Çarşamba, 01 Rebiu’l Evvel 1446 | 2024/09/04
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

Bir Sorunun Cevabı

Soru: Batı Türkistan'daki [Orta Asya: Kırgızistan, Özbekistan, Tacikistan, Kazakistan ve Türkmenistan] siyasi durumun değişken bir durum olduğu mülahaza edilmektedir. Zira bazen bu yöneticilerin Rusya'nın şemsiyesi altında iken bazen de Amerika'ya doğru hareket ettiklerini görmekteyiz... Ve hakeza. O halde bu cumhuriyetlerdeki mevcut siyasi durumun açıklanması mümkün müdür? Allah sizi hayırla mükafatlandırsın.

Cevap:

Orta Asya'daki siyasi durumun detaylarına ve değişkenliklerine girmeden önce şu hususların idrak edilmesi gerekir:

1. 1991 yılında eski Sovyetler Birliği dağılıp cumhuriyetlere parçalanınca Rusya, kendi böğründe olmalarından dolayı bu cumhuriyetler ile sağlam bir bağlantının devam ettirilmesinin kaçınılmaz olduğunun farkında idi... Böylece ilk etapta bunları "Bağımsız Devletler Topluluğu" [BDT] denilen örgüt altında toplamaya yöneldi. Ancak bu devletlerin çoğu bu topluluktan ayrıldı ve üç Baltık ülkesi gibi bazıları da ilk etapta ona dahil olmadı... Ardından "Şanghay", ardından Ortak Güvenlik, ardından Kolektif Güvenlik ardından da Acil Müdahale Gücü örgütüne yöneldi...

Aynı şekilde Rusya, Sovyetler Birliği döneminde bu cumhuriyetlerde oluşturduğu sütunlarından da yardım aldı ki bunların en belirgin olanları şunlardır:

a. Sovyetler Birliği'nin, Rus sakinlerinden Orta Asya cumhuriyetlerine taşıdığı kişilerin bu cumhuriyetlerde "birer Rus kolu" olarak kalmasıyla özellikle buralarda ortaya çıkarttığı nüfus değişimi...

b. Bu cumhuriyetlerde konuşlanmış olan ve hepsini çekmeyip bazısının Orta Asya cumhuriyetlerinde kalmaya devam ettiği Rusya'nın nüfuz merkezleri ve ileri karakolları olan Rus üsleri.

c. Bu cumhuriyetlerde özellikle de geniş alana sahip olması nedeniyle Kazakistan'da gerçekleştirilen nükleer ve füze deneme sahaları.

d. Doğalgaz ve petrol hatları gibi bu devletlerle olan bazı ekonomik bağlantıları.

2. Her ne kadar Sovyetler Birliği'nin dağılması Komünist Partisinde bir nevi çöküntü oluşturmuş ve onu yönetimden uzaklaştırmış olsa da Komünist Partisinin eski liderleri Orta Asya cumhuriyetlerinde yöneticiler olarak kalmaya devam etmişlerdir. Yani bu cumhuriyetlerdeki otoritelerin, Sovyetler Birliği'nin yok olmasından sonra bile İslam ve onun için çalışanlarla savaşagelmesi için habis bir planlama sayesinde Sovyetler Birliği dönemindeki yöneticiler yönetimde kalmaya devam ettiler. Bu da İslam'ın bu cumhuriyetlerde etkin bir şekle yayılmasından, İslam esası üzerine birleşmelerinden, İslam'la hükmetmelerinden ve onun yolunda cihat etmelerinden duyulan korku nedeniyledir...

Hakeza Orta Asya, Rusya ve Amerika açsından hayati bir çıkar ve stratejik bir bölge olmasından dolayı aralarındaki çatışma sakinleşir sakinleşmez yeniden hareketlenmektedir. Bu nedenle taraflardan her birinin kullandığı etkin güçlere göre nüfuzun ve bölge yöneticilerinin ajanlık yönlerinin zaman zaman değişmesi şaşırtıcı değildir:

-Burada eski sütunları olan Rusya'ya gelince: Bu cumhuriyetlerde Rus nesli olarak isimlendirdiğimiz geçmişte oluşturduğu nüfus değişiminin yanı sıra eski üsleri ve ekonomik ilişkileri vardır...

-Amerika ise bu ülkelere sunduğu cömert havucun, yani mali yardımların yanı sıra bu devletlere Rusya'nın kendilerini korkutacak büyük bir devlet olmadığını telkin etmekte ve onları koruyacağını vaat etmektedir...

-Bu, bölgedeki Rusya ile Amerika arasındaki sıcak çatışma açısındandır.

-Diğer yöne gelince; yöneticilerin İslam'a ve İslam için çalışanlara karşı adavetleridir ve bu da çatışma taraflarının üzerinde ittifak ettikleri bir husustur.

Artık bu cumhuriyetlerin siyasi vakıasını arz edebiliriz:

1. Kırgızistan: Bakiyev'in 2005 yılında Rusya'nın desteğiyle yönetime nasıl geldiğini, ardından 23.07.2009'da yapılan son seçimlerde yönetimini nasıl yenilediğini, Amerika'nın rızası olmadığı halde Rusya'nın ona açık bir şekilde nasıl destek verdiğini biliyoruz. Zira Bişkek'teki Amerikan Büyükelçisi şöyle bir beyanatta bulunmuştur: "Birleşik Devletler, devlet başkanlığı seçimleri ve sonuçları hususunda birçok gözlemcinin dile getirdiği endişeleri paylaşmaktadır. Oylama sürecinde bazı olumlu yönler görülürken Birleşik Devletler, bağımsız gözlemci gurupların ilk gözlemleriyle birlikte Kırgızistan Cumhuriyeti'nin seçimlerde uluslararası yükümlülüklerin büyük bir kısmını yerine getirmediğini görmektedir." Açıklamasında, "Kırgızistan Cumhuriyeti'ne, seçim kanunlarını seçim sürecinin tamamında uluslararası yükümlülüklere göre kesin olarak uygulaması" çağrısında bulundu. [AFP / 02.082009] Oysa bu sırada Rusya, Bakiyev'in seçilmesini tebrik etmiş ve Rusya Devlet Başkanı Dimitri Medvedev, 31.07.2009'da Kırgızistan'a bir ziyarette bulunarak 02.08.2009'da yeni devlet başkanlığı görevini resmen üstlenmeden önce kendisini kutlamak ve desteklediğini ilan etmek üzere bir araya gelmiştir. Rus Devlet Başkanının Kırgızistan'a yönelik bu ziyaretinin, Kolektif Güvenlik Örgütü'nün Kırgızistan'ın "Çolpon-Ata" şehrindeki konferansı çerçevesinde gerçekleştiği ilan edilmiştir. Nitekim "Rusya Bugün" internet sayfasında, 01.08.2009'da, "Rusya Devlet Başkanı Medvedev'in, 01.08.2009 Cumartesi günü Çolpon-Ata şehrinde Kırgız topraklarında Rus teşkilatlarının bulunmasını ve bir Rus ek birliğinin bu ülkeye konuşlandırılmasını düzenleyen ikili yasal sözleşme ilişkileri temelinin geliştirilmesi ve iyileştirilmesi çerçevesinde bir belge imzaladığını, ayrıca bu belgenin Rus ve Kırgız askerlerine ait ortak bir eğitim merkezinin inşa edilmesini de belirttiği" geçmiştir. Yine söz konusu sitede şöyle geçmiştir: "İki devlet başkanı, Güney Kırgızistan'da 49 yıllığına 25 yıl uzatılabilir Acil Müdahale Güçlerine bağlı askeri bir üssün inşa edilmesine ilişkin bir anlaşmanın hazırlanması ve imzalanması üzerinde anlaştılar." Ve şöyle geçmiştir: "Bakiyev, gelecek kasım aynın öncesinde imzalanması gereken bu anlaşmanın ülkedeki Rus askeri varlığını tamamıyla belirleyeceğine dikkat çekmiştir."

Bakiyev'in, kapatmakla tehdit etmesinin ardından Amerikan hava üssü Manas'ın kiralama sözleşmesini uzatmayı yenilemesine gelince; onun Rusya'dan uzaklaşıp Amerika'ya yöneldiğini göstermez. Bilakis bu, Kırgızistan'daki yandaşlarını bir bütün olarak yönetime karşı harekete geçirmemesi için Amerika'yı hoşnut etme adına Rusya'nın izniyle gerçekleşmiştir. Zira onlar, yönetimin "huzurunu" kaçırmaya, dolayısıyla Kırgızistan'da bulunan bizzat Rusya'nın üslerini etkilemeye muktedirdiler. Bunun açıklığa kavuşması için üssün hikayesini baştan zikredeceğiz:

Bakiyev, Amerikan hava üssü Manası kapatmaya kalkışmıştır. Zira bu yılın geçen şubat ayında Kırgızistan Devlet Başkanı Kurbanbek Bakiyev, Moskova'da Manas üssünü kapatacağını açıklamıştır. [Routers / 12.02.2009] Nitekim bunu şu sözüyle daha açık bir şekilde ifade etmiştir: "Geçen üç yıl boyunca üssün kirasının arttırılması konusunu ileri gelen Amerikalı yetkililerle birlikte şahsen ben gündeme getirdim. Onlara, fiyatların değiştiğini, Kırgızistan'ın mali durumunun zorda olduğunu ve anlaşma maddelerini yeniden gözden geçirmemiz gerektiğini ifade ettim." Ve şöyle ekledi: "Sürekli olarak bize tamam güzel deyip senelerce bunu tekrarlayıp duruyorlar. Ancak ne zamana kadar bekleyebiliriz. Biz, saygı duyulması gereken egemen bir devletiz." [Routers / 12.02.2009]

Bundan da hem Kırgızistan'daki rejim sorununun para koparmak olduğu hem de Amerikalılara tevessül ettiği halde üç sene boyunca Bakiyev'e hiç değer vermedikleri anlaşılmaktadır. Nitekim Bakiyev'in partisinin hakimiyeti altındaki Kırgız parlamentosu, bu üssün Amerikalıların yüzüne kapatılması kararı almış ve bu karar doğrultusunda çekip gitmeleri için Amerikalılara 180 gün süre vermiştir. Bu süre dolmadan önce geçen temmuz ayının ortalarında ise taraflar arasında bir anlaşmaya varıldığı ilan edilmiştir. Zira Kırgızistan'ın başkenti Bişkek'teki Amerikan Büyükelçiliğinin, bu anlaşmaya ilişkin olarak yayınladığı beyanatta şöyle geçmiştir: "Birleşik Devletler hükümeti ve Kırgızistan Cumhuriyeti, hava üssü Manas'ın kullanılması sonucuna varılması hakkındaki müzakerelerinin başarıyla sonuçlandığını ilan ederler." [el-Cezira / 15.07.2009] Ayrıca üssün kirasının 17 milyon dolardan 150 milyon dolara yükseltildiği ifade edilmiştir! Gerçekte ise üssün daha önceki asli kirası "17 milyon dolar olup 133 milyon dolarlık yardımlarla birlikte yıllık toplam 150 milyon doları bulmaktaydı." Böylece yeni anlaşmaya göre "asli kira 60 milyon dolar olup 90 milyon dolarlık yardımlarla birlikte yıllık toplam 150 milyon dolar olmuştur." Yani kira meselesinde hiçbir şey değişmemiş sadece Kırgızistan'a verilen mali ve mali olmayan yardımlar kelimesi kira olarak belirtilmiştir. Bu da Kurmanbek'in güya kendisine saygı duyulmasını ve devletinin saygın bir egemenliği olduğunu göstermek isteyen bir devlet başkanı olması itibarıyla yüzsuyunu kurtarması içindir!! Nitekim New York Times gazetesi, 24.07.2009'da Bakiyev'in davranışlarına ilişkin olarak yukarıda belirttiğimiz hususları şöyle ifade etmiştir: "Kırgızistan ve Birleşik Devletler hükümetlerinin geçenlerde Amerikan hava üssü Manas'ın kullanılmasının uzatılmasına dair imzaladıkları anlaşma, üssün kapatılmasına ilişkin önceki kararından cayan Kırgız hükümetinin yüzsuyunu korumanın bir aracı olmaktan öte bir şey değildir." Bunun arkasında Rusya vardır. Zira yeni anlaşmanın ilan edilmesi, Amerika Başkanı Obama ile Rusya Devlet Başkanı Medevedev'in 06-08.07.2009'da görüşüp Rusya'nın, Amerikan ve NATO ikmallerinin Rusya ve müttefiklerinin topraklarından geçişine izin verilmesine muvafakat etmesinden sonra olmuştur. Rusya, Kırgızistan'daki "Kant" üssünden dolayı kaygı duymaktadır. Zira Rusya, Amerika'nın oradaki üssüne muvafakat etmemesi halinde Amerika'nın, Kırgızistan'daki çıkarlarını güvence altına alan Bakiyev rejimini devirme uğraşısı içerisine girerek karışıklık çıkarmasından ve renkli devrimler gerçekleştirmesinden kaygı duymaktadır.

İşte tüm bunlar, Bakiyev'in Rusya yanlısı olduğunu ve Amerikalıların Manas hava üssünü Afganistan'daki Müslümanlara yönelik operasyonlarında kullanmalarını sürdürmelerine izin vermesinin nedeninin geçmişte selefi Asker Akayev'e yaptıkları gibi kendisini devirmek üzere harekete geçmemeleri için Amerikalıları hoşnut etmekten öte bir şey olmadığını göstermektedir. Bu da Amerika'nın Bakiyev'i önce huzursuz edip ardından da devirmeye çalışmasından duyduğu kaygıdan dolayı Kırgızistan'daki varlığını ve nüfuzunu korumak amacıyla Rusya'nın muvafakatiyle olmuştur.

Rusya ile Amerika arasındaki bu çatışmanın nedenine gelince; Kırgızistan'ın Orta Asya'daki önemli stratejik konumundan dolayıdır. Zira Kırgızistan'ın 858 km uzunluğunda Çin'le sınırı vardır. Dolayısıyla Amerika, Kırgızistan'ı eline geçirdiğinde Çin sınırına konuşlanmış olacaktır. Dolayısıyla da Çin'e ve bölgenin tamamına karşı çalışması bakımından Amerika açısından Kırgızistan son derece büyük öneme sahiptir. Nitekim kalıcı olarak 1000'den fazla Amerikan askerinin bulunduğu Manas'taki üssü, 2001 yılından bugüne kadar Afganistan'daki Müslümanlara karşı savaşında bir ana merkezdir ve Manas üssünde ne olup bittiği hususunda Kırgız hükümeti hiçbir şey bilmemektedir. Çünkü anlaşma, Kırgız denetçilerinin veya gözlemcilerinin veya bunların dışında başka bir kimsenin üsse girmemesini ve üsse girip çıkan Amerikan kargolarından hiç birini denetlenmemesini belirtmektedir. Manas üssü, Kırgız gözetimden tamamen uzak olup dolayısıyla Rus gözetiminden de uzaktır. Nitekim "Rusya Bugün" internet sayfası, Medvedev'in Kırgızistan ziyaretini ve Bakiyev ile imzaladığı askeri anlaşmalar konusunu aktarırken 31.07.2009'da şunları ifade etmiştir: "Kırgızistan, Orta Asya bölgesinde önemli ve ayrıcalıklı bir stratejik konuma sahiptir ve uzun yıllar Batı devletleri ile Rusya'nın çıkarlarının kesişme noktası ile karakterize olmuştur." Yani orada başta Amerika olmak üzere Rusya ile Batılı devletler arasında bu stratejik nokta üzerinde bir çatışma vardır. Nitekim geçenlerde Amerikan Merkezi Kuvvetler Komutanı General David Petraus, biri Kırgızistan ve diğer ikisi Türkmenistan ve Özbekistan olmak üzere üç Orta Asya devletini ziyaret etmiştir. Rus "Novasti" haber ajansı, 20.08.2009'da bazı gözlemcilerin, "Bu ziyareti, yani General Petraus'un ziyaretini başarılı bir ziyaret şeklinde tanımladıklarını ifade etmiştir. Zira bu üç başkentin yetkilileri, Birleşik Devletler temsilcilerine Washington ile işbirliğini geliştirmek istediklerini teyit etmişlerdir." Dolayısıyla bu ziyaret, kendilerini kazanmak ve buralarda Amerikan varlığını güçlendirmek girişimi çerçevesinde Kırgızistan da dahil bu ülkelerdeki ciddi Amerikan etkinliğinin bir parçasıdır. Her ne kadar Kırgızistan Devlet Başkanı Bakiyev, Amerikan Generali ile görüşmemiş olsa da nihayetinde Kırgızistan Dışişleri Bakanı ile görüşmüştür. Bakiyev, hala Amerika'nın kendisinden hoşnut olmadığının ve seçilmesi hususunda şüphe duyduğunun farkında olsa da içerde ve dışarıdaki yandaşlarının gücü nedeniyle Amerika'dan kaygı duymakta olup dolayısıyla onu hoşnut etmeyi istemektedir. Bu nedenle Manas üssü konusunda Amerika ile anlaştı ve güya kendi saygınlığı ile ülkesinin egemenliğini koruyacak olan para hususuna ilişkin düzenlemesindeki üçkağıtçılığı dışında şartlar değişmeksizin onu kullanmasına izin verdi!

2- Özbekistan: "Dönek" tabirinin en fazla yakıştığı kişi, Özbekistan Devlet Başkanı "Kerimov'dur." Zira Sovyetler Birliği'nin dağılmasının ardından "Kerimov'un" yavaş yavaş Rusya'dan uzaklaştığı açık bir şekilde ortaya çıkmıştır. Zira Rusya, eski Sovyetler Birliği Cumhuriyetlerinin veya bazısının bağlılığını korumak için 1992 senesinde Ortak Güvenlik Örgütü'nü oluşturmuş ve ardından 2002 yılında bunun ismini Kuzey Atlantik Antlaşması modelinde Kolektif Güvenlik Antlaşmasına çevirmiştir... Bu örgütler karşısında dönek bir karaktere sahip olan Kerimov, Kolektif Güvenlik Antlaşmasından çıkar çıkmaz çökmüş olan Sovyetler Birliği Bloğundan Gürcistan, Ukrayna ve Moldova gibi Rusya karşıtı ülkelerden oluşan "GUAM" örgütüne katılmıştır. Ancak Amerika ile Batılı devletlerin, Andican ve başka yerlerdeki vahşi katliamlarında yanında yer alan Rusya ve müttefiklerinin desteğiyle 2005 mayıs ayında işlediği Andican katliamları için bir soruşturma ekibinin gönderilmesini talep etmesiyle Kerimov apar topar terk ettiği Kolektif Güvenlik Antlaşmasına dönmüştür...

Şimdilerde ise Amerika'nın, kendi çıkarıyla ilişkili olan bu katliam ile insan hakları konusunu kapatması, onunla bağlantı kurmaya başlaması ve onu kendi yanına çekmeye çalışmasıyla birden bire dönerek Rusya ile olan faaliyetlerini dondurduğunu, Amerikalılarla sıkı fıkı olmaya ve onlarla birlikte çalışmaya hazır olduğunu açığa vurdu. Bunun da ötesinde Rusya, Kolektif Güvenlik Antlaşmasının kendi güvenlik ihtiyaçlarını, egemenlik ile nüfuza yönelik açgözlülüğünü gidermediğini görür görmez, Acil Müdahale Gücü, yani bölgede Rusya'nın nüfuzuna yönelik herhangi bir tehdide karşı Acil Müdahale Gücü denilen örgüte yönelmiştir. Bunun üzerine Özbekistan, bunun karşısında durarak "Acil Müdahale Güçlerinin" kurulması ve bunun Rusya, Beyaz Rusya, Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan, Ermenistan ve Özbekistan gibi ülkelerden her birini içine alan Kolektif Güvenlik Örgütünün bölgesine konuşlandırılması anlaşmasını imzalamamıştır. Bu devletlerin liderleri ise 04.02.2009 tarihinde, Acil Müdahale Gücünün diğer bir tabirle Acil Yayılım Gücünün kurulmasına karar vermişler ve Özbekistan imzalamayı reddettiği halde bu anlaşmayı 14.06.2009 tarihinde Moskova'da imzalamışlardır. Kerimov bu reddedişini şu sözleriyle gerekçelendirmiştir: "Bu antlaşma, ortak güçler için ortaya koyulan misyonu belirlememektedir." Oysa antlaşmanın şunu ifade etmesini önerirdim: "Ortak güçler, sadece dış düşmanları püskürtmek için ortaya çıkmıştır ve ortak güçlerden olan her bir devletin birimi bu devletin kendi topraklarında konuşlanacaktır." [Novasti / 26.08.2009] Bu da Kerimov'un, bu gücün Rusya'nın elinde olacağını, Rus güçlerinin Özbekistan'ın da dahil olduğu mezkur Kolektif Güvenlik Devletleri içerisinde konuşlanacağını ve bu örgüte üye olan ülkelere herhangi bir durumda müdahale imkanı vereceğini fark ettiğini göstermektedir. Çünkü bu gücün görevleri belirlenmemiştir. Dolayısıyla Kerimov, bu devletlere karşı bir dış saldırı olduğunda onun görevlerinin sadece bu devletlerle sınırlandırılmasını ve ortak olan devletin güçleri dışındaki güçlerin tek bir devletin topraklarına konuşlandırılmamasını talep etmiştir. Yani Özbekistan topraklarına Rus kuvvetlerinin girmesini ve Özbekistan ile bölge içerisindeki Rusya'nın nüfuzuna yönelik bir tehdide karşı herhangi bir karşılık vermesini reddetmektedir.

Görüldüğü üzere Özbekistan, şu anda bu anlaşmaya muvafakat etmesinin ötesinde topraklarında Rusların ikinci bir üs inşa etmesine izin veren Kırgızistan'ın tersi bir konumdadır. Özbekistan, geçen 26 ağustos ayından beri Kolektif Güvenlik Örgütü bölgesinde yapılmakta olup önümüzdeki ekim ayının 15'ine kadar devam edecek olan şu andaki tatbikatlara da katılmamıştır. Dolayısıyla Özbekistan'ın bu hareketi, bu örgüte olan üyeliğini bir nevi yarı dondurmuş olsa bunu resmen ilan etmemiştir. Bunun da ötesinde Özbekistan, varlığını tehdit etmesinden dolayı Rusya'nın Kırgızistan'da ikinci bir üs inşa etmesine de karşı çıkmıştır. Zira bu üs, Özbek sınırları yakınında olan Fergana Vadisi bölgesine inşa edilecektir. Nitekim Novasti Haber Ajansı, 05.08.2009'da Özbekistan Dışişleri Bakanlığına bağlı "Jahon" haber ajansının 03.08.2009'da yayınladığı açıklamada geçtiği üzere Özbekistan'ın, Güney Kırgızistan Kant'taki Rus üssüne ek olarak başka bir Rus askeri üssünün konuşlandırılmasına ilişkin planın uygulanmasının zaruri veya faydalı olmadığını düşündüğünü ve yeni bir üssün konuşlandırılmasının bölgede istikrarsızlığa yol açacağını belirttiğini aktarmıştır. Ayrıca Özbekistan Dışişleri Bakanlığının bu açıklamasında şöyle geçmiştir: "Üç Orta Asya ülkesinin sınırlarının iç içe girdiği kompleksli bir bölgede bu tür planların uygulanması bölgenin askerileşmesinin hızlanmasına sevk edebilir, farklı milliyetçi çatışma şekillerini tutuşturabilir ve aşırı radikal güçleri tahrik edebilir." [Novasti / 03.09.2009] Dolayısıyla tüm bunlar, Özbekistan'daki Kerimov rejiminin son zamanlarda Rusya'dan uzaklaşmaya ve açık bir şekilde Amerika'ya yakınlaşmaya başladığını göstermektedir. Buna dair göstergelerin bazıları şunlardır:

-Özbekistan Devlet Başkanı Kerimov, 18.08.2009'da başkent Taşkent'te General David Petraus ile yaptığı görüşmede şöyle demiştir: "Özbekistan, karşılıklı saygı ve eşit ortaklık ilkeleri esasına binaen Birleşik Devletler ile olan mevcut işbirliğini genişletmeye hazırdır." [Rus Novasti haber ajansı/18.08.2009] General Petraus ise buna karşılık olarak şöyle demiştir: "Özbekistan'ın Afganistan'daki istikrarı ve bölge güvenliğini desteklemeye yönelik gösterdiği çabaları takdir ediyorum." [Aynı kaynak] Bu da Kerimov'un Amerikalıları yeniden dost edinmeye ve onlarla ilişki kurmaya istekli olduğunu göstermektir. Nitekim Amerika, Andican katliamını araştırmaları için Batılı denetçilerin devreye girmesini talep etmiş bunun üzerine Kerimov ile Amerika arasındaki geçmiş ilişkilerin arasına kara kedi girmiş, ardından Amerika ona karşı yaptırımlar uygulamış, ardından da doğal dayanağı olan Rusya'ya dönerek Amerika'ya sırt çevirmişti. Bunun üzerine Amerika'nın Andican olaylarını görmezlikten gelmesiyle tekrar Amerika'ya dönmüştür. Nitekim Amerika, son olarak Özbekistan'daki Kerimov rejimine karşı uyguladığı yaptırımları kaldırmıştır.

-Özbekistan ile Rusya arasındaki gerilim halini gören Amerika Birleşik Devletleri, fırsatı kaçırmayıp Özbekistan ile ilişkilerini geliştirmek üzere harekete geçti ve NATO'nun yüklerini Özbekistan üzerinden Afganistan'a taşımak için Özbekistan ile bir anlaşma imzaladı. [Ulusal Stratejik Araştırma Kurumu/04.04.2009] Ancak Özbek-Amerikan yönetimleri arasındaki ilişkiler bunun ötesine geçerek Amerikan yönetimi, 18. bağımsızlık yılı münasebetiyle bir kutlama mesajı gönderdi ve ardından da Kerimov, Özbekistan'daki Amerikan Büyükelçisi "Richard Norrland'ın" ziyaretini kabul etti. Bundan önce de Cumhurbaşkanı Kerimov, 18 ağustosta ABD Merkez Kuvvetler Komutanı General David Howell Petraus'u kabul etmiş, iki ülke arasında askeri eğitim programları ve staj eğitimi değişimini içeren bir işbirliği anlaşması imzalanmıştır.

Kerimov, bu yönüyle dönek bir karaktere sahip olup mevcut vakıası Rusya'dan uzaklaşarak Amerika'ya yakınlaşmaktadır.

3. Tacikistan: Tacikistan'daki siyasi durum, Kırgızistan'daki siyasi duruma daha çok benzemektedir. Zira Tacikistan Devlet Başkanı Rahmanov, Rusya yanlısı olup tahtını korumalarından dolayı onlara olan minnettarlığını ifade etmiş olsa da aleyhinde sorun çıkarmaması için Amerika'nın çıkarlarına da güvence vermektedir. Her ne kadar Amerika'nın Tacikistan'da pek çok avenesi olsa da şu ana kadar Rusya'nın nüfuzunu değiştirebilecek bir konumda değillerdir. Dolayısıyla Amerika, şu anda kendi çıkarlarını sağlamakla yetinmektedir... En azından yakın gelecekte.

Yönetim, 1992'den 1997'ye kadar devam eden iç savaştan sonra Rus kuvvetlerinin yardımı sayesinde mevcut Devlet Başkanı İmam Ali Rahmanov lehine istikrar bulmuş ve Halkçı Hareket ile İslami Kalkınma Partisi gibi kendine karşı savaşan hareketlerle seçimlerin yapılması, devlet başkanlığı süresinin beş yıllığına tek dönem olması ve ardından da özgür seçimlerin yapılması üzerinde bir anlaşmaya varmaya başarmıştır. Ne var ki Rahmanov, ilk dönemdeki iktidarda kalma süresini yedi yıla uzatmış ardından da 2020 yılına kadar iktidarda kalmak için anayasa değişikliği üzerinde referandum yaptırmıştır. Bu değişikliğin üzerine 2001 yılında kargaşalar baş göstermiş ve Rusya bunlara karşı kendisine yardım etmiş ve iktidarını güvence altına almıştır.

Yine Putin döneminde Rusya, Rahmanov ile ilişkilerini güçlendirmiş ve 2008 ağustosunda Tacikistan'ın başkenti Duşanbe'ye 20 km uzaklıkta ikinci askeri bir üs inşa etmeyi başarmıştır. Bilindiği üzere Rusya'nın Tacikistan'da geçmişi 1943 yılına dayanmakta olup 201 Nolu Üs adında büyük bir askeri üssü vardır. Yine Tacikistan'da uydu ve balistik füzeleri izleme amaçlı Rusya'ya ait "Okno" Tesisi vardır ve mülkiyetinin 2008 haziranında 49 yıllığına Rusya'ya verilmesi onaylanmıştır. Tacikistan, stratejik açıdan Rusya için oldukça önemlidir. Dolayısıyla da ona sımsıkı sarılmakta ve oradaki varlığını korumaya çalışmaktadır. Bu nedenle Rahmanov ve rejimi, kendini güvence altına almak için Tacikistan'daki Rusya'nın tüm bu imkanlarını aleni bir şekilde desteklemektedir ve Tacikistan üzerindeki egemenliğini sürdüregelmesi için ekonomik açıdan Tacikistan'ı ona bağlamaya çalışmaktadır. Zira Rahmanov, kendisine yardım etmelerinden, yönetime getirmelerinden ve yönetimini sağlamlaştırmalarından dolayı Rusya'ya olan minnettarlığını ifade etmektedir. Nitekim ülkesini, Rusya'nın idare ettiği Kolektif Güvenlik Anlaşmasına dahil etmiş ve Rusya liderliğindeki Acil Hareket Gücüne katılmasını da onaylamıştır. Nüfusu 7 milyonu bulan Tacikistan'daki insanların çoğu, Rusya'da çalışan ve yarım milyonu bulan evlatlarının mali gelirlerine bel bağlamaktadırlar. Tacikistan, Çin'in yardımıyla Rusya'nın idare ettiği Şanghay İşbirliği Örgütüne de üyedir. Nitekim Rusya ve Çin, son günlerde Şanghay Örgütü adı altında 18.04.2009 tarihinde askeri tatbikatlar yapmışlardır.

Buna rağmen Rahmanov, Amerika'yı kışkırtmamak için Rusya'nın muvafakatiyle Bakiyev gibi hareket etmektedir. Dahası aleyhinde harekete geçmemesi için onun çıkarlarını sağlamaktadır. Bundan dolayı Rus şirketlerinin 2,5 milyar dolar tutarında projeler gerçekleştirmelerine izin verdiği gibi Amerikan ve Avrupa şirketlerinin yanı sıra Çinlilerin de Tacikistan'da projeler ve ticari işler gerçekleştirmelerine izin vermektedir. Yine Rahmanov, Amerika'ya ülkesinin havaalanlarını kullanmasını teklif etmesinin yanı sıra son olarak 20.02.2009'da Tacik demiryollarını kullanarak Amerikan ikmallerinin toprakları üzerinden Afganistan'a geçişine izin vermiştir. Nitekim Tacikistan'ı ziyaret eden Amerikan Kuvvetleri Komutanı Yardımcısı Amiral Mark Harnich, buna ilişkin olarak şu açıklamayı yapmıştır: "Özbekistan'dan Tacikistan'a ardından Afganistan'a haftalık olarak elli ile iki yüz arasında konteynırı gönderme niyetindeyiz. Tacikistan, üslerimize en yakın yer olması nedeniyle son derece önemlidir." [el-Cezira / 20.02.2009] İşte tüm bunlar Rahmanov'un, Amerika'nın Tacikistan'daki çıkarlarını güvence altına almaması durumunda Amerika'nın Rahmanov yönetimine etki edebilecek ve ardından da yandaşlarını etkin bir şekilde harekete geçirecek güçlere sahip olduğunun farkında olmasından dolayıdır.

Kayda değerdir ki Tacikistan'da Rusya ile olan ilişkilerin koparılması çağrısında bulunan hem halkçı ve partizan bir teveccüh hem de ordu ile yönetim içerisinde bir takım güçler vardır ve Rahmanov da bu hususun farkındadır. Bu nedenle çıkarları noktasında Amerika'yı susturmak için onu hoşnut ve tatmin etmeye çalıştığı gibi Rusya karşıtı halkçı teveccüh noktasında da hoşnut etmektedir. Bunun içindir ki içerisinde kısmen de olsa Rusya'dan uzaklaştığını gösteren aleni girişimlerde bulunmuştur. Zira Tacik Sınır Muhafızı Komutanı, ülkesinden Rus kuvvetlerinin çekilmesi için aleni bir şekilde çağrıda bulunmuştur. Ayrıca Tacikistan'da Rusça yayın yapan televizyon kanalların yayınlarını durdurmuşlar ve Rusçanın dışında Tacik dilini de resmi dil yapmışlardır. Her ne kadar bu girişimler Rusya ile olan hassasiyetleri etkilemiş olsa da yukarıda Tacikistan hakkında belirttiğimiz üzere Rahmanov hala Rusya'ya daha yakın bir durumdadır.

Tacikistan, Afganistan'a komşu bir noktada olması itibariyle stratejik bir öneme sahiptir, Güney-Doğu kısmındaki dağları doğrudan Afganistan dağlarıyla bağlantılıdır ve Afganistan'a yaklaşık 1206 km uzunluğunda sınırının olmasının yanı sıra Çin ile de yaklaşık 414 km sınırı vardır. Dolayısıyla Çin açısından onun önemi karşısında yer alan Kırgızistan önemi gibidir. Bu nedenle Amerika onu ihmal etmeyecek ve muhtemelen uygun bir fırsatta onu kazanmaya çalışacaktır.

4- Türkmenistan: Önceki Devlet Başkanı "Sapar Murat Niyazov" döneminde Rusya yanlısıydı ve genellikle politikaları da bu yöndeydi. Ancak 2006 aralık ayında "Niyazov'dan" sonra yönetimi devralan mevcut Devlet Başkanı "Kurbangali Berdi Muhammedov", daha çok Batıya özellikle de Amerika'ya açık ve yakın olan bir politika izlemeye çalışmaktadır. Nitekim 2007 kasımında, enerji sektörü için Amerikalı ve Avrupalı yetkililer ile Rus şirketlerinin yanı sıra BP ve Chevron şirket yöneticilerinin toplandığı bir zirveye ev sahipliği yaparak böylece kendisinin onların tamamıyla çalışmak istediğini göstermek istemiş ve bu da muhtelif kesimlerle yaptığı antlaşmalardan ortaya çıkmaktadır:

-2007 mayıs ayında Rusya, Türkmenistan gazının büyük bir kısmının ihracatını tekeline almak için Orta Asya'nın gaz tedarikinin "Gazprom" şirketinin kontrolü altında kalmasına izin veren yeni boru hatları inşa etmek üzere Türkmenistan ve Kazakistan ile bir anlaşma imzaladı. Nitekim Putin, bunu Rusya'nın bir zaferi olarak saydı ve şöyle dedi: "Bu anlaşma, Türkmenistan gazını piyasa değerinden daha düşük bir fiyata satın alan Rusya'nın zaferini gösterir." [BBC/17.05.2007] Yirmi yıl devlet başkanlığı yapan eski Türkmenistan Devlet Başkanı Türkmen Başı Niyazov, ülkesindeki gaz tekelini yalnız Rusya'ya hasretmiş ve onun dışındakileri engellemişti. Bunun için Rusya, şu anda geçmiş antlaşmalar üzerine Türkmenistan gazının %90'nını satın almakta ve bu da yıllık olarak yaklaşık 50 milyar m3'e tekabül etmektedir. Rusya, bu gazın her 1000 m3'nü 100 dolara satın almakta ve Avrupa'ya 250 dolara, hatta kış mevsiminde 345 doları bulan fiyatla satmaktadır. Kaldı ki Rusya, Niyazov döneminde bu gazı 70 dolara ardından 100 dolara çıkana kadar 35 dolara satın almaktaydı. Böylece Rusya, Türkmenistan'daki Müslümanların gazından korkunç karlar elde etmekteydi. Bu iki ülkenin gaz fiyatlarını yeni yeni yükseltmesine rağmen Rusya, bu gaz servetinden halen büyük karlar elde etmektedir.

-Buna mukabil olarak Berdi Muhammedov, Avrupa'nın Rus gazı tedariklerine olan bağımlılığını azaltmayı amaçlayan Amerika'nın desteklediği bir proje çerçevesinde Hazar Denizi doğalgazı boru hattının inşa edilmesini prensipte onaylamıştır. Bu da geçen günlerde Amerikalılar ile Avrupalıların kurulmasına dair Türkiye'de imza attıkları Türkmenistan'dan Azerbaycan'a uzanacak ve doğalgazı Türkiye üzerinden Avrupa'ya taşıyacak Nabucco Hattı denilen hattır. Nitekim Routers, 24.04.2009 tarihinde ismini vermediği bir Amerikan yetkilisinin şu sözünü aktarmıştır: "Türkmenistan, Avrupa Birliğinin desteklediği Nabucco projesinin diğer büyük bir tedarikçisidir. Ancak Brüksel, bu projenin uygulanmasına ilişkin somut önerilerin ortaya atılmasını talep etmektedir."

-Bu alanda Çin'in de etkinliği vardır. Zira Çin Devlet Başkanı Hu Cintao, Rusya ve Çin ile güçlü ilişki ve ittifak içersinde olan eski devlet başkanı Niyazov döneminin 2006 Mayıs ayında Türkmenistan'ı ziyaret ederek o gün Türkmenistan'dan yıllık 30 milyar m3 doğalgaz satın alma sözü vermiş ve Çin, Türkmenistan'ın doğusundaki Ceyhun nehrinden Çin'e ulaşacak şekilde bir doğalgaz boru hattı döşemiştir. Geçenlerde, tam olarak 30.08.2009 tarihinde Çin'in, Türkmenistan'daki doğalgaz sahasının bir Çin şirketi olan PetroChina Şirketi tarafından geliştirilmesi için 3 milyar dolar vereceği ilan edilmiştir. Böylece Çin, muazzam servetlerine göz dikmesinden dolayı endüstrisini geliştirmesinde yardımcı olmak amacıyla Türkmenistan'a yüz milyonlarca dolar kredi vermeye başlamıştır. Türkmenistan'ın 2006 yılındaki doğalgaz üretim kapasitesi, 62,2 milyar m3'e ulaşmış ve 2010 yılına kadar 120 milyar m3'e çıkması beklenmektedir.

-2014 yılında kullanıma hazır hale gelecek olan Nabucco hattı yoluyla Türkmenistan'ın doğalgazı bu fiyatlar üzerinden Avrupa'ya doğrudan kendisinin satacağı ve bu karın da Rusya'nın yerine kendisinin olacağı şeklindeki Amerika ile Avrupa'nın ayartmaları sayesinde Türkmenistan, Amerika ile Batıya meyletmek üzere gaza gelmiştir. Türkmenistan, küçük bir devlet olmasına rağmen Avrupa, Rusya'nın yaptığı gibi ona şantaj veya baskı yapmayı becerememiştir. Bilakis Hazar gazı boru hattının hayata geçmesinden sonra Amerika ile Avrupa'nın insafı altına girecektir. Ayrıca Nabucco hattı, birçok ülkeden gaz tedarik edecek olsa da doğalgaz kaynaklarına hakim olmasıyla ondaki uzun el Amerika'nın olacaktır. Türkmenistan, 100 trilyon m3'ü bulduğu tahmin edilen büyük bir doğalgaz rezervine sahiptir. Dolayısıyla bu alanda bölgede, dahası dünya çapında en önemli ve en büyük üreticidir. Aynı şekilde 80 milyar varili bulduğu tahmin edilen önemli petrol rezervine de sahiptir. Ancak şu anda büyük oranda bir petrol üretimi yoktur. Zira petrol üretimi, günlük 200 bin varili geçmemektedir. Ancak önümüzdeki günlerde bu üretimin 2 milyon varile çıkarılması planlanmaktadır.

Amerika açısından ise Afganistan'daki savaş donanımlarına giden yakıt tedariklerinin bir kısmı Türkmenistan'dan gelmektedir. Bunun yanı sıra Türkmenistan'dan Afganistan'a uzanan ve oraya yıllık 1,1 milyar m3 doğalgaz taşıyan "Trans Afganistan" doğalgaz boru hattı da bulunmaktadır. Dolayısıyla Türkmenistan, bu açıdan da Amerika için önemlidir. Amerika, birinci süper devlet olarak küresel konumunu korumak, Rusya veya diğer büyük devletlerin etkisini azaltmak yada yok etmek amacıyla dünyaya tahakküm etmek, dünya üzerindeki egemenliğini sürdürmek ve pençesini kalıcı kılmak üzere Türkmenistan'ın ötesinde dünyanın tamamındaki petrol ve doğalgaz kaynaklarının hepsine hakim olmanın dışında enerji alanında büyük karlar elde etmeyi de amaçlamaktadır. Bundan dolayı Amerika, elinden almak veya aslan payına sahip olmak için Rusya'nın bel bağladığı muazzam petrol ve doğalgaz kaynaklarından biri olmasından dolayı Türkmenistan üzerine odaklanmaktadır. Böylece Türkmenistan'a, yani onun kaynaklarına ve bu kaynakların ihraç edilmesine tahakküm etmiş olsun. Böylelikle de Avrupa'nın kendi merhameti ve egemenliği altında kalması için bu kaynakları Avrupa'ya Rusya'nın yerine kendisi ihraç edecek olmasının yanı sıra Rusya'yı ve onun Avrupa ile olan ittifakını da zayıflatmış olsun. Dolayısıyla Türkmenistan muamması, doğalgaz serveti üzerindeki bir çatışmadır ve gelecekte petrolü de bu çatışmada başrolü oynayacaktır.

Tüm bunlara rağmen Türkmenistan'ın hala Rusya ile büyük ekonomik bağlantıları vardır. Dolayısıyla henüz ondan kurtulmayı başaramamıştır. Amerika ise onu avlayarak bu Rus etkisi kapsamından çıkarmak için etrafında dolaşıp durmaktadır ve Rusya da bunun farkındadır. Zira Türkmenistan, doğalgaz fiyatlarının yükseltilmesini talep edince Rusya, onunla olan muamelesinde başka bir yöne meyil ederek Rusya'ya karşı bu hususta kendisine yardım etmeleri için Amerika ile Batıya sığınmasından duyduğu endişe ile hemen buna icabet etmiştir. Nitekim Türkmenistan doğalgazının büyük bir kısmını Rusya'dan uzak bir şekilde Avrupa'ya aktaracak olan Nabucco projesi, Türkmenistan'ı Rus etkisi dairesinden çıkarmanın bir aracıdır. Kayda değerdir ki Türkmenistan, ne Kolektif Güvenlik Örgütüne ne Acil Müdahale Gücüne ne de Şanghay Örgütüne üyedir ve orada Rusya'nın askeri üssü de bulunmamaktadır. Dolayısıyla gerek Rusya'nın gerek Amerika ile Batı'nın daha da ötesi Çin'in ona önem vermeleri, zenginliklerinden ve doğalgaz ile petrol servetlerinden dolayı birinci derecede ekonomik önemiyle ilgilidir.

5. Kazakistan: 2,7 milyon m2'yi bulan yüzölçümüyle Orta Asya ülkelerinin en büyüğü olup yüzölçümüne oranla 15 ila 17 milyon arasında olduğu tahmin edilen nüfusuyla oldukça az bir nüfusa sahiptir. Dolayısıyla Kazakistan'ın Rusya açısından önemi orada nükleer denemeler gerçekleştirmesinden kaynaklanmaktadır. Nitekim Rusya, Kazakistan'ın "Semipalatinsk" bölgesinde 500 nükleer deneme gerçekleştirmiştir. Kazakistan Devlet Başkanı Nur Sultan Nazarbayev, 29.08.2009'da bu deneme sahasının kapatılmasını ve Kazakistan da 24.09.2009'da nükleer denemenin yasaklanmasını imzalamışlardır. Amerika, jeo-stratejik ve petrol ile doğalgaz zenginliği öneminden dolayı onunla olan ilişkisini güçlendirmek için çalışmaktadır. Nitekim Kazakistan'da, 100 milyar varil olduğu tahmin edilen petrol serveti olup şu anda bir milyon varilin üzerinde üretim yapılmakta ve 2015 yılında bu üretimin günlük 2,5 milyon varile çıkarılması beklenmektedir. Ayrıca Kazakistan'da, yaklaşık 150 trilyon m3 olduğu tahmin edilen doğalgaz serveti de vardır. İşte bu servetler, Batılı sömürgeci devletlerin salyasını akıtmakta olup bunların başında Amerika gelmekte ve nüfuzunu, servetleriyle zengin olan bu büyük İslami beldeye yaymak için çalışmaya sevk etmektedir. Nitekim Amerika ile bağlantıları güçlenmeye başlamış ve Kazakistan devlet başkanı da petrol, doğalgaz ve diğer alanlarda yatırım yapmaları için Amerikan şirketlerine bir takım imtiyazlar vermiştir.

Böylece Amerikan şirketleri, oradaki petrol ve doğalgaz endüstrisinde ana yatırımcı haline gelmiştir. Nitekim daha sonraları başkan yardımcısı olan Dick Cheney, geçen asrın doksanlı yıllarının ortasında Kazakistan petrol danışma kurulunda çalışmaktaydı ve Amerikan şirketleri lehine bir dizi anlaşmalar yaptı ki Condalizza Rice'ın yönetiminde çalıştığı Chevron Şirketi lehine yaptığı anlaşma da bunlardan biridir. Amerikan-Kazakistan ilişkileri, Devlet Başkanı Nazarbayev'in 2006 yılındaki Amerika ziyareti ve o zaman ki George Bush'la görüşmesiyle taçlandırılmıştı. Zira iki ülke başkanı tarafından ortaklaşa yayınlanan açıklamada şöyle geçmiştir: "İki devlet arasında olan enerji alanındaki ortaklık, Kazakistan ile Hazar Denizi'ni çevreleyen bölgede büyük doğalgaz ve petrol rezervleri arama hususunda Amerikan şirketlerine yardımcı olacaktır." [BBC Radyosu/30.06.2006] Yine Kazakistan, geçen şubat ayında Afganistan'daki Müslümanlarla savaşan Amerikan ordusu ile NATO güçlerine ulaştırmak üzere Amerika'nın, donanımlarını ve gereçlerini Kazakistan toprakları üzerinden taşımasına izin verilmesini onaylamıştır. Rusya Genel Kurmay Başkanı Nicolas Makarov, geçen senenin sonunda, "Hem Özbekistan'da hem de Kazakistan'da Amerikan askeri üslerin inşa edilmesi hususunda Washington'un planları olduğunu" ifşa etmiştir. [eş-Şark-ul Avsat / 18.12.2009] Kazakistan'ın Rusya ile 6846 km'yi bulan uzun bir sınırı vardır, Çin'le olan sınırı 1533 km uzunluğundadır ve 1894 km uzunluğundaki kıyısı ile Hazar Denizi'ne en uzun kıyısı olan ülkedir. Bundan dolayı gerek stratejik gerekse ekonomik açıdan Amerika için önemlidir. Barış için NATO ile ortaklığa dahil olmuş ve Birleşik Devletler'in Orta Asya'da en büyük müttefiki olarak görülmektedir.

Bunun yanı sıra Hazar Denizi'ne kıyıdaş ülkelerden biridir. Zira Hazar Denizi, özellikle Rusya'nın yıllık 400 milyon dolar değerinde ürettiği havyar balığı olmak üzere balık servetleriyle de zengindir. Ayrıca Amerika ile tüm Batının salyasını akıtacak derecede hem 200 milyar varili bulduğu tahmin edilen muazzam bir petrol rezervini hem de 600 trilyon m3'ü bulduğu tahmin edilen doğalgaz rezervini barındırmaktadır. Dolayısıyla bu kapalı deniz, petrol ve doğalgaz serveti zenginliğinden dolayı stratejik ve ekonomik bir havzadır.

Bununla birlikte Rusya'nın Kazakistan'da etkin sütunları vardır ve hala orada Rus Uzay Araçları Fırlatma İstasyonu bulunmaktadır. Kazakistan'ın da Rusya ile güçlü bağlantıları vardır; zira Rusya, pek çok Rus vatandaşını oraya yerleştirmiştir. Hatta oradaki Rus nüfusunun oranı Orta Asya bölgesindeki en yüksek oran haline gelmiştir. Zira bunların oranı %30 ila %40 arasına ulaşmıştır. Her ne kadar oradaki Müslümanların oranı %60'ı aşmış olsa da Rus kökenli vatandaşlarıyla olan güçlü milli ve dini bağlantıları nedeniyle Ortodoks Rusların etkisi devam etmektedir.

Son zamanlarda Kazakistan, büyük ölçüde yanlısı olduğu Rusya ile bir yakınlaşma göstermektedir. Bu da onu Rusya ile birlikte Şanghay Örgütü kurucularından olan Çin'in yanına çekmiştir. Kaldı ki Kazakistan, Rusya'nın liderliğini yaptığı Bağımsız Devletler Topluluğuna, Kolektif Güvenlik Anlaşmasına ve 2000 yılında oluşturulan Avrasya Ekonomik Topluluğuna üyedir... Ve Rusya'nın kurulduğunu ilan ettiği Acil Müdahale Gücüne de iştirak etmeye dair imza atmıştır. Çin de giderek artan petrol ihtiyaçlarını karşılamak için Kazakistan üzerinden 1240 km uzunluğunda bir petrol boru hattı döşeyerek onunla ilişkilerini güçlendirmeye çalışmaktadır.

Böylece Nazarbayev, Rusya ve Çin ile ilişkisinin güçlü şekilde kalmasını istemektedir. Nitekim bir defasında politikasını şu sözleriyle ifade etmiştir: "Eğer bizlere Doğu veya Batıyı çevreleme projelerinden bahsedersiniz Türkmenistan olarak bizler pragmatik bir yaklaşıma sahibiz şeklinde yanıt veririm." [Rus İnterfaks haber ajansı/17.05.2007] Yani politikasını vakıanın gösterdiği şeye ve anlık çıkara göre belirlerim demek istemektedir. Bu nedenle gerek dostluk boyutuna dayanan Amerika ile olan ittifakına gerekse son zamanlarda Kazakistan'da askeri üsler inşa edeceğine dair Amerika'nın planları olduğu haberleri çıkmasına rağmen Nazarbayev, rejimini tehdit etmesin diye Rusya ile olan güçlü ilişkilerini de koparmak istememektedir.

Velhasıl: Rusya, Orta Asya devletlerindeki nüfuzunu sürdürmeye ve güçlendirmeye çalışmaktadır. Bunu ise gerek Sovyetler Birliği'nin çökmesi üzerine geçmişte oluşturduğu Bağımsız Devletler Topluluğu, Kolektif Güvenlik Anlaşması ve Acil Müdahale Gücü gibi bölgesel anlaşmalar yapmak gerekse bu devletlerden her biriyle ikili anlaşmalar ve ittifaklar yapmak ve onlardan her birinde askeri üsler inşa etmek yoluyla olsun çeşitli araçlarla yapmaktadır. Ta ki bu devletler elinden çıkmamış ve oralardaki nüfuzunu güçlendirmiş olsun. Aynı şekilde bölgesel ve devletlerarası açıdan da sırtını Çin'e dayayarak onunla malum Şanghay Örgütü'nü kurmuş ve Orta Asya ülkelerini de ona ortak etmesinin yanı sıra ekonomik anlaşmalar ve projeler gerçekleştirmiştir... Bu hususta da eski Sovyetler Birliği döneminde oluşturduğu önceki sütunlarını kullanmaktadır...

Aynı şekilde Amerika, Orta Asya devletlerine yönelik çekici mali yardımlar kullanmasının yanı sıra içerideki yandaşlarının kargaşa çıkarma gücü olduğu noktasında da onları uyarmaktadır... Yani Amerika, havuç sopa üslubunu kullandığı gibi hiç birinin ondan korkmaması, ona karşı isyana ve onun pençesinden kurtulmaya cüret etmeye cesaretlenmesi için Rusya'yı, bu devletler ile Kafkasya ve Doğu Avrupa'daki diğer devletlerin gözünde küçük düşürmeye çalışmaktadır. Nitekim Amerikan Başkan Yardımcısı John Biden, Gürcistan ve Ukrayna'ya yaptığı ziyaretin ardından şöyle demiştir: "Rusya, geçmişteki stratejik rolünün hüsrana uğramasından sonra Birleşik Devletler'in küçük bir ortağı olmaktan öte bir şey değildir." Ve şöyle eklemiştir: "Rus ekonomisinin zayıflaması, en belirgin olanları eski Sovyet ülkelerine egemen olma girişimlerinden vazgeçme ve nükleer gücünü azatlamayı kabullenme olmak üzere Moskova'yı Batıya tavizler vermeye sevk edecektir." [Wall Street/26.07.2009] Bu da Orta Asya'daki rejimlerin konumlarını açıklamaktadır ki onlar, Amerikan karşısında Rusya'nın zayıflığını fark edince Amerikalıları hoşnut etmeye dahası Amerika'ya yönelmeye çalışmaktadırlar.

Orta Asya'daki bu hareketli çatışmanın sonucunda siyasi vakıayı aşağıdaki şekilde özetlemek mümkündür:

Kırgızistan ve Tacikistan'da mevcut en büyük yanlılık Rusya lehine olmakla birlikte çıkarları ve kendilerine karşı durmayı kışkırtmaması noktasında Amerika'yı tatmin etmektedirler. Bu da Amerika'nın yandaşlarını güçlü ve etkin bir şekilde harekete geçirmesi halinde kargaşanın çıkabileceği her iki ülkedeki siyasi durumun istikrarının korunması içindir.

Özbekistan'da ise bu yanlılık şu anda Amerika lehine meyletmekle birlikte Kerimov'un dönek karakteri göz önüne alınmalıdır.

Türkmenistan ile Kazakistan ise siyasi ve ekonomik açıdan Amerika ile Rusya'nın, belli ölçüde ekonomik açıdan Çin'in birbiriyle rekabet ettikleri bir "spor" sahasıdır.

Ne var ki gerçekten acı olan şey şudur ki birbirleriyle çatışan ve rekabet edenlerden her birinin yanı sıra yerel yöneticiler olmak üzere hepsi de İslam ve onun için çalışanlarla savaşmaktalar ve Orta Asya'daki Müslümanların servetinde ifrata kaçmaktadırlar. Dolayısıyla Orta Asya'daki insanların geneli geçim sıkıntısı içerisinde yaşarlarken bu servetlerle İslam düşmanlarını zenginleştirmektedirler.

Allah'ın izniyle İslam için çalışan sadık ve muhlislerin elleriyle Hilafet kurulduğunda Orta Asya, önemli konumu ve muazzam servetleriyle yeniden Müslümanlara dönecektir. İnşallah o gün bizlere hiç de uzak değildir ve işte o gün müminler Allah'ın nusretiyle ferahlayacaklardır.

Devamını oku...

Hizb-ut Tahrir / Ukrayna'dan Bir Beyan

  • Kategori Ukrayna
  •   |  

Kırım yarımadasındaki Ukrayna İçişleri Bakanlığı Baş Müdürlüğü, 11 Eylül 2009'da Kirovski bölgesinde ikamet eden Hizb-ut Tahrir üyelerinin 10.09.2009'da mescit imamının izni olmaksızın Juravka köyü mescidinin arazisine sızdıkları ve orada dini bir tören yaptıklarına dair bir haber yayınladı. Köy ahalisi mescidin boşaltılmasını talep edince bu durum, karşılıklı toplu bir kavgaya yol açtı. Karşılıklı kavgadan kaynaklanan fiziksel çatışma sonucunda Kırım Tatarları sakinlerinden 8 kişi muhtelif şiddette yaralandı. Kavganın çıkmasından sorumlu olanlar tutuklandı ve haklarında soruşturma yapılmaktadır.

Kırım yarımadasındaki Ukrayna İçişleri Bakanlığı Baş Müdürlüğü, farklı gurupların yarımadaya sızmasına ve örgütler oluşturmalarına karşı hiçbir tedbir almayan, genellikle bunları destekleyen ve yarımadadaki halklar arasında barış ve uyum istikrarını sarsmaya yol açacak şekilde bu kimselere yasal özellik kazandırılmasına katkıda bulunan Ukrayna Parlamentosu ile Bakanlar Kurulunun tutumundan kaygı duymaktadır. Kırım'daki İçişleri Bakanlığı Başkanı'nın beyanı ile tüm sözlerinin alaycı yalan olduğu aşağıdaki hakikatlerden de açığa çıkmaktadır:

1. "Kirovski bölgesinde ikamet eden Hizb-ut Tahrir üyeleri mescit imamının izni olmaksızın Juravka köyü mescidinin arazisine sızmışlardır..."

Mescit Allah'ın evlerinden bir ev olup bir şahsın mülkü değildir ki bir kişi oraya sızmış olsun. O günün akşamı Juravka köyünün mescidinde köyde ikamet edenlerden biri olan Hacı İsmet Memtov'un düzenlediği hayırlı bir iftar yemeği vardı. Bundan bir hafta önce o, Din Komitesi Başkanı Hacı Asan Asanov ile iftar yemeğinin yapılacağına dair anlaştı ve bunu da Cuma salatında ilan etti. Yerel Komite Başkanı Şevket Kiyamov ve Din Komitesi Başkanı Asan Asanov'un yanı sıra erkeklerden, kadınlardan, çocuklardan, mahalle sakinlerinden ve ziyaretçilerden yüzlerce kişinin iftar yemeğine katılması bu etkinliğin ne kadar tutarlı ve barışçıl bir yapıda olduğunu göstermektedir.

2. "... Köy ahalisi mescidin boşaltılmasını talep edince bu durum toplu bir kavgaya yol açtı..."

Orada kavga olmuş mudur? Görgü tanıklarının şahadetleri, Kırım yarımadasındaki Müslümanların Ramazan ayını nasıl eda ettiklerine ışık tutulması için davet edilmiş olan "Nahda" gazetesi muhabirlerinin videokaseti ve gerçekler, yaklaşık 20 kişilik bir gurubun komplocu ve planlı olarak iftarlarını yapan insanların üzerine saldırdıklarına işaret etmektedir. Yaklaşık 20 kişinin sopa, demir, hatta baltalarla yemek dağıtan 8 kişinin üzerine ani bir şekilde saldırdığında nasıl olur da bir kavgadan söz edilebilir?! O halde bunu, şiddet ve istihza yoluyla gerçekleşen darp etme eylemi şeklinde tanımlamak mümkündür. Nitekim saldırganların silahlı donanımlı olması ve "onları kesin" "onları öldürün" diye bağırmaları onların, öldürmek niyetinde olduklarını göstermektedir. Muhtemelen çığlıkları duydukları için insanların mescitten dışarı çıkmaları planlanan suikastı önlemiştir.

Acil olarak olay yerine polis ve ambulans çağrıldı. Kolluk kuvvetlerin, olay yerine ve mağdurlar ile yüzden fazla görgü tanıklarının ifadesine ulaşmalarının ardından olayla ilgili güvenilir bilgi edinen ilk kimseler onlar olmuşlardır. İkinci günün sabahı Kırım'daki Ukrayna İçişleri Bakanlığı Baş Müdürlüğü, tamamen saçma bir üslupla olayı ifade eden ve aynı zamanda yanlış bilgiler verilmesinden dolayı toplum ve kanuna karşı hiçbir sorumluluk duygusu taşımayan bir açıklama yayınladı.

3. "...Kırım yarımadasındaki Ukrayna İçişleri Bakanlığı Baş Müdürlüğü, farklı gurupların yarımadaya sızmasına ve örgütler oluşturmalarına karşı hiçbir tedbir almayan, genellikle bunları destekleyen Ukrayna Parlamentosu ile Bakanlar Kurulunun tutumundan kaygı duymaktadır..." Görünen o ki Kırım'daki Ukrayna İçişleri Bakanlığı Baş Müdürlüğü, "farklı gurupların" sözüyle Hizb-ut Tahrir'i kastetmektedir. Bizler bir kez daha hatırlatıyoruz:

Hizb-ut Tahrir, 1953'den bu yana faaliyetlerini fikri ve siyasi olarak yürüten İslami siyasi bir Hizb'tir ve o, Ukrayna da dahil olmak üzere dünyanın dört bir tarafında defalarca söylediği gibi hedefini gerçekleştirmek için kesinlikle şiddet kullanmamaktadır.

Hizb-ut Tahrir, ideolojisi İslam ve çalışması siyaset olan siyasi bir Hizb olup dünya ülkelerinin pek çoğunda bilinmektedir.

Hizb-ut Tahrir'in hedefi, içeride İslam'ı tatbik edecek ve onu bir risalet olarak dünyaya ve tüm insanlığa taşıyacak olan Hilafet Devleti'ni İslami beldelerde kurarak İslami hayatı yeniden başlatmaktır.

Hizb-ut Tahrir, içinde hiçbir şiddet eyleminin olmadığı herkesçe bilinen Resul [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in devleti ikamesindeki metodunu, hedefini gerçekleştirmek için bir metot olarak belirlemiştir.

Hizb-ut Tahrir'in Hilafet'i kurmaya yönelik çalışması, İslami ülkeler ile fikri ve kültürel faaliyette bulunduğu Ukrayna da dahil diğer ülkelerde yoğunlaşmaktadır.

4. "...bu kimselere yasal özellik kazandırılmasına katkıda bulunan..."

Ne yazık ki kamu makamları, Hizb-ut Tahrir'e yasal özellik kazandırılmasına katkıda bulunmadıkları gibi tüm vesilelerle bunu engellemektedirler. Bu durum ise ülkede hukuksuzluğu doğurmaktadır. Oysa sivil toplum örgütleri vakıada mevcuttur ve ülkedeki hukuki alana girmeye çalışmaktadır. Devlet ise ne sorunu çözmeye yönelik bir yasal mekanizmaya sahiptir ne de bu durumdan çıkmak için bir yol oluşturmaya çalışmaktadır.

5. "...yarımadadaki halklar arasında barış ve uyum istikrarını sarsmaya yol açacak şekilde ..."

Kolluk kuvvetleri tarafından malum olması gerekir ki Hizb-ut Tahrir'in faaliyeti dünyadaki varlığı süresince fikri ve siyasi çerçevenin dışına çıkmamıştır. Ukrayna'da özellikle de Kırım'daki Hizb-ut Tahrir'in faaliyeti, Ukrayna yasasının kapsamından çıkmamış ve kesinlikle istikrarsızlaşmaya yol açmamıştır. Kanun uygulayıcıları çok iyi biliyorlar ki bazı güçler tarafından bizim örgütümüze yönelik sürekli provokasyon yapılmaktadır. Ancak buna rağmen bizler, hiçbir provokasyona karşılık vermeyeceğiz. Nitekim son provokasyon bunun en çarpıcı örneğidir. Yoksa gerçekten onlar, provokasyon amacıyla öldürme başladığında bunu beklemektedirler? Bugün polis sadece onları bundan engellememekle kalmamış bilakis onları buna teşvik etmiştir. Nitekim Jurovski köyünde gerçekleşen olayda polisin takındığı gizlemeden kaynaklanan tuhaf tutum buna ilişkin örneklerden biridir.

Yukarıdakilerden şu sonucu çıkarmak mümkündür ki mahalli polis, onlarla olan bozuk ilişkilerinin yanısıra olaydaki gerçek faili gizlemek maksadıyla ya Kırım'daki Ukrayna İçişleri Bakanlığı Baş Müdürlüğüne yalan bilgiler aktarmış yada bu, yarımadada çatışmanın patlak vermesini isteyen bazı siyasi güçler, yani Kırım'da cereyan eden pek çok provokatif senaryoları yazmış olma ihtimali olan güçlere polis tarafından verilmiş bir hizmettir. Eğer Hizb-ut Tahrir'e yönelik provokasyonlarla birlikte kontrolden çıkarsa bunun sorumluluğu Kırım'daki Ukrayna İçişleri Bakanlığı Baş Müdürlüğü'ne aittir. Çünkü polis, bu durumda ya seyirci kalmış ya da buna teşvik etmiş olacaktır.

Olup bitenlerin baş sorumlusu müftü Ali Emir Oblaev'dir. Çünkü sadece Hizb-ut Tahrir değil bilakis onun dışındaki İslami örgütler hakkındaki sorumsuz açıklamaları ve beyanatlarıyla sürekli Müslümanları ve İslami örgütleri bir birine düşürmeye çalışmaktadır. Bu gibi filler ile çağrılar ise Kırım yarımadasındaki ırklar ile dinler arasında barışın ve uyumun istikrarsızlaşmasına yol açmaktadır. Şaşırtıcı olan ise bunları, başlangıçta halkı tarafından Müslümanları birleştirmek için seçilmiş bir kişiden işitmemizdir. Bu nedenle bu mübarek Ramazan ayında darba maruz kalan Müslümanların kanı vicdanını ve takvasını yitirmiş olan Emir Ali Oblaev'in alnında bir utanç lekesi olarak kalacaktır.

Ey Kırım'daki Müslümanlar!

Bugün Hizb-ut Tahrir'in, Kırım Müslümanlarının ortamına yabancı olan bir şeyi soktuğu noktasında apaçık yalanlarla bizleri ikna etmeye çalışmaktadırlar. İslam Kırım Tatarlarına yabancı mıdır?

Bugün Hizb-ut Tahrir'in, Müslümanların ortamına fırkacılığı soktuğu noktasında apaçık yalanlarla bizleri ikna etmeye çalışmaktalar ve aynı zamanda İslam ile Müslümanlardan nefret edenler "radikalizm" ve "ılımlı" gibi ıstılahları kullanmaktalar. Oysa İslam, kendisine isnat ettiklerinden tamamen münezzehtir ve bizzat Nebi [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in getirdiği gibidir.

Bugün bizler İslam'ın, nasıl yeniden bir ivme kazandığına ve Allah'ın fazlıyla nasıl hızlı bir şekilde topraklarımızda yükseldiğine şahit olmaktayız. Yine bizler ümmetimizin, kendi köklerine ve eski izzetine dönmesini engellemeye yönelik girişimlere de şahit olmaktayız. Bunun içindir ki mevcut olayları hafife almak ve aramıza fitne sokmaya çalışanlara karşı susmak bizlere yakışmadığı gibi entrika ve komplolara da teslim olmamalıyız. Tüm dünya bilmektedir ki İslami siyasi bir Hizb olan Hizb-ut Tahrir, herhangi bir şiddet eylemi kullanmaksızın tüm dünyada Resul [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in metoduna göre İslami hayatı yeniden başlatmaya davet etmektedir.

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ اسْتَجِيبُواْ لِلّهِ وَلِلرَّسُولِ إِذَا دَعَاكُم لِمَا يُحْيِيكُمْ"Ey iman edenler! Allah ve resulü sizi, size hayat verene davet ettiği zaman icabet ediniz." [el-Enfal 24]

Devamını oku...

Bir Sorunun Cevabı

Soru: İran'ı uranyum zenginleştirmesi hususundaki tutumunu değiştirmeye sevk eden şey nedir? Nitekim uzun seneler zenginleştirmenin bir dış ülke yerine İran'da yapılması üzerinde ısrar ederken Cenevre toplantısının, özellikle de bu toplantının akabindeki ikili Amerika-İran görüşmesinin ardından bugün İranlı yetkililer, daha önce reddettikleri şeyi kabul ettiklerini açıkladılar. Bu durumun açıklığa kavuşturulmasını rica ediyoruz. Allah sizleri hayırla mükâfatlandırsın.

Cevap:

İran'ın beş sene boyunca değişmeyen tutumunun uranyum zenginleştirmesi hususunda ön bir uyarı olmaksızın ani bir şekilde değişmesi ve İran'ın ilk kez uranyum zenginleştirmesinin topraklarının dışında yapılmasına muvafakat etmesi, İran'ın nükleer politikasında dramatik temel bir taviz sayılır. Bu tavizin nedeni ise İran'a karşı somut askeri bir operasyonun yapılmasının gerekliliği hususunda Avrupa ile Yahudi varlığının Amerika'ya yönelik baskısının hat safhaya ulaşmasıdır. Dolayısıyla İran'a telkin etme, onu fırtına karşısında teslim olmaya ve uranyum zenginleştirmesini toprakları dışında yapmayı kabullenmeye icbar etme dışında bu baskıdan kurtulmasının başka yolu kalmamıştır. Böylelikle Amerika, kendisine yönelik Avrupa ile Yahudi varlığının aşırı baskısından kolayca kurtulmuş olmaktadır.

Celili ile Burns'un Cenevre'de görüşmesi ve aynı anda otuz küsur seneden sonra Muttaki'nin Washington'u ziyaret etmesi, İran'ın bu katı tutumunun değişmesinde belirleyici rol oynamıştır. Dolayısıyla bu değişim, Avrupalıların bu yeni değişimi kabul etmeye ve önümüzdeki senelerde savaş tehdidinden ve savaş sinyali vermekten uzak bir şekilde İran ile yeni müzakere turlarına başlamaya ikna olmasına neden olmuştur. Dolayısıyla da Avrupalıların elini zayıflatarak İran'a ve bu hususta Amerikan politikasına karşı en önemli baskı kozunu kaybetmelerine neden olmuştur.

Böylece Amerika, İran'ın bu ani tavizi sayesinde Avrupalıların Ortadoğu bölgesinde Amerikalılar ile olan çetin rekabetlerinde sürekli kullandığı kozu ortadan kaldırmış oldu.

Devamını oku...

Bir Sorunun Cevabı

Soru: Celselerimizin birinde ıstılah olarak bidati tartıştık. Kimimiz onu, Şâri'nin emrine yönelik her muhalefet üzerine ıtlak ederken kimimiz de sadece Şâri'nin ibadetlerdeki emrine yönelik muhalefet üzerine ıtlak etmiştir... Bu hususu açıklamanızı rica ediyoruz. Allah sizi hayırla mükafatlandırsın?

Cevap:

1. Şâri'nin emirleri iki türdür:

Birinci tür: Eda edilmesi keyfiyetinin, yani infaz edilmesine ilişkin pratik uygulamaların açıklanmasıyla birlikte içerisinde emir sigasi varit olan türdür. Mesela Allah Subhânehu'nun şu kavli:

وَأَقِيمُوا الصَّلاةَ"Salatı ikam ediniz." [el-Bakara 43]

Dolayısıyla bu, emir sigasıdır. Ancak bu, istediği şekilde kılması için insana terk edilmemiştir. Bilakis iftitah tekbiri, kıyam, kıraat, rüku ve secde gibi eda etme keyfiyetini açıklayan başka nasslar da gelmiştir... Aynı şekilde Subhânehu şöyle buyurmuştur:

وَلِلَّهِ عَلَى النَّاسِ حِجُّ الْبَيْتِ "Beyti (Kabe'yi) haccetmek Allah'ın insanlar üzerindeki bir hakkıdır." [Al-İmran 97]

Dolayısıyla bu, "talep manasında bir haber olan" haccedilmesine ilişkin bir emir sigasıdır. Ardından da haccedilmesine ilişkin bu emrin eda etme keyfiyetini açıklayan nasslar varit olmuştur...

İkinci tür: Eda etme keyfiyeti yani infaz edilmesine ilişkin pratik uygulamaları beyan edilmeksizin içerisinde amm veya mutlak olarak emir sigası varit olan türdür.

Mesela [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in şu kavli gibi:

مَنْ أَسْلَفَ فِي شَيْءٍ فَفِي كَيْلٍ مَعْلُومٍ وَوَزْنٍ مَعْلُومٍ إِلَى أَجَلٍ مَعْلُومٍ "Her kim ölçeği belli, ağırlığı belli ve zamanı belli olan bir şey hakkında selef alışverişinde (para peşin mal veresiye olmak üzere alışverişte ) bulunursa." [el-Buhari tahriç etmiştir]

Burada selemi "selefi" şart cümlesi sigasıyla emretmiştir. Dolayısıyla selemin, belli ölçekte, belli ağırlıkta ve belli zamanda olmasını emretmiş ancak Şâri, eda etmeye dair uygulama keyfiyetini açıklamamıştır. Bu da; akit taraflarının birbirlerine karşı durmaları, birbirlerine Kuran'dan bir şey okumaları, ardından birer adım öne doğru ilerleyerek birbirine sarılmaları ardından da selem konusunda karşılıklı konuşmaları gibidir... Bunun ardından da icap ve kabul tamamlanmaktadır...

Mesela [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in şu kavli gibi:

الذَّهَبُ بِالذَّهَبِ رِبًا إِلا هَاءَ وَهَاءَ "Altın ile altın peşin olmadıkça riba olur." [el-Buhari ve Müslim]

الذَّهَبُ بِالذَّهَبِ مِثْلا بِمِثْلٍ وَالْوَرِقُ بِالْوَرِقِ مِثْلا بِمِثْلٍ "Altın, altın ile misli misline ve gümüş, gümüş ile misli misline olmalıdır." [el-Buhari ve Muslim]

Dolayısıyla bunlar, "talep manasında haber olan" birer emirdir. Ancak bunlarda, yukarıdaki zikrettiklerimizde olduğu üzere bu mübadeleye ilişkin pratik uygulamalar açıklanmamıştır.

Mesela Muslim'in, "إذا رأيتم الجنازة فقوموا لها" "Cenazeyi gördüğünüz zaman ayağa kalkınız." hadisinde geçtiği gibi Resul [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in, cenaze geçtiği anda ayağa kalkılmasını emrettiği rivayet edilmiştir. Resul'ün fiili ise talep, yani emir mesabesindedir. Ancak Sallallahu Aleyhi ve Sellem, önceki misallerde açıkladığı şekilde ayağa kalkılmasına ilişkin pratik uygulamaların keyfiyetini açıklamamıştır.

Hakeza burada, eda edilmesine ilişkin pratik uygulamalarla birlikte varit olan Şâri'nin emirleri olduğu gibi eda etme keyfiyetine ilişkin tafsili pratik uygulamaları olmaksızın mutlak veya amm olarak varit olan Şâri'nin emirleri de vardır.

2- Şâri'nin, eda etme keyfiyeti varit olan emrine muhalefet edilmesi ıstılahan bidat olarak isimlendirilir. Çünkü bu, Şâri'nin açıkladığı keyfiyet üzere olmamıştır. Nitekim lügat olarak bidat, Lisan-ul Arap'ta şöyle geçmiştir: Bidatçi, olmadığı halde bir emrin benzerini getiren kimsedir... Ve bir şeyi icat etti: Benzeri olmayan bir şeyi icat etti.

Bidat, ıstılahta da böyledir. Yani şeri bir emrin eda edilmesine ilişkin olarak Şâri'nin açıkladığı şeri keyfiyete muhalefet edilmesidir. Bu mana, bizzat şu hadisin medlulüdür. "وَمَنْ عَمِلَ عَمَلا لَيْسَ عَلَيْهِ أَمْرُنَا فَهُوَ رَدٌّ" "Her kim bir amel işler de onun üzerinde bizim emrimiz yoksa o reddedilir." [el-Buhari ve Muslim] Hakeza her kim salatında iki yerine üç defa secde ederse bidat işlemiş olur. Yine her kim Mina'yı taşladığında yedi yerine sekiz taş atarsa bidat işlemiş olur. Her bidat dalalettir... Ve her dalalet ateştedir. Yani o, bu fiiliyle günah işlemiş olur.

3- Şâri'nin, eda etme keyfiyeti varit olmayan emrine muhalefet edilmesine gelince; bu, şeri hükümlerde vaki olur ve şayet hitap teklif olursa haram veya mekruh veya mubah şeklinde ve şayet hitap vaz'i olursa batıl veya fasit şeklinde ifade edilir. Bu da cezm veya tercih veya tahyir bakımından emre eşlik eden karineye göredir.

Mesela ilk verdiğimiz misaldeki; her kim Şâri'nin emrinin hilafına yani ölçüsü, ağırlığı ve vakti belli olmaksızın selef akdinde bulunursa, "yani selem akdi yaparsa" o bidat işlemiştir denilmez ancak bu akit Şâri'nin emrine muhaliftir denilir ki bu da muhalefetin türüne göre ya batıl olur yada fasit olur.

İkinci misalde ise; "Altını altın ile peşin olarak misli misline" emrine muhalefet edilirse, yani bir adam, altını altın ile Şâri'nin emrine muhalif olarak, yani misli misline ve peşin olmayarak değiştirirse ona, bu emre muhalefet etmesinden dolayı bidat işlemiştir denilmez ancak faizli muamelede bulunmasından dolayı haram işlemiştir denilir.

Aynı şekilde cenazede ayağa kalkmaya muhalefet edilip oturarak kalındığında da bu bidattir denilmez bilakis bu mübahtır denilir. Çünkü her iki hal hakkında da şeri nasslar varit olmuştur. Muslim, Ali Bin Ebi Talib [Radıyallahu Anh]'tan şöyle dediğini tahriç etmiştir:

قَامَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ ثُمَّ قَعَدَ "Resulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem ayağa kalktı sonra da oturdu." [Muslim]

فَاظْفَرْ بِذَاتِ الدِّينِ تَرِبَتْ يَدَاكَ "Sen dindar olanı seç elleri kuruyasıca." [el-Buhari] hadisindeki Şâri'nin emrine muhalefet edilmesi açısından da böyledir. Buna bidattir denilmez. Bilakis dindar olmayan bir kadınla evliliğe ilişkin şeri hüküm öğrenilir. Çünkü bu emir, seçme hususundaki pratik uygulamaları açıklamamıştır. Mesela nişanlının kadının önünde durarak ayetelkürsiyi okuması, ardından bir adım ilerleyerek el-muavvezeteyni(Felak ve Nass surelerini) okuması, ardından bir adım daha ilerleyerek Allah'ın ismini zikretmesi, ardından da sağ elini uzatarak nişan teklifinde bulunması gibi.

Yine [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in, yeminlerini çoğaltmaları neticesinde tacirlere ilişkin olarak; "يَا مَعْشَرَ التُّجَّارِ إِنَّ هَذَا الْبَيْعَ يَحْضُرُهُ اللَّغْوُ وَالْحَلِفُ فَشُوبُوهُ بِالصَّدَقَةِ" "Ey tacirler topluluğu! Şüphesiz alış-verişte boş laf ve yemin karışır. O halde siz de ona sadaka karıştırınız." [Ebu Davud ve Ahmed] şeklindeki kavli de böyledir. Zira Şâri, "ona karıştırınız" emrini eda etmeye ilişkin tafsili uygulamaları açıklamamıştır. Bu nedenle alış-veriş yapan ve yemin eden kimse sadaka vermediğinde bidat işlemiştir denilmez ancak alış-veriş anında yemin eden tacirin tasaddukta bulunmadığına ilişkin şeri hüküm öğrenilir.

Hakeza Şâri'nin, eda edilmesine ilişkin tafsili keyfiyetini getirmediği tüm emirlere muhalefet etmek açısından olan da böyledir.

4- Şeri nassların istikrası sonucunda bidatin sadece Şâri'nin emrini eda etmeye ilişkin keyfiyetleri, yani Şâri'nin emrini infaz etmeye ilişkin pratik uygulamaları varit olan ibadetlerin çoğunda bulunduğu ortaya çıkar. Bunun içindir ki ibadetlerin dışındakilerde bidat vuku bulmaz. Çünkü haklarında Şâri'nin emrini infaz etmeye ilişkin pratik uygulamaların varit olduğu bizzat ibadetlerdir.

İbadetlerin çoğunda diyoruz; çünkü bazılarında infaz edilmesine ilişkin pratik uygulamalar varit olmamıştır. Mesela her ne kadar cihat bir ibadet olsa da cihada ilişkin emirler mutlak veya amm olarak varit olmuştur.

قَاتِلُوا الَّذِينَ يَلُونَكُمْ مِنَ الْكُفَّارِ "Kafirlerden size en yakın olanlarla savaşınız." [et-Tevbe 123]

جَاهِدِ الْكُفَّارَ وَالْمُنَافِقِينَ وَاغْلُظْ عَلَيْهِمْ "Kafirler ve münafıklarla cihat et, onlara karşı da sert davran." [Tahrim 9]

Bu emirlerin eda edilmesi keyfiyetine ilişkin naaslar varit olmamıştır. Mesela bir ayet okunarak ateş açılması bir adım atılarak bir daha ateş açılması ardından da sağa sola zikzak çizilmesi ve benzeri gibi nasıl savaşılacağı varit olmamıştır. Bunun içindir ki her kim kendisine cihadın terettüp ettiği vakitte cihat etmezse onun hakkında bidat işledi denilmez ancak cihattan geri kaldığı için günah işledi denilir.

5- Hülasası; Şâri'nin, eda etme keyfiyetini açıkladığı emrine muhalefet edildiğinde bu muhalefet, bidat olur. Şâri'nin, eda etme keyfiyetini açıklamadığı mutlak ve amm olan emrine muhalefet edildiğinde ise bu muhalefet, şeri hükümlerde vaki olur ve hitap "teklif olursa haram, mekruh ve mübah" olur, hitap "vazi olursa butlan ve fesat" olur

Zira istikra edilmesi sonucunda bidat, eda etme keyfiyeti varit olan ibadetlerin çoğunda bulunur. Bu nedenle bunlara muhalefetin vuku bulması bidat babına girer.

Muamelat ve cihadın delillerine gelince... Mutlak veya amm olarak varit olmuştur. Bu nedenle bunlara muhalefet edilmesinin vuku bulması şeri hükümler babına girer ki bunlar; "Teklif: Haram, mekruh ve mübah" veya "Vaz'i: Butlan ve fesat" tır.

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Mısır'ın Uzlaşma Belgesi, Filistin Meselesinin Tasfiyesi için Amerikan Yolunda Atılmış Yeni Bir Adımdır

 

Mısır, 2009.09.09 Perşembe günü, devlet başkanlığı, yasama ve vatani meclis seçimlerinin önümüzdeki senenin ilk yarısında yapılmasının yanı sıra Mısır ve Arap gözetiminde birimlerin yeniden teşkil edilmesi amacıyla bir güvenlik gücünün oluşturulmasını, her iki otoritenin elinde bulunan tutuklulara ilişkin diğer düzenlemeleri içeren Uzlaşma Belgesi'ni hem Fetih ve Hamas Hareketlerine hem de diğer guruplara teslim etti. Artık Mısır tarafı, teklif ettiği belgeye ilişkin gurupların resmi cevabını beklemektedir. Mısır yönetiminin Filistin'in farklı seçimlerinin başarısı için gösterdiği hırs, Filistin'i altın bir tepside leziz bir lokma olarak Yahudi devletine teslim etmeye hazır siyasi bir zümrenin ifrazı için Amerika'nın gösterdiği hırsın aynısıdır. Böylece Arapların ve Müslümanların yöneticilerinin tam bir normalizasyon için koşuşmalarının ardından ümmetin vücudundaki bu zehirli varlığı pekiştirmeye yönelik rüyası gerçekleşmiş olsun. Çünkü Yahudi otoritesi altında gerçekleşecek olan seçimler, ancak işgalin istediği şeyi ifraz edecektir ki bu aşikar bir husustur. Mısır tarafının güvenlik güçlerinin yeniden oluşturulmasına odaklanması, tamamen Dayton'un denetimine tabi olmayan hiçbir güvenlik gücünün kalmamasını garantilemek içindir. Böylece Ürdün yönetimiyle işbirliği içerisinde Dayton tarafından eğitilen güçlerin durumunda olduğu gibi Yahudi devletine bağlı birer etkin güvenlik kolu haline gelsinler. Tutuklular konusuna gelince; Yahudilerin güvenliği için tehdit teşkil eden veya Yahudilerin serbest bırakılmasını istemediği kimselerin hapishanelerde kalmasının Mısır açısından bir sakıncası yoktur. Nitekim Mısır belgesi şu ifadeyle bunu belirtmiştir: "Taraflardan her biri serbest bırakılmaları imkansız olanların isim listesini teslim edecektir." Bu belgeye bakan bir kimse bunun, Amerikan Başkanı Obama'nın Filistin-"İsrail" çatışmasının çözümüne ilişkin olup son günlerde ortaya çıkan ve gelecek ayın sonunda ilan edilmesi beklenen planının alt zemininden öte bir şey olmadığını fark eder ki bu vizyonun hedefi, 2011 yılı yazında Filistinlilere ait kıytırık bir devletçik karşılığında Yahudi devleti ile Amerika lehine Filistin meselesini tasfiye etmektir.

Mısır tarafının gözetiminde ve arabuluculuğunda yapılan sözde diyalog turlarını inceleyen bir kimse tarafların arasını uzlaştırma hususunda bu tarafın ciddi olmadığını fark eder. Bilakis Mısır tarafının tek derdi, zamanın uzaması, ekonomik ve ambargo koşullarının kötüleşmesiyle birlikte Yahudi varlığı lehine daha fazla taviz elde etmektir. Hatta utanmaksızın guruplardan Yahudi devletini tamamen itiraf etmelerini talep eden bizzat Mısır yönetimi olmuştur! Mısır yönetimi, otoritenin tarafları arasında bir tür siyasi hareketlilik oluşturması hususunda Amerika'nın kendisine tevdi ettiği arabuluculuk rolü oynamaktadır ki bu sırada Amerika, gerek Afganistan gerek Irak gerekse mali ve ekonomik olsun üst üste gelen krizlerden boşa çıkmış olsun. Bir tarafta gurupların diğer tarafta Yahudilerin olduğu iki taraf arasında Mısır tarafının oynadığı arabuluculuğu inceleyen bir kimse, bundan amaçlanın durumların ve atmosferlerin sakinleşmesini güvence altına almak ve bu arada da Yahudi varlığının güven ve güvenliğe ermesi olduğunu görür.

Hareketlerin ileri gelenleri, Mısır belgesini cümleten ve tafsilen reddetmeliler, Amerika'nın arabulucusu ve manevi babası Mısır yönetimini kaldırıp atmalılar ve ona Amerika ile Yahudilerin öteki yüzü nazarıyla bakmalıdırlar. İçlerindeki muhlis kimseler de işgal süngüleri altında yapılacak olan seçimlere katılmayı reddetmeliler ve Amerikan veya Mısır menşeli veya benzeri teslimiyetçi çözümlerin hepsini boykot etmelidirler. Filistin meselesinin çözümü, karar ve yetki sahibi olmayan ne kıytırık bir otorite yoluyla ne de hıyanet çözümlerine meşruiyet kazandıracak olan yasama veya vatani meclis yoluyla olması mümkündür. Filistin meselesinin çözümü, fetih alaylarını harekete geçirecek ve Filistin'i bir bütün olarak Yahudilerin pençesinden kurtaracak olan Râşidi Hilafet Devleti'ne muhtaçtır.

وَاللّهُ غَالِبٌ عَلَى أَمْرِهِ وَلَـكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لاَ يَعْلَمُونَ "Şüphesiz ki Allah, emrine ğâlibdir, muktedirdir. Velâkin insanların çoğu bunu bilmezler!" [Yûsuf 21]

Devamını oku...

- Basın Açıklaması - Hizb-ut Tahrir / Pakistan Vilayeti; Karaçi, Lahor ve Paşaver'de Düzenlediği "Ramazan İslam'ın Nusret Ayıdır" Başlıklı Konferansı Ravalpindi'de de Düzenledi

 

Sonuç Bildirgesi: Amerikan sefaretini kapatınız, Amerikan Büyükelçisini kovunuz, askeri ve istihbarati ikmalleri kesiniz. Hilafet Devleti'ni kurması için silahlı kuvvetler Hizb-ut Tahrir'e nusret vermelidir.

Hizb-ut Tahrir; Karaçi, Lahor ve Paşaver'de başarılı şekilde düzenlediği konferanslarının bir benzerini Ramazanın on yedinci günündeki Bedir Savaşı'nın yıl dönümü münasebetiyle Ravalpindi'de "Ramazan İslam'ın Nusret Ayıdır" başlıklı bir konferans düzenledi. Konferansa, İslamabad ve Ravalpindi bölgesinden yüzlerce kişi katıldı. Konferansa katılanlar arasında Suheyb Saduzi, Hizb'in Resmi Sözcü Yardımcısı İmrân Yûsufzây, Cüneyd Han ve Dr. İftihar vardı. Diğer konferanslarda olduğu gibi Pakistan'ın hain yöneticileri ile tam bir anlaşma içerisine girerek Pakistan'daki Müslümanlara tamamen tahakküm etmeyi amaçlayan son Amerikan hareketliliği konusu detaylı bir şekilde ele alındı.

Konuşmacılar, Hilafet Devleti'ni kurarak Amerikan varlığından köklü şekilde kurtulmanın pratik yolunu açıklamalarının yanı sıra konferansa katılanları bu siyasi mücadeleye katılma çağrısında bulundular ve medya organlarına katılımcıların üzerinde ittifak ettiği konferans sonuç bildirgesi dağıtıldı.

Sonuç bildirgesinde şu ifadeler yer almıştır: "Pakistan'daki Müslümanlar, sadece Amerikan sefaretinin genişletilmesine karşı çıkmalarının ötesinde kapatılmasını ve Amerikan Büyükelçisinin kovulmasını da talep ediyorlar. Afganistan'ın kurtulması için atılacak ilk adım olarak Amerikan kuvvetlerinin çıkarılması, Amerikan istihbarat elamanlarının Pakistan'dan kovulması ve Afganistan'daki Amerikan kuvvetlerine yönelik tüm lojistik desteklerinin kesilmesi talep edilmektedir. İnsanlığın yeni lideri olarak İslami ümmetin tamamı yönünde ilk adım olarak Hilafet'i kurması için Pakistan Silahlı Kuvvetleri bir an evvel Hizb-ut Tahrir'e nusret vermelidir."

 

İmrân Yûsufzây

حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir
Resmi Sözcü Yardımcısı
Pakistan Vilâyeti

 

Devamını oku...

Artık Silahlı Kuvvetlerimizin Pakistan'daki Amerikan Askeri Üstlerini Yok Etmesinin Zamanı Gelmiştir

  • Kategori Pakistan
  •   |  

 

Pakistan'daki Amerikan Büyükelçisi Anne Patterson, 27.08.2009'da basına, Amerika'nın Pakistan içerisinde kendisi için askeri üstler inşa edeceği niyetini ortaya çıkaran pek çok rapordan bahsetti. Nitekim bu raporlardan bir de Amerika'nın herhangi bir büyükelçilik için izin verilen 350 personel sınırını aşan ve yüzlerce Amerikan silahlı askerinin bulunacağı genişlikte büyük bir büyükelçilik inşa etmek amacıyla başkent İslamabad'taki pek çok evi kiralayacağına ve bir milyar rupiye 18 hektarlık bir araziyi satın alacağına değinen rapordur. Ayrıca bu raporlarda Paşaver'de askeri bir üssü bulunan Amerikan Güvenlik Güçleri Şirketi "Blackwater'in" inşa edileceği geçmektedir. Bu şirket, Amerikan Dışişleri Bakanlığı'nın Irak'ta kullanıp Amerikan ordusunun yanı sıra oradaki Müslümanlara karşı en iğrenç suçları işleyen şirketin ta kendisidir. Bunların yanı sıra Pakistan içerisinden saldırılar düzenleyebilmek için Amerikan gözetiminde yeterli askeri personeli içerecek şekilde insansız uçaklara ait bir üssün inşa edildiğine değinen başka bir rapor daha vardır.

Amerikan yetkilileri her zaman olduğu gibi basın toplantılarında gururlanmışlar ve Müslümanları hafife almışlardır. Zira Amerikan Büyükelçisi, Büyükelçiliğin yüzlerce odalardan oluşmak üzere gerçekten büyük olacağı, inşaatının tamamlanmasının yedi yıl alacağı ve kesinlikle Amerikan deniz piyadeleri tarafından korunacağı noktasında Müslümanlara verdiği sözde "güvencelerle" onların öfkelerini körüklemiştir. Ancak Büyükelçi daha da ileri giderek başkentte yeni bir askeri üst için destek merkezi olarak Kuzey Batı ve Sind Bölgesindeki Amerikan askeri genişlemesi için bir üst teşkil etmesi amacıyla Amerika'nın Karaçi'deki Büyükelçiliği genişleteceğini ve Peşaver'de yeni bir konsolosluk inşa edeceğini ifade etmiştir. Ayrıca bu Amerikan genişlemesinin, daha önce Zerdari Hükümeti tarafından kendilerine yer verilen Amerikan kurumları ve kuruluşları yoluyla Amerikan çıkarlarının korunması amacıyla tahsis edilmiş olup harcanan milyarlarca doların denetimi için olduğunu teyit etmiştir.

Ey Pakistan'daki Müslümanlar!

Dünyanın dört bir tarafındaki Amerikan Büyükelçiliklerinin, istihbarat ve gizli operasyonların birer merkezi olarak kullanıldığını söylemekle gizli olan bir şeyi ifşa etmiş olmuyoruz. Zira Amerikan Büyükelçilikleri, trajediler çıkarmak ve insanları yaralamak için çalışan örgütlerden oluşup Güney Amerika'dan Endonezya'ya uzanan bir şebekeyi idare etmektedir. Bu elçiliklerde çalışan diplomatlar ise kendilerine ev sahipliği yapan ülkelerin içişlerine burunlarını sokmaktalar ve bunu da görev fonksiyonlarının bir parçası olarak addetmekteler. Zira onlar Amerikan çıkarlarının gerektirdiğine göre emredip yasaklamaktadırlar.

Bu Amerikan askeri genişlemesi bize Doğu Hindistan Şirketini koruma gerekçesi altında askerlerini bölgeye konuşlandırdığı zamandaki emperyalist İngilizleri hatırlatmaktadır. O zaman kalelerin inşa edilmesini ve bölgeye binlerce askerin konuşlandırılması kapsayacak şekilde bu misyon kademeli olarak genişlemiştir. Hatta kafirler, Müslümanları doğrudan yönetmeye başlamıştır.

Mevcut yöneticilere gelince; hıyanet hususunda -Müşerref gibi- geçmişteki yöneticileri kat be kat geçtiler. Zira Müslümanların en azılı düşmanı olan, Müslümanların kızlarına tecavüz eden bir orduya, Kur'an'ı kirletilmesine ve Pakistan'ın dört bir tarafında askeri üstler inşa etmesine izin verilmesi, kesinlikle bu büyük bir hıyanetin yeni bir halkasıdır. Nitekim Zerdari ve zebanileri, Amerikan'ın ülkeye nüfuz etmesini engellemek yerine, insanlara verilen yalan güvenceler kılıfı altında bu üstlerin inşa edilmesinin gerekli olduğuna destek vermişlerdir. Şüphesiz bu demokrat yöneticiler, yaptıkları bu işlerle bir kez daha demokrasinin, Pakistan'ın sorunları için bir çözüm değil bilakis bunun aksine sorunların aslının bizzat demokrasinin kendisi olduğunu kanıtlamışlardır. Doğrusu diktatör rejim gibi demokratik nizamın gölgesinde de kafir, kendi çıkarlarını korumak için kanunlar çıkarmayı ve gerekli politikaları empoze etmeyi başarmıştır.

Ey Pakistan'daki Müslümanlar!

İster Müşerref gibi diktatör yönetici olsun isterse Zerdari gibi demokrat yönetici olsun her ikisi de tek bir paranın iki yüzü gibidir. Onların tek derdi kendi tahtlarında baki kalmak adına Amerika'nın çıkarları için şu andaki ve gelecekteki güven ile güvenliğinizi ihlal etmektir. Şayet bu yöneticilere dur deyip haddini bildirmezseniz Afganistan'a yönelik işgallerini korumak için acı çeken ödlek Amerikalılar, tek bir kurşun bile atmaksızın Pakistan'ı kapsayacak şekilde işgallerini genişleteceklerdir ki böylece daha büyük zarar vermelerin imkan tanıyacak şekilde Pakistan üzerinde tam bir egemenlik kuracaklardır. Bu da ajan yöneticiler olmaksızın gerçekleştirmeyi başaracakları bir şey değildir.

Nitekim Allahu Subhanehu Te'alâ Müslümanları uyarmış, zira şöyle buyurmuştur:

إِن يَثْقَفُوكُمْ يَكُونُوا لَكُمْ أَعْدَآءً وَيَبْسُطُوا إِلَيْكُمْ أَيْدِيَهُمْ وَأَلْسِنَتَهُمْ بِالسُّوءِ وَوَدُّوا لَوْ تَكْفُرُونَ "Şayet onlar sizi ele geçirirlerse, size düşman kesilecekler, size ellerini ve dillerini kötülükle uzatacaklardır. Zaten onlar inkâr edivermenizi istemektedirler." [el-Mumtehine 2]

Boynunuza binen sorumluluk, bu zilleti omuzlarınızdan kaldırıp atmak ve Pakistan'daki Amerikan askeri üstlerinin inşasını engellemek için tüm gücünüzle harekete geçmektir. Keza boynunuza binen sorumluluk, zulüm kendileri için bir yaşam biçimi haline gelmiş olan ve dinlerine hıyanet eden bu yöneticileri kaldırıp atmaktır. Şayet sorumluluğunuzu yerine getirmezseniz şüphesiz Allah sizlere azap edecektir. Zira şöyle buyurmuştur:

وَلاَ تَرْكَنُواْ إِلَى الَّذِينَ ظَلَمُواْ فَتَمَسَّكُمُ النَّارُ وَمَا لَكُم مِّن دُونِ اللّهِ مِنْ أَوْلِيَاء ثُمَّ لاَ تُنصَرُونَ "Sakın zulmedenlere meyletmeyin! Yoksa size ateş dokunur. Sizin Allah'tan başka dostlarınız yoktur. Sonra muzaffer de olamazsınız." [Hûd 113]

O halde hakkınız olan bu otoriteyi yöneticilerden çekip alınız, sömürgecilerin maşaları olan bu ruvaybida yöneticileri kaldırıp atmak için Hizb-ut Tahrir ile birlikte çalışınız, onların enkazları üzerine Hilafet Devleti'ni ikame ediniz, sömürgeciliğin tüm şekillerini Müslümanların beldesinden yok edecek, egemenliğini ve yükselişini gerçekleştirme hususunda ümmetin tüm gücünü istihdam edecek olan adil bir Halife'ye biat ediniz.

Ey Kuvvet Ehli! Ey Silahlı Kuvvetlerin İçindeki Müslümanlar!

Şeytani girişimleri için Amerika'nın bizden yardım talebinde bulunmaya başlamasından bu yana sekiz yıl geçti. Nitekim üslerimiz ile hava koridorlarımızın kullanılmasını ve bölge savaşı için lojistik destekte bulunmamızı talep etmiştir. Ardından Pakistan İstihbarat Kurumlarının içine müdahale etmeye devam etmiş, ardından orada burada uyguladığı insansız uçaklarının saldırıları karşısında sessizce oturmanızı talep etmiş, ardından da kendi uğrunda sizden konuşlanmanızı istediği Savt'taki tertemiz Müslüman kadınların kanlarını akıtmanızı talep etmiştir. Şimdi de sekiz yıl boyunca Afganistan'da çektiği acılarının gerçek kaynağı olan Veziristan'a konuşlanmanızı talep etmektedir.

Bunca yıl sonra ve tüm bu isteklerinin ardından Amerika, sizleri gözetleme, kontrol etme, hükmetme, emretme ve sizlere yasaklama bakımından daha iyi bir konumda olmak için alt yapısının kapsamını genişletmek için çalışmaktadır!

Harekete geçmeniz ve Amerikalılara hak ettikleri cevabı vermeniz için tüm bunlar yeterli değil midir? Artık Hilafet Devleti'ni ikame etmesi için Hizb-ut Tahrir'e nusret vermenizin tam zamanı değil midir? Ümmetin durumunu zelil ve aşağılanmış bir hayattan izzetli ve zafer dolu bir hayata döndürmek için dünyadaki yedinci en büyük ordunun ve imanla dolu askerlerinin harekete geçmesi gerekmez mi? Allah Te'alâ şöyle buyurmuştur:

قَاتِلُوهُمْ يُعَذِّبْهُمُ اللّهُ بِأَيْدِيكُمْ وَيُخْزِهِمْ وَيَنصُرْكُمْ عَلَيْهِمْ وَيَشْفِ صُدُورَ قَوْمٍ مُّؤْمِنِينَ "Onlarla savaşın ki Allah, sizin ellerinizle onları cezalandırsın, onları rezil etsin, sizi onlara karşı muzaffer kılsın ve mümin toplumun gönüllerine şifâ versin." [Tevbe 14]

Devamını oku...

Bir Sorunun Cevabı

Soru: Sahih-il Buhari'de (Cizye Kitabı-Yahudilerin Arap Yarımadası'ndan Çıkarılması Babında) Ebi Hurayra [Radıyallahu Anh]'tan şöyle dediği rivayet edilmiştir: Biz mescitte iken Nebi [SallAllahu Aleyhi ve Sellem] çıkageldi ve şöyle dedi:

انطلقوا إلى يهود، فخرجنا حتى جئنا بيت المدراس فقال: أسلموا تسلموا، واعلموا أن الأرض لله ورسوله، وإني أريد أن أجليكم من هذه الأرض، فمن يجد منكم بماله شيئا فليبعه، وإلا فاعلموا أن الأرض لله ورسوله "Haydi Yahudilere gidiyoruz. Bunun üzerine yola düştük. Ta ki Beyt-il Midras'a gelince şöyle dedi: Müslüman olunuz, Müslüman olunuz. Biliniz ki arz Allah'a ve resulüne aittir. Ben, sizleri bu arzdan çıkarmak istiyorum. O halde sizden kimin her neyi varsa onu satsın. Yoksa biliniz ki arz Allah'a ve resulüne aittir."

Yahudilere ait özel okullar olması şeklinde anlaşılması bakımından bu hadis hususunda kafamız karıştı. Zira kimimiz, bu hadisin Beni Kureyza veya Hayber Yahudilerinden ayrı olarak Yahudilerin varlıklarına ilişkin olduğunu anladı... Bu durumda onlara ait özel okulların olmasında bir sorun yoktur. Kimimiz de onların, Beni Kureyza ve Hayber olaylarından sonra Yahudilerden geriye kalan zimmet ehli kimseler oldukları tercihinde bulundular. Bu da zimmet ehline ait özel okulların olması caizdir demektir. O halde burada bir sorun var! Bu durumun açıklığa kavuşturulmasını rica ediyoruz.

Cevap: el-Midras Konusu:

Meseleyi zimmet ehli veya Yahudilerin varlıklarıyla ilişkilendirmekle konunun dışına çıktınız. Böylelikle de onlar zimmet ehlinden olunca hükmü de karıştırdınız. Zira bunun sonucunda zimmet ehline ait özel okullar olacağı cevazına ulaştınız.

Oysa mesele bundan daha basittir. Zira mesele, okullarla ilgili değildir. Ancak zimmet ehlinin dinlerini öğrenmeleriyle ilgilidir. Buradaki "el-Midras", ibadet mekanlarına ait müştemilattan olup içerisinde Tevratlarını ve ayinlerini öğrendikleri bir yerdir. Zimmet ehlinin kendi aralarında dinlerini öğrenmeleri ise caizdir ve bu, bilinen manadaki okullardan farklıdır.

Sorunu açıklığa kavuşturmak çerçevesinde; el-Midras'ın manası Kamus-ul Muhitte iki manada geçmektedir:

Birincisi: İçerisinde Yahudilerin Tevrat'ı okuduğu bir yerdir.

İkincisi: Bayramlarında yiyip içmek üzere içerisinde toplandıkları yerdir.

Lisan-il Arap'ta ise şu iki manada gelmiştir:

Birincisi: Bayramlarında toplanıp içerisinde dua ettikleri bir yerdir.

İkincisi: İçerisinde yiyip içtikleri bir gündür.

Görüldüğü gibi el-Midras, içerisinde kendi aralarında dinlerini öğrendikleri ibadet mekanlara ait olan müştemilattan veya içerisinde yiyip içtikleri günden öte bir şey değildir. Yani onlara ait olan divan veya bunun benzeri gibi bir yerdir. Dolayısıyla her iki halde de bunun bilenen manadaki okullarla hiçbir alakası yoktur.

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER