Cumartesi, 04 Rebiu’l Evvel 1446 | 2024/09/07
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

-Basın Açıklaması- Amerikan Başkan Yardımcısı Biden, Nairobi'den Sudan'ı Parçalamaya Tahrik Ediyor

Amerikan Başkan Yardımcısı John Biden, 09.06.2010 Çarşamba günü Nairobi'de Güney hükümeti Başkanı Salva Kiir ile görüşmesinin akabinde şu açıklamada bulundu: "Güneyliler ayrılmayı tercih etmeleri halinde Amerika, bölgede bir devletin kurulduğunu itiraf edecek ve istikrarlı bir hükümet olması için ona destek vermeye çalışacaktır."

Ülkenin birliğini hedef alan Amerikalı yetkilinin bu açıklaması, halka yönelik sinsi kinini ve derin düşmanlığını göstermektedir. Şayet ideolojik bir devletimiz olsaydı bu tür bir açıklamayı savaş ilanı sayardı.

Ayrıca bu açıklama, Amerika'nın Sudan'ı parçalamak için ne kadar hırs gösterdiğini de teyit etmektedir. Keza Hizb-ut Tahrir / Sudan Vilayeti olarak hükümetin referandumun 2011 ocak ayında yapılması üzerinde ısrar etmesi, önce Güney Sudan'ı ardından en-Nil Erzak, Darfur, Doğu ve Sudan'ın diğer bölgelerindeki marjinalleşme gerekçeleri yoluyla parçalamayı hedefleyen Amerika'nın planının hayata geçirmek için olduğu görüşümüzü de doğrulmaktadır.

Allah'ın izniyle yakında kurulacak olan Raşidi Hilafet Devleti, bu tür açıklamaları ülkenin birliğini bozmaya çalışan ve Kenya'nın topraklarını düşmancıl tahrik eylemlerine açan Amerika'nın bir savaş ilanı olarak görmektedir.

وَاللّهُ غَالِبٌ عَلَى أَمْرِهِ وَلَـكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لاَ يَعْلَمُونَ "Şüphesiz ki Allah, emrine gâlibdir, muktedirdir. Velâkin insanların çoğu bunu bilmezler!" [Yûsuf 21]

İbrâhîm Usmân [Ebu Halîl]
حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir

Resmî Sözcüsü
Sudan Vilâyeti

Devamını oku...

- Basın Açıklaması - Hükümetin, "Muhammed Rahman'a" Yönelik Suçlaması, Emperyalistler Aleyhinde Konuşan Herkesi Susturmaya Dönük Bir Girişimdir

Dün, 07 haziran 2010 günü gazeteler, hükümetin "Daily Prince Dash" gazetesi editörü Muhammed Rahman'a yönelttiği suçlama haberine yer verdiler. Zira hükümet, Muhammed Rahman'ı Hizb-ut Tahrir Resmi Sözcüsü Muhyiddîn Ahmed'le terörizmle mücadele kanunu kapsamına giren haksız bir suçlamaya karışmakla suçladı. Nitekim hükümetin bu suçlaması, bu ayın başında Muhammed Rahman'ın gazetesini kapatması ve onu tutuklamasından bu yana ona yönelttiği beşinci suçlamadır.

Hizb-ut Tahrir, hükümetin gazeteyi kapatmasını, Muhammed Rahman'ı tutuklamasını ve ona baskı yapmasını şiddetle kınar. Muhammed Rahman'ın tutuklanması, hükümetin sözde "fikir ve basın özgürlüğüne" saygı duyduğu iddialarını çürüttüğünü gösterir. Hükümet bu tür uygulamaları ile fikir ve basın özgürlüğüne sadece İslam'a karşı ve emperyalistler ile ajanlarının projelerinin propagandasının bir aracı olduğunda saygı gösterdiğini teyit etmektedir.

Hükümetin emperyalist efendilerinin özellikle de Amerikalı, İngiliz ve Hintli efendilerinin karşıtı olan tüm muhalif sesleri bastırmak için yanıp tutuştuğunu söylemeye hacet bile yok. Zira Hizb-ut Tahrir'i yasaklamasının, hizbin üyelerini tutuklamasının ve resmi sözcüye karşı pek çok haksız suçlamalarda bulunması da dahil onlara terörle mücadele kanunu ile örtüşen haksız suçlamalarda bulunmasının arkasında yatan sebep işte budur. Şu anda da aynı davalarla Muhammed Rahman'a suçlamalarda bulunma rolüne bürünmüştür.

Bilindiği üzere terörle mücadele kanunu, hükümetin hıyanetlerini ve emperyalist efendilerinin komplolarını deşifre eden herkese karşı kullandığı hükümetin elindeki araçtan öte bir şey değildir. Zira Muhammed Rahman'ın hükümetin bozukluğu, Amerika'nın, İngiltere'nin ve Hindistan'ın Bangladeş'e karşı kurdukları komploların karşısında duran yazarlardan biri olduğu bilinen bir husustur. Nitekim bu, hizbi yasaklamak ve ona baskı yapmak için hükümeti harekete geçiren nedenin bizzat aynısıdır.

 

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Pakistan Hükümeti, Haçlı Amerikalıların Kara Kaşı Kara Gözü için İnsanların Derilerini Diri Diri Yüzüyor ve Kanlarını Emiyor

Hem Zerdari hem de Gilani, Amerikalı efendilerine hizmette rekor kırdılar. Zira hükümet, Amerika'ya yardım etmek amacıyla haçlı savaşına harcanmak üzere vergileri arttırmak ve gıda maddeleri üzerindeki sübvansiyonu kısarak insanların paralarını toplamak için bir plan belirledi. Zira hükümet, Amerika'nın Pakistan'daki haçlı savaşında kullanılmak üzere savunma bakanlığının bütçesini %29, yani "99 milyar rupi" oranında arttırdı. Hükümet, insanların üzerindeki vergileri arttırarak fakirlerin emeğinden ek olarak 83 milyar rupinin üzerinde para hırsızlayacaktır. Ayrıca kabileler bölgesindeki Müslümanların başlarına yağdırılacak bombalar ve lavlar için kullanılmak üzere temel gıda maddeleri için önerilen sübvansiyonu kısacaktır ki bu da 102 milyar rupiye denk gelmektedir. Hatta bir Amerikalı yetkili, Pakistan'daki Müslümanların emeği işçi fonlarının Amerikan savaşının finansmanında kullanıldığını itiraf etmiştir. Zira Amerikan Hazine Bakanı eski yardımcısı Paul Craig Roberts, bir makalesinde Pakistan hükümetinin Washington yerine kendi halkına karşı savaş açtığını pek çoğunu katlettiğini ve bir çoğunu da ikamet yerlerinden kaçmaya zorladığını itiraf etmiştir... Nitekim Amerikan Hazine Bakanı Yardımcısı "Neol Wolin", Pakistan halkına karşı yürütülen savaşın finansmanı için insanların üzerindeki vergileri yükseltmesi için Pakistan hükümetine talimat verdi.

İster demokratik isterse diktatörlük olsun hükümetin yeni bütçesi, Pakistan bütçelerinin IMF tarafından belirlendiğini bir kez daha göstermiştir ki bu bütçe kapitalizm kriterleri ve kuralları ile uyum içerisindedir. Bu nedenle yönetim sistemi kapitalist ekonomik sistem oldukça insanların genelinin ekonomik durumu demokrasinin veya diktatörlüğün gölgesinde asla iyileşmeyecektir. Oysa gelir vergisi, mal ve hizmet vergisi, iş, gümrük ve akaryakıt vergisi gibi vergiler İslam'ın yönetimi gölgesinde haramdır ve bunların insanlardan alınması caiz değildir. Allah'ın fakirlere veya kendi yolunda cihat için vacip kıldığı hususlarda devletin paraya ihtiyaç duyması halinde ise ihtiyacı giderecek şekilde fakirler dışında sadece zenginlerden bazı vergiler alınır. Aynı şekilde zekat da zekat nisabına sahip olan kimselerden toplanır. Keza haraç, haracî arazilerden, öşür öşrî arazilerden ve define bulan kimselerden beşte biri alınır. Cizye ise ödemeye güç yetirebilen zimmet ehlinden alınır vesaire...

Dolayısıyla devletin gelir kaynakları belli ve sınırlı olup para sağlamak veya IMF gibi uluslararası kurumların direktiflerine uyarak insanlara vergi koyması caiz değildir. Tek istisnai durum ise şeri gereksinimleri gidermek için sınırlı bir süreliğine zenginlere verginin konulduğu sadece olağanüstü durumlardır. Diğer taraftan İslam; petrol, doğalgaz, madenler ve benzeri diğer kaynakları kamu mülkiyetinden saymıştır. İş adamlarının veya küresel dev şirketlerin özelleştirme adı altında bunları sahiplenmeleri caiz değildir. Bunun yanı sıra kendilerine dönmesi dışında kar amacı gütmeksizin devletin insanların bu kaynaklardan faydalanmasını sağlaması da onun görevlerindendir. Bu nedenle elektrik, petrol, doğalgaz ve benzerlerinin fiyatları Hilafet Devleti'nin gölgesinde ucuz olacak ve bu sayede fakirliğin bitirilmesi kolaylaşacaktır. Aynı şekilde Hilafet Devleti, insanların temel ihtiyaçlarını giderecek, fakirlerin, engellilerin ve zayıfların bakımını da üstlenecektir.

Kapitalizm ideolojisi ise sosyalizm ideolojisinin başarısız olduğu gibi başarısız olmuştur. Kapitalizm, Amerikalı ve Avrupalı sahiplerinin sorunlarını çözemediğine göre Pakistan'daki Müslümanların sorunlarını çözmesi nasıl olacak? Yöneticiler şunu iyi bilmelidirler ki siyasi acziyetleri hıyanetlerini asla gizleyemeyecek ve insanları asla aldatamayacaklardır. Keza kuvvet sahipleri de iyi bilmelidirler ki ümmet, bu yöneticilerin alternatifi olarak Hilafet'ten başkasını asla kabul etmeyecektir.

Nâvid Butt
حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir
Resmi Sözcüsü
Pakistan Vilâyeti

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Hindistan Basın Konseyi, Hizb-ut Tahrir'e Yönelik İftiralarından Ötürü Hint Dergisini Kınayarak Yayınladıklarının Hakaret ve Basın İlkelerine Aykırı Olduğuna Karar Verdi

Merkezi Madras Eyaletinde olan "Junior Victan" adlı Hindistan menşeli bir dergi, 03 Ağustos 2008'de sayfasında yayınladığı bir makalede Hizb-ut Tahrir'e pek çok iftirada, ithamda ve suçlamada bulundu. Söz konusu suçlamalar, hizbin "bir terör örgütü" olduğu, Benazir Butto ile birçok dünya liderlerinin suikastından sorumlu olduğu, dünyadaki teröristlerin yuvası olduğu, geçmişteki "Hindistan Hilafet Hareketi'nin" aynısı olduğu ve benzeri ithamlar etrafında dönmektedir.

Bu olay üzerine Hizb-ut Tahrir, davada kendisini temsil etmesi için bir avukat görevlendirmek için harekete geçti. Avukat, görevlendirilir görevlendirilmez dergi ile temasa geçti ve "Şâfî Muna" adında dergi sorumlusu ile konuştu. Kendileri ile bu kadar hızlı bir şekilde temasa geçilmesi özellikle Madras'tan bir hayli uzak olan Yeni Delhi'den Hizb-ut Tahrir'in avukatı kimliğiyle kendileri ile konuşulması karşısında derginin şaşırdığı görüldü. Avukat, küresel siyasi bir hizb olan Hizb-ut Tahrir'e yönelik asılsız suçlamalarından dolayı mahkemeye vereceği hususunda kendilerini uyardı. Bunun üzerine dergi yetkilileri, yazılı protesto istediklerini söylediler. Böylece avukat, hemen kendilerine yazılı protesto gönderdi. Bunun sonucunda gelecek sayıda "Hizb-ut Tahrir Bir Terör Örgütü Değildir" başlığı altında avukatın mektubunu aynen yayınladılar. Söz konusu mektup gayet açık ve netti. Zira mektupta Hizb-ut Tahrir'in gayesinin şiddet kullanmaksızın fikrî çatışma ve siyasi mücadele yapmak yoluyla Hilafet Devleti'ni ikame ederek İslam'ı tatbik etmek yoluyla İslami ümmeti kalkındırmak olduğu açıklandı.

Ancak avukat, dergiden bir özür olarak mektubun yayınlanması ile yetinmedi. Bu nedenle kendilerine bir mektup daha yazarak mektubunun yayınlanmasının yeterli olmadığını ve Hizb-ut Tahrir'den açıkça özür dilemelerini talep eden bir mektup daha yazdı. Bunun üzerine kendisinden Tamil Nadu bölgesindeki Hizb-ut Tahrir'li bir şab ile görüşme ayarlamasını talep ettiler. Avukat, onlara Hizb-ut Tahrir'in bu bölgede medya temsilcisinin bulunmadığı bu yüzden görüşmenin mümkün olmadığı şeklinde bir cevap verdi. Derginin görüşme ayarlanmasını talep etmesi, Hizb-ut Tahrir'in bu bölgedeki sorumlusunu öğrenmeye dönük bir manevra idi.

Bunun üzerine avukat, 18.09.2008'de Hindistan Basın Konseyinde dergi aleyhine dava açtı ve 31.03.2010'da dava hakkında bir duruşma düzenlendi. Duruşmaya dergi avukatı katıldı ve hile yaparak hizbin avukatının onu resmi olarak değil internet üzerinden temsil edebileceğini iddia etti. Bunun üzerine hizbin avukatı, Hizb-ut Tahrir tarafından resmen görevlendirildiğine dair belgelerini ibraz etmesine rağmen derginin avukatı, Hizb-ut Tahrir'in avukatının onu hukuki şekilde temsil edemeyeceği üzerinde ısrar etti. Ancak Basın Konseyi, avukatın Hizb-ut Tahrir'i temsil etmesini kabul etti ve aşağıdaki kararını verdi.

1. Dergi avukatının, Hizb-ut Tahrir'in avukatının onu temsil etmesine yönelik itirazı, kanuna aykırıdır ve konsey tarafından kabul edilmemiş olup itirazı sadece şeklidir.

2. Derginin Hizb-ut Tahrir'e yönelik suçlamaları, ciddi suçlamalardır. Ancak konsey, bu suçlamaların doğruluk boyutunu araştıracak bir yönteme sahip değildir. Konseyin kararı, derginin gerçekleştirdiği araştırmanın hakaret ve basın ilkelerine aykırı olduğuna ve davacının cevap hakkı olduğuna karar vermekle sınırlıdır.

Böylece konsey derginin, avukatın mektubunu sayfalarında yayınlamasını basın ilkelerine aykırı olarak nitelendirdiği makaleden dolayı özür olarak kabul etti.

Zaten küfür nizamlarından ve kurumlarından Hindistan Basın Konseyinin aldığı bu kararlardan daha fazlasını da beklemiyorduk. Zira Hizb-ut Tahrir küfür nizamlarının hepsini doğrudan ve açıkça reddederken konseyin bu tür makaleleri yayınlayanları açıkça eleştirmesi düşünülemez.

Bu nedenle avukatın "Hizb-ut Tahrir Bir Terör Örgütü Değildir" başlıklı açıklayıcı mektubunun makaleye bir reddiye olarak yayınlanması ve Hindistan Basın Konseyinin mektubun yayınlanmasını özür olarak görmesi derginin yaptığı işin hatalı bir iş ve Hizb-ut Tahrir'in makaleye yönelik itirazının yerinde bir itiraz olduğunun konsey tarafından itirafı sayılır.

 

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Avustralya Hükümeti, Müslüman Bir Vatandaşına Zulmedilmesine Ortak Oluyor

Avustralya hükümeti, geçen nisan ayında "radikal İslami görüşlere sahip olduğu ve Avustralya ile diğer devletlerin güvenliğini etkileyecek eylemlere karışma olasılığının bulunduğu" şeklinde "ASIO'nun" istihbarat bilgilerine dayanarak -Avustralya vatandaşı olan- Shiloh Jean Gidn adında Müslüman bir kadının pasaportunu iptal etti. Bu olay üzerine hiçbir hukuki temsil hakkına sahip olmadan ve bakacak kimseleri olmadan terk edilen çocuklarını kendisinden uzaklaştırarak kötü hatıratlı Ulusal Güvenlik Bürosu tarafından Yemen'de tutuklandı.

Hizb-ut Tahrir'in Avustralya'daki Medya Temsilcisi Osman Bedr, bu bağlamda şu değerlendirmelerde bulundu:

"Bu olay, masum vatandaşlara karşı herhangi bir kanıt olmadan ciddi suçlamalarda bulunmada ‘ASIO'nın' keyfi hareket ettiğinin başka bir örneğidir. Görünen o ki Avustralya hükümeti, bu tür asılsız iddialara binaen uygulamalarda bulunmada engel tanımamaktadır. Bu da onun bazı siyasi kazanımlar uğrunda kendi vatandaşlarını kurban etmeye hazır olduğunu ve Avustralya pasaportunun bir kağıt parçasından değersiz olduğunu göstermektedir."

"'ASIO' ve Avustralya hükümeti, adeta müftülük makamında oturuyormuşçasına Müslümanları ‘radikal' ve ‘ılımlı' sınıfı içerisinde kategorize eder bir hale gelmiştir. Buna binaen de kendi vatandaşlarını Müslümanların tağut yöneticilerinin ellerine terk etmekteler. İslam üzerinde vasi sahibi olduklarını zannederek kendilerini kandırmaktan vazgeçmelidirler. Artık bu isimlendirmelerin hiçbir gerçek anlamının olmadığı sadece siyasi maksatlar için kullanıldığı bilinir olmuştur."

"Artık ‘Ulusal Güvenliğin' gerekçesi inandırıcılığını yitirmiştir. Zira Avustralya'nın güvenliğine yönelik gerçek tehdit, dış politikası ve Amerika Birleşik Devletleri'ne olan sınırsız utanç verici dostluğudur. Hükümetin yaptıklarının ulusal güvenlikle hiçbir ilgisi olmayıp sadece emperyalist Birleşik Devletlerin Yemen'deki projesini uygulamak içindir."

"Komik bir ironidir ki ‘terörizme karşı savaş' kayda değer hiçbir başarı gerçekleştirememiştir. Aksine Batının savunduğunu iddia ettiği değerleri inkar ettiğini ortaya çıkarmıştır. Bir kimse, inandığı değerler manzumesinin aksine hareket ettiği zaman bu durum, fikrî iflasın göstergesi ve bu değerler üzerine bina edilen hadaratın çöktüğünün habercisidir. Hukukun üstünlüğünün sistematik şekilde ihlal edilmesi ve hukuki referanstan uzak keyfi uygulamalar arkasında hiçbir değeri olmayan barbarca bir fikir ve insanlık dışı bir ideoloji bırakır."

"İnsanlığın ilerlemesinin tek yolu İslam ve onun Hilafet Devleti'nin gölgesinde tatbik edilmesidir. Zira İslam'ın ulvî değerleri, ne siyasi koşulların değişimine ne de insanın hevasına göre değişim gösterir. Çünkü Celle ve Celaluh Hakim ve Habir olan Rabbin katından gelmiştir."

 

Devamını oku...

Hilafet Devleti'nin Yıkılış Günü Olan 28 Receb Mesajı Hilafet Sizlerin Ellerindedir ve Zaman Sizlerin Zamanıdır Ey Müslümanlar!

  • Kategori Pakistan
  •   |  

Bu senenin 28 Receb günü Hilafet Devleti'nin yıkılmasının ve yıkılmasıyla Allah [Subhânehu ve Te'alâ]'nın kitabı ve nebisi Muhammed [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in sünneti ile yönetimin yeryüzünden kalkmasının üzerinden hicri olarak 89 sene geçmiş olacak. İşte o tarihten bu yana Müslümanların sorunları giderek artış hatta büyük bir kötüleşme içerisine girdi.

Bir zamanlar kendilerine muzaffer halifenin liderlik ettiği Müslümanlarla sırf karşı karşıya gelmeyi düşünme korkusuyla tir tir titreyen Müslümanların düşmanları, bugün Müslümanların mukaddesatlarını kirletmeye ve mahlukatın en şereflisi olan efendimiz Muhammed [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'e küstahça sık sık hakaret etmeye cüret eder oldular. Bunları ise dünyanın en büyük ordusuna ve Pakistan'da nükleer silaha sahip olan ümmetlerin en zengini ümmetlerinin imkanlarına sahip olmalarına rağmen kıllarını dahi kıpırdatmayan Müslümanların yöneticilerinin gözleri ve kulakları önünde yapmaktalar. Hatta insanların en aşağılığı ve en korkağı olan Yahudiler, bir zamanlar Hilafet Devleti'nin otoritesine boyun büken zimmîlerken Müslümanlara karşı saldırılarında ve işledikleri vahşi cürümlerinde tüm kırmızı çizgileri aştılar.

Müslümanların ordularına işgal altındaki İslami beldeleri kurtaracak ve Müslümanların otoritesini fetih ve adaletle diğer beldelere yayacak olan bir halifenin liderlik etmesi yerine Pakistan'daki Müslümanlara ödlek Amerikalıların ajanları liderlik etmektedir. Onlar ki "bu savaş sizlerin savaşıdır" yalanlarını tekrarlayıp hakikatleri balçıkla sıvamaya çalışarak Afganistan işgalinde ve Pakistan'daki kabile bölgelerinde haçlı Amerikalıların yanında savaşmak için savaştan kaçtılar!

Hilafet'in olduğu dönemlerde İslami beldelerin İslam ile yönetilmesi bu beldelerden bazılarını Batının ağzının suyunu akıtacak ve kıskandıracak derecede ekonomik refaha sahip beldeler haline getirmiştir. Mesela Hint Yarımadası, Batının özellikle de İngiltere'nin aklını başından almıştır. Zira İngilizlerin işgalinden ve İngiliz tahtının vesayeti altına girmeden önce ekonomik konumu ile nadide bir inci idi. Ancak İslami beldelerin İslam ile yönetilmekten serveti bir avuç insanın ellerine veren kapitalizm ile yönetilmeye dönüşmesiyle dünya ha çöktü ha çökecek bir noktaya dayanacak derecede müteakip ekonomik krizlerin içine boğuldu. Afrika'da da durum aynıdır. Bir zamanlar Hilafet, ancak zenginlerden alınmak üzere Afrika'nın zekatını toplarken şu anda o zamanki halinden eser dahi kalmadı. Zira Afrika, kapitalizmin yönetimi altında açlık ve fakirlikle boğuşmakta. Bir zamanlar İrlandalı Nasranileri açlıktan kurtarmak için gıda ile dolu bir gemi gönderen Hilafet artık yok. Hilafet'in yok olması ile Müslümanlar, onca nehirlere ve verimli tarım arazilerine sahip olmalarına rağmen neredeyse ancak kendilerini doyurabilmekteler.

Arap ve Acem ajanlarının yardımı sayesinde Batı tarafından Hilafet Devleti'nin 1924 yılında yıkılmasından bu yana haçlı kafirler, Hilafet'in Müslümanların güç kaynağı olduğunu bilmekteler ve şu ana kadar da bu hakikatin farkındalar. Nitekim Hilafet yıkıldıktan sonra Dışişleri Bakanı İngiliz Lord "Kuruzon" şöyle demiştir: "Türkiye'yi yok etme ve ikinci kez kalkınmamasını garantileme fikri, kaçınılmaz bir durumdur. Çünkü biz, onun manevi gücü Hilafet'i ve İslam'ı yok ettik." Yine eski İngiliz Kara Kuvvetleri Komutanı Richard Dannat, 14.05.2010'da şöyle dedi: "Orada İslami bir planlama var. Güney Afganistan'da veya Afganistan'da veya Güney Asya'da buna karşı koymaz ve bunun karşısında durmazsak etkisi giderek artar ve büyür. Bu önemli bir nokta. Bu planlamanın 14 ilâ 15. asırlarda olduğu gibi İslami Hilafet'e dönüşecek derecede Güney Asya'dan Ortadoğu'ya ve Kuzey Afrika'ya uzandığını görmekteyiz."

Doksan sekiz (98) sene geçti ey Müslümanlar! Sizlerin topraklarında ve topraklarınızın dışında sizlerin ve sizlerin etrafındakilerin başına gelen her şey sizlere ve düşmanlarınıza bir kalkan olan Hilafet'i hatırlatmaktadır.

Ey Pakistan'daki Müslümanlar!

Biliniz ki Hilafet güneşi ufuklarda görünmektedir. Allah'ın izniyle dünya, yakında İslam ile kurtulması sonucunda beşeri kanunların şerleri yüzünden üzerindeki yükün ağırlığını hissedecektir. Zira Resul [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in izini takip eden Hizb-ut Tahrir, Hilafet Devleti'ni kurma merhalelerinin sonuncusuna girerek dini ikame etmek ve onunla hükmetmek için muhlis güç ve kuvvet sahiplerinden nusret talep etmektedir. Hizb-ut Tahrir, şu anda kırkın üzerinde ülkede çalışmaktadır. 2007 yılında Endonezya'da Hilafet'in geri gelmesini isteyen yüz binin üzerinde kişinin katıldığı bir konferans düzenledi. Yine 2009 yılında İslam dünyasının dört bir tarafından binlerce alimin katıldığı alimler konferansını düzenledi. İşte bugün, tam olarak 18 Temmuz 2010'da Şam beldesi Beyrut'ta İslam dünyasındaki en bariz siyasilerin ve medya mensuplarının katılımı ile bir medya konferansı düzenleyecektir. Bu konferansta Filistin, Keşmir ve küresel ekonomik kriz gibi Müslümanların önemli meselelerine ilişkin Hizb-ut Tahrir'in tutumu ve politikasının sunumu yapılacaktır.

Ey Pakistan'daki Müslümanlar!

Hilafet ve İslam ile hükmetmek, sadece Allah'ın bir lütfu değildir. Bilakis gerçekleştirilmesi için çalışılması gereken bir gayedir ve bunu yapmadığımızda bu yüzden kıyamet günü hesaba çekileceğiz. Çünkü Allah [Subhânehu ve Te'alâ], başkasını değil İslam ile hükmetmeyi bizlere farz kılmıştır. Zira Subhânehu ve Te'alâ şöyle buyurmuştur:

فَاحْكُمْ بَيْنَهُمْ بِمَا أَنزَلَ اللَّهُ وَلاَ تَتَّبِعْ أَهْوَاءَهُمْ عَمَّا جَاءَكَ مِنْ الْحَقِّ "Aralarında Allah'ın indirdikleri ile hükmet! Sana gelen haktan (yüz çevirip de) sakın onların hevâlarına tâbi olma!" [el-Mâide 48]

Yine Resul [SallAllahu Aleyhi ve Sellem], Müslümanların boynunda biat olmasını farz kılmış ve boynunda bir halifeye biat olmadan ölen kimseyi İslam gelmeden önceki cahiliye zamanında ölmüş gibi en kötü ölüm ile ölmekle nitelemiştir. Zira şöyle buyurmuştur:

وَمَنْ مَاتَ وَلَيْسَ فِي عُنُقِهِ بَيْعَةٌ مَاتَ مِيتَةً جَاهِلِيَّةً "Her kim boynunda biat olmadığı halde ölürse cahiliyye ölümü ile ölmüş olur." [Muslim]

Ey Pakistan'daki Müslümanlar!

Artık Hilafet, sadece bazılarının yerine getirdiği ve bazılarının ihmal ettiği bir farz değildir. Bilakis Allah [Subhânehu ve Te'alâ]'nın mevcut yöneticilere karşı kesinlikle zafer elde edeceklerine dair müminlere bir vaadidir. Çünkü Resul [SallAllahu Aleyhi ve Sellem], zalim yöneticilerin helak olacağı ve Hilafet'in küfür yönetimlerini yok edeceği müjdesini vermiştir. Zira Allah [Subhânehu ve Te'alâ], şöyle buyurmuştur:

وَعَدَ اللَّهُ الَّذِينَ آمَنُوا مِنْكُمْ وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَيَسْتَخْلِفَنَّهُم فِي الأَرْضِ كَمَا اسْتَخْلَفَ الَّذِينَ مِنْ قَبْلِهِمْ "Allah, sizlerden iman edip salih amel işleyenleri, kendilerinden öncekileri yeryüzünde halife kıldığı gibi onları da yeryüzünde halife kılacağını vaadetti." [en-Nûr 55]

Ve Resul [SallAllahu Aleyhi ve Sellem] şöyle buyurmuştur:

ثمَّ تَكُونُ مُلْكًا جَبْرِيَّةً فَتَكُونُ مَا شَاءَ اللَّهُ أَنْ تَكُونَ ثُمَّ يَرْفَعُهَا إِذَا شَاءَ أَنْ يَرْفَعَهَا ثُمَّ تَكُونُ خِلَافَةً عَلَى مِنْهَاجِ النُّبُوَّةِ ثُمَّ سَكَتَ "Sonra zorba diktatörlük olacaktır. Böylece Allah'ın olmasını dilediği kadar olacak, sonra kaldırmayı dilediğinde onu da kaldıracaktır. Sonra (yeniden) Nübüvvet Minhâcı üzere [Râşidî] Hilâfet olacaktır." Sonra sükut etti.

Ey Pakistan'daki Müslümanlar!

Allah [Subhânehu ve Te'alâ]'nın izniyle bu senenin 28 Recebi Hilafet'in kurulmasının yaklaştığını müjdelemektedir. Resulullah'ın metodunu takip ederek Nübüvvet Minhacı üzere Hilafet'i kurmak için Hizb-ut Tahrir şebabı ile birlikte çalışmak için acele ediniz. Hilafet'i talep eden büyük bir hareket oluşturmak için insanları mescitlerde, çarşılarda, sokaklarda ve evlerde toplamak için bizimle birlikte çalışınız. Haydi hep birlikte Allah [Subhânehu ve Te'alâ]'nın kendilerine farz kıldığı Hilafet Devleti'ni kurması için Hizb-ut Tahrir'e nusret verme görevlerini yerine getirmeleri için Pakistan Silahlı Kuvvetlerindeki babalarımızı, kardeşlerimizi, evlatlarımızı, hanımlarımızı çağırmak üzere bizimle birlikte hareket ediniz. O Hilafet ki zalimlerin yönetimine son verecek ve insanlık için barış, adalet ve refah dolu yeni bir sayfa açacaktır.

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Avustralya'da Peçenin Yasaklanması için Önerilen Tasarıya İlişkin Bir İzahat

Hizb-ut Tahrir / Avustralya hanımlar kısmı, Avustralya'da İslami peçenin yasaklanmasına dönük son önerileri protesto etmek için Sidney/Lakemba'da oturma eylemi düzenledi. Bu gösteride ön plana çıkan bazı noktalar aşağıdaki şekildedir:

 

- Belçika ve Fransa gibi Avrupa'daki bazı devletlerin aldığı pratik tedbirler ve bu konuya ilişkin olarak birçok Batılı devlette benzer adımların atılacağının açıklanması bizleri, Avustralya'da ortaya atılan önerilerin bir taraftan alınması planlanan tedbirlerin kabulüne dönük alt zemini ve kamuoyu oluşturmayı, öteki taraftan nabız yoklamayı ve tepkileri ölçmeyi hedefliyor olarak bakmamıza neden olmaktadır.

- Müslüman kadının kıyafeti, İslam dininin ayrılmaz bir parçasıdır. Dolayısıyla Müslüman kadının kıyafetinin hedef alınması bizzat İslam'ın hedef alınmasıdır. Bundan dolayı Müslüman kadını şeri kıyafet olarak gördüğü bir şeyi giymemeye zorlamak bir tür dinde zorlama ve baskı yapmaktır.

- Herhangi bir gurubun özellikle ciddi konularda olmak üzere dinsel baskı görmesinin tarih boyunca içsel, toplumsal barışa ve toplumda insanların bir arada yaşamasına yönelik vahim sonuçları olmuştur.

- İslam, hükümleri ve Müslüman kadına verdiği şerefli konumu, Müslümanlar olarak bizler nezdinde kırmızı çizgilerden sayılır. Her kim olursa olsun hiç kimsenin bunlarla oynamasına asla izin vermeyiz. Binaenaleyh Müslüman kadının ve kıyafetinin hedef alınmasının yansımaları ve bunun doğuracağı vahim sonuçlarına karşı uyarıyoruz.

 

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Yaygaraların Kopartıldığını İşitiyoruz Ama Tek Bir İcraat Göremiyoruz

Yahudi varlığı, Gazze'ye giden insani yardım konvoyuna karşı dehşet verici bir cürüm işlemesine rağmen uluslararası toplumun bu cürüme verdiği tepkiler gerçekten cürümün dehşetine yakışmayacak şekilde utanç vericidir. Buna hiç şaşırmadık. Zira küfür milleti tektir.

Ancak İslam dünyasındaki mevcut nizamların verdiği tepkiler daha utanç verici ve daha basitti. Zira bu gemilerde Ürdün gibi bazı devletlerin vatandaşları bulunmasına rağmen verilen tepkiler kınama, eleştiri ve protestoların ötesine geçmemiştir. Böylesi bir durumda bu varlığa öncelikli olarak askeri darbe üzerine darbe vurulması, (Ürdün, Suriye, Lübnan, Mısır) gibi bu varlığa komşu devletlerin ordularının yanı sıra konvoya öncülük yapan Türkiye'nin ordusunun harekete geçmesi gerekirken bu zavallı tepkiler verilmiştir. Ancak bizler, aslen Yahudileri ve Yahudi varlığını korumak için ortaya çıkan bu nizamların bu tür zavallılığı, vurdumduymazlığı ve aldırmazlığı karşısında hiç de şaşırmadık. Zira bu nizamlar, Yahudi varlığının bekasına kendilerine olan düşkünlüklerinden daha düşkündürler.

 

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER