Cumartesi, 04 Rebiu’l Evvel 1446 | 2024/09/07
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

-Basın Açıklaması- Filistin Otoritesi, Yüksek Adalet Mahkemesi'nin Kararlarını Bir Kez Daha Çiğnedi Güvenlik Birimlerinin Sadistliği, Sorgusuz Sualsiz Hukuka Saygılarının Önüne Geçti

Yüksek Adalet Mahkemesi, 30.08.2010 pazartesi günü, hizbin şebabından biri olan ve programcılık yapan Muhammed Hatib'in derhal serbest bırakılmasına karar verdi. Nitekim Ramallah'taki istihbarat birimleri, 10.08.2010 pazartesi günü gece yarısı evini basarak Muhammed'i tutuklamış ve Yüksek Adalet Mahkemesi'nin geçen bu süre boyuncaki tutukluluk halinin yanlış bir tutuklama ve kanuna aykırı olup derhal serbest bırakılmasına karar vermesine rağmen Filistin Otoritesi, mahkemenin kararını hiçe sayarak serbest bırakılmasını reddetmişti.

Filistin Otoritesi, Allah'ın helallerini ve haramlarını dikkate almayarak sırf Rabbim Allah dediği için en hayırlı şebabı tutukladı. وَمَا نَقَمُوا مِنْهُمْ إِلاَّ أَنْ يُؤْمِنُوا بِاللَّهِ الْعَزِيزِ الْحَمِيدِ "Onlardan sırf Azîz-ul Hamîd olan Allah'a iman etmelerinden dolayı intikam aldılar." [el-Burûc 8] Ramazan ayında geçen süre boyunca saim ve kaim bir halde onu haksız yere gözaltında tutarken vicdanı hiç sızlamadı. Artık bunlar, İslam'la savaşmayı ve Allah düşmanı Yahudiler ile Amerika'ya hizmeti kendine hedef edinen bir otoriteden beklenen sıradan bir durum haline geldi. Zira eşi görülmemiş şekilde Allah'ın dinine ve Ramazan ayında askerlerinin botlarıyla kirlettiği mescitlerine karşı gösterdiği küstahlıklarına ve saldırmalarına tanık ola ola özellikle bizler bu görüntüye alışır olduk. Ancak hukuk, hukuk devleti, hak ve özgürlük savunucuları, Otoritenin kibri, bizzat kendisinin belirlediği ve hükmettikleri kanunları bizzat kendisinin çıkardığı mahkemelerin kararlarına sırt çevirmesi karşısında ne söyleyebilir ki!!

Peki Otorite, bu davranışı ile ne gibi bir mesaj vermek istiyor? Filistin halkını demir süngü ile idare edeceği, kendi mahkemelerinin kararı veya sürekli dillendirdiği sloganları ve kanunları dahi olsa karşısında duran her şeyi çiğneyip geçeceği mesajını mı vermektedir? Dolayısıyla kişi ya Otoriteye alkış tutacak ya da bu ülkeden çekip gidecektir ki bu, Filistin'i kendi halkından arındırmak için onlara yönelik bir baskı değil midir? Yoksa vermek istediği mesaj, her birinin kanuna sarılmayı düşünmesi için vatandaşlara yönelik açık bir davet midir? Umulur ki Otorite içinde bu soruları akledecek biri vardır.

Her şeye rağmen hizb, zavallı Filistin Otoritesinin gasp ettiği hak karşısında susacak değildir. O da bu hususta deneyim ve tecrübe sahibidir. Otorite için en hayırlı olanı özellikle kendi mahkemesinin insafsızca ve düşmanca tutukladıklarına hükmetmesi olmak üzere hizbin şebabına dokunmamasıdır. Şayet bunu yapmazsa Allahuteala ümmeti, Nübüvvet Minhacı Üzere İkinci Raşidi Hilafetle şereflendirdiğinde hem cürümüne hem de Allah, resulü ve davet taşıyıcılarıyla savaşmasına göre hesaba çekeceğini, ahiretin azabının daha çetin ve kalıcı olduğunu iyi bilmelidir. Otorite, şab Muhammed'i derhal ve gecikmeksizin serbest bırakmalıdır. Muhammed'i gözaltına almayı sürdürmesi halinde Filistin halkına "Kanunun sizlere merhamet etmeyeceği dolayısıyla durumunuzu gözden geçirmelisiniz" şeklinde açık bir mesaj ulaşacağını, dünya hayatında insanların intikamının, rezilliğin ve ahiret azabının daha büyük olduğunu bilmelidir.

إِنَّا لَنَنصُرُ رُسُلَنَا وَالَّذِينَ آمَنُوا فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَيَوْمَ يَقُومُ الأََشْهَادُ Şüphesiz Rasullerimize ve îman edenlere, hem bu dünya hayatında, hem de şâhitlerin (şahitlik için) kalkacakları günde Nusret veririz. [Mu'min/Ğâfir 51]

Devamını oku...

Günahkar Otorite, Dine ve Mescitlere Karşı Savaşın Ortasında Çirkin Sözler Sarfederek, Mescitleri Basarak ve Allah'a Küfrederek Mübarek Ayın Hurumatını Çiğniyor

  • Kategori Filistin
  •   |  

Filistin Otoritesi'nin dine ve mescitlere karşı girdiği azgın savaş gün geçtikçe ortaya çıkmakta, Otorite ile Vakıflar Bakanlığı'nın Müslümanlara, dinlerine ve mescitlerine karşı gösterdiği pervasızlığın boyutu açığa çıkmaktadır. Zira Otorite'nin bu beldeye gelmesinden bu yana fesadı, rezilliği ve işgal ile bir arada yaşamayı yaygınlaştırmaya dönük acımasız bir kampanya başladı. İlk işi Gazino Eriha'yı açmak oldu. Sonra eğlence mekanlarını ve arsızlığı yaygınlaştırdı, ihtilata, kadın müsabakalarına ve güzellik yarışmalarına teşvik etti, okullar da dahil zehirlerini akıtmaları için ülkeyi yerli ve yabancı odaklara açtı, ardından laikliğe inanan, işgali komşu ve ortak gören nesillerin çıkması için eğitim müfredatlarını değiştirdi ve yeniden düzenlendi.

Bundan dolayı Otorite, şu iki husustan dolayı mescitlere karşı bir savaşa girmektedir: Birincisi: Bu, teslimiyet çözümlerinin ve yol haritası gibi anlaşmaların gerekliklerindendir. İkincisi: Marufu emretme ve münkerden nehyetme işini yaymak, sapıklık, fesat ve laiklikle mücadele etmek gibi mescitlerin asli rollerini yerine getirmesini engellemektir. Dolayısıyla Otoritenin sorgusuz sualsiz projelerini yürütmesi için mescitlerin sıkboğaz edilmesi kaçınılmazdır.

Tektip hutbe denilen hutbenin getirilmesi, Otoritenin istediği hatiplerin dışında hatiplerin susturulması, Otoritenin insanların Allahuteala'ya yakınlaşmak amacıyla inşa ettiği mescitlerin çoğunu gaspederek birer otoriter minbere çevirmesi, imamları, hatipleri ve geçim kaynaklarını kesmekle tehdit etmesi, imamların ve hatiplerin ensesine binmesi, otoritenin hazırladığı hutbenin dışına çıkmaları halinde güvenlik birimlerinin takibatına maruz kalmaları; işte tüm bunlardan ve benzeri durumlardan sonra Otorite, hurumatları çiğneme ve Allah'ın dinine dil uzatma noktasında öncekileri ve sonrakileri geçen bir dönüm noktasına girdi. Zira mescitlerin hurumatının çiğnenmesi ve cemaatinin sıkboğaz edilmesi, güvenlik birimlerinin gözünü kırpmadan yaptığı sıradan bir iş haline geldi.

Nitekim bu durum, bu mübarek ayda ve öncesinde farklı bölgelerde birçok olayda ortaya çıktı. Örneğin hizb, 27.08.2010'da el-Bîra-tul Kebir mescidinde kalabalık bir ders yaparken güvenlik birimleri, mescidi bastı, müderrisin dersi tamamlamasını engelledi, insanlara saldırdı, aşağılık sözlerle hakarette bulundu, darp etti ve birçok kişiyi tutukladı. Yine aynı gün Otorite'nin birimleri, Silat el-Harthiya'da hizbin Mescid-i Kebir'de düzenlediği derse katılmak üzere yolda giden aralarında doksan (90) yaşına yakın bir adamın da olduğu on iki kişiyi tutukladı. Bu kişi gece yarısı serbest bırakılırken diğerleri ise bu beyanın hazırlandığı saate kadar tutuklu olarak tutulmaktadırlar.

Allah'ın dinine iftira edilmesi ve hurumatlarına saldırılması bakımından en ciddi ve en ağır olay ise Ramazanın on yedinci günü, yani 27.08.2010'da meydana gelen olaydır. Zira hizb, el-Halil'deki Habbab İbn-u Eret mescidinde büyük bir ders yaparken güvenlik birimleri, personeli ve araçları ile mescidin etrafını kuşattı. O kadar ki mescidin bulunduğu yer adeta savaş alanı gibiydi. İnsanlar çıkar çıkmaz despotik birimlerinin mobilize ve teyakkuz halinde olduğunu gördüler. Derken bu birimler, iğrenç küfürlü telaffuzlarda bulunarak yüksek sesle insanların derhal mekandan dağılmasını istedi ve birçoğu Allah'a küfretti. Ardından coplarla insanları darp ettiler, çocukları kovaladılar, gençler ve yaşlılarla itiştiler. Olay kızıştı ve insanlarla aralarında itiş-kalkış yaşandı. Ardından ateş açtılar ve haydutlar, çeteler ve İslam düşmanlarından başkasına yakışmayan iğrenç küfürlü telaffuzlarda bulundular. Onlara "Bu mübarek ayda Allah'tan korkunuz" denildiğinde Allah'a, insanların dinine ve mübarek ayın dinine küfrettiler. Böylece insanları daha fazla öfkelendirdiler. Kendilerine kızgınlık, öfke ve kınamanın hakim olduğu insanlar, işledikleri şeyler karşısında ağır sözler sarfettiler.

Olay yerindeki birimlerin şefleri, bu aşağılık davranışları memnuniyetle karşıladılar. Bu da olsa olsa Otoritenin güvenlik birimlerine yerleştirmeye çalıştığı İslam'a ve meselelerine karşı düşmanca bir seferberliği gösterir. Buna şaşmamak gerekir. Zira bu kişilerin beslendikleri kaynak, İslam düşmanı Amerikan ikilisi Dayton ve Mueller'dir.

Otoriteden sadır olan bu şeyler, İslam'a karşı bir savaş olup sadece Hizb-ut Tahrir'e karşı değildir. Hizb-ut Tahrir'in daveti taşımada ve İslam esasına binaen siyasi mücadelede mızrak başı olduğu doğrudur. Ancak mesele hizb ile sınırlı değildir. Bilakis Filistin Otoritesinin eylemleri, toplumda ve insanların nefislerinde İslam'ı bitirmek, insanları zorla Batılı değerlere ve küfür mefhumlarına inanmaya sevk etmek için İslam'a karşı yürütülen küresel Amerikan kampanyasının bir parçadır.

Otoritenin takip ettiği çizgi, kaynağı her ne olursa olsun cürümlerini ve politikalarını ifşa eden veya Filistin meselesini tasfiye etmeye dalmışken kendisine karşı çıkan her sesi bastırmaktır. Nitekim zulüm, baskı, aralarında parti liderlerinin ve yasama konseyi üyelerinin de bulunduğu tüm siyasi kesimlerden gazetecilerin ve aktivistlerin kemiklerinin kırılması görüntüleri bu çizgiye tanıklık etmektedir. Amerikalılar ile Yahudi varlığını rahatsız eden ağızların susturulduğuna ve her sesin bastırıldığına dair görüntülerin en sonuncusu Otoritenin birimlerinin, 25.08.2010 günü FKÖ'nün içerisindeki bazı güçlerin ve gurupların, Ramallah şehrindeki Protestan salonunda düzenlenmesi kararlaştırılan doğrudan müzakerelere karşı çıkmak amacıyla Batı Şeria'da düzenledikleri konferansı engellemesi ve bastırmasıdır. Zira pankartları ve duvarlardaki afişleri yırttılar, FKÖ'ye bağlı gurupların liderleri, yönetim kurulu üyeleri, bağımsız şahsiyetler, sivil toplum kurumlarının liderleri, gazetecilerin, düşünürlerin ve akademisyenlerin konferansa katılması engellendi.

Ey Alimler! Ey İmamlar ve Hatipler!

Sizler dinin eminlerisiniz, hakkı başkalarından daha iyi bilenlersiniz. Dolayısıyla Otoriteye engel olmalı ve ona etkili bir söz söylemelisiniz. Zira sizlerden mazur olan için hiçbir özür yoktur ve sizlerden olan vakıf çalışanlarının görev ve maaş gerekçesi ile Otoritenin bu çizgisini takip etme taleplerine boyun eğmesi helal olmadığı gibi mescitleri laikleştirmeye dönük planların uygulanmasına ortak olmaları da helal değildir. Dolayısıyla Allah için hiçbir kınayıcının kınamasından korkmayın. Zir sizler, insanlara rızkın ve ecelin sadece Kahhar, Muntakim ve Cebbar olan Allah'ın elinde olduğunu öğretmektesiniz.

Ey Filistinli Örgütlerin Evlatları! Ey Fetih'in Evlatları!

Otorite, Filistin meselesini tasfiye uçurumuna ve tarihte eşi benzeri olmayan bir sona sürüklemektedir. Politikalarına kaşı çıkan veya ifşa eden veya marufu emredip münkerden nehyeden ağızları kapatmakta ve sesleri bastırmaktadır. Tüm bunları ise sizlerin adına yapmaktadır. Bu otorite, özellikle el-Fetih olmak üzere Filistin Kurtuluş Örgütü guruplarının hesabına çalışan bir otoritedir. O halde buna razı mı olacaksınız? Hani sizlerin şerefli adamları nerede? Size ne oluyor ki harekete geçmiyorsunuz? Size ne oluyor ki sizlerin adıyla Filistin meselesini örten tüm bu karanlıktan sonra ak bir sayfa açmıyorsunuz?

Ey Filistin Halkı!

İyi biliniz ki Allahu Subhanehu, bu batıl karşısında sustuğunuz ve hak sözü söylemediğiniz takdirde sizleri hesaba çekecektir. Seslerini yükseltiniz ve Allah'tan başka hiçbir kimseden korkmayınız. Zira O, rezzaktır, diriltendir ve öldürendir. Din sizin dininiz, Filistin meselesi sizin meseleniz, yeni doğan nesil sizin nesliniz, onlar boynunuzda birer emanettir, onları zayi etmeyiniz.

SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur:

وَالَّذِي نَفْسِي بِيَدِهِ، لَتَأْمُرُنَّ بِالْمَعْرُوفِ، وَلَتَنْهَوُنَّ عَنِ الْمُنْكَرِ، وَلَتَأْخُذُنَّ عَلَى يَدِ الظَّالِمِ وَلَتَأْطرُنَّهُ عَلَى الْحَقِّ أَطْرًا، أَوْ لَيَضْرِبَنَّ اللَّهُ قُلُوبَ بَعْضِكُمْ عَلَى بَعْضٍ، وَلَيَلْعَنَنَّكُمْ كَمَا لَعَنَهُمْ "Nefsimi elinde bulunduran zata yemin olsun ki ya marufu emredersiniz ve münkerden sakındırırsınız ve zalimin elini tutar, onu tam bir çevirme ile hak üzere çevirir ve onu tam bir zorlama ile hak üzere zorlarsınız, yahut Allah kiminizin kalplerini kiminiz üzerine kilitler, sonra onları (yani İsrailoğullarını) lanetlediği gibi sizi de lanetler!"

 

Devamını oku...

Özbekistan'daki Hizb-ut Tahrir Sorumlusundan Bir Mektup

  • Kategori Özbekistan
  •   |  

 

Kerim Kardeşim,

es-Selamu Aleykum ve Rahmetullahi ve Berakatuh,

 

Sizlere Özbekistan'daki mevcut otoritenin bizlere yapmış olduğu takibat, hapsetme ve çoğu zaman ölüm derecesine varan işkence gibi muamelelerin sadece bir kısmını gönderiyorum. Hizb-ut Tahrir'li olmamızdan dolayı bize yapılan bu muamele sadece bizlerle sınırlı değildir. Bilakis İslam daveti için çalışan herkesi kapsamaktadır. Şu an itibarıyla Özbekistan hapishanelerinde hiçbir şiddet eyleminde bulunmamasına rağmen sadece Hizb-ut Tahrir'den dolayı yatanların sayısı yaklaşık sekiz (8) bine ulaşmıştır.

Bu Özbekistan rejiminin zulmü, diğer mevsimlere göre yazın daha çok şiddetlenmektedir. Nitekim bu yaz başında önceki sorumluların tutuklanmasının ardından belirlenen yeni yardımcıların hepsi tutuklandığı gibi aktif şebabımızın çoğu da tutuklanmıştır. Bu tutuklamalar ise başkent Taşkent, Vadi Fergana, Andican ve Özbekistan'ın diğer vilayetlerinde meydana gelmiştir.

Şebabımızın birçoğu sırf tutuklanmamak ve gittiği yerde çalışmak için ülke dışına çıkmaktadır. Ancak bu halde bile otoritenin adamları, ülke dışına çıkanları takip etmekteler ve casusluk yapmaktalar. Bu günlerde, bu mübarek Ramazan ayında bile otoritenin adamları, ülke dışına çıkanları sormaktalar ve bulamadıkları zaman akrabalarını alarak evlatlarının nereye gittiklerini öğrenmek için onları merkezlerinde alıkoymaktalar ve evlatları dönünceye kadar onları tutuklamakla tehdit etmektedirler. Hatta bazıları baygın düşünceye ve yaşlılar yorgunluktan yere yığılıncaya kadar onlara acımasızca ve vahşice muamele etmekteler.

Hatta otorite, su, doğalgaz idaresinde çalışan memurları ve Mahalli Şura Meclisi'nin erkek ve kadın üyelerini cezaevinde yatan mahkumların ailelerinin nafakalarını nereden temin ettiklerini, nereden yiyip-içip giyindiklerini ve nasıl yaşadıklarını öğrenmeleri için ajanlık yapmakla görevlendirmektedir.

Mahkumiyet süreleri biten mahkumların "Hizb-ut Tahrir" ile çalışmayı terk etmesi ve hizbe karşı ajanlık yapmak üzere otorite ile birlikte çalışması için onlarla pazarlık yapmaktalar. Bunu reddeden şebaba da "Seninle hala işimiz bitmedi" diyerek ona ek olarak üç yıl hapis vermekteler. Bu ek süreyi geçirdiği halde serbest bırakılmayıp tekrar pazarlık yaptıkları şebab bile vardır.

İşte Özbekistan'daki mevcut otoritenin hali budur. Buna rağmen bizler, onun zulmü karşısında zinhar durmayacağız, bu otoriteyi değiştirmek için şeri çalışmamıza devam edeceğiz, Allah'ın, beldemiz ve diğer İslam beldelerindeki kardeşlerimizin yardımı sayesinde Allah aramızda hükmedinceye kadar sabredeceğiz. Şüphesiz Allah, hakimlerin hakimidir!

Özbekistan'daki Hizb-ut Tahrir Sorumlusu Kardeşiniz

Devamını oku...

İslam'a ve Müslümanlara Saldırı

  • Kategori Amerika
  •   |  

Amerika Birleşik Devletleri, bir kesim veya bir parti veya bir bölge ile sınırlı olmayan İslam'a ve Müslümanlara yönelik bir saldırıya tanık olmakta. Bu saldırıya siyasiler, medya organları, sosyal paylaşım ağları hatta sıradan vatandaşlar bile iştirak etmektedir. Bu saldırı müteaddit şekilde yapılmaktadır; Resul [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in karikatürini çizme ve onunla istihza etme günü belirleyenlerden tutun Kur'an-il Kerim yakma günü belirlemeye, Müslümanların konferansları aleyhinde gösteriler ve protestolar yapmaya, mescitler ve İslami merkezler inşa etmeye karşı çıkmaya kadar dayanmaktadır. Nitekim pek çok insan tarafından New York şehrinde bir kısmı mescit olacak İslam Kültür Merkezi'nin inşa edilmesine karşı düzenlenen gösteriler ve protestolar bunların sonuncusu değildir. İslam'a ve Müslümanlara yönelik bu saldırı, Müslümanlara karşı bir korkunun ve nefretin oluşmasına yol açtığı gibi sırf Müslüman olmasından dolayı bir taksi şoförünün bıçaklanmasına da yol açtı. Müslümanlara yakınlaşarak seçimleri kazanmak amacıyla destek isteyen siyasiler bile İslam ve Müslüman karşıtı bu kampanyaya katıldılar, Müslümanlara düşman kesildiler ve maslahatlarına karşı tavır takındılar. Gerek demokratlar gerekse cumhuriyetçiler, İslam'ı Nazizmle, şiddetle ve masumları katletmekle niteleyerek bu kampanyaya katılmaktan geri kalmadılar. Hatta önce Müslümanlar mescit inşa etmekte özgürdür diyen Barack Obama bile sonra New York Şehri'ndeki Bina Kurumu'nun onayına rağmen bu noktada inşa yapılması hususunda Müslümanları desteklemekten vazgeçerek çark etti.

Bu olaylar, Amerika'nın ve Batının dillendirdiği inanç özgürlüğünün Müslümanlar için olmadığını ve onlara intibak etmediğini kesin bir şekilde göstermiştir. Batının kendi değerleri ile fikirlerinin doğruluğunu ve diğer fikirlere egemen olduğunu iddia etmeleri bir saptırma ve yalandan başka bir şey değildir. Artık iki gözü olan herkes için açığa çıkmıştır ki Batının ortaya attığı inanç özgürlüğü sloganı Müslümanları aldatmaya dönük boş bir slogandır.

Ey Müslümanlar!

Bizler, bizlere lanse edilen "ılımlı" veya "radikal" vasıfları göz ardı edilerek Müslüman olmamız vasfıyla saldırıya uğramaktayız. Sakın bu vasıflar ve isimlendirmeler sizleri üzmesin ve azminizi kırmasın. Zira bizler, aynı akide ve şeriat sahip azim İslam ümmetinin bir parçasıyız.

Bizler; Amerika'daki Müslümanları İslam'a yönelik bu saldırıya karşı koymada birlik olmaya, şeri hükümlere tam bir bağlılığa, azı dişleriyle sımsıkı sarılmaya, İslami fikirlerden ve mefhumlardan taviz vermemeye, önce sadece Allah [Azze ve Celle]'den sonra Müslümanlardan destek ve güç istemeye, Halik-ul Müdebbir olan Allah'tan başka hiçbir kimseden korkmamaya çağırıyoruz.

Mescit görevlilerini ve İslami Merkezlerdeki yetkilileri, buradaki Müslümanların üzerindeki mevcut korku halini bitirmek için çalışmaya ve İslam'ı Amerika'daki gayrimüslimlere bir ideoloji ve hayat nizamı olarak taşımaya çağırıyoruz.

يُرِيدُونَ أَنْ يُطْفِئُوا نُورَ اللَّهِ بِأَفْوَاهِهِمْ وَيَأْبَى اللَّهُ إِلاَّ أَنْ يُتِمَّ نُورَهُ وَلَوْ كَرِهَ الْكَافِرُونَ، هُوَ الَّذِي أَرْسَلَ رَسُولَهُ بِالْهُدَى وَدِينِ الْحَقِّ لِيُظْهِرَهُ عَلَى الدِّينِ كُلِّهِ وَلَوْ كَرِهَ الْمُشْرِكُونَ "Allah'ın nurunu ağızlarıyla (üfleyip) söndürmek istiyorlar. Halbuki kafirler hoşlanmasalar da Allah nurunu tamamlamaktan asla vazgeçmez." [et-Tevbe 32]

Devamını oku...

- Basın Açıklaması - Yemen Güvenlik Birimleri Bir Garip... Hayır ve Bereket Ayında Hizb-ut Tahrirli Bir Aktivisti Kaçırdılar!!

Hayır ve bereket ayında nefisler; imanla imar edilir, hakimlerin hakimine itaat etme arzusu ve sevgisiyle dolar. Bu ayda insanlar rahmetini umarak, azabından korkarak, cennetini arzulayarak Allah'a itaate yönelirlerken iman ve hikmet beldesi Yemen emniyet birimleri bunun tam aksine hareket etmekteler. Zira güpegündüz Allah'a masiyete koşmakta, evlere baskın yaparak Müslümanları tutuklamakta, oruç tutup alemlerin Rabbini tespih ettikleri halde onları sokaklardan alıp kaçırmaktadır. Aynen dün, yani H. 17 Ramazan 1431 M. 27.08.2010 Cuma günü 20 yaşındaki Ammar Muhammed el-Cermuzî adındaki şebabın başkent Sana'daki büyük bir sokağın ortasından kaçırılmasında olduğu gibi.

Bu kaçırma olayının sebebine bakacak olursak; şebab Ammar'ın Hizb-ut Tahrir'in "Amerika, Doğrudan ve Dolaylı Müzakerelerde Otorite İle Dalga Geçerken Otorite Hayasızca, Utanmazca Aşağılanmış Zelil Bir Şekilde Boyun Eğmektedir!" başlıklı beyanını dağıtması dışında bir şey göremeyiz. Söz konusu beyanın Filistin'i satan Ebu Mazin'in Sana'ya gelmesiyle eş zamanlı olarak dağıtıldığı da hatırlatılır. Nizamın ve birimlerinin fiilleri, fikir ve ifade hakkında iddia ettikleri şeylerin aksi yönündedir. Zira ne fikir özgürlüğü ne insan hakları ne de demokrasi vardır. Siyasi tutuklamalar tam gaz devam etmektedir. Nitekim Uluslararası Af Örgütü'nün insan hakları kurallarının ihlal edilmesi hakkında yayınladığı raporlar bunun en çarpıcı göstergesidir.

Ne üzücüdür ki demokratik ve insan hakları konferansına katılmaya düşkün baro başkanı ve insan hakları bakanı, tutuklamalar ve kaçırmalar karşısında kıllarını dahi kıpırdatmazlarken efendilerine hizmet etmek için Uluslararası Af Örgütü'nün raporunu reddetmeye koyuldular!

Bizler Hizb-ut Tahrir / Yemen Vilayeti olarak şab Ammar'ın maruz kalacağı şeylerden, sağlığının riske atılmasından tamamen mevcut nizamı sorumlu tutacağız. Varsa bir suçu mahkemeye çıkarması için nizama hodri meydan diyoruz. Despotik birimlere; bu tutuklamaların fesat ve müfsitler yeryüzünden sökülüp atılıncaya, İslam ile hükmedilinceye kadar hizbin şebabının çalışma ısrarlarından ve fedakarlıkta bulunmalarından başka bir şeyi arttırmayacağını teyit ederiz. Keza bu tutuklamalar, fakir ve aç Yemen halkının mevcut nizama olan kin ve nefretini arttırmaktan başka bir şeye yaramayacaktır.

İman ve hikmet beldesi Yemen'e güvenliğin, güvenin ve istikrarın hakim olması için şeriata hatta hukuka karşı işledikleri muhalefetlerden dolayı bu despotik birimleri muhasebe etmeleri, Allah'ın kullarına eziyet edenlerin hak ettikleri cezaya çarptırılmaları amacıyla yargı önüne çıkarmaları için temsilciler meclisi üyelerine, Yemen'in şeyhlerine, alimlerine, kanaat önderlerine, etkin kişilerine ve insan hakları örgütlerine sesleniyor ve zalimlerin hapishanelerindeki mazlumlarının derhal bırakılmasını talep ediyoruz.

وَلاَ تَحْسَبَنَّ اللّهَ غَافِلاً عَمَّا يَعْمَلُ الظَّالِمُونَ إِنَّمَا يُؤَخِّرُهُمْ لِيَوْمٍ تَشْخَصُ فِيهِ الأَبْصَارُ "Sakın, Allah'ı zalimlerin yaptıklarından gafil sanma! Ancak Allah, onları (cezalandırmayı), korkudan gözlerin dışarı fırlayacağı bir güne erteliyor." [İbrahim 42-43]

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Sahte Çözümler Yerine, İkinci Raşidi Hilafet için Harekete Geçin Ey Müslümanlar!

16 Eylül 2010 tarihinde Hakkâri ili, Geçitli Köyü yakınlarında bir minibüsün geçişi sırasında yola döşenen patlayıcının infilak ettirilmesi sonucu, 9 Müslüman kardeşimiz hayatını kaybetmiştir. Olayda hayatını kaybeden kardeşlerimize Allah'tan rahmet ve yakınlarına da sabr-ı cemil diliyoruz.

İkiyüzlü yöneticiler gerçek müsebbipleri oldukları halde bu elim verici olayın ardından halkın karşısına çıkarak, timsah gözyaşları döktüler. Hem Erdoğan hem de BDP Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, bu olayın hükümet ile BDP arasında gerçekleşmesi planlanan görüşmenin hemen öncesinde yaşanmasını sanki hayırlı bir iş yapılacakmış da yapılamamış olarak yansıtarak provokasyona işaret ettiler.

Hâlbuki bu ve bunun gibi olaylara zemin hazırlayan, demokratik, laik, milliyetçi ve vatancı esasa dayalı Cumhuriyet nizamının bizatihi varlığıdır. Cumhuriyetin kurulduğu dönemde İslami Ümmet arasındaki suni sınırları belirleyen sömürgeci kafir İngiltere nüfuzunu devam ettirmek adına sorunlu bölgeler oluşturmuştur. Bu bölgelerden biri de, İran, Irak, Türkiye ve Suriye'nin kesiştiği, Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı bölgedir. Son dönemde ise Irak'ı işgal ederek fiilen üçe bölen sömürgeci kafir ABD, bölgede kendi lehine bir istikrar oluşturmak istemektedir. Türkiye'deki cumhuriyet nizamının kurulduğundan beri uyguladığı milliyetçiliğe dayalı politikaları vesilesiyle, başta Sömürgeci Kafir ABD olmak üzere, içi kof birlik AB, önceleri taşeron olarak kullandıkları ve silahlandırdıkları terör örgütü PKK yoluyla canından bezdirdikleri toplumu, meselenin siyasi yolla çözümü karşılığında, terör örgütü PKK'nın tasfiyesini vaat ettikleri siyasi bir zemine sürüklemek istemektedirler. İşte "Başkanlık Sistemi" ve "Demokratik Özerklik" tartışmaları da, yine sömürgeci kafir batının, çözüm olarak siyasi taşeronları vasıtasıyla dillendirdiği birbiriyle ilişkili fikirlerdir. Zira bu fikirler, birbiriyle kaim olabilecek fikirlerdir. Bu yönüyle AKP ve BDP arasında zımni bir işbirliği vardır. Her iki fikir de bu partilerin Müslüman halkı İslami fikirlerden saptırıp, bozuk demokratik fikirler altında yaşamaya razı etmek için tabanlarına sundukları aldatıcı, sahte çözümlerdir.

Ey Türkiye'deki Müslümanlar!

Gerçek çözüm, demokrasi, laiklik, cumhuriyet, milliyetçilik ve vatancılık gibi halkları birbirine düşman eden fasit ve fitneci fikirleri arındırarak, Kelime-i Tevhid rayesi altında Müslümanları yeniden tek bir Ümmet kılarak, geçmişte olduğu gibi tüm Müslümanları izzet ve huzur içinde kardeşçe yaşatacak olan Nübüvvet Metodu Üzere İkinci Raşidi Hilafet'in Allah'ın yardımıyla bir an evvel tesis edilmesidir.  Haydi bunun için Hizb-ut Tahrir'le birlikte harekete geçin.

Hizb-ut Tahrir
Resmî Sözcü Yardımcısı
Türkiye Vilâyeti

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Hilafet Sembolik Değil, Gerçek Bir Siyasi Varlık Olarak Yakında Kurulacaktır, Allah'ın İzniyle!

Erdoğan'ın 11.09.2010 tarihinde bir televizyon programında, Türkiye için başkanlık sisteminin de düşünülebileceği yolundaki açıklaması üzerine, Türkiye kamuoyu anayasa değişikliği referandumu sonrası "Başkanlık Sistemi" tartışmalarına sürüklendi. Başbakan'ın açıklamaları arasında "Burada parlamenter sistemi yok etmiyorsunuz ki muhalefet "Bunlar Hilafet getirecekler" diyor. Başkanlık sisteminin Hilafet ile ne alakası var, parlamenter demokrasi yine işliyor. ABD Kongresinin ne kadar güçlü olduğunu biliyorsunuz, bir silah alımı yapmak için bile ABD Başkanı, Kongre müsaadesi olmadan bir silah alımı yapamaz." şeklindeki sözleri de yer almaktaydı. Bu sözler Erdoğan'ın göbekten bağlı olduğu sömürgeci kafir ABD'nin Türkiye'deki nüfuzunu kökleştirmek adına asıl hedeflerinin ne olduğuna işaret etmektedir.

Bu konuda bir açıklama da Yahudiler için yaptığı inşaat yatırımları dolayısıyla firmasının 2005 yılında gasıp Yahudi varlığının İş Konseyi tarafından "Yılın En İyi Şirketi" ve kendisinin de "Yılın İşadamı" seçildiğini internet sitesinde başarı olarak anlatan, parti programında Türkiye'nin, yine gasıp Yahudi varlığının bekasının garantisi olacağını vaat eden, Milliyetçi ve Muhafazakâr Parti lideri Ahmet Reyiz Yılmaz'dan 16.09.2010'da geldi: "Yenidünya dengeleri göz önüne alındığında Türkiye için tartışılması gereken en önemli konu Başkanlık değil, Hilafet'in yeniden Cumhurbaşkanlığı makamında temsil olunmasıdır. Hilafet Cumhurbaşkanlığı makamına bağlanmalıdır. Cumhurbaşkanlarının seçimle gelmesi nedeni her Cumhurbaşkanı da Hilafeti temsil edebilir."

Ey Türkiye'deki Müslümanlar!

Başkanlık sistemi, hüküm koyma yetkisinin, Allah'tan alınarak, insana verildiği, laiklik/dinsizlik esaslı demokrasi fikri üzerine kurulu bir yönetim biçimi olan cumhuriyetin uygulama şekillerinden biridir. İslâm'ın yönetim nizamı ise içerisinde Allah'ın indirdiği ile yönetmek için bir halifeye Allah'ın Kitâbı ve Rasulullah Aleyhi's-Salatu ve's-Selam'ın Sünneti üzerine biat edilen Hilâfet Nizamı'dır. Esasları bakımından demokrasi ve onun her türlü uygulama biçimi, kula kulluğu hâkim kılarken, Hilafet Allah'ın arzında Allah'a kulluğu tesis eder. Hilafet, Allah'ın kulları için seçtiği yegâne din İslam'ın hükümlerini tatbik eder. Hilafet, hiçbir demokratik yönetim biçimiyle uyumlu olmadığı gibi bir arada da bulunamaz. Bu, Hilafet hakkında oluşturulmak istenen zihin karışıklığını ve Hilafet'i sembolik bir makam olarak sunma çabalarını bertaraf etmek açısındandı. Mugalâta ustası ruveybida liderlere gelince; onların asıl amacı; sömürgeci kafirlerin beldelerimizdeki çıkarlarını korumak, efendilerinin kabusu haline gelen ve Allah'ın izniyle pek yakında kurulacak olan Nübüvvet Metodu Üzere İkinci Raşidi Hilafet'i bir an olsun geciktirebilmek adına saptırıcı ve cezp edici sözlerle İslami Ümmeti oyalamaktır.

Hizb-ut Tahrir
Resmî Sözcü Yardımcısı
Türkiye Vilâyeti

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Amerika'da Kur'an'ın Yakılmasını Engelleyecek Mutasım Nerede?

Basın yayın organları, kendilerine liderlik etmesi sonucunda halen tedavi altında olan taraftarlarınca Almanya'daki kilisesinden kovduğu bir serseri olan ve Almanya mahkemesi tarafından suçlu bulunup dolandırıcılık suçundan mahkumiyet giyen Terry Jones adlı Amerikalı bir Papazın, gelecek cumartesi günü 11 Eylül 2001 olayları anısına Florida'daki kilisesinde onları geçmeyen taraftarlarıyla birlikte Kur'an-il Kerim'in bir kopyasını yakmayı planladığını aktardılar. Bazı Batılı yetkililer de onun bu hareketi üzerine İslam dinine olan saygılarını vurgulayarak bu hareketi kınadıklarını ve ayıpladıklarını gösteren timsah gözyaşları döktüler.

Batı ile İslam arasındaki ilişkileri gözlemleyen bir kimse, yüzyıllardan beri Batılıların kalplerinde İslam'a ve halkına karşı köklü bir nefret oluşturmayı hedefleyen kilise otoritesi ile siyasi otorite ittifakının yürüttüğü sistematik bir politikanın takip edildiğini görür.

Bunun en çarpıcı örneği ise 11 Eylül saldırıları anısına gelecek cumartesi günü Kur'an-il Kerim'in bir kopyasının yakılması kampanyasını "saygısızlık, küstahlık ve yanlış" olarak niteleyen ve özgürlüklerin daima "sorumlulukla bağlantılı" olduğunu söyleyen Almanya Şansölyesi Angela Merkel'in tutumudur.

Angela Merkel bu açıklamayı, iğrenç karikatürlerini yayınlayarak efendimiz Nebi [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'e saldıran Danimarkalı mücrim karikatüriste 08.09.2010 çarşamba günü akşamı Almanya'nın Potsdam şehrinde düzenlenen ve büyük medya organlarının katıldığı kutlamada verdiği "2010 M100 Medya Ödülü" münasebetiyle yapmıştır. Aslında bu serseri Jones, eğer mevcut kurumlar ile İslam'a ve Müslümanlara karşı kin ve nefret ateşini körüklemeye çalışan medya guruplarından tam bir destek görmüş olsaydı dünyada hiçbir kimse onun bu serseriliğine aldırış etmeyecekti. Ancak yine de onun bu adımı, Batılı sömürgeciliğin politikasına hizmet etmektedir. Zira Amerika, Müslümanların cesetleri ile kanları üzerinden ve servetlerini yağmalananın dışında içinden çıkamayacağı krizler silsilesi ile karşı karşıya kalmıştır. Bu nedenle komünizmin çökmesi ve komünizm tehdidinin yok olmasının ardından sürekli olarak İslami tehdit kabusu ve korkusu oluşturmaya ihtiyaç duymuştur.

Merkel'in üst düzey kalabalık medya ordusu karşısında yaptığı bu açıklaması, hem kendisinin hem de Batılı politikacıların ikiyüzlülüğünün en büyük kanıtıdır. Bazılarının İslam'a saygı duyduğu hatta bazılarının Ramazanda iftar sofraları kurduğu Amerikalı yetkililerin açıklamaları dışında ikiyüzlülük ve yalancılıkta bunların bir benzeri yoktur.

Obama'nın Terörle Mücadele Baş Danışmanlarından John Brennan, Devlet Başkanı Obama'nın geçen Mayıs ayının sonlarında ilan ettiği Ulusal Güvenlik Stratejisine ilişkin yeni belgenin detaylarını değerlendirirken Amerika Birleşik Devletleri'nin "İslam ile bir savaş içerisinde olmadığını" açıkladı ve "Kesinlikle İslam ile bir savaş içerisinde olmadıklarını ve olmayacaklarını" iddia etti.

Irak, Afganistan, Filistin ve Lübnan'da erkek, kadın ve çocuk olmak üzere yüz binlerce Müslümanın katledilmesine gelince; Sayın Brennan bu hususta ne düşünüyor bilemiyoruz? Muhtemelen o bunu, İngiltere İmparatorluğunun 19. asırdaki sömürgeci saldırılar sırasında milyonlarca kurbanın kafatasları üzerine kurulmasını meşrulaştıran "The White man Burden" [Beyaz Adamın Yükü] anlamındaki İngiliz tabiri ile eş anlamlı olan "(Amerika'nın) kaçınılmaz kaderi" anlamına gelen "Manifest Destiny" şeklindeki Amerikan tabirinden öte bir şey olarak görmemektedir. Şüphesiz İslam'a ve Müslümanlara karşı olan savaş, Nebi [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in bisetinden bu yana hiç durmamıştır ve bunu bir önceki Amerikan Başkanı Bush, "Haçlı Savaşı" nitelemesiyle vurgulamıştır. Nitekim bizler bugünlerde; işgal, katliam, sevgili nebimize dil uzatma, Kur'an-il Kerim'i yakma, başörtüsü ve İslam'ın benzeri şiarlarına saldırılması gibi bu savaşın korkunç dönemlerini yaşıyoruz. Allah şu kavliyle ne kadar da doğru söylemiştir:

قَدْ بَدَتِ الْبَغْضَاءُ مِنْ أَفْوَاهِهِمْ وَمَا تُخْفِي صُدُورُهُمْ أَكْبَرُ قَدْ بَيَّنَّا لَكُمُ الْآَيَاتِ إِنْ كُنْتُمْ تَعْقِلُونَ "Gerçekten, kin ve düşmanlıkları ağızlarından (dökülen sözlerinden) belli olmaktadır. Kalplerinde sakladıkları (düşmanlıkları) ise daha büyüktür. Eğer düşünüp anlıyorsanız ayetlerimizi size açıklamış bulunuyoruz." [Âl-i İmran 118]

Ey Müslümanlar!

-Bazılarının dilinde "bu serseri bu tavrıyla hem kendisini hem de kendi milletini kınamakta, ayıplamakta ve Batı hadaratının ayıpları ile iki yüzlüğünü ifşa etmektedir" şeklinde bir söylenti dolaşmaktadır. Her ne kadar bu söz doğru olsa da konumuz bu değildir. Bilakis esas konumuz; Müslümanlara dinleri uğrunda canlarını ve kanlarını feda etmelerini ve bu aşağılık serserilerin dinin hurumatlarına dahası Müslümanların ırzlarına saldırmalarını engellemelerini vacip kılan şeri hükümdür. Aynen bir Yahudinin bir kadının ırzına saldırması ve bunun da Beni Kaynuka'nın Resulullah ile olan anlaşmasının bozulmasına ve onların Medine-i Münevvera'dan sürgün edilmelerine neden olması olayında olduğu gibi.

-Müslümanların yöneticileri, Allah'ın dinine yardım etmek yerine Batılı başkentlerde efendilerinin peşinde soluk soluğa koşuşturmakla dahası sözde terörizme karşı savaşta Amerika'yı hoşnut etmek için Allah ve resulü ile savaşma hususunda birbirleri ile rekabet etmekle meşgul olduklarına göre ümmetin şeri vecibesi, bu yöneticileri alaşağı ederek Allah'ın kitabı ve resulünün sünneti ile hükmedecek, şeri hükümleri tatbik edecek, Müslümanların şerefini koruyacak, ırzlarını ve şereflerini savunacak bir imama biat etmektir. Ki böylece bu aşağılıklar Müslümanlara saldıramasın.

-Tüm ümmetin derhal yapması gereken en az şey ise sömürgeci devletlerin büyük elçilerini ülkelerimizden kovuncaya ve Müslümanların ülkelerinde savaşan Batılı orduların tüm izlerini silmek üzere cihat seferberliği ilan edinceye kadar uyumamasıdır. Bu husustaki şeri kaide şöyledir: "Vacibin kendisi ile tamamlandığı şey de vaciptir." Mademki bunu kendilerini şeytana satan bu yöneticilerin gölgesinde gerçekleştirmek imkansızdır o halde İslam, bugünden tezi yok bu yöneticilerin alaşağı edilmesini ve Allah'ın indirdikleriyle hükmedecek, cihat rayesini yükseltecek, işgal altındaki Irak'ı, Afganistan'ı, Filistin'i ve diğer beldeleri kurtarmaları için Müslümanların ordularına komutanlık edecek, ister mescitlerin inşa edilmesi ister başörtüsüne ilişkin şeri hükme bağlanma isterse benzeri hususlarda olsun Batılı devletleri İslam'ın hurumatlarına ve şiarlarına saldırmayı düşünmeden önce hesaplarını bir kez daha gözden geçirmeye iten kararlı adımlar atacak bir yöneticiye biat edilmesini vacip kılmaktadır. İşte o zaman Müslümanlar, sabah akşam dinlerine meydan okuyan Batılı toplumların zilleti ve dırdırı altında yaşamaya muhtaç olmayacaklardır.

 

كَتَبَ اللَّهُ لأغْلِبَنَّ أَنَا وَرُسُلِي إِنَّ اللَّهَ قَوِيٌّ عَزِيزٌ "Allah, "şüphesiz ben ve resullerim galip gelecektir" diye yazdı. Muhakkak ki Allah, Kavî ve Azizdir." [Mücadele 21]

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER