِ جَمِيعًا "Müminleri bırakıp da kafirleri dost edinenler, onların yanında izzet (güç ve şeref) mi arıyorlar? Oysa izzetin tamamı şüphesiz Allah'a aittir." [en-Nîsa 139]


İbrâhîm Usmân [Ebu Halîl]
حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir

Resmî Sözcüsü
Sudan Vilâyeti

Devamını oku...

- Basın Açıklaması - Hasina Hükümeti, "2011 Kadına Yönelik Ulusal Politika" Hakkında Külliyen Yalan Söylüyor

Diyanet İşleri Bakanlığı, 01.04.2011 cuma günü halka rağmen Hasina Hükümetinin kadınlara yönelik politikası ve İslam karşıtı faaliyetler hakkında yalan içerikli broşürler dağıttı. Hizb-ut Tahrir, hükümetin ülkedeki 160 milyon Müslümana açıkça yalan söylemesini kınar. Zira "2011 Kadına Yönelik Ulusal Politikanın" Kur'an ve sünnetle çelişen hiçbir şey içermediğine dair defalarca insanlara yalan söyledi. Dünkü broşürde 23,5 ve 25,5 sayılı hükümlerin İslam'la çelişmediğini bir kez daha vurguladı. Buna rağmen bizzat broşür, bu politikanın ülkenin en yüce hukuku olan anayasa temelinde çıkarılmasını haklı gösterdi! Anayasanın ülkenin en yüce hukuku olduğunu onaylayan bu beyanattan Kur'an ve sünnetle çelişen daha büyük bir çelişki olabilir mi ki? Bu anayasa, Kur'an'dan değil Amerika Birleşik Devletleri, İngiltere ve Hindistan gibi emperyalist devletlerden ithal edilmemiş midir? Oysa Allahu [Subhânehu ve Te'alâ], şöyle buyurmaktadır:

فَلاَ وَرَبِّكَ لاَ يُؤْمِنُونَ حَتَّى يُحَكِّمُوكَ فِيمَا شَجَرَ بَيْنَهُمْ ثُمَّ لاَ يَجِدُوا فِي أَنْفُسِهِمْ حَرَجًا مِمَّا قَضَيْتَ وَيُسَلِّمُوا تَسْلِيمًا "Hayır! Rabbine ant olsun ki onlar aralarında çıkan anlaşmazlıklarda Seni hakem kılıp içlerinden de bir sıkıntı duymaksızın verdiğin hükme tam bir teslimiyet ile teslim olmadıkları sürece iman etmiş olmazlar." [en-Nîsa 65]

Ayrıca hükümet, söz konusu broşürde asla ve kat'a Kur'an ve sünnetle çelişen hiçbir kanunun çıkarılmadığını belirtti.

Açıktır ki yöneticiler tarafından böylesi açık bir yalanın söylenmesi ancak laik demokratik yönetim sisteminin altından gerçekleşebilir.

Bizler Hizb-ut Tahrir olarak ülkedeki 160 milyon Müslüman adına hükümete aşağıdaki soruları yöneltiriz:

Bir kadın olarak Şeyha Hasina'nın yönetim makamını üstlenmesinin caiz olduğu Kur'an veya sünnetin neresinde geçmektedir? Hükümete faizli kapitalist ekonomik sistemi tatbik etmesine izin verildiğinin caiz olduğu Kur'an veya sünnetin neresinde geçmektedir? Hangi ayet veya hadis, hükümetin Amerika, İngiltere ve Hindistan gibi kafir ve müşrik devletleri dost edinmesini mubah kılmaktadır? İslam davetini taşıyanları hapsetmeyi, işkence yapmayı ve Resul [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in metoduna göre Hilafeti kurmak için siyasî çalışmayı haram kılmayı hükümete mubah kılan Kur'an ve sünnette geçen şeri nass nedir?

Şeyha Hasina, hükümetin çıkardığı, benimsediği ve uyguladığı tüm kanunların, kuralların ve tedbirlerin el-Halık, el-Mâlik ve'r Rezzak olan alemlerin Rabbini değil Washington, Londra, Delhi'deki efendilerini hoşnut etmek amaçlı olduğunu çok iyi bilmektedir. Şeyha Hasina, hesap günü cürümlerin hesabını vermek için Allahu [Subhânehu ve Te'alâ]'nın huzuruna Obama, Cameron ve Manmohan ile birlikte çıkacaktır.

Hizb-ut Tahrir, Müslümanları Şeyha Hasina'nın itimat ettiği "2011 Kadına Yönelik Ulusal Politikayı" reddetmeye çağırır. Zira bu politika, Avami Birlik Partisi üyesi olan ve geçenlerde üniversite kampüsünde 100 genç kıza tecavüz edilmesini kutlayan Casim Manikddin'in politikasıdır. Fuhşu, bir meslek olarak uygulayan yasa politikası olduğu gibi Hollywood fahişeler adına konserler düzenleyerek kadını ulusal stadyumlarda yarı çıplak sergileme politikasıdır.

Hizb-ut Tahrir, Müslümanları Şeyha Hasina gibi aldatan yalancı yöneticileri ve iktidar rejimini ortadan kaldırmaya çağırdığı gibi Hilafet Devleti altında Kur'an ve sünnet yönetimini ikame etmeye çağırıyor. Zira hem kadın hem de dinine ve ırkına bakmaksızın tüm insanlar için onurlu bir siyasî, iktisadî ve içtimaî yaşamın gerçekleşmesi Hilafet Devleti ile mümkün olduğu gibi Kur'an ve sünnetle çelişen kanunlar çıkarmaya ve uygulamaya cüret eden Hasina ve Halide gibi tüm aldatıcı, yalancı ve fasit yöneticilerin yargılanması ve en ağır cezaya çarptırılması Hilafet Devleti'nin kurulması ile mümkündür.

Devamını oku...

Hizb-ut Tahrir Pakistan Vilayeti'nden Gösteri ve Yürüyüşler

  • Kategori Pakistan
  •   |  

10 Nisan - Hizb-ut Tahrir Pakistan Vilâyeti 17 Nisan'da ülke çapında düzenleyeceği protestoları duyurmak ve daha çok kitlelere ulaşmak için kamusal alanlarda miting ve yürüyüşlerle duyuruda bulunmaya devam ediyor. Hizb-ut Tahrir'in, Karaçi, Lahor ve Ravalpindi'de düzenlediği yürüyüşlerde; Müslümanların belderinden Amerikan varlığını kökünden söküp atmak ve ümmetin başındaki hain yöneticileri devirmek ve raşidi Hilafet'i yeniden tesis etmek için Silahlı Kuvvetlerden nusret talebinde bulunuldu.

Devamını oku...

Reform Kararları, Suriye Rejiminin Ömrünü Uzatma Amaçlı Bir Aldatmacadır Talep Edilen Rejimin Derhal Gitmesidir

  • Kategori Suriye
  •   |  

Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad, birçok kişinin ölümü ve yaralanmasıyla sonuçlanan rejim karşıtı halk hareketlerinin başlamasından iki hafta sonra işlerin netleşmesi ve halka verilen reform vaatlerinin belirlenmesi beklentilerinin olduğu bir ortamda 30.03 çarşamba günü Halk Meclisi'nde (Kukla Meclisi'nde) bir konuşma yaptı. Beşar Esad, konuşmasının "istisnai bir anda" geldiğini söyledi... Kimileri ise fırsatları tepen umut kırıcı, içi boş ve reform vizyonundan yoksun bir konuşma olduğunu söyledi. Hatta Beşar Esad'ın kritik bir zamanda filozof kesildiği görüldü. Konuşmaya ve konuşmanın içeriğine girmeden önce daha önce meydanlarda yaşanan siyasî gelişmeleri arz etmek kaçınılmazdır. Çünkü bundan uzak bir şekilde konuşmayı anlamak imkansızdır.

-Öncelikle yöneticilere karşı düzenlenen halk protestolarının tüm bölgeyi sardığı, (Tunus ve Mısır gibi) bazı ülkelerde yöneticileri alaşağı etmeyi başardığı, (Libya ve Yemen gibi) bazı ülkelerde bunu başarma evresinde olduğu, bundan dolayı Suriye rejiminin son derece gergin bir atmosfer içerisinde yaşadığı, buna karşı koymaktan başka bir çaresinin olmadığının görüldüğü hatırlanmalıdır.

‑Suriye'deki halk protestoları, 15.03 günü başlamış ve 23.03 çarşamba günü kanlı ve trajik bir hal almıştır. Suriye rejimi, hiçbir kutsiyeti göz önünde bulundurulmaksızın Deraa'daki Ömer mescidinin basılması sonucunda onlarca kişinin hayatına mal olan bir katliam işlemiş ve masum kanlar sel olup akmıştır. Suriye rejimi de her zaman olduğu gibi Deraa'da katledilen kişilerin ailelerinin onurlarını hiç sayarak akıttığı bu kanları, mescidi kendilerine yuva edinen ajanların kanı olarak vasıflandırarak Deraa halkını ajan ve hain olarak nitelendirmiştir...

-Bu katliam ve protestoların yayılması korkusu üzerine Suriye rejimi, Beşar Esad'ın Danışmanı ve Deraa doğumlu olan Buseyna Şaban aracılığıyla siyasî ve hizmet alanında bir dizi reform kararlarının alındığını ilan ederek bir ses bombası patlattı. Bu açıklamanın bu denli hızla yapılması, 25.03 cuma gününün Suriye'de genel bir öfke gününe dönüşmesinden duyulan korku ve rejim karşıtı büyük öfkeyi dindirmekti. Açıklanan bu reformun bentleri şu şekildedir: Deraa'da yaşanan olayların aslını ve içeriğini öğrenmek için bir komisyon oluşturulması, faillerin ve ihmali olanların sorgulanması, devlet işçilerinin maaşlarının hemen arttırılması, sağlık güvenceleri için gerekli olan finansmanın sağlanması, yolsuzlukla mücadele için yeni ve etkin mekanizmaların geliştirilmesi, olağanüstü hal uygulamasının sona erdirilmesinin derhal ele alınması, siyasî partilere dönük bir yasa tasarısının hazırlanması, yeni bir medya yasası çıkarılması, yargı otoritesinin güçlendirilmesi ve gelişigüzel tutuklamaların engellenmesi.

Buseyna Şaban, dış destekli karanlık ellerin olduğunu ve bu kişilere karşı koymada halk ile rejimin birlik içerisinde olduğunu söyledi... İleride açıklanacak başka reform paketlerinin de olacağı sözünü verdi.

-Suriye'nin birçok bölgesinde 25.03 cuma günü büyük gösteriler düzenlenmiş ve Suriye rejimi, özellikle Samaneyn şehri olmak üzere diğer bölgelerde (Hama'da takip ettiği) katliam yöntemini takip etmiştir.

-Yine Deraa doğumlu olan Devlet Başkanı Yardımcısı Faruk el-Şara, insanların karşısına çıkarak başkanın, vaatlerde bulunacağı bir konuşma yapacağını ve beklemeleri gerektiğini açıklamıştır.

-Suriye rejimi, herkesin geniş bir popülariteye sahip olduğunu sanması için 29.03 salı günü en büyüğü Şam'da olmak üzere birçok bölgede büyük gösteriler tezgahlamıştır. Bilindiği üzere bu tür gösteriler, okulları, daireleri, kurumları, kuruluşları, sendikaları, orduyu ve sivil güvenlik birimlerini kapsayacağından mazeret sahibi bir kimse bile suçlanma korkusuyla bu gösterilerden geri kalamaz. Rejimin tezgahladığı bu gösteriler, yapılması kararlaştırılan devlet başkanının konuşmasından önce kendi pozisyonunu desteklemeye dönük gösterilerdi.

İşte Esad, böyle bir atmosfer içerisinde 30.03 günkü konuşmasını yukarıda geçtiği üzere Şaban ve el-Şara'nın işlerin netleşeceği, halkın taleplerinin karşılanacağı, en ufak ayrıntıların üzerinde titizlikle durulacağı vaatlerinde bulunduğu, iç ve dış kamuoyunun... özellikle de şehit ailelerinin beklediği bir ortamda yaptı. Ancak konuşma, herkesin beklentilerinin tam aksine ümit kırcı bir felaket oldu. Hatta konuşması, bu gibi şartlarda (çoğunlukta olsa bile) reform talep eden bir kimsenin dışarıda tezgahlanan ve içeride birtakım bağlantıları olan bir komplo içerisinde olduğu, (kendince) küçük bir azınlık olan bu kişilere karşı koyulması ve engellenmesi gerektiği şeklinde Suriye halkını suçlayan ve tehdit eden bir içerik taşımaktaydı. Esad konuşmasında, "Reformların sadece bölgeyi saran dalganın bir yansıması olması halinde içerikleri bir yana bir yıkım olacağını" ifade etti. Böylece reform taleplerini bir kaos, bunun için ayaklanmayı ise birbirine karıştırılan yeni bir moda ve fitne olarak değerlendirdi. Sonra meydan okuyarak şöyle dedi: "Karşı koymamız gerekirse başımız gözümüz üstüne!" Böylece halkına karşı koymaya ve taleplerine boyun eğmemeye kararlı olduğunu gösterircesine şehitlerin kanları üzerinde dans etti. Sonra kendisinin reform yanlısı olup yönetimi teslim almasından bu yana bunu ortaya attığını ama normal şartların ve dış komploların hayata geçirmeyi ertelemek zorunda bıraktığını iddia etti. Ardından cevap verilmesi gerek asıl sorunun "Nasıl bir reform istiyoruz?" sorusu olduğunu ifade etti. Esad'a göre ise reform, Firavun'un yolu üzere olduğu sürece ancak kendisinin uygun gördüğü şekilde olur.

مَا أُرِيكُمْ إِلا مَا أَرَى وَمَا أَهْدِيكُمْ إِلا سَبِيلَ الرَّشَادِ "Ben size kendi görüşümü söylüyorum ve yine size ancak doğru yolu gösteriyorum." [Mümin 29]

Nasıl bir reform istediğine bir bakalım:

Konuşmasında istenilen reformun henüz eksik bir vizyon olduğunu, 2011 yılında her şeyin yeni kanlardan ibaret olacağını ve bu kanlarla yeni bir döneme geçeceklerini belirtti. Esad'ın bu ifadesinde insanlara bıkkınlık veren simaları değiştireceği ve bir çalışma vizyonu ortaya koymadan başka yandaş simaları getireceği ortaya çıkmaktadır. Sanki başka simaların getirilmesi ve eski bozuk kanların yeni bozuk kanlarla değiştirilmesi bir çözümmüş gibi!

-Esad'ın konuşmasının ertesi günü danışmanı Buseyna Şaban'ın 24.03 günü açıkladığı reform adımlarına ilişkin bir dizi başkanlık direktifleri yayıldı ve bu da aşağıdaki şekildeydi:

-Bölgesel liderlikler, vatanın güvenliğini ve onurunu korumayı ve terörle mücadeleyi içeren bir yasanın ele alınması ve tamamlanması amacıyla ileri gelen hukukçulardan oluşan bir komisyon oluşturdu. Bu ise komisyonun çalışmasını 25.04.2011 tarihinden önce bitirmesi şartıyla olağanüstü halin kaldırılmasının ön aşmasını oluşturacaktı. Bu direktifte açıkça görüldüğü üzere Esad, olağanüstü hal kanununu terörle mücadele kanunu ile değiştirmek istemektedir. Bu ifadede devlet başkanının, lafızlardan başka bir şeyde değişimin olmayacağı üzerinde ısrarı vardır. Böylece Esad, daha önce olağanüstü hal kanunu yoluyla yaptığı gibi... insanları terörle mücadele kanunu yoluyla tutmayı, tutuklamayı, insanları tek tek saymayı, istihbarat birimlerini yaymayı ve hakları yemeyi istemektedir.

-Vatanın birliğini güçlendirmek amacıyla onuncu bölgesel konferansın, büyük çoğunluğunu Kürtlerin oluşturduğu Haseke şehrinde 1962 yılında yapılan genel nüfus sayımı sorununun çözümüne ilişkin tavsiyesini uygulamayı ele alması için bir komisyon oluşturuldu ve çalışmasını tamamlaması için komisyona 15.04.2011 tarihine kadar süre verildi.

Bu rejim, bu insanlara zulmetti ve istihbarat birimleri ellerini hala insanların yakasından çekmedi. Bu insanların meselelerine haklarda, şeri vecibelerde ve İslam kardeşliğinde diğer insanlarda olduğu gibi Müslüman bir halkın meselesi gözüyle bakmak yerine ayrılıkçı niyeti taşıyan ve düşmanlarla bağlantı kuran komplocu bir bakışla bakmaktadır. Şimdi de kalkmış hem onların meselelerini çözmek istediğini -ki baskılar olmasaydı bunu yapmazdı- göstermekte hem de baskılara boyun eğmeyeceğini ve baskıyla reform olmayacağını söylemektedir. Yani rejim, bu direktifleri yayınlayarak talepleri ve kendisine öfkeyle dolu insanları geçiştirmek istemektedir.

-Deraa ve Lazkiye şehirlerinde bazı sivil ve askerî tutukluların hayatına mal olan tüm davalarda hızlı bir soruşturma yapması için özel bir adlî komisyon oluşturuldu.

Bu adlî komisyon, devlet başkanı ve devlet yanlısı hakimler tarafından seçilmiş olup bu komisyonun vereceği hükümler Suriye'de bu tür hakimlerin alışık olduğu üzere önceden hazırlanan hükümlerdir.

Bu rejim, her geçen gün hem Allah hem de halkıyla hiçbir ilgisinin olmadığını göstermektedir. Hatta halkının tepesine çıkmakta, kendisini şüphelerin ve muhasebenin üzerinde görmektedir. Bizler deriz ki Suriye'deki rejim reforma değil değişime muhtaçtır.

Eğer Suriye rejimi, reform istediğini iddia ediyorsa ona deriz ki: Olmayan bir şey verilmez, fasit bir kimse reform yapamaz, Suriye'de fesadın başı rejimin başıdır, sonra ona en yakın olanlardır ve bunun aksi düşünülemez. Yine ona deriz ki: Talep edilen kararların derhal uygulanması değil rejimin derhal gitmesidir ve rejimin yapabileceği geriye kalan tek doğru şey çekip gitmesi ve insanların trajedilerine son verilmesidir. Aksi takdirde kendisini kapkaranlık bir gelecek beklemekte, tarih onu lanetleyecek hatta lanetlemeye başladı bile. Suriye halkı, rejimin gitmesinde karar kılmış ve bu uğurda ödeyeceği her türlü bedelin rejimle birlikte reformlarda hiç gündeme gelmeyen insanların en çok sıkıntısını çektiği belaların başı olan istihbarat birimlerinin kalması halinde ödeyeceği bedelden az olacağını düşünmektedir.

Ey Suriye'deki Müslümanlar ve Subaylar!

Suriye'deki halkımıza deriz ki: Rejime ve zebanilerine karşı uzun bir zamandır sessiz kaldınız ve o da size olan baskısını arttırdı. Rejime karşı sessiz kalmanız, sizleri dünyada büyük bir zillete ve ahirette Allah'ın öfkesine maruz bıraktı. O halde bunu, Allahu [Subhânehu ve Te'alâ]'yı razı edecek ve dinini yüceltecek bir değişim ile telafi edin. Subaylara da deriz ki: Boyunlarınızda Müslümanların kanlarının olduğu bir halde Rabbinizle buluşmaktan sakının! Başkalarının dünyası için ahiretinizi harap etmekten sakının! Bilakis hem kendinizin hem Rabbinizin hem de dininizin hakkı için yönetimi bu mücrim çetenin elinden alın ve Allah'ın yönetimi olan Nübüvvet Minhacı Üzere Raşidi Hilafeti yeryüzünde kurarak işleri en güzel şekilde düzeltmeye çalışın. Yolun doğrusu Allah'a aittir ve ham alemlerin Rabbi Allah içindir.

Devamını oku...

- Basın Açıklaması - Mevcut Yönetim Sistemi ve Başındakiler, Halkı Kurtarmada Başarısız Oldular Ümmetin Gerçek Kurtuluşunu Gerçekleştirecek Olan Sadece Hilafettir

Hizb-ut Tahrir şebabı, Dakka, Chittagong ve Syhlet farklı mescitlerde cuma salahından sonra genel bir hitapta bulunarak mevcut yönetim sisteminin ve başındakilerin, halkı kurtarmada başarısız olduklarını vurguladılar. Konuşmacılar, Müslümanları ümmeti kurtaracak olan Hilafet Devleti'ni kurmak için çalışamaya çağırarak bu yılın Bangladeş'in kuruluşunun 40. yılı olduğunu ancak ülkenin fakir olarak kalmaya devam ettiğini ifade ettiler. Zira hala halkın %40'ı fakirlik sınırının altında yaşamakta, ülke servetinin %90'dan fazlasını nüfusun %10'dan daha az bir kesim elinde tutmakta, yüz binlerce işsiz öğretmenin bulunmakta, ailelerinin geçimi için tutuklu kamplarına benzeyen konfeksiyon atölyelerinde çalışmak zorunda kalan milyonlarca kadın bulunmakta, başkent Dakka'da sürekli elektrik kesilecek derecede hala ekonomi geriye gitmekte ve herhangi güçlü bir sanayileşme temelinden yoksun durumdadır! Bu ise ülkedeki mevcut devletin sadece küçük bir resmidir.

Ayrıca konuşmacılar, halkı mevcut yönetimi ve 40 yıl boyunca ülkeyi yöneten Avami Birlik Partisi yöneticilerini alaşağı etmeye teşvik ettiler. Zira bu kafir laik sistem, bir beşer ürünüdür ve halkın yaşadığı mutsuzlukların ve çektiği sıkıntıların gerçek sebebidir. Avami Birlik Partisi, bu sistemi koruma bahanesiyle ülkenin servetlerini yağmalamayarak bir taraftan hayatı pahalılaştırmaktalar ve diğer taraftan ülkenin servetlerini ve maslahatlarını yabancı efendilerine satmaktalar ve insanları fakirliğin pençesine terk etmekteler. Bu yöneticiler, ancak Bin Ali, Mübarek ve Kaddafi gibi fasit yöneticilerle ve 40-50 yıl boyunca Arap ülkelerindeki Müslümanlara baskı yapan diğer tagut yöneticilerle kıyaslanabilir. Bangladeş'teki Avami Birlik Partisi yöneticileri de onlar gibidir. Zira 40 yıl boyunca hem Müslümanlara hem de Avami Birlik Partisi yöneticilerine ve mevcut sisteme karşı başkaldıran Müslümanlara zulmettiler.

Yegane kurtuluş yolu, Kur'an ve sünnet yönetimini kurmak, İslam ümmetini birleştirmek ve Müslümanlar arasındaki suni sınırları kaldırmaktır. Bu ise Hilafet Devleti'ni tekrar getirmediğimiz sürece asla gerçekleşmeyecektir. Zira bu ümmete dünyada ve ahirette hayrın ulaşması ve ümmetin Hilafetin olduğu tek bir devlet altında birleşmesi Kur'an ve sünnetin tatbik edilmesiyle gerçekleşecektir. Böylece işgücünü, kaynakları ve ümmetin ordularını tek doğrultuda birleştirecektir ki bu da onun dünyanın birinci süper devleti olarak konumuna geri dönmesini sağlayacaktır.

Konuşmacılar, Kur'an-il Kerim'den mevcut yönetim sistemi ve ajan fasit yöneticiler karşısında sessiz kaldıkları sürece ülke halkının mutsuz olmaya devam edeceğini açıklayan bazı ayetler okudular. Allahu [Subhânehu ve Te'alâ]'nın şu kavli gibi: وَمَنْ أَعْرَضَ عَنْ ذِكْرِي فَإِنَّ لَهُ مَعِيشَةً ضَنْكًا وَنَحْشُرُهُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ أَعْمَى "Her kim de Zikrimden yüz çevirirse, şüphesiz onun sıkıntılı bir hayatı olur ve Biz onu kıyamet günü de kör olarak haşrederiz." [Tâ-hâ 124]

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Yahudiler Karşısında Zelilleşen Filistin Otoritesi Güvenlik Birimleri, Ümmetin Şereflilerine Saldırıyor

Filistin Otoritesi Güvenlik Birimlerinin, Filistin Otoritesinin Yahudi varlığına ve Yahudiler lehine Filistin'in genelinden taviz veren tüm hıyanet anlaşmalarına boyun bükmesini reddeden Hizb-ut Tahrir şebabından ve Filistin halkından olan ümmetin şereflilerine yönelik azgın kampanyası çerçevesinde Önleyici Güvenlik Birimleri, Tulkerim şehrinde Hizb-ut Tahrir'li bir şab olan Şeyh Abdullah Hasan'ı 18.03.2011 cuma akşamı evinden kaçırdı ve hala tutuklu bulunmaktadır.

Filistin Otoritesi, uzun bir dönemdir Abbas'ın defalarca iddia ettiği üzere Filistin'in Filistinlilerin olduğu, dolayısıyla Yahudilerle anlaşmalar yapmaya hakları olduğu şeklinde İsra ve Miraç arzı hususunda Yahudiler lehine ifratı kökleştiren ve pekiştiren bir takım yanlış, çirkin, sapık ve sapkın fikirlerin propagandası için bazı hatipleri kullanmaya yeltenmektedir. Oysa Filistin Otoritesi ve FKÖ, bu mücrim anlaşmalar gereği Filistin'in genelinden Yahudiler lehine taviz vermiştir.

Filistin Otoritesi Vakıflar Bakanlığının talimatlarına göre vakıflar hatibi, Tulkerim'deki Mescd-i Hudâ'da 18.03.2011 cuma günü bir konuşma yaparak Filistin'in Filistinlilerin olduğunu ve Filistin bayrağının Allah katında kutsal bir bayrak olduğunu söyledi! Bu durum, bu mescidin imamı ve İslam daveti taşıyıcısı olması itibarıyla Şeyh Abdullah'ı, hatibin konuşmasının hatalı olduğunu, Filistin'in Müslümanların genelinin olduğunu, Filistin bayrağının Müslümanların beldelerini devletçiklere ve Batılı sömürgecilere bağlı mandalara bölen Sykes-Picot'un bir sonucu olduğunu, dolayısıyla bu bayrağın kutsal olmadığını, Müslümanların rayesinin Resul [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in şeri kıldığı ve taşıdığı (el-Ukab) rayesi olduğunu açıklamaya sevk etti. Bunun üzerine şeyh, aynı gün gece evinden kaçırıldı.

Eğer Filistin Otoritesinin ve Şeyh Abdullah'ın kaçırılması kararını veren güvenlik sorumlusunun zerre kadar hayası olsaydı geçen hafta defalarca Tulkerim'i mubah kılan işgal devriyelerine karşı "egemenliklerini" uygularlardı. Eğer Filistin Otoritesinin zerre kadar aklı olsaydı bölgeyi saran rüzgarın mahiyetini fark eder ve tüm meydanlarda Filistin halkına yönelik davranışlarıyla bu ülkelerde meydana gelen benzeri bir durumun başına geleceğini bilirdi.

Filistin Otoritesi ve despotik birimleri, baskı ve zulümlerinin Hizb-ut Tahrir şebabının azmini asla kıramayacağını bilmelidir. Çünkü bu şebab, İslam'ın emin bekçileri olacaklarına, hakkın yanında yer alacaklarına ve marufu emredip münkerden nehyedeceklerine dair Allah'a söz verdiler. Allah, İslam'ı ve Hilafet Devleti'ni galip kılıncaya kadar isabet eden hiçbir sıkıntı onlara zarar veremeyecek ve Allah'ın izniyle onlar hak üzere devam edecekler. إِنَّا لَنَنصُرُ رُسُلَنَا وَالَّذِينَ آمَنُوا فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَيَوْمَ يَقُومُ الأََشْهَادُ "Şüphesiz resullerimize ve iman edenlere, hem bu dünya hayatında, hem de şahitlerin (şahitlik için) kalkacakları günde nusret veririz." [Mumin/Ğâfir 51]

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Allah'ın Yolundan Sapmaktan Vazgeçmenizin Zamanı Gelmedi mi?!

Hartum'daki El-Kelakila el-Luffa Polis Merkezi, H. 23 Rabî-us Sâni 1432 el-muvafık M. 28 Mart 2011 pazartesi günü basiret üzere Allah'ın davetini taşıyan 29 yaşındaki Hizb-ut Tahrir üyesi Kardeş el-Fatih Abdullah İsmail'i tutukladı. Polis, yüzüne karşı şu iki madde altında 2570 sayılı tebligatı okudu: 50. Madde: Anayasal düzeni ihlal etmek ve cezası idamdır. 63. Madde: Şiddet veya kaba kuvvetle kamu otoritesine muhalefet etmeye çağırmak. Ardından yetkililer, 29 Mart 2011 salı günü tutukluluk halini 72 saat uzattılar!!

Bu sözde cürümün tek somut dayanağının Kardeş el-Fatih'in, El-Kelakila el-Luffa'daki Mescid-i Ömer İbn-ul Hattab'ta zulüm ve zulmün şeri hükümlerle kaldırılması keyfiyeti hakkında sadece sözlü şekilde konuşması olduğunu öğrenmemiz ironik ve şaşılacak bir durumdur!!

Bizler Hizb-ut Tahrir / Sudan Vilayeti olarak aşağıdaki hususları açıklarız:

Birincisi: Ümmetlerini basiret sahibi kılan ve İslam ideolojisiyle kültürlendiren davet taşıyan masum Hizb-ut Tahrir şebabını, polis merkezlerinde hapsetmekle cezalandırmak korkunç bir münker ve Allah yolundan sapmaktır: الَّذِينَ يَسْتَحِبُّونَ الْحَيَاةَ الدُّنْيَا عَلَى الآخِرَةِ وَيَصُدُّونَ عَنْ سَبِيلِ اللَّهِ وَيَبْغُونَهَا عِوَجًا أُولَئِكَ فِي ضَلالٍ بَعِيدٍ "Dünya hayatını ahirete tercih edenler, Allah yolundan saptıranlar ve onun eğriliğini isteyenler var ya, işte onlar uzak bir sapıklık içindedirler." [İbrâhim 3]

Bu tür bir amel, davet taşıyıcılarının güçlerini zayıflatamayacak ve azimlerini kıramayacaktır. Bilakis Allah'ın izniyle zamanı gelen Raşidi Hilafetin gölgesinde İslamî hayatı yeniden başlatmak için güçlerine güç katacaktır.

İkincisi: Bu amel, fikir özgürlüğünden bahseden 2005 beşerî anayasalarına bile muhalefet etmektedir. Keza (50.) maddesinde görüş veya sözle değil anayasal düzeni ihlal eden bir fiili işlemekten ve (63.) maddesinde şiddet veya kaba kuvvetle kamu otoritesine muhalefet etmeye çağırmaktan bahseden 1991 beşerî ceza hukuku yasasına da muhalefet etmektedir. Herkes bilmektedir ki Hizb-ut Tahrir, kurulduğundan beri maddî eylemde bulunmamıştır. Yani onlar, Hizb-ut Tahrir'in şebabına yönelik muameleleriyle kendi beşerî kanunlarına bile muhalefet etmekteler. Tüm bunlar, İslam'a ve taşınmasına yönelik bir kindir!

Üçüncüsü: Bizler biliyoruz ki bölgedeki tagutların devrilmesinin üzerine bu ülkedeki siyasî liderlik bir şaşkınlık içersindedir ve bu tür tebligatlar bunun göstergesidir. Bu liderlik bilmez mi ki Hizb-ut Tahrir, Allahu [Subhânehu ve Te'alâ]'nın vaadi ve Resul [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in müjdesi olan Raşidi Hilafeti kurarak İslamî hayatı yeniden başlatmak için çalışmasına devam edecektir. Ne tuzak kuranların tuzağı nede komplocuların saptırması ona zarar verecektir. İşte o zaman zulmedenler nasıl bir inkılap ile devrileceklerini göreceklerdir.


İbrâhîm Usmân [Ebu Halîl]
حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir

Resmî Sözcüsü
Sudan Vilâyeti

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER