Çarşamba, 01 Rebiu’l Evvel 1446 | 2024/09/04
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

Amerika Bangladeş'i Hedef Almaktadır Ey Müslümanlar! O Halde Amerikan Haçlı Seferini Önlemek için Hizb-ut Tahrir'in Yanında Yer Alınız

  • Kategori Bangladeş
  •   |  

Bangladeş'teki Amerikan Büyükelçiliği, 05.11.2009'da bir basın açıklaması yaparak kasım ayında Chittagong bölgesinde Amerikan Deniz Kuvvetleri'nin Bangladeş Kuvvetleriyle birlikte "Pars Köpek Balığı" adı altında ortak askeri tatbikatlar yapılacağını ilan etti. Basın açıklamasında, tatbikatların Bangladeş Deniz Kuvvetleri Birliği ile Amerikan Deniz Kuvvetleri arasında olup terörle mücadele, deniz korsanları ve çeşitli deniz tehditlerine yönelik alanlarda olacağı belirtilmiştir. Buna ek olarak Büyükelçilik, 2 kasımda yaptığı diğer bir basın açıklamasında, Korgeneral Benjamin Mixson, Pasifik bölgesindeki Amerikan ordusunun genel komutanı Amiral John Bird, Yedinci Amerikan Deniz Donanmasının komutanı, Amerikan Marina Corps'da Tümgeneral Randolph Ellis, Atlantik Okyanusu'nda Amerikan liderliğindeki Stratejik Planlama ve Politika Müdüründen her birinin ayrı ayrı iki ülke arasındaki ortak güvenlik bağlarını güçlendirmek için Dakka'yı ziyaret edecekleri, Bangladeş ordu ve deniz kuvvetleri komutanları ile Bangladeş hükümeti içerisindeki siyasi liderler ile bir araya gelerek istikrarı pekiştirmek amacıyla güvenlik güçlerinin bölgenin karşı karşıya kaldığı zorluklara karşı koymada ne kadar hazır olup olmadıkları üzerinde durulacağı belirtilmiştir.

Tatbikat operasyonlarına "Pars Köpek Balığı" ismi verilmesi ustaca yapılmıştır. Zira bu isim, Amerikan kuvvetlerinin bulunduğu muhtelif ülkelerde gerçekleştirdiği operasyonların tabiatına uygun düşmekte olup bunlara "Takip Avcılığı" ve "Yırtıcı Avcılık" gibi isimleri kullanması alışkanlığıyla da örtüşmektedir. Güvenlik işbirliği olarak adlandırılan bu tatbikatlar, İslam'ın kalkınmasını önlemek ve bölgeye ilişkin stratejik planlarını uygulamak için Müslümanları kendi egemenliği altında bırakmak amacıyla Amerika'nın kurduğu habis tuzaktan başka bir şey değildir. Bunun yanı sıra bölgesel ve küresel şartları inceleyen bir kimse Amerika'nın, Çin'in büyüyen gücünden endişelendiği ve gelecekte Çin ile Hindistan arasındaki stratejik işbirliğinden korktuğunu mülahaza eder. Bu nedenle Amerika, Çin ile Hindistan'ı birbirine bağlayan Bangladeş'in stratejik konumuna büyük bir ilgiyle bakmakta ve bölgedeki projelerini uygulama açısından önemli bir konumda görmektedir. Bundan dolayı Amerika, hem Bangladeş'teki Müslümanları bastırmak ve onları boyun eğdirmek hem de Çin ölçeğinde sömürgecilik çıkarlarını garantilemek ve Hindistan'ı yakından kontrol etmek için Bangladeş'teki varlığını güçlendirmek istemektedir.

Tüm bunların da ötesinde, İslam'ın fecrinin ikinci bir defa doğmasını önlemek amacıyla haçlı seferine yönelik hedeflerini gerçekleştirmek için bu bölge de dahil dünyanın dört bir tarafında süregelen Amerika'nın kararlılığına ve çabasına şahit olmaktayız. Bu nedenle Amerika'nın bölgedeki varlığını güçlendirmesinin arkasındaki asıl sebep Pakistan veya Bangladeş veya Endonezya'da Hilafet Devleti'nin ikame edilmesini önlemektir. Zira Amerika, Hizb-ut Tahrir'in davet ettiği Hilafet fikrine yönelik bölgede büyüyen kamuoyu desteğini gözlemlemesinin yanı sıra geçmişe oranla Hizb'in hedefini gerçekleştirmesine daha da yakınlaştıran insanların Hizb-ut Tahrir'e verdiği güçlü desteğe de şahit olmaktadır. Amerika, Hilafet Devleti'nin ikame edilmesinin kendi sonunun başlangıcı -yani Müslümanlara karşı sürdürdüğü haçlı seferlerinin ve dünya üzerindeki egemenliğinin sonu- olacağının farkındadır.

وَقَدْ مَكَرُواْ مَكْرَهُمْ وَعِندَ اللّهِ مَكْرُهُمْ وَإِن كَانَ مَكْرُهُمْ لِتَزُولَ مِنْهُ الْجِبَالُ " Gerçekten onlar, tuzaklarım kurdular; Allah katında da onlara tuzak var; isterse onların tuzakları dağları yerinden oynatacak olsun!" [İbrahim 46]

Amerika, hedefini gerçekleştirmek için Bangladeş ordusuna, donanmasına ve hava kuvvetlerine tahakküm etmeye gerçekten önem vermekte ve buna ulaşmak için de kurnazlık yapmak ve barbarlığının gerçek yüzünü göstermemek için üsluplarının arkasına gizlenme yöntemini takip etmektedir. Dolayısıyla o, bıkmadan ve usanmadan adım adım ilerlemektedir. Zira Amerikan Askeri Kuvvetleri, 01.11.2008'de Muiniddin tarafından desteklenen Fahrettin'in olağanüstü hal hükümeti döneminde teröristlerin yollarını takip etmek gibi yalan bir gerekçe adı altında Bangladeş'in civar devletlerle olan sınırlarını ihlal etmiştir. Bunun ardından kasırgaların bölgeyi silip süpürmesi sırasında insani yardımlar gerekçesi altında Deniz Kuvvetleri'ni Bengal Körfezi'ne göndermiş ancak Hizb-ut Tahrir'in bölgedeki kötü niyetlerini ifşa etmesinin ve insanları ona karşı galeyana getirmesinin ardından körfezde kalmayı başaramamıştır. Ardından Amerika, İngiltere ve Hindistan ile bir anlaşma yaparak 2008 Aralık'ta yapılan seçimler yoluyla Şeyha Hasina'nın otoriteye geri dönmesine muvafakat etmiştir. Zira Bangladeş Halk Partisi'nin içerisindeki müttefiklerine hiçbir itirazda bulunmaksızın anlaşmayı kabul etmelerini emretmiştir. Hükümetin, sınır muhafızları katliamı hususunda Hindistan ile yaptığı gizli anlaşmanın ardından Amerika, yönetime ulaşmak ve Bangladeş hükümetine mutlak olarak tahakküm etmek için ordu safları arasında kendine ait bir taban oluşturmak amacıyla hızlı bir şekilde harekete geçmiş ve Amerikan çıkarlarına yönelik ordudan kaynaklanan herhangi bir reaksiyondan etkilenmemek için ordunun pasif olarak subaylarının katledilmesini izlemesini sağlamaya çalışmıştır. Son olarak Amerika, bölgedeki planlarını uygulamada kullanmak amacıyla Bangladeş hükümetine kendisi için bir hava üssü inşa etmesini emretmiştir. Bunun yanı sıra Amerika, Bangel Körfezi'nde bir deniz üssü inşa etmek için de hırs göstermektedir.

Ey Müslümanlar!

Bu ortak tatbikatların bir son değil bilakis bir ilk olduğunu iyi bilmelisiniz. Çünkü Amerikan kuvvetleri her nereye yerleşmişse hemen harp ateşini tutuşturmaktadır. Zira Amerika, 11 Eylül olaylarının akabinde başlattığı haçlı seferlerinden sonra İslami beldeleri tek tek tahrip etmeyi kendine bir borç bilmiştir. Nitekim Afganistan'a savaş açmış ve terörizmle savaş gerekçesi altında burasını işgal ederek harap etmiştir. Ardından kitle imha silahlarının yok edilmesi gerekçesi altında askeri mekanizmasını Irak'a nakletmesine rağmen beşer hayatını, onların evlerini, okullarını ve hastanelerini yıkmaktan başka bir şey yapmamaktadır ki hala Amerika'nın, Taliban kuvvetlerini suçlayarak yaptığı patlama operasyonları sırasında Pakistan'ı nasıl harap ettiğine şahit olmaktayız. Gerçekte ise bu yapılan operasyonları, Amerikan Güvenlik Güçleri ile Blackwater gibi bunlara bağlı özel katliam şirketleri gerçekleştirmektedirler. Aynı zamanda Svat, Veziristan ve diğer yerlerde Müslüman kardeşleriyle savaşması hususunda Müslümanların ordusunu istismar etmek için Zerdari ve Giylani gibi ajanlarını da harekete geçirmektedir. Şimdilerde ise Amerikan Kuvvetleri, ellerindeki yüzlerce ve binlerce Müslümanların kan lekesiyle Bangladeş kıyılarına inmiştir.

Bu tatbikatların, terörle mücadele, korsanları takip etme ve deniz tehditlerine yönelik olduğu iddialarına gelince; iğrenç bir Amerikan şakasından başka bir şey değildir! Zira genelde dünyada özelde ise İslami alemde Amerika'nın çalışmalarını ve politikalarını takip eden herkes bilmektedir ki dünyadaki terörizmin kaynağı bizzat Amerika'nın kendisi olduğu gibi Avrupalı ve Rus hasımlarını tehdit etmek için Kızıldeniz ve Umman Denizi'ndeki korsanları destekleyen ve istismar eden de bizzat Amerika'nın kendisidir.

Ey Müslümanlar!

Amerika'nın, her an İslami ümmetin maslahatlarına karşı çalışan düşman bir devlet olduğunu bilmelisiniz. Zira Amerika, ister Irak ister Afganistan isterse Pakistan'da olsun Müslümanların düşmanıdır. Dolayısıyla Amerika, ister bir siyasi bir partinin içinde olun veya olmayın isterse de Hizb-ut Tahrir'in veya Avami Birlik Partisi'nin veya Bangladeş Halk Partisi'nin üyeleri olun Müslümanlar olarak sizlere karşı komplolar kurmaktan bir an bile geri durmayacaktır. Allah [Subhanehu Te'alâ] şöyle buyurmuştur:

مَّا يَوَدُّ الَّذِينَ كَفَرُواْ مِنْ أَهْلِ الْكِتَابِ وَلاَ الْمُشْرِكِينَ أَن يُنَزَّلَ عَلَيْكُم مِّنْ خَيْرٍ مِّن رَّبِّكُمْ وَاللّهُ يَخْتَصُّ بِرَحْمَتِهِ مَن يَشَاءُ وَاللّهُ ذُو الْفَضْلِ الْعَظِيمِ "(Ey müminler!) Ne Ehl-i Kitaptan olan kâfirler ne de müşrikler Rabbinizden size bir hayır indirilmesini isterler. Halbuki Allah rahmetini dilediği kimseye verir. Allah büyük lütuf sahibidir." [Bakara 105]

O halde düşmanınız Amerika ile onun kölesi olan Hükümete karşı seslerinizi alabildiğince yükseltin ey Müslümanlar! Şayet bunu yapmazsanız sizin bu sessizliğiniz planlarını uygulamak için Amerika'ya güç verecektir. Dolayısıyla kesin bir şekilde Amerika'ya haddi bildirilmezse iradesini sizlere empoze etme ve büyük bir zarar verme konumuna gelecektir. Allah [Subhanu ve Te'alâ] şöyle buyurmuştur:

إِن يَثْقَفُوكُمْ يَكُونُوا لَكُمْ أَعْدَاء وَيَبْسُطُوا إِلَيْكُمْ أَيْدِيَهُمْ وَأَلْسِنَتَهُم بِالسُّوءِ وَوَدُّوا لَوْ تَكْفُرُونَ "Şayet onlar sizi ele geçirirlerse, size düşman kesilecekler, size ellerini ve dillerini kötülükle uzatacaklardır. Zaten inkâr edivermenizi istemektedirler." [Mumtehine 2]

Ey Aydınlar, Alimler, Siyasiler ve Kuvvet Ehlinden Olan Muhlisler!

Sizlere düşen askeri ve siyasi olmak üzere sömürgeci güçlerle yapılan her türlü işbirliğini reddetmeniz ve Pakistan, Afganistan ve Irak'ta yaptığı gibi ayaklarını Bangladeş'te sağlamlaştırıp iş işten geçmeden önce Amerika'ya karşı koymanızdır. O halde Hizb-ut Tahrir'in yanında yer alınız ve Allah'ın kitabı ile nebisinin sünneti ile hükmedecek, Amerika, İngiltere ve Hindistan'a şeytanın vesveselerini unutturacak güçlü bir askeri güç inşa edip onların İslami ümmet üzerindeki egemenliğini yok edecek olan Hilafet Devleti'ni ikame etmesi için ona nusret veriniz.

Allah [Subhanehu ve Te'alâ], kendisiyle cennete nail olasınız diye İslami Raşidi Hilafet Devleti'ni ikame etmek için sizlere ikinci bir altın fırsat bahşetmiştir. Nitekim birinci altın fırsat, Ensarın, kendisinden sonra İslami Devlet'in ikame edildiği Akabe biatinde Resulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'e verdiği nusret esnasında olmuştur. Siret kitaplarında geçtiği üzere Ensar, Nebi [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'e "Şayet bunu yaptıklarında kendileri için ne var?" diye sorduklarında onlara: "Cennet var" cevabını verince Ensardan, "Uzat elini sana biat edeceğiz" demeyen hiçbir kimse kalmadı ve ona biat ettiler. Bugün sizlerden Ensarın yaptığını yapacak ve Ensarın efendisi Sa'd Bin Muaz [Radıyallahu Anhu] gibi erlerin adımları üzere yürüyecek olan kim vardır? Sa'd Bin Muaz ki Resulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem] onun vefat ettiğini işitince yas tutan annesine gelerek ona şöyle demiştir:

فلتجففي دمعك فإنّ ابنك أول من ابتسم الله له واهتز له عرش الرحمن "Gözyaşlarını sil. Muhakkak ki senin oğlun Allah'ın kendisine tebessüm ettiği ilk kişidir ve onun için Rahman'ın arşı titremiştir."

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ اسْتَجِيبُواْ لِلّهِ وَلِلرَّسُولِ إِذَا دَعَاكُم لِمَا يُحْيِيكُمْ "Ey iman edenler! Allah ve Resulü sizleri size hayat veren şeye davet ettiğinde ona icabet ediniz."[el-Enfal 24]

 

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Meydan Okuyan Bu Mücrim Yahudiye Karşı Koyacak Bir Adam Yok mu?

Medya organları, gelecekte ordunun girmek zorunda kalacağı bir savaşın Gazze Şeridi'nde olacağı inancını ifade eden ve Yahudi ordusunun saldırılarının daha yoğun yerleşim bölgelerine uzanarak savaşın köylere, şehirlere, mescitlere, hastanelere, anaokullarına ve okullara yayılacağı tehdidinde bulunan Yahudi Ordusu Genelkurmay Başkanı'ndan sadır olan tehdit ve gözdağı haberini aktardılar. Bizler Hizb-ut Tahrir olarak bu açıklamalar bağlamında deriz ki:

Yahudi varlığı komutanının bu denli bir taşkınlığı ve kibri, bu mücrim varlıkla müzakere etmek için birbirleriyle yarışan ve sözde barış serapları peşinde soluk soluğa kalan yöneticilerin ve yönetici kılıklı kimselerin suratına atılmış yeni bir tokattır. Bu durum, Mısır rejimi tarafından sıcak bir şekilde karşılanıp Dar-ul Kenane'nin merkezinden Gazze Şeridi'ni ve halkını vurmakla tehdit ettiği eski Yahudi Dışişleri Bakanı Tzipi Levni'nin takip ettiği aynı çizginin devamıdır. Ki o zaman Mısır Dışişleri Bakanı onu dizginleyememiş ve daha sonra Gazze'nin sıkboğaz edilmesini meşrulaştıran bir tavır takınmıştır. Nitekim Levni'nin açıklamaları Gazze Şeridi'ne yönelik son savaşta vahşi eylemlere ve saldırılara dönüşmüştür.

Yeni Yahudi Genelkurmay Başkanı'nın açıklamalarına yöneticiler ve yönetici kılıklı kimselerden cevap verecek kimse çıkmamıştır. Eğer Müslümanların orduları bu mücrim Yahudilere gerçek bir karşılık vermiş olsaydı tehdit etmeye ve gözdağı vermeye cesaret edemezlerdi. Çünkü akıbetinden emin olan bir kimse hakaret edebilir.

Savaş suçlusu bu Yahudinin bir gurup Yahudi subayının mezuniyet törenindeki bu sözleri, Gazze halkına yönelik bu komplonun Yahudilerin askeri planlama ve eğitim enstitülerinde işlendiğini göstermektedir ki bu da Yahudilerin Gazze halkına karşı tekrar daha fazla cürüm işlemeye ancak daha vahşi ve iğrenç bir şekilde işlemeye niyetli olduklarının bir göstergesidir.

Yahudilerin küstahlığına ve cürümlerine karşılık vermek onlarla anlaşmalar yapmak, Güvenlik Konseyi'nin müdahale etmesini istemek, dayanışmaya davet eden protesto ve yürüyüşler düzenleyip sonra da Allah savaşta müminlere yeter diyerek dağılmakla olmaz. Filistin halkına yardım etmek savaşmaksızın dua etmek ve onlara yardımlar gönderip sonra da katletsinler ve kanlarını akıtsınlar diye Yahudi ordusuna terk etmekle olmaz. Bilakis Gazze halkına ve tüm Müslümanlara yardım etmek ancak kana kanla, orduya ve tuzak kuran isyancılara orduyla karşılık verecek bir güçle olur.

Bu mücrime verilecek cevap bu mücrimlerden intikam aldıktan sonra livasını sadece Mescid-il Aksa'ya dikecek bir orduyu harekete geçirmekle olur. Filistin halkının lisan-ı hali ve lisan-ı kavli şöyle nida etmektedir: Müslümanların askerleri ve subayları içinde hiç damarlarındaki kanları kaynayan ve Müslümanların beldelerindeki mazarrat yöneticileri alaşağı edip bu misyonu gerçekleştirmek için orduları harekete geçirecek bir Halifeyi nasbetmedikçe sakinleşmeyecek birisi yok mu? Yoksa Filistin halkını zillete gark olmaya ve ciğerlerini ve etlerini beyaz fosforların defalarca yakmasına mı terk edeceksiniz?!

Mısır ordusu içinde Halid'in ve Amr İbn-ul As'ın siretini tekerrür ettirecek hiç aklı başında bir adam yok mu? Şam ordusu içinde Salahaddin'in siretini tekerrür ettirecek hiç aklı başında bir adam yok mu? Türkiye ordusu içinde Kotuz'un ve Baybars'ın siretini tekerrür ettirecek hiç aklı başında bir adam yok mu? Pakistan ordusu içinde Ukbe İbn-u Nafi ve Musa İbn-u Nasir'in siretini tekerrür ettirecek hiç aklı başında bir adam yok mu?

Yahudi Genelkurmay Başkanı, sizleri uyararak şöyle demiştir: Çocuk, kadın ve yaşlı ayrımı yapmaksızın sizleri topyekun öldürmeye kararlıyım. O halde Allah'ın sizlere, "Ya ona karşı siz ne yaptınız" ey Müslümanların ordusu diye sormasından korkmaz mısınız?

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ مَا لَكُمْ إِذَا قِيلَ لَكُمُ انفِرُواْ فِي سَبِيلِ اللّهِ اثَّاقَلْتُمْ إِلَى الأَرْضِ "Ey îmân edenler! Size ne oldu da "Allah yolunda savaşa çıkın!" denildiğinde yere çakılıp kalıyorsunuz?" [et-Tevbe 38]

 

Devamını oku...

Veziristan'daki Savaş Haramdır ve Durdurulması Vaciptir

  • Kategori Amerika
  •   |  

9 ekimde Paşaver'de meydana gelen saldırı, aynı ayın dokuzunda Ravalpindi'deki ordu karargahına yapılan saldırı, aynı ayın on ikisinde Pakistan ordusuna bağlı birliğe yönelik saldırı ve yirmi sekizinde Paşaver'deki kalabalık bir pazara yönelik saldırı gibi Pakistan, son zamanlarda yüzlerce sivilin ve askerin ölmesine yol açan pek çok menfur saldırılara sahne oldu. Bu saldırılar, Pakistan Devlet Başkanı Asıf Zerdari'nin Pakistan ordusunun Veziristan'da askeri bir operasyon düzenlenmesinin zorunluluğuna ilişkin açıklamalarından önce meydana gelmiştir. Nitekim Zerdari, 09 Mayıs 2009'da Amerika'dan dönüşü sırasında Veziristan'a yönelik saldırı yapılacağını ilan etmiş ve temel gıda ürünleri kesilerek Veziristan'daki Müslümanlar kuşatma altına alınmaya başlanmıştır. Veziristan'a saldırı yapma hususunda Zerdari'ye cesaret veren şey Müslümanların kıllarını kıpırdatmaksızın binlerce kişinin katledildiği ve milyonlarca kişinin mülteciye dönüştüğü Svat'a yönelik saldırısındaki başarısıdır.

Artık Blackwater veya benzeri kiralık şirketler gibi kimin yaptığı bir yana bu katliam ve patlama eylemlerinden Zerdari rejiminin sorumlu olduğu açık bir hal almıştır. Mesela hükümet, Revalpindi'deki ordu karargahında meydana gelen patlamadan 2009 Temmuz ayından beri haberdar olmasına rağmen hiçbir şey yapmamıştır. Dahası Pakistan'da güvensizliğin olduğunu söylemek için bu tür patlamaları nasıl gerçekleştireceği hususunda düşünceye dalmış ve insanların endişe ve korku içerisinde yaşamasını sağlamıştır. Dolayısıyla hükümet, böylesi bir savaşı yapmada insanların desteğini elde etmiştir.

Garip ve tuhaf olan şudur ki bu savaşta Müslümanların bir seçeneği olmayıp kendilerine zorla dayatılmış olmasıdır. Zira yolsuzluğu ve açgözlülüğü yüzünden "Sayın %10" namıyla bilinen Zerdari, emirlerini Amerika'dan almakta ve onun Pakistan'daki çıkarlarını gerçekleştirmektedir. Erkeğiyle, çocuğuyla, kadınıyla ve yaşlısıyla bedelini Müslümanlar ödemesine ve bölgenin terörist denilen unsurlardan temizlenmesi gerekçesi altında milyonlarca Müslüman yurtlarından edilmesine rağmen terörle mücadele altında savaşların fitili tutuşturulmaktadır. Zira Zerdari, Amerika ile Batının yerine savaşmakta ve Müslümanları birbirleriyle savaşmaya sevk etmektedir ki boğucu ekonomik bir krizin sıkıntısını çeken bu devletlere ağır yükleri olan savaşın yükünü hafifletmektedir. Böylelikle de onları içerisinde bulundukları bataklıktan kurtarmaktadır. Değilse Allah [Azze ve Celle] şöyle buyurduğu halde bir Müslümanın, Müslüman kardeşini öldürmeyi nasıl kabul edebilir:

وَمَنْ يَقْتُلْ مُؤْمِنًا مُتَعَمِّدًا فَجَزَاؤُهُ جَهَنَّمُ خَالِدًا فِيهَا وَغَضِبَ اللَّهُ عَلَيْهِ وَلَعَنَهُ وَأَعَدَّ لَهُ عَذَابًا عَظِيمًا "Her kim bir mümini kasten öldürürse, onun cezası içerisinde ebediyen kalacağı Cehennem'dir. Allah ona gazap etmiş, onu lanetlemiş ve onun için büyük bir azap hazırlamıştır." [en-Nîsa 93] Zerdari ve zebanileri, Resul [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in şu kavlini hiç işitmediler mi?

كل المسلم على المسلم حرام دمه وماله وعرضه "Her bir Müslümanın kanı, malı ve ırzı Müslümana haramdır!"

Yoksa bu yöneticilerin nazarında Müslümanların temin ettikleri mal ve hizmetler dışında hiçbir kıymeti yok mu? Müslümanların birbirleriyle savaşması haramdır. Bir de bu savaş, kafirlerin çıkarı için olduğunda nice olur?! Artık Veziristan savaşı, kanların akıtılması, malların heder edilmesi ve açık alana sürgün edilmesi gibi tüm kutsiyetleri yok etmiştir! Şüphesiz bu, Müslümanlarla hiçbir ilişkisi olmayan bir savaş olup sadece onun yakıtı olmuşlar ve büyük ihtimalle sonunda hüsran vardır.

Ey Müslümanlar!

Batının planlarına göre hareket eden bu yöneticilerin bekası daima Müslümanların katledilmesine ve yurtlarından edilmelerine yol açacaktır. Oysa Resul [SallAllahu Aleyhi ve Sellem] şöyle buyurmuştur:

المسلم أخو المسلم لا يظلمه ولا يخذله ولا يحقره "Müslüman Müslümanın kardeşidir ona zulmetmez, onu yüz üstü bırakmaz ve onu hakir görmez." [Muslim rivayet etti]

O halde kimileri her ne gerekçe gösterirse göstersin tüm Müslümanlara düşen Veziristan'daki bu savaşı durdurmak için ciddiyetle çalışmak, yurtlarından edilenleri evlerine döndürmek, Müslümanların katledilmesini, açık alana ve çetin kış içerisine sürüklenmelerini durdurmak için Pakistan yöneticilerine engel olmaktır.

Bir kimsenin Müslümanların göğsüne saplanan bu yöneticilerden hayır ve medet beklemesi bir mazeret sayılmaz. Zira Müşerref gibi bir "diktatör" ile Zerdari gibi bir "demokrat" arasında hiçbir fark yoktur. Bunların hepsi de Amerika'nın yörüngesi ile planlarına göre hareket ediyorlar ve Müslümanlara komplolar kuruyorlar. Artık tüm Müslümanların Hilafet Devleti'ni kurarak İslami hayatı yeniden başlatmak için çalışmaya ne kadar muhtaç oldukları aşikar olmuştur. Böylece kendilerini kitap ve sünnetle yönetecek içlerinden bir Halife'ye biat etsinler ki onların şereflerini korusun, ırzlarını ve mallarını müdafaa etsin ve onları hakkaniyetle gözetsin. Zira Resul [SallAllahu Aleyhi ve Sellem] şöyle buyurmaktadır:

إنما الإمام جُنَّـة يُقاتل من ورائه ويُتَّـقى به "İmam [Halife] ancak bir kalkandır, onun arkasında savaşılır ve onunla korunulur."

 

Devamını oku...

Hizb-ut Tahrir Endonezya'dan El Aksa'ya destek yürüyüşü  

  • Kategori Endonezya
  •   |  

Hizb-ut Tahrir / Endonezya Pazar günü (8 Kasım 2009) "Siyonist sömürgeci İsrail ve onun müttefiklerinden kurtarılmış özgür Filistin El-Aksa" eylemi düzenledi. Eyleme 10.000 kişi katıldı. Hareket Statue of Horse'dan (Jl. Merdeka Selatan) başladı, ABD Büyükelçiliği önünde son buldu.

 

 

Video şu adresten download edilebilir:
http://hizbut-tahrir.or.id/2009/11/10/video-aksi-damai-“bebaskan-al-aqsha-palestina-dari-penjajah-zionis-israel”/

Devamını oku...

Veziristan'daki Savaş Fitnesi, Amerika Tarafından Türetilmiştir Amerikan Varlığını ve Ajanlarını Söküp Atınız ve Hilafet Devleti'ni Kurunuz Gerçek Kurtuluş Yolu Budur Ey Pakistan'daki Müslümanlar!

  • Kategori Pakistan
  •   |  

        Bizler, elli küsur yıldır muhtelif İslami beldelerde ve on küsur yıldır Pakistan'da çalışan Hizb-ut Tahrir şebabı olarak bu beyan yoluyla azimlerinizi biliyor ve artık kaçınılmaz olan büyük bir değişimin kapısı önünde olduğunuzu teyit ediyoruz. Zira bunu, Pakistan'daki Amerikan varlığına son verilmesinin talep edildiği yüz binlerce neşriyatı sizlere dağıttığımız, aranızdan on binlercesine hitap ettiğimiz, binlerce afiş ve pankartlar açtığımız geçen seneler boyunca ve Amerika'nın istihbarat ve askeri varlığına son verilmesini, sözde Amerikan sefareti ve konsolosluğu olan Amerikan askeri üslerinin kapatılmasını talep eden ve Devlet Başkanı Zerdari'ye gönderilmek üzere hazırlanan "Kırmızı Mesaj" adındaki dilekçeyi bütün kararlılığınızla imzalamanız yoluyla bu 2009 yılında hissettik. Keza Hizb-ut Tahrir'in faaliyetlerine ve sizlerden milyonlarcasına ulaşan ve bu sırada bu daveti sizlere taşıyan yüzlerce şebabının tutuklandığı Hilafet Devleti'nin kurulması için şerefli davetine yönelik medya sansürlemesi karşısındaki tepkilerinizden de sizde bir değişim olduğunu hissettik.

Sizlerin çok hayırlı olduğunuz ve Amerikan varlığının tehlikesine karşı uyanık olduğunuz hususunda şüphemiz yoktur. Nitekim bu, hem İslamabad'daki dünyaca ünlü İslami Üniversitesi'nde meydana gelip onlarca kızımızın şehit olmasına yol açan ödlek patlamaya hem de bunun peşi sıra ailelerin alışveriş yaptığı kalabalık bir pazar yerinde Paşaver'de meydana gelip yüzlerce çocuğumuzun, kızımızın ve kardeşimizin şehit olmasına yol açan patlamaya yönelik tepkinizde açıkça görülmüştür. Zira bu kanlar, Amerika Dışişleri Bakanı Hillary Clinton'u karşılamak için akıtılmıştı. Müslümanlara yönelik bu vahşi operasyonları gerçekleştirenin Orta Amerika'dan Vietnam, Irak ve Afganistan'a kadar dünyanın muhtelif bölgelerindeki fitnenin ve kaosun sebebi olan Amerikan istihbarat birimleri içerisindeki kafirler olduğu sizlerce açık bir husustur... Şimdilerde ise bu şerir eylemlerini elleri kuruyasıca mevcut ajan yöneticilerin yardımıyla Pakistan'da yapmaktadır.

Kayda değerdir ki Hillary Clinton'ın sizlerin akıllarını ve kalplerini kazanmak için yaptığı Pakistan ziyareti tamamen başarısız olmuştur. Zira o, 28.10.2009'da Pakistan'a ulaşmasının üzerine düzenlediği basın toplantısında hedeflerini açıklayarak şöyle demiştir: "Buraya bazılarının bozduklarını düzeltmek için geldim ve bunu güçlü bir şekilde hissediyorum." Ancak o, Amerika'nın bozduklarını düzeltmek yerine yaptığı konuşma sırasında buna vurgu yapmıştır. Zira o, bilinçli bir şekilde konuşmakta olup cahil değildir. Çünkü Amerikan güvenlik elemanlarının İslamabad'da gelişmiş silahlarla dolaşmasının nedeni sorulunca bundan haberi yokmuş gibi bir görüntü sergiledi. Ardından bu durumunu fark edince siyasi dokunulmazlık için gerekli olan tedbirleri buna gerekçe olarak gösterdi. Kendisine Amerikan varlığının kanların akıtıldığı kaotik bir hal oluşturduğu ve çözümün Amerika'nın bölgeden tamamen çekilmesinde yattığı söylenince sizleri aldatmak için kullandıkları ajan yöneticileri ve birçok araçları olmasına rağmen uyanıklığınız karşısında küplere binerek uyanıklığınız nedeniyle sizleri azarlamak için ağır ifadeler kullanmaya başvurdu ve sizlerin "bağımsız" olduğunuzu söylediğinde şaşkın görünüyordu!

Amerika, kendi ordusu ve istihbarat birimleri ile yetinmeyerek dünyanın yedinci büyük ordusu olup yüz binlerce askerinin "ya zafer ya şahadet" mefhumu ile eğitildiği ordumuzu bulaştırmaya girişerek Veziristan'da dönen fitne savaşına onu da karıştırmıştır. Oysa ajan Hükümet, Amerika'nın maksatlarını gerçekleştirmek için operasyonlarına "kurtuluş ismini" vermiştir.

Amerika, haçlı sömürgeciliğini korumak için ordumuza tahakküm etmek amacıyla milyonlarca dolar tahsis etmiştir. Dolayısıyla Afganistan'a yönelik başarısız işgalini koruma yolunda kendi askerleri kurban olması yerine şu anda bizzat kendi ölülerini sayanlar bizzat Müslüman askerlerdir! Bunun yanı sıra Medine-tul Münevvera'da İslami Devlet'in kurulmasına nusret veren Ensarın torunları askerlerimiz aldatılmıştır. Zira hain yöneticileri alaşağı edip tahtlarının enkazı üzerine Hilafet Devleti'ni kurmak yerine şu anda onlar kırılgan Amerikan işgalinin himayesi için çalışmaktadırlar. Dolayısıyla geçmişte haçlılarla savaşarak onların kaburgalarını kıran ve onları korkutan bu askerler, şu anda İslam'a ve Müslümanlara yardım etmekten geri durmaktadırlar. Hatta Pakistan ordusu ile savaşan müşrik Hindu savaşçıların varlık sebebi bile daha önce Hindistan önündeki kapalı olan kapıları açan Afganistan, Belucistan ve kabileler bölgesindeki Amerikan varlığıdır. Dikkate değerdir ki hain yöneticiler, silahlı kuvvetleri saptırmak ve dikkatlerini bu "fitne" savaşının gerçek sebebi olan Amerikalılardan uzaklaştırmak için Hindistan'a ışık yaktılar. O kadar ki bizler, artık mezarını kendi elleriyle kazan bir kimse gibi olduk. Öyle değil mi ey Müslümanlar?!

Ey Pakistan'daki Müslümanlar!

Kesinlikle bilginiz olsun ki giderek büyüyen Amerikan varlığına son vermenin teki çözümü Hilafet Devleti'ni kurmaktır. Zira İslami ümmeti birleştirmeye ve Müslümanları düşman kafirin şerlerinden korumak amacıyla ümmetin imkanlarını kullanmaya muktedir olan sadece Hilafet'tir. Zira Tatarlıları, haçlıları, Romalıları ve Farsları hezimete uğratan Hilafet'tir. Hatta Hilafet zayıf döneminde bile H. 21 Safer 1210 el-muvafık M. 05 Haziran 1795 yılında imzalanan anlaşma gereği Amerika'yı vergi ödemeye mecbur bırakmıştır. Zira söz konusu anlaşma, Amerika'yı 642.000 dolar altın ve 12.000 lira Osmanlı altını ödemeye mecbur bırakmıştır ki bu anlaşma, Amerika tarihinde kendi dili dışında imzaladığı ilk anlaşmadır.

O halde sizlere sorarız: Fakir ve zayıf bir ülke olan Somali, ödlek silahlı Amerikan kuvvetlerini hezimete uğratabiliyor, teçhizatça ve donanımca dağılmış işgal altında olan Irak'taki Müslümanlar Amerika'nın ülkelerini eline geçirmesini engelleyebiliyorsa o halde nükleer silahı olan İslam dünyasındaki en güçlü orduya sahip olan Pakistan'ın özellikle de çöktüğü ve tüm dünyanın nefret ettiği bir zamanda Amerika'yı gitmeye mecbur etmesini engelleyen şey nedir? Şüphesiz Amerika, kapasitesinden ve gücünden daha büyük olan bir dünyaya yayılmış, silahlarla donanımlı olmalarına rağmen askerileri cesaretlerini yitirmiş, Avrupa ve Rusya onunla rekabet etmekte, görünen hiçbir çıkışı olmaksızın zayıflattıkça zayıflatan ekonomik bir krizle karşı karşıya kalmış, sendeleyen haçlı seferini kurtarmak için milyarlarca dolar harcamış ve daha fazla harcaması gereken bir durum içerisindedir! O halde Amerika'nın bu zayıf hali sizlere Rabb-il İzzenin şu kavlini hatırlatmıyor mu? إِنَّ الَّذِينَ كَفَرُوا يُنْفِقُونَ أَمْوَالَهُمْ لِيَصُدُّوا عَنْ سَبِيلِ اللَّهِ فَسَيُنْفِقُونَهَا ثُمَّ تَكُونُ عَلَيْهِمْ حَسْرَةً ثُمَّ يُغْلَبُونَ وَالَّذِينَ كَفَرُوا إِلَى جَهَنَّمَ يُحْشَرُونَ "Şüphesiz ki kâfirlik edenler mallarını (insanları) Allah yolundan alıkoymak için harcıyorlar, daha da harcayacaklardır. Sonra bu onlar için hasret (yürek acısı) olacak ve sonra (nihâyetinde) mağlup olacaklardır. Kâfirlikte ısrâr edenler ise Cehenneme toplanacaklardır." [el-Enfâl 36]

Ey Pakistan'daki Müslümanlar!

İnsanlığın lideri olmak için Müslümanların önünde elverişli küresel bir koşul ve uygun bir fırsat vardır. O halde Hilafet Devleti altında İslami yönetimi ikame eden ilk İslami ülke olma şerefine nail olup Pakistan'ın İslami ümmetin tamamının küresel süper bir devletin patasında birleşmesinin irtikaz noktası olmasını istemez misiniz? Sizler İslam'ı ve Müslümanları sevdiğiniz ve bu gaye uğrunda fedakarlığa hazır olduğunuz halde nasıl olur da bu şekilde olmazsınız. Zira bu topraklar, hicret etmek veya kafir düşmanla cihat etmek için İslam uğrunda kurban olan kimselerin kanlarıyla sulanmıştır. Sizler ki sevabını umarak sömürgeci kafir ve ajan yöneticileri yüzünden sizlere acı çektiren çeşitli sıkıntılara ve belalara sabredip Allah ve Resulü için dinde muhlis kimselerdiniz. Bilesiniz ki Hilafet Devleti, sadece İslam'ın ve Müslümanların zırhı değildir. Bilakis her Müslümanın kendisinden dolayı hesaba çekileceği bir farzdır. Zira Resulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem], boyunlarınızda bir halifeye biat halkasının olmasını emretmiş ve boynunu bir imama biatten yoksun bırakının ölümünü cahiliye ölümü olarak tanımlamıştır. مَنْ مَاتَ وَلَيْسَ فِي عُنُقِهِ بَيْعَةٌ مَاتَ مِيتَةً جَاهِلِيَّةً "Her kim boynunda biat olmadan ölürse cahiliye ölümü ile ölmüş olur."

O halde kolları sıvayarak Hilafet Devleti'ni kurmak için şerefli çalışmada gecenizi gündüzünüze katarak Hizb-ut Tahrir şebabının yanında yer alınız. İnsanları geçek değişim yönünde harekete geçirmek için Hizb-ut Tahrir ile birlikte tek saf olunuz. Hilafet'e davet etmediğiniz ne bir mescit ne bir üniversite ne bir çarşı bırakınız. İster tartışma, konuşma, ders, kısa mesaj, e-mail, radyo, telefon ister benzeri şekilde olsun Allah'ın sizlere bahşettiği gücü veya kuvveti esirgemeyiniz. Hilafet Daveti'nin yankısını bu ülkenin ve bu ümmetin dört bir tarafına yayınız. Silahlı kuvvetlerdeki evlatlarınızı, kardeşlerinizi, babalarınızı ve akrabalarınızı bölgedeki Amerikalıların mezarını kazımaya ve ümmete acı çektiren zillet ile hezimete son verecek Hilafet Devleti'ni kurması için Hizb-ut Tahrir'e nusret vermeye çağırınız ki izzet, güç ve kuvvet başlığı altında yeni bir sayfa açılmış olsun. وَلِلَّهِ الْعِزَّةُ وَلِرَسُولِهِ وَلِلْمُؤْمِنِينَ وَلَكِنَّ الْمُنَافِقِينَ لا يَعْلَمُونَ "İzzet, Allah'a, resulüne ve müminlere aittir. Fakat münafıklar bunu bilmezler." [Münafikun 8]

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Pakistan'ın Amerika'dan ve Terörden Korunması İçin Zerdari'nin Gitmesini İsteyen Yüzlerce Kişi Toplandı

      Kadın, erkek ve çocuk yüzlerce Müslüman, Pakistan'ı terör uçurumuna sürükleyen Amerikan planından korunması için Zerdari hükümetinin yok edilmesini talep etmek üzere Londra'daki Pakistan yüce temsilciliği önünde toplandı. Gösteriyi, Hizb-ut Tahrir'in İngiltere'deki mahalli kolu düzenledi. Kuran ayetleri okunmasının ardından Hizb-ut Tahrir'in Mahalli İdari Kurul Başkanı Dr. Abdulvahid, Hizb-ut Tahrir'in Zerdari rejiminin Güney Veziristan'da başlattığı ikinci savaşa karşı çıkma kampanyasına liderlik yaptığını açıklayarak Amerika kuvvetlerine ve terörün Pakistan şehirlerinde yayılmasının sorumlusu Blackwater ve Dynacorp gibi yarı askeri örgütlere izin verilmesinden sorumlu olanın Zerdari hükümeti olduğunu vurguladı. Zerdari rejimi, Veziristan operasyonunun Pakistan'ın güvenliği için olduğunu gerekçe göstermesine rağmen bu gerekçe yalandır. Gerçekte ise hükümet, daha önce "terör" ve "militarizm" tehlikesinden söz edilmediği halde General Müşerref'in 2003-2004 yıllarında yaptığı gibi açıkça Amerikan talimatlarına uymaktadır. Nitekim İslam'a yönelik kampanyanın akabinde bunun pahalıya mal olduğu ve popülaritesini kaybettiği ortaya çıkmıştır.

Ayrıca göstericilere İslamabad'daki İslam Üniversitesi'ne yönelik son saldırıları, Silhit şehrindeki patlayıcılarla dolu Amerikan deposundan söz edilmesini, bu eylemlerin arkasında dış güçlerin olduğuna işaret eden Amerikan özel güvenlik şirketlerinin satanist olaylarını ve Irak'taki, hatta Orta Amerika'daki benzeri Amerikan senaryoları hatırlattı.

Ardından Londra'daki Pakistanlı jenerasyonun başkanı Müştak Raca, göstericilere bir konuşma yaparak şöyle dedi: Kendisiyle ihya olalım ve sorunlarımızı çözelim diye Allah'ın efendimiz Muhammed [SallAllahu Aleyi ve Sellem]'i hidayetle insanlığa göndermesinden beri bu şerefli hedef uğrunda fedakarlıklarda bulunmuş ve mücadele etmiştir. Şimdi Pakistan, bu krizle karşı karşıyadır ve Hizb-ut Tahrir, Hilafet Devleti altında kitap ve sünnet uyarınca sorunları çözmek için bu hidayete davet etmeyi sürdürmektedir. Rejim ise bu barışçıl aktivistleri takip etmekte ve tutuklamaktadır. Son olarak tüm Müslümanları Hizb-ut Tahrir'in çalışmasına destek vermeye çağırdı.

Ardından Hizb-ut Tahrir / İngiltere'deki Pakistan Lecnesi üyesi Tavsif Zahid ve Atıf Salahaddin, göstericilere Urduca konuşma yaptılar. Tavsif, şu anda başarısızlıkla karşı karşıya olup Afganistan'da ayaklarını sabitleştirmeyi ve daha önce Irak'ta yaptığı gibi Pakistan'ı zayıflatmak için çalışmayı hedefleyen bölgeye yönelik Amerikan planını açıkladı. Ayrıca mücrim Pakistan yöneticilerinin Amerika'nın Pakistan'a mezhepçilik ve iç savaş tohumunu ekmesini kolaylaştırmasının ardından bunun semeresini hasat etmeye başladığını ifade ederek "Kerry-Lugar" taslağının Zerdari hükümetinin kendisini ve Pakistan'ı Amerika'ya teslim ettiğinin en son örneği olduğunu belirtti.

Atıf ise Amerika'nın hiçbir zaman Pakistan'ın, İslam'ın ve Müslümanların dostu olmadığını, rejimin komplosunun bir hıyanet olduğunu, Amerika nezdinde itibar gören ve müttefiki olan Nevaz Şerif'in Veziristan'daki operasyonu desteklediğini belirterek şöyle ekledi: Demokrasi ve diktatörlük gölgesindeki böylesi mevcut bir hıyanet vakıasından farklı olan Pakistan'da yeni bir liderlik çıkmadıkça gelecekte bu hıyanetin daha fazlasına şahit olacağız. Zerdari, Müşerref veya Nevaz Şerif, Pakistan'ı asla kurtaramazlar. Güç ve nüfuz sahiplerini Hilafet'i kurması için Hizb-ut Tahrir'e destek vermeye çağırdı ki Amerika'dan ve 2001 yılından beri beraberinde getirdiği terörden kurtuluş işte o zaman gerçekleşecektir. Tâci Mustafa ise Hizb-ut Tahrir'in bu kampanya çerçevesinde birçok bölgede pek çok faaliyette bulunduğunu ve daha fazlasının yapılacağını belirterek katılımcıları, "Pakistan'ın Kurtuluşu İçin Zerdari Gitmelidir" mesajını taşımak için çaba sarf etmeye davet ederek buna [لا اله الا الله] rayesini en yükseğe kaldıracak olan Hilafet'in muktedir olduğunu ifade etti. Barışçıl gösteri, Pakistan halkı ve İslami ümmet için yapılan dua ile son buldu.

Devamını oku...

Rus Güvenlik Birimleri, Müslümanların Hizb-ut Tahrir'in Taşıdığı Davete Olan Teveccüh Düzeyi Karşısında Şaşkın

  • Kategori Rusya
  •   |  

[F.S.B] İstihabarat Birimi'nde, İçişleri Bakanlığında ve Başsavcılıkta görevli Rus güvenlik birimleri, bütün takvaları ve ihlaslarıyla Hizb-ut Tahrir'in davetini kabul eden Rusya'daki Müslümanların sayısı ve Müslümanların Hizb'in faaliyetlerine bağlılıkları karşısında şaşkınlık ve hayret içerisindeler. Böylelikle Hizb'in taraftarları gün be gün artmakta ve Hilafete davet birçok Rus şehrinde duyulur hale geldi.

Bu durum ise Rus hükümetinin İslami davetin Rus vatandaşları arasında yayılmasını durdurmak için pek çok girişimlerde bulunduğu bir zamanda meydana gelmektedir. Zira güvenlik birimleri, bizlere gönderilen ilahi şeriatın ırk, millet ve din esasına dayalı bir ayrım olmaksızın yeryüzünde tatbik edilmesi olan hakkı insanlığa taşıyan hizb üyelerini korkutmaya çalışmaktadır. Hizb üyeleri hakkında yalanlar yayan Güvenlik Birimleri, evlerini aramak, haklarında dava açmak, darp etmek ve hapsetmekle onları korkutmaktadırlar.

Güvenlik Birimleri, 22.10.2009'da bir kez daha Başkırya Cumhuriyeti'ndeki onlarca Müslümanın evini aradı ve bu iğrenç baskınları sonunda Owa ve Diortoli şehirlerinde Müslümanlardan 10 kişiyi tutukladı. Bu Müslümanlar, yasak olan dini bir harekete ve örgüte katılımı belirten Rusya anayasasının 282/2. maddesine göre suçlanmaktadırlar. Esasında bu madde, Rusya hükümetinin bakış açısına muhalif bakış açısı taşıyan her türlü hareketi denetlemek içindir.

Hizb-ut Tahrir hakkında önceden planlanan eylemlere gelince; televizyon kanalları yoluyla Rus vatandaşları hakkında onların bombalama ve kundaklama eylemlerinde bulunan teröristler olduğu iddialarını dile getirdiler ve ellerinde silahlar olan insan görüntüleri yayınladılar.

Rus vatandaşlarını maddi araçlar kullanmayan ve delillerle destekli barışçıl diyaloga itimat eden hizbin uyguladığı fikirler ve faaliyetler nedeniyle hayatlarının ve sağlıklarının tehlikede olduğuna ikna etmeye çalıştılar.

Güvenlik Birimleri içerisindeki üst düzey görevliler, yakalanan Müslümanların aleni davette bulunduklarını ve gizlenmediklerini ifade ettiler. Aslında kendi fikirlerine inanan şerefli herkes bu şekilde davranmalıdır.

Güvenlik Birimi görevlileri, yasaklı örgütler tarafından İslami değerlere davetin artık bittiğini ve yeniden başlamayacağını da duyurdular!

Bu bağlamda aşağıdaki hususları vurgularız:

1. İslam, Nasranilik ve Yahudilik gibi kehanetçi bir din değildir. Bunun aksine ister Müslüman isterse gayrimüslim olsun insanın tüm sorunlarını çözmeye muktedir ruhi ve siyasi akli bir akidedir. İslam'dan alınan çözüm, yönetim, teşrii ve toplum meseleleri de dahil hayatın her alanına değinir. İslam'dan alınan çözüm, fıtrata muvafık olup aklı ikna eder ve kalbi mutmain kılarak onu teskin eder. Bu şartları yerine getirecek olan ne başka bir çözüm ne başka bir nizam vardır, ne demokrasi ne de diktatörlük bu şartlarla örtüşür. İslam, tüm insanlık için bir rahmettir. Tüm insanlık için adaletin oluşması ve kapitalizmin gölgesinde insanları kasıp kavuran bu krizler gibi krizler çukuruna düşmemizin engellenmesi ancak onun tatbiki ile mümkündür. Allah, Müslümanları, yeryüzünde adaletin uygulanmasının bekçisi kılmış ve hayatlarında insanlara önderlik etmeleri için bu rahmeti insanlar arasında yaymayı onlara vacip kılmıştır.

2. Hizb-ut Tahrir, tam ve kesin bir şekilde insanları İslam ile kültürlendirmektedir ve bu hususta alemlerin Rabbinin farzına bağlanmaktadır. Yani dürüst bir kimse, Hizb-ut Tahrir'i İslami-siyasi bir hizb olarak tanır ki hakikat işte budur. Hizb-ut Tahrir'in "terörist bir örgüt" olduğunu teyit eden herkes, kendini ve ne yaptığını bilmeyen küstah ve yalancı bir kimsedir. Bu kimseler ya kör ve sağırdırlar ya küresel siyaset hakkında bilgileri olmayan birer cahildirler ya da işledikleri bu cürümlerden dolayı halkları karşısında sorumluluk üstlenmek istemeyen birer diktatördürler.

3. Rusya, Rus halkından yönetimi gasp eden bir gurup insanın geçici kişisel çıkarlarından kaynaklanan kanunları takip ettikleri polisiye yönetim sistemine sahip bir ülkedir. Buna göre bu vakıayı idrak eden ve onların aksi bir bakış açısı ortaya koyan herkes radikallikle suçlanmakta ve takip edilmektedir. Bugün Rusya'da bu kimselerden farklı fikirler taşıyan kimseler tehlike içerisindeler ve hizb de bundan müstesna değildir. Dolayısıyla gazeteciler ve insan hakları örgütleri gibi vatandaşlık bilincine sahip olan ve siyasi zulümden kaçmak için birçok kez ülkeyi terk eden veya bunu başaramayarak öldürülen herkes onlar nezdinde bir tehlikedir. Rusya, küresel örgütlerin özellikle de insan hakları örgütlerin verilerine göre ifade özgürlüğüne izin verilmesi noktasında despotik rejimlerle yönetilen Afrika ve Orta Asya devletleri ile yan yana son sırada yer almaktadır. Bu veriler, Rusya hükümetinin karşıt görüşlere yönelik politikasını göstermektedir.

4. Rusya'nın Müslümanlara yönelik politikasını İslam'ın yayılmaması ve Müslümanların İslam esası üzerine birleşmemesi şeklinde özetlemek mümkündür. Rusya, Müslümanların cemaai bir şekilde tamamıyla dinlerine bağlanmaya, insanlara onun güzelliğini ve adaletini göstermeye dolayısıyla Rus halkının da istikrar ve huzuru bulacak bir şekilde cemaai bir şekilde İslam'a teveccüh etmeye başlamasından korkmaktadır. Rusya, bir ideoloji olarak İslam'ın karşısında duramamakta ve onun gibi bir ideolojiye de sahip değildir. Bunun içindir ki Rusya, inançları ve Hizb-ut Tahrir'in kanaatlerini taşımaları yüzünden kendi vatandaşlarını tutuklayarak hapsetmektedir. Zira Rusya, en tehlikeli şey olarak hizbi görmekte ve yalan ile aşırı güçten başka ona karşı koyacağı bir şeye de sahip değildir.

5. Şüphesiz Rusya, Hizb-ut Tahrir'den korkmakta ve mesele sadece Müslümanların birleşmesi değildir. Zira Rusya, Müslümanlar arasında Hilafet Devleti'nin ortaya çıkması olasılığı karşısında tir tir titremekte ve kesinlikle bunu istememektedir. Nitekim bu korku, Hilafet'in kurulmasının kaçınılmaz bir durum olduğunu ifade eden herkese saldırmasında açıktır.

6. Rusya hükümeti, halkının hayrını ve iyiliğini istememektedir. Oysa bu durum vatandaşlarına yönelik hedefleri ile çelişmekte olup bunu geçici kişisel çıkarları uğrunda kullanmak için saklamaktadırlar. Bu nedenle hükümet, Rus halkını genelde İslam, özelde Hizb-ut Tahrir hakkında yalanın hakim olduğu medya organları vasıtasıyla yayılacak olan nura taşıyacak hakikati gizlemeye çalışmaktadır.

7. Rusya hükümeti, halkını korkutmak ve ona hıyanet etmek için tek dertleri din üzerinden zengin olmak olan diploma sahibi imamlar yetiştirecek medreseler inşa etmek gibi her şeyi yapmaya hazırdır. Zira onlar, dini diledikleri gibi sattıkları ticari bir eşyaya dönüştürdüler. Eyvahlar olsun ki onların yaptıkları şey Allahuteala'ya ve Resulü [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'e hıyanet edenlerin amelleri gibi ne kadar da kötü bir şeydir! Talat Tacaddin ve onun gibi olan bu imamlar var ya! Alenen Müslümanlar hakkında yalan konuşuyorlar ardından da Müslümanları tutuklamalarından dolayı güvenlik birimleri çetelerine kalplerinin derinliklerinden teşekkür ediyorlar. Bu alçaklar, sanki Hizb-ut Tahrir ellerinden almaya çalışıyormuşçasına makamları için korkuyorlar. Eğer onlar, makamlarının Allahuteala'nın huzurunda boyunlarına nasıl bir sorumluluk yüklediğini bilmiş olsalardı kesinlikle derhal onları terk ederlerdi. Dolayısıyla onların sözleri gırtlaklarına takılacaktır.

Rusya hükümeti şunu iyi bilmelidir ki Hizb-ut Tahrir şebabına baskı yaparak Müslümanları dinlerine sarılmaktan uzaklaştırma ümidi sırf bir hayaldir!

Hizb-ut Tahrir / Rusya, sizlere der ki:

Hilafet'in kurulması çalışmasını asla durduramayacaksınız. Ne kadar tutuklama yaparsanız yapın asla hizbi bitiremeyeceksiniz. Hapsederek başkalarını asla korkutamayacaksınız.

Bizlerden onlarca hata yüzlerce hatta hatta binlerce kişiyi tutuklayabilirsiniz. Ancak bu sizlerin aleyhine olacak ve insanlar, şerrinizi ve hakikati istemediğinizi daha çok fark edecektir.

Artık Müslümanlar değiştiler, hak kalplerine yer etti ve kurtuluş yönünde çalışmaya başladılar. Sizler ise geç kaldınız! Zira İslam Müslümanların kalplerinde güçlendi ve akıllarına yer etti ki artık asla onu söküp atamazsınız! Müslümanları tutuklayarak ve "imamlar" gibi hainleri kullanarak Hizb-ut Tahrir'in taşıdığı daveti asla durdurmazsınız. Artık gerçek yüzünüz ortaya çıktı ve halkınız karşısında üzerinizdeki şer alametleri belirginleşti. O halde maslahatları ve ihsan ile gözetilmesi hususunda ümmet, bu gibi yöneticilere güvenir mi hiç?!

Hizb içerisinde kalmamızı engellemek için bizleri hapisle tehdit ediyorsunuz. Ancak bizler, hapsi din uğrunda bir imtihan olarak görüyoruz. Dolayısıyla hapis, bizleri çalışmaktan alıkoymayacaktır. Bilakis gücümüzü artıracak, dünyanın ve ahiretin izzeti için imanda bizleri geçen kardeşlerimize yetişene kadar çalışmaya devam edeceğiz. İster yönetici ister istihbarat görevlisi isterse başkası olsun aşırı gücünüz hiçbir şahsın karşısında bizleri hak sözü söylemekten vazgeçmeye icbar edemeyecektir.

Hilafet, her Müslümanın derdidir ve Hilafet'i istemiyorum diyen muhlis bir Müslüman yoktur. Böyle söyleyen bir kimse çıkarsa o Müslümanların cemaatinden değildir.

 

Devamını oku...

Amerika'nın Sudan'a Yönelik Stratejisi, Ülkeyi Parçalamaya Dönük Bir Sömürgeci Devlet Planıdır

  • Kategori Sudan
  •   |  

       Amerikan Dışişleri Bakanı Hillary Clinton, 19.10.2009 Pazartesi günü, Amerika'nın Birleşmiş Milletler Daimi Temsilcisi Susan Rice ve Birleşik Devletler'in Sudan Özel Temsilcisi General Scott Gration ile birlikte düzenlediği bir basın toplantısında Sudan'a yönelik yeni Amerikan stratejisini açıkladı. Bunun öncesinde de Başkan Obama, üç ana hedef halinde belirlenen bu strateji hakkında bir açıklama yapmıştı. Zira Amerikan Dışişleri Bakanı şöyle dedi: "Stratejimizin üç ana hedefi vardır. Bunlar: 1. Darfur'daki anlaşmazlığa, geniş çaplı insan hakları ihlallerine ve savaş suçlarına son vermek. 2. Ya 2011 yılı sonrasında birleşmiş ve barış içinde olan bir Sudan'a yada barış içerisinde yaşayabilen birbirinden ayrı iki devlet yönünde düzenli bir yola doğru götürecek olan kapsamlı barış anlaşmasının uygulanması. 3. Teröristlere güvenli barınak sağlamayan bir Sudan'ın olması."

Başkan Obama'nın Sudan'ın durumuna önem verdiğine ilişkin açıklamasından bu yana hükümet ve siyasi ortam, bu politikayı gözetleyen ve bekleyeduran bir atmosfer içerisine girdi. Zira Obama, 18.03.2009 tarihinde şöyle demişti: "Sudan, bu hükümetin öncelikleri arasında yer almaktadır." Bu açıklamasına paralel olarak da aynı gün, yani 18.03.2009'da General Scott Gration'ı Sudan Özel Temsilcisi olarak atadı. Başkan Obama, bu stratejiye ilişkin açıklamasında ise şöyle demişti: "Öncelikle Darfur'daki çatışmaya, insan haklarına yönelik açık ihlallere ve soy kırıma nihai olarak bitirmeye çalışmalıyız. İkinci olarak uzun vadeli bir barış imkanı oluşturmak amacıyla Kuzey Sudan ile Güney Sudan arasındaki kapsamlı barış anlaşması uygulanmalıdır. Bu iki hedef aynı anda ve acil bir şekilde takip edilmelidir." Ayrıca bu hususu Susan Rice, şu sözleriyle ifade etmiştir: "Müsaade ederseniz burada Amerikan politikasının temel iki hedefine vurgu yapayım. Bunların birincisi, şu anda Darfur'da şahit olduğumuz toplu soykırıma son vermek ve Darfur sakinlerinin tamamı adına kalıcı bir barışa ulaşmak. İkincisi ise Kuzey ile Güney arasında kapsamlı barış anlaşmasının etraflıca ve etkin bir şekilde uygulanmasına destek vermek." Dışişleri Bakanının bu politikanın üç hedefi olduğunu açıklamasına rağmen -Obama ve Susan Rice'ın açıkladığı üzere- bunu sadece iki hedefle sınırlandırabiliriz ki bunlar: Darfur meselesi ve Kuzey ile Güney arasında Nifaşa Anlaşması'nın uygulanmasıdır. Zira Dışişleri Bakanı şöyle demiştir: "O halde aynı anda eş zamanlı olarak Darfur ve kapsamlı barış anlaşmasının olduğu iki ana konuyu ele alan bir yol takip edeceğiz." Hatta teröristler için güvenli bir barınak olmasını Nifaşa Anlaşması'nın uygulanmamasının bir semeresi olarak sayarak bunun da ötesine geçmiştir. Zira şöyle demiştir: "2005 yılında Kuzey ile Güney arasındaki kapsamlı barış anlaşması ileriye doğru atılmış tarihi bir adım olmasına rağmen bugün Sudan, Sudan halkının hayatında sağlıklı bir iyileşmeye yada daha fazla anlaşmazlığa ve şiddete götürecek olan bir yol ayrımındadır. Sudan'ın istikrarsızlaşması, sadece 40 milyon vatandaşının geleceğini tehlikeye atmakla kalmayıp zaten karışık olan bölgenin bir şiddet yuvasına, istikrarsızlığa dönüşmesine ve devletlerarası teröristlere güvenli barınak sağlaması da olasıdır."

Bundan da yeni Sudan'a yönelik yeni Amerikan politikasının ilan edilmiş iki hedefinin olduğu sonucuna varırız ki bunlar: Darfur meselesi ve Nifaşa Anlaşması'nın uygulanmasıdır. Bunun hakikati ise aşağıdaki şekildedir:

Birincisi: Darfur meselesinin ipleri ne tam olarak hükümetin ne de Amerika'nın elindedir. Bilakis Avrupa'nın, özellikle de (İsyancı hareketlerin en barizlerinden olan; Adalet ve Eşitlik Hareketi ile Sudan Kurtuluş Hareketi'nin Abdulvahid Kanadı) olmak üzere isyancı hareketleri destekleyen Fransa'nın elindedir. Amerika, bir müzakere platformu olarak Doha müzakerelerini desteklemesine ve Amerikan Sudan Özel Temsilcisi Scott Gration'un, müzakerelere oturmaları için Adalet ve Eşitlik Hareketi ile Abdulvahid Hareketi'ne baskı yaparak isyancı hareketleri bir araya getirmek amacıyla bu hususta gerçekleştirdiği yoğun hamlelerine rağmen dokuz hareketi bir araya getirmeyi başarsa da büyük isyancı hareketlerin müzakere masasına oturduklarına dair bir işaret bulunmamaktadır. Bilakis 27.10.2009'da düzenlenmesi planlanan Doha müzakerelerinin dördüncü turunun başarısız olduğu ilan edilmiştir.

Bu nedenle Amerika, Darfur meselesi karşısında; isyancı hareketlerden olası en fazla sayıyı birleştirme yönündeki girişimlerine ve tehditlere devam etmek yoluyla Adalet ve Eşitlik Hareketi ile Abdulvahid Hareketi'ne karşı sopa göstermeyi sürdürmekten başka bir şey yapmamaktadır. Bilindiği üzere daha önce Avrupa, 2006'daki Abuca müzakerelerinin ardından yaptığı gibi bu hareketlere karşı yapılan her türlü icraatları boşa çıkarmıştır. Ancak yeni Amerikan stratejisi, hükümete ve isyancı hareketlere yönelik tehditlerle doludur. Zira Susan Rice şöyle söylüyordu: "Geri adım atan veya her hangi bir adım atmayan taraflar açısından vahim sonuçları olacak ve tüm taraflar sorgulamalara boyun eğdirilecektir."

Ancak bu kez Amerika, özellikle Obama yönetiminin şovu gölgesinde uluslararası politikada Avrupa ve Rusya eksenini esnetmek için uluslararası ortaklarına baskı yapmaya bel bağlamıştır. Zira Dışişleri Bakanı şöyle demiştir: "Herhangi bir tarafın geri adım atması halinde hükümetimiz ve uluslararası ortaklarımız tarafından önüne engeller koymak şeklinde sert baskılara maruz bırakılacaktır." Bundan da Darfur meselesiyle ilgili Amerikan politikasının, müzakerelere dahil etmek için isyancı hareketlere, özellikle de Adalet ve Eşitlik ile Sudan Kurtuluş Hareketi'nin Abdulvahid Kanadı'na baskı yapmayı sürdüreceği sonucuna varırız.

İkincisi Sudan'a yönelik yeni Amerikan politikasının özünü, ileride tüm Sudan'ın parçalanmasına yol açacak barışçıl bir şekilde Güney Sudan'da tam egemen bir devlete ulaşmak için Nifaşa Anlaşması'nı uygulamayı oluşturmaktadır. Amerika, baskı yaparak hükümetin Nifaşa Anlaşması'nın uygulanmasında ayrıntılı metinlerin iyileştirmesini ve hükümetin basit çoğunlukla referandumda kabul ettiği üzere 2011 yılında Güney Sudan'a yönelik kamu harcamalarına ilişkin hususlarda tavizler vermesini ümit etmektedir. Zira Ulusal Kongre Partisi, bu yılın ekim ayında yaptığı yıllık kongresinde Güneyin ayrılması için %75'ten daha az bir çoğunluğu kabul etmeyeceğini ilan etmesine rağmen (%51) gibi basit bir çoğunlukla Güneyin ayrılmasını kabul etmiştir. Amerika, hükümetin Nifaşa Anlaşması'nın uygulanmasını engellemek yoluyla bu stratejiyi boşa çıkarmaya muktedir olduğunu bilmesinden dolayı Susan Rice Şöyle demiştir: "Barış yolları, yıllar boyunca kırık vaatlerin enkaz kalıntıları ve Sudan hükümeti tarafından yerine getirilmeyen yükümlülüklerle doludur." Bu nedenle Amerika, hükümeti mahiyeti anlaşılmayan teşvikler havucu ile baskı sopası arasında bırakmıştır. Zira Başkan Obama şöyle demiştir: "Şayet Sudan hükümeti, bölgedeki durumun iyileştirilmesi ve barışın sirkülasyonu için çalışma yönünde hareket ederse orada teşvikler olacak aksi taktirde Birleşik Devletler ve uluslararası toplum tarafından baskılar artacaktır." Nitekim bu, Susan Rice'ın şöyle derken takip ettiği aynı çizgidir: "İhtiyaca göre dengeli teşvikler kullanacak ve ihtiyaca göre somut baskılar uygulayacağız."

Sudan'a yönelik eski yeni Amerikan politikasının hakikati işte budur ki o hakikat; devletlerin terör listesinden Sudan isminin kaldırılması hususunda Amerika'nın gösterdiği havuç karşısında hükümetin acziyetini istismar ederek Güneyi ayırmaya ardından da onu parçalamaya çalışmaktır. İstihbarat ve Güvenlik Birimleri Genel Koordinatörü'nün, 18.10.2009'da gazete editörleri ile yaptığı görüşmesinde: "İşbirliğine rağmen Sudan isminin devletlerin terör listesinde kalmaya devam etmesinden dolayı Amerika'yı kınıyoruz. Bu işbirliğindeki hareket noktamız, vatancı bir hareket olarak Sudan'ın güvenliğini korumak için olup Amerika'yı razı etmek için değildir" diyerek bir kez daha değindiği Amerika ile Sudan arasındaki tüm işbirliğine rağmen ne Amerika devletlerin terör listesinden Sudan ismini kaldırmış ne hükümete kendisini hoşnut etmesi karşılığında istediği şeyleri vermiş ne de hükümetle ilişkilerini tam olarak normalleştirmiştir. Çünkü Amerika, bu acziyeti kendi politikasını uygulamanın bir dürtüsü olarak sürdürmeye devam edecek ve hükümete de hiçbir şey vermeyecektir.

يَعِدُهُمْ وَيُمَنِّيهِمْ وَمَا يَعِدُهُمُ الشَّيْطَانُ إِلاّ غُرُورًا "(Şeytan) onlar vaat eder ve ümit verir. Oysa şeytanın onlara vaadi aldatmadan başka bir şey değildir."[en-Nisa 120]

Ey Müslümanlar: Amerika, 2005 yılından bu yana geçen dört yıl boyunca Nifaşa Anlaşması'nı uygulayarak birbirleriyle kavga edip çatışan iki varlık, onlarca ordu, silahlı guruplar ve ülkeye uygulanan stratejik bir boşluk durumu türeterek ülkeyi uçurumun eşiğine getirmiştir. Dahası Amerika, bu strateji yoluyla ya Nifaşa Anlaşması'nın uygulanması çerçevesinde yürümeleri ya da tamamen bir kaos döngüsü içerisine düşerek ülkenin külliyen çökeceği şeklindeki korku hayalleri içerisinde insanları aldatmaya çalışmaktadır. Zira Başkan Obama şöyle demiştir: "Şu anda Sudan, hızlı önlemler alınmaması halinde kaosun daha da artması yüzünden çöküşün eşiğinde durmaktadır."

Ey Müslümanlar: Bizlere düşen, bu yeni stratejiyi biz Müslümanların beldesini parçalamaya çalışan İslam ve Müslüman düşmanı ideolojik sömürgeci bir devlet planı olarak ele almamızdır. Buna karşı koymanın yolu ise ancak yöneticileri, siyasi güçleri ve isyancı hareketleri İslam esası üzerine muhasebe etmekle olur. O halde İslam esasına dayalı ideolojik bir devlet bina etmek için çalışmalıyız ki o; Amerika ve benzerlerine, insanları küfrün karanlığından İslam'ın nuruna çıkarmayı hedefleyen kendi planlarının ve stratejilerinin hedefi haline getirecek şekilde muamele edecek olan Raşidi Hilafet Devleti'dir.

وَإِنْ تَتَوَلَّوْا يَسْتَبْدِلْ قَوْمًا غَيْرَكُمْ ثُمَّ لا يَكُونُوا أَمْثَالَكُمْ "Eğer (Allah'tan) yüz çevirirseniz sizin yerinize başka bir kavim getirir, artık onlar sizin gibi de olmazlar." [Muhammed 38]

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER