Çarşamba, 30 Safer 1446 | 2024/09/04
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

Kralın Orduya Yönelik Konuşması!

  • Kategori Ürdün
  •   |  

Kral İkinci Abdullah'ın 04.08.2009 tarihinde Silahlı Kuvvetler Genel Komutanlığında yaptığı konuşmasının yankıları, hala farklı ortamlarda dolaşmakta ve etkinliğini korumaktadır. Konuşmasında, spekülasyonlar, mültecilerin dönüş hakkı, alternatif vatan, vatanın birliği gibi birçok konuyu ele aldı. İşte bunlardan dört konuyu yorumlayarak ele alacağız.

1. Spekülasyonlar konusuna gelince; Kral, bu hususta siyasi kulis erbaplarını uyararak onları bu spekülasyonların kaynağı olarak değerlendirdi ve orduya iç düşmanın dış düşmandan daha tehlikeli olduğunu ifade etti. Sanki mevcut baskıdan daha büyük bir baskıyı zihinlere kazımaktadır ki bu da fiilen mevuttur. Nitekim Akabe'deki limanlar işletmesinde oruç tutanlara ve bunun öncesinde Filistin'i gasp eden Yahudi varlığının ürünlerinin ithal edilmesini protesto etmek amacıyla Ziraat Bakanlığı önünde grev yapanlara yönelik aşırı baskı bunun göstergesinden başka bir şey değildir. İşte jandarma kuvvetleri, İslami olmayan bir rejim olmasından dolayı hiçbir halk desteği bulunmayan bir rejimi pekiştirmek amacıyla geniş çaplı içsel baskı uygulasın diye yeniden tesis edildi. Zira bu rejim, ümmetin taşıdığı İslami akideden kaynaklanmamaktadır ve ümmet, kendisini akidesinden kaynaklanmayan bir rejimle yöneten herhangi bir rejimi asla desteklemez. Er yada geç onu kaldırıp atacaktır.

2. Mülteciler ve dönüş hakkı konusuna gelince; Kral yakin olarak bilmektedir ki Filistin'i gasp eden Yahudi varlığı, tek bir kişinin dönmesine dahi asla izin vermeyecektir. Dolayısıyla tazminattan başka bir şey olmayacaktır. Aynı şekilde sömürgeci devletlerin Müslümanların ülkelerine yönelik gündemlerinde mültecilerin Filistin'e dönmesi diye bir gündem yoktur. Aslında Filistin'e dönüş hakkı fikri, saptırıcı bir fikirdir. Zira önemli olan Filistinlilerin Filistin'e dönmesi değildir. Bilakis önemli olan, Filistin'in Müslümanlara döndürülmesi ve İslami ümmetin egemenliğinin onun üzerine yayılmasıdır. Gerek Filistinliler, gerekse Müslümanların herhangi bir beldesinde oturan İslami ümmetin diğer evlatları olsun İslami ümmet, Ürdün Nehri'nin doğusunda veya batısında yada dağın kuzeyinde veya güneyinde oturan kimseler arasında hiçbir farkın olmadığı tek bir ümmettir... Bu iğrenç homurtular, ancak Müslümanların beldelerinin Sykes-Picot ve Batılı sömürgecilerin dinleri ile ümmetlerini sömürgeci kafire satan İslami ümmetin evlatları içerisindeki Arap ve Acem hainlerle gizli ittifak kurarak şeytanlıklarından olan diğer anlaşmalar yoluyla taksim edilmesinden sonra ortaya çıkmıştır.

Bir Amerikan projesi olan iki devletli çözümde ümmet için bir maslahat yoktur. Bilakis o, bir cürümdür ve Müslümanların arzı olan Filistin arzının bir karışında dahi olsa ifrata kaçmayı Müslümanlara haram kılan şeri hükme muhaliftir. Filistin'in kurtarılması ve onu gasp eden Yahudi varlığının kökünden kazınması, Müslümanların üzerine bir farzdır ve bu gasıplardan Filistin içerisinde tek bir Yahudi dahi kaldığı sürece günahkar olarak kalacaklardır.

3. Alternatif bir vatana gelince; bir gurup insanı rejimin etrafında toplamak ve geleceğini rejimin geleceğine bağlamak için Ürdün yöneticilerinin bostan korkuluğu olarak kullandığı zihinlerindeki bir vehimdir. Bu rejimin, böl-yönet fikrini kullanmadan durması imkansızdır. Zira o, Müslümanları birbirlerine karşı korkutmaktadır. Mesela Doğu Ürdün'ün evlatlarını Filistinli kardeşlerine karşı korkutmakta ve meseleyi onlara Ürdün Nehri'nin doğusunda Filistin devleti ilan edildiğinde Filistinlilerin kendilerini yiyip bitireceği şeklinde yansıtmaktadır. Dolayısıyla alternatif vatan konusu, ne zaman ki sıkıntıya düştüğünü hissetse Ürdünlüleri kendi etrafında daha fazla toplamak için rejimin kullandığı bir bostan korkuluğudur.

Aslında alternatif vatan veya Ürdün Nehri'nin doğusunda bir Filistin devletinin ilan edilmesi fikri, Amerika, İngiltere ve diğer sömürgeci devletler gibi Müslümanların beldelerine hakim olan büyük devletlerin karşı çıkmadığı bir fikirdir. Ürdün rejimi ise bir kilise yardımcısı veya Yahudi bir subay gibi yetkili veya etkili olmayan bir cihetten gelen herhangi bir işareti veya sözü istismar etmekte... haberi almakta, ona abartılı bir görüntü vermekte, onu işlemekte ve bir korkuluk gibi kullanmaktadır. Oysa alternatif vatan fiilen mevcuttur. Zira yurtlarından tehcir edilen Filistin halkının geneli Ürdün'de oturmakta, tam vatandaşlıktan faydalanmakta ve Ürdün nüfusunun genelini onlar oluşturmaktadır. Dolayısıyla Ürdün Nehri'nin doğusunda bir Filistin devleti meselesi, sömürgeci devletlerin Müslümanların beldelerine yönelik bunu kararlaştırmaları halinde sadece ilan edilmeye gerek duymaktadır. İşte o zaman bugün alternatif vatan bostan korkuluğunu dillendiren yöneticilerin bizzat kendileri buna alkış tutacaklardır!

4. Vatanın birliğine gelince; tek bir ümmetin evlatları arasına fırkacılık ve fesat tohumlarını eken bizzat rejimdir. Zira ne zaman fitne ateşi sönse şeytani uygulamalarıyla onu canlandıran fasit ve müfsit bir rejimdir. Şayet rejim, ayrımcılık uygulamalarını terk etmiş olsa insanlar, iğrenç ve düşük bölgeselci farklılıkları hissetmeksizin saadet içerisinde yaşayacaklardır. Çünkü Ürdün'de fırkacılığa yol açacak fıtri beşersel faktörler bulunmamaktadır. Zira onların hepsi de Müslümandır ki akideleri de kıbleleri de mezhepleri de birdir... Dahası aşiretleri de birdir. Dolayısıyla rejim, belirli bir zaman sürecinde bu fitneyi unuttuğunda insanlar da bu homurtuları unutacaktır. Lakin rejim, bir türlü fitneyi tahrik etmeden duramıyor.

Şüphesiz iğrenç ve düşük bölgeselcilik homurtularını tahrik etmek İslam'ın haram kıldığı bir husustur. Bu homurtuyu uygulayan her Müslüman da iğrenç ve düşük birisi olup Allah katında büyük bir günahkardır. Nitekim el-Buharî, Cabir İbn-u Abdullah [Radıyallahu Anhumâ]'dan şöyle dediğini rivayet etmiştir:

كنا في غزاة، فَكَسَعَ رجل من المهاجرين رجلا من الأنصار، فقال الأنصاريُّ يا لَلأَنصار، وقال المهاجريُّ يا لَلمُهاجرين، فسمع ذلك رسول الله صلى الله عليه وسلم فقال: (ما بال دعوى الجاهلية!). قالوا يا رسول الله: كَسَعَ رجل من المهاجرين رجلا من الأنصار، فقال: (دَعُوهَا فإِنَّها مُنتِنَةٌ "Bizler gazvede idik. Derken muhacirlerden bir adam ensardan bir adama vurdu. Bunun üzerine ensardan olan dedi ki: Ey ensar! Muhacirden olan da dedi ki: Ey muhacirler! Resulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem] bunu işitince dedi ki: "Cahiliye çağrıları da ne oluyor!" Dediler ki: Ey Allah'ın resulü!: Muhacirden bir adam ensardan bir adama vurdu da. Dedi ki: Bırakın onu  zira o, kokuşmuştur."

Müslümanlar, İslam'ı hayatın mütekamil bir metodu olarak benimsemedikleri müddetçe asla kalkınamayacaklardır. Bu da vatancı, bölgeci ve milliyetçi vasıflarıyla değil de birer Müslüman olmaları vasfıyla Râşidi Hilafet Devleti olan İslami Devleti ikame ederek İslami hayatı yeniden başlatmak için çalışmalarıyla olur. Allahuteala şöyle buyurmuştur:

إِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ إِخْوَةٌ "Müminler ancak kardeştirler." [Hucurat 10]

وَعَدَ اللَّهُ الَّذِينَ آمَنُوا مِنْكُمْ وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَيَسْتَخْلِفَنَّهُم فِي الأَرْضِ كَمَا اسْتَخْلَفَ الَّذِينَ مِنْ قَبْلِهِمْ "Allah, sizlerden iman edip salih amel işleyenleri, kendilerinden öncekileri yeryüzünde Halife kıldığı gibi onları da yeryüzünde Halife kılacağını vadetti." [en-Nûr 55]

Devamını oku...

- Basın Açıklaması- Ey Müslümanlar! Bu Tehlikeli Komployu Boşa Çıkarın! Amerika, Hain Pakistan Yöneticilerinin Muvafakatiyle Tarbla Üssünü İnşa Ettikten Sonra Şimdi de İslamabad'ın Göbeğinde Kendisine Ait Yeni Askeri Bir Üs İnşa Ediyor!

Geçenlerde medya organları, Amerika'nın İslamabad'daki Amerikan sefaretini genişletme gerekçesi altında kendisine ait askeri üstlere benzer bir kale inşa edeceği şeklinde bir haber geçti. Bu maksatla sefaret, binasının karşısında yüzölçümü 7,28 hektarı bulan bir arazi parçasını sadece 12 milyon dolar karşılığında satın aldı! Oysa Arazi Dairesi, sefaretin satın aldığı arazinin karşısındaki arazi parçasını buraya 153 adet yerleşim birimi inşa eden bir Türk emlak şirketine 72 milyon dolar karşılığında satmıştır! Yani Amerikan sefaretinin ödediği miktarın altı katıdır. Oysa bu arazinin yüzölçümü 2,43 hektar yani Amerikan sefaretinin satın aldığı arazi parçasının yüzölçümünün üçte birinden daha azdır! Sanki Amerikan sefaretinin satın aldığı arazi parçası, satılmamış da ona hibe edilmiştir!

Medya organlarının yayınladığı raporda önümüzdeki birkaç gün içerisinde Amerikan sefaretine 350'si deniz piyadesi olmak üzere bin memur alınacağı geçmiştir. Zaten şu an mevcut sefaret çalışanlarının sayısı 750'yi bulmaktadır ki bu, dünyada bir sefaretin barındırabileceği en büyük sayıdır. Oysa anlaşmalarda izin verilen sayı 350 çalışanı geçmemesidir. Pakistan'daki Amerikan Kuvvetleri Genel Başkanı, Pakistan'a yönelik Amerikan yardımlarının artmasını buna gerekçe göstererek bu ek sayıyı doğruladı!

Aslında dünyanın dört bir tarafındaki Amerikan sefaretlerinin birer casus merkezi, askeri ve istihbarati operasyonlarının idare odası gibi çalıştığını ve bu sefaretlerdeki diplomatların da resmi görevlerinin yanı sıra bu sefaretlerin bulunduğu ülkelerin iç işlerine karıştıklarını söylediğimizde gizli bir şeyi ifşa etmedik. Özellikle Pakistan yöneticileri, özetle Amerikalı efendilerine hizmet etmek olan önceki diktatörlerin misyonunu da sollayan bir misyonu yerine getirmekle atanmışlarken bu kötü haberlerin çıkması hiç de sürpriz değildir. Nitekim yöneticileri hırsızlardan ve haramilerden oluşan sözde demokrasi adında bir koalisyon hükümetinin oluşturulması planlarını son derece kolay ve basit bir şekilde uygulaması hususunda Amerika'ya destek verilmesinden öte bir şey değildir.

Bu üst, ya Pakistan içerisinde vahşi saldırılar düzenleyen insansız uçakların iniş yeri ya da sözde herhangi bir mazeret altında Pakistan halkına karşı askeri saldırıların açılmasının askeri bir üssü olacaktır.

Bu yöneticiler, hıyanette seleflerini de geçtiler. Zira bu yöneticilerin, Müslümanların en azılı düşmanına İslamabad'ın göbeğinde kendisine ait bir askeri üst inşa etmesine izin vermesi önceki hıyanetlerini aşmıştır. Bu demokrat yöneticiler, bu gidişatla demokrasinin Pakistan'ın sorunlarını çözemeyeceğini bilakis Pakistan'ın kronik hastalığının sebebinin bizzat demokrasi olduğunu ortaya koymuşlardır. Pakistan'da ister demokrasi isterse diktatörlük adında bir yönetim olsun aslında kanunları çıkartan da ülkenin siyasetini belirleyen de bizzat sömürgeci kafirdir. Böylece sömürgeci kafir, kanunlarını ve politikalarını halkın temsilcileri denilen kimseler sayesinde demokrasi yoluyla meşrulaştırırken diktatörlük gölgesinde bu kılıfa mecbur kalmamıştır. Yönetici zevatları ise yönetimin ve gerekçelerini kabullensinler diye insanların önündeki vitrinden başka bir şey değildir.

Ey Müslümanlar!

Pakistan'daki yönetici, ister Müşerref gibi diktatör isterse Zerdari gibi demokrat olarak isimlendirilsin bunların ikisi de aynı olup biri diğerinden farklı değildir. Zira onların tek gayesi, insanları yağmalaması ve hortumlaması için hükümetlerini korumaktır. Onlar, Müslümanların kızlarını veya ülke topraklarını satmak yoluyla dahi olsa otoriteyi korumak adına daha ileriye gitmeye tamamen hazırdırlar!

Kölelik halkasını boyunlarınızdan çıkararak bu yöneticilerin suratlarına çarpmak, koltuklarının üzerinden alaşağı ederek onları tarihin kara sayfalarına gömmek, sokaklara dökülüp bu hain yöneticilerin yüzlerine haykırarak Pakistan'daki insanlar, Pakistan'da bir Amerikan askeri üssünün inşa edilmesine asla izin vermeyeceğini ilan etmek sizlerin üzerine bir mesuliyettir ey Müslümanlar!

Ey güç ve kuvvet ehli! Ya sizler! Güçlü ülke Pakistan'ın Amerika'ya teslim edildiğini göre göre ona karşı tek bir kurşun sıkmaksızın ne zamana kadar sessiz kalacaksınız? O halde yöneticiler, Pakistan'ı topyekûn helak etmeden Hilafet Devleti'ni kurması için Hizb-ut Tahrir'e nusret vermeye koşunuz!


Nâvid Butt

حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir

Resmi Sözcüsü
Pakistan Vilâyeti

 

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- إِنَّ ٱلَّذِينَ يُؤْذُونَ ٱللَّهَ وَرَسُولَهُ لَعَنَهُمُ ٱللَّهُ فِى ٱلدُّنْيَا وَٱلآخِرَةِ وَأَعَدَّ لَهُمْ عَذَاباً مُّهِيناً "Allah ve resulünü incitenlere Allah, dünyada ve ahirette lanet etmiş ve onlar için horlayıcı bir azap h

Afgan güvenlik güçleri, dine meydan okuyup Hizb-ut Tahrir'in üyeleri ile taraftarlarının onuruna saldırarak 15 Recep'ten 5 Şaban 1430'a (8 Temmuz'dan 28 Temmuz 2009'a) kadar oldukça barbar bir şekilde mescitlerden, işyerlerinden ve Kabil'deki evlerinden 30 kişiyi tutukladı. Oysa onların çoğu, Hizb-ut Tahrir'e üye olmayıp bilakis İslami şiarları taşıyan kimselerdi. İşte bu, Hilafet'i ve Allah Azze ve Celle'nin şeriatının hakim kılınmasını ihya etmeyi hedefleyen faaliyetlere karşı verilmiş bir tepkidir.

İçişleri Bakanlığı Resmi Sözcüsü, Hizb-ut Tahrir'in halkın düşmanı olduğunu açıkladı. Bu da sırf bizlerin Allah'ın inzal ettiklerinin dışında hükmün haram olduğunu, diğer bir ifadeyle demokrasi gibi küfür nizamıyla hükmetmenin haram olduğunu söylemimizden dolayıdır. Onları bu maddi eyleme iten şey, on milyonlarca kişinin bu seçimlere katılmasını sağlamak içindir. Bundan dolayı bu tutuklamayı ciddiye almaktadırlar.

Afgan güvenlik güçleri, Allah Azze ve Celle'nin huzurunda sorumlu olmaya dair hiçbir bilince sahip değiller. Onlar, sırf amirlerinin güvenini ve takdirini elde etmeye çalışmaktalar. Onlar, ahiretlerini az bir dünyalık karşılığında satmaktadırlar. Onlar, kendilerine karşı herhangi bir faaliyette bulunmaksızın sadece İslami duygulara sahip insanlara varana kadar rastgele tutuklamalarda bulunmaktalar. Celle ve Alâ, şöyle buyurmaktadır:

وَالَّذِينَ يُؤْذُونَ الْمُؤْمِنِينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ بِغَيْرِ مَا اكْتَسَبُوا فَقَدِ احْتَمَلُوا بُهْتَانًا وَإِثْمًا مُبِينًا "Mümin erkeklere ve mümine kadınlara, yapmadıkları bir şeyden dolayı eziyet edenler, şüphesiz bir iftira ve apaçık bir günah yüklenmişlerdir."  [el-Ahzâb 58]

Hizb-ut Tahrir, marufu emretme ve münkeri nehyetme vecibesine binaen daha geçenlerde önümüzdeki günlerde Afganistan'da yapılacak devlet başkanlığı demokratik seçimlerinin haramlığını beyan etmiş, İslami ümmete şeri hükmü arzetmiş, Allah'ın inzal ettiklerinden başkasıyla hükmetmeye dayalı olmasından dolayı bu demokratik seçimlere katılmanın azim bir münker olduğunu ve bu seçimlerin karşısında duracağını açıklamıştır. Celle ve Alâ şöyle buyurmaktadır:

أَفَحُكْمَ الْجَاهِلِيَّةِ يَبْغُونَ وَمَنْ أَحْسَنُ مِنْ اللَّهِ حُكْمًا لِقَوْمٍ يُوقِنُونَ "Hala cahiliyye hükmünü mü istiyorlar? İman eden topluluk için Allah'tan daha güzel hükmeden kimdir? "  [el-Maide 51]

Şunu teyit ederiz ki Hizb-ut Tahrir şebabı, fikri çalışmaları ve siyasi mücadeleleriyle İslami Hilafet'in ihyasına davet etmekte olup İslami olmayan hükümetlerce işkencelerin ve zorlukların türleri ne kadar artarsa artsın faaliyetlerine devam edeceklerdir. Açıktır ki kendisini sözde İslami olarak isimlendiren Afganistan hükümeti, Allah'ın şeriatını tatbik etmeye ve farzların anası olan Hilafet'i yeniden ihya etmeye çalışan bu amellerin ve faaliyetlerin hepsini durdurmak için her çabayı harcamaktadır. İşte tüm bunlar, halkını Allah [Azze ve Celle]'nin yolunda kurban ederek Allah'ın şeriatını tatbik etmek amacıyla milyonlarca şehit, yaralı ve göç veren bir ülkede meydana gelmektedir.

Hizb-ut Tahrir şebabı, bu İslami ümmetin muttaki kulları olup İslami ümmetin düşmanı değildir. Onlar, Hilafet'i ve Allah'ın inzal ettikleriyle yönetimi ihya ederek İslami yönetimi geri getirmek ve İslam ümmetini önceki izzetine kavuşturmak için İslami beldelerde siyasi ve fikri olarak çalışmaktadırlar.

Devamını oku...

- Basın Açıklaması - Hizb-ut Tahrir / Türkiye Vilayeti, Sel Felaketinde Ölenlere Allah'tan Rahmet ve Ailelerine Başsağlığı Diler

Türkiye'de yağan ve özellikle Marmara bölgesinde etkili olan şiddetli yağmurlar sonucunda 09 Eylül 2009'da yaşanan sel felaketi, 32 kişinin ölümüne, 8 kişinin kaybolmasına, büyük maddi kayıplara yol açmıştır. Bu bağlamda Hizb-ut Tahrir / Türkiye Vilayeti aşağıdaki hususları vurgular:


1.Öncelikle bu sel felaketi sonucunda ölenlere Allah'tan rahmet, ailelerine sabır ve başsağlığı diler.

2. Başta ölenlerin aileleri olmak üzere bu sel felaketinde mağdur olanların tüm maddi zararlarının devlet tarafından tazmin edilmesini talep eder.

3. Bu tür afetlerin sonucunda bir daha böylesi ölümlerin ve maddi zararların yaşanmaması için ilgili devlet yetkililerinden gerekli önlemlerin eksiksiz olarak önceden almasını talep eder.

4. Son olarak sel, deprem ve yangın olmak üzere bu tür yaşanan tabii afetlerin özelde Türkiye'de ve genelde dünyadaki Müslümanlar için Allah [Azze ve Celle]'den bir uyarı ve imtihan olduğunu idrak edip bundan sonraki yaşamlarını Allah'ın emir ve yasaklarına göre düzenlemelerini temenni eder.

ٱلَّذِينَ إِذَآ أَصَابَتْهُم مُّصِيبَةٌ قَالُواْ إِنَّا للَّهِ وَإِنَّـآ إِلَيْهِ رَاجِعونَ "Onlar ki kendilerine bir musibet isabet ettiğinde şöyle derler: Allah'tan geldik Allah'a döneceğiz." [el-Bakara 156]

 

Devamını oku...

Kürt Meselesi de Dahil Müslümanların Tüm Sorunları Demokratik Açılımla Değil, Ancak Râşidi Hilafet Devleti ile Çözülür

  • Kategori Türkiye
  •   |  

Son günlerde Türkiye gündemi, AKP'nin başlattığı "Kürt Açılımı-Demokratik Açılım" söylemleriyle çalkalanmakta. Zira başta Başbakan Recep Erdoğan olmak üzere AKP yetkilileri, bir türlü ağızlarından düşürmedikleri bu iki söylemle yatmaktalar, bu iki söylemle kalmaktalar, konuşmalarına bu iki söylemle başlamaktalar ve bu iki söylemle kapatmaktalar, her iki kelime de bir araya ya demokrasi ya demokratikleşme ya demokratik atılım ifadelerini sokuşturmaktalar. Onların lisan-ı kavilleri söylemese de "Kraldan çok kralcı olmak." deyiminde olduğu gibi lisan-ı halleri "Demokratlardan çok demokrat kesildiklerini" göstermektedir.

Gerek Kürt açılımı gerek Ermeni açılımı gerekse demokratik açılım olsun AKP hükümetinin başlattığı açılımların temelinde Amerikan politikalarının AKP hükümeti yoluyla Türk kamuoyuna kabullendirilmesi yatmaktadır. Bu açılımlar Özal döneminde başlatılmış, Obama'nın  geçen nisan ayında Türkiye'ye yaptığı ziyaretle ivme kazanmıştır. Obama, ziyareti esnasında mecliste yaptığı konuşmasında Amerika ile İslam dünyası arasında bir köprü vazifesi görmesinden dolayı Türkiye'yi önemsediklerini ifade etmiştir. İşte Obama'nın ziyaretinden bu yana AKP hükümeti, dün Ermeni açılımı, bugün Kürt açılımı, ertesi gün demokratik açılım adı altında Amerikan açılımlarını bir bir açmaya başladı. Kürt açılımını hayata geçirmek ve halka pazarlayabilmek için "akan kanlar dursun", "artık analar ağlamasın", "akan gözyaşları dinsin", "silahlar sussun", "terör son bulsun" gibi masumane ve kulağa hoş gelen sözlerle allayıp pulladı.

Oysa Kürt meselesi, Ermeni meselesi ve Kıbrıs meselesi gibi özelde Türkiye'deki genelde dünyadaki Müslümanların karşı karşıya kaldıkları ve göğüslerine bir hançer gibi saplanan bu tip kronik sorunların ana kaynağı demokrasi ile bu demokrasiyi özgürlükler ve insan hakları gibi küfür sloganları adı altında bize pazarlamaya çalışan başta Amerika olmak üzere sömürgeci kafirlerin ta kendisidir. Dolayısıyla bu demokratik açılımlar sonucunda değil sorunlarının çözülmesi, Müslümanların başına gelmedik felaket kalmamıştır. Nitekim Amerika'nın demokrasi getireceğim vaatleriyle 2003 yılında Irak'ı işgal etmesi sonucunda boşalan gözyaşları sel olmuş, akan masum kanlar derya deniz olup taşmış, bombaların patlamadığı bir gün kalmamıştır. Kısacası Irak, Amerika'nın getirdiği demokrasi sayesinde bir alev topuna dönmüştür. İşte sadece Irak'ta yaşananlar, demokratik açılımın nasıl şerir olduğunu açıkça ortaya koymaktadır.

Dolayısıyla AKP yetkililerinin, bütün musibetlerin ve felaketlerin anası olan demokrasinin ve demokratik açılımın otuz yıldır akan kanı durduracağını ve bir Amerikan açılımı olmadığını söylemeleri açıkça yalandır. Demokrasi, demokratikleşme, demokratik atılım ve demokratik açılım ismen farklı olsalar da hepsi demokrasi kelimesinden türemiş olup tek bir anlamı ifade eder ki o da Allah'ın şeriatını bir tarafa atıp halkın kendi kendini yönetecek yasalar çıkarmasıdır.

Ey Müslümanlar!

Otuz yıldan beri kaybettiğiniz evlatlarınızın asıl failinin, kafir Batı'nın bu asalak yöneticiler yoluyla bizlere pazarlamaya çalıştığı küfür fikri demokrasi ile ondan türetilen demokratik açılımlar olduğunun artık farkına varıp Kürt meselesi de dahil bütün sorunlarınızı kökünden halledecek, sizleri geçmişteki gibi hayrın ve nurun taşıyıcısı asil bir ümmete dönüştürecek asıl köklü çözüme doğru harekete geçmelisiniz ki o, Hizb-ut Tahrir'in yarım asır önce başlattığı Râşidi Hilafet Devleti'ni Kurma Projesi'dir. Aksi takdirde Amerikan politikalarını hayata geçirmek uğruna gecelerini gündüzlerine katıp diyar diyar dolaşan, köşe bucak gezen, demokrasi havarisi kesilen bu Amerikan uşağı yöneticiler yeri, göğü ve denizi halis muhlis küfür ürünü olan demokratik açılımlarla ifsat edecekler maazallah. O halde ey Müslümanlar, iş işten geçmeden Hilafet Devleti Projesi'nin ana kaynağı olan Rabbinizin dinine icabet ediniz.

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ اسْتَجِيبُواْ لِلّهِ وَلِلرَّسُولِ إِذَا دَعَاكُم لِمَا يُحْيِيكُمْ "Ey iman edenler! Allah ve resulü, sizi size hayat verene davet ettiği zaman icabet ediniz." [el-Enfal 24]

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Meşru Olan Şey Nedir? Ümmetin Akidesi ile Şeriatına Dayanan Şey mi, Yoksa Beşerin Koyduğuna Dayanan Şey Mi?

Kerim Kardeş el-Ahbar Gazetesi Editörü,

es-Selâmu Aleykum ve Rahmetullahi ve Berakâtuh,

Konu: el-Ahbar gazetenizde geçenlere reddiye,

 

H. 04 Şaban 1430 el-muvafık M. 26 Temmuz 2009 tarihli, 283 sayılı gazeteniz el-Ahbar'daki Üstaz Adil Hasun'un kaleme aldığı "Meşru Olmayan Bir Hizb Olan Hizb-ut Tahrir'in, Kararın Batıllığı ve Meşru Olmadığı Gerekçesiyle Lahey Mahkemesi'nin Kararını Reddetmesi, Bir Paradokstur" başlıklı makaleyi mütalaa ettik. Yazar, Hizb'i meşru olmamakla nitelendirmiş ve Nifaşa'nın batıl olduğu, ona dayanan anayasanın yanı sıra Lahey'e muhakeme olmanın da meşru olmadığı şeklindeki sözlerine karşı çıkmıştır.

Kimin meşru olup kimin olmadığını açıklamadan önce Müslüman olmamız vasfıyla meşru ve meşruiyet kelimelerinin üzerinde durmamız kaçınılmazdır. Şimdi sorarız: İstediğimiz meşru ve meşruiyet hangisidir? Beşerin yaratıcısı, kainatın müdebbiri, siyasi, iktisadi, içtimai hayatı ve benzerlerini düzenlemesi için resulleri şeriatla gönderen Allah'ın meşruiyeti mi, yoksa yarın ne olacağını bilmeyen, çevreden etkilenen beşerin çelişkili ve eksik meşruiyeti mi?!

Kesinlikle ve kuşkusuz cevap bizler, iğnesinden ipliğine kadar siyasi hayatımızın her işinde ve diğerlerinde muhayyerliğin olmadığı bir bağlılıkla Allah'ın şeriatına muhakeme olmaya ve hidayetin Nebisi Muhammed [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'e tabi olmaya mecburuz. Nitekim Mevla Azze ve Celle şöyle buyurmaktadır:

فَلاَ وَرَبِّكَ لاَ يُؤْمِنُونَ حَتَّىَ يُحَكِّمُوكَ فِيمَا شَجَرَ بَيْنَهُمْ ثُمَّ لاَ يَجِدُواْ فِي أَنفُسِهِمْ حَرَجًا مِّمَّا قَضَيْتَ وَيُسَلِّمُواْ تَسْلِيمًا "Hayır! Rabbine ant olsun ki aralarında çıkan anlaşmazlıklarda sana [İslam'a] muhakeme olup sonra da senin verdiğin hükme içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın tam bir teslimiyet ile teslim olmadıkça iman etmiş olmazlar." [en-Nisâ' 65]

Ve şöyle buyurmaktadır:

فَإِن تَنَازَعْتُمْ فِي شَيْءٍ فَرُدُّوهُ إِلَى اللّهِ وَالرَّسُولِ إِن كُنتُمْ تُؤْمِنُونَ بِاللّهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ ذَلِكَ خَيْرٌ وَأَحْسَنُ تَأْوِيلاً "Eğer herhangi bir hususta anlaşmazlığa düşerseniz, gerçekten Allah'a ve ahiret gününe inanıyorsanız, onu Allah'a ve resulüne döndürün. Bu, hem daha hayırlı hem de netice bakımından daha güzeldir." [en-Nisâ' 59]

İşte bu iki ayet, hiçbir kimsenin Allah'ın kitabı ve resulü [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in sünnet ile hükmettiğini söyleyemeyeceği Lahey Mahkemesi'ne muhakeme olmanın batıllığına dair delil olarak yeterlidir. Onun öncesinde kafir Batı'nın direktiflerine dayanan Nifaşa; Müslümanlar aleyhine kafire otorite vermiş, Güney Sudan'ı Kuzeyinden ayırmış, Sudan'ın diğer bölgelerinin parçalanması zeminini hazırlamış -ki Darfur bize uzak değildir- ve silah çekerek ekini, nesli, ağcı ve taşı helak eden mücrimlere meşruiyet kazandırmış Nifaşa'dır. Bu, Nifaşa'nın ifraz ettiği vakıa açısından olup gizledikleri ise daha beterdir.

Meşruiyet açısından olana gelince; Nifaşa, Allah'ın kitabına ve resulü  [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in sünnetine dayanmadığı gibi Nifaşa üzerine bina edilen geçici anayasa da aynıdır ki batıl üzerine bina edilen de batıldır. Dolayısıyla Nifaşa'yı, geçici anayasayı ve Lahey Mahkemesi'ni reddetmemiz hevaya dayalı bir reddiye olmayıp ancak hayatımızı [لا إله إلا الله محمد رسول الله] esası ve ondan kaynaklanan tüm hayat nizamlarının dışında başka bir şeye bina etmemizi kabul etmeyen azim İslam ideolojisi esasına dayanmaktadır.

Hizb-ut Tahrir'in meşruiyetine gelince; beyan ettiğimiz esasın -ki o, Allah'ın kitabı ile resulü  [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in sünnetidir- kendisinden alınmıştır. O halde onun, yani Hizb-ut Tahrir'in, kendisini tanısın yada tanımasın meşruiyetini yitirmiş bir kimsenin meşruiyetine ihtiyacı yoktur. Dolayısıyla onların tanıması da tanımaması da bizler nezdinde aynıdır. Zira Hizb-ut Tahrir, şöyle buyuran Allahuteala'nın emrine icabet ederek kurulmuştur:

وَلْتَكُنْ مِنْكُمْ أُمَّةٌ يَدْعُونَ إِلَى الْخَيْرِ وَيَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَيَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنْكَرِ وَأُولَئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ "Aranızda hayra [İslam'a] davet eden, marufu emreden ve münkerden nehyeden bir ümmet [siyasi hizb] bulunsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir!"

O, ideolojisi İslam ve işi siyaset olan siyasi bir Hizb'dir. İslam'da hayat ile din ve din ile devlet arasında bir ayrım yoktur. Dolayısıyla siyaset, İslami akideden kaynaklanan veya onun üzerine bina edilmiş şeri hükümlerdir. Dolayısıyla dini siyasete karıştırmak sözü, İslam'dan ve siyasetten anlamayan bir kimsenin sözüdür.

Hizb-ut Tahrir, çalışmak için hiç kimsenin kendisine izni vermesini beklememektedir. Sudan'daki siyasi saha, Hizb-ut Tahrir'i gayet iyi bilir. Zira Nifaşa'yı meşru gören partiler, Batı'nın ve Doğu'nun otellerinde birbirleriyle mücadele ederlerken Hizb-ut Tahrir'in şebabı, ümmetin ortasında onun derdiyle dertleniyor, İslam esası üzerine onun kalkınması için çalışıyor, tutuklanıyor ve hapsediliyordu. Faaliyeti hiçbir gün durmamış ve inşallah uğrunda kurulduğu gayesini gerçekleştirene kadar da durmayacaktır. O gaye ki, Habib-ul Mustafa [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in müjdelediği inşallah son günlerini yaşadığımız diktatörlük döneminden sonra gelecek olan Nübüvvet Minhacı Üzere İkinci Râşidi Hilafeti kurarak İslami hayatı yeniden başlatmaktır. Aleyhi's Salatu ve's Selam şöyle buyurmuştur:

... ثم تكون خلافة على منهاج النبوة "...Sonra Nübüvvet üzere Hilafet olacaktır."

Ve de inşallah bu gayeyi gerçekleştirmek için İslami ümmetin muhlis evlatlarıyla birlikte çalışmaya devam edecektir. Allah'a hamdolsun ki bugün artık Hizb-ut Tahrir, Doğu'da Cakarta'dan başlayıp Batı'da Tanga'ya kadar ümmetin kalkınmasının ve diğer ümmetlerin başındaki liderlik ve egemenlik mekanına oturmak üzere geçmişte olduğu gibi ümmetlerin lideri olarak dönmesinin ümidi haline geldi.

Son olarak makalenin yazarı saygıdeğer kardeşimize deriz ki: Meşru olan kimdir? İslam akidesi esasına dayanıp bu esas üzere ümmetin kalkınması için çalışan kimse mi, yoksa kafir Batı'ya boyun büken, Allah'tan korkmayıp ondan korkan, anayasasını ve kanunlarını batıl kapitalizm nizamı ideolojisine bina eden kimse mi?!

أَفَمَنْ أَسَّسَ بُنْيَانَهُ عَلَى تَقْوَى مِنَ اللّهِ وَرِضْوَانٍ خَيْرٌ أَم مَّنْ أَسَّسَ بُنْيَانَهُ عَلَىَ شَفَا جُرُفٍ هَارٍ فَانْهَارَ بِهِ فِي نَارِ جَهَنَّمَ وَاللّهُ لاَ يَهْدِي الْقَوْمَ الظَّالِمِينَ "Binasını Allah korkusu ve rızası üzerine kuran kimse mi daha hayırlıdır, yoksa binasını yıkılacak bir uçurumun kenarına kurup onunla beraber kendisi de çöküp Cehennem ateşine giden kimse mi? Şüphesiz ki Allah zalimler topluluğunu hidayete erdirmez." [et-Tevbe 109]

İbrâhîm Usmân [Ebu Halîl]

حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir

Resmî Sözcüsü
Sudan Vilâyeti

 

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Hizb-ut Tahrir'in, Londra'da, 26 Temmuz 2009 Pazar Günkü İslam'a ve Hilafet'in Kurulmasına Davet Başlıklı Konferansına Binlerce Kişinin Katılacağı Hatırlatılır

Hizb-ut Tahrir / İngiltere'nin "İslam'a ve Hilafet'in Kurulmasına Davet" başlıklı yerel konferansına binlerce temsilci katılacaktır. Konferans, 26 Temmuz 2009 Pazar günü Londra'da düzenlenecek olup sabah saat 11:45'ten itibaren Troxy, 490 Commercial Road E1 0HX Salonu'nda başlayacaktır.

Bu konferans, bu yaz düzenlenecek iki konferansın ilki sayılır. Zira ikinci konferans, Brmingham şehrinde düzenlenecek ve en az 4000 temsilci katılacaktır. Bu iki konferans; Lübnan, Pakistan, Endonezya, Bangladeş, Sudan, Ukrayna ve Tanzanya'nın yanı sıra Amerika, Filistin ve Avustralya gibi Hizb-ut Tahrir'in dünya çapında düzenlediği konferanslar ve yürüyüşler gibi küresel etkinlikler çerçevesinde düzenlenmektedir.

Hizb-ut Tahrir'in İngiltere'deki Medya Temsilcisi Taci Mustafa şöyle dedi: "Batıdaki Müslümanlar, giderek artan baskılarla karşı karşıya kalmaktalar. Zira hükümetler ve medya organları, laik değerlerle bağdaşması ve Batı İslamının ortaya çıkması amacıyla İslam'ı değiştirmeye yelteniriz beklentisi içerisinde İslam'ın görüntüsünü çarpıtmayı ikiye katlamaktalar."

"Ayrıca başörtüsünün yasaklanması, Sarkozy'nin peçeye saldırması, Resul Muhammed [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'e hakaret edilmesi, propagandalar, baskıcı terör kanunları ve Kur'an-il Kerim'in yeniden tefsi edilmesi teşebbüslerinden her biri küresel İslami uyanışı frenleme amacıyla Batı'nın beyhude girişimlerini oluşturmaktadır."

"Allahuteala'nın yardımıyla Hizb-ut Tahrir / İngiltere, bu yaz düzenlenecek olan iki konferansımızda, hak olan İslam risaletine davet edip onun güzelliğini açıklamak yoluyla Batı'da ikamet eden Müslümanlar olarak bu politikalarla mücadele çatışmasında ön saflarda olmamızın nasıl vacip olduğunu ve kurulacak Hilafet Devleti'nin küresel kapitalizm sömürüsüne karşı zayıfları nasıl destekleyeceğini ortaya koyacaktır."

26 Temmuz 2009 Pazar günkü konferansın yapılacağı salonun kapıları sabah saat 11:00'da açılacak, Troxy, 490 Commercial Road E1 0HX Salonu'ndaki etkinlikleri saat 11:45'te başlayacak ve akşam 19:15'e kadar devam edecektir. Editörlere Not:

1. Basın akreditasyonu edinmek zorunlu olup şu e-mail adresi yoluyla akreditasyon başvurusunda bulunulması rica olunur: Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.

2. İngilizce, Arapça ve Urduca röportajlar yapılması mümkündür.

3. Konferans programının tamamı sitemizde mevcuttur.

4. Sabah saat 11:45'ten itibaren konferansın şu siteden canlı olarak seyredilmesi mümkündür: www.hizb.org.uk

 

Devamını oku...

- Basın Açıklaması - Hilafet Davetini Engellemede Sömürgeci Küfür Güçleri Hüsrana Uğrayıp Başarısız Olduğu Gibi Ajanları da Başarısız Olacaktır

Hizb-ut Tahrir / Bangladeş, Hilafet'in yıkılış yıldönümü münasebetiyle bugün öğleden sonra saat 14:00'da başlaması beklenen Dakka'daki "Bangladeş için Hilafet" başlıklı konferansa davette bulundu. Davete Hizb-ut Tahrir üyeleri ve taraftarları olmak üzere 1000'den fazla kişi icabet etti. Ancak onlardan önce polis, konferans salonunun kapılarını kapattı. Hizb-ut Tahrir Resmî Sözcüsü Muhyiddîn Ahmed ve yardımcısı Mürşid-il Hakk, konferansın düzenlenmesine izin vermesi amacıyla yarım saatten fazla polisle konuşarak ona, Hizb'in yasal şekilde yer ayırttığını ve buna engel olmasının doğru olmayacağını teyit ettiler. Polis, konferansın engellenmesine dair hükümetten emir aldıklarını gerekçe göstererek konferansın düzenlenmesini engelleme gerekçelerini haklı çıkarmada başarısız olunca Resmî Sözcü, "Hilafet davetini engellemede sömürgeci küfür güçlerinin hüsrana uğrayıp başarısız olması gibi ajanlarının da başarısız olacağını" ifade edip katılımcılardan mekanı terk etmelerini talep etti.

İkindi vakti saat 17:00'da 5000'in üzerinde Hizb-ut Tahrir üyesi ile taraftarı, Dakka'daki Mescid-il Kebir'de toplanarak hükümetin kararı aleyhinde gösteri yaptılar. Mescit dışındaki despotik polis birimleri, büyük halk desteği yüzünden gösteriyi durdurmada başarısız oldu. Gösteriden sonra Muhyiddîn Ahmed, Hizb-ut Tahrir / Bangladeş tarafından yayınlanan "Ey Müslümanlar! Hizb-ut Tahrir Sizleri, Kafir Kapitalizm Nizamını Reddetmeye ve Hilafet Devleti'ni Kurma Çalışmasını Emreden Şeri Hükme Sarılmaya Davet Ediyor" başlıklı beyanı okudu.

Mezkûr beyanda Müslümanlara, Hilafetlerinin varlığı boyunca Amerika ile Avrupa'nın karşılarında nasıl alçaldığı hatırlatıldı. Bu nedenle ümmetin düşmanlarının, sömürgeci İngiltere ve Allah ona lanet etsin ajanı Mustafa Kemal eliyle yıkmak üzere H. 28 Recep 1342'de Hilafet'e saldırmaları hiç de şaşırtıcı değildir.

Bugün ise Hilafet Devleti'nin yokluğunda Müslümanlar, Allah [Subhânehu ve Te'alâ]'nın bu ümmeti "en hayırlı ümmet" olarak vasfetmesine rağmen beceriksiz devletlerin gölgesinde yaşamaktalar. Bugün, hem erkeklerimizin, evlatlarımızın ve kardeşlerimizin nasıl katledildiğine hem mukaddesatlarımızın, analarımızın, bacılarımızın ve kızlarımızın ırzlarının nasıl çiğnendiğine hem de kafirlerin Irak'ı, Afganistan'ı, Filistin'i, Çeçenistan'ı ve Keşmir'i nasıl işgal ettiklerine şahit olmaktayız. Ümmet, 5 milyondan fazla askere sahip olmasına rağmen bu saldırılara karşılık vermeye muktedir değildir.

Ümmete yönelik bu ihlaller ve felaketler, Hilafet'i kaybettiğimiz ve sömürgeci kafirin kendi yerine bizlere hükmetsinler diye başımıza zavallı ajan kralları, başkanları ve başbakanları diktiği daha ilk andan başlamıştır. İşte bu yöneticiler, kafirleri kendilerine dost edindiler ve Müslümanların ordularını onların hizmetlerine amade kıldılar. Dolayısıyla seksen seneden beri ölümünden sonra bile kafirleri korkutan Salahaddin Eyyübi gibi tek bir general yetiştirmeyi dahi beceremediler.

Yine beyanda demokrasinin George Bush'un yaptığı gibi füzelerin ve bombaların sırtına sararak ve şu anda da sinsi Obama'nın İslami âlem ile "ilişkilerin normalleştirilmesi" gibi içi boş sözler kullanarak yaptığı gibi sömürgeci kafirin ümmete ihraç ettiği bir küfür nizamı olduğu ifade edilmiştir. Dolayısıyla o, iktidar Birlik Partisi ile müttefiklerinin onun yoluyla elektriksiz "dijital bir Bangladeş" oluşturmayı amaçladıkları bir nizamdır! Muhalefet iktidardayken demokrasinin sadece kendilerinin, liderlerinin ve maiyetinin hizmetinde olmasına rağmen muhalefet güçlerinin hükümeti demokrasiyi tatbik etmemekle itham ettiği bir nizamdır.

Demokrasi, kendi yerine milletvekilleri seçmesi yoluyla insana yasama hakkı vermiştir. Bu milletvekilleri, haramı helal, helalı haram kılmaktadırlar. Oysa İslam, insana bu salahiyeti vermediği gibi insanların milletvekillerine de vermemiştir. Zira İslam'da egemenlik, insana değil Şeriat'a aittir. Yine İslam, insana kendi arzusuna ve isteğine göre yasama hakkı da vermemiştir. Mesela insanlar, faiz, ihtikâr ve eşcinsellik gibi Allah [Subhânehu ve Te'alâ]'nın haram kıldığı şeyleri helalleştirilmesi üzerinde ittifak etmiş olsalar bile bu ittifakın hiçbir değeri yoktur.

Yine beyanda bir kimsenin kat'î İslam hükümlerinden herhangi bir hükmü inkar ederek tek bir hüküm ile dahi olsa Allah'ın inzal ettiklerinden başkasıyla hükmederse Kur'an-il Azim'in onu kafir olarak vasfettiği belirtilmiştir. Yine Kur'an, Allah'ın yasama hakkını inkar etmeksizin veya küfür hükümlerine inanmaksızın Allah'ın inzal ettiklerinden başkasıyla hükmeden bir kimseyi de fasık ve zalim olarak vasfetmiştir. Buradan da demokrasi gibi bir nizamı benimsemesi, ona davet etmesi veya onun için çalışması Müslüman'a haram olmaktadır. Bilakis Müslüman'ın onu reddetmesi, bunu Müslümanlara dayatan yöneticilerle çatışması ve onları devirmek için çalışması vaciptir.

Beyan şu ifadelerle son bulmuştur: Küfür nizamlarını korumaktan geri durmaları ve mevcut yöneticilere olan dostluklarından vazgeçmeleri hususunda Bangladeş'teki etkin ve yetkin kişiler ile güç ve kuvvet ehline çağrıda bulunuldu. Keza onlara, bunu yapmadıkları takdirde Allah'ın gazabının dünyada ve ahirette kendilerini kuşatacağı hatırlatıldığı gibi Firavun'un yanında yer almaları ve onu zulmünden engellememelerinden dolayı Allah'ın hep birlikte azap ettiği Firavun ile askerleri hatırlatıldı. Yine onlara, Hilafet'in kurulması için çalışmanın ve boyunlarında bir biatin olmasının farziyeti hatırlatılarak bunun sadece avamdan olan insanlara değil bilakis kendilerine de bir farz olduğu vurgulandı. Zira beyanda şöyle geçmiştir: "İslam, ümmetin ve onun muhlis evlatlarının saffında yer almayı ve Hilafet Devleti'nin ikamesi için onlara güç yetirdiğiniz desteği vermeyi sizlere farz kılmıştır. Şeyh Ata İbn-u Halil Ebû Raşta önderliğindeki Hizb-ut Tahrir liderliği, muhlis bir liderlik olup İslami ümmetin tevhidi yönünde Hilafet Devleti'nin liderliğine muktedir aydın bir akliyete sahiptir. Bu nedenle Hilafet Devleti'ni kurmak için çalışmada ümmetin saflarına katılınız ve ümmeti, onun düşmanları olan tağutlardan, zalimlerden ve dinsizlerden kurtarınız."

Muhyiddîn Ahmed

حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir

Resmî Sözcüsü ve Genel Koordinatörü

Bangladeş

 

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER