Pazar, 05 Rebiu’l Evvel 1446 | 2024/09/08
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

-Basın Açıklaması- Pakistan Üzerinden NATO'ya Yakıt İkmali Götüren Tankerlerin Saldırıya Uğramasının Ardından İran, "1600" Yakıt Tankerinin Afganistan'a Geçişine İzin Verdi

Afganistan Devlet Başkanı Birinci Yardımcısı General Muhammed Fehim, dün Tahran'a bir ziyarette bulunarak başta "Ülkesinin Afgan hükümetini desteklediğini" yineleyen Mahmud Ahmedinejad olmak üzere üst düzey İranlı yetkililerle görüştü. Ayrıca İran Savunma Bakanı General Ahmed Vahidi ile de görüştü. Ahmed Vahidi, görüşme sırasında "Afgan ordusunu güçlendirmenin İran ordusunu güçlendirme mesabesinde olduğunu" açıklayarak "Ülkesinin Afgan ordusunun modernizasyonu için uzmanlarını ve yeteneklerini sunmaya hazır olduğunu " vurguladı. General Fehim ise "Bölgesel güvenliğin ve işbirliğinin tesisinde ve Afganistan'da güvenlik durumunun istikrarında İran'ın oynadığı rolün önemli ve mükemmel olduğuna" dikkat çekti, "iki ülke arasındaki askeri işbirliğin gerekliliğini" vurguladı ve Tahran'ın 1600 yakıt tankerinin Afganistan'a geçişine izin verdiğini açıkladı. Bu da Pakistan üzerinden NATO kuvvetlerine yakıt ikmali götüren tankerlerin sık sık saldırıya uğramasının ardından gerçekleşmiştir!

Bu ziyaret Amerika yönetiminin, siyasi, mali, ekonomik, güvenlik ve askeri olarak desteklenerek Karzai'nin ajan hükümetinin güçlendirilmesinde İran rejimine daha büyük resmi bir görev verilmesi yönündeki yeni eğiliminin bir uygulaması olarak gerçekleşmiştir. Zira General Fehim'in Tahran ziyareti, İran rejiminin Amerika'ya ve müttefiklerine geçen Ekim ayında Roma'da yapılan Afganistan'daki Uluslararası Temas Gurubu zirvesinde sunma sözü verdiği doğrudan askeri ve güvenlik işbirliği yapılması amacıyla gerçekleşmiştir. Bu zirvede "güvenlik sorumluğunun Afgan kuvvetlerine devredilmesi" ele alındı ve Obama yönetimi, Afgan kuvvetleri ile polisinin eğitilmesinde İran'ın oynayacağı role büyük bir önem vermişti. Çünkü bu kuvvetler, işgalciye vekaleten Afgan direnişi ile savaşma ve mevcut savaşı, bölgesel katılımla bir Afgan iç savaşına dönüştürme misyonunu üstlenecektir. Böylece Amerika, hem kuvvetlerinin kan kaybetmesini hem de peş peşe birbirlerine çekilme çağrısında bulunan müttefiklerinin desteğinin çöküşünü durdurmayı başarmış olacaktır. Ayrıca "onurlu şekilde geri çekilme" yoluyla başarısızlığını da örtbas ederek Afganistan'daki varlığını, aşağılayıcı bir yenilgi üzereyken iğrenç görünür bir işgalden "uzmanlar ve danışmanlar" yoluyla gizli bir işgale ve "seçilmiş demokratik hükümetin" imzaladığı "güvenlik anlaşmalarına" binaen mevcut askeri üstlere dönüştürmüş olacaktır! Bir taraftan da Amerikan Başkanı Obama, başkanlık seçimleri başlamadan önce Afganistan'dan "çekilme" ilanını başarmış olacaktır.

İran rejimi ile Karzai hükümeti arasındaki askeri işbirliği, asla -İslam'ın emrettiği gibi- kadını, çocuğu ve yaşlısıyla Müslümanların kanlarını akıtan Amerikan işgaline ve NATO'ya karşı olmayacaktır. Bilakis bu, işgalin diktiği ve işgale direnen Müslümanlara karşı kafilerin görüntüsü olan ajan hükümet ile yapılmış askeri bir işbirliğidir! İran rejimi bunu daha önce Irak'ta da yapmıştı.

Sömürgeci kafir, Müslümanların yöneticilerinden olan bu piyonları yoluyla ümmete sızmayı, beldelerini işgal etmeyi ve birliğini parçalamayı ne zamana kadar sürdürecek? Oysa yöneticilerin yapması gereken şey, Afganistan'ı işgal eden Amerika ve müttefiki NATO ile savaşmaları için Müslümanların ordularını harekete geçirmektir onların yaşam nedenlerini desteklemek değildir! إِنَّ فِي هَذَا لَبَلاَغًا لِقَوْمٍ عَابِدِينَ "Şüphesiz bunda, [Allah'a] kulluk edenler topluluğu için bir bildiri vardır." [el-Enbiyâ 106]


Devamını oku...

-Basın Açıklaması-

Sayın Saygıdeğer el-Ahram Gazetesi Editörü;

Üstaz Abdulmecit, el-Ahram gazetesinin 21.12.2010 tarihli 45305 sayılı baskısında yayınlanan "İslami Hareketler ve Hilafet Meselesi" başlıklı makalesinde "siyasi İslami hareketlerden" Hilafet meselesine ilişkin tutumlarını netleştirmelerini istemekte, Hilafet meselesinin bir devlet projesi ekseninde tartışmaya açılması için Hilafet nizamından vazgeçmelerini, tarihi bir kalıntı haline geldiğini ve programlarının müstakbel bir Hilafeti ihya etmeye daveti kapsamadığını ilan etmelerini şart koşmaktadır. İslam ümmetinin kerim Resul döneminden Osmanlı Hilafeti'ne kadar gölgesinde yaşadığı yönetim nizamının dini siyasetle mezcetmeye dayalı siyasi İslami bir nizam olduğunu kabul etmesine rağmen kendisi, din ile siyaseti birbirinden ayırmayı amaçlayan kıytırık girişimlerin başarısızlığından yakınmaktadır.

İslam için çalışan hareketleri siyasi İslam olarak tasnif ederken böylesi bir tasnifi nereden çıkardığını anlamış değiliz. Sanki ortada siyasi, ruhi, sporsal ve sosyal İslam diye bir şey var. Bunların dışında İslam'ı Müslümanların zihinlerinden silmek, Batılı sömürgecilerin İslam ümmetini, tek beldenin ve milletin evlatlarını onların aralarına ektiği iğrenç vatancılık bayrakları altında birbirleri ile savaşan düşmanlar yapan kendi haritalarına göre param parça bir ümmet haline getirmeyi hedefleyen projesinin propagandasını yapmak için büyük çabalar harcayan oryantalistlerin ve sömürgeci devletlerin çağrılarını çağrıştıran ayrımlarda bulunsa da bunların hiçbir bilimsel veya nesnel dayanağı yoktur.

Dr. Abdulmecit, ortaya attığı bu şey ile hasmının bağımsız düşünme hakkını elinden alarak sivil devletin karakterize olması gereken rasyonalizme karşı çıktığının farkında mı? Kendisini, İslam'ı Batının İslam ümmeti üzerindeki hegemonyasına boyun eğmeye rıza gösteren itaatkar ve uysal bir din olmaya adapte etmeyi hedefleyen Batılı sömürgecilerin projesinin sözcülüğünü yapmaya adadığının farkında mı? Nitekim sevgili dostum doktor, makalesinde buna birçok kez işaret etmiştir.

[لا إله إلا الله محمد رسول الله] akidesine dayanan İslam'da bu dînidir şu siyasidir ayırımı yapmak diye bir şey yoktur. Zira bir Müslüman, tüm amellerini ve işlerini beşeri nizamlara ve şeriatlara göre değil kıyamet günü hesaba çekileceği şer hükümlere göre yürütmekle mamurdur. Nitekim ayet-il kerime şöyle demektedir: قُلْ إِنَّ صَلاَتِي وَنُسُكِي وَمَحْيَايَ وَمَمَاتِي لِلّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ "De ki: Şüphesiz benim salahım, ibadetim, hayatım ve ölümüm alemlerin Rabbi Allah içindir." [el-Enam 162]

Allahu Subhânehu, kainatı, insanı ve hayatı yarattı ve insan için onu dünyada ve ahirette dosdoğru yola eriştirecek bir şeriat koydu.

Beşeri şeriatlara muhakeme olup maslahata, arzu ve isteğe binaen helali haram ve haramı helal kılmak Allahu [Subhânehu ve Te'alâ]'ya şirk koşmanın bizzat kendisidir.

Geçmişte Dr. Abdulmecit sivil devleti, vatandaşlık, dinlerin ve mezheplerin çeşitliliği ve hukukun üstünlüğü şeklinde tanımlamıştı. Hukukun üstünlüğü hususunda bir ihtilaf yok ama ihtilaf hangi hukukun olduğundadır? Yani insanın hayatını tanzim etmesi ve amellerini yürütmesi bakımından kanun yapan kanun koyucu kimdir? İslam, yasama hakkını başkasına değil sadece yaratıcıya hasretmiştir. Beşeri nizamlar ise ferdin ve toplumun ekonomi, yönetim ve hayatın diğer alanlarıyla ilgili işlerini yürütmesi için insanı veya belli bir zümreyi, anayasa mahkemesi denilen organa dayanan yasama meclisi adı altında yasama, anlaşmazlıkları çözme ve çözümleri belirleme konumuna koymaktadır.

Dr. Abdulmecit, yöneten ile yönetilen, avam ile elit hatta Müslüman ile gayrimüslim arasında İslam hukukunun ayrım yapmadığı noktasında uzman bir kimsedir. Zira herkes hukukun çatısı altındadır ve her kim olursa olsun Allah'ın hadlerini aşan bir kimse cezaya çarptırılır. Vahyin Allah'ın kulu ve resulüne indirdiği nasslar yoluyla konulan İslam hukuku, yalan ve iftira ile halk ve halkın maslahatı için yönettiğini iddia eden -ki halk bundan uzaktır- hakim zümrenin çıkarlarına hizmet eden beşeri yasamaların vakıasında olduğu gibi falan filan insanın maslahatı için değildir. Nitekim Batılı sistemler, hükümetleri getiren ve götürenlerin bizzat para ve sermaye sahiplerinin olduğu, yöneticinin yürütme ve partisinin yasama organındaki rollerinin bu çıkar sahiplerine hizmet etmek olduğu aksi takdirde koltuklarından oldukları hakikatini tüm çıplaklıyla ortaya koymaktadır. "Kızılderili halkını imha etmesi bakımından" on dokuzuncu ve yirminci yüzyılda eski ve yeni dünyada ekini ve nesli helak eden savaşlar üretmesi bakımından Batılı demokrasinin ve sivil laik devletin nimetlerini serdetmeye gerek bile duymuyoruz! Bunlar, Begin, Şaron ve Netanyahu gibilerini yetiştiren "İsrail" demokrasisinin nimetlerine kadar dayanmış ve Guantanamo, Ebu Garip ve Bagram'la da kalmamıştır...!

Abdulmunim Saîd, geçen haftaki Dubai Medya Fuarı'nda doktorla bir görüşmede bulunmamı sağladı ve konuşmamız şu eksende oldu: Medya, Batının borazanlığını yapan bir araç değil zilletten kurtulması ve Batılı projenin kendisine vurduğu prangaları kırması için ümmeti gayrete getirmenin şeffaf ve objektif bir aracı olmalıdır. Herkes bilmektedir ki Hizb-ut Tahrir, kurulduğu geçen asrın ellilerinin başlarından beri sadece fikrî ve siyasi söyleme dayanmıştır. Hizb, ümmeti sömürgeci Batının projesinin etkisinden kurtararak onu tekrar milletler arasındaki konumuna oturtmak ve dünyadaki boyun eğdirilmiş halkların hidayet kandili ve feneri haline getirmek için onun elinden tutmanın yolunun bunda olduğu görüşündedir. Kendisine davet ettiğimiz kurtuluş işte budur. Yani insanlığın, insanlığı uçuruma sürükleyen yıkıcı politikalarında ruhi veya insani veya ahlaki kıymetlerin manasını bilmeyen fertlerin arzu ve isteklerinden kurtulmasıdır. Şayet laik sivil devletten fikir ve görüş özgürlüğünü güvence altına alacağı beklentisi içerisinde olanlar varsa meselelerin gerçeğini ortaya koymayı amaçlayan dayatmacı politikalardan ve önkoşullardan uzak objektif bir tartışmaya buyursunlar. Hadi yapabiliyorlarsa gelsinler?


Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Obama'nın Emri İle Hartum'da Zirve

Mısır Devlet Başkanı Hüsnü Mübarek ile Libya Devlet Başkanı Muammer Kaddafi, Devlet Başkanı El-Beşir ve Birinci Yardımcısı Salvakiir ile bir zirve toplantısı yapmak için Hartum'a geldiler. Bu ziyaret ve zirve, 09 Ocakta yapılması kararlaştırılan referandumu zamanında yapması ve sonuç her ne olursa olsun tanıması için Sudan'a baskı yapmaları amacıyla Arap ve Afrika devletleri liderlerine mektup gönderen Amerikan Başkanı Obama'nın direkt emri ile gerçekleşti. Obama'nın Sudan'a baskı yapmaları için kendilerine mektup gönderdiği liderler arasında iki Devlet Başkanı Mübarek ve Kaddafi de vardı. Nitekim Beyaz Saray tarafından yapılan açıklamada şöyle geçmiştir: "Başkan Obama Sudan'ın, dış politikalarının önceliklerinden biri olduğunu, Sudan halkının barışı, güvenliği ve refahı için ileriye dönük vizyona sahip olduklarını açıkladı."

Bu zirve, Sudan'ı parçalamak, bölmek, bu ülkede baş aktörün Amerika olduğunu ve komplocu politikalarını uygulayanların bölgedeki ajanları olduğunu vurgulamak için Sudan'a yönelik komplo silsilesinin bir halkası olarak yapılmıştır.

Mesela Amerika'nın Arap ve Afrika bölgesindeki politikalarının baş uygulayıcısı sayılan Mübarekli Mısır'ın Sudan'a ve halkına asla bir hayrı dokunmaz. Zira onlar, Amerika'nın Sudan'dan istediklerini harfiyen uygulamaktadırlar. Dahası Güney halkına yardım yapmaktalar ve Sudan'ın birliği pahasına onlarla bağlantı köprüleri kurmaya çalışmaktalar. Zira bugün Mübarek'in gelmesi, Obama'nın ifade ettiği üzere kendisinden talep edilen şeyleri yerine getirmek içindir ki o, referandumu zamanında yapması ve sonucunu kabul etmesi için El-Beşir'e baskı yapmaktır.

Libyalı Kaddafi'ye gelince; kurulduğu günden beri isyancı hareketi destekledikleri ve Sudan'ı parçalamak için sıkı şekilde çalıştıkları gözlemci bir kimsenin gözünden kaçmaz. İşte bugün de Kaddafi, Amerika'nın Sudan'ı parçalamaya dönük günahkar planına destek vermek için gelmiştir.

Sudan'ı parçalamanın bir Amerikan-Batı planı olduğu ve bunu uygulama araçlarının yerli ve bölgesel olduğu açık bir hakikattir.

Oysa Mısır ve Libya yöneticilerine yaraşan şey, küfrün başı Amerika'ya boyun bükerek Sudan'ı parçalama cürümü sürecini tamamlaması için hükümete baskı yapmak yerine şeri bir vecibe olan Sudan'ın birliğini korumak için bir araya gelmeleridir.

Bizler Hizb-ut Tahrir / Sudan Vilayeti olarak ülkemizin birliğine karşı komplo kuran ve kendilerine verilen mühletin Müslümanların Halifesinin mücrimlerden intikam alacağı sabaha kadar olan herkesten Allahu [Subhânehu ve Te'alâ]'ya sığınırız.

وَسَيَعْلَمُ الَّذِينَ ظَلَمُوا أَيَّ مُنْقَلَبٍ يَنْقَلِبُونَ "Zulmedenler, nasıl bir yıkılış ile yıkıldıklarını çok yakında bileceklerdir." [eş-Şu'arâ 227]

İbrâhîm Usmân [Ebu Halîl]
حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir

Resmî Sözcüsü
Sudan Vilâyeti

Devamını oku...

- Basın Açıklaması - Hizb-ut Tahrir / Lübnan Vilayeti İdari Heyeti Başkanı, Eski Başbakan Ömer Kerami'yi Ziyaret Etti

Hizb-ut Tahrir / Lübnan Vilayeti İdari Heyeti Başkanı Dr. Muhammed Cabir, Merkezi Temas Lecnesi Üyesi Mühendis Salih Selâm eşliğinde eski başbakan Ömer Kerami'yi ziyaret etti.

Görüşmeye katılanlar, Lübnan'da siyasi sahnede yaşanan son gelişmeleri özellikle de Müslümanların yanı sıra Müslümanlar ile başkaları arasındaki provokatif fırkacı hitapsal atmosferleri ele aldılar. Lübnan ve bölgede fitnenin uyarıcısı olan bu hitabın devam ettirilmesinden sakınılması ve baş göstermeden bu fitne engellenmesinin gerekliliği üzerinde mutabık kaldılar.

Bazı fırkacı akımların zihinlerinde ve bu akımlara kucak açan bazı Avrupa devletlerinin stratejilerinde dolaşan ve Filistin'i gasp eden Yahudi devletinin bu akımları teşvik ettiği fırkacı kanton vesveselerinden sakınılması üzerinde de mutabık kaldılar. Lübnan'daki bu eğilim, bugün Güneyi ayırarak Sudan'da işlenen cürüm gibi bölgeyi fırkacılık, milliyetçilik ve ırkçılık temelinde parçalama planları kapsamında ortaya çıkmıştır.

Heyet Ömer Kerami'ye, hizbin fitneyi önlemek için harcadığı çabalar hususunda devleti bilgilendirdiğini ifade ederek son pişmanlığın fayda etmeyeceği olayların bizleri bitirmeden önce bu hususta kendisinin de çaba göstermesi temennisinde bulundu.

Heyet devlete, Uluslararası Ceza Mahkemesi konusunda Lübnan'da çekişen tarafların başından sonuna kadar mahkeme üzerinde muvafakat ederlerken hizbin bu husustaki -şeri hükme bağlandığı veya şu yada bu saffın yanında yer almadığı- ideolojik tutumunun devletlerarası herhangi bir kuruma muhakeme olmaya karşı çıkmak olduğunu açıkladığını ifade etti. Çünkü bu kurumlar, sömürgeci devletlerin politikalarını zayıf devletlere dayatmanın birer aracıdır. Bu devletlerin başında ise Lübnan'ın da dahil olduğu İslam dünyasındaki devletler gelmektedir.

Devamını oku...

Hizb-ut Tahrir / İskandinavya'dan İsveç Medya Organlarına Sadık Bir Nasihat

Son günlerde bazı İsveç medya organları, bir takım mesnetsiz spekülasyonlara ve iddialara dayanarak Stockholm'deki patlamaları Hizb-ut Tahrir ile ilişkilendirmeye çalıştı. Buna binaen aşağıdaki hususları açıklarız:

 

- Hizb-ut Tahrir, İslam dünyasında İslami Hilafet Devleti'ni geri getirmeye çalışan siyasi bir hizbtir. Zira insanlar, mevcut diktatör rejimlerin ortadan kalkması, kanaatleri ve değerleri ile örtüşen İslam'ın adil sistemlerinin kurulması özlemi içerisindedir. Batıda ise hizb, Müslümanların kimliklerini korumayı hedeflediği gibi bazı medya organları ile politikacıların iftira ve yalan kampanyaları yoluyla yaymaya çalıştığı İslam hakkındaki önyargıları ortadan kaldırmaya da çalışmaktadır. Batıda hizb, ilgili kimselerle tartışmalar yapmak, ekonomik, siyasi ve büyük toplumsal sorunlara yol açan kapitalizm sisteminin bir alternatifi olması itibarıyla İslam'ı açıklamak yoluyla İslami sistemlere davet etmektedir.

- Kuruluşu yarım asrı geçen Hizb-ut Tahrir, İslam dünyasında ve dışında bilinmekte olup hedefine ulaşma metodunda sadece siyasi ve fikrî çalışmalarla sınırlı kalır. Gerek üyelerinin İslam dünyasında maruz kaldığı baskılara gerekse İslam dünyası ve dışındaki kendisine yönelik suçlama girişimlerine rağmen gayesine ulaşmak için maddi ve askeri eylemlerde bulunmamıştır. Nitekim hizbin hedeflerini gerçekleştirmek için barışçıl olmayan hiçbir araç kullanmadığını teyit eden birçok ciddi rapor ve araştırma vardır. Bunlardan biri, "Hizb-ut Tahrir'in hedeflerinde, eylemlerinde ve faaliyetlerinde yasal olmayan bir şey olmadığı" sonucuna varan Danimarka Başsavcısının 2004-2008 yılları arasında sunduğu araştırmadır. Bu, provokasyon amaçlı ciddiyetten yoksun bir takım makalelerle gizlenmesi imkansız bir hakikattir.

- Hizb-ut Tahrir'in sivillerin öldürülmesine ilişkin tutumu açıktır. Zira İslam'a göre nerede olurlarsa olsunlar hatta askeri çatışmalarda bile olsa masumların öldürülmesi caiz değildir. Zira İslam, siviller ile askerlerin arasını açıkça ayırır. Doğrusu haberi derin bir kaygıyla karşılamakla birlikte İslam'ın ve İsveç'teki Müslümanların görüntüsünü çarpıtarak özel siyasi ajandalarını güçlendirmek için bu patlamanın bazı güçler tarafından istismar edilmesi endişesine kapıldık.

- İsveç, diğer İskandinavya ve Avrupa ülkelerinde olduğu gibi yabancılara karşı ırkçılık ve ayrımcılıkla tanınan bir ülke değildir. Bundan dolayı İsveç toplumu, diğer Avrupa ülkelerinin çektiği aynı gerilimlerin sıkıntılarını çekmemektedir. Şayet İsveç, bu durumu korumak istiyorsa kutuplaştırmaya çalışan demagojik sesleri frenlemeli ve nefreti körüklemesini engellemelidir. Zira geçmişte ve şu anda yaşananlar, yabancı düşmanı fikirlerin Avrupa'ya nasıl kök salmaya muktedir olduğunu bilmemiz için yeterlidir. En iyi durumlarda nefrete, ayrımcılığa, şiddete hatta tehcire ve savaş suçlarına yol açabilir. Bu bağlamda Malmö keskin nişancısını bir erken uyarı olarak görmek mümkündür. Bundan dolayı bu tür gelişmeleri engellemenin sorumluluğu tüm taraflara aittir. Binaenaleyh İsveç vatandaşlarından ve medya mensuplarından akil kimseleri, İslam'ı çarpıtma ve Müslümanları aşağılama hususunda civar ülkeleri taklit etmemeye teşvik ediyoruz. Çünkü bu, toplumda tehlikeli kutuplaşmalardan başka bir şeye yol açmaz.

- Son olarak provokasyon peşinde koşan gazetecilere ve medya organlarına seslenir ve deriz ki: Batı karşıtı kör ırkçılığı cezbeden ve bazı gençleri "taşkınlığa sürükleyen" o kişilere ışık tutmak istiyorsanız böyle bir şeyi Hizb-ut Tahrir gibi siyasi bir hizbte asla bulamayacaksınız. Fakat size bu tür nefretlerin arkasında yatan bazı faktörlerden oluşan küçük bir liste sunabiliriz:

 

1. Müslümanların topraklarının işgal edilmesi, masum insanların yerinden yurdundan edilmesi ve bu beldelerde "demokrasiyi yayma" adı altında sivillere yönelik vahşiyane işkencelerin ve toplu katliamların yapılması. Bu da pratik olarak Afganistan ve Irak'ta olduğu gibi mücrim savaş liderlerinden ve fasit siyasilerden oluşan ajan sistemler yoluyla Batının nüfuzunu yerleştirmek demektir.

2- Batılı hükümetler ve medya organları tarafından desteklenen Filistin'deki Yahudi işgalinin işlediği masumlara yönelik tekerrür eden saldırılar ve katliamlar.

3- Batılı hükümetlerin İslam dünyasındaki halklara baskı ve zulüm yapan birçok diktatör rejimlere verdiği destek.

4- Müslümanların beldelerindeki doğal servetleri Batılı şirketlerin lehine yağmalamak, bu beldelerdeki halkları yoksulluk ve yoksunluk altında çürümeye terk etmek için Batının bu beldelerdeki hükümetlerin işleriyle oynaması.

5- Müslümanları Batılı yaşam tarzıyla eritmeyi amaçlayan ve değerleri ile İslam kimliklerini koruma haklarını yok sayan Batılı hükümetlerin uyguladığı entegrasyon politikaları.

6- Müslümanlara hakaret etmeye ve mukaddesatlarına saldırmaya tahrik etmek ve ifade özgürlüğü altında buna meşruiyet kazandırmak.

 

Toplumun geneline yansıyan vahim sonuçlara yol açsa da inandırıcılıktan yoksun makaleler yoluyla meşhur olmak için İslam düşmanlığı dalgasına kapılan birçok ilgisiz gazetecilerin olduğunu bilmemize rağmen ciddiyet ve sorumluluk bilincine sahip gazetecileri, İslam dünyası ile Batı arasındaki uçurumları kaldırmak istiyorlarsa bu noktaları derinlemesine incelemeye ve basında ön plana çıkarmaya teşvik ediyoruz.

Şadi Farica
حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir

Medya Temsilcisi
İskandinavya


E-mail: Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.

Devamını oku...

- Basın Açıklaması - Wikileaks Sızıntıları, İngiltere, Amerika ve Hindistan'ın Bu Ülkeye ve Ordusuna Karşı Komplolarını İfşa Etmektedir

Wikileaks tarafından sızdırılan ve yayınlanan mailler, Bangladeş'teki siyasi sahneyi yeniden şekillendirmek amacıyla "01/11" hükümetini bitirmek için Amerika Birleşik Devletleri, İngiltere ve Hindistan arasında bir anlaşmanın yapıldığını ortaya çıkardı. Bu sızıntılar, Hindistan Dışişleri Bakanlığı Genel Sekreteri Mohan Kumar, Delhi'deki Amerikan Büyükelçiliği Siyasi Danışmanı Ted Aussies ve Delhi'deki İngiliz Yüksek Komiseri Siyasi Danışmanı Alex Hell arasında yapılan toplantıdaki görüşmeleri de ortaya çıkardı. Zira mailler, Alex Hell'in şu sözünü aktardı: "Komplodan haberdar olmamaları için gerekli her türlü koordinasyon Bangladeş'teki insanlardan gizli tutulacaktır!" Sızıntılara göre bu üç kişi ülkelerinin, geçici hükümetin feshedilmesi, seçimlerin yapılması için baskı uygulanması ve ordunun siyasetten uzak tutulmasına dönük "genel hatlar" üzerinde muvafakat ettiğini ifade ettiler. Mohan Kumar, Bangladeş'in ekonomisini Hint ticaretine açması için ona baskı yapılması amacıyla Amerika Birleşik Devletleri ve İngiltere ile işbirliği yapmaya çalıştı. Bu, ülkeye karşı olan komploları hakkında açık bir ifşaattır.

Sızıntılar, Askeri İstihbarat Örgütünü [DGFI] cihat hareketine destek vermekle suçladı. Bunu, Amerika tarafından dünyanın dört bir tarafındaki gerçek terörist İslam'dır şeklinde İslam karşıtı yürütülen benzeri propagandalarla mukayese etmek mümkündür. Artık Amerika'nın yerli laik vekillerinin, Müslümanların ordusuna karşı daha çok habis tuzak kurmak amacıyla bilgilerin bu kısmını kullanmaya koşuşacaklarını göreceğimizde şüphe yoktur. Diğer sızıntılara gelince; Amerika Birleşik Devletleri'nin, Bangladeşlileri Birleşmiş Milletler misyonları altında geniş çaplı şekilde izlemek için kurduğu planları ifşa etmektedir. Bu da ülkenin ordusuna atılmış bir tokat sayılır. Amerika, bir yönden ordumuzu barışı korumak adına Birleşmiş Milletler kılıfı altında şerir askeri maksatlar için kullanırken diğer yönden ona karşı komplo kurmaktadır.

Ey Müslümanlar!

Düşmanlarınızın size karşı nasıl bir komplo kurduğuna ve mevcut yöneticilerin düşmanların kendilerine belirledikleri "genel hatları" nasıl uyguladığına bir bakın! Hasina hükümetinin ekonominin kapılarını aralama yöntemine bir bakıldığında Hindistan'ın kara ve deniz limanları ve telekomünikasyon olmak üzere tüm sektörlere ulaşmasını nasıl sağladığını görürüz. Aslında gerek Avami Birlik Partisi gerek Bangladeş Halk Partisi gerekse mevcut nizam olsun hepsi de emperyalizme boyun eğmekteler ve düşmanlarının karşısında durmaları için güç ve cesarete muhtaçtırlar.

Hizb-ut Tahrir sizleri, ülkenin emperyalizmin hegemonyasından kurtulması ve ajan yöneticilerinin yönetimine son verilmesi amacıyla Hilafet Devleti'ni kurmak için çalışmaya davet eder.

Ey Kuvvet Sahipleri!

Emperyalistler, yardım edilmesi ve ortak işbirliği yapılması hususunda bir gün olsun sözlerinde durmadılar. Zira Afrika'nın genelinde size karşı casusluk yaptılar. Ayrıca Bangladeş'te askeri eğitim adı altında kurdukları habis planlarının boyutuna bir bakın!

Emperyalistler, size ve ülkedeki Müslümanlara karşı hakim olmak için şerir hedeflerini gerçekleştirmeye çalışmaktalar. Ülkenin yöneticileri de sizleri, Birleşmiş Milletler misyonuna göndererek ve sizlere askeri tatbikatlara katılma talimatları vererek bunu yapmalarını kolaylaştırmaktalar.

Hizb-ut Tahrir sizleri, bu ajan yöneticileri ortadan kaldırmak, ülkeyi ve insanları kafir devletlerin ve müşriklerin pençesinden kurtaracak olan Hilafet Devleti'ni kurmak için kendisine nusret vermeye davet eder. Zira Hilafet; haçlı Amerikan ordusunun casusluk yapmak ve bilgi toplamak amacıyla topraklarımıza girmesini engelleyecek, ordunun silah potansiyelini güçlendirecek ve sizleri, Amerika ile emperyalistlerin amaçları için "barışı" koruma adı altındaki mevcut durumunuzun aksine İslam risaletini insanlığa bir hidayet ve rahmet olarak taşıyan İslami bir ordu olarak asıl konumunuza geri döndürecektir.

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Güneyi Cebe İndirmeyi Garantileyen Amerika, Şimdi de Darfur Dosyasını Eline Geçiriyor

Amerikan yönetimi, emekli büyükelçi "Dean Smith'i" Darfur'daki durumdan sorumlu Amerikan özel danışmanı olarak atadı. Amerika'nın Sudan Özel Temsilcisi "Scott Gration", bu atamaya ilişkin olarak şöyle bir açıklamada bulundu: "Ekibimizin önemli bir parçası olmasından dolayı çok mutluyum... Kendisi, Darfur'a odaklanması için ihtiyacımız olan bir kişidir."

Bu haberle birlikte "Darfur'daki isyancı hareketlerden birinin lideri olan" Mini Arko Minnawi'nin Güney Sudan'da bulunduğunu ve "Mini Arko'nun" Sudan Halk Kurtuluş Ordusu'ndan aldığı desteği göz önüne aldığımızda Amerika'nın, Batı-Amerikan komplosu sayesinde Güney Sudan'da Siyonist-Haçlı devletinin ufukta görünmesinden sonra Darfur dosyasını tamamen eline geçirmeye çalıştığı ortaya çıkmaktadır.

Bilindiği üzere aslen Darfur'daki çatışma, Amerika'nın Avrupa'ya özellikle de İngiltere ve Fransa'ya hiçbir rol vermeyerek Güney Sudan'da yalnız başına kalması sonucunda ortaya çıkmıştır. Zira Avrupa, Amerika'nın Güneydeki semiz avını afiyetle yememesi ve kendisinin de Sudan'a ayak basmak için Darfur kıvılcımını tutuşturmuştur. Nitekim o zaman Hizb-ut Tahrir / Sudan Vilayeti, Güneyi ayırıp boşa çıkmadıkça Amerika'nın Darfur sorununa ilgi göstermeyeceğini açıklamıştı. İşte şimdi dosyayı ele geçirme zamanı gelmiştir ve o da bunu yapmaktadır.

Tehlike, hükümetin Amerika'nın Sudan'ı parçalamaya çalıştığını bilmesinde yatmaktadır. Nitekim Devlet Başkanı Yardımcısı Nafi Ali Nafi bunu, el-Cezira uydu kanalı ile yaptığı röportajda şu sözüyle belirtmiştir: "Amerika, Güney Sudan'ı ayırmaya çalışmaktadır." Buna rağmen hükümet, Amerika'nın Sudan'ın meselelerine müdahale etmesine kapı aralamakta ve Sudan'ın Amerika'nın elinde istediği gibi oynayacağı bir oyuncak olacak derecede tüm ipleri eline geçirmesine imkan vermektedir. Dolayısıyla Amerika'nın Darfur çözümü, Güneyi ayırmak için oynadığı aynı senaryolarla olacaktır. Böylece Sudan parçalama ve bölme isteği gerçekleşmiş olacaktır. Ancak bunu, bu plana ortak olan, uygulayan, işbirliği yapan ve buna sessiz kalan Sudan'ın evlatlarının elleriyle yapacaktır.

Bizler Hizb-ut Tahrir / Sudan Vilayeti olarak durumun tehlikesine dikkat çekiyor ve bu ülkenin muhlis evlatlarına sorumluluk almaları, Batı-Amerikan komploları karşısında durmaları, ideolojik bir devlet kurmak için çalışmaları çağrısında bulunuyoruz. O devlet ki tebaayı ihsan ile gözetecek, herkes için adaleti, güven ve güvenliği tesis edecek ve insanlığın hayrı için tüm dünyaya liderlik edecektir. Milletlerin ve halkların tarihi bu dönüm noktasında böylesine tarihi bir rolü üstlenecek olan ise Nübüvvet Minhacı Üzere Raşidi Hilafet Devleti'nden başkası olamaz.

وَاللّهُ غَالِبٌ عَلَى أَمْرِهِ وَلَـكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لاَ يَعْلَمُونَ "Şüphesiz ki Allah, emrine galiptir, muktedirdir. Velâkin insanların çoğu bunu bilmezler!" [Yûsuf 21]

İbrâhîm Usmân [Ebu Halîl]
حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir

Resmî Sözcüsü
Sudan Vilâyeti

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Wikileaks ve Ürdün

Dünyadaki Amerikan konsolosluklarından Washington'a gönderilen telgrafları yayınlayan internet sitesi Wikileaks'ın sızıntılarından Ürdünlü politikacılar da payını aldı. Amman'daki Amerikan konsolosluğundan Washington'daki dışişleri bakanlığına gönderilen bu telgraflardan birinde Zeyd er-Rıfai'nin David Hill'e şöyle dediği geçmiştir: "Nükleer bombaya sahip olmasını engellemek için İran'a askeri darbe vurulması, risk almaya değer bir iştir. Çünkü bunun büyük yararları olacaktır..." Hatta Ürdün'de spor sektörü bile Amman'daki Amerikan konsolosluğunun Washington'daki dışişleri bakanlığına gönderdiği telgraflardan payını aldı. 2009 yılında Faysalî Takımı ile el-Vahdet Takımı arasında oynanan futbol müsabakasında çıkan olayların analizinin yapıldığı telgraf gibi. Bu da Amerika'nın, siyasi, ekonomik, toplumsal, futbol veya benzeri hususlar olsun yeri geldiğinde kullanmak için Ürdün'deki büyük-küçük her şeyi mercek altına aldığını göstermektedir. Nitekim Amerikan'ın Amman'daki eski büyükelçisi Edward Ghoneim'in gazetecilere yaptığı konuşmasındaki şu sözü bunu teyit etmektedir: "Büyükelçiliğin Ürdün'deki tüm gelişmeleri bildiğini size teyit ederim." Amerikan dışişleri bakanlığı bu büyükelçiyi Amman'a, bu sızıntıların etkilerini özellikle de içerisinde isimleri geçen kişiler üzerindeki etkilerini hafifletmek için gönderdi.

Bu sızıntılar bağlamında aşağıdaki hususları açıklarız:

1- Amerika, İngiltere ve Fransa gibi sömürgeci devletler ve Rusya gibi ülkemize göz diken devletlerle barış halinde diplomatik ilişkiler kurmak caiz değildir ve bu devletler hükmen muharip devletler sayılır. Çünkü bu devletler, Müslümanların beldelerine göz diken birer sömürgeci devlettir. Fiilen muharip devlet olursa nasıl olur?! Şu anda bu devletler, Irak, Afganistan ve Somali'de açıkça görüldüğü üzere Müslümanlara savaş açmış, beldelerini işgal etmiş, evlatlarını katletmiş, mukaddesatlarını kirletmiş ve namuslarını kirletmişlerdir. Bu devletlerle ilişkilerde aslolan savaştır ve Müslümanların beldelerinde konsolosluklarının olması caiz değildir. Binaenaleyh bu devletlerin konsoloslukları kapatılmalı ve bunlarla olan diplomatik ilişkiler kesilmelidir.

2- Wikileaks sızıntıları, Amman'daki Amerikan konsolosluğu tarafından 2002 yılından bu yana Washington'a gönderilen telgrafların sayısının 4312 olduğunu, dünya sıralamasında beşinci sırada olduğunu ve Ankara ile Bağdat'ın bu konuda onu geçtiğini ortaya koymuştur. Bu da Amerika'nın yeryüzündeki diğer milletlerden daha çok Müslümanların üzerine yoğunlaştığını göstermektedir. Çünkü yeryüzüne egemen olacak tek din İslam'dır ve hayatın her alanında Batılı mefhumların yerine alacak olan İslam'ın hayat hakkındaki mefhumlarıdır.

3- Özel bir heyetin Ürdün'e gönderilmesi, kendi ümmetlerinden ve dinlerinden koparak kendilerini Batının kölesi olmaya reva gören ajanların boyutunu göstermektedir. Zira bu eski büyükelçi, onları tatmin etmek ve üzerlerindeki skandalın baskısını hafifletmek için geldi ama artık cin şişeden çıktı. O halde kalplerinde hastalık olanlar ve onlara doğru koşuşturanlar bunlardan ibret alacaklar mı?!

4- Wikileaks sızıntıları, Amerikan büyükelçisinin sorgusuz sualsiz ülkeyi baştan aşağı gezdiğini, kabileler, ekonomi, parti, sendika veya meslek gurupları olsun farklı kesimlerden etkin ve yetkin kişilerle bağlantı kurduğunu göstermiştir. Böylece gerek 2009 Temmuz ayında el-Vahdet Takımı ile Faysali Takımı arasında oynanan futbol müsabakası sırasında çıkan isyan olaylarıyla ilgili gerekse Amerikan büyükelçisinin olayların tüm gelişmelerini ve arka planını Washington'a açıkladığı telgraflarda ortaya çıktığı gibi Ürdün ve Ürdün'deki gelişmeler hakkında en ince detayları öğrenmektedir.

Amerika'nın Ürdün ve Ürdün'deki olayların en ince detaylarına bu denli büyük bir ilgi göstermesinin maksadı, Müslümanların zayıf noktalarını öğrenmek ve bu noktalardan müdahale ederek uygun zamanda iğrenç ırkçılık homurtularını tahrik etmek ardından da Irak, Afganistan, Somali ve diğer İslam beldelerinde yaptığı gibi Müslümanlar arasında iç savaş çıkarmaktır. O halde akıl sahipleri bunu idrak ederek Amerika ve avenelerine fırsat vermeyip Allahuteala'nın şu kavline itaat edecekler mi? وَلاَ تَنَازَعُواْ فَتَفْشَلُواْ وَتَذْهَبَ رِيحُكُمْ "Birbirinizle çekişmeyin. Sonra korkuya kapılırsınız da kuvvetiniz gider." [Enfal 46]

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER