Perşembe, 03 Rebiu’l Evvel 1446 | 2024/09/05
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

Hizb-ut Tahrir Pakistan Karaçi'de Büyük Bir Yürüyüş Düzenledi

  • Kategori Pakistan
  •   |  

10 Şubat 2010 tarihinde Hizb-ut Tahrir / Pakistan Vilâyeti, Pakistan'ın ticari merkezi olan 20 milyon nüfuslu Karaçi kentinde büyük bir yürüyüş düzenledi. Zerdari'ye bağlı emniyet güçleri yürüyüşe katılmak isteyen yüzlerce kişiyi zorbaca engellemek isteyerek kimlik soruşturmasına tabi tuttular.

Yürüyüş; Amerikan yargısının Pakistan'lı saygıdeğer nörolog Afiyet Sıddıki hakkında beş yıl süreyle Amerikan despotluğunun esareti altında işkence görmesi ve üç çocuğundan mahrum edilmesi sürecinden sonra işlemediği bir suça rağmen, suçlu bulmasını protesto etmek amacıyla düzenlenmiştir.

Yürüyüş esnasında göstericiler "Ey Pakistan ordusu, Afiyet'in öcünü al, Hilafeti yeniden kur", "Amerikan varlığına son" gibi afiş ve pankartlar taşıdılar. Yürüyüşçüler ayrıca İslam beldelerindeki Amerikan varlığına son verecek ve beldeleri kalkan misali her türlü vahşilikten koruyacak Hilafetin yeniden kurulması için, Pakistan ordusundan nusret talep ettiler.

 

Daha fazla fotoğraf için tıklayınız...

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Yahudi Karşısında Zelilleşen Filistin Otoritesi Hizb-ut Tahrir Şebabını Kaçırıp Dava Açıyor

 

      19.01.2010 Salı günü, otoritenin Amerikalı General Dayton'a bağlı güvenlik birimleri "aslan kesilerek" ez-Zahiriyye şehrine girdiler, sokaklarında arbede çıkardılar, evlerinin mahremiyetini ihlal ettiler, Hizb-ut Tahrir şebabından beşini kaçırdılar ve ikisine de kaçırma teşebbüsünde bulundular. Beş şebabın kaçırılmasından iki gün sonra 150. madde gereğince mezhepçiliği ve ırkçılığı körüklemek, guruplar ile ümmetin çeşitli unsurları arasında çatışmayı provoke etmek suçlamasıyla mahkemeye gönderdiler. Hakimin, haklarında kefaletle serbest bırakılmalarına karar vermesinin ardından "el-Ketat" istihbarat birimleri göz altına aldı ve Dora bölgesindeki emniyet birimleri el-Haram-il İbrahim mescidinde, Filistin'i gasp eden, Yahudi varlığını kuran ve Filistin'i kolay bir lokma olarak ona teslim eden imparatorluğun mirasçısı Tony Blair'in karşısında hakkı haykıran şab Ali Muhammed'i tutukladılar. Ali Muhammed'e aşağıdaki suçlamalar yöneltildi: 1. İnsanların atmosferini bozmak. 2. Çatışmaya davet etmek. 3. Otoriteyi aşağılamak.

Bu azgın kampanya öncesinde de Cenin, Kalkilya, Tulkerim, Bethlehem ve Halil'de Hizb-ut Tahrir şebabı saflarına yönelik tutuklamalar olmuştur. Bizler Hizb-ut Tahrir olarak, sadece işgalci "Yahudi" askerlerine yaraşan bu barbar çetenin davranışlarının Hizb-ut Tahrir şebabını zerre kadar etkilemeyeceğini defalarca söyledik ve aşağıdaki hususları da vurgulamak isteriz:

1. Mezkur 150. madde, otoriteye, onun sembollerine, "mevcut" partisine özellikle de kendi dışındaki örgütler ile insanların geneline karşı ırkçılığın ve baskının her türlüsünü uygulayan, ciddi bir kutuplaşma durumu oluşturan, homurtuları tahrik eden ve canlara kıyan guruplar arasında silahlı çatışmaya dayanacak derecede ümmetin çeşitli unsurları arasında çatışmayı körükleyen yeni korumalara intibak eder. Dahası otoritenin birimleri, işgalci Yahudi ile işbirliği yapmakta ve Fetih'in muhlis evlatları da dahil işgale direnin herkesi ya takip etmekte ya tutuklamakta yada öldürmektedir.

2. Hizb-ut Tahrir, parçalamayıp birleştiren, gurupçu ve mezhepçi çatışmaları yasaklayan, kardeşler arası savaşı haram kılan ve zimmet ehlini koruyan İslam rayesi altında ümmetin vahdeti için gecesini gündüzüne katmaktadır. Hizb-ut Tahrir, Gazze'deki iç savaşı durdurmak için büyük çaba harcamakta, Batı Şeria'daki iç savaşı önlemek için tüm guruplar ve etkili güçlerle temasa geçmektedir. Dolayısıyla otorite bu maddeyi, marufu emredip münkerden nehyeden halis ve muttaki Hizb-ut Tahrir şebabına değil kendisine ve güvenlik güçlerine uygulamalıdır.

3. Güvenlik birimleri, Yahudi karşısında uysallaşmakta, Yahudi'nin sokaklarda ve kontrol noktalarında çıkarttığı arbedeler karşısında acizleşmektedir. Zira güvenlik birimleri, daha birkaç gün önce güney Kudüs kontrol noktasında gözaltına alınan Bethlehem Valisi Bakan Hamayel de dahil Yahudi varlığının kontrol noktalarında göz altına aldığı vatandaşlar için ne yapmıştır?! Güvenlik güçleri, Batı Şeria şehirlerinde arbede çıkaran Yahudi yerleşimcilerin saldırılarından insanları korumak için ne yapmıştır?! Yoksa Dayton'un emirleri, Filistin'in muhlis evlatlarını takip etmeyi ve işgalci ile otorite tarafından bu ezilen halkın evlatlarına yönelik takibatında işgal ordusuyla birlikte güvenlik işbirliği yapmayı mı gerektiriyor? Kökünüz kurusun emi! Hiç mi akletmiyorsunuz?

4. Gerek otorite ve onun güvenlik birimleri gerekse Dayton ve bu zelil otoriteyi harekete geçiren Yahudi varlığı çok iyi bilsinler ki Hizb-ut Tahrir şebabı, gayesine ulaşmasını engellemek için hizbin üzerine çılgınca saldıran büyük-küçük dünyadaki tüm devletlerin karşısında yüce dağlar gibi duracaklardır. Bu çılgınca saldırı ancak onların, Allah'ın gelecek olan nusretine olan imanlarını arttıracak, kanaatlerini pekiştirecek, dayanıklılıklarını güçlendirecek ve güvenlerini arttıracaktır ki o nusret, Allah'ın dostlarını izzetlendirecek ve düşmanlarını zelil kılacak olan Nübüvvet Minhacı Üzere Raşidi Hilafet Devleti'dir ve o gün müminler Allah'ın nusretiyle sevineceklerdir. وَاللّهُ غَالِبٌ عَلَى أَمْرِهِ وَلَـكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لاَ يَعْلَمُونَ "Şüphesiz ki Allah, emrine galiptir. Velakin insanların çoğu bunu bilmezler!" [Yusuf 21]

 

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Hizb-ut Tahrir / Sudan Vilayeti'nden Bir Heyet, Sadık el-Mehdi İle Görüştü

 

      İslami ümmete ve sorunlarına karşı sorumluluk bilincinden hareketle Hizb-ut Tahrir / Sudan Vilayeti, parlak isimlendirmeler ve aldatıcı başlıklar altında yürütülmeye çalışılan parçalama ve bölme planlarını başarısızlığa uğratmak için Sudan'daki düşünce ve kanaat önderleri ve siyasilerle görüşmeler ve toplantılar gerçekleştirmektedir. Bu noktadan hareketle Hizb-ut Tahrir / Sudan Vilayeti'nden bir heyet, bugün kurtuluş öncesi Sudan başbakanlığı yapan ve Ulusal Ümmet Partisi Başkanı olan el-Ensar'ın İmamı Sayın Sadık el-Mehdi'ye bir ziyaret gerçekleştirdi. Merkezi Temas Lecnesi Başkanı Üstat Nasır Rıza liderliğindeki heyette, Vilayet Meclisi üyesi üstat Şarık el-Berberî, Merkezi Temas Lecnesi üyeleri Mühendis Hasbullah en-Nur ile Şeyh Ivad Halil ve Resmi Sözcülük Bürosundan üstat Mecdi Salihin bulunmaktadır.

Heyet tarafından aşağıdaki hususlar vurgulanmıştır:

1- Gelecek seçimlere katılmak kurtuluş hükümetine meşruiyet vermek olup ona katılan kimse, Sudan'ın güneyini kuzeyinden ayıran cürümü de tebrik etmiş sayılır.

2- İslam esası üzerine kaim olmayan Müslümanların beldelerindeki her hangi bir beldenin yönetimine yönelik her türlü siyasi proje başarısız olmaya mahkum olup ümmet, Hilafet Devleti özlemi içindedir.

3- Sudan'daki sömürgeci yabancıların planlarına karşı koymak ve sayısı (26) bin kişiye ulaşan sözde Birleşmiş Milletler güçlerini kaldırıp atmak gereklidir.

Diğer taraftan Sayın Sadık el-Mehdi, seçimler ve yabancı müdahaleler hakkındaki partisinin tutumunu ortaya koyarak ülkeleri kurtaracak tek hadaratsal projenin İslam olduğunu vurgulamıştır.

Sonuç olarak her iki taraf da İslami referansı, ülkenin vahdetini ve yabancı oluşumlara karşı koymayı teyit eden bir vesikayı vurgulamıştır.

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Cemaron'un Hizb-ut Tahrir'i Yasaklama İhtirası Dünyaya Özgürlüğün ve Demokrasinin Gerçek Anlamını Göstermektedir

 

     İngiltere Başbakanı Gordon Brown'un, terörizmle mücadele çerçevesinde açıklama yaptığı bir sırada Muhafazakar Parti lideri David Cemaron da "Şimdi bir adım atıp Hizb-ut Tahrir yasaklayacak mı?" talebiyle yeniden Hizb-ut Tahrir'in yasaklanması çağrısında bulundu."

Hizb-ut Tahrir'in İngiltere'deki Medya Temsilcisi Taci Mustafa şöyle dedi: "'Cameron', kışkırtıcı bir şekilde Hizb-ut Tahrir'e yönelik son saldırısının geri tepip seçim kampanyasında başarısız olunca seçim propagandası bağlamında başka bir popülist girişimde bulunarak yasakla ilgili çağrısını tekrarlamıştır."

"Cameron ve Cameron gibilere deriz ki: Hadi sıkıysa Hizb-ut Tahrir'i yasaklayın da dünya sizlerin ne tür bir ödlek olduğunuzu görsün. Zira fikri tartışmaya meydan okuyacağınıza elli küsur yıldır şiddetten uzak siyasi bir çalışma tarihine sahip İslami siyasi olan bir hizbin yasaklanmasına karar veriyorsunuz. Böylece 'özgürlük, demokrasi ve çoğulculuk' hakkındaki kof konuşmaların boş sözcüklerden ibaret olduğunu tüm dünya görecektir."

"Aslında onu korkutan şey, artık fikirlerimizin dünyadaki Müslümanlar arasında kök salmış olmasıdır. Bu ise Müslüman beldelerdeki Batılı dış politikaları eleştirmede uzlaşmamamız ve İslami alemdeki despotizm ve diktatörlüğün yerine Müslümanların beldelerinde İslami Hilafet'in ikamesine daveti gevşemeksizin sürdürmemiz sebebiyledir. Zira güvenliği, istikrarı, insanların sultanını, muhasebeyi ve adaleti getirecek olan Hilafet'tir ve şeriat tüm bunları garantilemiştir." "Görünen o ki "Camero'un" "güvenlik" stratejisi, siyasi bir hizbin yasaklanması ve "terörizmin" gerekçelerini dillendirdiği sömürgecilik politikalarından uzaklaştırarak İslam ile Müslümanlara yamamaya yönelik yüzeysel girişimler etrafında dönmektedir."

"Sayın Cameron'a deriz ki; artık ne yapacaksan yap! Fikirlerimizin yayılmasını engellemekte asla başarılı olamayacaksın. Zira Ebu Garip, Guantanamo, işkence ve muteber yargı usullerinin terk edilmesinin yanı sıra siyasi bir cemaati de yasaklayarak ancak Batılı fikrin ayıplarını daha fazla ifşa olmasına yardımcı olacaksın.

Her defasında bu sesler yükselmekte olup yeni muhafazakarların yüzünden öte bir şey olmayan "Tory" bloğunun solgun yüzüne karşı sprey püskürtmeye yönelik girişimler görüyoruz. Ancak bir saniye! Hükümet "sivil özgürlükleri nasıl kemirir", bu "mücadele edilmesi gereken bir rezilliktir" çerçevesindeki etkili ve anlamlı sözlerin sahibi Kars Jerilnj değil midir? Şimdi de kalkmış Hizb-ut Tahrir'i yasaklamak mı istiyor?! Bir yandan İslami beldelerin işgal edilmesini "özgürlük ve demokrasinin" korunması temelinde savunurlarken diğer yandan yasaklama yöntemiyle siyasi muhalefeti susturmaya yönelik çağrıda bulunuyorlar. Zira onların dünyasında insanlar, bu münafık fasit yöneticiler gibilerinin dikte ettiği değerlere tabi oldukları ölçüde hürdürler. Bu ise bu gibi politikacıların desteklediği özgürlük ikiyüzlülüğünün ta kendisidir ve bizler, onların bununla korkuttuğu kimselerden değiliz."

 

Devamını oku...

Milli Eğitim Bakanlığı, Öğrenciler Arasında Laiklik Mefhumunun Propagandasını Yapıyor

 

     Milli Eğitim Bakanlığı, Lübnan'daki ortaöğretim okulu birinci ve ikinci sınıf talebelerine yönelik, "Sence laiklik Lübnan'daki içtimai ve siyasi hayatta demokrasiyi güçlendirmek için mi çalışmaktadır? Görüşünü örneklerle birlikte açıkla" sorusunun geçtiği bir yarışma kağıdı dağıtmıştır.

Bu sorunun -öğrencilerin vereceği görüşler dikkate alınmaksızın- orta ikinci sınıf öğrencilerine yöneltilmesi, laiklik düşüncesinin, hakikatte düşman milletlerden gelerek hala Lübnan'ın da bir parçası olduğu İslami ümmetin kimliğini ve hadaratını ortadan kaldırmak isteyen düşmanca bir fikir olmasına rağmen Müslümanların kültürüyle çelişmeyen tarafsız bir fikirmiş gibi pazarlanmakta olduğunu göstermektedir. -Milli Eğitim Bakanlığı tarafından gelen- bu duyuru, Lübnan yetki organlarından bir organın yaptığı resmi-siyasi bir uygulama olup ona olan yaklaşımımız bu temel esas üzere olmalıdır.

Laiklikten maksat, toplumu laikliğe dönüştürmektir. "Laiklik" ıstılahı ise Batılı bir ıstılah olup tüm açıklığı ile dini hayattan ayıran, yani eğitim, basın ve kamu işlerinde diğer sektörlerin dahil olduğu toplum, devlet ve yasamadan ayırma anlamına gelen "dinsizliğin" düzmece bir tercümesidir. Şöyle ki din, mütedeyyin fertler nezdinde ibadetler ve ahlakla sınırlandırılmış olsun.

Laikliğin, ilahi yetkilendirme adı altında topluma ve siyasete tahakküm eden kilisenin ve kralların teokratik sistemine karşı yapılan inkılap sonucunda Batı'da ortaya çıkmış bir yaşam biçimi olduğu hiç kimseye gizli değildir. Bu laiklik, 1789 yılında yapılan büyük Fransız ihtilalıyla birlikte vakıa zemininde ortaya çıkmıştır. Dolayısıyla ruhani, ahlaki ve insani değerlerin kaybolup maddi değerler ile bireyciliğin egemen olması ve dünya savaşlarını çıkaran bencil maddi çıkarların tahakküm etmesi de dahil bugün Batılı toplumların yaşadığı yaşam tarzı, sömürgecilik yarışında on milyonlarca insanın canına kıymıştır. Şöyle ki maksimum fiziksel zevklere ulaşmak olan saadet mefhumu, insanı orman kanunlarıyla yaşamaya iten hayvani bir yaşantı ortaya çıkarmıştır. Demokrasiye gelince; o ve laiklik bir paranın iki yüzü gibidir. Zira demokrasinin dayalı olduğu en önemli kaide, egemenliğin halka ait olmasıdır. Bunun manası ise yasama, yani toplumla alakalı nizamları ve kanunları koyma hakkına sahip olan bizzat halktır. Dini hayattan ayırmanın tabii bir neticesi olarak da Batılılarda bu kaide ortaya çıkmıştır.

Batı, önce fikri istila yoluyla laikliği İslami ülkelere transfer etmek için çaba sarf etmiş ardından da Birinci Dünya Savaşı'nda Hilafet Devleti'ne karşı zafer kazanmasının üzerine onu insanların yaşadığı bir vakıa olarak dayatmıştır. Zira İslami ülkeleri parçalara ayırmış, buralarda yapay yeni devletler kurmuş ve bunlar için kendi anayasa ve nizamlarından transfer edilmiş anayasalar ve nizamlar koymuştur. Böylece insanların toplum içerisindeki ilişkilerine onun kanunları tahakküm eder olmuştur. Bu da laikliğin, -Lübnan da dahil- İslami ülkelere dayatılması, Batının, İslam'ı yönetim ve toplum vakıasından kaldırmaya yönelik tarihi savaşında İslam hadaratına galip gelmesinin bir sonucu olduğu anlamına gelmekte olup ümmet içerisinde İslam'ın etkisinden geriye kalan şeyleri, İslam dünyasındaki kendisine bağlı rejimler, dernekler ve kurumların elleriyle kaldırmaya hala devam etmektedir.

Binaenaleyh aşağıdaki hususları açıklamamız önemlidir:

Laiklik, İslam ile çelişen bir fikirdir. Zira dinin, hayattan, toplumdan ve devletten ayrılması anlamına gelmektedir. İslam'ı ise Allahuteala, ancak hayata bakış açısını içeren bir din, toplum ve devlet için bir nizam ve dolayısıyla yaşam için bir metot olarak inzal etmiştir. Allahuteala şöyle buyurmuştur:الْيَوْمَ أَكْمَلْتُ لَكُمْ دِينَكُمْ وَأَتْمَمْتُ عَلَيْكُمْ نِعْمَتِي وَرَضِيتُ لَكُمُ الإِسْلاَمَ دِينً "İşte bugün, size dininizi kemale erdirdim. Üzerinize olan nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslam'a razı oldum." [el-Mâ'ide 3]

إِنَّا أَنزَلْنَا إِلَيْكَ الْكِتَابَ بِالْحَقِّ لِتَحْكُمَ بَيْنَ النَّاسِ بِمَا أَرَاكَ اللّهُ وَلاَ تَكُن لِّلْخَآئِنِينَ خَصِيمًا "İnsanlar arasında, Allah'ın sana gösterdiği şekilde yönetesin diye sana kitabı hak ile indirdik. Sakın hainlerin savunucusu olma!" [en-Nisâ' 105] Dolayısıyla laikliği benimsemek ve ona inanmak; yönetim, iktisat, içtima, cihat, kısas ve had nizamları gibi toplumdaki insanların ilişkilerini düzenleyen İslam hükümlerini inkar etmek anlamına gelmektedir... İslam'ın kati hükümlerini inkar ise İslam'ın tümünü inkardır. Allahuteala şöyle buyurmuştur:

أَفَتُؤْمِنُونَ بِبَعْضِ الْكِتَابِ وَتَكْفُرُونَ بِبَعْضٍ فَمَا جَزَاء مَن يَفْعَلُ ذَلِكَ مِنكُمْ إِلاَّ خِزْيٌ فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَيَوْمَ الْقِيَامَةِ يُرَدُّونَ إِلَى أَشَدِّ الْعَذَابِ وَمَا اللّهُ بِغَافِلٍ عَمَّا تَعْمَلُونَ "Yoksa siz kitabın bir kısmına inanıp bir kısmını inkar mı ediyorsunuz? Sizden böyle davrananların cezası dünya hayatında ancak rüsvaylık; kıyamet gününde ise en şiddetli azaba itilmektir. Allah, yapmakta olduklarınızdan asla gafil değildir." [el-Bakara 85]

Demokrasiye gelince; aynı şekilde o da İslam ile çelişmektedir. Zira İslam, kendi devlet başkanını seçme, gözetleme ve muhasebe etme hakkına sahip olması anlamında sultayı ümmete vermesine rağmen egemenliği şeriata vermiş ve Müslümanlara, nizamları ve kanunları seçme hakkı vermemiştir. Zira Müslümanların dinlerine imanı, Allahuteala'nın Resulü [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in üzerine inzal ettiği tüm şeriatına teslim olmalarını gerektirir. Dolayısıyla Allahuteala'nın, kitabı ve resulü [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in sünnetinde kesinleştirdiği bir hususun -Milli Eğitim Bakanı'nın bu yarışmada yaptığı gibi- insanların görüşlerine sunulması haram kılınmış bir ameldir. Allahuteala şöyle buyurmuştur:

فَلاَ وَرَبِّكَ لاَ يُؤْمِنُونَ حَتَّى يُحَكِّمُوكَ فِيمَا شَجَرَ بَيْنَهُمْ ثُمَّ لاَ يَجِدُوا فِي أَنْفُسِهِمْ حَرَجًا مِمَّا قَضَيْتَ وَيُسَلِّمُوا تَسْلِيمًا "Hayır! Rabbine ant olsun ki onlar aralarında çıkan anlaşmazlıklarda seni hakem kılıp içlerinden de bir sıkıntı duymaksızın verdiğin hükme tam bir teslimiyet ile teslim olmadıkları sürece iman etmiş olmazlar." [en-Nîsa 65]

Sömürgeciliğin egemenliğinden bu yana ülkemizde evlatlarımıza okutulan eğitim müfredatı, onların kültürlerini ve şahsiyetlerini Batılı kültür ve Batılı şahsiyete göre şekillendirmek için konulmuştur. Bu da İslami şahsiyetin ortadan kaldırılması anlamına gelmektedir. Bu husus yeni bir şey değildir. Bu tür bir yarışmada yeni olan şey şudur ki Milli Eğitim Bakanlığı laikliği, medeni toplum, medeni kanun ve medeni mahkemeler gibi kapalı ifadeler ve başlıklarla pazarlarken gerçek ismini bir tarafa bırakın artık açık ismiyle pazarlamaya başlamıştır... Bundan maksat ise Müslümanların bağlı kalmaya devam ettikleri haramlardan geriye kalanların mubah kılınması anlamına gelmektedir. Ülkemizdeki Batılı sefaretlerin, bu tür projelere dikkat çektiği ve onun gözetim ile desteğini üstlendiği hiç kimseye gizli değildir.

Evlatlarımız ve diğer Müslümanlar laikliğin, dinin hayat işlerinden ayrılması anlamına geldiğinin, onun kabulünün ise İslam ile şeriatının inkarı anlamına geldiğinin farkında olmalıdırlar. Demokrasi ise yasamayı şeriata değil halka vermektedir. Yani helal ile haramı, hak ile batılı ve hayır ile şerri birbirinden ayırmada söz sahibinin Allah'ın şeriatı olacağı yerde insanların çoğunluğuna ait olması demektir. Allahu Subhânehu şöyle buyurmuştur:وَلاَ تَقُولُواْ لِمَا تَصِفُ أَلْسِنَتُكُمُ الْكَذِبَ هَـذَا حَلاَلٌ وَهَـذَا حَرَامٌ لِّتَفْتَرُواْ عَلَى اللّهِ الْكَذِبَ إِنَّ الَّذِينَ يَفْتَرُونَ عَلَى اللّهِ الْكَذِبَ لاَ يُفْلِحُونَ "Dillerinizin uydurduğu yalana dayanarak "Bu helaldir, şu da haramdır" demeyin. Aksi halde Allah'a karşı yalan iftira etmiş olursunuz. Kuşkusuz Allah'a karşı yalan iftira edenler asla iflah olmazlar." [en-Nahl 116] Dolayısıyla ne Müslüman bir alim ne de bir müftü, laikliğin ve demokrasinin bu manada alınmasının caiz olduğunu söylemeye cüret edemez. Lübnan'daki şeriat alimleri, aydınlar, partiler, siyasiler ve emir sahiplerinden olan Müslümanların tamamına, toplumda İslam'ın ve şeriatın yerini alan laikliği pekiştirmeye yönelik her türlü girişimin karşısında durmada büyük bir sorumluluk düşmekte ve insanları, özellikle de gelecek nesilleri daha fazla laiklik içerisinde boğmayı hedefleyen yeni girişimler karşısında engelleyici bir bariyer olarak durmakla muhataptırlar. Dahası bir hadarat ve hayat nizamı olması bakımından İslam'ın sahih görüntüsünün bu gençliğe ulaştırılması için çabalar birleştirilmelidir. Ardından onlar da böylece bu İslam'ı, hadaratı ve nizamı ile İslami hayat dairesinden çıkması sebebiyle belalar ile felaketlerin acısını çeken ümmeti kalkındırmaya dönük siyasi bir proje olarak taşımış olsunlar. Dahası akıllarını, bizzat Batılı akilleri bile tiksindirmeye başlamış olan Batılı laiklik ve çürümüş demokrasisiyle istila ettirmek yerine İslam'ı bir risalet olarak tüm dünyaya taşımış olsunlar. Allahuteala şöyle buyurmuştur:

كُنْتُمْ خَيْرَ أُمَّةٍ أُخْرِجَتْ لِلنَّاسِ تَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَتَنْهَوْنَ عَنْ الْمُنكَرِ وَتُؤْمِنُونَ بِاللَّهِ "Sizler, insanlar için çıkartılmış en hayırlı ümmetsiniz. Marufu emreder, münkerden nehy eder ve Allah'a iman edersiniz." [Âl-i ‘İmrân 110]

 

 

Devamını oku...

- Basın Açıklaması - Hizb-ut Tahrir'den Yasağın ve Muhyiddin Ahmed'den de Ev Hapsinin Kaldırılmasını Talep Eden Binlerce Mesaj İçişleri Bakanına Ulaşmıştır

 

     Bangladeş'te 8000'den fazla Müslüman son birkaç gündür İçişleri Bakanı'na, hükümetten Hizb-ut Tahrir'e dayatılan yasak ile Hizb-ut Tahrir'in Bangladeş'teki resmi sözcüsü Muhyiddin Ahmed'in ev hapsi yasağının kaldırılmasını talep eden mesajlar göndermiştir. Bu mesajlarda şu ifadeler geçmiştir:

Hükümet, 22 Ekim 2009'da Bangladeş'te, emperyalistlerin yönlendirmesiyle Hizb-ut Tahrir'i yasaklamıştır. İşte o zamandan beri Resmi Sözcü Muhyiddin Ahmed, eşi ve çocukları ev hapsine tabi tutulmaktadır. Aynı zamanda hükümet, Hizb-ut Tahrir'i yasaklayan keyfi kararını haklı çıkaracak yasal bir neden veya özür sunmakta başarısız olduğu gibi Muhyiddin Ahmed'e yönelik herhangi bir suç isnat etmekte de başarısız olmuştur.

Hükümetin bu uygulamaları, haksız ve keyfi olup İslam'a aykırıdır. Bu uygulamanın dünyanın dört bir tarafındaki diktatörlerin siyasi hasımlarına yönelik muamelelerinde gerçekleştirdiği uygulamalardan hiçbir farkı yoktur. Mesajlar, Rab-il İzze Subhânehu ve Te'alâ'nın vaadiyle tamamlanmıştır. Zira o, şöyle buyurmuştur:

إِنَّ ٱلَّذِينَ فَتَنُواْ ٱلْمُؤْمِنِينَ وَٱلْمُؤْمِنَاتِ ثُمَّ لَمْ يَتُوبُواْ فَلَهُمْ عَذَابُ جَهَنَّمَ وَلَهُمْ عَذَابُ ٱلْحَرِيقِ "Şüphesiz inanmış erkeklerle inanmış kadınlara işkence edip sonra tevbe de etmeyenlere cehennem azabı ve (orada) yanma cezası vardır." [el-Burûc 10]

 

 

 

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Birleşmiş Milletler, Afganistan'daki Mücahitlere Karşı Olmaları için Kamuoyunu Saptırmaktadır

Birleşmiş Milletler, 2118 kişinin öldüğü 2008 yılındaki ölümlerin %14 artarak 2009 yılında 2412 sivilin öldüğünü 13.01.2010'da duyurdu. Rapor, ölümlerin %70'inin veya 1630'unun direnişçiler tarafından gerçekleştiğini açıklarken NATO kuvvetleri ile müttefikleri ise 596 sivilin öldürülmesini, yani ölümlerin %25 üstlenmektedir ki böylece Birleşmiş Milletlerin belirttiği üzere 2008'deki ölüm oranına göre %39 oranında azalmıştır.

İşgal kuvvetlerinin ateş açması sonucu ölen masum sivillerin sayısının minimum bir sayıda sunulması kabul edilemez bir husustur. Zira Kunduz, Herat'taki Azizabad, Helmand, Farah, Nangarhar, Vardak, Ghazni, Logar ve Kuna olaylarında; yaşlı, kadın ve çocuklardan binlercesi, insansız uçakların saldırısı sonucu uyku ve düğünleri esnasında soğukkanlılıkla öldürülmüş ve haçlı ordularının Afganistan'daki masum sivillerin üzerindeki silah denemelerinde beyaz fosfor yoluyla kemiklerine varıncaya kadar çocuklar yakılmıştır. Bu bile raporda zikredilen sayıların sağlıklı olmadığını tamamen ortaya koymaktadır. Kaldı ki Afganistan'ın birçok yerinde işgal kuvvetlerinin evlere girerek masumları katlettiği veya sırf manzaradan zevk almak amacıyla köpeklerini küçük çocukları ve kadınları yemeye zorladıkları benzeri pek çok olay vardır. Ayrıca ya medya organlarına ulaşmamasından ya da yayınlanmasının engellenmesinden dolayı bu haçlıların vahşi eylemlerinin aktarılmadığı binlerce öykü vardır.

Ayrıca IPC, BBC ve Alman ARD televizyonu haberleri tarafından gerçekleştirilen başka bir çalışma daha vardır ki bu çalışma; yapılan bir ankette 1534 Afganlıdan %42'si şu anda şiddetin sorumlusu olarak Taliban'ı suçlamaktadır ki bu oran geçen yıla nazaran %27 artmıştır. Bulardan %17'si ise şiddetin arkasında duranlar hususunda NATO ile Afgan güvenlik güçlerini suçlamaktadır ki bu oran, geçen yıl %36'ydı. Bu anket geçen ay yapılmış olup hata payı %3 oranındadır.

Bu anketin, ilgili bölgelerde yaşamayıp görüşleri Batılı medyanın sunumu ve propagandalarından etkilenen insanların ortasında gerçekleştirilmesi makul ve gerçekçi değildir. Tüm dünya, haçlı kuvvetlerine karşı Afganistan'ın her bölgesinde ortaya çıkan bu gösterilere şahittir.

Şu anda yalanda uzmanlaşmış olan bu araçlar bir taraftan işgalci kuvvetlerin öldürdüğü kimselerin sayılarını hafifletmek yada azaltmak için çaba harcarlarken diğer taraftan ölü sayılarını mücahitlerin sırtına yüklemektedirler. Böylece katliamı yapanlar kalplerinde zerre kadar merhamet bulunmayan, Müslüman ve beşeriyet düşmanları olduğu halde mallarını korumak için savaşmalarına rağmen bu mücahitler hakkında karanlık bir manzara çizmektedirler.

 

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Filistin Otoritesi İnsanların İbadetlerini İfsat Etmekte, Mescit Hatiplerinin Siyasi Tutumlarına Şantaj Yapmakta ve Rızıkları Noktasında Onları Tehdit Etmektedir

Filistin otoritesi gün geçtikçe daha da küstahlaşmakta, keyfi tutuklamalar ve maişetlerin kesilmesi tehdidinde bulunarak insanlara zorbalık yapmakta, otoritenin safsataları ve cürüm politikalarını propagandasında ve Batının kucağına atlayıp Yahudi devletinin çıkarlarına hizmet eden otoritenin simgelerini popüler etmede kullanılması karşılığında minberlerin hak sözü haykıranlara yasaklanması amacıyla ağızları kapatma politikasını yerleştirmekte ısrar etmektedir.

Otorite, uydu kanallarında kendisinin borazanlığını yapan kimse kalmayıp Filistin meselesini tasfiye projeleri bataklığındaki her gün yankılı çöküşünü haklı çıkaran deliller noktasında iflas edince Resulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in minberlerine el atmaya ve onları batıl otoriter beyanatların verildiği basın konferansları haline çevirmeye yönelmiştir.

Hizb-ut Tahrir olarak bizler, dini kisve altında batılı yaymak isteyen ve Cuma salatını otoriteye uygun bir hale çeviren kimselerin karşısında hakkı haykırmanın elzem olduğunu düşünüyoruz. Bunun içindir ki insanlara aşağıdaki hususları açıklarız:

1- Vakıflar Bakanlığı aylardan beri otoritenin programlarına ve planlarına hizmet ederek, genel işler, insan hayatı ve maslahatlarıyla alakalı içerikten yoksun Cuma hutbesi konularını mescit hatiplerine empoze ve dikte etmeye çalışmaktadır. Cuma salatını bir takım dinsel merasimlere ve vaazlara döndürmeyi istemektedir. Böylece dini hayattan ayırma ilkesi, devletin de kendisinden olduğu bir din olması vasfıyla İslam'ı bir ideoloji olarak görmek istemeyen ve utanmadan laikliklerini dışa vuran simgelere sahip otoritenin fikri bir kaidesi olarak somutlaşacaktır.

2- Otoritenin mescit karşıtı politikaları giderek tırmanmış olup mescit inşası için Vakıflar Bakanlığı ile yerel yönetimin onayını gerektiren yeni bir kanun dayatmak yoluyla mescitleri kontrol altına almak için dahası hayırsever Müslüman evlatlarının yeni mescit inşa etmeye yönelik her türlü girişimlerini engellemek için bir kampanya yürütmekte, işgalci Yahudi'nin politikasını bile sollayarak mescitlere karşı küstah savaşında "küçük mescit" olarak gördüğü yerleri kapatmaya çalışmaktadır.

3- Kamu hizmetlerinde çalışan personellere karşı mücadelede, siyasi eğilimleri nedeniyle görevlerinden almada, rızıkları ve evlatlarının geçimleri noktasında onlara şantaj yapmada aynı çizgisini devam ettirmek amacıyla otorite, hak söz söylemelerini engelleyerek onları otoritenin birer resmi borazanı yapmak ve siyasi olarak şantaj yapmak için hatiplere meydan okumaktadır.

4- Filistin meselesi hakkında komplo kuran, Yahudi işgaline karşı silah kullanılmasına inanmamakla övünen ve işgale karşı yeni bir intifadaya asla izin vermeyecek olan kendi başkanını savunma çabası içerisinde Vakıflar Bakanlığının, "size bir fasık haber getirirse" adı altında dayattığı son Cuma hutbesi bir skandal olup kokusu burunların deliklerini sızlatmıştır. Zira otorite, bu hutbeyi tüm hatiplere dağıtmış ve vakıf yetkilileri de hatiplerle bir araya gelerek onlara şantaj yapmışlar, hutbeyi okumaya zorlamışlar ve onlardan karşı çıkanları rızıklarını kesmekle tehdit etmişlerdir. Hatta iş, Vakıflar Bakanının toplantı esnasında hatiplere, "kim otoritenin bir lokma yemeğini yerse onun kılıcını sallaması gerekir" diyerek otoritenin ve başkanının savunucuları olmalarını talep etmesine kadar ulaşmıştır.

5- Otorite, yaptıklarının iğrençliğini ve insanların inançları ile dinleriyle çatışmakta olduğunun farkında olmasından ötürü güvenlik güçlerini birçok mescidin çevresine seferber etmekte, musallileri korkutmak için onları sopalarla donatmakta, otoritenin yazdığı rezil ve utanç verici görüntünün yanı sıra birçok mescitte sıkı güvenlik görüntüsü altında konuşmalar yapılması için düzenlemeler yapmaktadır.

6- Buna rağmen otoritenin, boyun eğsinler diye insanları ehlileştirme girişimlerinin başarısız olmasının yanı sıra batıl barış sürecini ilerletmek amacıyla işgalcinin güvenliğini garantilemek isteyen Amerikan generalinin gözettiği güvenlik güçleri sayesinde insanlar üzerinde otorite sağlamakta da başarısız olmuştur. Nitekim otoritenin geçen Cuma'daki çirkin eylemleri ve insanlara yönelik şantajları, mescitlerin çoğunda gerginlik halinin oluşmasına yol açmıştır. İnsanların ibadetlerini ifsat etmiş ve bu da birçok musallinin mescitlerden çıkmasına yol açmış ve insanlar ısrarla kirli görevleri kabul eden bazı vakıf hatiplerinin kovulmasını ve bir daha bu mescitlere dönmemelerini talep etmişlerdir.

7- Mescitlerin ve Cuma hutbelerinin siyasallaşmasını istemediğini iddia eden otorite, gerçekte bu mescitleri iktidar partisinin tekelinde olan basın minberlerine dönüştürmeye çalışmakta ve buna paralel olarak da güvenlik güçleri, Hizb-ut Tahrir şebabı ile diğer muhlislerden hakkı haykırarak öğreten veya hutbe veren kimseleri tutuklamakta ve takip etmektedir. Zira son olarak Cuma hutbesi ve mescitlerdeki derslerin akabinde, Araba, Cenin, Beyt Lahem ve Kalkilya'da bazı Hizb-ut Tahrir şebabını tutuklamıştır.

8- Sahih şeri doğrultudaki ibadetiyle Allah Subhanehu'yu razı etmek isteyen muhlis hatipler ile musalliler; Allah'ı öfkelendiren otoriteden asla razı olmayacaklar ve Resulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in minberinin, iktidar partisinin medya platformuna ve sömürgeci kafirlerin çizdiği programlara dönüştürülmesini asla kabul etmeyeceklerdir. Saltanat alimlerine ve hatiplerine gelince; insanlar onları bir çekirdek gibi çitleyip atacaklar ve dünyada zillet ahirette ise rezillik ve hüsrandan başka bir şeye nail olamayacaklardır.

9- Bizler Müslümanları; hakkı haykırmaya devam etmeye, mescitlere, Cuma salatı ve hutbelerine karşı ilan edilmiş bu açık savaşın karşısında durmaya ve Allah'ın mescitlerinde otoritenin programlarına geçit vermemeye davet ediyoruz.

وَأَنَّ الْمَسَاجِدَ لِلَّهِ فَلَا تَدْعُوا مَعَ اللَّهِ أَحَدًا "Mescitler şüphesiz Allah'ındır. O halde, Allah ile birlikte kimseye yalvarmayın (kulluk etmeyin)." [Cin 18]

 

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER