Perşembe, 03 Rebiu’l Evvel 1446 | 2024/09/05
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

-Basın Açıklaması-

    Geçen 25 kasım çarşamba günü David Cameron, -milletvekilliği dokunulmazlık zırhı altında- başbakanın sorgulanması oturumunda Hizb-ut Tahrir'e iftiralarda bulundu ve iftiralar aşağıdaki şekildedir:

-Hizb-ut Tahrir'in Londra ile Slough'ta ilkokullar adında örgütsel arayüzleri vardır!

-Bu örgütsel arayüzler, devlet parasından 113.000 sterlin aldılar ve aslında bu paralar şiddet yanlısı radikalizmi bertaraf etmek için tahsis edilmiş finans kaynağından gelmiştir!

Bu iftiralar, yeni değildir, bunlar ilkesel bakımdan inanırlığının zayıflamasından dolayı geçmişte küflenmiş yeniden gündeme getirilen eski ithamlardır.

Bunun yanı sıra Cameron, hizbin gayrimüslimlere özellikle de Yahudilere ilişkin görüşleri hakkında daha önce dile getirdiği aynı yanlış iddiaları -bir kez daha milletvekilliği dokunulmazlık zırhı altında- yineledi. Zira özet olarak şöyle diyor: "Hizb-ut Tahrir'in anayasası, gayrimüslimlerin savaş meydanında öldürüleceğini ikrar etmektedir." "Onların kanları... malları gibi... meşrudur." "Hizb-ut Tahrir, Yahudilerin "nerede bulunursa bulunsun" öldürülmesinin kaçınılmaz olduğunu söyleyen bir örgüttür!"

Şüphesiz bu, -hizbimizi şiddetin, terörün ve kanların akıtılmasının kaynağı olarak göstermek amacıyla- bu meselenin duyguları daha fazla tahrik etmesi için düşüncelerimizi saptıran yanlış bir görüntüdür. Açıkçası tüm bunlar, Cameron'un daha önceki tüm iddialarının yanlış ve iftira olması bakımından hükümete karşı bazı ucuz puanlar kazanmak içindir.

Medyada geniş yer bulan bu iddialar bağlamında aşağıdaki noktalara değinmek isteriz:

1. Bu iki okulun Hizb-ut Tahrir'in örgütsel aryüzleri olduğu iddiası yanlış bir iftiradır. Zira Hizb-ut Tahrir, hiçbir zaman bir okulu idare etmemiş ve etmeyecektir. Şayet böyle bir şey yapmış olsaydık bundan utanç duymazdık. Zira mütekamil bir eğitim vermeye çalışan okullar, -yaratıcı Subhânehuya hürmet etmek, Resul [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'i sevmek, Müslümanlar arasında kardeşlik ve başkasına saygı göstermek gibi- İslami değerlere teşvik eder ki bu güzel bir husustur.

Binaenaleyh Cameron'un bunda ısrar etmesi bir yalan olmasının yanı sıra aslında bu iddialar yeni de değildir. Bunlar, hiç kimsenin tanımadığı muhtemelen bu şekilde isim yapmak isteyen ne idüğü belirsiz bazı gazetecilerin üzerine zıplaması sonucunda ortaya atılmış iddiaların aynısıdır. Ancak hiç kimse bunları ciddiye almayınca çabaları heba olup gitmiştir.

2. Hizb-ut Tahrir'in para aldığı hakkındaki iddialar da yanlıştır ve iftiradır. Zira birçok milletvekilinin onu bunu desteklemesi karşılığında para almalarının aksine Hizb-ut Tahrir, doğrudan veya dolaylı bir şekilde hiçbir devletten asla ve asla para almamıştır!

Cameron, okula ilişkin iftiraları hakkındaki önceki iddialarından geri adım atmak zorunda kalmasına rağmen bunu yaptığında iftiralarına kılıf oluşturacağını ve gerekçesini güçlendireceğini zannettiği bir üslupla hedefi başka bir yere çekmeye çalışmıştır. Zira şöyle demiştir: "Radikallerin idare ettiği okullar!"

3. Özellikle bu saptırma, son olarak Hizb-ut Tahrir (Akidesi ve Stratejisiyle Hizb-ut Tahrir) hakkında sağcı kanada bağlı Sosyal Uyum Merkezi adında bir fikir fabrikası tarafından yapılan açıklamaları yeniden parlatmaktan öte bir şey değildir. Bu merkezin müdürü, yeni muhafazakarlardan biri olan "Yeni Muhafazakarlar-Bizler Neden Onlara Muhtacız?" kitabının yazarı Douglas Murray'dır ki o, "Avrupa'daki Müslümanların şartları, hat boyunca daha zorlaştırılmalıdır" kötü sanlı söylemin sahibidir. Görünen o ki Sayın Cameron, bunu iyice kavramış ve buna göre hareket etmektedir.

Sayın Cameron ve muhafazakar gurubunun yeni muhafazakarlarla yakınlaştığı bu durum bir ilk değildir. Zira şu anda bu felaketin merkezindeki yeni muhafazakarlardan olan "Gölge Eğitimi" resmi sözcüsü ve "Siyasi Değişimin" eski müdürü muhafazakar Michael Goff, gidişat çizgisinde Sayın Cameron'un Front Bench cephesinden pek çok kişiyle yakınlaşmaktadır. Zira George Osborne ve Liam Fox da dahil onların hepsinin yeni muhafazakarlardan olduğu ve bazılarının da daha şahin olan Amerikan düşünce fabrikalarından güvenlik politikasını etüt etmek için Birleşik Devletler'e gittiği yansımıştır.

Kısacası Sayın Cameron, ister yerel ister harici siyasete isterse güvenlik siyasetine ilişkin olsun Müslümanlarla ilgili hususta selefleri George Bush ve Tony Blair'in yaptığı gibi hızlı bir şekilde yıkıcı dogmatik ayrımcı politik çizgiye doğru gitmektedir.

Washington'daki yeni muhafazakarlar, terörizme karşı küresel savaşa öncülük yaptılar, İngiltere ile Amerika'yı Afganistan ve Irak'taki sömürgeci savaşın içine çekerek milyonlarca sivilin kanını akıttılar ve iki ülkede yıkım meydana getirmek için milyarlarca sterlin harcadılar... Onlar, Guantanamo Körfez Tutukevi'nin mimarıdırlar ve istisnai uygulamalar adı altında işkenceyi meşrulaştırdılar! Yeni muhafazakarların felsefesi Birleşik Devletler'de inanırlığını yitirmiş olsa da hala canlı olup Batı Munster ve Tory partisinde nabzı atmaktadır.

4. Müslümanlara ikinci derece vatandaş muamelesinin yapıldığı McCarthy'nin "Cadı Avı" politikası

Yukarıda bahsedilen Sosyal Uyum Merkezinin raporundaki önemsiz propagandaya rağmen raporun kendisi şiddeti meşrulaştırmamamız veya desteklemememizden dolayı hizbimizin kanunen yasaklanmasının imkansız olduğunu kabullenmek zorundadır. Buna rağmen Sosyal Uyum Merkezi, "İkinci derece vatandaş olarak lise ve ilkokullarda çalışmaları engellenmelidir", yani ikinci derece vatandaşlar olarak sözüyle fikirleri yeni muhafazakarlarla örtüşmeyen Müslümanlara karşı McCarthy'nin "Cadı Avı" hakkındaki politikasının bir türünü savunmaktadır. O halde Sayın Cameron'un bu politikayı benimsediği ortaya çıkmıştır.

Cameron, medya organlarında "radikalizm" ve "Müslümanların şeytanlığı" gibi ifadeleri kullanarak kendi görüşleri ve yöntemleriyle çatışan Müslümanların seslerini susturmayı amaçlayan şüphe ve korku atmosferlerini kuvvetlendirmiştir.

Görüldüğü üzere Cameron, saldırısını yeni muhafazakarlara atfedilen düşünce fabrikalarından benimsemiş olmasına rağmen hiçbir kimse öncelikli hedefinin ilkokul olduğunu tahayyül edemez. Bu da hükümete karşı puan kazanmak için "radikalizm" suçlamasındaki sanını çarpıtmayı amaçlamasından ötürüdür. Oysa tüm bunlar herhangi bir kanıttan yoksundur.

5. Cameron, Hizb-ut Tahrir'e karşı şeytanlığını, "Bu örgüt, nerede bulunurlarsa Yahudilerin öldürülmesinin kaçınılmaz olduğunu söyleyen bir örgüttür" gibi ifadeler üzerine bina etmiştir. Bu ise apaçık bir yalandır.

Şüphesiz bu, görüşlerimizi çarpıtmaktır. Nitekim daha önce bu iddialara delillerle karşılık verdik ve Cameron bu tatsız yalanları ilk kez sayıkladığında Taci Mustafa'nın 09 Temmuz 2007'de yazdığı makale de bunlardan biridir.

Bazılarının siyonist "İsrail" devletine karşı çıkışımıza Filistin'in kurtarılmasına ilişkin görüşlerimizi antisemitizm suçlamasıyla susturmaya çalıştıkları sırada bile hiç kimse Cameron'un yaptığı gibi bu konuda bu denli iftiralar boyutuna ulaşmamıştır.

Avrupa Parlamentosundaki görüşlerimizi saptırıcı sunumunun ardından "dindar" gibi görünmeye çalışınca antisemitizm ve yabancı düşmanlığı fikirleri hususunda açık bir şekilde partisi ile yanındaki insanlar arasında ittifak kurmaya yeltenmiştir.

6. Cameron'un anti-Müslüman düşünceleri dahili politikayla sınırlı değildir.

BBC4 Radyosundaki "Günün Programı" programında Cameron, "terörizm" tehdidini engellemek için gerekli olduğu sürece İngiliz kuvvetlerinin Afganistan'da kalması gerektiğini savundu. Sanki o fiilen, İngiliz kuvvetlerinin bir işgal gücü olarak süresiz şekilde kalmaya ihtiyaç duyduğunu ifade etmiştir.

Ölüm, yıkım ve bu acı çıkmaza yönelik çözüm yetersizliği gibi bu savaşın neden olduğu sorunlara yönelik İngiltere'de bilincin arttığı bir zamanda Sayın Cameron'un çözümü, daha fazla alçalmakta yatmaktadır.

Cameron'un bakanlığa ulaşması halinde kanıtlar, Batının emperyalist ajandasına muhalif sesleri susturacağını göstermektedir ve İslami jenerasyon içerisinde bu husustaki muhalefete liderlik eden Hizb-ut Tahrir'dir.

Zira Cameron, dünya boyunca şiddet kullanmayıp siyasi faaliyet yürüttüğüne elli küsur yılın şahitlik ettiği bir hizb olduğu halde Hizb-ut Tahrir'i yasaklamaya kararlı olduğunu ifade etmiştir.

Her şeye rağmen bu, hizbimizi yasaklamak için hukuki bir mesnet bulamayan Blair'in tutumudur. Başkaları da ucuz kopyalama yoluna başvurdular ve başarısız oldular. Zira "Sunday Times", daha önce 2007 yılında David Davis tarafından yayınlanan bir itham hakkında sayfasında tekzip yayınlamak zorunda kalmıştır. "Newsnight", mesnetsiz bir itham yayınlamaya yeltenince geri adım atmak zorunda kalarak aynısını BBC yapmıştır ki artık onun yalan uyduran bir site olduğu ifşa olmuştur.

7. Cameron, partisi ve yeni muhafazakarlar, -Hilafet fikri gibi- İslami siyasi fikirleri "radikalizm" olarak görüyorlar. Yani onlar, fikri inancı suç sayıyorlar. Binaenaleyh İslami alemde Müslümanlara ait bir nizam olarak Hilafet'e inanan herkes herhangi yasal bir dayanak olmadan işinden edilmektedir. Burada hukuk, Müslümanlara bu şekilde, toplumun geriye kalanına başka bir şekilde işlemektedir.

Hilafet fikirleri, İslami alemde hatta buradaki Müslümanların arasında temel fikirlerdir. Bizler, Allah'ın izniyle beklenen bir gelecekte İslami alemde ezici bir halk desteğiyle Hilafet'in kurulacağına inanıyoruz.

İdeolojik İslami Devlet, sömürgecilik ve işgal bağımlılığından ırak bir şekilde bağımsız bir şekilde yolunu yarmaktadır. O ki kaynaklarını başka ırkların hizmetine değil kendi tebaasının hizmetine kullanacak olan bir devlettir.

İslami alemde Hilafet kurulduğunda Cameron ve beraberindeki yeni muhafazakarlar, pervasızca radikallikle tanımladıkları bu tür fikirlerle bir arada nasıl yaşayacaklarına karar vermelidirler.

Hizb-ut Tahrir, İslami alemdeki Müslümanların İslami ajandası için çalıştığının farkındadır ve bu hususta sadece fikri ve siyasi üslupları takip etmekte olup gevşeklik göstermeksizin sabitelerine bağlıdır.

Blair, bizleri terörist olarak tanımlamak yoluyla hizbi yasaklamak istemesine rağmen yalan söylediği ifşa oldu ve bunu yapmayacağını gördü. Şimdi de Cameron, dünyayı yeni muhafazakarların gözüyle tasvir etmesine -ki bu hazmedilmesi imkansız bir durumdur- karşı çıktığımızı itiraf etmek yerine iftira olan bir davayı uydurmak yoluyla hizbi yasaklamaya çalışmaktadır.

Cameron'un Hizb-ut Tahrir'i yasaklayacağını duyurması, on yıllardır açıkça özgürlük ve demokrasinin -zengin kapitalistler vergi mükelleflerini aldatırlarken, dünyanın kaynaklarını tüketirlerken ve diğer beldeleri istila ederlerken- nüfuz sahiplerinin kullandığı birer slogan olduğu söylemimizi dünyaya teyit etmektedir.

Müslümanların imajını çarpıtmak, onlara "radikal" damgası vurmak, Müslümanlara özel ve diğer her bir ferde başka kanunlar koymak Cameron'un desteklediğini iddia ettiği çoğulculuk, vatandaşlık, eşitlik ve ifade özgürlüğünün her türlü şeklini yok edecektir.

Aslında Cameron'un şu ana kadarki tüm girişimleri sadece şunu göstermektedir ki insanlar, zengin kapitalistlerin dünya hakkındaki düşüncelerine köle olmayı kabul etmeleri halinde özgürlüğü, çoğulculuğu ve insan haklarını elde edeceklerdir. Yok eğer bu düşünceden saparlarsa imajları çarpıtılacak, haklarında yalan söylenecek sonra da yasaklamalara maruz kalacaklardır.

Zayıf ve güçlü delilin ortaya çıkması için David Cameron'a bir kez daha açık tartışma yapmaya meydan okuma davetiyesi çıkararak bu beyana son veriyorum. Zira Hizb-ut Tahrir, siyasi-fikri bir hizbtir. Asla fikirlerimizi yasaklayamayacaktır ve istese de istemese de bu fikirler pırıl pırıl kalacaktır.

Bunun içindir ki sizleri, yalan uydurmak ve çarpıtmak yerine fikirlerimizi el almaya davet ediyoruz. Bu da ya Batının harici sömürgecilik politikası, İslami alemin idaresi ve hayattaki özel yaşam tarzlarımız gibi somut meseleler üzerinde bir tartışma olur ya da ne kadar tehdit edip iftirada bulunursanız bulunun mağlup olmuş olursunuz.

 

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- "Cameron'un" Hizb-ut Tahrir Hakkındaki Umutsuz Yalanları Puan Kazanma Girişiminden Öte Bir Şey Değildir

 

Bugün başbakanı sorgulama oturumunda muhafazakar lider David Cameron, Hizb-ut Tahrir'in devlet tarafından finanse edildiği ve okulları idare ettiği şeklinde yalan iddialarla yasaklanması talebini yineledi ve mesnetsiz iddialarda bulundu.

         Hizb-ut Tahrir'in İngiltere'deki Medya Temsilcisi Taci Mustafa şöyle dedi: "David Cameron'un Hizb-ut Tahrir hakkındaki okulları idare ettiği, mali yardımlar aldığı, nefret ve şiddeti körüklediği şeklinde küstahça yalanları muhafazakarların seçimlerdeki oranını arttırmaya yönelik çaresiz bir girişimden öte bir şey değildir." "Irak'a yönelik savaşa destek veren ve Avrupa'da nefret saçan, yabancı düşmanı, iğrenç ve en ırkçı parti ile bir arada yaşayan bir partinin nefreti körükleme suçlamasını asla kabullenmeyiz."

"Gerçekte bir temele dayanmayan söylemleri, ortaya çıktığı ilk andan beri tamamen çürük olup anti-Müslüman politikalarının son faslıdır." "Sürekli olarak açık tartışma için hodri meydan dememize rağmen Cameron, karşılık verme cesaretinde bulunamadı ve bunun yerine parlamenter imtiyazların arkasına saklanmayı tercih etti. Cameron, ortaya herhangi bir kanıt koymayıp sadece yalan üretmeye dayanmaktadır ve tekrar seçilmek için her şeyi söylemeye de hazırdır."

"Diğer çaresiz iftirayla ilgili hususa gelince; bilindiği üzere Hizb-ut Tahrir, asla bir devlet finansmanını kabul etmemektedir. Sayın Cameron ve partisinin aksine bizler, para peşine düşerek sistemi sağmıyoruz. Zira David Cameron'un vergi mükelleflerine para ödediği tespit edildiği bir sırada bizler asla devlet finansmanından hiçbir şeyi kabullenmedik."

"Hizb-ut Tahrir, siyasi bir hizbtir. Dolayısıyla bizler, ne İslami kişisel bir kurumu ne de herhangi bir okulu idare ederiz. Daha önce de böyle bir şey yapmadık."

"İngiltere'nin gırtlağına kadar Afganistan savaşına battığı ve ekonomisinin çökmek üzere olduğu bir sırada Sayın Cameron, başbakanı sorgulama oturumunda kendisine verilen süreyi boş yere kullanma tercihinde bulundu. Bu da ucuz popülizmin peşine düşme hususunda Cameron'un Blair'in gerçek varisi olduğu hakikatini hatırlatmaktadır."

"Görünen o ki Toure Front kurumu şizofreni vakasının sıkıntısını çekmektedir. Zira kongrelerinde ve geçen geceki "Newsnight" programında Cress Jerilinj, samimi bir şekilde "hükümetin sivil özgürlükleri gıdım gıdım" nasıl yediğine ve "bunun karşı çıkılması gereken" bir utanç olduğuna değindi. Buna rağmen o, elli küsur yıldır İslami alemdeki despotluğa ve diktatörlüğe son vermeyi hedefleyen, şiddetten uzak aktif siyasi bir geçmişe sahip, İslami siyasi bir hizb olan Hizb-ut Tahrir'i yasaklamayı istemektedir. Şüphesiz bu, böylesi politikacıların inandığı özgürlük ikiyüzlülüğünün daniskasıdır. Zira bir taraftan "özgürlük ve demokrasiyi" koruma temelinde İslami beldelerin istila edilmesini meşrulaştırırlarken diğer taraftan örgütleri yasaklama yoluyla siyasi tartışmayı susturmaya davet ediyorlar. Bu saptırıcı politikalar nezdinde gerçek, insanlar sadece bu politikacılardan münafıkların ve müfsitlerin çıkarttığı kanunlara itaatleri ve bağlılıkları oranında özgürdürler!"

 

 

Devamını oku...

Kahramanlık, Oyun ve Eğlenceyle Değil İslam'a Nusret Vermek ve Onun Ehline Yardım Etmekle Olur

  • Kategori Cezâyir
  •   |  

اعْلَمُوا أَنَّمَا الْحَيَاةُ الدُّنْيَا لَعِبٌ وَلَهْوٌ وَزِينَةٌ وَتَفَاخُرٌ بَيْنَكُمْ وَتَكَاثُرٌ فِي الأَمْوَالِ وَالأَوْلادِ كَمَثَلِ غَيْثٍ أَعْجَبَ الْكُفَّارَ نَبَاتُهُ ثُمَّ يَهِيجُ فَتَرَاهُ مُصْفَرًّا ثُمَّ يَكُونُ حُطَامًا وَفِي الآخِرَةِ عَذَابٌ شَدِيدٌ وَمَغْفِرَةٌ مِنَ اللَّهِ وَرِضْوَانٌ وَمَا الْحَيَاةُ الدُّنْيَا إِلا مَتَاعُ الْغُرُورِ "Bilin ki dünya hayatı ancak bir oyun, eğlence, bir süs, aranızda bir övünme ve daha çok mal ve evlât sahibi olma isteğinden ibarettir. Tıpkı bir yağmur gibidir ki, bitirdiği ziraatçıların hoşuna gider. Sonra kurur da sen onun sapsarı olduğunu görürsün; sonra da çer çöp olur. Ahirette ise çetin bir azap vardır. Yine orada Allah'ın mağfireti ve rızası vardır. Dünya hayatı aldatıcı bir geçimlikten başka bir şey değildir." [Hadid 20]

Ey Cezayir'deki Müslümanlar!

Yeryüzündeki her ümmet; kendisini yönetmesi, işlerini gözetmesi, hedeflerini gerçekleştirmesi, insanların mesken, yiyecek, giyecek, öğretim, sağlık ihtiyaçlarını gidermesi, sanayi, ziraat ve ekonomi alanlarında devletlerinin inşasında kendilerine liderlik etmesi ve servetlerini kendilerine faydalı olacak yerlerde kullanması için kendisine bir yönetici veya lider edinir. İslam ümmeti ise birçok hususta Allah'ın emrine ve hükmüne sırt çevirerek dünya hayatına razı geldiler, onunla tatmin oldular, ayetlerinden ve sünnetlerinden gafil kaldılar. Dolayısıyla Allah, onların işlerini dosdoğru bir şekilde gözetmeyen, onları izzet ve temkin sahalarına sürüklemeyen, dahası onları ümmetin enerjisinin ve mallarının kullanıldığı oyun, eğlence ve gurur sahalarına sürükleyen hatta ve hatta orduları ve askeri uçakları futbol maçları için kullanan hükümetleri onların başına musallat etti!! Zira Mısır ve Cezayir, sanki gerçek bir savaşın içerisine girdiler. Ne için? Çünkü onlar, futbol stadyumlarında binicilik, oyun ve eğlence uçurumunda kahramanlık için birbirleriyle yarışmaktadırlar!! Acaba Mescid-il Aksa'nın, Kudüs'ün kurtarılması veya Bağdat'ta binicilik için birbirleriyle hiç yarıştılar mı? Acaba on yıllardır hayat sahasından kalkan Allah'ın hükmünü yeryüzünde ikame etmek için birbirileriyle hiç yarıştırlar mı? Acaba insanları gözetmek, açları doyurmak, sanayi, zirai ve ticari projeler yapmak için hiç birbirleriyle yarıştılar mı? Acaba Müslümanların beldelerini istila eden kafirlere karşı savaş meydanlarında izzet koltukları için hiç birbirleriyle rekabet ettiler mi? Görünen o ki onların programlarında ne böyle bir şey var ne de bunlar onların görevidir. Çünkü kibirlenmek için yaratılan bir kimse bunları yapmak için yaratılan kimse gibi değildir.

Ey Cezayir'deki Müslümanlar!

Etki konumundan kayboluşunuzun ve çoğunuzun batıl ve ehline ayak uydurmasının üzerinden uzun bir zaman geçti. Allah, bazı günahlarımızı bizlere isabet ettirdi, aramızda şiddetli bir azap soktu ve bizden olmayanları başımıza düşman olarak musallat etti. Onlar da ellerimizdeki şeylerin bir kısmını aldı ki böylece Aleyhi's Selam'ın şu kavli tecelli etti:

وَلَمْ يَنْقُضُوا عَهْدَ اللَّهِ وَعَهْدَ رَسُولِهِ إِلا سَلَّطَ اللَّهُ عَلَيْهِمْ عَدُوًّا مِنْ غَيْرِهِمْ فَأَخَذُوا بَعْضَ مَا فِي أَيْدِيهِمْ وَمَا لَمْ تَحْكُمْ أَئِمَّتُهُمْ بِكِتَابِ اللَّهِ وَيَتَخَيَّرُوا مِمَّا أَنْزَلَ اللَّهُ إِلا جَعَلَ اللَّهُ بَأْسَهُمْ بَيْنَهُمْ "Allah'ın ve Resulünün ahdini bozmayınız. Yoksa Allah, kendilerinden olmayanlardan bir düşmanı onların başın musallat eder. Onlar da onların ellerinde olanın bir kısmını alır. Onların imamları (liderleri) Allah'ın kitabıyla hükmetmediği ve Allah'ın inzal ettiklerinde tercih yaptıklarında ise Allah, onların arasına azap sokar."

O halde yeryüzünde Allah'ın hükmünü ikame etmek için çalışınız, zafiyet, gaflet ve kayboluş sahalarında ölmeyi kabullenmeyiniz. Bilakis dininizle izzetli yaşayınız ve Allah'ın yolunda ölünüz. Zira sizler, O'na döndürüleceksiniz ve dininden gaflete düşmenizden ötürü harap ettiğiniz ömürler ve geçici meta uğrunda boşu boşuna eskittiğiniz bedenler yüzünden sizleri muhasebe edecektir. Sanki sizler Allah'ın azabını, hakimiyetinin şiddetini görmüyor, azabının pek şiddetli olduğunu ve sizler anılmaya değer bir şey değilken sizleri hayat sahasına attığı gibi hesap için O'na geri döneceğinizi bilmiyormuşçasına sizlere indirdiği ayetlerinden gafil bir şekilde yaşadığınızdan ötürü sizleri sorguya çekecektir.

وَاتَّقُوا يَوْمًا تُرْجَعُونَ فِيهِ إِلَى اللَّهِ ثُمَّ تُوَفَّى كُلُّ نَفْسٍ مَا كَسَبَتْ وَهُمْ لَا يُظْلَمُونَ "Allah'a döndürüleceğiniz, sonra da herkes hak ettiğinin eksiksiz verileceği ve kimsenin haksızlığa uğratılmayacağı bir günden sakının." [el-Bakara 281]

O halde Allah'a kaçınız ve İslam Devleti'ni, yani Hilafet Devleti'ni kurmak için çalışanlarla birlikte çalışınız. Yani Hizb-ut Tahrir ile birlikte çalışınız ki Allah'ın kitabıyla aydınlanan, Muhammed'in sünneti ile hidayetleşen, semanın ve arzın ölümsüzü olan yalnızca Allah'tan yardım isteyen bir devlet kurasınız. Zevk-ü sefa düşkünlerinin oyunlarına alet olmayınız. Yoksa Allah, dünyada ve ahirette sizleri azapla kuşatır ki size isabet etmiş ve isabet edecek olanlar gözlerinizden hiç de uzak değildir.

وَمَن لاَ يُجِبْ دَاعِيَ اللَّهِ فَلَيْسَ بِمُعْجِزٍ فِي الأَرْضِ وَلَيْسَ لَهُ مِن دُونِهِ أَولِيَاء أُوْلَئِكَ فِي ضَلاَلٍ مُّبِينٍ Her kim Allah'a dâvet edene icâbet etmezse, şüphesiz ki o, (Allah'ı) yeryüzünde âciz bırakacak değildir. Zaten kendisi için (Allah'tan) başka dostlar da bulunmaz. İşte böyleleri apaçık bir sapıklık içindedirler. [el-Ahkâf 32]

وَلَيَنْصُرَنَّ اللَّهُ مَنْ يَنْصُرُهُ إِنَّ اللَّهَ لَقَوِيٌّ عَزِيزٌ Allah, kendisine [dinine] yardım edenlere, mutlak surette yardım eder, zafer verir. Muhakkak ki Allah, Kaviyy'dir, Azîz'dir. [el-Hacc 40]

Devamını oku...

- Basın Açıklaması - Hilafet, Nükleer Silaha Yaklaşımda Çok Hassas, Sorumlu, Kapsamlı Bir Politikaya Sahiptir

Yazar "Saymir Hiraşi'nin" Pakistan'ın nükleer silahı hakkında ifşa etiği şeyler, yöneticilerin İslam ile Müslümanlara yönelik hıyanetini ortaya çıkarmış, diktatör ve demokrat yöneticilerinin tahtlarını korumak amacıyla Amerika'yı Pakistan nükleer silahına hakim kılıp Pakistan'ın egemenliğini ipotek etmelerinden sonra artık ülke ve maslahatları için bir tehlike haline geldiklerini göstermiştir. Ayrıca yazar, Amerika ile Hindistan'ın diktatörlerden veya bazı demokrat yöneticilerden korkmadıklarını, aksine gerçek korkularının Hilafet'in geri gelerek nükleer silaha hakim olması olduğu hakikatine de vurgu yapmıştır. Zira onları korkutan ve kaygılandıran şey Hizb-ut Tahrir'in Hilafet için çalışması ve mücadele vermesidir. Bu sebepten ötürü Hizb, metodunda maddi eylemi benimsememesine rağmen ajan yöneticileri tarafından Müslümanların muhtelif beldelerinde yasaklanmıştır.

Diğer taraftan Yazar "Saymir Hiraşi", Hizb-ut Tahrir'i tehlikeli bir Hizb ve Hilafet Devleti'ni de terörist bir devlet olarak tanımlarken öfkesinden dişlerini göstermiştir. Oysa on üç küsur asra yayılan Hilafet Devleti'nin tarihi, Müslümanların, Ehl-il Kitabın ve diğer din sahiplerinin hep birlikte Hilafet'in gölgesinde eşi görülmemiş barış ve emniyet içerisinde yaşadıklarına ve tüm haklarının Hilafet tarafından korunduğuna şahittir. Yine basar ve basiret sahibi herkesçe açıktır ki Müslümanların mevcut acıları ile sıkıntılarının müsebbibi "İsrail'in", Hindistan'ın, Amerika'nın, Fransa'nın ve İngiltere'nin demokrasisidir.

Hilafet Devleti'nde nükleer silah meselesi, Rabb-il İzze [Celle Celaluh]'un indirdiği açık şeri hükümlerle kontrol altına alınmış olup sabit değişmeyen bir husustur. Dolayısıyla bizzat Halife de dahil hiçbir kimse bununla oynayamaz. Dolayısıyla da Hilafet Devleti'nin nükleer silaha yaklaşım siyaseti, kapsamlı, sorumlu bir siyaset olup hiçbir şekilde Batının nükleer silaha yaklaşımındaki güdümlü siyaseti ile kıyaslanamaz. Zira dünya, Amerika'nın nükleer silahla iki Japon şehri olan Hiroşima ile Nagazaki'yi nasıl yok ettiğine bizzat kendi gözüyle şahit olmuştur.

Ancak İslam, İslam'ın ve Müslümanların düşmanlarını korkutmak amacıyla sanayileşme ve nükleer silaha sahip olmak için hazırlık yapmak da dahil Müslümanların cihat farizasını yerine getirmeleri için hazırlık yapmalarını farz kılmıştır. Ancak Hilafet Devleti, bu nükleer silahı Batının yaptığı gibi insanlığı yok etmek için kullanamaz. Bilakis savaşı kazanmak için gerekli durumda savaşanlara ve askeri tesislere karşı kullanır. Hilafet Devleti'nin nükleer silahın kullanılmasında misli ile muamele etmek babı dışında nükleer silahı kullanmaya başvurması mümkün değildir. Dolayısıyla Hilafet, düşman devletin kendisine karşı nükleer silah kullanması veya zannı galibince düşmanın kendisine karşı nükleer silah kullanmak için hazırlık yapması halinde Hilafet, nükleer silah kullanma hakkını saklı tutmaktadır.

Ayrıca Hilafet, kendisinden ayrı bir şekilde vilayetlerinin nükleer silaha sahip olmasına da izin vermeyecektir. Bilakis nükleer silahın sadece halifenin yetkisi altında kalması gerekmesinin yanı sıra İslam, nükleer silahın kafir bir devlete satılmasına da izin vermez.

Şüphesiz Hilafet Devleti'nin kurulmasının yaklaşması Amerika ile diğer küfür devletlerinin uykusunu kaçırmaktadır. Ancak onlar, tüm planları ile tuzaklarının boşa çıkacağını, sadece Allah [Subhânehu ve Te'alâ]'nın iradesinin nafiz olduğunu, Hilafet'in kesinlikle kurulacağını, artık bunun emarelerinin hissedilmeye başladığını ve Resulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in buna dair müjdesinin asla gecikmeyeceğini iyi bilmelidirler.

İmrân Yûsufzây
حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir
Resmi Sözcü Yardımcısı
Pakistan Vilâyeti

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Kırmızı Çizgi!

İster kral ister başbakan ister dışişleri bakanı isterse -rejimin kötü fiillerini şirin göstermekten başka bir dertleri olmayan- medya organları olsun Ürdünlü yöneticiler ve yetkililer sık sık "Kudüs, kırmızı çizgidir" ifadesini dillendirmekteler. Nitekim bunlardan birisi de el-Hayat Gazetesi'nin Londra'da yaptığı ve geçen hafta bazı Ürdün gazetelerinin yayınladığı röportajda Kral İkinci Abdullah'ın ağzından çıkmıştır.

Filistin'i gasbeden Yahudi varlığının Kudüs ve el-Aksa'daki uygulamalarını, Yahudi askerlerinin Mescid-il Aksa'nın avlusuna zorla nasıl girdiklerini, insanların Mescid-il Aksa'ya ulaşmasını nasıl engellediklerini, içerisine nasıl el bombası attıklarını, altındaki kazı çalışmalarının halen devam ettiğini, Yahudilerin Kudüslülerin evlerini istila ettiklerini, bazılarının evlerini yıktıklarını, sokaklarda gecelemek ve yatmak üzere sahiplerini açıkta bıraktıklarını gördük! Gördük görmesine de... Ancak...

Görünen o ki Yahudilerin tüm bu yaptıkları henüz kralın ilan ettiği kırmızı çizgiye ulaşmamıştır!! Peki, Ürdün rejimi, Filistin'i gasbeden Yahudi varlığını ne zaman kırmızı çizgiyi ihlal etmiş olarak görecektir? Yahudiler Mescid-il Aksa'yı yıktıktan sonra mı? Yerine sözde heykellerini diktikten sonra mı? Kudüslülerin hepsini Kudüs'ten kovduktan sonra mı? ... Ne zaman?

Milletler herhangi bir mesele için kırmızı çizgi koyduklarında onun ihlal edilmesini kana kan ve yıkıma yıkım olarak görürler. Yani bu, onun tarafları açısından kan dökmekten başka çare kalmaması demektir. Yani tüm barış ve anlaşma köprülerini yıkmak demektir. Yani Yahudiler ve arkasındaki kafirler ile savaşmaları için ordular hazırlamak ve askerleri seferber etmek demektir. Yoksa şeytanın yolunda savaşmak, İslam ile Müslümanların düşmanı haçlıların ve ajanlarının çıkarlarını savunurken ölmek için Birleşmiş Milletlerin bayrağı altında paralı asker olmak üzere iki örgüte ve benzerlerine gitmek değildir.

Bu rejimden istenen talep listesi bir hayli uzun olsa da şu ikisiyle yetineceğiz:

1. Derhal Vadi Arabe Anlaşması'nı ilga etmelidir. Çünkü İslam'ın haram kıldığı bir anlaşmadır. Bundan dolayı şeran batıldır ve Müslümanların ona bağlanmaları helal değildir.

2. Ürdünlü askerleri Birleşmiş Milletler kuvvetlerinden çekmelidir. Çünkü kafirlerin bayrağı, yani Birleşmiş Milletlerin bayrağı altında savaşmak İslam'ın haram kıldığı bir husustur. Binaenaleyh bu askerlerin zihninden bayağı paralık asker fikri silinerek yerine İslam'daki cihat fikirleri ile öğretileri yerleştirilmeli ve bir bütün olarak Filistin'i kurtarmaları için seferber edilmelidirler. Çünkü sadece Kudüs, kırmızı çizgi değildir. Bilakis Filistin'in tamamı kırmızı çizgidir. Çünkü bir karışı dahi olsa Yahudilerin onun içerisinde bir devlet kurmaları caiz değildir.

 

Devamını oku...

- Basın Açıklaması -

"Müşerref Kanalizasyon İstasyonu" cürümü, ülkenin nasıl idare edildiğini ve hükümetin vatandaşlarının işlerini nasıl ihmal ettiğini bizlere açıkça göstermesinin yanı sıra hükümetin "domuz gribi" denilen mesele karşısında takındığı vurdumduymaz tavrı da cabasıdır. Artık bir skandal olduğu herkes tarafından konuşulan bu iki meselenin detayları bir yana bu iki cürüm, insanların hayatlarına ve canlarına zarar vermiştir ki bunlara karşı sessiz kalınmaması ve bunlar karşısında durulması gerekir.

Dikkatlerin bu iki soruna çekilmesi bizlere şu iki önemli hususu ifşa etmektedir: Birincisi, paranın varlığı ve maddi bolluk, kesinlikle onurlu bir hayat demek değildir. İşte Kuveyt, geçen sene 35 milyar dolar ve bu senenin sonunda ise 11 milyar dolar tutarında bütçe fazlalığı verdi. Bu da ülkenin muazzam paralara sahip olduğu ve sorunların çözümünde aciz kalmasının mali olmadığı anlamına gelmektedir. Buna rağmen sorunlar çözüm ümidi olmaksızın peş peşe ortaya çıkmakta ve insanları susturmak için orası burası yamalanarak yetinilmektedir. Dolayısıyla sorun, kesinlikle paranın varlığında değildir. Bilakis bu paranın harcanmasını düzenleyen nizamdadır.

Bir husus budur. Bu iki sorunun ortaya çıkmasıyla birlikte açığa çıkan diğer husus ise, ister yasama isterse yürütme organı denilen şey olsun demokrasinin araçlarının oynadığı rol ve bu her iki organın da insana değer verip onun kurtarılması için köklü bir çözüm getirmeksizin uzlaşmak için bu sorunları istismar etmeleridir. Bu ise yeni bir husus değildir. Zira sağlık, eğitim, elektrik, su ve konut gibi ülkenin on yıllardır süregelen sorunlarını incelediğimizde tek bir gerçeğe ulaşırız ki o, sorunlarımızın demokratik sistem tarafından saptanması ve onun araçlarından çözüm beklenilmesi başımıza hastalıklardan, pisliklerden ve kirlenmelerden başka bir şey getirmeyecektir.

Oysa bizlere yaraşan sırf Allah'ın şeriatının tatbik edilmemesinin mülahaza edilmesi sonucunda sıkıntılı hayata parmak basmaktı. Ancak lüks maddi yaşam bizleri; hastalıklar kapacak, zehirli gazları teneffüs edecek, sokaklarımızda pislikler zuhur edecek ve hala sorunun mecliste mi yoksa hükümette mi olup olmadığını sorgulayacak derecede inhitata maruz bıraktı ve meclis ile hükümetin arasında birer oyuncak olmayı kabullenerek Allah [Subhânehu ve Te'alâ]'nın şu kavlini unuttuk:

وَمَنْ أَعْرَضَ عَن ذِكْرِي فَإِنَّ لَهُ مَعِيشَةً ضنكاً "Her kim de zikrimden (dinimden) yüz çevirirse, şüphesiz onun sıkıntılı bir hayatı olur." [Tâ-hâ 125]

Ve şu kavlini:

وَأَلَّوِ اسْتَقَامُوا عَلَى الطَّرِيقَةِ لأَسْقَيْنَاهُم مَّاء غَدَقاً "Şayet doğru yolda gitselerdi elbette onlara bol su verirdik." [Cin 16]

Dolayısıyla İslam'dan başkasına muhakeme olup sorunlarımızı demokrasinin kucağına attığımız sürece zinhar sıkıntıdan ve inhitattan başka bir şey görmeyeceğiz. Binaenaleyh bizler Hizb-ut Tahrir / Kuveyt olarak her ne olursa olsun sorunlarımızın hayatı tanzim edecek, onu temizleyecek, Müslümanların servetlerini yağmadan, hırsızlıktan ve rüşvetten uzak bir şekilde Allah'ın emrettiği gibi harcanan bereketli bir servete dönüştürecek Raşidi Hilafet'i ortaya çıkaracak olan İslam'dan başka bir çözümü olmadığını teyit ederiz.

 

Devamını oku...

AKP Gibi Demokratik Hükümetlerden Çözüm Beklemek Abesle İştigaldir!

  • Kategori Türkiye
  •   |  

İşgal ettiği Irak'tan çekilme hazırlığı yapan ve çekilmesiyle ortaya çıkacak boşluğu Türkiye'nin katkısıyla doldurma ve bu yolla Irak üzerindeki kontrolünü sürdürmek isteyen Amerika'nın stratejisinin bir gereği olarak PKK'yı tasfiye etmek isteyen AKP hükümetinin önce "Kürt Açılımı" sonra "Demokratik Açılım" ardından da sözde "Milli Birlik ve Beraberlik Projesi" adı altında başlattığı açılıma, ordu içerisindeki İngiliz yanlısı laik unsurlar ve onların sivil uzantılarından gelen sert tepkiler üzerine Türkiye, özellikle doğu illerinde işyerlerinin yakıldığı, kamu mallarına zarar verildiği, kanların akıtıldığı bir takım şiddet olaylarına sahne oldu. Bunların içerisinde en dikkat çekicisi İstanbul'un Dolapdere semtinde üç kişinin silah çekip insanların üzerine ateş etmesi ve bunlardan birisinin kameraların karşısına geçerek gayet serinkanlı bir şekilde yaptığı şu açıklamasıdır: "Bana para verdiler, git sık dediler, ben de sıktım... Ben sokakta gezen bir çöpçüyüm..."

Bu olay ve Türkiye'de işsizlik sayısının 3 milyon 429 bin olduğu göz önüne alındığında insanların nasıl bir güvensizlik,çaresizlik ve refah bunalımı içerisinde oldukları ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla Amerika'nın dayatması sonucunda AK Partinin ürettiği projeler, İngiliz yanlısı laiklerin karşı hamleleriyle birlikte ülkeyi bir kaosun içerisine sürüklemiş, insanları birbirine düşürmüştür. Bütün bu olaylar sonrasında Başbakan Erdoğan'ın hala "İnadına demokrasi, inadına milli birlik projesi" demesi dalalet içerisinde olduklarını göstermektedir.

فَوَيْلٌ لِّلْقَاسِيَةِ قُلُوبُهُم مِّن ذِكْرِ اللَّهِ أُوْلَئِكَ فِي ضَلالٍ مُبِينٍ            "Allah'ın zikrine kalpleri kapalı olanlara yazıklar olsun! Gerçekten onlar apaçık bir dalalet içerisindedirler." [ez-Zumer 22]

AKP hükümeti, tüm bunların yanı sıra iktidara geldiği günden beri Müslümanları her alanda hüsrana uğratmıştır. Zira üniversitelerde başörtüsü takılması meselesini "Başörtüsü bizim namus meselemizdir" diyerek halledeceğini ağzına pelesenk yapan AK Parti, iktidara geldiğinde İslam'ın bir emri olduğu için değil de Amerika'nın tüm İslam ülkelerine pazarlamaya çalıştığı demokrasi ve özgürlüklere ilişkin olarak bir yasa çıkarmış ancak İngiliz yanlısı laiklerin ciddi tepkisini görünce birden bire çark ederek "Bizim gündemimizde başörtüsü sorunu yok" diyerek Amerikan stratejisi gereği laikleri rahatlatmayı, Müslüman kızların tacı olan başörtüsüne tercih etmiş ve nihayet başörtüsüne ilişkin yasa Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmiştir.

Geçmişteki tüm hükümetler gibi AK Parti hükümeti de işsizlik sorununu halledeceğini söylediği halde son gelinen noktada işsizlik oranı daha da artmış ve işsizlerin sayısı 3 milyon 429 bin gibi devasa bir rakama ulaşmıştır. Hükümetinin her beceriksizliğine bir kulp takmayı alışkanlık haline getiren Başbakan Erdoğan, "Amerika'da da işsizlik var" diyerek bu acı gerçeği örtme ve çarpıtma yoluna gitmiştir.

Terörle mücadele adı altında Afganistan'ı işgal eden ve sekiz yıldır oradaki Müslümanları katleden terörün başı Amerika'ya karşı Müslüman Türk ordusunu harekete geçirmesi gereken AK Parti hükümeti, NATO üyeliği adı altında Afganistan'da asker bulundurmaktan gurur duymaktadır ve Amerika'nın Afganistan'a yönelik stratejisini desteklediklerini en üst düzeyde dile getirerek Afganistan'daki Müslümanların kanayan yarasına tuz basmıştır.

Doğalgazın neredeyse yüzde yüze yakınını ithal eden bir Türkiye ile karşı karşıya iken sanki ümmetin maslahatına bir proje geliştirmişçesine Nabucco Projesi'ne destek veren AK Parti hükümeti, alacağı üç beş kuruş kira bedeli karşılığı başta Amerika olmak üzere Batılı devletlerin çıkarına hizmet edecek olan bu projeyi tüm gücüyle sahiplenmiş ve Türkiye'yi sömürgeci kafirlerin yol geçen hanına çevirecek olan bu projenin ilk adımının Türkiye'de atılmasını bir başarı olarak görmüştür.

Amerika'nın Orta Asya politikasına hizmet edecek olan Ermenistan sınır kapısının açılması noktasında AK Parti hükümeti, bir avuç Ermeni karşısında zillete düşmüş ve ümmete karşı bu acziyetini örtmek için de küresel aktör oluyoruz hayallerini dile getirmiştir.

İngiliz nüfuzunu yok etmek ve kendi nüfuzunu daha etkin kılmak için Amerika'nın Kıbrıs'a yönelik projelerini hayata geçirmek için canla başla çalışan AK Parti hükümeti, burasının stratejik nadide bir İslam beldesi olduğunu belki de hiç bilmemiştir zira Amerika'nın hazırladığı Annan planını uygulamak için gösterdiği aktiflik bunun en bariz göstergesidir.

İktidara geldiği günden bu yana ümmetin maslahatına bir şey yapmayan AKP, Amerikan projelerini hayata geçirmek için kendisini paralamaktan hiç geri durmamıştır. Bizler Hizb-ut Tahrir (Kurtuluş Partisi) olarak biliyoruz ki; İslami ümmeti, kokusu burun direğini sızlatan kokuşmuş demokrasi, özgürlükler ve insan hakları gibi küfür fikirlerinden ve ajan yöneticilerin köle ruhlu politikalarından kurtarıp dünyanın efendisi konumuna getirecek olan Hilafet Devleti'ni ikame etmek için gecesini gündüzüne katarak çalışan ümmetin muhlis evlatlarından oluşan Hizb-ut Tahrir şebabını zindanlara atan bu hain yöneticilerden elbette başka bir şey beklenmez. Ancak bu kadar zillet ve hıyanet içerisinde olduklarını bildikleri ve yakinen gördükleri halde medya kuruluşlarının, yazarların, akademisyenlerin, bürokratların, hele hele de İslami kisveye bürünenlerin bu yöneticilere destek vermesi gerçekten şaşılacak bir durumdur!

Ey Türkiye'deki Müslümanlar!

Hilafet Devleti'nin yıkılıp yerine laik (dinsiz) Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulmasından bu yana mevcut AKP hükümeti de dahil iktidara gelen tüm demokratik hükümetler, koltuklarını korumak adına sürekli sömürgeci kafirlerin planlarını hayata geçirmek üzere çaba harcamışlar ve onların planlarını uygularken de ümmetin servetlerinin heba olmasına, kanlarının heder edilmesine, İslami değerlerin çiğnenmesine hiç aldırış etmedikleri gibi sömürgeci kafirlerin ajanı oldukları gün yüzüne çıkmasına rağmen ümmetin karşısında pişkin pişkin sömürgeci kafirlerin politikalarını uygulamaya devam etmişlerdir. O halde bu mazarrat yöneticileri ve onların kokuşmuş demokratik hükümetlerini alaşağı edip geçmişte olduğu gibi Hilafet Devleti gölgesinde sizleri tekrar Kürdüyle, Türküyle, Arabıyla akide kardeşi yapacak olan İslam nimetini hatırlayınız!

وَاعْتَصِمُواْ بِحَبْلِ اللّهِ جَمِيعًا وَلاَ تَفَرَّقُواْ وَاذْكُرُواْ نِعْمَتَ اللّهِ عَلَيْكُمْ إِذْ كُنتُمْ أَعْدَاء فَأَلَّفَ بَيْنَ قُلُوبِكُمْ فَأَصْبَحْتُم بِنِعْمَتِهِ إِخْوَانًا "Hep birlikte Allah'ın ipine (İslam'a) sımsıkı sarılınız, parçalanmayınız. Allah'ın size olan nimetini hatırlayın. Hani siz birbirinize düşman idiniz de O, kalplerinizi birleştirmiş ve O'nun nimeti sayesinde kardeşler olmuştunuz." [Âl-i İmran 103]

Sizler de çok iyi biliyor ve şahit oluyorsunuz ki Hizb-ut Tahrir (Kurtuluş Partisi) bu lezzeti sizlere tattırmak için sizin içinizde, sizinle beraber tüm gücüyle çalışmakta ve Allah'ın izniyle nusretin çok ama çok yakın olduğuna inanmaktadır. O zaman haydi gelin sizler de bu hayır kervanına katılıp destek verin ki sömürgeci kafirlere ve onlara uşaklık yapan bu hain yöneticilere İslam akidesinin gücünü gösterelim ve onlara Hilafet Devleti'nin heybetini yakinen hissettirelim.

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ اسْتَجِيبُواْ لِلّهِ وَلِلرَّسُولِ إِذَا دَعَاكُم لِمَا يُحْيِيكُمْ "Ey iman edenler! Allah ve resulü, sizi size hayat verene davet ettiği zaman icabet ediniz." [el-Enfal 24]

Devamını oku...

"Şeffaf" Olsa Dahi Seçimlerden Sakınınız!

  • Kategori Irak
  •   |  

Nihayet... 11.08 Pazar akşamı karşılıklı sürtüşmeler sona erdi, çıkarlar savaşı son buldu ve milletvekillerinin geneli Kerkük sorununa dair sözde bir çözüm ve bu muzdarip halkın yaralarını iyileştirici bir merhem olarak yansıtılan "açık listeyi" içeren yeni seçim kanununun onaylanması üzerinde anlaştılar. Olayların gidişatını inceleyen bir kimse, medya gürültüsünün ve ondan fazla oturum boyunca ardışık hataların ardından dün kanunun kolayca onaylanması karşısında oldukça şaşırır. O halde bunun sırrı nedir?

"Menfaatçiler" diyorlar ki: Bu, halkın milletvekillerinin özgür iradesidir. Zira kabul eden etmeyen herkes kazançlı! Vallahi yalan söylüyorlar... Zira sır ifşa olmuştur ki o, Amerikan büyükelçisi ile ajanı "Laricani'nin" uyguladığı büyük baskıdır. Dolayısıyla bu baskı sayesinde "düşman kardeşlerin" kalpleri birleşmiştir.

Musibet, ne milletvekillerinin aciz kalmasıdır ne sizlerin duygularıyla oynamalarıdır ne de sizlere verdikleri sözleri inkar etmeleridir. Bilakis daha beter ve acı olanı yakın gelecekte önümüzdeki "dönemin" küresel yatırım şirketlerine bu azim beldenin servetlerini yağmalamalarına imkan verecek ve yeni işgal "hükümetini" tanıyacak olmasıdır... Bu ise Irak'a isabet etmiş salgın bir şerdir ki sizleri zulmün, fakirliğin ve fesadın sıkıntısını çekmeye terk edecektir.

Ey Müslümanlar!

Hizb-ut Tahrir, kurulmasından beri Allah'ın kitabı ve Resulü [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in sünnetinin hidayetine göre aydınlatmak üzere ümmeti gözetme, hayrı ve izzeti hususunda ona nasihat etme ve ona karşı kurulan komploları ifşa etme sorumluluğunu yüklenmiştir. Bu noktadan hareketle sizlere seçimler hakkında şu iki hususu açıklamak isteriz:

Birincisi: Seçimlerin Vakıası ve Şeri Hükmü

Lügatte seçim: Seçmek ve ihtiyardır... Hakikatte ise: Vekalet ve temsildir. Dolayısıyla insanlar, muayyen bir iş için bir şahsı seçtiklerinde bu işi gerçekleştirmede onu kendilerine vekil veya temsilci olarak atamış olmaktadırlar. O halde yöneticiyi seçip ona biat ettiklerinde ise yönetim ve otorite hususunda onu kendilerine vekil tayin etmiş olmaktadırlar. Parlamentoda birisini seçtiklerinde ise görüş bildirmede veya bir maslahatlarını gerçekleştirmede onu kendilerine vekil tayin etmiş olmaktadırlar. Seçim, şahadet değildir. Çünkü şahadet, ne bir kimseyi görevlendirme ne de ona vekalet vermektir. Bilakis şahadet, bildiklerini haber vermedir.

Binaenaleyh seçim hakkındaki şeri hüküm, "vekalet" hükmünü alır. Dolayısıyla bir araba alımı veya bir ev satışı gibi helal olan bir amel hususunda vekalet verildiği zaman vekalet verme helal olur. Ancak içki satışı veya faiz muamelesi gibi haram olan bir amel hususunda vekalet verildiği zaman vekalet verme haram olur.

İkincisi: Seçimlere Katılmanın Hükmü:

Gerek "aday" gerekse "seçmen" olarak önümüzdeki seçimler hakkındaki şeri hükmü bilmek, yasama meclisinin veya "parlamentonun" yaptığı işleri bilmeyi gerektirir ki böylece bu işte vekaletin caiz olup olmadığını görmüş olalım. İşte sizlere parlamentonun yaptığı en önemli işler:

1. Anayasa yapmak, onu onaylamak, yürütme ve yargı otoritelerini bağlayıcı kanunlar çıkarmaktır ki bunlar parlamentonun yaptığı en tehlikeli işler sayılır. Herkes bilmektedir ki Irak anayasasını dayatan mevcut işgaldir. O halde o, batıl bir anayasadır. Çünkü o, dini hayattan, devletten ve toplumdan ayırma esasına dayanan küfür akidesinden kaynaklanmıştır. Dolayısıyla onu onaylamak da kabul etmek de ona sessiz kalmak da haramdır. Allahuteala şöyle buyurmuştur:

وَأَن احْكُمْ بَيْنَهُمْ بِمَا أَنزَلَ اللَّهُ "Aralarında Allah'ın indirdikleri ile hükmet!" [el-Mâide 49]

Ve şöyle buyurmuştur:

إِنِ الْحُكْمُ إِلاَّ لِلّهِ "Muhakkak ki hüküm ancak Allah'a aittir." [Yûsuf 40]

Oysa demokrasi, İslam hükümlerinin tatbik edilmesini yasaklamakta ve insan aklıyla hükmetmektedir.

2. Allah'ın inzal ettikleri ile hükmetmeyen bir devlet başkanını veya başbakanı seçmek şeran haramdır. Çünkü bu, kendilerine küfür hükümleri ile hükmetmesi için halk tarafından ona verilmiş bir vekalettir. Allahuteala şöyle buyurmaktadır:

وَمَنْ لَمْ يَحْكُمْ بِمَا أَنزَلَ اللَّهُ فَأُوْلَئِكَ هُمْ الْكَافِرُونَ "Her kim Allah'ın indirdikleri ile hükmetmezse (yönetmezse), işte onlar kâfirlerin ta kendileridir." [el-Mâide 44]

3. Anayasa esasına binaen hükümete güvenoyu vermek veya geri çekmek; küfür nizamlarına rıza göstermek, günah üzerinde yardımlaşmak ve zalimlere destek vermektir ki bunların hepsi şeran haramdır. Allahuteala şöyle buyurmaktadır:

أَفَحُكْمَ الْجَاهِلِيَّةِ يَبْغُونَ وَمَنْ أَحْسَنُ مِنَ اللّهِ حُكْمًا لِّقَوْمٍ يُوقِنُونَ "Yoksa onlar cahiliyye hükmünün mü peşindeler? Akleden bir toplum için Allah'tan daha güzel hüküm veren kim olabilir?" [el-Mâide 50]

4. Anlaşmalar ile muahedeleri onaylamak ve bunun Müslümanların geleceklerine hakim olmanın en güçlü yolu olup kafir devletlere, ülkelerin işlerine müdahale etme ve ülke insanları fakirlik, mahrumiyet ve işsizlik sıkıntısı çekerken onlara servetlerini yağmalama imkanı verdiği aşikar bir husustur ki Allah, bunların hepsini haram kılmıştır. Allahuteala şöyle buyurmaktadır:

وَلَن يَجْعَلَ اللّهُ لِلْكَافِرِينَ عَلَى الْمُؤْمِنِينَ سَبِيلاً "Muhakkak ki Allah, Kâfirler için Mü'minler aleyhine asla bir yol (egemenlik) kılmayacaktır!" [en-Nîsa 141]

5. İslami şeri kanunlar olması halinde kanunları ihsan ile tatbik etmesi hususunda hükümeti muhasebe etmek şeri bir vecibedir. Bu da marufu emretmek ve münkerden nehyetmek babındandır. Ancak bu kanunlar, -mevcut vakıada olduğu gibi- beşeri kanunlar olup hükümeti muhasebe etmenin referansı olursa, yani hükümet, bu kanunlardan hayır ve bereket umarak bağlanır ve bu beşeri kanunlara muhalefet eder veya tatbikinde ihmalkarlık gösterirse onun muhasebesi beşeri kanunların tatbikinde ihmalkarlık gösterilmesinden ötürü olur! Dolayısıyla bu, küfrün tatbikine rıza göstermek ve onu talep olur ki bu da Müslümanın haram olduğunda şüphe etmemesi gereken bir husustur.

Binaenaleyh gerek "aday" gerekse "seçmen" olarak bu seçimlere katılmak şeran haramdır. Çünkü bu, Allahuteala'nın haram kılığı hususlarda vekalet vermektir. Yani ülkeyi, tağut hükmü olan demokratik sistem ile yönetecek kişilere vekalet vermektir. Oysa demokrasi bir küfür sistemidir. Çünkü yasama yetkisini Allahuteala'nın yerine beşere vermesinin yanı sıra ülkeyi ve insanları musibetlere ve felaketlere sürükleyecektir.

Ey Irak'taki Müslümanlar!

İşgalci kafirin beldemize girdiği ilk günden beri sizlere nasihat etmeye sadık kaldık ve meydana gelen tüm olaylar hakkındaki şeri hükmü açıkladık. İşte bugün de Allahuteala'nın şu kavline itaat ederek sizlere hatırlatmada bulunuyoruz:

وَذَكِّرْ فَإِنَّ الذِّكْرَى تَنفَعُ الْمُؤْمِنِينَ "Hatırlat! Şüphesiz ki hatırlatma, müminlere fayda verir." [ez-Zâriyât 55]

Ve de Allah'ın kelimesinin en yüce, kafirlerin kelimesinin ise en alçak olması için Nübüvvet Minhacı Üzere Raşidi Hilafeti kurarak İslami hayatı yeniden başlatmak amacıyla uzun zamandan beri çalışan mümin guruba Allahuteala'nın vaat ettiği nusretine izin verinceye kadar buna devam edeceğiz. O halde sizleri, küfrün, demokrasinin, laikliğin karanlıklarından ve sahteliğinden uzak net bir şekilde samimice çalışmaya davet ediyoruz.

قُلْ هَـذِهِ سَبِيلِي أَدْعُو إِلَى اللّهِ عَلَى بَصِيرَةٍ أَنَاْ وَمَنِ اتَّبَعَنِي وَسُبْحَانَ اللّهِ وَمَا أَنَاْ مِنَ الْمُشْرِكِينَ "De ki: İşte benim yolum budur. Ben, bana tabi olanları basiret üzere Allah'a davet ederim. Allah'ı (noksan sıfatlardan) tenzih ederim ki ben müşriklerden değilim." [Yusuf 108]

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER