Perşembe, 03 Rebiu’l Evvel 1446 | 2024/09/05
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

Hükümetin Karar Taslağı, Sözde Terörizmin Sebepleri Yerine Yansımalarına Odaklanmaktadır

  • Kategori Avustralya
  •   |  

Başbakan -Kevin Rudd-, dün Avustralya hükümetinin sözde terörizmle mücadeleye dönük başka bir raporunu ifşa etti. Başbakan "Rudd", raporun ulaştığı sonuçları sunarken terörizm tehlikesinin azalmayıp Avustralya'da güvenlik durumunun kalıcı bir özelliği haline geldiğini hatta Avusturya'da doğup eğitim gören şahıslardan kaynaklanan artan bir tehdidin olduğunu ifade etti.

Hizb-ut Tahrir'in Avustralya'daki Medya Temsilcisi Osman Bedr bu bağlamda şunları söyledi:

"Hükümet, akıllı bir kimsenin on beş dakikada ulaşması mümkün olan birtakım sonuçlara ulaşmak için on beş aya gereksinim duymuştur. Buna rağmen bu sonuçların yüzeysel, aptalca ve irrasyonel olmakla birlikte politize edildiği görülmektedir. Yayınlanan karar taslağı, hükümetin bir taraftan sebeplerine sırt çevirirken öteki taraftan terörizmin yansımaları üzerine odaklanmaya yönelik tuhaf ısrarını göstermektedir! Bu da bir kez daha ortaya koymaktadır ki hükümet, vatandaşlarının hayatına ve güvenliğine önem vermekten daha çok kendisi ve müttefiklerinin istismara dayalı dış politikaları yoluyla elde edeceği geçici menfaatlerin peşinde koşmaktadır. Değilse kesinlikle Avustralya'nın ulusal güvenliğine hırs gösterir ve sözde terörizmin köklü ve gerçek sebeplerini ele alırdı."

"Bu da sorumluluktan kaçmaya ve suçu başkalarına yüklemeye dair tipik bir durumdur. Hükümet, İslam dünyasındaki emperyalist maceralarının yansımalarını kabullenmek yerine suçu yıkmaya çalışmaktadır ki böylece Müslümanlar suçlu olmuş ve kendisini de temize çıkmış olsun. Böylelikle de başkalarını istismar etmeyi sürdürebilmiş olsun. Bu gibi bir oyun, hiçbir gerekçesi olmayan çok ciddi bir oyundur."

"Sözde terörizmin ortaya çıkardığı tehdidin arttığının itiraf edilmesi, terörizme karşı savaşın başarısız olduğunun itiraf edilmesidir. Dolayısıyla Irak ve Afganistan'da bir takım 'zaferlerin' elde edildiği iddiaları sırf iftiradan başka bir şey değildir ve nerdeyse ağır bir başarısızlığa uğrayan bu savaşın vakıa zeminine üstün körü bir bakışla bunu görmekteyiz."

"Tıpkı geçen sene ancak sinema filmlerinde görebileceğimiz dramatik bir şekilde masum kardeşlerimizin evlerine düzenlenen baskın ve sindirme kampanyaları olayı sonrasında terörle mücadele kanununun değiştirilmesi olayında olduğu gibi böylesi bir tasarının geçen hafta beş Sidneyli Müslüman hakkında zalimane kararların verilmesi olayı sonrasında yayınlanması bakımından uygun bir zamana denk gelmiştir. Gayet açıktır ki bu yeni zalimane mahkumiyet kararları, terörizmin Avustralya'da temel bir mesele olduğunu ve hükümetin terörle mücadelede aktif bir çaba harcadığını göstermek için ortaya atılan bu çözümle eş zamana denk gelmiştir. Ancak uyanık bir gözlemci, Avustralya'nın güvenliği açısından son derece önemli olan bir meselenin bu denli aşağılık bir şekilde politize edilmesine aldanmaz."

"Bir kez daha teyit etmek isteriz ki sözde terörizm meselesinin etkin çözümü, ancak köklü ve gerçek sebebi olan Batılı hükümetlerin İslam dünyasında uyguladıkları devlet terörünü durdurmakla gerçekleşir. Aksi takdirde hükümetin sorumsuz karar taslakları ve politikaları yüzünden tehdidin daha da arttığını görmeye davam edeceğiz. Dolayısıyla daha tehlikeli bir tehdide maruz kalınacak dolayısıyla da herkes kaybedecektir."

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- İslam'a İftira Atarak Şerir Amellerinizi Gizlemeyiniz Ey Yöneticiler!

Ulusal uzlaşı belgesi, Medine-i Münevvera vesikasına benzetilmesi İslam'a yönelik iğrenç bir iftira olup Resulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'e gölge düşürmektir. Medine vesikasının onayladığı yolsuzluk nerede ey yöneticiler? Medine vesikası kaç sahabenin işlediği cürümü düşürmüştür? Medine vesikasını haram para kazanmak için kim onaylamıştır? Yöneticiler, şerir yolsuzlukları ile cürümlerini İslam'a ve Resulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'e iftira atarak gizlememeli ve Medine vesikasının cahili diye ümmeti saptırmamalıdırlar. Medine vesikası, Medine Yahudilerini yeni doğmuş İslami Devleti tanımaya mecbur bırakmak için yazıldığı gibi Müslümanların Yahudiler ile olan ilişkilerini de düzenlemiştir. Mesela vesikanın bentlerinden birin de Müslümanlar ile Yahudiler arasındaki husumetleri çözme yetkisi Resulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'e verilmiştir. Yani Yahudilerin bu şartı kabul etmeleri, İslami Devlet'in sultasını tanıdıkları ve onun tabiiyetini deklare ettikleri anlamına gelmektedir. Bunun yanı sıra kendi yönlerinden İslami Devlet'e bir saldırının gelmesine izin vermemeleri şartı ile Yahudilerin himayesini garanti altına almıştır. Bu şart bile Yahudilerin Müslümanların sultanına boyun büktükleri hususunda yeterli değil midir? Nitekim Yahudiler, Hendek savaşı sırasında bu şartı bozup Kureyş'e destek verince Resulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem], Beni Kureyza'nın adamlarını öldürmüş ve kadınları ile çocuklarını esir almıştır. O halde uzlaşı vesikası olarak iddia ettikleri şey bunun neresinde!

Hakikatte Medine vesikası, İslami Devlet'in sultasının temellerini atan ve Medine Yahudilerini İslami Devlet'in sultanına boyun eğmeye mecbur bırakan şeri bir vesikadır. Bunun yanı sıra bu vesika, Resulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in şahsında tecelli eden siyasi tecrübeyi ve devlet adamı liderliğini göstermektedir. Tüm bunlardan sonra bu cahil yöneticiler nasıl olur da Medine vesikasını yolsuzluklarını gizlemek için kullanabilirler? Şüphesiz bu yöneticiler, şerir amellerini haklı çıkarmak için kendi enbiyalarına iftiralar atan Yahudiler gibidirler. Bugün de bu yöneticiler yolsuzluklarını gizlemek için Resulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'e iftira atmaktadırlar. Bizler onları, hadlerini aşarak İslam'a ve kerim Resulüne eziyet etmeleri hususunda uyarıyoruz. Aksi taktirde ümmet, boğazlarına sarılarak onları bir yolun kenarına fırlatıp atacaktır. Artık yöneticilerin Hilafet fecrinin doğmasının çok ama çok yakın olduğunu anlamaları gerekir ve onlar bu şerir amellerinin bedelini çok ağır ödeyeceklerdir. Ahiretin azabı ise daha çetindir. هَلْ يَنظُرُونَ إِلاَّ تَأْوِيلَهُ يَوْمَ يَأْتِي تَأْوِيلُهُ يَقُولُ الَّذِينَ نَسُوهُ مِن قَبْلُ قَدْ جَاءتْ رُسُلُ رَبِّنَا بِالْحَقِّ فَهَل لَّنَا مِن شُفَعَاء فَيَشْفَعُواْ لَنَا أَوْ نُرَدُّ فَنَعْمَلَ غَيْرَ الَّذِي كُنَّا نَعْمَلُ قَدْ خَسِرُواْ أَنفُسَهُمْ وَضَلَّ عَنْهُم مَّا كَانُواْ يَفْتَرُونَ "(Fakat onlar), Onun tevilinden başka bir şey beklemiyorlar. Tevili geldiği (haber verdiği şeyler ortaya çıktığı) gün, önceden onu unutmuş olanlar derler ki: Doğrusu Rabbimizin elçileri gerçeği getirmişler. Şimdi bizim şefaatçilerimiz var mı ki bize şefaat etsinler veya (dünyaya) döndürülmemiz mümkün mü ki, yapmış olduğumuz amellerden başkasını yapalım? Onlar gerçekten kendilerine yazık ettiler ve uydurdukları şeyler (putlar) da kendilerinden kaybolup gitti." [el-Âraf 53]

 

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Birleşmiş Milletleri'nin Sudan'daki Seçimlerin Ertelenmesine Karşı Çıkması Hizb-ut Tahrir'in Bu Hususta Söylediklerini Onaylamaktadır

Birleşmiş Milletler Sudan heyeti, ocak 2011'de Güney Sudan'ın geleceğine yönelik referandum üzerinde olumsuz yansımalara yol açacak bir adım olacağı gerekçesiyle gelecek nisan ayında yapılması planlanan seçimlerin ertelenmesine karşı çıktı.

Bu karşı çıkış, Hizb-ut Tahrir / Sudan Vilayeti'nin, H. 05. Rabî-ul Evvel 1432 el-Muvafık M. 19 Şubat 2010 tarihinde, gelecek nisan ayında yapılacak seçimlerden maksat Güney Sudan'ın ayrılmasına sözde meşruiyet kazandırmaktır şeklindeki neşriyatında görüşünü onaylamaktadır. Zira neşriyatta şöyle geçmiştir: "Geride şu soru kalmaktadır: Neden bu seçimler Güney Sudan'ın geleceği belirlenmeden önce şimdi yapılıyor?!"

"Nifaşa Anlaşması'nı hazırlayan kafir Batı, Güneyin ayrılmasına meşruiyet kazandırmak için çalışmaktadır. Bu ayrılmanın onaylanması ve imzalanması içinse tüm Sudan halkını temsil eden geniş tabanlı bir hükümetin olması kaçınılmazdır... Dolayısıyla bu seçimler, Güney Sudan'ı ayırma komplosunun sondan bir önceki halkasıdır. Ardından da Sudan'dan geriye kalanlar parçalanacaktır. Zira bu seçimlerden murat edilen Güney'in ayrılması için gerekli olan sözde meşruiyetin sağlanmasıdır. Bunun içindir ki kafir Batı, bu seçimlerin başarılı olması için insanları piyasada pazarlamaya çalışmaktadır."

Yine bu hususu teyit eden bazı gazeteler, cumhurbaşkanı adaylarından biri olan (Muhalefet) Sudan Komünist Partisi Lideri Üstaz/Muhammed İbrahim Nakada'nın açıklamasına yer vermişlerdir. Zira açıklamada şöyle geçmiştir: "Üstaz Nakada, seçimlerin yapılmasına teşvik edenin bizzat uluslararası toplum olduğunu göstermiş, bu eğilimin Ulusal Kongre Partisi ile muhalefetin arzularını yansıtmadığını vurgulamış ve Ulusal Kongre Partisi'nin seçimleri uluslararası ailenin desteklediği kapsamlı barış anlaşmasının onayladığı bir hak olarak kabul ettiğini açıklamıştır." Bu açıklamanın ciddiyetine rağmen hükümet veya muhalefetten hiç biri (Nakada'nın) söylediklerini yalanlamak için ona karşı çıkmamıştır! Bu da bu işin dahası hükmen ve siyaseten ülkenin tüm işinin (hükümet veya muhalefet olarak) ülkenin işini yürütenlerin elinde olmayıp onların sadece kafir Batının istediklerini uygulamanın birer aracı olduğunu, ardından da ümmete ve ülkeye yönelik planları ve komploları hayata geçirmenin gerekçelerini aramanın peşine düştüklerini teyit etmektedir.

Artık her şey ayan beyan ortaya çıkmışken bu ülkenin muhlis evlatlarına, özellikle de güç ve nüfuz sahiplerine düşen, sömürgeci kafirin içerdeki ve dışarıdaki maşaları yoluyla gerçekleştirdiği parçalama, bölme ve fitne planlarının uygulanmasına izin vermemeleri ve dizginleri ellerine alarak ülkenin sultanını sadık köklü İslami akide, yani azim İslam akidesi esası üzerine ikame etmelidirler. Bu ise Müslüman olsun gayrimüslim olsun toplumda adaleti, itminanı ve güveni tesis ederek ülkemizdeki tahripkar ve tamahkar elleri koparacak olan Raşidi Hilafet Devleti'ni kurmakla olur.يا أَيُّهَا الَّذِينَ آَمَنُوا اسْتَجِيبُوا لِلَّهِ وَلِلرَّسُولِ إِذَا دَعَاكُمْ لِمَا يُحْيِيكُمْ وَاعْلَمُوا أَنَّ اللَّهَ يَحُولُ بَيْنَ الْمَرْءِ وَقَلْبِهِ وَأَنَّهُ إِلَيْهِ تُحْشَرُونَ "Ey iman edenler! Allah ve Resulü sizi size hayat veren şeye davet ettiği zaman icabet ediniz. Biliniz ki, Allah kişi ile onun kalbi arasına girer ve siz mutlaka onun huzurunda toplanacaksınız." [Enfal 24]

 

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Yahudilerin Küstahlaşmasının ve Müslümanların Mescitlerine Karşı Cüretkarlaşmasının Sebebi Otoritenin Zavallılığı ve Mazarrat Yöneticilerdir

Mübarek Filistin arzını gasp eden Yahudi varlığının beklenen ve alışılmış küstahlığı sayesinde Başbakan Benyamin Netenyahu, dün 21.02.2010 Pazar günü el-Halil'deki Mescid-i İbarahim ile Beytlahim'deki Mescid-i Bilal İbn-u Rebah'ın Yahudi varlığının uzun zamandır dayattığı mevcut durumun ifadesi ve onayı adımı altında "İsrail'in" miras alanları kapsamında sayılması kararını aldı. 25 Şubat 1994'te işlenen ve Rablerine secde eden onlarca Müslümanın ölümüyle sonuçlanan Baruch Goldstein katliamından bu yana Yahudi devleti, biri Müslüman musallilere ve diğeri Yahudilere ait olmak üzere el-Halil'deki Mescid-i İbarahim'i iki parçaya böldükten sonra tamamen kontrolü altında almıştır. Mescit civarındaki arazileri kamulaştırmayı sürdürürken mescide ulaşmalarını engellemek için Müslümanların önüne barikatlar koymasının yanı sıra mescitten ezan seslerinin yükselmesini engellemekte ve önüne demir kapılar koymaktadır. Mescid-i Bilal ise Beytlahim şehrinde adeta Yahudilerin cipi mesabesindedir.

Yahudi varlığının attığı bu adım, İslami ümmete ihanette, otoritenin, Arap yöneticilerin ve Yahudilerin tekerrür eden küstahlığı ve kibri karşısında zillet ve dilenci tutumu takınan Müslümanların burnunu sürtmede haddi aşmaktır. Zira Filistin otoritesinin tutumu, barışa uzanan zelil eller karşısında eriyip tükenen kınama sınırının ötesine geçmemektedir. Mazarrat yöneticilere gelince; "onların en cesuru", ümmeti aldatmada ve Yahudilere yaraşır muamele yönteminden saptırmada haddi aşmak ve kabir ehli gibi sessiz sedasız kalmak üzere olayı kınayan ve bunu Yahudilerin barışta samimi olmadıklarına bir kanıt olarak gösteren kimsedir.

Her şeye rağmen Filistin ve halkının, Yahudilerin yerleşim birimlerini, ihlalleri ve Yahudileştirme eylemlerini durdurmaları amacıyla onlara tevessül etmeleri için yöneticilere ihtiyaçları yoktur. Bilakis kendilerini ve topraklarını Yahudilerin pisliğinden kurtaracak kimselere ihtiyaçları vardır. Bu da Müslümanların diplomatlarının değil ordularının harekete geçmesini gerektirmektedir. Zira Filistin'deki Müslümanların sorunu, meseleyi aslından uzaklaştıran sınırlar ve tali detaylarda değildir. Bilakis Müslümanların arzını gasp eden, hurumatlarını ve mukaddesatlarını çiğneyen bu kanserli Yahudi varlığıdır.

Yahudileri bizlere karşı cüretkarlaştıran şey otoritenin liderleri ile Müslümanların yöneticilerinin Yahudi varlığının ihlalleri ve meydan okumaları karşısında alışkanlık haline getirdikleri itaatkarlık tutumudur. Şayet Yahudi liderleri Müslümanların yöneticilerinden tek bir izzetli tutum görmüş olsalardı kesinlikle ayakları yerden kesilirdi. Ancak Allah'a, resulüne ve müminlere hıyanete aşina olan yöneticiler nerede, şerefli bir tutum takınmak nerede!

Şüphesiz bu olay, binlerce kereden sonra İslami ümmetin kendisini Allah'ın bizler için istediği dünyada nusret ve izzete ahirette ise cennete sürükleyecek olan gerçek yöneticilere muhtaç olduğunu bir kez daha göstermiştir. O halde haydi Müslümanların orduları, Filistin'e yardım etmek ve zalimlerin tahtlarını yok etmek için harekete geçiniz. Ve siz ey güç ve kuvvet ehli, sizleri dünyanın ve ahiretin hayrına götürmesi için Hizb-ut Tahrir'e nusret veriniz.

 

Devamını oku...

- Basın Açıklaması - Hizb-ut Tahrir, Dakka'da Şeyha Hasina İle Hükümetinin Kaldırıp Atılmasını Talep Eden Bir Yürüyüş Düzenledi

Hizb-ut Tahrir'in bugün düzenleyip Şeyha Hasina ile hükümetini kaldırıp atarak Hilafet Devleti'ni kurmak için çağrıda bulunduğu yürüyüşe Müslümanlardan yüzlercesi katıldı. Yürüyüş "Moctengen" noktasından başlayıp basın kulübünde sona erdi. Yürüyüş beyanını Hizb-ut Tahrir'in üyelerinden birisi okudu ve şöyle dedi: Hükümetin, Hizb-ut Tahrir şebabına karşı takip ettiği baskıcı uygulamalarına rağmen hizp, bu yürüyüşü organize etmeyi başararak mesajını ümmete ulaştırmış ve onun sözcülüğünü yapmıştır. Bugün Bangladeş'teki Müslümanlar Şeyha Hasina ile hükümetinin alaşağı edileceği o günü beklemektedirler. Zira Şeyha Hasina ve hükümeti, Amerikan, İngiliz ve Hintli haçlılar ve müşriklerin sadık ajanlarıdırlar.

Bunun yanı sıra konuşmacı, Şeyha Hasina hükümetinin, ordu ile sınır muhafızları güçlerini zayıflatmak için 22 Şubat 2009'da sınır muhafızları subaylarının katledilmesi hususunda müşrik Hindistan hükümeti ile komplo kurduğunu ifade ettiği gibi Hasina hükümetinin kendi adına insanlara verdiği sözleri tutmazken emperyalist güçlerin çıkarlarını güvence altına aldığını da ifade etti. Dolayısıyla Şeyha Hasina ile hükümetinin takındığı bu tutumlar, İslam'a ve Müslümanlara karşı işlenmiş bir cürümdür.

Konuşmacı sözlerine şöyle devam etti: Bangladeş'teki sorunun kökleri kafir demokratik rejime dayanmakta olup Halide Ziya ile Bangladeş Ulusal Partisi Koalisyon'unun Şeyha Hasina ile Avami Birlik Koalisyonunun alternatifi olduğu zehabına kapılınmamalıdır. Bilakis emperyalist kafirlere meydan okumaya ve ümmetin hacetlerini gidermeye muktedir olan sadece Hilafet'tir. O halde Hizb-ut Tahrir, insanları Şeyha Hasina hükümeti ile kafir demokratik rejimi alaşağı etmeye davet ettiği gibi mevcut rejimi devirip Hilafet Devleti'ni kurması için güç ve kuvvet ehlini de hizbe nusret vermeye davet etmektedir.

Devamını oku...

Gelecek Seçimler Şeran Batıldır Dahası Sudan'ı Bölme Komplosunun Bir Halkasıdır

  • Kategori Sudan
  •   |  

     13.02.2010 Cumartesi günü, devlet başkanlığı, Güney Sudan hükümeti başkanlığı, ulusal ve vilayet yasama meclisleri adaylıklarına dönük seçim kampanyası başladı ve bu kampanya gelecek nisanda yapılması planlanan seçimler öncesinde (58) gün sürecektir. Cumhurbaşkanı, kampanyasının açılışında seçimlerden bahsederek şöyle dedi: "Seçim bir ibadettir ve Allah'a güzel olmayan bir amelle yaklaşmak istemiyoruz?!" Gerçekten bu seçimler, kendisiyle Allah'a yaklaşılan güzel bir amel midir?

Gelecek seçimler, sadece mevcut durumu, yani şu anda tatbik edilen rejimi değişmeksizin kabullenen kimseleri getirecektir. Zira seçim, rejimi değil şahısları değiştirecektir. Dolayısıyla sadece mevcut anayasa ile üzerine bina edilen Nifaşa Anlaşmasının uygulanmasına saygı duyan ve bağlı kalan kişinin seçimlere aday olmasına izin verilecektir. Nitekim anayasanın (218.) maddesinde şöyle geçmektedir: "Kendisini seçimlere aday gösteren her bir şahıs, kapsamlı barış anlaşmasına saygı duymalı, ona bağlı kalmalı ve onu uygulamalıdır." Seçim kanununun (103.) maddesinde ise şöyle geçmektedir: "Herhangi bir seçime aday olan her bir şahıs veya adaylığını onaylatan yada parti listesini veya kadın listesini aday gösteren bir parti kapsamlı barış anlaşmasına saygı duyacağını, ona bağlı kalacağını ve onu uygulayacağını ifade eden yasal olarak belgelenmiş imzalı bir belgeyi sunmalıdır."

Dahası Cumhurbaşkanı Müsteşarı Mustafa Osman, 08.02.2010 tarihinde Bahreyn el-Vasat Gazetesi'ne verdiği röportajda bu gerçeği kesin ve net bir şekilde açıklamış ve şöyle demiştir: "Kapsamlı barış anlaşması 2005 yılında ortaya çıkmış olup Sudan'ın yönetim keyfiyeti ile servet ve otorite dağılımının belirlenmesi noktasında tam bir ilerleme ortaya koymuş, Sudan'ın nasıl yönetileceğine dair mütekamil bir vizyon için gerekli çözümler belirlemiş ve geriye sadece Sudan'ın nasıl yönetileceği sorusunun cevabı kalmıştır." Ve şöyle ekledi: "O halde Sudan halkı, gelecek nisanda özgürce ve tam bir şeffaflıkla bu sorunun cevabını vermelidir." Bunun içindir ki gelecek seçimlerin hakikati mevcut şahısların değişmesine imkan verecek ancak Nifaşa Anlaşması'nın tesis ettiği rejimi değiştirmeyecektir.

Gerek aday olma gerekse oy kullanma açsından gelecek seçimlere ilişkin şeri hüküm ise aşağıdaki şekildedir:

-Seçim, bir şahsın veya şahısların, muayyen bir ameli gerçekleştirmesi için seçilmesinin üslubudur ki üslubun hükmünü -haram mı yoksa helal mi olduğunu- seçilen şahsın gerçekleştirdiği amelin tabiatı belirler. Eğer ameli caiz olan bir amel ise seçim caiz olur yok eğer değilse haram olur.

-Cumhurbaşkanı, -Müslümanıyla kafiriyle- muayyen bir devlet içerisinde yaşayan insanların cumhurunun seçtiği bir kişi olup halkın iradesini temsil etmektedir ve onun erkek ve Müslüman olması şart değildir. Bu vakıa, İslam'daki devlet başkanlığı, yani sadece Müslümanların seçtiği tüm Müslümanların genel başkanlığı olan Müslümanların halifesinin vakıasına muhaliftir, bilakis aykırıdır; zira İslam'ın devlet başkanlığı şartlarının içerisinde bir kimsesinin halife olabilmesi için Müslüman bir erkek olması ve kendisi ile ümmet arasında İslam'ın tatbik edileceğine dair biat akdiyle seçilmiş olması şartı koşulur. Bunun içindir ki halife, İslam'ın tatbik edilmesi hususunda ümmetin vekili olup halkın isteklerini temsil etmemektedir. Ebi Hazım, Ebâ Hurayra ile beş sene oturduğunu ve onu, Nebi [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in şöyle dediğini tahdis ederken işittiğini rivayet etmiştir:

كَانَتْ بَنُو إسْرَائِيلَ تَسُوسُهُمُ الأَنْبِيَاءُ، كُلّمَا هَلَكَ نَبِيّ خَلَفَهُ نَبِيّ، وَإنّهُ لاَ نَبِيّ بَعْدِي. وَسَتَكُونُ خُلَفَاءُ فَتَكْثُرُ" قَالُوا: فَمَا تَأْمُرُنَا؟ قَالَ: "فُوا بِبَيْعَةِ الأَوّلِ فَالأَوّلِ. وَأَعْطُوهُمْ حَقّهُمْ. فَإنّ اللّهَ سَائِلُهُمْ عَمّا اسْتَرْعَاهُمْ "İsrail oğulları, nebiler tarafından siyaset ediliyordu (yönetiliyordu). Bir nebi vefat edince, bir diğeri ona halef oluyordu. Artık benden sonra nebi yoktur. Halifeler olacak da çoğalacaklardır." Dediler ki: "Öyleyse bize ne emredersiniz?" Dedi ki: "Önceki ilk beyatinize sadakat gösterin ve haklarını onlara verin. Muhakkak ki Allah, yönettikleri hakkında (ne yaptıklarını) onlara soracaktır." [Muslim rivayet etti]

-Güney Sudan hükümeti için bir başkan ve vilayetler için valiler seçmek, devlet içinde hükmetme yetkisini bizzat muayyen vilayetlerin sakinlerinden alacak olan birkaç yöneticiyi ortaya çıkaracak bir ameldir. Bu ise İslam ile çelişen bir durumdur. Çünkü Hilafet'in gölgesinde valiler, hükmetme yetkisini ancak halifenin kendilerini atamasından alırlar; o halde ümmete vekil olmak üzere yetkisini bizzat ümmetten alan sadece halifedir. Dolayısıyla valileri atayacak ve onları azledecek olan bizzat halifedir. Zira Resul [SallAllahu Aleyhi ve Sellem], devlet başkanı olması vasfıyla valileri tayin eden ve azleden bizzat oydu. Mesela Muaz'ı Yemen'e vali tayin ederken A'la İbn-ul Hadrami'yi Bahreyn'den azletmiştir.

Ulusal ve vilayet yasama meclisi üyeleri seçimi, insanlara onların hayatlarını akide esasına dayalı delil kuvvetliliğine göre değil de yetkisini halktan alan çoğunluğa göre düzenleyen yasalar, kanunlar ve nizamlar koyar. Bu seçim şeran haramdır ve İslam akidesiyle çelişmektedir. Allahuteala şöyle buyurmuştur:

أَلَمْ تَرَ إِلَى الَّذِينَ يَزْعُمُونَ أَنَّهُمْ آمَنُواْ بِمَا أُنزِلَ إِلَيْكَ وَمَا أُنزِلَ مِن قَبْلِكَ يُرِيدُونَ أَن يَتَحَاكَمُواْ إِلَى الطَّاغُوتِ وَقَدْ أُمِرُواْ أَن يَكْفُرُواْ بِهِ وَيُرِيدُ الشَّيْطَانُ أَن يُضِلَّهُمْ ضَلاَلاً بَعِيدًا "Sana ve senden öncekilere indirilenlere iman ettiklerini iddia edenleri görmedin mi? Onlar inkar etmekle emrolundukları halde tağuta muhakemeleşmek istiyorlar. Halbuki şeytan onları büsbütün saptırmak istiyor." [en-Nisâ 60]

Ve şöyle buyurmuştur:

فَلاَ وَرَبِّكَ لاَ يُؤْمِنُونَ حَتَّى يُحَكِّمُوكَ فِيمَا شَجَرَ بَيْنَهُمْ ثُمَّ لاَ يَجِدُوا فِي أَنْفُسِهِمْ حَرَجًا مِمَّا قَضَيْتَ وَيُسَلِّمُوا تَسْلِيمًا "Hayır! Rabbine ant olsun ki onlar aralarında çıkan anlaşmazlıklarda seni hakem kılıp içlerinden de bir sıkıntı duymaksızın verdiğin hükme tam bir teslimiyet ile teslim olmadıkları sürece iman etmiş olmazlar." [en-Nîsa 65]

Tüm bunlar; gelecek nisanda yapılacak devlet başkanlığı, Güney Sudan hükümeti başkanlığı, valiler ve milletvekilliği seçimlerinin şeran batıl seçimler olup ona aday olmanın veya oy kullanmanın caiz olmadığını göstermektedir.

Geride şu soru kalmaktadır: Neden bu seçimler Güney Sudan'ın geleceği belirlenmeden önce şimdi yapılıyor?!

Nifaşa Anlaşması'nı hazırlayan kafir Batı, Güneyin ayrılmasına meşruiyet kazandırmak için çalışmaktadır. Bu ayrılmanın onaylanması ve imzalanması içinse tüm Sudan halkını temsil eden geniş tabanlı bir hükümetin olması kaçınılmazdır. Bunun içindir ki kafir Batı, seçim sürecinin başarısı için yoğun uğraş vermektedir. Zira Avrupa Birliği seçimleri gözlemlemek için Avrupa Parlamentosundan bir temsilci liderliğinde (130) gözlemciden oluşan tarihindeki en büyük heyeti gönderirken Amerikan eski Devlet Başkanı "Carter" ise (85) gözlemci gönderecek olup Amerikan elçisi "Gration" ise seçimlerin başarılı olması için askıda kalan sorunların çözümü amacıyla Hartum, Cuba ve Kadugli arasında mekik dokumaktadır.

Dolayısıyla bu seçimler, Güney Sudan'ı ayırma komplosunun sondan bir önceki halkasıdır. Ardından da Sudan'dan geriye kalanlar parçalanacaktır. Zira bu seçimlerden murat edilen Güney'in ayrılması için gerekli olan sözde meşruiyetin sağlanmasıdır. Bunun içindir ki kafir Batı, bu seçimlerin başarılı olması için insanları piyasada pazarlamaya çalışmaktadır.

Ey Müslümanlar! Bizler, Hizb-ut Tahrir / Sudan Vilayeti olarak; saptırmadan ve aldatmadan vakıanın hakikatini göstermek ve aşağıda ifade edildiği üzere hepimizin boynundaki şeri vecibeyi hatırlatmak amacıyla halkına yalan söylemeyen apaçık bir uyarıcı olduk ve olmaya devam ediyoruz:

-Günah olması vasfıyla bu seçimlerin hakikati idrak edilmeli ve ondan sakınılmalıdır. Allahuteala şöyle buyurmuştur:

وَمَا آتَاكُمُ الرَّسُولُ فَخُذُوهُ وَمَا نَهَاكُمْ عَنْهُ فَانتَهُوا "Resul size neyi getirdiyse onu alın, neyi yasakladıysa ondan kaçının." [el-Haşr 7]

Resulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem] şöyle buyurmuştur:

مَنْ عَمِلَ عَمَلاً لَيْسَ عَلَيْهِ أَمْرُنَا فَهُوَ رَدٌّ "Her kim üzerinde emrimiz olmayan bir amel işlerse o reddedilir."

Bildiğimiz hakkı tebliğ etmek boynumuzda bir emanet olup bu hususta hiçbir kınayıcının kınamasından korkmamalıyız. Nebi [SallAllahu Aleyhi ve Sellem] şöyle buyurmuştur:

بَلِّغُوا عَنِّي وَلَوْ آيَةً "Bir ayet bile olsa benden tebliğ ediniz." [Buhari rivayet etti]

-Bu günah hususunda müşriklere karşı çıkılmalı ve katı olunmalıdır; zira her birimiz İslam'ın geçitleri önünde durmalıyız ki düşmanlar önümüzden gelemesin. Allahuteala şöyle buyurmuştur:

وَاتَّقُوا فِتْنَةً لاَ تُصِيبَنَّ الَّذِينَ ظَلَمُوا مِنْكُمْ خَاصَّةً وَاعْلَمُوا أَنَّ اللَّهَ شَدِيدُ الْعِقَابِ "Öyle bir fitneden sakının ki içinizden yalnızca zulmedenlere isâbet etmekle kalmaz. Bilin ki Allah'ın azabı çetindir." [el-Enfâl 25]

-Ülkemizi Nifaşa Analaşması'nın nifakından çıkarıp barışa, başarıya, güvene ve itminana kavuşturmaya muktedir tek projenin, Hilafet'in ikamesi için çalışmayı gerçekleştirecek olan İslam esasına dayalı bir kalkınma projesi olduğu idrak edilmelidir. Dolayısıyla sizleri, razı olduğu güzel bir amelle Allah'a yaklaşmak üzere bu farzı yapmaya davet ediyoruz ey Müslümanlar!

إِنَّ فِي هَذَا لَبَلاَغًا لِقَوْمٍ عَابِدِينَ "Şüphesiz bunda, [Allah'a] kulluk edenler topluluğu için bir bildiri vardır." [el-Enbiyâ' 106]

 

Devamını oku...

Basın Açıklaması Demokrasinin Çocukları Olan "Yöneticiler", Afgan Eğitim Müfredatını İslam'a Aykırı Şekilde Hazırlamaktadırlar

 

    Afganistan'da geçen dokuz yıl boyunca kapitalizm ideolojisi ile demokratik rejimin tatbik edilmesi hayatın her alanından İslam hükümlerinin uzaklaşmasına yol açmıştır. Bunlardan biri de; dünyaya dinin hayattan ve siyasetten ayrılmasına hükmeden İslami olmayan bir bakışla bakılması, mutlak (inanç, fikir, şahsi ve mülk edinme) özgürlüğü, sivil toplum, insan hakları ve İslam hükümleri ile onun azim fikirlerinin yerine cinsel kültür ve ilişkilerin eğitimi gibi İslam dışı fikirler ve hükümlerle dolu olan eğitim müfredatıdır.

Bu etkinliklerin başlıca üç sebebi vardır: Birincisi; hayat hakkındaki mefhumlar ve kültürel alanda Müslümanların Batıyı taklit etmesi. İkincisi; eğitim kurumlarının, eğitim ve kültür alanlarında Birleşmiş Milletlere bağlı bir kurum olan UNESCO'nun politikalarına göre yürütülmesi. Birleşmiş Milletler, İslami ülkelerdeki sömürgeciliğin düzenlenmesinden sorumludur, onun gerçek yetkileri tamamen kafir devletlerin elinde olup her türlü İslami fikirden yoksundur. Üçüncüsü; Afgan hükümeti ile Batılı devletler arasında organizeli Batılılaştırma programların önünün açılmasını, hayat hakkında kafir Batılı mefhumların taklit edilmesini ve bunun sonucunda da İslami olmayan şahsiyetlerin oluşturulmasını gerektiren eğitim alanında anlaşmaların yapılması.

Hakikatte İslam, inancıyla ve davranışıyla İslami şahsiyetlerin ortaya çıkması için İslami akide ile şeri hükümleri itikadın ve amelin esası ve ölçüsü kılarken mevcut eğitim müfredatı ise tamamen İslam'ın hayattan ve siyasetten ayrılması asasına göre hazırlanmış ve düzenlenmiş olup sırf laik şahsiyetleri oluşturmayı hedeflemektedir.

فَلاَ وَرَبِّكَ لاَ يُؤْمِنُونَ حَتَّى يُحَكِّمُوكَ فِيمَا شَجَرَ بَيْنَهُمْ ثُمَّ لاَ يَجِدُوا فِي أَنْفُسِهِمْ حَرَجًا مِمَّا قَضَيْتَ وَيُسَلِّمُوا تَسْلِيمًا "Hayır! Rabbine ant olsun ki onlar aralarında çıkan anlaşmazlıklarda seni hakem kılıp içlerinden de bir sıkıntı duymaksızın verdiğin hükme tam bir teslimiyet ile teslim olmadıkları sürece iman etmiş olmazlar." [en-Nîsa 65]

 

 

 

 

 

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER