Perşembe, 03 Rebiu’l Evvel 1446 | 2024/09/05
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

-Basın Açıklaması- İslam'ın Cihat Farzını Az Bir Bedel Karşılığında Tahrif Edenlere Yazıklar Olsun!

Mardin'deki Artuklu Üniversitesi'nin ev sahipliğinde, Küresel Yenilik ve Rehberlik Merkezi (GCRG) ile İngiltere merkezli düşünce kuruluşu Canopus Consulting'in 27-28 Mart 2010'da organize ettiği "Barış Diyarı Mardin" başlıklı iki günlük konferansa Suudi Arabistan, Mısır, Ürdün ve diğer İslam ülkelerinden 20'ye yakın "alimin" yanı sıra Türkiye'den de bazı isimler katılmıştır.

Konferansın ana teması, "Cihadi örgütlerin eylemlerine meşruiyet kazandırmak için kullanıldığı söylenen ünlü İslam alimi İbn Teymiyye'nin 700 yıllık Cihat Fetvasının" yeniden yorumlanması adı altında İslam'daki cihat ıstılahını tahrif etmektir. Konferans konuşmacılarının mesajlarının neredeyse tamamı, kafir Amerika ve İngiltere'nin işgal için saldırdığı bölgelerde sözde "terörizme karşı savaşlarını" haklı çıkarmak için kasıtlı olarak yaptıkları patlama eylemlerini Müslümanların üzerine yıkarak Müslümanları terörist olarak gösterip muhlis Müslümanların gösterdikleri azim ve kahramanca cihadi tavırları kınar nitelikteydi. Dolayısıyla kafir Batının işgal ve sömürü için İslami beldelere saldırması meşru gösterilirken Müslüman mücahitlerin bu işgalcilere karşı İslam'ın farz kıldığı cihadı yerine getirmek üzere harekete geçmeleri gayri meşru gösterilmektedir. Kafir işgalci İngiltere'ye bağlı bir kuruluş tarafından bu konferansın yapılmasındaki esas maksat, mevcut son model silahlarına rağmen işgal için saldırdıkları İslami beldelerde, esas gücünü İslam'ın emrettiği cihat farzından yani akidesinden alan bir avuç mücahit karşısında burunlarının sürtülmesi ve Müslümanların arkasında cihat edecekleri bir halife arzular hale gelmesinden duydukları korku nedeniyle İslam'ın hükümlerini tahrif etmeye çalışmaktır. Ancak İslam alimi diye nitelendirilen bir takım kişilerin kafirlerin bu entrikasının maşaları konumunda hareket etmeleri tabii değildir. Selef ve İslami bakış açısını kaybetmemiş halef alimlerin tamamı cihadın, Allah'ın kelamını yüceltmek için Allah yolunda savaşmak olduğu, İslam'ın zirve sütunu olduğu ve İslami 6türü vay haline onların! Ve kazandıklarından ötürü vay haline onların!" [el-Bakara 79]

حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir

Resmî Sözcü Yardımcısı
Türkiye Vilâyeti

Devamını oku...

Ey Zirve Katılımcıları! Kudüs, el-Aksa'ya Methiye Düzmek Üzere Ağızdan Dökülen Sözlerle Kurtarılmaz! Bilakis Kudüs, Yahudi Devleti ile Savaşmak Üzere Orduları Savaş Meydanlarına Dökmekle Kurtarılır!

  • Kategori Hizb
  •   |  

Libya'nın Sirte şehrinde Arap yöneticileri tarafından 22'ncisi yapılan ve iki gün süren zirve, bugün 28.03.2010 günü akşamı sona erdi. Zirve öncesi dışişleri bakanları, 25-26.03.2010 tarihleri arasında iki gün süren zirvenin çalışma takvimini hazırladıkları bir hazırlık toplantısı yaptılar. Zirve kararları; barış süreci, Arap-"İsrail" çatışması, Arap girişimi, Yahudilerin Harem-il İbrahim ile Mescid-i Bilal'i ilhak etmelerinin reddedilmesi, aynı şekilde yerleşim politikasının reddedilmesi ve bunun sonucunda yapılan doğrudan ve dolaylı müzakereler... Irak ve Birleşik Arap Emirlikleri adalarındaki durum, Sudan, Somali ve Komorlor'daki barışın ve kalkınmanın desteklenmesi, bölgenin nükleer silahlardan arındırılması ve benzeri konular olmak üzere eski yeni metinlerle doluydu. Ayrıca zirveye katılanların karşılıklı kutlamalarda bulunacağı olağanüstü ek bir konferans yapılması kararı alındı! Bunların hepsi ne doyuran ne de aç bırakan içi boş kararlardır. Dahası bunlar gürültü çıkarmasına rağmen içi boş aç bırakmaya daha yakın olan kararlardır! Hatta zirvenin sonuç bildirgesi, zirve katılımcıları utanıyormuşçasına alelacele okundu!

Ayrıca hazırlık toplantısından sonuç bildirgesi okununcaya dek zirve konferansının düzenlenmesi sırasında dikkat çeken iki husus vardır:

Birincisi: İngiliz ajanlarının Arap Topluluğunun kararlarına etki etmek ve onu avuçlarının içine almak için ortaya koydukları hummalı girişimlerdir. Zira Yemen, Arap Topluluğu yerine Arap Birliği inşa edilmesi önerisinde bulundu ve bu hususta zirve başkanı Libya lideri ile müttefik olduğu açık bir husustu. Zira Libya gurubu, sanki Yemen ile anlaşmışçasına hemen karara alkış tuttu! Ardından Kaddafi, kararda muvafık olduğunu ifade etti. Bu bir yönüyledir. Diğer yönden ise zirvenin şu andaki dönem başkanı olan Kaddafi, zirvenin başkanı olarak Arap Topluluğu genel sekreterini muhasebe etme yetkisi ve olağanüstü zirve yapılmasına çağrıda bulunma gibi kendisine bir takım imtiyazlar verilmesi talebinde bulundu. Üçüncü yönden ise Katar, zirve başkanına bağlı bir komisyon oluşturulması teklifinde bulundu. İşte tüm bunlar, İngilizlerin ajanları yoluyla topluluğa sızmak veya alternatif bir kuruluş oluşturmak istediklerini göstermektedir. Çünkü 22.03.1945'te İngilizler tarafından türetilen Arap Topluluğunda son yıllarda Amerika'nın uzun eli olduğu gibi açıklanan kararlarda da fiili etkisi vardır. Zira Arap Topluluğunun merkezi Kahire'dedir ve Mısır rejiminin devlet başkanı Amerika'nın adamı olup onun bekçisidir ve genel sekreteri de onun gardiyanıdır. İngilizlerin ve ajanlarının (deneyimli) girişimlerine rağmen bu hususta başarıya ulaşmaları olası değildir. Racih olan şudur ki bu girişimler, işlerin nasıl gittiğini görmek ardından da bir sonraki adımı belirlemeye dönük deney (balonları) olmaktan öte gitmeyecektir!

İkincisi: Kudüs konusudur. Kararlar, Kudüs konusunu zirveye katılanların hoş ve tatlı sözleriyle doyurmuştur... Zira gururla ve "zaferle" Kudüs'ü kurtarmaya dönük bir plan hazırladıklarını açıkladılar. Bu planı ise siyasi, hukuki ve mali olmak üzere üç eksen üzerine dayandırdılar... Ardından Güvenlik Konseyi'ne sorumluluklarını yüklenmesi, Arap-"İsrail" çatışmasının çözümüne dönük adımlar atmak ve gerekli yöntemleri benimsemek için harekete geçilmesi çağrısında bulundular... "İsrail'in" mukaddes şehirdeki cürümlerine karşı koymak için Uluslararası Adalet Divanına gitme kararı aldıkları gibi "İsrail'in" yerleşim planlarına karşı koymak için de Kudüs'e yarım milyar dolar tutarında destek verme kararı aldılar. Ayrıca Arap Topluluğu çerçevesinde Kudüs'e genel komiser atanması kararı alındı..! Son olarak Kudüs'ü sevmede ve ona methiyeler dökmede hummalı bir rekabete girdiler. Zira zirve öncesinde yapılan dışişleri bakanlarının hazırlık toplantısı sırasında Mısır Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü, zirvenin Kudüs Zirvesi olarak isimlendirilmesi "önerisinde" bulunanın Mısır olduğunu açıklayarak arkadaşları karşısında bir sıfır öne geçti. Bunun üzerine Suriye'nin Arap Topluluğundaki daimi temsilcisi Arap dışişleri bakanlarından zirvenin Kudüs Zirvesi olarak isimlendirilmesini "talep edenin" kendi ülkesi olduğunu söyleyerek ona cevap verdi... Böylece ister kendilerini ılımlılar isterse ılımsızlar olarak isimlendirenler olsun Araplar, bir bir berabere kaldılar! Hatta Amerika'nın kendisine bölgede ateşli konuşmalar yapması rolü biçtiği Erdoğan, Kudüs'ü sevmede ve ona methiyeler dökmede Arapların söylemediklerini söyledi! Şayet Yahudi Genelkurmay Başkanı "Aşkenazi", dün Erdoğan'ın daveti ile askeri güvenlik konferansına katılmak üzere Türkiye'de olmamış olsaydı insanlar, neredeyse onun bu ateşli konuşmasıyla Yahudi devletine savaş açmak istediğini zannedeceklerdi!!

Ey İnsanlar! Bu yöneticilerin akılları vardır akletmezler, kulakları vardır işitmezler, gözleri vardır görmezler. Şüphesiz gözler kör olmaz. Ama göğüslerdeki kalpler kör olur! Kudüs, kendi işinin maliki olmayan genel komiserle veya ancak Yahudi süngüsü altında Kudüs'e ulaşacak olan mali bir yardımla veya Filistin'de Yahudi devletini inşa eden Güvenlik Konseyine çağrıda bulunmakla veya ne hakkı ikrar eden ne de batılı defeden Uluslararası Adalet Divanına gitmekle veya Yahudi devletine ülkesinde elçilik açan ve Kudüs katilini konuk eden bir kimsenin Kudüs'e olan sevgide ve özlemde yaptığı ateşli konuşmalarıyla kurutulur mu hiç?

Ey İnsanlar! Kimileriniz diyor ki yöneticiler, her ne kadar işgal altındaki Filistin'den vazgeçseler de takva dürtüsüyle olmasa da en azında utanç dürtüsüyle Kudüs'ten ve el-Aksa'dan vazgeçmezler... Ancak işte Kudüs, etrafından hatta kalbinden, kayasından ve mescidinden kırpılıyor. Yahudiler çatısıyla da temeliyle de oynadılar, altındaki toprakları boşalttılar, üzerindeki hurumatlarını çiğnediler, önünü ve arkasını Yahudi yerleşimcilerle doldurdular. Hatta Yahudi devleti, Gazze'ye saldırarak ve Kudüs'teki yerleşim birimleri inşası politikasının değişmeden süreceğine ilişkin (sıcak) açıklamada bulunduğu günün akşamında zirvenize hediye gönderirken yöneticiler başları dimdik bir halde bakıyorlar, dinliyorlar, toplanıyorlar, tokalaşıyorlar, yiyorlar, gülüyorlar!

Ey Müslümanlar! Kudüs'ü, Müslümanların ordularına liderlik edecek ve muktedir olanları askere alacak, Rabbi Subhânehu'ya muhlis ve Resul [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'e sadık olan bir komutan kurtarır. Kudüs'ü, onu hicri (15) yılında fetheden ve Kudüs'te Yahudilerin oturamayacağını kaleme aldığı Ömer Vesikası'nın sahibi Ömer Faruk'un siretini tekerrür ettirecek muttaki güçlü bir komutan kurtarır.

Kudüs'ü, onu hicri (583) yılında haçlıların pisliğinden kurtaran Salahaddin'in ve kurtarılmasından sonra ilk Cuma hutbesine, [فَقُطِعَ دَابِرُ الْقَوْمِ الَّذِينَ ظَلَمُوا وَالْحَمْدُ لِلَّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ] "Böylece zulmeden kavmin kökü kesildi. Alemlerin Rabbi olan Allah'a hamdolsun." [el-Enam 45] ayeti ile başlayan arkadaşı Kadı Muhyiddin'in siretini tekerrür ettirecek muttaki güçlü bir komutan kurtarır.

Kudüs'ü, onu koruyan ve devletin hazinesine yüklü paralar vermeyi teklif etmelerine rağmen "Hertzl" ve zebanilerine, (1901) yılında, "Filistin benim şahsi mülküm değildir. Bilakis onu kanlarıyla sulamış olan halkımın mülküdür. Yahudilerin milyonları kendilerine kalsın. Filistin'in devletimden koparıldığını görmektense bedenimin lime lime edilmesini tercih ederim ki bu olmayacak bir iştir" şeklinde cevap vererek Kudüs'e sızmalarını engelleyen İkinci Abdülhamit'in siretini tekerrür ettirecek muttaki güçlü bir komutan kurtarır.

İşte Kudüs, hiç hesap etmedikleri bir yerden gelerek onlara şeytanın vesveselerini dahi unutturacak darbeler indirecek olan Müslümanların orduları yoluyla, ya zafer ya şahadet diyerek iki güzellikten biri için birbirleriyle yarışan askeri birlikler yoluyla, Allahuteala'nın, [فَإِمَّا تَثْقَفَنَّهُمْ فِي الْحَرْبِ فَشَرِّدْ بِهِمْ مَنْ خَلْفَهُمْ لَعَلَّهُمْ يَذَّكَّرُونَ] "Eğer savaşta onları yakalarsan, ibret almaları için onlar ile arkasında bulunan kimseleri de dağıt." [el-Enfal 57] kavli yoluyla, Aziz-ul Cebbar'ın, [وَأَخْرِجُوهُمْ مِنْ حَيْثُ أَخْرَجُوكُمْ] "Sizi çıkardıkları yerden siz de onları çıkarın." [el-Bakara 191] kavli yoluyla Yahudi çetelerinden kurtarılır. İşte böyle ey Müslümanlar!

Ey Müslümanların Beldelerindeki Ordular! Artık muhtaç için hiçbir hüccet, mazur için hiçbir özür kalmadı. Bizi yöneticiler engelliyor demeyin. Zira güç sizlerin ellerinde. Hatta onları koruyan sizlersiniz ve onların ipi sizlerin ellerinde. Eğer onlara itaat ederseniz günaha ve düşmanlığa girmiş olursunuz. Dolayısıyla Resul [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in havzı başında olamazsınız. Eğer zulümlerinde onlara yardım etmez ve yalanlarında onları tasdik etmezseniz Resul [SallAllahu Aleyhi ve Sellem] sizden, sizler de ondan olursunuz. Dolayısıyla SallAllahu Aleyhi ve Sellem'in havzı başında olursunuz ki iyi amelde bulunanların ecri ne güzeldir. Nitekim Tirmizi, Ka'b İbn-u Ucra'nın şöyle dediğini tahriç etmiştir: Resulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem], bana şöyle dedi:

أعيذك بالله يا ‏كعب بن عجرة ‏‏من أمراء يكونون من بعدي فمن ‏ ‏غَشِيَ ‏ ‏أبوابهم فصدقهم في كذبهم وأعانهم على ظلمهم فليس مني ولست منه ولا يرد علي الحوض ومن ‏ ‏غَشِيَ ‏ ‏أبوابهم أو لم ‏ ‏يَغْشَ ‏ ‏فلم يصدقهم في كذبهم ولم يعنهم على ظلمهم فهو مني وأنا منه وسيرد علي الحوض "Benden sonra gelecek yöneticilerden Allah'a sığın ey Ka'b İbn-u Ucra! Her kim sık sık onların kapısına giderek onların yalanını doğrular ve zulümlerinde onlara yardım ederse ben ondan değilim, o da benden değildir. Havzımın başında da olmayacaktır. Her kim de sık sık onların kapılarına gidip yada gitmeyerek onların yalanını doğrulamaz ve zulümlerinde onlara yardım etmezse o bendendir, ben de ondanım ve o havzımın başında olacaktır."

Ey İslam Beldelerindeki Ordular!

Hizb-ut Tahrir, Hilafet'i kurmak için sizlerden nusret istiyor. Haydi ona nusret veriniz. Sizleri Yahudilerle savaşmaya çağırıyor. Haydi ona icabet ediniz. Zira Yahudilerle savaşılacağı ve onlara karşı zafer elde edileceği Allahuteala'nın kitabında yazılıdır:

فَإِذَا جَاءَ وَعْدُ الآخِرَةِ لِيَسُوءُوا وُجُوهَكُمْ وَلِيَدْخُلُوا الْمَسْجِدَ كَمَا دَخَلُوهُ أَوَّلَ مَرَّةٍ وَلِيُتَبِّرُوا مَا عَلَوْا تَتْبِيراً عَسَى رَبُّكُمْ أَنْ يَرْحَمَكُمْ وَإِنْ عُدْتُمْ عُدْنَا وَجَعَلْنَا جَهَنَّمَ لِلْكَافِرِينَ حَصِيراً "Artık diğer cezalandırma zamanı gelince, yüzünüzü kara etsinler, daha önce girdikleri gibi yine mescide (Mescid-i Aksa'ya) girsinler ve ellerine geçirdikleri her şeyi büsbütün tahrip etsinler diye. Umulur ki Rabbiniz size merhamet eder; fakat siz eğer yine (fesatçılığa) dönerseniz, biz de sizi yine cezalandırırız. Biz cehennemi kafirler için bir hapishane yaptık." [İsra 7-8]

Keza Resulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in hadisinde de yazılıdır:

لَتُقَاتِلُنَّ الْيَهُودَ فَلَتَقْتُلُنَّهُمْ حَتَّى يَقُولَ الْحَجَرُ يَا مُسْلِمُ هَذَا يَهُودِىٌّ فَتَعَالَ فَاقْتُلْهُ "Yahudiler ile mutlaka savaşacak ve onları mutlaka öldüreceksiniz. O kadar ki taş bile; "Ey Müslüman! İşte Yahudi burada, gel de öldür onu!" diyecektir." [Muslim, İbn-u Ömer kanalıyla tahriç etti]

O halde askerlerini harekete geçirecek, karşısında duran tüm yöneticileri ayaklarıyla çiğneyip geçecek, yeryüzünde İslam'ın hükmü olan Raşidi Hilafet'i ikame edecek, el-Aksa'yı kurtaracak ve onu Yahudilerin pisliğinden kurtardıktan sonra Kadı Muhyiddin'in okuduğu gibi ilk Cuma hutbesinde şu ayeti okuyacak içinizde hiç dosdoğru aklı başında bir adam yok mu?

فَقُطِعَ دَابِرُ الْقَوْمِ الَّذِينَ ظَلَمُوا وَالْحَمْدُ لِلَّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ "Böylece zulmeden kavmin kökü kesildi. Alemlerin Rabbi olan Allah'a hamdolsun." [el-Enfal 57]

Böylece Allahu Subhânehu, onu katından bir toplulukta ansın, semanın melekleri ve yeryüzünün salihleri ona gıpta etsin de dünyada ve ahirette aziz olsun. İşte büyük kurtuluş budur.

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ اسْتَجِيبُواْ لِلّهِ وَلِلرَّسُولِ إِذَا دَعَاكُم لِمَا يُحْيِيكُمْ وَاعْلَمُواْ أَنَّ اللّهَ يَحُولُ بَيْنَ الْمَرْءِ وَقَلْبِهِ وَأَنَّهُ إِلَيْهِ تُحْشَرُونَ Ey imân edenler! Allah ve Resulü sizi, size hayat verene çağırdığında icabet edin. Bilin ki Allah kişi ile kalbi arasına girer ve siz muhakkak onun huzurunda toplanacaksınız. [el-Enfâl 24]

 

Devamını oku...

Hizb-ut Tahrir / Pakistan Vilayeti'nden Zalim Pakistan Yöneticilerine Açık Bir Mektup

  • Kategori Pakistan
  •   |  

Selam Hidayete Tabi Olanların Üzerine Olsun;

Ey Zalim Pakistan Yöneticileri!

Hidayete tabi olmayacakları veya İslam'a iman etmeyecekleri zannı galibini taşıdığı halde Kureyş liderlerine nasihatte bulunduğu zamandaki Resul [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'i örnek alarak sizlere bu mektubu gönderiyoruz. Resulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem], Rabb-il İzze [Subhânehu ve Te'alâ]'nın şu kavline ittiba ederek bunu yapmıştı:

وَإِذْ قَالَتْ أُمَّةٌ مِنْهُمْ لِمَ تَعِظُونَ قَوْمًا اللَّهُ مُهْلِكُهُمْ أَوْ مُعَذِّبُهُمْ عَذَابًا شَدِيدًا قَالُوا مَعْذِرَةً إِلَى رَبِّكُمْ وَلَعَلَّهُمْ يَتَّقُونَ "İçlerinden bir topluluk: Allah'ın helâk edeceği yahut şiddetli bir azap ile azap edeceği bir kavme ne diye öğüt veriyorsunuz? dedi. (Öğüt verenler) Rabbinize mazeret beyan edelim diye bir de ittika ederler ümidiyle (öğüt veriyoruz) dediler." [el-A'râf 164]

Bunun içindir ki Allah'a selim bir kalp ile gelen bir kimsenin dışında ne malın ne de evlatların fayda vermediği bir günde kurtuluşa ermeniz için sizleri Allah [Subhânehu ve Te'alâ]'ya tövbe etmeye davet ettiğimiz gibi Allah [Subhânehu ve Te'alâ]'dan korkan kimselerden olmanız için de Allah'a dua ediyoruz ki hidayete tabi olasınız.

Ey Zalim Pakistan Yöneticileri!

Şubat 2008'de icra edilen ve Amerikan ajanı diktatörler ile demokrat liderlerin yer değiştirdiği demokratik seçimlerin üzerinden iki yıl geçti. İşte bu zamandan beri sizler, işlerini gözetmeksizin ve Subhânehu ve Te'alâ'nın onlara bahşettiği haklarını vermeksizin tebaanızı aldatıyorsunuz. Zira Pakistan, altın, doğalgaz, kömür, hayvancılık ve buğday gibi bol miktarda doğal kaynaklara sahip olmasına rağmen ancak sizler, servete bir avuç insanın sahip olmasına odaklı kapitalizm nizamını tatbik ederek insanların haklarını tam olarak vermediniz. Bu da ciddi ekonomik sıkıntılara, mal ve hizmet gibi temel ihtiyaç fiyatlarının yükselmesinden dolayı insanların acı çekmelerine neden oldu. İslam, enerjinin kamu mülkiyetinden olmasına hırs göstermesine ve herkesin bir kesinti olmaksızın en ucuz fiyata bundan faydalanmasına imkan vermesine rağmen fabrikalar elektrik kesintilerinin devam etmesi sebebiyle kapalı bir durumdadır. Bunun yanı sıra insanlar, yerli paradaki enflasyon sebebiyle fiyatlardaki eşi görülmemiş artışlardan dolayı da acı çekmektedirler. Çünkü bu para, İslam'ın farz kıldığı gibi İslami ümmetin gerçek servetine konvertibl olmayıp bunun yerine yerli parayı Amerikan'ın ekonomik çöküşü ile paramparça olan dolara endekslidir. İnsanları Allah'ın kendilerine bahşettiği servet hususunda da aldattınız. Çünkü sizler, insanlara dair servet dağılımını dosdoğru bir ölçüyle düzenleyen İslam'daki ekonomik nizamın tatbik edilmesini reddettiniz. Zira Allah [Subhânehu ve Te'alâ] şöyle buyurmuştur:

كَيْ لا يَكُونَ دُولَةً بَيْنَ الْلأَغْنِيَاء مِنكُمْ  "İçinizden yalnız zenginler arasında dolaşan bir güç olmasın diye." [el-Haşr 9]

İnsanların İslam'ı sevmesine ve bin küsur yıldır onu savunmalarına rağmen sizler, insanları kimlikleri ve değerleri hususunda da aldattınız. Zira özgürlükleri ve bozuk Batılı değerleri destekleyip propagandasını yaptınız ve ülkenin kapılarını Amerikan elçiliklerine ardına kadar açtınız. Batının koyduğu büyük bütçeler yoluyla İslam'ın değerlerine ve mefhumlarına saldırmak için bozuk medyasal şahsiyetler, ulus ötesi şirketler ve kültürel organizasyonlar seferber edilmiştir. İnsanlar, bu bozukluğa mukavemet gösterdiklerinde ise hakkı batıla karıştırmak yoluyla bozuk Batılı mefhumların propagandasını yapmak için aldatmada haddi aşarak demokrasinin İslam'dan olduğunu iddia ettiniz, demokrasiyi Medine-i Münevvera vesikasına veya Raşidi Hilafet'e benzettiniz! Bunun yanı sıra sizler, insanları İslami eğitim sistemi ile insanların İslami mefhumlarını koruyup benimsemesinin yanı sıra İslami nefsiyeti güçlendirip sabitleştirecek olan medya politikasının tatbik edilmesini reddetmekle de aldattınız. Allah [Subhânehu ve Te'alâ] şöyle buyurmuştur:

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا قُوا أَنفُسَكُمْ وَأَهْلِيكُمْ نَاراً وَقُودُهَا النَّاسُ وَالْحِجَارَةُ "Ey iman edenler! Kendinizi ve ailenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun." [Tahrim 6]

Pakistan güçlü bir İslami belde, ordusu Amerikan ordusundan daha büyük, askerleri ise cesur ve şahadeti seven Müslümanlar olmasına rağmen sizler, ümmetin düşmanlarının yanında yer alarak insanları güvenliklerinin gerçekleşmesi hususunda da aldattınız. Ümmetin apaçık düşmanlarıyla yaptığınız ittifaklar sebebiyle bölgedeki Amerikan varlığı, Irak'ta yaptıkları gibi suikast ve bombalama eylemleri yapan ve yapagelen Amerika'ya bağlı özel katliam şirketleri ve istihbarat birimleri sayesinde daha önce bölgede görülmeyen huzursuzlukların ve güvensizliğin nedeni haline gelmiştir. Müslüman askerleri, tamamen sizden önceki Müşerref'in yaptığı gibi Amerikan adına savaşmaları için kabileler bölgesine göndermekle Müslümanlara yönelik eziyetinizi kat be kat artırdınız. Zira 11 Eylül olaylarından günümüze kadar Amerikan fitne savaşında, 30.452'den fazla Müslüman katledilmiş ve yaralanmıştır. Bu katledilenlerden 78 subay da dahil 2.273'den fazlası Pakistan ordusundan olmasının yanı sıra 6.512 askerden daha fazlası ise kalıcı engellidir. Bu sırada ise haçlı kuvvetleri sadece 1.582 asker kaybı vermiştir! Bunun yanı sıra sizler, insanları kuvvetleri hususunda da aldattınız. Zira Amerika en zayıf anlarını geçirdiği, müttefiklerinin kendisini terk ettiği, ekonomisinin aciz kalıp çöktüğü bir sırada Müslümanların kanlarıyla Amerika'yı desteklemekle haçlı Amerika'sını yok etmek için altın bir fırsatı kaçırdınız. Doğrusu düşmanları dost edinmeyi Müslümanlara haram kılan İslam'ın harici politikasını tatbik etmemekle de insanları aldattınız. Zira Allah [Subhânehu ve Te'alâ] şöyle buyurmuştur:

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لاَ تَتَّخِذُوا عَدُوِّي وَعَدُوَّكُمْ أَوْلِيَاء تُلْقُونَ إِلَيْهِم بِالْمَوَدَّةِ وَقَدْ كَفَرُوا بِمَا جَاءَكُم مِّنَ الْحَقِّ "Ey îmân edenler! Benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olanları, sevgi göstererek dost edinmeyin! Oysa onlar size gelen hakkı inkâr etmişlerdir." [el-Mumtehine 1]

Keşmir'deki cesur Müslümanların sebatı son altı asır boyunca Hintlilerin buraya yerleşmesini önlemesine rağmen sizler, kuvvetleriyle burayı elde etmeyi başaramadıkları bir sırada Hintlilere Keşmir'de bir hak bağışlamayı istediğiniz çabalarınızla Müslümanları aldatmanızın yanı sıra aslında onların Keşmir'de hiç bir hakkı da bulunmamaktadır. Amerika'yı razı etmek için sizler, Kabileler bölgesindeki Amerikan fitne savaşına ortak olmak ve saldırgan Hindistan lehine Keşmir'den vazgeçmek için yeniden daha fazla kuvvet konuşlandırmakla da Müslümanları aldattınız. Sizler, Afganistan'da kendisine bir dayanak oluşturmak için Hindistan'ı garantiye alanın ve birçok Müslümanın işkence görmesine neden olanın bizzat Amerika olduğunu bilmenize rağmen bunu yapmaktasınız. Doğrusu sizler, kafirlerin Müslümanların topraklarından bir karış dahi mülk edinmesini haram kılan şeri hükümlerin tatbik edilmesini reddettiğiniz zaman da Müslümanları aldattınız. Zira Allah [Subhânehu ve Te'alâ] şöyle buyurmuştur:

إِنَّمَا يَنْهَاكُمُ اللَّهُ عَنِ الَّذِينَ قَاتَلُوكُمْ فِي الدِّينِ وَأَخْرَجُوكُمْ مِنْ دِيَارِكُمْ وَظَاهَرُوا عَلَى إِخْرَاجِكُمْ أَنْ تَوَلَّوْهُمْ وَمَنْ يَتَوَلَّهُمْ فَأُولَئِكَ هُمُ الظَّالِمُونَ Allah, yalnız sizinle din uğrunda savaşanları, sizi yurtlarınızdan çıkaranları ve çıkarılmanız için onlara yardım edenleri dost edinmenizi yasaklar. Artık her kim onları dost edinirse, şüphesiz onlar zalimlerin ta kendileridir. [el-Mumtehine 9]

Ey Zalim Pakistan Yöneticileri!

İslami olanların dışındaki tüm kanunları tatbik etmedeki ısrarınız sebebiyle halkımızı aldatıp hıyanet ettiniz. Hakkı batıla batılı da hakka çevirdiniz, emaneti zayi ettiniz ve böylece sürüsünü uçurumun kenarına sürükleyip helak eden çoban gibi oldunuz. İmam Ahmed'den Resulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:

إِنَّهَا سَتَأْتِي عَلَى النَّاسِ سِنُونَ خَدَّاعَةٌ يُصَدَّقُ فِيهَا الْكَاذِبُ وَيُكَذَّبُ فِيهَا الصَّادِقُ وَيُؤْتَمَنُ فِيهَا الْخَائِنُ وَيُخَوَّنُ فِيهَا الْأَمِينُ وَيَنْطِقُ فِيهَا الرُّوَيْبِضَةُ قِيلَ وَمَا الرُّوَيْبِضَةُ قَالَ السَّفِيهُ يَتَكَلَّمُ فِي أَمْرِ الْعَامَّةِ "İnsanlara öyle aldatıcı yıllar gelecek ki o zaman yalancılar doğrulanacak, doğru sözlüler de yalanlanacaklardır. O zaman hâinlere güvenilecek, güvenilir olanlar da ihanetle suçlanacaklardır. İşte o zaman Ruveybida konuşacaktır." Denildi ki: "Ruveybida da nedir?" Buyurdu ki: "Kamunun işleri hakkında (söz sahibi olan) aşağılık adamdır!"

Sizler şerir amellerinizin hakikati hususunda derinlemesine düşünüp taşınsaydınız, tebaasını aldatan ve onların işlerini gözetirken Allah'ın istediği şekilde çalışmayan yöneticinin asla cennete giremeyeceğini ve onun kokusunu bile alamayacağını fark ederdiniz. Nitekim Buhari, Resulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:

مَا مِنْ وَالٍ يَلِي رَعِيَّةً مِنْ الْمُسْلِمِينَ فَيَمُوتُ وَهُوَ غَاشٌّ لَهُمْ إِلا حَرَّمَ اللَّهُ عَلَيْهِ الْجَنَّةَ "Müslümanların çobanlığını üstlenen hiçbir vali yoktur ki onları aldattığı halde ölüp de Allah Cenneti ona haram kılmış olmasın."

Bunun içindir ki sizleri, küfür ile yönetmekten ve insanlara yaptığınız işkenceden uzak durmak üzere Allah'a tövbe etmeye davet ediyoruz. Günahlarınıza kefaret olarak yapacağınız en küçük şey İslam hükmünü ikame etmek için ümmetin muhlis evlatlarının önündeki yolu açmanızdır. Şayet bunu yapmazsanız zillet, Allah'ın izniyle çok yakında Hilafet Devleti kurulduğunda ümmetin eliyle sizlere ulaşacaktır. Ne malın ne de evladın bir fayda sağlamadığı kıyamet gününün elim azabı ise daha şiddetli olmasının yanı sıra sizin bunları başkalarından daha iyi bilmeniz gerekmektedir.

وَلاَ تَحْسَبَنَّ اللّهَ غَافِلاً عَمَّا يَعْمَلُ الظَّالِمُونَ إِنَّمَا يُؤَخِّرُهُمْ لِيَوْمٍ تَشْخَصُ فِيهِ الأَبْصَارُ  "Sakın, Allah'ı zalimlerin yaptıklarından gafil sanma! Ancak Allah, onları (cezalandırmayı), korkudan gözlerin dışarı fırlayacağı bir güne erteliyor." [İbrahim 42-43]

Devamını oku...

Terörle Mücadele Karar Taslağının Hedefi İslam ve Müslümanlardır

  • Kategori Avustralya
  •   |  

Avustralya hükümeti, 23 Şubat 2010 Salı günü terörizmle mücadeleye dönük son karar taslağını yayınladı. Rapor, terörizmin Avustralya'daki güvenlik ortamının kalıcı ve ayırt edici bir özelliği haline geldiği hususunda uyarıda bulunmasının yanı sıra "küresel cihadi hareketten" kaynaklanan tehdide ek olarak Avustralya'nın bizzat Avustralya'da doğup eğitim gören ve cihadi fikirlerden etkilenen kimselerden kaynaklı artan bir tehditle karşı karşıya kaldığına da dikkat çekti. Bu karar, "Sidneyli" beş Müslüman hakkında terörizmle ilgili zalimane suçlama kararlarının yayınlanmasından bir hafta sonra gelmiştir.

Bu gelişmeler, -Batılı hükümetlerin İslam'ı ve Müslümanları hedef alan çizginin devamı niteliğinde olması bakımından şaşırtıcı olmasa da- Müslümanları kovuşturmasında Avustralya hükümetinin şiddetli ve cüretkar çalışmasına bakıldığında doğrusu endişe vericidir. Sekiz küsur yıldan beri yürütülmekte olan "terörizme karşı savaş" vakıada tamamen İslam'a karşı savaştan öte bir şey değildir. Dolayısıyla bu savaş, askeri olduğu kadar ideolojik, ekonomik ve siyasi bir savaştır. Önemli olan bu gelişmelerin daha objektif ve kapsamlı bir şekilde anlaşılmasıdır.

إِنَّ الَّذِينَ كَفَرُوا يُنْفِقُونَ أَمْوَالَهُمْ لِيَصُدُّوا عَنْ سَبِيلِ اللَّهِ "Şüphesiz ki kafirlik edenler mallarını (insanları) Allah yolundan alıkoymak için harcıyorlar. " [el-Enfâl 36]

Uyanık bir gözlemci, Batılı hükümetlerin "terörizmle mücadele" hususundaki hedefleri ilan edilmemiş olsa da bu hedeflerin şunlar olduğunu idrak eder:

-Batılı hükümetlerin İslam dünyasına yönelik müdahalelerini artırmak ve bunun için haklı gerekçeler oluşturmak.

-Bu müdahalelerden dolayı bizzat Batılı hükümetleri suçlamak yerine Müslümanları suçlamak.

-Düşmancıl dış politikalarından dolayı Müslümanların Batılı hükümetleri muhasebe etmekten geri durmaya zorlamak için onları korkutmak.

-Batılı hükümetlerin, dünya işlerini yayılımcı çıkarlarına göre idare etmelerinin önünde birer engel olarak gördükleri temel İslami fikirler ile değerleri dışlamak.

Açıktır ki yukarıda geçen hedeflerin en önemli itici gücü Batının İslam dünyasındaki dış politikasıdır. Bu insani olmayan vahşi politika ise ekonomik sömürgeciliğe, siyasi baskıya ve fikri istilaya dayalı bir politikadır. Bu politika, savaşlar, istila, işgal, soygun ve yağma aracılığı ile çalışan bir politikadır. Bu politika, monarşileri, baskıcı diktatörleri desteklemesinin yanı sıra meşru olmayan Yahudi devletini sınırsız olarak destekleyen bir politikadır. Bu politika, Batılı ideolojileri ve nizamları Müslümanların ülkelerine dayatan bir politikadır. İşte bunlar gerçek terörizmin ta kendisidir. Öyle bir terörizm ki milyonların katledilmesine, halkların yok olmasına, ırzların kirletilmesine, servetlerin yağmalanmasına ve tüm toplumların fakirleşmesine sebebiyet veren bir terörizmdir. Bizzat Batılı analistçilere göre tek başına Amerika, son otuz yıl içerisinde bir milyondan daha fazla Müslümanı katletmiş olup resmi olmayan rakamlar bundan kat be kat daha fazladır!

Elbette süregelen bu tür vahşi baskının yansımaları olması doğal bir durumdur. Zira herhangi bir halkın bu şiddetteki bir zulüm karşısında harekete geçmeksizin uzun bir dönem sesiz kalması makul değildir. Nitekim büyük ölçüde Müslümanların tepki vermesi de beklenmekteydi. Zira Müslümanların geneli Batının fikri ve siyasi araçlarla kendi işlerine müdahale etmesine karşı çıkarlarken diğer bir kısmı ise maddi araçlara başvurmuşlardır. Ancak Batılı hükümetler, bunlardan hiç birini istememekte ve sömürgeci dış politikasını, her hangi bir tepkiyi veya herhangi bir şekildeki isyanı reddederek şüphe götürmez olarak görmektedir. Binaenaleyh o, tepkileri abartarak suçu başkalarına yıkmaya çalışmaktadır ki böylece suçlu İslam ve Müslümanlar olsun. Dolayısıyla tepkileri sorunun aslı kılmıştır. Dolayısıyla da sorun, Birleşik Devletlerin İslam dünyasına müdahaleleri olmak yerine 11 Eylül saldırıları olmuştur. Yine sorun, İngiltere'nin İslam dünyasına müdahalesi olmak yerine 2005 yılındaki Londra patlamaları olmuştur. Irak ve Afganistan işgali bir sorun olmak yerine bazı Batılı başkentlerdeki patlamalara yönelik sözde komplolar sorun olmuştur. Filistin direnişi kınanırken sözde "İsrail" kınanmamaktadır ve benzerleri. Batılı hükümetler, Müslümanları suçlamak yoluyla kendilerini tüm sorumluluktan kurtarmaya ve insanlık dışı baskıcı dış politikalarını sürdürmeye çalışmaktadırlar.

Bu Batılı dış politikanın önünde başka bir engel daha var ki o da kendi aralarında yaşayan Müslümanların onların bu tür politikalarını sürekli eleştirmeleridir. Bu engelin etkisini azaltmak için başka bir hedef ortaya çıkmıştır ki o da korkutma ve aralarında korku duygularını yayma yoluyla Müslümanları susturmaya çalışmaktır. Zira Müslümanlara sıfat takıp sonra da onları kovmak için "aşırıcılık" "köktenci" "İslami radikalizm" ve benzerleri gibi adlandırmalar görmeye başladık.

Böylece onların kampanyasının ana hedefi, Müslümanlara yabancı her fikre meydan okuma gücü ve dürtüsü kazandıran temel İslami fikirlere saldırmak olmuştur. İslam dünyası üzerindeki Batı egemenliği karşısında temel engel oluşturan işte bu fikirlerdir. Bu fikirler ise Müslümanların beldelerinin birleşmesini, Müslümanların tek liderlik altında olmasını, Hilafetin gölgesi altında şeriatın tatbikine bağlanılmasını, işgale direnmek için cihadı, yöneticileri muhasebe etmeyi ve marufu emredip münkerden nehyetmeyi vacip kılan gibi fikirlerdir. İşte Müslümanların İslam dünyasındaki Batı egemenliğine direnmesine, Hilafet Devleti'ni kurmasına, ardından Batıya meydan okumasına ve dünya liderliği hususunda onunla rekabet etmesine imkan veren bizzat bu fikirlerdir. Dolayısıyla esas mesele sürekli bu fikirler çevresinde olup bu da Müslümanları bu fikirlerden vazgeçmeye zorlamak amacıyladır. Batılı liderler, sorunlarının bizzat İslam ile olduğunu ilan etmeye cüret edememelerinden dolayı terörizm meselesini kendilerine bir kılıf edinmişlerdir.

Bunun içindir ki şu an Batılı hükümetlerin tamamının, bizzat terörizm hakkında konuşmaktan vazgeçip "ideolojik terörizme"  odaklandığını görmekteyiz. Hatta sırf bu İslami fikirlere davet etmelerinden dolayı maddi eylemlere itimat etmeyen kimseler bile aşırılık ve radikallikle nitelendirilir bir hale geldiler. Nitekim İngiliz karar vericilerinin terörizmle mücadele politikası ile ilgili önerileri sızdırılmış ve bunun içerisinde, Hilafet'e, şeriat hükümlerinin tatbik edilmesine davet eden, cihat çağrısı yapan, İslam'ın cinsi sapıklığı haram kıldığını söyleyen veya Irak ve Afganistan'da İngiliz askerlerinin öldürmesinin kınanmasını reddeden kimselerin radikal bir şahıs olarak görülmesi çağrısında bulunmaktadırlar. Nitekim Birleşik Devletler ve İngiltere'deki siyasi araştırma merkezlerinden varit olan raporların içerisinde de benzer sonuçların olduğunu mülahaza ettik.

Avustralya hükümetinin sunduğu karar taslağı da aynı yönde hareket etmektedir. Zira "manevra ve hareket kolaylığı", bizzat terörizmi hedef almak yerine "aşırılığı" hedef alma hususunda onun ilan edilmiş stratejisinin bir parçasıdır. Hakeza "aşırılık" tabiatıyla eylemler çerçevesinde değil fikirler çerçevesinde dönmektedir. Nitekim Stratejik Politika Enstitüsü, Haziran 2009'da yayınlanan raporunda Avustralya hükümetine, odak noktasının "aşırılıkla mücadeleye" yoğunlaşması dolayısıyla İngiltere'nin çizgisini takip etmesi gerektiği şeklinde bir tavsiyede bulunmuştur. Bu stratejinin bir parçası olarak "köktenci İslam'ın" karşısında "ılımlı İslam'a" yönelik propaganda çalışması başlamıştır. Bu politika ise İslam'ın parçalanmasını ve Batının İslam dünyasına yönelik vizyonu ile örtüşen laik bir görüntü kazanmasını hedeflemektedir.

Hakeza terörizm meselesinin tamamen başka gizli hedefleri gerçekleştirmeye dönük bir kılıf olmaktan öte bir şey olmadığını görmekteyiz. Aynı şekilde Batılı hükümetlerin sözde "İslami terörizm" üzerine orantısız şekilde odaklanılmasının bir sonucudur. Şayet geçenlerde "Europol" tarafından yayınlanan raporun, geçen üç sene içerisinde Avrupa'daki terör saldırılarının %99.6'sının Müslümanlar tarafından gerçekleştirilmediğini ortaya koyduğunu bilmiş olsaydık muhtemelen şaşırırdık! Yine Birleşik Devletlerdeki istatistikler, işlenen saldırıların %94'ünün gayrimüslimler tarafından olduğunu ortaya koymaktadır. Ancak bu gerçeklere rağmen adeta Batı dünyası için en büyük tehdit "İslami terörizmmiş" gibi göstermek için Batının çabaları bir türlü bitmek bilmemektedir.

Aslında "terörizm" tehdidi istatistiksel olarak zikretmeye bile değmez. Zira çalışmalar, Birleşik Devletlerde şehir araçları [SUV] kazalarından dolayı ölenlerin tüm terörist saldırılarından dolayı ölenlerin toplamından daha fazla olduğunu göstermektedir. Bir kişinin Avustralya'daki evinde bulunan banyo küvetinin içerisinde boğularak ölme ihtimali "terörist eylem" sebebiyle ölmesi ihtimalinden daha yüksektir. Zira 11 Eylül 2001'den şu ana kadar Avustralya'da "terörist eylem" sebebiyle hiç kimse ölmemiştir. Hatta Avustralya'nın dışında ölen kimseleri dahil etsek bile istatistikler, Avustralya vatandaşlarının oto yol üzerindeki kazalarında ölme ihtimallerinin terörist saldırı sebebiyle ölmeleri ihtimalinden 470 kez daha yüksek olduğunu göstermektedir! Avustralya'daki ana yolların pek çoğunun hala kötü bir durumda olmasına rağmen hükümetin "terörizmle mücadeleye" dair harcaması milyarları bulmaktadır.

Nitekim Batılı hükümetlerin terörizmin köklü sebepleri yerine onun yansımalarına odaklanması ve Müslümanlar ile başkalarının hissedeceği trajediler oluşturmada dış politikanın oynadığı ana rolü itiraf etmeyi reddetmesi bu analizi güçlendirmektedir. Bu tür trajediler gerektiği gibi itiraf edilmeyip mevcut karar taslağındaki durumda olduğu gibi birer "sanal trajedi" olduğu göz ardı edilmektedir. Şayet Batılı hükümetler, ulusal güvenlikle ilgili hususlarda ciddi olsalardı kesinlikle terörizmin köklü sebeplerini ele almaları daha evla olurdu.

Bunun da ötesinde Birleşik Devletler, İngiltere ve Avustralya'da yeni yürürlüğe giren "terörizmle mücadele" kanunları daha geniş ve kapsamlı bir hale gelmesi için değiştirilmiştir. Bu ise Avustralya'da hiç gerçekleşmemiş olan terörist saldırıları durdurmaya dönük herhangi bir acil ihtiyaç için değildir. Ancak bu yapılan değişiklik buradaki Müslümanların kovulmasını kolaylaştırıp bunu diğer Müslümanlar için bir ibret yapmaktır. İki haftadan beri yargılanan ve ne doğrudan bir delil ne ispatlanmış bir öldürme niyeti ne de sınırlandırılmış bir hedef olmaksızın terör eylemi planlamakla suçlanan beş Müslüman kardeşimizin meselesinin özü tam olarak işte budur. Ortada olan tek şey ise hakimin, bu ilkelerden çoğu temel İslami ilkelerden başka bir şey olmamasına rağmen sanıkların sahip olduğu şeyleri "aşırı" bakış açıları olarak nitelendirmesi gibi belirli bir üslupla bir araya toplanmış dolaylı kanıtlardır.

 

Ey Müslümanlar!

Allah bizleri İslam ile şereflendirmiştir. Bizlere, Resul [SallAllahu Aleyhi ve Sellem] ile bizden önceki selef-i salihin yaptığı gibi bize verilen tüm gücümüzle dinimizi savunmamız yaraşır.

Hükümetin çabalarına ve medya organlarındaki buna yönelik propaganda bağırtılarına aldanmamalıyız, suçu sadece Müslümanlara yüklemeye yönelik her türlü çabalara karşı çıkmalıyız ve gerçek teröristlerin Batılı hükümetler olduğunun farkında olmalıyız. Bugün İslami ve İslami olmayan dünyanın durumunda olduğu gibi devletler bu terörizmi uyguladığı müddetçe mukavemet asla durmayacaktır.

"Ilımlı İslam'a" dönük propaganda çalışmalarına karşı çıkmamız gerektiği gibi İslam'ı da herhangi bir niteleme veya değiştirme olmaksızın almalıyız. Keza eritilmeye çalışılan temel İslami kıymetler ile fikirlere sımsıkı sarılmalı, İslam dünyasına dönük tek çözümün Müslümanların topraklarında sadece İslam'ı, yani İslami şeriatı tatbik etmek ve işgal edilmiş Müslümanların topraklarını savunmanın her Müslümanın üzerine vacip olduğunu ve özellikle "İsrail'in", Müslüman toprakların işgali üzerine kurulmasından dolayı meşru olmayan bir devlet olduğunu fark etmeliyiz. Kısacası hiçbir taviz vermeksizin hepimiz bir bütün olarak İslam'a sımsıkı sarılmalıyız.

Son olarak yaptığımız toplu eylemleri bize yapılanlara karşı verilmiş tepkiler olduğunu kabul etmemiz mümkün değildir ve İslam'ın bizlere sunduğu çözümler hususunda harekete geçmeliyiz. Bu ise Müslümanların beldelerinde Hilafet Devleti'ni ikame etmek ve ardından da bu hakkı ve nuru tüm dünyaya yaymaktır. Bu da Allah [Subhânehu ve Te'alâ'nın] bizlere farz kıldığı bir vaciptir ve hepimiz bunun gerçekleşmesine katkıda bulunmalıyız.

وَاللّهُ غَالِبٌ عَلَى أَمْرِهِ وَلَـكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لاَ يَعْلَمُونَ "Şüphesiz ki Allah, emrine galiptir. Velakin insanların çoğu bunu bilmezler!" [Yusuf 21]

 

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Medya Kısıtlamaları Sömürgeci Saldırıları Asla Gizleyemeyecektir

Afgan hükümeti, 02.03.2010'da savaş bölgeleri hakkındaki doğrudan raporları engelledi ve bu ödlekçe ameline gerekçe olarak da bu tür raporların güvenlik güçlerine karşı saldırılar planlanmasında düşmana yardım edeceği ve bunları kendi faaliyetlerinin propagandası için kullanacağını gösterdi.

Savaş bölgeleri hakkındaki raporun engellenmesine yönelik sert eleştirilerin ardından Cumhurbaşkanlığı Resmi Sözcüsü geri adım atarak bu eğilimden maksadın bilgi edinme haklarınızı engellemek için değil bilakis güvenlik güçlerini düşman (Taliban'ın) darbelerinden korumak içindir sözleriyle de gazetecilere yalan söylemeye kalkıştı.

Hükümetin bu utanç verici eğilimi, demokrasinin halkının bilgi edinme hakkını engellemeye gücü yeten seçilmiş diktatörlükten başka bir şey olmadığını göstermektedir. Süslenmiş "ifade özgürlüğü" ibaresi, genellikle Batı ile onun maşaları tarafından Müslümanlar ile İslam karşısında fikirlerinin ve faaliyetlerinin zayıflığını haklı çıkarmak için kullanılan apaçık iki yüzlülükten başka bir şey değildir. Bunun yanı sıra "ifade özgürlüğünden" maksat sadece Kambahos ve Abdurrahman gibi mürtetlere, Danimarka'da Nebi [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'e hakaret edici karikatürler ile Hollanda Parlamentosu üyesinin "fitne" gibi filmlerinin yayınlanmasına yardım etmektir.

Afganistan halkı, demokrasinin sağladığı sözde özgürlüklerden maksadın toplumdan İslami mikyaslar ile değerlerin yok edilmesinden başka bir şey olmadığını anlamalıdır.

Tüm bu sorunların çözümü, İslam'ın yaşam metodu olan Hilafet'in tatbik edilmesinde yatmaktadır. Ümmeti, hain yöneticilerin yardımıyla sömürgeciler tarafından dayatılan sefaletin tüm çeşitlerinden kurtaracak olan işte bu Hilafet'tir. O halde geliniz ve bizlerin korumasını gerçekleştirecek olan Hilafet nizamını kurmak için Hizb-ut Tahrir ile birlikte çalışınız.

 

Devamını oku...

- Basın Açıklaması - Kemalist Laikler ile Demokrat Laiklere Aldanarak Bu Kirli Çatışmanın Tarafı Olmayın Ey Müslümanlar!

AKP hükümeti, demokratikleşme daha doğrusu Amerikanlaşma adı altında ülkeyi zehirli sarmaşık otu gibi sarıp sarmalayan İngiliz tesisi laik kurumları ve bu kurumlara yuvalanan Kemalist laikleri tasfiye etmek için canhıraş çalışarak her gün yeni bir hamlede bulunmaktadır. İşte bu hamlelerden sonuncusu geçenlerde AKP hükümetinin kamuoyuna açıkladığı anayasa değişikliği paketidir. Bu paketin kamuoyuna açıklanmasıyla birlikte İngiliz yanlısı laik Kemalistler ile Amerikan yanlısı demokrat laikler arasında süregelen Anglo-Amerikan çatışmasının dozu bir kez daha arttı.

Anglo-Amerikan çatışmasının aslı, ülkeyi Amerikanlaştırmak isteyen demokrat laikler ile kendilerini bu ülkenin gerçek sahipleri görerek onlara direnen İngiliz yanlısı laik Kemalistler arasındaki bir çatışmadır. Bu çatışmanın bedelini ise her zaman olduğu gibi Türkiye'deki Müslüman halk ödemiştir. Dolayısıyla Müslümanlar için aslolan bu çatışmanın tarafı olmamalarıdır. Zira çatışmanın taraflarından hangisinin yanında yer alırlarsa alsınlar bu çatışmaya alet olarak aynı amaca hizmet etmiş olacaklardır. Böylece sömürgeci kafirlerin değirmenine su taşımış olacaklardır. Keza bu çatışmanın galibi ister İngiliz yanlısı Kemalist laikler olsun isterse Amerikan yanlısı demokrat laikler olsun sonuçta kaybeden Müslümanlar olacaktır. Her iki durumda da ülke, İslam'ın ve Müslümanların azılı düşmanı olan sömürgeci kafirlerin yörüngesine girecektir.

Müslümanlar bu çatışmanın tarafı olmamaları gerektiği gibi bu çatışmaya seyirci de kalmamalıdırlar. Bu kirli çatışmaya seyirci kalmak göz göre göre sömürgeci kafirlerin ülke üzerinde nüfuz ve hakimiyet kurmalarına izin vermek demektir. Bu ise şeran caiz olmayan bir husustur. وَلَنْ يَجْعَلَ اللَّهُ لِلْكَافِرِينَ عَلَى الْمُؤْمِنِينَ سَبِيلاً  "Muhakkak ki Allah, kafirler için müminler aleyhine asla bir yol (egemenlik) kılmayacaktır!" [en-Nîsa 141]

Ey Türkiye'deki Müslümanlar!

Anglo-Amerikan çatışmasının aktörleri olan Kemalist laikler ile demokrat laiklerin peşine takılarak bu çatışmanın tarafı olmayın. Aksine bu çatışma karşısında sizlere düşen İslam'ın saffında yer alarak bu çatışmaya son noktayı koyacak ve sömürgeci kafirlerin uşaklarının kökünü kazıyacak olan Raşidi Hilafet Devleti'ni ikame etmek için çalışmanızdır. فَانتَقَمْنَا مِنَ الَّذِينَ أَجْرَمُوا وَكَانَ حَقًّا عَلَيْنَا نَصْرُ الْمُؤْمِنِينَ Cürüm işleyenlerden mutlaka intikam almışızdır. Zaten müminlere zafer vermek de üzerimize bir hak olmuştur. [er-Rûm 47]

حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir

Resmî Sözcü Yardımcısı
Türkiye Vilâyeti

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Yahudi Varlığının Anlayacağı Dil Müslüman Orduları Harekete Geçirmektir!

Terörizmle Mücadele Mükemmeliyet Merkezi Komutanlığı tarafından 15-16 mart tarihleri arasında Ankara'da üçüncüsü düzenlenen Küresel Terörizm ve Uluslararası İşbirliği Sempozyumu'na 80 ülkeden toplam 461 katılımcı katıldı. Sempozyuma kuvvet komutanlarının yanı sıra Savunma Bakanı Vecdi Gönül ve İçişleri Bakanı Beşir Atalay da katıldı. Hiç kuşkusuz sempozyuma katılanlar arasında en dikkat çekici isim Filistin'i gasp eden Yahudi varlığı Genelkurmay Başkanı Gabi Aşkenazi'ydi.

Gerek geçmiş hükümetler gerekse mevcut AKP hükümeti döneminde Türkiye-Yahudi varlığı ilişkileri her zaman dostane bir şekilde yürümüştür. Ancak Başbakan Erdoğan son bir yıldır Filistinli Müslümanlara zulmettiğini, orantısız güç kullandığını ve ambargo uyguladığını söyleyerek Yahudi varlığı karşıtı bir tavır sergilemiş ve bunun sonucunda da Müslüman Türkiye kamuoyu nezdinde AKP hükümetinin Filistinli Müslümanların yanında yer aldığına dair bir intiba oluşmuştur. Ancak Yahudi varlığı Genelkurmay Başkanı Gabi Aşkenazi'nin bu sempozyuma katılması hele hele de bu katılımın Yahudi varlığı hükümetinin 1600 adet yeni Yahudi yerleşim birimi inşa etmesi, bazı mescitleri Yahudi kültür mirası kapsamına dahil etme kararı alması ve Mescidi Aksa'ya girme teşebbüsleri üzerine son günlerde Filistin'de yaşanan arbedelerde ve çatışmalarda Yahudi askerleri tarafından Filistinli Müslümanların göz altına alındığı ve Müslüman hanımların yerlerde sürüklendiği bir zamanda gerçekleşmesi bu tepkilerin aldatıcı ve sahte olduğunu bir kez daha açık seçik ortaya koymuştur. AKP hükümeti, tepkilerinde samimi olsaydı bu mendebur Genelkurmay Başkanı Gabi Aşkenazi'ye ziyafet vereceğine, Yahudi varlığı ile ilişkileri derhal kesmesi ve Müslüman Türkiye ordusunu harekete geçirmesi gerekirdi.

 

Ey Türkiye'deki Müslümanlar!

Yöneticilerin bu sahte tepkilerine karşı ne zamana kadar sessiz kalacaksınız? Yahudi varlığının anlayacağı tek dilin Selahaddin Eyyubi gibi muhlis komutanlar liderliğinde Müslüman orduları harekete geçirecek Hilafet Devleti olduğunu ne zaman anlayacaksınız? O halde hem sizleri hem de Filistin'deki Müslüman  kardeşlerinizi geçmişteki izzetinize döndürecek olan Raşidi Hilafet Devleti'ni kurmak için harekete geçiniz. لِمِثْلِ هَذَا فَلْيَعْمَل الْعَامِلُونَ "İşte çalışanlar böylesi (bir kurtuluş) için çalışsınlar." [es-Saffat 61]

حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir
Resmî Sözcü Yardımcısı
Türkiye Vilâyeti

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Hizb-ut Tahrir, İslam Dünyasındaki Zorbalığın, Fesadın ve Kaosun Sona Ermesi İçin İslami Ümmeti İslami Hilafet Devleti'ni Geri Getirmeye Davet Etmektedir

Bugün sömürgeci ajanı Mustafa Kemal'in Türkiye'de İslami Hilafet Devleti'ni yıkmasının üzerinden 86 yıl geçtiğini göstermektedir. İşte o zamandan beri ümmet, parçalanmışlığın, işgalin, ekonomik durgunluğun ve yabancı hakimiyetin sıkıntısını çekmektedir. Buna rağmen Allah [Subhânehu ve Te'alâ]'ya şükürler olsun ki durdurulması imkansız değişime doğru bir eğilimin ve şeriat, İslam ve Hilafet'e yönelik muazzam bir davetin olduğuna işaret eden emareler vardır.

Hizb-ut Tahrir'in İngiltere'deki Medya Temsilcisi Taci Mustafa, bu önemli yıldönümüne ilişkin yaptığı değerlendirmesinde şöyle dedi: "1924 yılından beri yöneticilerinin asimetrik bir şekilde sömürgeci güçlerle birlikte kendi halklarına karşı komplo kurduğu hiçbir kıymeti olmayan elli küsur kıytırık devlete parçalandığımız, Filistin, Irak, Pakistan, Afganistan, Somali ve diğer bölgelerde bacılarımızın ve kardeşlerimizin boğazlandığı bir noktaya dayandık. Bizler Hilafetsiz ve kalkansız bir şekilde sömürgecilerin vahşi saldırılarına maruz kaldık."

"Her şeye rağmen dünyanın muhtelif yerlerinde bir değişimin ve İslami kalkınmaya dair emarelerin olduğu iki gözü olan herkes için ayan beyan ortadadır. Zira ümmet, insanlığı yıkıcı mali bir krizin içerisine sürükleyen küresel kapitalizmin parçalandığını görebildiği gibi Ebu Garip ve Guantanamo hapishanelerinde ortaya çıkan 'özgürlük ve demokrasi' hususundaki yalancı vaatlere de şahit olmuştur."

"Müslümanların beldelerinde İslami Hilafet'i yeniden kurmak ümmetin üzerine farz-ı kifaye olmasının yanı sıra pek çok kimse şu anda bu İslami müessesinin yokluğunun ne anlama geldiğini görebilmektedirler. Dünya nüfusunun yaklaşık %20'sini oluşturmasına, dünya petrol rezervinin %60'ından fazlasına, doğalgaz rezervinin %55'ine, dünyadaki altın rezervinin yaklaşık %37'sine ve dünyadaki savunma gücünün yaklaşık %25'ine sahip olmasına rağmen İslam dünyasının zayıf, parçalanmış ve işgal edilmiş olup bu muazzam kaynakları işletecek ne bir siyasi etkiye ne de siyasi bir liderliğe sahip olamaması gerçekten şaşılacak bir hakikattir."

"Hilafet, İslam dünyasındaki zorbalığın ve fesadın alternatifi olduğu gibi feodal ve zorba yöneticilerden sultayı söküp alacak, gerçek kanunu uygulayacak, refahı azınlık için değil çoğunluk için gerçekleştirecek, İslami alemin geleciğine ilişkin siyasi kararın Londra ve Washington'da değil Kahire, İstanbul ve İslamabad'da alınmasını sağlayacak olan da sadece odur. Artık Hilafet'i geri getirmenin ve geçen dokuz on senedeki bunalım halini ortadan kaldırmanın zamanı gelmiştir."

"Hizb-ut Tahrir, şu anda Hilafet'e yönelik küresel davetin liderliğini yapmaktadır. Ümmet, hizbe kucak açmış ve Filistin'den tutun İslamabad ve Cakarta'ya varıncaya kadar muhtelif İslami beldelerde onun davetine kulak verilmiştir. Artık yeni liderliğin ve İslami ümmetin ümidi karşısında tek engel olarak duran fasit nizamları ortadan kaldırmak üzere son darbeyi indirmek için ümmetin Hizb-ut Tahrir ile birlikte harekete geçmesinin zamanı gelmiştir." Nebi [SallAllahu Aleyhi ve Sellem], şöyle buyurmuştur:

ثم تكون خلافة راشدة على منهاج النبوة "Sonra Nübüvvet Minhacı Üzere Raşidi Hilafet olacaktır." [Ahmed]

 

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER