Cumartesi, 04 Rebiu’l Evvel 1446 | 2024/09/07
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

Ey Müslümanlar: İslamınıza Sımsıkı Sarılınız ve Demokratik Seçimleri Boykot Ediniz

  • Kategori Doğu Afrika
  •   |  

Kenya'nın bağımsızlığına kavuşmasından bu yana 4 Ağustos 2010'da ikinci defa anayasa referandumunun yapılması kararlaştırılmıştır. Bu günlerde her yerde zirveye ulaşan referandum kampanyası hazırlıkları başlamıştır. Ne yazık ki oradaki bazı şahsiyetler, katılımın sadece bir görev olmayıp bilakis Allahu [Subhânehu ve Te'âla]'nın mukaddes bir farzı olduğuna vurgu yaparak Müslümanları bu referanduma aktif olarak katılmaya teşvik etmektedirler!

Bu bağlamda demokratik nizamın vakıasını, onun aslını, demokrasinin kaynaklandığı akideyi açıklamamız ve demokratik seçimlere katılmanın şeri hükmünü beyan etmemiz çok önemlidir ki böylece muhlis Müslümanlar azim İslamlarının kendilerine emrettiği duruma sımsıkı sarılsınlar.

Demokrasi; insanlar manasına gelen "Demos" ile yönetim veya sulta manasına gelen "Kıratus" olmak üzere Yunanca iki kelimeden oluşan bileşik bir isimdir. Yani insanlar tam bir egemenlik ve otorite hakkına sahip oldukları gibi herhangi bir cihetin hiçbir müdahalesi olmaksızın hayat işlerini idare eden kanunlar koyma hakkına da sahiptirler. İşte bu esasa binaen de demokratik nizamdan temel özgürlükler fışkırmıştır. Bunlar ise akide özgürlüğü, fikir özgürlüğü, mülkiyet özgürlüğü ve şahsi özgürlüktür. Yani insana dilediğini söyleme ve ifade etmede tam bir özgürlük verilmiştir.

Demokrasi; Batılı bir yönetim nizamı olup dini hayattan veya siyasetten ayıran laiklik akidesinden fışkırmıştır. Bu laiklik akidesi ise eski yunanlılardan gelmiştir. Tarihsel olarak da miladi 18. asırda Avrupa ve Birleşik Devletlerdeki ideolojik devrimler sonrasında ortaya çıkmıştır. Bunun ardından 1776 yılında Amerika Birleşik Devletleri anayasası ilan edilmiş bunu ise M. 1789'daki Fransız devriminin ardından Fransız anayasası takip etmiştir. Laiklik, İngilizce "ibadet yerinin dışındaki alan" anlamına gelen sekülarizm demektir. Bu akidede insan, hayatı ile dininin arasını ayırmaktadır ki böylece din, ibadet alanındaki dört duvar arasına hapsedilmiş siyasî, iktisadî, anayasa, yargı ve benzeri işler gibi genel hayat işlerine hiçbir katkısı ve etkisi olmayan bir şekilde kalagelsin... Bunun yerine laiklik, tüm bu işleri gözetmek için çıkarılan kanunlarda beşeri isteklere ve sınırlı bir akıla hasredilmektedir.

Demokrasinin vakıasının açıklanmasından sonra İslam'ın, demokrasinin bir küfür nizamı olduğuna hükmettiğinde ve bir Müslümanın ona inanmasını veya onun tatbik edilmesine davet etmesini haram kıldığında şüphe yoktur ki bu da aşağıdaki nedenlerden dolayıdır:

Birincisi: Demokratik akide, "dinin hayattan ayrılmasıdır" (bu da laikliktir) ki bu, zayıf bir mahluk olan insanın otorite hususunda yaratıcısıyla çekişmesi, yaratıcının otoritesini ibadet rolüyle sınırlandırması ve yaratıcının bunun ötesinde hiçbir otoritesi olmadığı anlamına gelmektedir! İşte bu akide, yaratıcının otoritesinin kayıtsız olarak her şeyi kapsayacak şekilde geniş olduğunu açıkça belirten İslam ve tevhit akidesi ile tamamen çelişmektedir. Zira Allahu [Subhânehu ve Te'alâ] şöyle buyurmuştur:

أَلاَ لَهُ الْخَلْقُ وَالأَمْرُ تَبَارَكَ اللّهُ رَبُّ الْعَالَمِينَ "Dikkat edin! Yaratmak da emretmek de O'na mahsustur. Alemlerin Rabbi Allah ne de yücedir." [el-A'râf 54]

Ve şöyle buyurmuştur:

لَّهُ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الأَرْضِ "Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O'nundur." [el-Bakara 255]

İkincisi: İslam'da yasama, sadece Allahu [Subhânehu ve Te'alâ]'nın hakkı iken demokrasi bu hakkı ve gücü kendileri için kanunlar yapsınlar diye insanlara vermektedir. Allahu [Subhânehu ve Te'alâ] şöyle buyurmuştur:

إِنْ الْحُكْمُ إِلاَّ لِلَّهِ "Hüküm sadece Allah'a aittir." [Yûsuf 40]

Ve şöyle buyurmuştur:

فَلاَ وَرَبِّكَ لاَ يُؤْمِنُونَ حَتَّى يُحَكِّمُوكَ فِيمَا شَجَرَ بَيْنَهُمْ ثُمَّ لاَ يَجِدُوا فِي أَنفُسِهِمْ حَرَجًا مِمَّا قَضَيْتَ وَيُسَلِّمُوا تَسْلِيمًا "Hayır! Rabbine ant olsun ki onlar aralarında çıkan anlaşmazlıklarda seni hakem kılıp sonra da senin verdiğin hükme içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın tam bir teslimiyet ile teslim olmadıkça iman etmiş olmazlar!" [en-Nîsâ 65]

Allahu [Subhânehu ve Te'alâ], (kapsamlı ideolojik) bir din inzal etmiştir ki o da İslam'dır. İslam ise insanın cehaletten kurtulması ve tüm işlerinde kalkınma üzerine çalışması için ibadet, iktisat, ekonomi, siyaset, ahlak, ve benzeri işleri kapsayan hayatın tüm yönlerine dair kanunları barındırmaktadır. O halde insanlığın bu ilahi kanunlara tamamen boyun eğmekten başka hiçbir seçeneği yoktur. Allahuteala şöyle buyurmuştur:

وَمَا كَانَ لِمُؤْمِنٍ وَلاَ مُؤْمِنَةٍ إِذَا قَضَى اللَّهُ وَرَسُولُهُ أَمْرًا أَنْ يَكُونَ لَهُمْ الْخِيَرَةُ مِنْ أَمْرِهِمْ وَمَنْ يَعْصِ اللَّهَ وَرَسُولَهُ فَقَدْ ضَلَّ ضَلاَلاً مُبِينًا "Allah ve Resulü bir işe hükmettiği zaman, ne mümin bir erkek ne de mümine bir hanım için o işlerinde herhangi bir serbestlik olur. Her kim Allah'a ve Resulü'ne isyan ederse apaçık bir sapıklık ile sapıtmış olur." [el-Ahzâb 36]

Üçüncüsü: Madem ki demokrasi bir küfür nizamıdır o halde onların terminolojilerindeki mevcut manasıyla her türlü şeri kısıtlamalardan kurtulmak anlamına gelen "özgürlük" de dahil bu esastan fışkıran her şey de aynı şekilde küfürdür. Nitekim İslam, insanın bu dünyada "özgür" olmadığını bilakis bizlerin Allah'ın kulu olduğumuzu açıkça belirtmiştir. Bunun içindir ki bizler, her nerde olursak olalım yaratıcımızın İslami şeraitine bağlıyız.

Burada bazı Müslümanlar, demokrasinin meşruiyetine başvurmaktalar ancak bunu doğrudan yapamamaktadırlar. Zira küfür nizamını dolaylı olarak meşru göstermek için çeşitli bahaneler kullanmaya başvurmaktadırlar. Bu bahanelerden biri, gerçek maslahatlarımızı bilen yalnızca Allahu [Subhânehu ve Te'alâ] olmasına ve bu maslahatları da Resulü Muhammed [ SallAllahu Aleyhi ve Sellem] yoluyla ortaya çıkarmasına ve küfrün herhangi bir maslahatını kabul etmemesine rağmen "Müslümanların bazı faydaları demokrasinin gölgesinde elde edebileceklerini" söylemeleridir! Bunun yanı sıra şeri hükümler, Batının mikyasına kıyas edilmez ki o "menfaattir." Bilakis helal ve harama kıyas edilir. Şeri hüküm zaten demokratik nizama ortak olmanın haram olduğunu yukarıda belirlemiştir.

Diğer bazıları da şöyle söylemektedirler; demokratik seçim sürecinin dışında kalmamız bize zarar verecektir ve kafirler tüm güç merkezlerini ele geçireceklerdir. Bu gerekçenin hiçbir kıymeti yoktur. Çünkü burada mesele, İslam bizim bu sürece katılmamıza izin veriyor mu yoksa vermiyor mu? Buna ek olarak bu gerekçe, kendisinden zinayı bırakması talep edildiğinde "şayet ben zinayı bırakırsam diğerleri onu yapmaya devam edeceklerdir" diyen zaninin gerekçesine benzemektedir! Bu ise kesinlikle İslami bir gerekçe değildir. Kureyş kendisine mal mülk teklif ettiğinde Nebi [SallAllahu Aleyhi ve Sellem] onlara karşı çıkarken onlara böyle mi söylemiştir? Yani o, tüm yönetim ve otorite merkezlerini tekellerine alsınlar diye kafirleri kendi hallerine mi bırakmıştır? Yoksa o, yani Resulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem] Allahu [Subhânehu ve Te'alâ]'nın hükmüne mi sımsıkı sarılmıştır? Evet, Müslümanların, küfrü, yani demokrasiyi sadece kafirlere terk etmeleri gerektiğini ve kafirleri küfürlerinde taklit etmemizin haram olduğunu açık ve net olarak ilan etmeliyiz. Bilakis bize düşen Muhammed [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in küfrü kökünden söküp atmak ve onun yerine İslam'ı ikame etmek için getirdiği şekilde nevine münhasır olan İslam'ın biricik siyasetini takip etmektir!

Şayet Müslümanlar demokratik siyasi hayata katılmazlar ise zarara maruz kalacaklardır gerekçesine gelince; kesinlikle bu doğru değildir. Hakikatte ise Müslümanların seçim sürecine katılmaları, pratik açıdan İslam'a tabi olmamaları, mevcut demokratik ve laik kapitalizm küfrünü sağlamlaştırmaları ve devam ettirmeleri sayesinde imanlarını zayıflatmakla onlara zarar verecektir. Buna rağmen küfür yapısı itibarıyla zayıftır ve onun çöküşünün kaçınılmazdır!

Son olarak burada güya demokratik seçimlere katılmanın "bir zaruret" olduğunu ve bu katılımın bazı kazanımları elde etmelerini kolaylaştıracağını iddia eden kimseler vardır. Ümmetimize Mekke-i Mükerreme'de Nebi [SallAllahu Aleyhi ve Sellem] ile birlikte olan Müslümanların bizim bugünkü halimizde olduğu gibi Dâr-ul Küfür'de yaşadıklarını hatırlatmak isteriz. O zaman onlar azınlıkta ve zayıf olup işkence, zulüm ve katliamın tüm çeşitlerinin acısını çekmişler ve buna rağmen iddia edilen bu "zarureti" kendileri için bir gerekçe olarak kullanmamışlardır. Bilakis İslam'a davetin sorumluluğunu yüklenme hususunda tahammül etmişler, sabretmişler, kurban vermişler ve tüm cehtlerini harcamışlardır. Şeri sınırlar içerisinde kendi hakları için mücadele ettikleri bir vakitte bazı zamanlar bazılarının ölümüne yol açsa bile cahili küfür nizamına ortak olmamışlardır. O halde bugün bizim, dünyevi maslahatımız için sevgili nebimiz SallAllahu Aleyhi ve Sellem ile onun sahabesine hıyanet etmemiz, Rabbimize isyan etmemiz ve küfür nizamlarına ortak olarak nefsimizi tahkir etmemiz caiz olur mu?!

Ey Müslümanlar!

Sizlere Rabbimiz karşısında dürüst olmanızı nasihat eder ve deriz ki; Allahuteala'dan ittika ediniz, İslam'ın cahili olduğunuz mazereti altında hüsnü niyetle yapsanız bile davet ettiğiniz şeylerden sakınınız, sizleri laik demokratik seçimlere katılmaya davet edenleri dinlemeyiniz. Zira sizleri kendisine davet ettikleri şey açık bir küfürdür! Bunun da ötesinde sizler, asil bir yönetim olan Raşidi Hilafete davet etmek yerine şerir fasit nizamlarını tatbik etmek ve uygulamak amacıyla Amerika Birleşik Devletleri'nin liderliğindeki Allahu [Subhânehu ve Te'alâ]'nın düşmanları ile Batılı sömürgecilerin yanında yer almaya davet ediyorsunuz. Doğu Afrika'daki Müslümanlar, demokratik seçimlere katılan ve bundan dolayı da İslam'a hizmet ettiklerini zanneden Mısır, Cezayir, Türkiye, Pakistan, Nijerya, Filistin ve diğer beldelerdeki kardeşlerimizin hatalarından ders çıkarmalıdırlar. Ancak bunun yerine bir gurup kafir tarafından tehlikeli bir tuzağa düşürülerek küfür nizamına bulaştılar ve ümmeti hayal kırıklığına uğrattılar. Çünkü onlar, küfür nizamı gölgesinde kapsamlı bir İslam'ı asla tatbik edemeyeceklerdir.

Ey Kerim Müslümanlar!

Hizb-ut Tahrir / Doğu Afrika sizleri, kerim nebiniz SallAllahu Aleyhi ve Sellem'in kendisinden asla taviz vermediği metoduna bağlanmaya davet etmektedir ki o, cahili küfür nizamlarına asla ortak olmamış bilakis sebat edip fedakarlık göstererek İslam'a davet etmiştir. Zira Medine-i Münevvera'daki ilk İslami Devleti kurmayı başarıncaya kadar maddi kuvvet kullanmaksızın fikri çatışma ve siyasi mücadele yoluyla fesattan, cehaletten, fakirlikten kurtulmanın yolu işte budur.

 

يا أَيُّهَا الَّذِينَ آَمَنُوا اسْتَجِيبُوا لِلَّهِ وَلِلرَّسُولِ إِذَا دَعَاكُمْ لِمَا يُحْيِيكُمْ وَاعْلَمُوا أَنَّ اللَّهَ يَحُولُ بَيْنَ الْمَرْءِ وَقَلْبِهِ وَأَنَّهُ إِلَيْهِ تُحْشَرُونَ "Ey iman edenler! Allah ve Resulü sizi size hayat veren şeye davet ettiği zaman icabet ediniz. Biliniz ki, Allah kişi ile onun kalbi arasına girer ve siz mutlaka onun huzurunda toplanacaksınız." [Enfal 24]

 

Devamını oku...

Soru-Cevap

Soru: Dikkat çekici bir şekilde ortaya çıkıp çoğalan ve bazen kooperatif veya tekafül (dayanışma) veya İslami sigorta şirketleri diye de adlandırılan şirketlerin şeri hükmü nedir? Bilindiği üzere bu şirketlerin sahipleri ve bunun reklamını yapanlar; bunun haram olan ticari şirketlerden farklı olduğunu, çünkü bunun şirkete ödedikleri primler karşılığında birisinin başına bir kaza geldiğinde Müslümanların birbirlerine yardımcı olma çerçevesinde kendi aralarındaki bir yardımlaşmadan ibaret olduğunu söylemektedirler. Ayrıca bu bağlamda Resulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in, konuyla ilgili olarak ek bahiste açıklandığı üzere yardımlaşmalarından dolayı Eşarileri övdüğü hadisi zikretmektedirler.

Cevap: Konuya ilişkin olarak gönderdiklerinizi mütalaa ettiğim gibi başka kaynakları da mütalaa ettim. Bunun sonucunda ise aşağıdaki hususlara ulaştım:

Birincisi: Bu sigortanın vakıası:

1. Kooperatif, tekafül (dayanışma) ve İslami sigorta, oluşumu ve işlev yönetimi bakımından bu sigortadan farklı değildir... Bunların hükmü aynıdır.

2. Bu sigorta şirketinin yetkilileri; bu sigortanın yangın veya araba kazası veya benzeri olaylar gibi bir kaza riski yaşandığında kişilerin birbirlerine yardım etmek maksadıyla belirli meblağlarda verdikleri bağışlar olduğu şeklinde reklamını yapmaktadırlar... Buna rağmen sigorta şirketi tarafından "bağışçı" ile bir akit imzalanmaktadır!

3. Bu sigorta şirketinin kar amaçlı kurulmadığını bilakis iyilik ve takva üzerinde bir yardımlaşma olduğunu söylemektedirler.

4. Kar amacı güden, sigortalılar tarafından kar elde etmek için ödenen fonların işletilmesini hedefleyen ve başına ne zaman kaza geleceğini bilmediği halde prim ödeyen sigortalı kimse açısından garar (belirsizlik) içeren haram kılınmış ticari sigortadan farklı olduğunu söylemektedirler!

5. Meşruiyetine dair kendilerine bir açlık isabet ettiğinde her birinin yiyeceğini bir mekana koyarak onu hep birlikte yiyen Eşariler ile ilgili hadisi delil getirmektedirler. Bize Muhammed İbn-u'l Alâi ve Hammâd İbn-u Usame, Burayde'den o da Ebî Burde'den o da Ebî Musa'dan Nebi [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in şöyle dediğini tahdis etti:

إِنَّ الْأَشْعَرِيِّينَ إِذَا أَرْمَلُوا فِي الْغَزْوِ أَوْ قَلَّ طَعَامُ عِيَالِهِمْ بِالْمَدِينَةِ جَمَعُوا مَا كَانَ عِنْدَهُمْ فِي ثَوْبٍ وَاحِدٍ ثُمَّ اقْتَسَمُوهُ بَيْنَهُمْ فِي إِنَاءٍ وَاحِدٍ بِالسَّوِيَّةِ فَهُم مِنِّي وَأَنَا مِنْهُمْ. "Eşariler; savaşta erzakları tükendiğinde veya Medine'deki ailelerinin yiyecekleri azaldığında yanlarında ne varsa tek bir elbise içerisinde toplarlar sonra da tek bir kap içerisinde eşit bir şekilde aralarında paylaştırırlardı. Onlar bendendir ben de onlardanım" [Müttefikun Aleyh]

6. Bu kooperatif şirketleri..."reasürans" [Reasürans: bir sigorta şirketinin üzerine aldığı riski tekrar sigorta ettirmesidir] işlevi görmektedir. Yani yerli veya küçük kooperatif sigorta şirketi, sigortalılardan aldığı elindeki aidatları havale etmesi ve işletmesi için başka büyük bir sigorta şirketine vermesidir.

Reasüransa ilişkin olarak kitaplarında ve yayınlarında şöyle geçmektedir:

"Küçük sigorta şirketleri, büyük zararları tazmin edemedikleri gibi gemi ve uçakların sigorta risklerini de üstlenememektedirler. Bu nedenle kendilerini (üstlendikleri riskleri) Avrupa ve Amerika gibi dünyanın büyük başkentlerindeki dev sigorta şirketlerine yeniden sigorta ettirmek zorunda kalmaktadırlar. Buna da reasürans denilmektedir."

7. Bu kooperatif sigortasının yetkilileri...ticari sigortanın haram olduğunu inkar etmemekteler. Çünkü bunun haram olduğuna dair bu kimselerin meşruiyetini onayladığı birçok cihetten fetva yayınlanmıştır. Şunlar gibi:

"Suudi Büyük Alimler Konseyi, Merkezi Cidde'de Bulunan İslam Konferansı Örgütü'ne Bağlı Uluslararası İslami Fıkıh Akademisi, Merkezi Mekke'de Bulunan Rabıta El Âlem İslamiye'ye Bağlı İslami Fıkıh Akademisi ve Ezher İslami Araştırmalar Akademisi."

Ancak onlar, kooperatif sigortasının bundan farklı olduğunu dolayısıyla bunun helal olduğunu söylemekte olup bunu ticari sigorta şirketleri ile reasürans faaliyetleri yürüten ticari bir yatırım değil de bir bağış olarak görmekteler... Suudi Büyük Alimler Konseyi'nin H. 04.04.1397 tarihli kararını da bu sigortanın reklamını yaparken istismar etmeye çalışmaktadırlar.

Açıklayıcı olması bakımından bu kararın nasıl alındığını ve hükümete bağlı olmasına rağmen konseyin bu karara nasıl vardığını belirtmemizde fayda vardır. Bunda bir iş var ama yine de biz insaflı davranarak olanları zikredeceğiz:

Bu sigortanın yetkilileri, Suudi Büyük Alimler Konseyi'ne meselenin yukarıda açıkladığımız gibi işletme veya kar amaçlı değil de iyilik ve takva amaçlı bir bağıştan ibaret olduğunu arzettiler. Bunun üzerine Konsey, kendisine arzedilen bilgiler ışığında kooperatif sigortasına cevaz veren H.04.04.1397 tarihli 51 sayılı bir karar aldı ve kararının başında şöyle dedi:

(Kooperatif sigortası, zarara maruz kalan kimsenin zararlarını tazmin etmek için tahsis edilmesi amacıyla kişilerin parasal katkılarda bulunarak felaketlerle karşılaşma zamanında riskleri bertaraf etmek ve sorumluluğa ortak olmak üzere yardımlaşma hamlesinin amaçlandığı bağış akitlerindendir. Kooperatif sigortası gurubunun maksadı başkalarının paralarıyla ne ticaret yapmak ne de kar elde etmektir. Maksatları sadece riskleri aralarında paylaşmak ve zararı yüklenmede yardımlaşmaktır.)

Kararın sonunda ise şu talep edilmiştir: "Bu kooperatif şirketine yönelik tafsili maddelerin konulmasını, devletin seçtiği bu konuda uzmanlaşmış bir gurup üstlenmeli ve bunu yaptıktan sonra yazmış oldukları şeyleri etüt etmesi ve şeri kurallara vurması için Büyük Alimler Konseyi Meclisine iade etmelidir. Allah muvaffak etsin."

Açıktır ki konsey kararında bunu, herhangi bir kar veya kar amacının güdülmediği bir bağış olarak görmüştür. Çünkü Konsey bu işi, bu sigorta yetkilileri tarafından kendisine sunulan bilgilere göre iki kişi tarafından yapılan bir muavede akdi olarak değil de bir bağış akdi olarak nitelendirmiştir.

Söz konusu sigorta, bir bağış olmamasından ve şirketler de bunun farkında olmasından dolayı konseyin kararını faaliyetlerinin reklamını yaparlarken istismar etmeye kalkıştılar. Bu da Konsey içerisindeki Bilimsel Araştırma Daimi Komitesi'ni bir bildiri yayınlamaya sevk etmiştir ki onda şu ifadeler geçmektedir: "Emmâ ba'd: Daha önce Büyük Alimler Konseyi, zarara, büyük risklere ve insanların mallarının batıl olarak yenmesine yol açmasından dolayı ticari sigortanın tüm çeşitlerinin haram olduğuna ilişkin bir karar yayınlamıştı... Ayrıca Büyük Alimler Konseyi, muhtaçlara ve felaketzedelere yardım etmeyi amaçlayan, -sermaye, kar ve geri dönüşü olan yatırım gibi- hiçbir beklentileri olmayan hayırseverlerin bağışlarından oluşan kooperatif sigortasının caiz olduğuna dair de bir karar yayınlanmıştı. Çünkü ortakların maksadı, muhtaçlara yardım etmek yoluyla Allahu [Subhânehu ve Te'alâ]'nın sevabını elde etmektir kesinlikle dünyevi bir beklenti değildir. Bu da Allahuteala'nın şu kavli: وتعاونوا على البر والتقوى ولا تعاونوا على الإثم والعدوان "İyilik ve takva üzerine yardımlaşın günah ve düşmanlık üzerine yardımlaşmayın." [Maide 2] ve Nebi [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in şu kavli: والله في عون العبد ما دام العبد في عون أخيه "Bir kul kardeşinin yardımına koştuğu sürece Allah da onun yardımına koşar." kapsamına girmektedir. Bunda bir sorun olmadığı gayet açıktır. Ancak son zamanlarda, bazı kurum ve şirketlerin insanların kafalarını karıştırdıkları ve hakikatleri çarpıttıkları ortaya çıkmıştır. Zira haram olan ticari sigortayı kooperatif sigortası olarak isimlendirmekteler ve insanları aldatmak ve şirketlerinin propagandasını yapmak için de mübah olduğu hakkındaki sözlerini Büyük Alimler Konseyi'ne dayandırmaktadırlar. Büyük Alimler Konseyi, bu amelden tamamen uzaktır. Çünkü ticari sigorta ile kooperatif sigortasını birbirinden ayıran kararı çok açıktır ve ismin değiştirilmesi asla hakikati değiştirmez. İnsanlara açıklamada bulunmak, aldatmayı ifşa etmek, yalanı ve iftirayı çürütmek amacıyla da bu bildiri yayınlanmıştır." [Kaynak: Önemli Beyanatlar ve Fetvalar, Bilimsel ve Fetvalar Araştırma Daimi Komitesi, İbn-u el-Cevzî Kitapevi, Damam / Suudi Arabistan H. 1421 M. 1999]

İkincisi: Lafızlarla oynanması dışında bu sigortanın ticari sigortadan hiçbir farkı yoktur:

1. Bu sigorta, iyilik ve takva amaçlı bir yardımlaşma değildir. Bilakis ödenen paraların (aidatların) işletilmesi ve karlarının ortaklara dağıtılmasıdır. Ancak bunu, ticari sigorta şirketleri ve bankaların isimlendirdiği gibi kar veya faiz olarak değil de "fazlalık" olarak isimlendirmektedirler!

2. Bu sigorta, bir bağış değildir. Bilakis bu sigortaya ortak olan kişiye ortaklığından dolayı "fazlalık" denilen kar verilmediğinde bu kişinin şikayette bulunma ve dava açma hakkının olması deliline binaen ticari sigortada olduğu gibi bir hisse ortaklığıdır. Eğer bu bir bağış olsaydı onun böyle bir hakkı olmazdı. Aynı şekilde bağış, tek taraflı bir tasarruf olup müzakereye konu olacak akitleri ve şartları imzalamasına gerek yoktur... Çünkü bağış yapan kişinin bağışla birlikte rolü sona ermektedir.

3. Bu sigorta, ortakların fonlarının (paralarının) işletilmesi olup bağışların işletilmeksizin fonlara konulması değildir. Dolayısıyla bu, ticari sigortanın fonlarının işletilmesi gibidir...

4. Bu sigorta şirketi yetkilileri, reasüransın olduğunu, yani ticari sigortanın yaptığı gibi fonların, işletme gücü daha büyük olan bir şirkete verileceğini ifade etmekteler...

5. Bu sigortanın işlerinin idaresini, aidatlarının, yani "hisselerinin" oranına göre ortakları temsil eden bir yönetim üstlenmektedir. Öyle ki ticari sigortada olduğu gibi yönetim kuruluna hakim olan daha fazla aidatı olan kişi olmaktadır.

6. Bu sigortada ticari sigortada olduğu gibi garar (belirsizlik) vardır. Zira ortak olan kimse başına ne zaman kaza geleceğini bilmemektedir...

7. Bu sigortanın programı ile yangın, araba kazası, kara, hava ve deniz eşyası, tekne, petrol, doğalgaz ve benzeri şeyleri sigorta eden ticari sigortanın programı arasında hiçbir fark yoktur. Tek fark şudur ki ticari sigorta sigortayı açıkça zikrederken kooperatif sigortası programında; yangın tekafül sigortası programı, araba kazası tekafül sigortası programı, kara, hava ve deniz eşyaları tekafül sigortası programı ve benzerlerini yazmasıdır.

Üçüncüsü: Kooperatif veya tekafül veya İslami sigortanın şeri delili olması bakımından -ki o Eşarilerin hadisidir- ticari sigortadan farklıdır sözüne gelince; bu istidlal doğru değildir. Çünkü Eşarilerin hadisi, olayın meydana gelmesinden sonra söz konusudur. Zira onlar, olayla karşılaştıklarında yardımlaşmaktadırlar. Mesela bir kuraklık veya açlık veya felaket anında, onlardan her birinin bu felaket karşısında durmak amacıyla gücü nispetinde vermeleriyle bu olay karşısında yardımlaşmaktadırlar yoksa olay meydana gelmeden önce olayı def etmek için ortak olmamaktadırlar.

Zira hadisin metni açıktır:

إِنَّ الْأَشْعَرِيِّينَ إِذَا أَرْمَلُوا فِي الْغَزْوِ أَوْ قَلَّ طَعَامُ عِيَالِهِمْ بِالْمَدِينَةِ جَمَعُوا مَا كَانَ عِنْدَهُمْ فِي ثَوْبٍ وَاحِدٍ ثُمَّ اقْتَسَمُوهُ بَيْنَهُمْ فِي إِنَاءٍ وَاحِدٍ بِالسَّوِيَّةِ فَهُمْ مِنِّي وَأَنَا مِنْهُمْ. "Eşariler; savaşta erzakları tükendiğinde veya Medine'deki ailelerinin yiyecekleri azaldığında yanlarında ne varsa tek bir elbise içerisinde toplarlar sonra da onu tek bir kap içerisinde eşit bir şekilde aralarında paylaştırırlardı. Onlar bendendir ben de onlardanım." Dolayısıyla onlar, erzakları tükendiğinde... yanlarında ne varsa bir elbisenin içerisinde topluyorlar ve onu paylaştırıyorlardı...

Dördüncüsü: Bu sigortanın şeri hükmü haramdır. Çünkü:

1. Bu sigorta, bir bağış değildir. O halde bu sigorta bu esas üzerine ele alınmaz.

2. Bu sigorta, başına bir kaza gelen ortağa karşı şahısların aidatlarından oluşan sigorta şirketinin bir garantisidir (kefaletidir). Bunun içindir ki İslam'daki kefalet şartları, onun üzerine uygulanmalıdır:

a) Yani ortada zimmette kazanılmış bir hakkın olması gerekir. Yani önce kazanın meydana gelmesi ardından şirketin, başına kaza gelen kişinin sigortasını, yani onun üzerine düşen şeyleri ödemelidir.

b) Muavede akdi olmamalıdır. Yani ister kar ister fazlalık isterse prim adı altında olsun dâmin (garanti eden kimse) tazminat almamalıdır...

c) Sigorta şirketinin akdi, İslam'daki şirketlerin şartlarını karşılayan şeri bir akit olmalıdır. Yani sermaye ortaklığı değil sermaye ve beden ortaklığı olmalıdır. Bahse konu olan sigorta ise bir sermaye şirketi olup tüm şirket ortakları para ödemektedirler. Hatta şirketin işinde tasarrufta bulunan yönetim kurulu, onların bedenlerinin değil sermayelerinin temsilcisidir. Dolayısıyla onlar içerisinde bedeniyle ortak olan hiçbir kimse bulunmamaktadır. Bilakis sermayesiyle ortak olmaktadırlar. Dolayısıyla şirket olması bakımından bu sigortanın vakıası anonim şirketin, yani sermaye ortaklığının vakıası gibidir...

d) Adı her ne olursa olsun ister yatırım ister reasürans olsun sermayenin işletilmesi meşru olmayan yollarla, yani diğer şirketler yoluyla olmamalıdır.

Bunun delilleri, sermaye şirketlerinin ve dâminin (kefaletin) delilleri olup bunların hepsi İktisat Nizamından alınmıştır.

Velhasıl; kooperatif veya tekafül veya İslami sigorta, ne İslam'daki kefalet şartlarını ne de İslam'daki şirketlerin şartlarını taşımaktadır. Dolayısıyla bu sigorta şirketi, şeran caiz değildir.

Devamını oku...

Soru-Cevap

Soru: Tefkîr kitabında şu metin geçmektedir: "Buradan da fikrî metnin anlaşılması için sabık malumatların yanı sıra şu üç şart koşulur. Birincisi: Sabık malumatların, anlaşılması istenilen fikrin seviyesinde olması. İkincisi: Vakıasının sınırlandırılıp başkasından ayırt edilerek olduğu gibi idrak edilmesi. Üçüncüsü: Bu vakıanın, hakkında gerçek görüntü veren sahih bir tasavvurla tasavvur edilmesi."

Burada vakıanın tasavvur edilmesi ile idrak edilmesi arasında ne gibi bir farkın olduğunu örneklerle açıklayabilir misiniz?

Cevap: Vakıanın idrak edilmesi, bir şeyin mahiyetinin analiz edilmesidir. Mesela şahsi özgürlüğün vakıasının idrak edilmesi bu metnin analiz edilmesidir ki bu metinden bir şahsın, herhangi birinin engellemesi olmadan dilediğini yapabileceği dolayısıyla dilediğini giyebileceği ve dilediği bir üslupla dilediği birisiyle ilişki kurabileceği anlaşılır...

Vakıanın tasavvur edilmesine gelince; vakıayı uygulamalı olarak canlandırmanız ve bunun doğurduğu sonuçları görmenizdir. Böylece şahsi özgürlüğün tatbik edildiği durumun sonucunu anlayabilir ve ahlaki çöküntüyü, fesadın büyüklüğünü ve bireysel arzuların serbest bırakıldığını görebilirsiniz...

Yani onu adeta iki gözünüzle görüyormuşsunuz gibi uygulamalı olarak tasavvur etmektesiniz.

Mesela örnek olarak laikliği ele aldığımızda onun vakıasını idrak etmek; laikliği etüt etmeniz ve onun dini hayattan ayırmak, dini mescide hapsetmek ve insanlar arasındaki alakalara dinin bir müdahalesi olmaksızın beşeri kanunlarla hükmetmek anlamına geldiğini öğrenmenizdir...

Bu vakıanın tasavvur edilmesine gelince; vakıayı uygulamalı olarak canlandırmanızdır. Böylece laikliğe inanan bir Müslümanın şizofreni hastası olan bir kimseye ne kadar çok benzediğini göreceksiniz. Zira o,وَأَقِيمُوا الصَّلاةَ "Namaz kılınız" ayetini okuyup uygulayarak salahı kılırken وَأَنِ احْكُمْ بَيْنَهُمْ بِمَا أَنْزَلَ اللَّهُ "Onların aralarında Allah'ın inzal ettikleri ile hükmet" ayetini okuduğu halde bunu uygulamamakta bilakis Allahu [Subhânehu ve Te'alâ]'nın, وأقيموا الصلاة "Namaz kılınız" ve وأنِ احكم "Hükmet" şeklindeki her iki ayette de emreden olmasına rağmen küfür kanunlarına muhakeme olmaktadır. Hakeza İslam'a muhakeme olmayan bilakis beşeri kanunları alan Müslümanların kalkınamadıklarını ve fiilen kuvvet nedenlerini elde edemediklerini görürsünüz. Çünkü onlar, iman etmedikleri şeyleri tatbik ediyorlar ve Müslüman oldukları halde İslam'dan başkasına muhakeme oluyorlar!

Velhasıl; vakıanın idrak edilmesi; mahiyetinin, bileşenlerinin, metinlerinin ve muhteviyatının bilinmesi manasına gelmektedir... Vakıanın tasavvur edilmesi ise vakıanın uygulamalı olarak canlandırılması, onun doğurduğu sonuçlar ve bunun sonucunda ortaya çıkan şeylerdir...

Devamını oku...

Amerika, Doğrudan ve Dolaylı Müzakerelerde Otorite İle Dalga Geçerken Otorite Hayasızca, Utanmazca Aşağılanmış Zelil Bir Şekilde Boyun Eğmektedir!

  • Kategori Hizb
  •   |  

Ortadoğu Dörtlüsü [ABD, AB, Rusya ve BM], 20.08.2010 Cuma günü Filistin Otoritesi ile Filistin işgalcisi Yahudi varlığı arasında doğrudan müzakerelerin başlamasını talep eden bir bildiri yayınladı. Yine aynı gün Amerikan Dışişleri Bakanı, 02.08.2010'da iki taraf arasında doğrudan müzakerelerin başlanmasına çağıran ve bunun da bir yıl içerisinde de sonuçlanmasını beklediğini belirten bir açıklamada bulundu! Mısır Cumhurbaşkanı ile Ürdün Kralını da müzakerelerin açılışına katılmaya davet etti. Çünkü bu ikisi Allah'ın, resulünün ve müminlerin düşmanı olan Yahudi devletinin büyükelçiliğine açıkça kucak açan iki devlettir! Clinton çağrısında açıkça müzakerelerin ön koşulsuz olacağını belirtti... Yani bu açıklamada defalarca "yerleşim birimlerinin kaldırılması yerine(!)" yerleşim birimlerinin durdurulması ve Yahudi devletinin 1967 işgalinin sona ermesini onaylaması şeklindeki iki şarttan sonra ancak doğrudan müzakerelere başlayacağını açıklayan Filistin Otoritesinin yüzsuyunu koruyan tek bir cümle dahi geçmemektedir. Böylece otorite çağrıda bulunduğu şeyleri bir çırpıda "yalayıp yuttu." Hatta otoritenin ayıbını örten bir incir yaprağı olarak gördüğü Ortadoğu Dörtlüsü'nün açıklamasında bile yerleşim birimlerinin durdurulması belirtilmemektedir. Bilakis her iki tarafı provokasyonları durdurmaya çağırmaktadır! Tüm bunlara rağmen otorite, muvafakat etmeye koştu!

Filistin Otoritesi, 1993'deki meşum Oslo Anlaşması'ndan bu yana Yahudi devleti ile olan müzakerelerin içerisine saplanmıştır. Bu uzun yıllar boyunca taviz üzerine taviz vermekten başka hiçbir şey elde edememiştir. Böylece müzakerelere katılanlar ve katılacak olanlar karşısında müzakerelerin yüzkarası ve utanç lekesi olmuştur.  Zira onlar, aralıksız taviz üzerine taviz vermekten bir an bile kendilerini alıkoyamamışlardır!

Bir kez alçalana, artık alçaklık vız gelir
Ölü olan birine hangi yara zarar verebilir?

Otorite, müzakerelerden bir şey elde etmek hayaliyle yıllar boyunca Amerika ile Ortadoğu Dörtlüsünün arkasından gitti. Bir önceki Amerikan Başkanı zamanında ayıpları ortaya çıkıp eli boş olarak geri dönünce belki yüzsuyunu koruyacak bir şeyler koparırım diye bir sonraki başkana övgüler yağdırdı... Ta ki Obama gelinceye kadar böyle sürüp gitti. Obama gelince Filistinli gurupların ve otoritenin gözlerini aldatıcı sözlerle boyarken Yahudi varlığı ise ondan silah, gıda... ve yerleşim birimlerini koparmayı kazandı! Buna rağmen onlar, Yahudilere baskı yapma hususunda Obama'nın ciddi olarak çalıştığını görmekteler ve baskı yapmadaki başarısızlığını ise güç yetirememesiyle gerekçelendirmekteler! Zira onlar, Yahudilerin Allah'ın ve müminlerin ipine sarılmadıkça kendilerine karşı koyamayacaklarını ve Allah ile olan bağlarının ise uzun zamandan beri koptuğunu anlayamadılar. Bunun içindir ki onlar, bugün olduğu gibi insanların ipine sımsıkı sarılmaya devam etmektedirler. Zira Amerika onların kuvvet ve yaşam nedenlerini genişletmektedir. Dolayısıyla Amerika, şiddetle onlardan bir şey talep etmiş olsa onlar bunu boyun eğerek yerine getireceklerdir! Doğrusu Amerika'nın yerleşim birimlerini durdurması için Yahudilere bilfiil baskı yaptığını Yahudilerin de buna aldırış etmediğini söylemek safdillikten ve akıl kıtlığından öte bir şey değildir.

Amerika mevcut durumunda tarafları müzakerelerle meşgul etmek dışında Filistin meselesine veya Ortadoğu meselesi denilen şeye önem vermemektedir. Böylece bölgenin sakinleşmesini sağlamakta ve içeride ekonomik kriz, dışarıda Afganistan ve onun uzantılarının olduğu öncelikli meseleleriyle meşgul olacağı sakin bir zaman kazanmaktadır. Hele ki Amerika'da bu yılın sonlarında yarı dönem seçimlerine gidilecek olması Yahudi varlığına fiili bir baskının yapılmamasını gerektirmektedir. Aksine müzakere kılıfı yoluyla daha fazla genişlemesi ve otoriteyi daha çok aşağılaması için Yahudi varlığına imkan verilmesini gerektirmektedir... Clinton'un açıklamasında bahsettiği bu bir yıllık süre bilakis daha fazlası Amerika sorunlarından kurtulmadan veya kurtulmak üzereyken tükenebilir. Sonra da ardından dikkatini ciddi olarak Ortadoğu meselesine verecektir!

Ey Otorite: Bizler ve tüm akıl sahipleri biliyoruz ki Ramallah'daki otoriteniz hatta Gazze'deki otorite Filistin işgalcisi Yahudi varlığını yok etmek diye bir düşünceye sahip değilsiniz. Bilakis sizlerin en fazla istediği şey 1967'de işgal edilmiş topraklardır ki o, bu topraklar bile kendi otoritesini tam olarak elde edemeyecektir... Evet, bizler bunların farkındayız. Çünkü Yahudi varlığını yok etmeyi ve Filistin'i İslam diyarına iade etmeyi işgal altındaki bir otorite yapamaz. Bilakis bunu yapmak Filistin fatihi Ömer [Radıyallahu Anh] ile onu haçlılardan kurtaran Salahaddin [Rahimehullah]'ın yaptığı gibi Allah yolunda savaşan ve hiçbir kınayıcının kınamasından korkmayan sadık mücahit bir komutanın liderliğindeki bir orduyu gerektirir.

Ancak en azından sizlerden kalbi olan ve kulak veren herkesin yapması gereken meseleyi, tanımaksızın veya müzakere etmeksizin Müslüman orduların içerisinde yanıp tutuşan meselenin adamları ve ehilleri gelinceye kadar kendi haline bırakmasıdır. Böylece onlar, Yahudilerin kalelerini yerle bir etsinler ve onlara hesap etmedikleri yerden geliversinler. Böylece de daha önce benzerlerinin başına gelenler onların da başına gelsin.

وَظَنُّوا أَنَّهُم مَّانِعَتُهُمْ حُصُونُهُم مِّنَ اللَّهِ فَأَتَاهُمُ اللَّهُ مِنْ حَيْثُ لَمْ يَحْتَسِبُوا وَقَذَفَ فِي قُلُوبِهِمُ الرُّعْبَ يُخْرِبُونَ بُيُوتَهُم بِأَيْدِيهِمْ وَأَيْدِي الْمُؤْمِنِينَ فَاعْتَبِرُوا يَا أُولِي الأَبْصَارِ "Onlar da kalelerinin, kendilerini Allah'tan koruyacağını sanmışlardı. Ama Allah (O'nun azabı), onlara hesap etmedikleri yerden geliverdi. Onların kalplerine öyle bir korku saldı ki; evlerini hem kendi elleriyle hem de müminlerin elleriyle harap ediyorlardı. Ey akıl sahipleri! İbret alın." [Haşr 2] Ardından da Filistin, daha önce Salahaddin'in ordusunun kılıçlarıyla İslam diyarına döndürüldüğü gibi yine bir bütün olarak Müslümanların ordularının kılıçlarıyla İslam diyarına döndürülmüş olsun.

Ey Otoritenin Adamları: Bizler otoritenin Amerika ile Yahudi varlığının kucaklarında gelişip büyüdüğünü bilmemize rağmen yine de sizlere muhlis sadıklar olarak çağrıda bulunuyoruz: İçinizde hiç aklı başında bir adam yok mu? Umulur ki vardır da müzakereler saçmalığını, tanıma hıyanetini, Amerika ve Yahudilere zelil bir şekilde bağlanmayı durdurabilir? İki gözü olan herkes için sabahın aydınlığı gibi ortaya çıkmıştır ki; Amerika, Ortadoğu Dörtlüsü ve Yahudilerin peşinde soluk soluğa kalmanın Filistin ve Filistin halkı için hayır veya biraz hayırla sonuçlanacağını iddia eden özür sahibinin hiçbir özrü ve hüccet sahibinin hiçbir hücceti kalmamıştır!      

Ey Filistinli Gurupların Adamları: Sizler, Filistin'i fetheden ve kurtaran o sadık mücahitlerin torunları değil misiniz? Sizler, kendilerine iki güzellikten birisi ulaşıncaya kadar Allah yolunda hakkıyla cihat eden o mücahitlerin torunları değil misiniz? Sizler, her bir karışı şehit kanı ile sulanmış veya mücahitlerin atlarının ayak tozlarına bulanmış mübarek tayyip beldenin halkı olan Filistin halkı değil misiniz? Sizler, etrafındaki saldırganların kılıçlarını paramparça ederek onları boynu bükük olarak gerisin geriye gönderen bu azim beldenin halkı değil misiniz? O halde Filistin'in genelini Yahudiler lehine onaylamayı ve Filistin'in bazısının bazısı üzerinde onlarla müzakere etmeyi nasıl kabul edebilirsiniz?! Sizler için geçmişte ders ve ibret vardır. Akıllı bir kimse dalaletinde ısrar eden ve vehimler içerisinde boğulan kimse değil ders ve ibret alıp doğru yolu bulan kimsedir! Şüphesiz müzakereler ne aç bırakır ne de doyurur. Bilakis müzakereler, ülkeyi ve insanları yok etmenin yolu olduğu gibi dünyada rezilliğe ve ahirette azaba giden bir yoldur. Zaten bu müzakerelerin, mümin hakkında ne bir zimmet ne de bir ahit gözetmeyen Amerika'nın gözetiminde yürümesi otorite için zillet ve aşağılanma olarak yeterde artar bile!

Ey Müslümanlar! Ey Müslümanların Orduları!

Hizb-ut Tahrir, Yahudi varlığını yok etmede sizlere liderlik edecek ve Filistin'i bir bütün olarak İslam diyarına döndürecek muhlis bir yönetici olan raşid Halifeyi çıkarmanız için sizlerin azmini bilemektedir. O halde haydi uykunuzdan uyanınız, dinlenmeyi bırakınız, gayret ediniz, Raşidi Hilafeti geri getirmesi ve Resul [SallAllahu Aleyhi ve sellem]'in şu hadisini gerçekleştirmesi amacıyla Hizb-ut Tahrir'e nusret vermek için çalışınız:

...تُقَاتِلُونَ الْيَهُودَ حَتَّى يَخْتَبِيَ أَحَدُهُمْ وَرَاءَ الْحَجَرِ فَيَقُولُ يَا عَبْدَ اللَّهِ هَذَا يَهُودِيٌّ وَرَائِي فَاقْتُلْهُ "...Yahudilerle savaşacaksınız. Hatta onlardan biri taşın arkasına saklanacak da taş diyecek ki: "Ey Allah'ın kulu arkamda bir Yahudi var gel onu öldür." [Muttefekun Alyh/Lafız el-Buhari'ye ait] Bu hadis, Yahudilerin kalbini saran korkunun boyutuna delalet etmektedir.

Hizb-ut Tahrir, alarm zilini çalmaktadır. Zira Filistin, İslam beldelerinin kalbidir. İşte Filistin, Amerika'nın ve Ortadoğu Dörtlüsü'nün yazdığı başrollerini Yahudi varlığı ile Filistinli gurupların oynadığı, imza atma görevini ise Allah'tan, resulünden ve müminlerden utanmayan otoritenin üstlendiği, hepsi olmasa da Filistin'in genelinin Yahudilere teslim edildiği müzakere senaryosuna göre ucuz bir bedele hatta bedelsiz olarak aşamalı bir şekilde satılmaktadır. Tüm bunlar ise sizlerin gözü önünde olduğu halde sizler buna sessiz kalmaktasınız ve bu Allah katında büyük bir günah olduğu halde sizler bunu hafife almaktasınız ey Müslümanlar!

Ey Müslümanlar: Filistin, ordularınızı müzakereci elleri koparmak, ülkeyi ve halkını kurtarmak üzere harekete geçirmeniz için sizlere haykırmakta ve sizlerden imdat dilemektedir. O halde icabet edip kurtulanlardan mı olacaksınız yoksa yüz çevirip zalimler ve hain döneklerle birlikte azaba uğrayanlardan mı olacaksınız?

 

وَاتَّقُوا فِتْنَةً لاَ تُصِيبَنَّ الَّذِينَ ظَلَمُوا مِنْكُمْ خَاصَّةً وَاعْلَمُوا أَنَّ اللَّهَ شَدِيدُ الْعِقَابِ "Öyle bir fitneden sakının ki içinizden yalnızca zulmedenlere isabet etmekle kalmaz. Bilin ki Allah'ın azabı çetindir." [el-Enfâl 25]

 

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Ramazan, İslam ve Furkan Ayıdır Ramazanın Bereketini Fırsata Çevirenlere Müjdeler Olsun

Bir kez daha Ramazan ayına girmemiz münasebetiyle her yılın ve sizler için binlerce hayır ile geçmesini, İslam ümmetine tekrarını yaşatmasını, nusret ve temkinle şereflendirmesini, Nübüvvet Minhacı Üzere İkinci Raşidi Hilafet Devleti'ni lütfetmesini, bu mübarek ayı hayrın anahtarı, izzetin ve şerefin kapısı kılmasını Allah'tan temenni ederiz.

Ramazan ayı, cennetin kapılarının açıldığı, cehennemin kapılarının kapandığı, şeytanın zincire vurulduğu ve cinlerin kovulduğu bir aydır. Dolayısıyla bu ayda gündüzünü saim gecesini kaim olarak geçiren, zerre kadar sapmaksızın Rabbinin şeriatına bağlanan ve şeriatın tatbiki için çalışan kimselere müjdeler olsun.

Ramazan ayı, nusretin, fetihlerin ve Müslümanların izzetinin kokusunun estiği bir aydır. Dolayısıyla Ramazanın kendilerini ümmeti geçmişteki dönemine kavuşturmak için çalışmaya iten ve devletini kurarak temkinine sevk eden kimselere müjdeler olsun.

Ramazan ayı, Kur'an aydır, Kur'an'a ve tatbik edilmesine davetin yapıldığı bir aydır. Dolayısıyla Kur'an'ın hadlerini ve harflerini ikame etme uğrunda daveti taşıyan kimselere müjdeler olsun.

Ramazan ayı, ümmetin hayra çevirmesi gereken bir fırsat ayıdır. Sadece hayati meseleleriyle meşgul olmaları ve farzların en büyüğü sayesinde Aliy-yl Kadir olan Allah'a yaklaşmaları için bir fırsattır. Bu farz ise tartışmasız Nübüvvet Minhacı Üzere İkinci Raşidi Hilafet Devleti'ni kurmak için çalışmaktır. Çünkü İslam'ın ikamesi, hükümlerinin tamamının tatbik edilmesi, paramparça olan ümmetin dört bir tarafının bir araya getirilmesi, İslam'ın tüm insanlığa bir hayır ve hidayet risaleti olarak taşınması ancak onunla mümkündür.

Ramazan ayı, Allah'ın hükümlerini koymasından İslam'la amel etme ve davetini taşıma ayı olup sadece oruç tutma ayı değildir. Ramazan, Kur'an'ın fazlı ve şerefi sayesinde ikram, izzet ve şeref ayıdır. Ramazan, sadece Kur'an'ın tilavet ve tertil edildiği bir ay değildir. Bilakis Kur'an'a, Kur'an'ın hadlerinin ve harflerinin ikame edilmesine davetin yapıldığı bir aydır. Ramazan, davet ayıdır, hidayet risaletini taşıma ayıdır:

شَهْرُ رَمَضَانَ الَّذِيَ أُنزِلَ فِيهِ الْقُرْآنُ هُدًى لِّلنَّاسِ وَبَيِّنَاتٍ مِّنَ الْهُدَى وَالْفُرْقَانِ "Ramazan ayı; içerisinde, insanlar için hidayet ve hidayet ile furkanın (doğruyu yanlıştan ayırt etmenin) beyyineleri (apaçık delilleri) olarak Kur'an'ın inzal edildiği aydır." [el-Bakara 185]

O halde Kur'an'ı tatbik edecek devleti ikame etmeden hidayetin ve furkanın manasını gerçekleştirebilir miyiz?! Hidayeti taşıyan bir devlet olmadan onu insanlığa nasıl yayabiliriz? Devlet olmadan insanların hakkıyla Allah'a ibadet etmelerini sağlamamız, aralarında hadleri ikame etmemiz ve onlara şeriatı tatbik etmemiz nasıl mümkün olabilir?! Dahası bir devlet olmadan dünyanın dört bir tarafında Müslümanların çiğnenen hurumatlarını -ki bir gurup Yahudi yerleşimci tarafından sahabenin kemiklerine saldırılması ve Resulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'e sövülmesi bunların sonuncusu değildir- nasıl savunabiliriz?! Bir devlet olmadan Müslümanların meseleleri dahası dinlerinin hükümleri ve şiarları ile alay eden -yöneticilerin ve zümrelerinin- önüne nasıl geçebiliriz?! Bir devlet olmadan işgal altındaki Müslümanların beldelerini nasıl kurtarabiliriz?!

Ümmete düşen şudur ki Hilafet Devleti olmadan ne kurtuluşu ne dininin şiarlarını hakkıyla ikame etmesi ne Rabbinin şeriatını hakkıyla tatbik etmesi ne izzetine kavuşması ne bir kalkanın ne de korumasının olması mümkündür.

O halde bu Ramazan ayı, ümmet çapında Hilafeti kurmak için çalışmanın dönüm noktası ve her birimiz açısından Hilafet için çalışmanın başlangıç noktası olmalıdır. Dolayısıyla çalışmaya soyunan kimse çalışmasını arttırmalı, gaflete düşerek çalışmayı terk eden kimse kafileye katılmalı, acele ederek adımlarını hızlandırmalı ve Hilafet çalışmasına savaş açan veya bunu engellemeye çalışan kimse bundan sakınmalıdır. Zira onun için en hayırlı olan budur.

O halde sizleri Allah'a yaklaşarak ve ümmeti izzetlendirmek için Hilafeti ikame etmek için çalışarak Ramazan ayını hayra çevirmeye davet ediyoruz ey Müslümanlar!

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اسْتَجِيبُوا لِلَّهِ وَلِلرَّسُولِ إِذَا دَعَاكُمْ لِمَا يُحْيِيكُمْ "Ey iman edenler! Allah ve resulü sizi, size hayat verene davet ettiğinde icabet edin." [el-Bakara 183]

Devamını oku...

Ey Müslümanlar: Mübarek Ramazan Ayında... Dinin Livasının Yükselticisi ve Müslümanların Beldelerinin Hamisi Hilafet İçin Çalışarak Alemlerin Rabbine İcabet Ediniz

  • Kategori Sudan
  •   |  

Ey Müslümanlar: İşte başı rahmet ortası mağfiret ve sonu cehennemden kurtuluş ayının olduğu hayır ve bereket ayı olan Ramazan ayına girdiniz. Bu ayda ve her Ramazan ayında olduğu gibi nefisler imanla imar olur, Ramazan ve diğer ayların Rabbi el-Melik-ud Diyan'a itaat etme istekleriyle dolup taşar, insanlar rahmetine göz dikerek ve azabından korkup cennetini ümit ederek Allahu [Subhânehu ve Te'alâ]'ya yönelirler.

Sahabe-i Kiram ve Tabiin nezdinde Ramazan ayı, amelde bulunma, Allah yolunda cihat etme ve büyük fetihleri gerçekleştirme ayı idi. Çünkü onlar, Resul [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in şu kavlinden dolayı Ramazan ayında ecrin ikiye katlandığının bilincindeydiler: يَقُولُ قَالَ اللَّهُ عَزَّ وَجَلَّ كُلُّ عَمَلِ ابْنِ آدَمَ لَهُ إِلا الصِّيَامَ هُوَ لِي وَأَنَا أَجْزِي بِهِ "Allah Azze ve Celle şöyle buyurmaktadır: Ademoğlunun her ameli kendisine aittir ancak oruç hariç. Oruç benim içindir ve onun karşılığını ben vereceğim." [Muslim rivayet etti] Ancak bugün Müslümanlar Ramazan ayına nasıl bir halde girmekteler?! Müslümanlar Ramazan ayına Irak, Afganistan, Filistin ve başka yerlerde olduğu gibi ya doğrudan ya da Batılı kafir nizamlarına boyun eğerek dolaylı şekilde sömürgeci kafirler tarafından işgal edilmiş bir halde girmekteler. Böylece İslam tamamen devlet ve toplumdan sökülüp atılmış, Müslümanların Ramazandaki yaşantıları cihat ve fetih yaşantısı olmaktan çıkmıştır. Beldelerimizin merkezinde bize savaş açılır, İslam'dan başkasıyla yönetilir, Kur'an-il Azim ve Sünnet-i Mutahhara hükümlerinden başka hükümlerle muamele görür olduk. Böylece sıkıntılarla dolu bir hayatımız oldu.

Ey Kerim Kardeşler! Ramazan ayına girdiğimiz şu günlerde Sudan beldesinde kötü durumlar içerisindeyiz. Zira vazgeçilmez emtia fiyatları vergiler ve ihtikar yüzünden kötüleşmekte ve artmaktadır. Hatta insanların büyük bir çoğunluğu isyankar bir hale geldi. Dolaylı ve dolaysız vergiler artarak ticari, zirai ve sanayi üretimini durdurmakta ve iş bulma ümidini kesmiş bir işsizler ordusu oluşmuştur. Tüm bunların sebebi ise insanların mallarının batıl yolla yenmesidir ki bu da insanların hayatını daha da fakirleştirmekte, kötüleştirmekte ve sıkıntılı bir hale sokmaktadır.

Ramazan ayına girdiğimiz şu günlerde Darfur'da Müslüman Müslüman kardeşini öldürmektedir. Oysa bu Resul [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in şöyle buyurduğu üzere haram bir savaştır: إِذَا الْتَقَى الْمُسْلِمَانِ بِسَيْفَيْهِمَا فَالْقَاتِلُ وَالْمَقْتُولُ فِي النَّارِ "İki Müslüman kılıçları ile karşı karşıya geldiğinde katil de maktul de ateştedir." [el-Buhari rivayet etti] Daha sonra meseleler, İslam esasına göre değil de kafir Batının çıkarlarını gerçekleştirecek otoritenin ve servetin paylaşımı olan aynı yöntemle çözülmeye çalışılmaktadır.

Ramazan ayına girdiğimiz şu günlerde bizzat yöneticilerin ellerliye yaptıkları şeyler, siyasi ortamın gizli işbirliği ve insanların sessiz kalması yüzünden Sudan musibetlerin en büyüğü ile karşı karşıya kalmış bir durumdadır. Zira Sudan, kendisini parçalanmaya götürecek haram olan bir referandum ile Güney ve Kuzey olmak üzere ikiye bölünme tehlikesi ile karşı karşıyadır. Ardından bunu ise yıkım, yok olma ve ülkenin servetlerine göz diken Amerika'ya icabet ederek Müslümanların beldelerinden şerefli bir parçanın bölünmesi takip edecektir.

Ey Sudan'daki Müslümanlar!

İyi biliniz ki Ramazanın Rabbi, diğer ayların da Rabbidir. O, küfür hükümleri ve batıl nizamların tatbik edilmesi karşısında sessiz kalmanıza asla razı olmayacaktır. Zira O, bizleri şu kavli ile zalimlere boyun bükmekten ve eğmekten sakındırmıştır:

وَلاَ تَرْكَنُواْ إِلَى الَّذِينَ ظَلَمُواْ فَتَمَسَّكُمُ النَّارُ وَمَا لَكُم مِّن دُونِ اللّهِ مِنْ أَوْلِيَاء ثُمَّ لاَ تُنصَرُونَ "Sakın zulmedenlere meyletmeyin! Yoksa size ateş dokunur. Sizin Allah'tan başka dostlarınız yoktur. Sonra Nusret de bulmazsınız." [Hûd 113]

İçerisinde yaşadığımız durum sadece dua etmek ve ibadetlerle iştigal etmekle asla değişmeyecektir. Bilakis bizleri izzetimize, onurumuza, şerefimize, dünyada şerefli bir hayata ve ahirette kurtuluşa kavuşturacak olan alemlerin Rabbini razı edecek amelin yapılması kaçınılmaz bir husustur. O amel ise Ramazan ayında gündüzleri saim, geceleri kaim olarak geçirmek ve Kur'an okumakla birlikte Nübüvvet Minhacı Üzere Raşidi Hilafet kurarak İslami hayatı yeniden başlatmak için samimi bir şekilde çalışmaktır. İşte tüm bunlar ve diğer salih ameller, ümmeti Allah'ın kitabı ve Resulü [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in sünneti ile hükmeden, insanları zalim kapitalist zulümlerinden Allah'ın adaletine ve dünyaya tapmaktan dünyanın ve ahiretin Rabbine tapmaya çıkarmak için Allah yolunda cihat eden İslami bir ümmete çevirecek farzların tacını yerine getirmesi noktasında mümin için birer teşvik ve takviyedir. O halde bu sene Ramazan ayı, bu samimi çalışmanın başlangıcı, batıla boyun eğip ondan razı olmanın sonu ve dinin livasını yükselten, Müslümanları birleştiren ilk İslam Devleti'ni kuran Habib-ul Mustafa SallAllahu Aleyhi ve Sellem ile Sahbe-i Kiramın yolu üzerinde yürüyeceğimize dair Allah'a söz vermenin yeni belgesi olsun.

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اسْتَجِيبُوا لِلَّهِ وَلِلرَّسُولِ إِذَا دَعَاكُمْ لِمَا يُحْيِيكُمْ "Ey iman edenler! Allah ve resulü sizi, size hayat verene davet ettiğinde icabet edin." [el-Bakara 183]

 

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Tek Hilal, Tek Ramazan, Tek Bayram, Tek Ümmet!! Ajan Yöneticiler, İnsanlar İçin Çıkarılmış En Hayırlı Ümmeti Ramazan Ayında Bir Kez Daha Böldüler

Ajan yöneticiler, bazı Arap ve Arap olmayan ülkelerin Ramazan hilalini gördüklerini kabul etmeyerek Ramazan ayının başlangıcını belirlemede tek bir ümmet olan İslam ümmetini bir kez daha böldüler. Onlar bunu yapmakla sadece tek bir ümmeti bölmekle kalmadılar. Dahası Milyonlarca Müslümanın Ramazan ayının ilk gününü oruçla geçirme fırsatını kaçırmalarına da sebep oldular. Zira Müslümanlar, صوموا لرؤيته وأفطروا لرؤيته "[Hilali] gördüğünüzde orucu tutun ve onu gördüğünüzde iftar edin!" şeklinde gelen hadis-i şerif gereği tek bir Müslümanın hilali görmesiyle oruca başlamaları gerektiği gibi tek bir Müslümanın Şevval hilalini görmesiyle de Iyd-ul Fıtr bayramını kutlamaları gerekir. Bu hadiste hilali gören kimsenin şahitliğinin kabul edilebilmesi için şu beldeden veya şu milletten veya şu renkten olacağına dair bir şart koşulmamıştır. Yani herhangi bir Müslüman dünyanın herhangi bir yerinde Ramazan ayı hilalini gördüğünde tüm Müslümanlar onun şahitliğini kabul etmelidirler. Ancak ne üzücüdür ki Müslümanların yöneticileri, bu meseledeki Allah'ın hükmünü kabul etmediler ve devletin vatancılık fikrine istinaden hilalin vatani olarak görülmesi "bidatini" benimsediler. Bu ise eski İngiliz dışişleri bakanı "Lord Curzon'un" Hilafet Devleti yıkılması sonrasındaki politikasıdır. Zira o bu bağlamda şöyle demiştir: "Hilafet Devleti'ni yıkmayı başardığımız gibi İslam ümmetinin evlatlarını birleştirecek her türlü hususa da bir son vermeliyiz. Fikirsel yada hadaratsal birliğe ilişkin olsun Müslümanların arasında hiçbir birlik görüntüsünün ortaya çıkmamasına hırs göstermeliyiz."

Bu münasebetle ümmeti, Ramazan hilalinin görülmesinin tespiti hususunda "hilalin vatani olarak görülmesini" reddetmeye, birlik hükmüne bağlanmaya davet ediyor ve hilali görme hususunda yaşanagelen bu kargaşanın sebebinin Hilafet Devleti'nin yokluğunun olduğunu, Allah'ın izniyle Hilafet Devleti kurulur kurulmaz bu karışıklığın ortadan kalkacağını hatırlatırız.

Nâvid Butt
حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir

Resmi Sözcüsü
Pakistan Vilâyeti

Devamını oku...

Hizb-ut Tahrir Siyasi Bir Partidir ve Tacik Yetkililerin Tutukladığı Şebabı İse Birer Fikir Mahkumudurlar

  • Kategori Tacikistan
  •   |  

Hizb-ut Tahrir, Allahuteala'nın şu kavli esasına binaen kurulmuş siyasi bir hizbtir:

وََلْتَكُن مِّنكُمْ أُمَّةٌ يَدْعُونَ إِلَى الْخَيْرِ وَيَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَيَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنكَرِ وَأُوْلَـئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ "Aranızda hayra [İslam'a] davet eden, marufu emreden ve münkerden nehyeden bir ümmet [siyasi hizb/parti] bulunsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerin tâ kendileridir!" [Âl-i İmrân 104]

Hizb-ut Tahrir'in gayesi; İslami Raşidi Hilafet Devleti'ni kurarak İslami hayatı yeniden başlatmaktır. Hizb, çalışma metodunu Resul [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in yönetime ulaşırken takip ettiği metoduna bağlanarak belirlemiş ve bundan zerre kadar sapmamıştır. Bu metot ise Resul [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in yönetime ulaşırken takip ettiği metoduna aykırı olan maddî eylemlere başvurmaksızın fikri çatışma ve siyasi mücadele ile sınırlıdır.

Hizb-ut Tahrir, yaklaşık elli devlette çalışan küresel bir partidir ve kurulduğu 1953 yılından beri gerçekleştirdiği amelleri, metodundan zerre kadar sapmadığının en açık kanıtıdır. Hizb-ut Tahrir / Tacikistan da bu metodu takip etmekte ve gayesine ulaşıncaya kadar fikri çatışmasını ve siyasi mücadelesini sürdürecektir.

Hizb-ut Tahrir / Tacikistan, Tacik yetkililere kendisinin siyasi bir parti olduğunu ve tutukladığı şebabının da birer siyasi mahkum olduğunu hatırlatır. Onlar ki sırf dini akidelerinde sebat ettiklerinden dolayı işkence görmüşler ve tutuklanmışlardır. Nitekim partinin 15 senedir Tacikistan'daki gerçekleştirdiği amelleri, söylediklerimize dair en açık delildir.

Tacikistan'daki yönetim nizamı iflas ettiği için 1999 yılından bugüne kadar bu ümmetin ve bu toprakların evlatları olan partinin bu muhlis şebabına zulüm ve işkence gibi vahşi üsluplarla muamele etti. Sırf dünyaları için dinlerini satan alimler de bu hususta dolaylı veya dolaysız şekilde Devlet Başkanı Rahmanov ve mücrim ekibini desteklediler. Keza "Azadi" ve "BBC" radyosu, "el-Millet" gazetesi ve benzeri organlar gibi iç ve dış medya organları, "İnsan Hakları Örgütü" ve Tacikistan'daki Birleşmiş Milletler ajandası gibi sözde insan hakları savunucusu örgütleri de bu zalimlerin cürümleri karşısında sessiz ve ilgisiz kalarak onlara yardım etmişlerdir. Hizb-ut Tahrir'in muhlis şebabı, sırf fikirleri ve akideleri yüzünden zulme uğramaktalar, işkence görmekteler ve uzun yıllar hapse mahkum edilmekteler. Ne gariptir ki yargıcından tutun milletvekiline, avukatına, hukuk adamına, kitle iletişim araçlarına ve insanlarına kadar herkes partinin şebabına atfedilen suçlamaların sırf iftira ve yalan olduğunu bilmesine rağmen bunun karşısında sessiz kalmayı tercih etmişlerdir. Nitekim geçen on sene içerisinde 300'den fazla Hizb-ut Tahrir şebabı, uzun süreli hapse mahkum edildi ve hapis sürelerini tamamladılar. Bu süre içerisinde 10'un üzerinde şab, güvenlik duvarlarının arkasında ve ülke hapishanelerinde şehit oldular. Bugün itibarıyla sırf ama sırf fikirlerinden ve akidelerinden dolayı hapishanelerde yaklaşık 300 şebab ve şebabet bulunmakta olup hapis sürelerini çekmektedirler. Allah, onları hayırla mükafatlandırsın, onlara güzel bir sabır ve büyük bir ecir versin!

Devlet Başkanı Rahmanov ve mücrim ekibine gelince; gerek fert gerek cemaat gerekse devlet olsun İslam ve davet taşıyıcıları ile savaşan herkesin bu yaptıklarından dolayı Allahu [Subhânehu ve Te'alâ]'nın izniyle yakında gelecek olan Raşidi Halife tarafından hesaba çekileceği ve şeriatın belirlediği uygun bir cezaya çarptırılacağı noktasında bir kez daha uyarıyoruz. Çünkü Resul [SallAllahu Aleyhi ve Sellem], Mekke fethedildiği gün Müslüman oldukları iddiasıyla Kabe'nin örtüsüne yapışsalar dahi bu gibi kişilerin öldürülmesini emretmiştir. Bunun da ötesinde kıyamet günü elim bir azaba çarptırılacaklardır. Dolayısıyla bu kişiler, bir an evvel zulümlerinden vazgeçsinler ve iş işten geçmeden cürümlerini terk etsinler, Allah'a istiğfarda bulunsunlar ve tövbe etsinler. Umulur ki mazlumlardan birisi canları hususunda onlara güvence verir.

Hem ümmet kendi kahramanlarını tanısın ve zalimlere engel olsun hem devlet başkanı ve mücrim ekibi tüm bu tutuklamaların ve işkencelerin Hizb-ut Tahrir şebabının azmini zinhar kıramayacağını bilsin -"Çünkü hizbin şebabından çoğu, hapishanelerde uzun yıllar kalmalarına ve ikinci kez tutuklanmalarına rağmen hizb ile birlikte çalışmaya devam etmektedirler"- hem de yetkililerin zulmü karşısında sessizliğe bürünenlerin Allah katında hiç hüccetleri olmasın diye aşağıda bugün Tacik hapishanelerimde tutulan Hizb-ut Tahrir'li şebabın listesini takdim edeceğiz.

Ayrıca İslam'ın muhlis iffetli evlatlarına Resul-il Ekrem'in şu kavlini hatırlatırız:

لتأخذنّ على يد الظالم ولتأطرنّه على الحق أطرا ولتقصرنّه على الحق قصرا أو ليضربنّ الله بقلوب بعضكم على بعض ثم ليلعنكم كما لعنهم "Ya gerçekten zalimin zulmüne engel olacak, onu hakka yöneltecek, onun şeriatla yetinmesini sağlayacaksınız veya Allah sizin kalbinizi birbirine vuracak, sonra onları (Beni İsraili) lanetlediği gibi sizi de lanetleyecektir."

Ve şu kavlini:

إذا رأيت أمتي تهاب أن نأنتقول للظالم يا ظالم فقد تودع منها "Ümmetimin zalime "sen zalimsin" demekten çekindiğini gördüğün zaman, muhakkak ki ondan umut kesilmiştir."

Partinin şebabı ve şebabeti, Resul-il Ekrem'i hadis-i şerifte geçtiği şekilde örnek almayı ahdettiler. Zira Kureyş, Resul [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'i Beyt-il Haram'dan engellemek istediğinde şöyle buyurmuştur: ... فوالله لا أزال أجاهد عن الذي بعثني الله به حتى يظهره الله أو تنفرد هذه السالفة "Allah'a yemin olsun ki, Allah beni muzaffer kılıncaya ya da bu baş bu vücuttan ayrılıncaya kadar gönderildiğim şey uğrunda cihad etmeye devam edeceğim."

Şüphesiz bizler, Allah'ın vaadi hususunda yakin üzereyiz.

وَعْدَ اللَّهِ لاَ يُخْلِفُ اللَّهُ وَعْدَهُ ولَكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لاَ يَعْلَمُونَ "İşte bu, Allah'ın vaadidir. Allah vaadinden asla vazgeçmez, velakin insanların çoğu bunu bilmezler." [er-Rûm 6]

كَتَبَ ٱللَّهُ َلأَغْلِبَنَّ أَنَاْ وَرُسُلِيۤ إِنَّ ٱللَّهَ قَوِيٌّ عَزِيزٌ "Allah; Elbette ben ve elçilerim galip geleceğiz diye yazmıştır. Şüphesiz Allah Kavî ve Aziz'dir." [Mücadele 21]

 

Bugün hapishanelerde tutulan Hizb-ut Tahrir'in ağırlıklı olarak listesi aşağıdaki şekildedir:

 

1.         Chariiova Nesibe

2.         Rahmanova Dellnarh

3.         Kulmatova Saadet

4.         Ahrarov Şehrat

5.         Ahrarov Cemşid

6.         Abdulkadirov Maksut

7.         Abdulvahabov Ziyneddin

8.         Abdulhalukov Ahmedcan

9.         Abdunazarov Mezrab

10.     Abdurrahimov Abdulgaffar

11.     Abdurrahmanov Ekmel

12.     Abdurrahmanov Camabay

13.     Abdulhamidov Sabir

14.     Avazov Mansurcan

15.     Azimov Devlet Murat

16.     Ekberov Ekmel

17.     Aliyev Şerifullah

18.     Alimov Mubin

19.     Ali Şîr

20.     Enverov Mirza Tahir

21.     Ahadcan

22.     Ahmedov Azam

23.     Eşrabov Enver

24.     Aşorov Buhraddin

25.     Bykov Şemseddin

26.     Berdieov Bahtiyar

27.     Babayov İslam

28.     Babayov İsmetullah

29.     Babahanov Abdusselam

30.     Babaganov Nesim

31.     Babaganov Nimet Can

32.     Baitov Şükrü Ali

33.     Vahabov Azamet

34.     Vahidov Muhammed

35.     Gafurov Abdulmelik

36.     Gaziyov Bahram

37.     Gaziyov Maruf

38.     Devletov Muhkem

39.     Devletov Hideyatullah

40.     Dadabayov Naim Can

41.     Dadabayov Nureddin

42.     Dadabayov Cemşid

43.     Dadabayov Şerif Can

44.     Dadahaciov Bahtiyar

45.     Zakirov Gulam Can

46.     Zahidov Ali Can

47.     Zahidov Azim

48.     Abdullayov Muhyiddin

49.     İbrahim

50.     İkramov Hasen

51.     İsmailov Ahad

52.     İshakov Abdurrahim

53.     İshov Bahadır

54.     Kalanov İbrahim

55.     Kerimov Kamil

56.     Keynagov Şakir

57.     Kamilov Fadıl

58.     Kayumov Kemaleddin

59.     Kadirov Muhtar

60.     Kadirov Nasrallah

61.     Kadirov Alim

62.     Kadirov Rüstem

63.     Kadirov Şakir

64.     Garamirezaiov İrkin

65.     Kasımov Ferkat

66.     Kuvvetov Abdurrazık

67.     Kurbanov Ekber

68.     Kurbanaov Emrullah

69.     Kurbanov Devletyar

70.     Kozibaiov Sultan

71.     Kurbanov Alim

72.     Kurbanaov Şevket

73.     Kuşkarov Azam

74.     Kuşmuradov Ogkunbayak

75.     Lativov Ahrar

76.     Lativov Bahadır

77.     Madaömerov Nureddin

78.     Mamed Aliyov Ferhat

79.     Mamed Aliyov Hayrullah

80.     Memetov Kabil

81.     Memidov İsmail Bayak

82.     Memidov Mümin Bayak

83.     Mansurov Ruşan

84.     Manuscan

85.     Mahmudov Kemaleddin

86.     Mahmodov Haşim Can

87.     Mirzabayev Sabır

88.     Mirzabayov Mirzabahram

89.     Mirpaşayov İlham

90.     Mirhalov İlham

91.     Mircemal

92.     Muradov Abdulhalık

93.     Muradov İlham

94.     Muradov İrali

95.     Mustafayov Memur

96.     Muhammed Rahimov Cemaldin

97.     Muhammediyov Fahreddin

98.     Muhammed Kulov Abidullah

99.     Muhammed Resul

100.   Müminov Cemaoh Nazar

101.   Nazarov Kahrman

102.   Nazirov Ahrar

103.   Nazircan

104.   Necimov Sahib

105.   Nikmetov Delyarhan

106.   Nikmetov Abdulvahid

107.   Nasırov Seyyidkemal

108.   Nurmatov Fehad

109.   Nurov Talip

110.   Nurov Himmet

111.   Akilov Kahraman

112.   Artikov Ahmedcan

113.   Ichilov Abdullatif

114.   Ichilov Abdussettar

115.   Ichilov Abdussamet

116.   Barbayov İkram

117.   Bayarmatov Abdullah

118.   Balvanov Kamil Can

119.   Razıkov Abdulmenaf

120.   Rahimov Hurşid

121.   Rahmetov Abdulgaffar

122.   Rahmetov Husayn Bay

123.   Rahmanov Salih

124.   Receb Ali

125.   Razıkov Abdurresul

126.   Rütemov Muratcan

127.   Seyyid Ahmedov Zakirhan

128.   Saidbikov Nesim

129.   Saidbekov Nesim

130.   Saidferuh İhtiyarov

131.   Saidov Kasım

132.   Selamov Dilşad

133.   Salahaddinov Kemal Han

134.   Sanginov Adil

135.   Settarov Ekrem

136.   Settaror Enver

137.   Saliov Zakir

138.   Savankolov Tursun Murat

139.   Sultanov Faydullah

140.   Sehrab

141.   Tacibayov Şevket

142.   Turdayov Murat

143.   Olcayov Israil

144.   Ömerov Muhammedşah

145.   Ömerov Şehrat

146.   Umurov Muhammedi

147.   Umurov Ömer

148.   Oryanbayov İbrahim

149.   Avarkov Abdulmecit

150.   Osmanov Rahmetullah

151.   Halukov Burhan

152.   Halukov Şehrat

153.   Halukov İhsan

154.   Halukkulov Abdussettar

155.   Haciyov Bahat Avar

156.   Hacimatov İsmail

157.   Hakimov Mir Said

158.   Hakimov Sultan Bay

159.   Hakimcanov Abdurrezzak

160.   Hafizov Yusuf Can

161.   Hacibayov Rüstem

162.   Celilov Abdurrauf

163.   Celilov Devlet

164.   Celilov Devlet

165.   Celilov Mecit

166.   Cemaldinov Abdulmelik

167.   Cemşid

168.   Şerifov Şehrat

169.   Şahmirdanov Ziyadullah

170.   el-Muradov Hemrah

171.   Yunusov Abdulmenan

172.   Yunusov Mansur

173.   Yunusov Sabir

174.   Yunusov Yusuf

175.   Yusufov Abdulveli

176.   Yusufov Ali Can

177.   Yusufcanov Şehrat

178.   Yahyaov Nureddin

Ve diğerleri...

 

 

 

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER