Cumartesi, 04 Rebiu’l Evvel 1446 | 2024/09/07
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

-Basın Açıklaması- Düşman Amerika'nın Meselelerimize Müdahalede Bulunması; Utanmazlık, Rezillik ve Sonsuza Kadar Bir Utançtır

26.08.2010 perşembe günü, Sudan hükümeti, Darfur'da Barışı Koruma Amaçlı (Birleşmiş Milletler ve Afrika Birliği'nin) Ortak Misyonu ile Amerikan'ın Sudan'daki temsilcisi Scott Gration'un bir araya geldiği üçlü bir toplantı yapıldı. Bu toplantıda Darfur meselesindeki gelişmeler, Darfur krizinin çözümünün idare edilmesi stratejisine ilişkin olarak ortada dönen Amerikan yönetiminin Sudan'a sunduğu öneriler, yardımların mültecilere ulaştırılmasının güvence altına alınmasında ortaya çıkan hususlar ve Darfur'da (UNAMID'in) çalışmasına karşı çıkan meselelere değinilmesinin yanı sıra insani yardım kuruluşlarına olanak sağlanması ele alınmıştır.

Bizler Hizb-ut Tahrir / Sudan Vilayeti olarak, Amerika'nın iç meselelerimize yönelik bu aşağılık küstahça müdahalesini reddediyoruz. Zira bu, hükümet ve bu yüksek temsilci (Gration) ile işbirliği yapan siyasi ortamdaki herkesin alnında bir utanmazlık, rezillik ve sonsuza dek bir utanç lekesidir.

Amerika, ülkemize tamahkarlık eden düşman bir devlet değil midir? Afganistan ve Pakistan'daki Müslüman kardeşlerimizi katledip insansız uçakların taşıdığı bombalarla gece gündüz sivilleri vuran Amerika değil midir? Irak'ı ortaçağ asrına döndüren, kanların ve ırzların mübah kılındığı bir ülkeye çeviren Amerika değil midir? Ardından 05.08.2010 tarihli Amerikan Dışişleri Bakanlığı raporunda geçtiği üzere Sudan isminin hala terörü finanse eden devletler listesinde kalmasını sağlayan bizzat Amerika değil midir?!

Tüm bunlardan daha kötü ve tehlikeli olanı ise Amerika'nın Sudan'ı parçalamaya çalışan bir düşman olmasıdır ve Yüksek Temsilci (Scott Gration da) aslen bu bölünme amacıyla ortaya çıkmıştır. Nitekim bu zat Washington'daki Uluslararası Stratejik Araştırmalar Merkezi'nde 14.07.2010 günü şöyle demiştir: " Afrika'da yeni bir devletin ortaya çıkması için Uluslararası toplumun bir yıldan daha az bir zamanı vardır."  O, bununla meşum Nifaşa Anlaşması'nda geçen şeylerin en tehlikelisi olan self-determinasyon üzerinde yapılacak referandum yoluyla Güney Sudan'da ortaya çıkacak bir devleti kastetmektedir.

Tüm bunlarında ötesinde Amerika'nın Darfur meselesini çözmek istediğini sanıyoruz? Oysa Amerika'nın amacı, daha kolay yutabilmek ve servetlerini çalmak için Sudan'ı param parça etmeyi hedefleyen planları çerçevesinde hareket ederek Güneyi ayırmak için yaptığı gibi Darfur'u bitirmektir.

Şeri hükümle mukayyet olmak, izzet, keramet ve azamet; Müslümanların ülkesinin parçalanmasına veya sömürgeci kafirlerin ülkelerin ve insanların işlerine karışmasına asla izin vermeyecek olan Müslümanların Raşit Halifesinin sıfatlarıdır. Dolayısıyla hepimizin, onu ortaya çıkarmak ve Nübüvvet Minhacı Üzere Raşidi Hilafet Devletini yeniden kurmak için ciddi bir şekilde çalışmalıyız.

İbrâhîm Usmân [Ebu Halîl]
حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir

Resmî Sözcüsü
Sudan Vilâyeti

Devamını oku...

- Basın Açıklaması - İki Müslüman Kılıçlarıyla Karşı Karşıya Gelirse Öldüren de Öldürülen de Ateştedir Bu Ülkede Nasıl Bir Güvenlik Var!?

İbadet, huşu ve Kur'an ayı olan bu mübarek ayın ortalarında Beyrut ve diğer ülkelerdeki oruçlular iftar vakti; tek bir kıbleye yönelen, tek bir kitabı okuyan ve tek bir nebiye tabi olan oruçlu iki gurup Müslüman arasında patlak veren çatışmanın şokunu yaşadı. Saatlerce devam eden savaşta ölü ve yaralı düşenler oldu, maddi hasarlar meydana geldi ve içerisinde Allahuteala'nın isminin zikredildiği bir mescit yıkıldı.

Nedeni ve koşulları her ne olursa olsun, savaşanlar her ne mazeret gösterirlerse göstersinler bu olanlar tüm standartlarıyla çirkin bir hadisedir. Dolayısıyla buna karşı susulması ve bu ülkedeki abesle iştigal eden siyasi sınıfların umursamadıkları gibi umursamamak caiz değildir. Zira müminler arasına merhamet ve sevginin yerleştiği bu mübarek günlerde akıtılan kanın akmasını haklı gösterecek hiçbir şey olamaz. Bu insanlar, Allahuteala'nın şu kavlini hiç okumadılar mı? وَلا تَقْتُلُوا النَّفْسَ الَّتِي حَرَّمَ اللَّهُ إِلا بِالْحَقِّ "Haklı bir sebep olmaksızın Allah'ın haram kıldığı bir nefsi öldürmeyin." [Enam 151] Resul Aleyhissalatu ve's Selam'ın şu kavlini hiç okumadılar mı? كل المسلم على المسلم حرام دمه وماله وعرضه "Her Müslüman'a diğer bir Müslümanın kanı, malı ve ırzı haramdır." [Muslim] Ve şu kavlini: إذا التقى المسلمان بسيفيهما فالقاتل والمقتول في النار "İki Müslüman kılıçlarıyla karşı karşıya geldiklerinde öldüren de öldürülen de ateştedir." Bu faziletli ayda onların kulaklarına SallAllahu Aleyhi ve Sellem'n şu kavli ulaşmadı mı:إِذَا كَانَ يَوْمُ صَوْمِ أَحَدِكُمْ، فَلاَ يَرْفُثْ وَلاَ يَصْخَبْ، فَإنْ سَابَّهُ أحَدٌ أَوْ قَاتَلَهُ، فَلْيَقُلْ: إنِّي صَائِمٌ "Sizden biriniz oruçlu iken kötü söz söylemesin ve kavga etmesin. Şayet birisi kendisine söver veya çatarsa ben oruçluyum desin!" [Muttefikun Aleyh]

Şayet bu meydana gelenler herhangi bir cihetin kararıyla meydana gelmişse işte bu tehlikeli göstergeleri olan büyük bir musibettir ve bu siyasi yapıdaki nizamın kırılganlığını gösterir. Şayet bu meydana gelenler, bir siyasi veya güvenlik kararı olmaksızın bir anlık durumdan doğmuşsa o zaman ellerinde silah ve onu dağıtma kararına sahip olan yetkililerin, tarafları bu çizgilerini tekrar gözden geçirme çağrısında bulunmaları gerekir.

Ayrıca füzeler de dahil savaş silahlarının bu şok ve yoğun görüntüleri şaşırtıcı bir durumdur. Zira onlarca kişinin sırf evlerinde kullanmadıkları bireysel silah bulundurmaları yüzünden tutuklanıp senelerce hapisle yargılandıklarını gözlemleyen bir kimse bu ülkede sınır ötesi bir güvenliğin olduğunu zannederken birdenbire caddelerde, sokaklarda ve konut evleri aralarında kan akıtmak üzere bir anda ortaya çıkan füze silahlarıyla şok olmaktadır. O halde bu ülkede nasıl bir güvenlik var?!

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Hizb-ut Tahrir / Sudan Vilayeti, Faaliyetler ve Etkinlikler Amacıyla Kadarif'de İkinci Bir Konferans Yaptı

Hizb-ut Tahrir / Sudan Vilayeti, faaliyetler ve etkinlikler amacıyla H. 11 Ramazan 2010 el-muvafık M. 21 Ağustos 2010'da Kadarif şehrinde ikinci bir konferans yaptı. Bunu ise "Sudan'ın Birliğini Korumak İçin Etkinliklerin ve Faaliyetlerin Rolü" başlığı altında Emekçiler Sendikası'nın salonunda gerçekleştirdi. Konferans sırasında aşağıdaki şekilde üç sunum yapıldı:

1. Birinci sunumu Hizb-ut Tahrir üyesi Şeyh Muhammed el-Hasen yaptı ve bu sunumda, İslam Devleti'nin kurulmasının keyfiyetini, Nebi [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in bunun için neler yaptığını, devletin gölgesinde gerçekleştirilen fetihleri ele almasının ardından fetihleri durdurmaya götüren sebeplere değindi.

2. İkinci sunumu Hizb-ut Tahrir / Sudan Vilayeti Merkezi Temas Lecnesi Başkanı Nasır Rıza yaptı ve bu sunumda, yapılan etkinliklerin ve faaliyetlerin ümmeti bugün yaşamış olduğu durumundan kurtarmadaki rolünü ele aldı

3. Üçüncü sunumu Hizb-ut Tahrir / Sudan Vilayeti Vilayet Meclisi üyesi Muhammed Haşim sundu. Bu sunumda bugünlerde Sudan halkının ve tüm Müslümanların zihnini meşgul eden Güney Sudan'ın Kuzeyinden ayrılması meselesini ele aldı. Özellikle toplumun ileri gelenleri, liderleri, alimleri, görüş ve nüfuz sahipleri olmak üzere tüm katılımcıları, gelecek Ocak ayında yapılması planlanan referandumu reddederek Amerika başta olmak üzere kafir Batının liderlik ettiği parçalama planları karşısındaki sorumluluklarını yüklenmeye teşvik etti.

Konferansa; kabile gözlemcileri, belediye başkanı, şeyhler, alimler, üniversite hocaları, mescit imamları, tarikat şeyhleri ve hükümet bakanlarından Kadarif temsilcileri gibi farklı kesimlerden katılımlar oldu. Özellikle hizb, tüm ümmeti vahdet rayesi, yani Allah'ın izniyle yakında geri dönecek olan Raşidi Hilafet Devleti'nin gölgesindeki [لا إله إلا الله محمد رسول الله] rayesi altında toplamak için çalışıyorken hizbin ümmetin birbirine kenetlenmesi, birliğinin korunması ve bu birlikte ifrata kaçılmaması hususundaki rolünü takdir ettiler.


İbrâhîm Usmân [Ebu Halîl]
حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir

Resmî Sözcüsü
Sudan Vilâyeti

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- İç Bölünmüşlüğünüz İşgalcilerin Gücünü Artırıyor Ey Müslümanlar!

Afganistan'daki Kutsan ve Hazara kabileleri arasındaki kanlı çatışmanın üzerinden uzun zaman geçti. Zira hala devam eden iki kabile arasındaki çatışmada her iki taraftan da birçok kişi öldü. Zayıf hükümetin tepkisi ise onun Müslümanların haram kılınan kanlarını önemsemediğini göstermektedir. Zira o, efendilerine hizmet etmekle meşgul olup tertemiz kanların akmasını durdurmak için ciddi tekbir adım dahi atmamıştır.

Bizler her iki tarafa da Resulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in şu hadislerini hatırlatırız:

سباب المسلم فسق وقتاله كفر "Müslümana sövmek fısktır. Onunla çarpışmak ise küfürdür."

إذا التقى سيفا المسلم فالقاتل والمقتول في النار "İki Müslüman kılıçlarıyla karşı karşıya geldiğinde öldüren de öldürülen de ateştedir." Evet, bir Müslümanı öldürmek, Subhânuhu ve Te'alâ'nın hak mizanında azim bir günahtır.

Hiç şüphesiz şu an, silahları düşmanların göğüslerine doğru doğrultma, öfkeleri onlara yöneltme ve onları Afganistan'dan kaldırıp atma, bunun ardından da kendimizi iç çatışmaları çözmeye vermemizin anıdır. Zira bizim zayıflığımız ve iç çatışmamız, işgalcilerin varlıklarına ve ülke işlerine müdahalede bulunmalarına ciddi bir fırsat vermektedir. Onların arzulayıp durdukları da işte budur.

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Ey Alimler! Ya Hayrı Konuşun Yada Susun!

Afganistan'ı saran heyecanla saltanat alimleri ile mescit imamları, İslam Konferansı Örgütü'nün üst düzey temsilcilerini davet etmek için birbirleriyle yarıştılar. Aynı zamanda ülkedeki krizin çözümü için hükümetten İslami hadler kanununun tatbik edilmesini de talep ettiler.

1. İslam Konferansı Örgütü'nü Hilafet Devleti yıkıldıktan sonra bizzat sömürgeciler kurmuştur. Ümmet, kuruluşundan beri bir gün olsun bu örgütün hayrını görmemiştir. İslam Konferansı Örgütü, yemek ziyafeti verilen masalarda bir araya gelen sonra da dağılan ajanlar topluluğundan öte bir şey değildir. Örgüt, ümmetin tek bir sorununu bile çözmede başarısız olmuştur. Dahası örgüt, İslam dünyasındaki çıkarlarını korumak için Batılı sömürgecilerin ellerinde bir oyuncak olmayı sürdürmektedir.

2. Alimlerin; Afganistan'daki krizin çözümü için Afganistan'da hadlerin tatbikini talep etmesi onların bu talebe icbar edildiklerini göstermektedir. Yoksa alimler, bu süre boyunca neden sessiz kaldılar? Zira onlar, Allah'ın inzal ettiklerinden başkasıyla yönetmenin büyük günah ve Allah'ın inzal ettiklerinden başkasıyla yöneten yöneticinin ise ya fasık ya zalim yada kafir olduğunu bilmektedirler.

3. İngiltere Dışişleri Bakanı geçenlerde şöyle bir açıklamada bulundu: "Bizler demokratik İslam'a karşı değiliz. Ancak bizler mevcut hadleri kabul etmeyen Hilafet Nizamına karşıyız."

Saltanat alimlerin bu talebi, İslam'ı demokrasi için bir gölge kılmaya çalışan eğilimin yansıtmaktadır ki bu, şüpheli ve sinsi bir taleptir.

Saltanat alimlerin düşen Allahu [Subhânehu ve Te'alâ]'nın gazabından korkmaktır ve İslam'ın tatbiki hususunda -dikkat edin o Hilafettir- Resulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in metodunu tahrif etmeleri ise caiz değildir. Dolayısıyla alimlerin yapması gereken; İslam'ın bir kısmının tatbik edilmesini talep etmek yerine İslam dünyasındaki bütün Batılı egemenlik görüntüsünü yok edecek ve ümmetin birliğini tek bir Halife liderliği altında tekrar geri döndürecek olan Hilafet Devleti'ni kurmak yoluyla tüm İslam'ın tatbik edilmesini talep etmeleridir.

Şayet bu sahte alimlerin hak sözü söylemeye güçleri yetmiyorsa onlara düşen susmalarıdır. Zira bu, kendileri için daha hayırlıdır.

 

Devamını oku...

Hizb-ut Tahrir / Türkiye Vilayeti İslam Ümmetinin Fıtır Bayramı'nı Tebrik Eder

  • Kategori Türkiye
  •   |  

Sizleri İslam'ın sıcak selamıyla selamlıyoruz. es-Selamu Aleykum ve Rahmetullahi ve Berakâtuh,

Mübarek Fıtır Bayramınızı (Ramazan Bayramınızı) en içten dileklerimizle tebrik ediyor, Mevlâ'mızdan bu bayramı hayır ve rahmet kılmasını diliyoruz. Müslümanların içinde yaşadıkları bu vahim durumdan ve Amerika, İngiltere, Fransa, Rusya, Yahudi varlığı ve diğer kafir devletlerin hegemonyasından tam manasıyla kurtulması için Rabbimizin yardımını diliyoruz. Kendilerine hükmeden küfür nizamlarına son verip Allah'ın kitabı ve Resulü'nün sünnetini uygulama konumuna getirecek, kafir devletlerin kuklası olmuş bu zalim yöneticileri alaşağı edip Müslüman ülkeleri tek bir devlet çatısı altında birleştirecek, mikrobik Yahudi varlığına son verecek ve İslam'ın hidayet ve nur ışığını dünyaya taşıyacak olan Râşidî Hilâfet Devleti'ne yeniden kavuşmak için Müslümanlara kendi katından aziz bir zafer ile ikramda bulunması için alemlerin Rabbine yalvarıp yakarıyoruz!

Fakat ne yazık ki, bu tebrikimiz buruk bir tebriktir. Çünkü ne Rabbimizin razı olduğu İslami bir hayat yaşayabiliyoruz ne de kafirlerin bize ve dinimize yönelik vahşiyane saldırılarına engel olabiliyoruz. İçinde bulunduğumuz bu zamanda ne kadar acıdır ki, tümüyle İslam'a ve Müslümanlara muhalif işler yapılmakta, hükümler çıkartılmakta ve inançlarımıza acımasızca saldırılmaktadır.

Ey Muhterem Müslümanlar!

Ramazan'da kendisine kulluk ettiğiniz Allah Subhânehu ve Te'alâ bütün aylarda kendisine kul olunmaya müstahak olandır. Siz Müslümanlardan, bu kerim itaat ve ibadet ayından sonra Allah Subhânehu ve Te'alâ'ya yaklaşmanızı ve Allah Subhânehu ve Te'alâ'nın bütün hayatınızı ve davranışlarınızı düzenleyen bir sistem getiren ve gerçekten insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmet olmanız için sizi yükselten bir din göndermiş olduğunu idrak etmenizi istiyoruz. Zira İslam ümmetinin başına gelen tüm bu feci olaylar; Müslümanların, Allah ve Resulü'nün yolunu izlemekten ve Allah'ın kendileri için seçtiği İslam dinini O'nun bulunmasını istediği konuma yükseltmekten başka herhangi bir çarelerinin olmadığını apaçık bir hakikat olarak göstermiştir.

Evet! Şüphesiz ki İslam ümmeti bu içler acısı durumunu değiştirme kuvvetine sahiptir. Nitekim bu durumu değiştirmeyi ümmetin üzerine farz kılan Allah Subhânehu ve Te'alâ, kendisinin rızasını kazanmak amacıyla olduğu ve kendisinin gösterdiği metodu takip ettiği sürece bu ümmeti yardımsız bırakmayacaktır. Ümmetin yapması gereken tek şey, bu durumu değiştirmek için doğru metodu izlemektir. İşte bizler bu metodu bir farziyet ve sorumluluk olarak yerine getiriyor ve ümmetin bu metodu tam bir berraklıkla anlaması ve üzerinde yürümesi için çalışıyoruz.

Ey Kerim Kardeşlerimiz!

Size Ramazan'da ibadet ve itaati farz kılan ve sizin de O'nun çağrısına icabet ettiğiniz Allah Subhânehu ve Te'alâ, Râşidî Hilâfet Devleti'ni kurmak için çalışmayı da üzerinize farz kılandır. Allah'ın indirdikleriyle yönetmeye muvaffak olmak için ciddi ve ihlaslı bir şekilde çalışan kardeşlerinize yardım etmeniz de farzdır. Bunun için Rabbinizin çağrısına icabet ediniz ve üzerinize farz kıldıklarını yerine getiriniz. Şunu biliniz ki Allah Subhânehu ve Te'alâ sizin için iki hayat seçmiştir: Dünyada İslam akidesi ve İslam nizamı gölgesinde aziz ve şerefli bir hayat, ahirette de Allah'ın rızası ve rahmeti gölgesinde eşsiz nimetler ve ebedi cennet hayatı... Allah'ın sizin için seçtiği bu iki harika hayatı reddetmeyiniz! Allah'a yöneliniz ki O da yardımını size yönlendirsin ve size izzet ile zafer versin. Bu vesileyle tüm Müslümanların mübarek Fıtır Bayramını tekrar tebrik eder, bu mübarek bayramın tüm İslam ümmetine hayırlar getirmesini ve önümüzdeki Adha Bayramını hep birlikte Râşidî Hilâfet Devleti çatısı altında kutlamayı nasip etmesini Alemlerin Rabbinden niyaz ederiz.

Allah'ın selâmı, rahmeti ve bereketi üzerinize olsun!

 

Devamını oku...

Müslümanlar Anayasa Referandumunun Muhatabı Olmamalıdır

  • Kategori Türkiye
  •   |  

12 Eylül darbecilerinin hazırlattığı 1982 Anayasası üzerinde birtakım değişiklikler içeren Anayasa Paketi, Anayasa Mahkemesi'nin kararı akabinde 12 Eylül 2010 günü referanduma götürülüyor. Hayatın her alanında Allah'ın razı olduğu şekilde yani İslâmî hükme uygun hareket etmek her Müslüman için kaçınılmaz bir vazife olduğundan, Allah'tan hakkıyla korkan, Ahiret Günü'nün hesabından çekinen takvalı Müslümanların bu meseleye karşı takınması gereken tutumun açıklanması elzemdir.

Meselenin esasına değinmeden önce, mahiyetine bakmak gerekirse görülür ki bu paket, içerik itibariyle Müslümanlar açısından hiçbir fayda ve hiçbir değer taşımamaktadır. Zira paketin içeriğindeki maddelerin Müslümanların hayatında değiştirdiği somut bir İslâmî kazanım söz konusu değildir. Kişisel verilerin korunması, belli halk kesimlerine pozitif ayrımcılık, yurtdışına çıkış yasağı, ailenin korunması ve çocuk hakları, emekliler ve memurlar için toplu iş sözleşmesi hakkı, bilgi edinme ve kamu denetçiliği kurumu oluşturulması, Yüksek Askeri Şura kararlarına ve disiplin kararlarına yargı yolunun açılması, kuvvet komutanlarının yargılanma şekli, askeri yargının görev kapsamı, adalet hizmetlerinin denetimi, siyasi partilerin kapatılmasına ilişkin düzenlemeler, Ekonomik ve Sosyal Konsey kurulması, Anayasa Mahkemesi ve Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK)'nın yapısı ve işleyişine dair düzenlemeler, 12 Eylül darbecilerinin yargılanmasının önünü açmak üzere anayasanın geçici 15. maddesinin kaldırılması vs... Bütün bunlar, iddia edildiği gibi ilgili alanlarda köklü değişikliklerden ziyade sözde nispî bir iyileştirme niteliğindedir. Zaten 1982 Anayasası üzerinde daha önce 16 kez değişiklik yapılmış, 177 maddesinden 85'i değiştirilmişti ve şimdi de 25 madde daha değiştirilmek isteniyor. Bu da gerçekten bir gereklilik sonucu değil, bir mecburiyet ve uzlaşma sonucu ortaya çıkmaktadır. Çünkü hükümetin arzusu yeni ve kapsamlı bir sivil anayasa çıkarmaktı ama Anayasa Mahkemesi'nin başörtüsü kararından sonra bu fırsat kaçırılınca referandumlar yoluyla anayasal değişiklikler yapılma mecburiyeti doğdu. Bu mecburiyet, ülkenin siyaset sahnesinde birbirleriyle çatışan kesimler arasında bir uzlaşma yapılmasını kaçınılmaz kıldı ki bu da Anayasa Mahkemesi'nin kararıyla sağlandı. Paketin Meclis'te oylanması sürecinde yapılan açıklamalardan, paketin içeriği konusunda mevcut siyasi partiler arasında görüş birliği olduğu, ancak Anayasa Mahkemesi ve HSYK hakkındaki iki madde hakkında anlaşmazlık olduğu açıkça anlaşılıyordu. Dönemin CHP lideri Deniz Baykal, bu iki madde haricinde paketi destekleyeceklerini bile söylemişti. İşte bu rötuş Anayasa Mahkemesi'nce yapıldı ve sonuçta HSYK'da hükümet lehine, Anayasa Mahkemesi'nde ise hükümet aleyhine bir düzenlemeye gidilerek bu yeni versiyonla paketin referanduma götürülmesinin önü açıldı.

Referandum ekseninde şekillenen "Evetçi", "Hayırcı" ve "Boykotçu" kesimlere gelince; paketin içeriği konusunda kamuoyu nezdinde net bir tasavvur olmadığı ve pasif halk yığınlarının sloganlarla ayartılması gerektiği için, bu kamplaşmalar bilinçli ve fikrî değil, duygusal, slogancı ve liderlerin şahısları ekseninde oluşmuştur. Bu da miting meydanlarında, halka hitaplarda, gazete köşelerinde ve televizyon ekranlarında son derece çirkin görüntüler oluşmasına, hakarete varan aşağılayıcı sözler sarf edilmesine yol açmıştır. Mesele bir nevi darbecilik yanlısı-karşıtı, demokrasi yanlısı-karşıtı havasına sokulmuştur. CHP'nin tavrı kendi içinde tutarsız ve çelişkilidir, çünkü başta karşı çıkmadığı bir pakete şimdi hayır demenin gerekçelerini bulmakta zorlanmaktadır. Yine hayır diyen MHP'nin tavrı da hayatta kalma mücadelesi ile kendi varlığını ispatlama ikilemi arasında debelenen düşük bir tavırdır. Bu ikisi hükümet karşıtlığı ve gelecek dönem iktidara ulaşma hesapları içerisinde bu tür tavırlar sergilemektedir. Keza BDP de bir yandan paketin içeriğini genel olarak kabul ederken öte yandan bazı taleplerinin karşılanmamasına öfkelenip boykot kararı alarak çıkmaza düşmüştür. Fakat şu var ki her üç parti de esasında hükümet ile bu paket hususunda görüş birliği içindedir, ancak her birinin özel durumu ve mecburiyetleri onları bu tür tavırlara itmektedir. O nedenle oluşan bloklar "Evet ama Yetmez", "Hayır ama Fena Değil" ve "Boykot ama Fark etmez" karakterindedir ve aralarında ciddi bir fark yoktur. Dolayısıyla Başbakan Erdoğan'ın "taraf olmayan bertaraf olur" sözü, sistem-içi siyasi örgütlenmelerden ziyade bilhassa sisteme kökünden karşı çıkan Müslümanları hedef almaktadır.

Sonuçta bu paket hiçbir köklü değişiklik içermemekte, İngiliz-tipi statükoya son vermemekte, hatta statükocu ve revizyonist odakların uzlaşması sonucudur ve abartıldığı kadar 13 Eylül sabahı yeni bir Türkiye doğmayacaktır. Aksine çatırdamakta olan bir anayasanın suni yapıştırıcılarla onarılma çabası ile birlikte siyasi partiler ve çevrelerindeki kesimler kendilerini önümüzdeki yılki seçimlere hazırlamaktadır.

Ey Müslümanlar!

Bu devlet sizin devletiniz değildir, bu sistem sizin sisteminizdir değildir, bu anayasa sizin anayasanız değildir, bu paket de sizin paketiniz değildir. Çünkü bu devlet, Osmanlı İslam Hilâfeti'ni yıkarak kurulmuş kukla bir devlettir, bu sistem İslâm sistemlerinin yerine getirilmiş bir küfür sistemidir ve bu anayasa Allah'ın Kitâbı ve Rasulü [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in Sünneti'nden alınmış İslâmî bir anayasa değil, sömürgeci Batılı kafir devletlerden ithal edilmiş bir sömürge anayasasıdır. Şu halde böyle bir devletin, böyle bir sistemin, böyle bir anayasanın böyle bir paketi, esastan ve detaydan bâtıldır ve Müslümanlar ile hiçbir ilgisi yoktur. Velev ki içerisinde Müslümanların hoşuna gidebilecek, sıkıntılarını giderebilecek, onları rahatlatabilecek düzenlemeler olsa dahi -ki yok- kâfir bir devletin küfür sisteminin sömürge anayasasına ilişkin herhangi bir pakete karşı Müslümanların tavrı, onu reddetme ve hiçe sayma tavrıdır. Zîra Allah [Subhânehu ve Te'alâ] şöyle buyurmaktadır:

وَالَّذِينَ اجْتَنَبُوا الطَّاغُوتَ أَن يَعْبُدُوهَا وَأَنَابُوا إِلَى اللَّهِ لَهُمُ الْبُشْرَى فَبَشِّرْ عِبَادِ  "Tâğut'a kulluk etmekten kaçınıp, Allah'a yönelenlere müjde vardır. Kullarımı müjdele." [ez-Zumer 17]

Müslümanların sorunlarının çözümü; mevcut küfür sistemlerinde değil, inkılâbî-ideolojik bir köklü değişim yoluyla İslâm'ın bir bütün olarak hayata hakim kılınarak İslâmî hayatın yeniden başlatılmasındadır. On yıllardır yaşanan acı tecrübeler, başa gelen musibetler ve son dönemde ümmetin evlatları arasındaki canlılık sonucu, mevcut sistemlerin Müslümanlar için belanın kaynağı olduğu, küresel sömürgeci kâfirlerin maşası olduğu -ki bu anayasa paketinin ardında Amerika ve Avrupa Birliği vardır- ve bunlardan en kısa zamanda kurtulmak gerektiği artık inkâr edilmez bir hakikat halini almıştır.

Ey Müslümanlar!

Hizb-ut Tahrir / Türkiye Vilayeti sizleri, 12 Eylül sabahı sandık başına gitmemeye, bu referanduma karşı ret ve yok sayma tavrı sergilemeye, sadece bu referandumu ve anayasa paketini değil, bir bütün olarak mevcut yönetim sistemini kökünden reddetmeye, Râşidî Hilâfet Devleti'ni kurarak İslâmî hayatı yeniden başlatmak için kendisiyle birlikte çalışmaya ve hiçbir kınayıcının kınamasına aldırış etmeksizin Allah Subhânehu'yu razı edecek onurlu duruşlar sergilemeye ve sokak sokak, meydan meydan, şehir şehir dolaşıp sizleri aldatmaya çalışan bezirganlara uymamaya çağırıyor. Yine de icâbet etmeyecek misiniz?

أَلَمْ تَرَ أَنَّهُمْ فِي كُلِّ وَادٍ يَهِيمُونَ، وَأَنَّهُمْ يَقُولُونَ مَا لاَ يَفْعَلُونَ، إِلاَّ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ وَذَكَرُوا اللَّهَ كَثِيراً وَانتَصَرُوا مِن بَعْدِ مَا ظُلِمُوا وَسَيَعْلَمُ الَّذِينَ ظَلَمُوا أَيَّ مُنقَلَبٍ يَنقَلِبُونَ  Görmüyor musun, onlar her vâdide şaşkın şaşkın dolaşırlar ve yapamayacakları şeyleri söylerler. Ancak îman edip sâlih amel işleyenler, Allah'ı çokça zikredip zulme uğratıldıktan sonra zafere ulaşmaya çalışanlar başkadır! Zaten zulmedenler, nasıl bir yıkılış ile yıkıldıklarını çok yakında bileceklerdir. [eş-Şu'arâ 224-227]

 

Devamını oku...

Genel Bir Hitap: Parlamenter Seçimlere Katılmayın

  • Kategori Afganistan
  •   |  

Parlamentonun tarihi, Afganistan ve tüm İslam âlemindeki birçok Müslümanın nezdinde pek açık değildir. Dolayısıyla açığa çıkarılması gereken öncelikli efsane, parlamento fikrinin modern ve tamamen yeni bir şey olup İsa Aleyhi's Selam'ın Havarileri veya Muhammed Aleyhi's Salatu ve's Selam'ın ashabı zamanında bilinmeyen bir şey olduğunu söyleyen görüşün bozuk olduğudur. Çünkü eski Yunanlılarda "genel kurullar" ve "beş yüz komiteleri" bulunurken Romalılarda "Senatus" [yaşlılar kurulu] ve Araplarda ise "Dâr-ı Nedve'leri" bulunmaktaydı. Dolayısıyla Yunanlılardaki genel kurul ile Romalılardaki senatus, İsa Aleyhi's Selam'ın gönderilmesinin 500 yıl öncesinde kurulduklarından beri istişare vazifesi görmekteydi. Dolayısıyla da bu kurumlar, ne Nebi İsa Aleyhi's Selam'ın ashabına ne de bizim nebimiz Muhammed Aleyhi's Salatu ve's Selam'ın ashabına yabancıdır.

İkinci husus ise bu kurumların yeni olduğunun ve bunların bu modern çağda bir zorunluluk haline geldiğinin propagandasının yapılmasıdır. Bunun içindir ki şöyle söylemekteler: "Nebi [SallAllahu Aleyhi ve Sellem], şayet bunları bilmiş olsaydı kesinlikle reddetmezdi." Parlamento gibi bir kurum fikrinin ömrü en az 2500 yıllıktır. Yani İslam ve Nasraniliğin her ikisinden de daha eskidir. İşte bu hakikat, İslam düşmanı kapitalizmin savunucuları tarafından görmezden gelinmektedir. Ayrıca İslam'ın, yönetim konseyi veya yasama keyfiyeti veya yönetim meselesine karışmadığı iddiası cehaletten veya taraflı propagandadan kaynaklanan aptalca bir iddiadır. Bu iddianın propagandası; son yüzyılda sadece Batı tarafından yapılmamakta, sadece onların ajan yöneticileri tarafından yayılmamakta ve sadece Batılı aydınlar olarak adlandırdıkları kimseler tarafından savunulmamaktadır. Bilakis şu anda bazı saltanat alimleri tarafından doğrulanır ve etüt edilir bir hale gelmiştir!

Otuz yıl önce bazı alimler, İslam'ı sosyalizme benzeyen bir din gibi sunmak için büyük çaba harcadılar. Bu günümüzde de tüm içeriği ile kapitalist demokrasi kılıfının olduğu başka bir slogan altında aynı şeyi yapmaktalar ve kapitalist fikirleri benimsemeksizin ilerlemenin imkansız olduğunu iddia etmekteler.

وَلاَ تَلْبِسُواْ الْحَقَّ بِالْبَاطِلِ وَتَكْتُمُواْ الْحَقَّ وَأَنتُمْ تَعْلَمُونَ "Hakkı batıla karıştırmayın ve bile bile de hakkı gizlemeyin." [el-Bakara 42]

Bu modernitenin alınmasını Müslümanlara meşru gösteren hüccetleri kaybetmiş olan insanlardan birçoğu sürekli parlamento ile İslami şurayı mukayese etmektedirler. Ayrıca "Loya Jirga" diye adlandırılan -ki bu, Afganistan'daki bir olgudur- şey ile İslami şura arasında sahih olmayan başka bir mukayese daha vardır. Bu Loya Jirga, bazı tarihçilerin söylediklerine göre kral Kanişka dönemine dayanmaktadır. O halde bunun İslami olması nasıl mümkün olabilir? Zira her ikisinde de İslami şuraya benzeyen hiçbir şey yoktur.

Mesela; Müslümanlar ile Nasraniler salah kılıyorlar ve bunların kilise ve mescit gibi ibadethaneleri bulunmaktadır. Bir kişi tutar da bundan Nasranilerin de Müslümanlar gibi olduğu çıkarımını yaparsa kesinlikle hata etmiş olur.

İslam'da ve Budizm'de züht ve dünya zevklerinden uzak yaşamak vardır. Tutar da bundan bizim evlenmemiz caiz değil ve ruhban olarak kalmamız gerekir sözüne ulaşırız çıkarımını yaparsak sünnete muhalefet etmiş oluruz. Dolayısıyla mescit ve evlilikle ilgili şeylerde bu gibi mukayese ve kıyası yapamıyoruz da neden bunu siyasi meselelerde yapıyoruz? Parlamento ve şuranın her ikisinin de istişare görevi yapıyor olması her ikisinin de aynı olduğu anlamına gelmez.

Parlamentonun sadece istişare görevi yoktur. Bilakis yasama görevi de vardır. Yasama ise kitap, sünnet, icmâ ve kıyastan uzak olup İslami değildir dahası o küfürdür. Parlamento, şeriatın getirmiş olduğu sonucun aynısına başka bir bakış açısı ve İslami içtihat metodundan başka bir metotla varmış olsa bile İslam'ın dışında başka bir şeyden istinbat edilen her kanun böyledir. Mesela parlamento, oy çokluğu ile zinanın haram olduğu sonucuna varmış olsa bu İslami olarak addedilmez. Çünkü bu, İslami naslardan fışkırmamıştır. Dahası bu, bir küfür hükümdür.

أَفَغَيْرَ اللَّهِ أَبْتَغِي حَكَمًا وَهُوَ الَّذِي أَنزَلَ إِلَيْكُمْ الْكِتَابَ مُفَصَّلًا وَالَّذِينَ آتَيْنَاهُمْ الْكِتَابَ يَعْلَمُونَ أَنَّهُ مُنَزَّلٌ مِنْ رَبِّكَ بِالْحَقِّ فَلَا تَكُونَنَّ مِنْ الْمُمْتَرِينَ "Allah'tan başka bir hüküm veren mi arayayım? Size kitabı açıklanmış (tafsilatlı) olarak indiren O'dur. Kendilerine kitap verdiğimiz kimseler onun (kitabın) senin rabbinden hak ile indirildiğini biliyorlar. O halde sakın kuşku duyanlardan olma!" [Enam 114]

Ey Afganistan halkı!

Bu insanların İslami yönetime iltifat etmediklerini görmek hiç de zor değildir. Zira yöneticilerin ve parlamento üyelerinin birçoğu fesada, zulme ve ihtilasa [zimmete para geçirme] bulaşmışlardır. Nitekim geçmişte Afganlı Müslümanlardan birçoğunu pişmanlık duymaksızın öldürdüler. Bu amellerin hepsi haramdır ve sizler onların bu haram girdabında boğulduklarını bilmektesiniz. Zira bu insanların, yasama meselelerinde İslam hükümlerine muhalefet edilmesi ile herhangi bir sorunları yoktur.

Bizler sıradan insanların defalarca şayet parlamentoda yasa yapmak haramsa neden liderler orada oturmaktadır dediklerini işitiyoruz? Bu sorunun cevabını bulmaları için aşağıdaki sorulara cevap vermeleri gerekir:

Bu insanlar, aldıkları rüşvetten, yaptıkları ihtilas amellerinden ve sıradan insanlara zulmetmelerinden dolayı hiç üzülüyorlar mı? Yabancıların çaldıkları uranyumu veya düğünlerde işgalci kuvvetlerin eliyle masumların katledilmesini hiç önemsiyorlar mı? O halde neden parlamentodaki yasamanın helal veya haram olmasını önemsesinler ki? Sanki her şey kendi mallarıymış gibi büyük saraylarda oturduklarını ve lüks arabalarla sokaklarda dolaştıklarını görmüyor musunuz? Onlara bu şekilde tasarrufta bulunma hakkını kim veriyor? Aileleri, yoksul çiftçilerden veya yerel mescit imamlarından veya yerel kabile liderlerinden oluşurken onlara bu lüks içinde olma hakkını kim veriyor? Bu refaha nasıl ulaştılar? Bu meselelerde neden İslam'a göre davranmıyorlar?

Onlardan birçoğu orada, İslam'ı savunmak yada sizleri temsil etmek için değil güçlerini, konumlarını ve lüks arabalarını korumak için parlamentodaki sandalyeleriyle ilgilenmekteler.

Sizlere parlamenter seçimlere katılmamakla ilgili halis bir nasihatte bulunmak istiyoruz. Nebi [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in, mümin bir delikten iki defa geçmez hadisini işitmediniz mi? İslam'dan başkasıyla yasa yapılmasına meşruluk mu vermek istiyorsunuz? Faizin haram kılınması sorumluluğunu mu yüklenmek istiyorsunuz? Bunun yanı sıra bu seçimlerden sekiz yıl içerisinde fakirlik, fesat ve zulümden başka ne elde ettiniz?

Bu trajik konumdan kurtulmanın tek metodu, Allah'a itaat etmek, Hilafeti kurmak ve kapitalist demokrasi nizamı gibi kapitalizm mefhumlarının her tür çeşidine güven duymamanızdır ve orada bundan başka bir yol da yoktur. Şayet nasihatimizi dinlemekten yüz çevirirseniz Pakistan ve Irak'a bakınız. Zira her iki ülkenin yöneticileri de Batının dostudurlar. Batının Pakistan ve Irak'ta neler yaptığı da gözünüzün önündedir!

O halde Allah'tan ittika edin, Hilafeti ikame etme görevinizi yerine getirin ve bunun gerçekleşmesi için de Hizb-ut Tahrir'e yardım edin.

 

وَمَا عَلَيْنَا إِلاَّ الْبَلاَغُ الْمُبِينُ "Bize düşen ancak apaçık bir tebliğdir." [Yasin 17]

 

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER