Pazartesi, 28 Safer 1446 | 2024/09/02
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

Amerika, Yeni Başkanı ile Haçlı Savaşını Sürdürmekte Israr Ediyor

  • Kategori Pakistan
  •   |  

21 Ocak 2009'da Pakistan Devlet Başkanı Âsıf Zerdarî ve Hükümeti, yeni Amerikan Başkanı Barack Hüseyin Obama hakkında Pakistan için yeni bir umut olduğu şeklinde propaganda yapmaya başladı. Zîra Zerdarî şöyle diyordu: "Yeni Başkan'ın Amerika'nın değerleri için çizdiği mükemmel portre, insanlar için dünyada daha iyi bir geleceğe yönelik ümidi güçlendirmektedir." Bu açıklama, Amerikan ajanlığını ve bağlılığını haklı göstermek için Hükümetin yürüttüğü medya kampanyasının birkaç gün sonrasında yapıldı. Her zaman olduğu gibi Hükümet, İslâm ile Müslümanların lehine çalıştıklarını iddia eden siyasîlerle aynı telden çalmaktadır. Tabii ki hakikat bunun tam tersidir. Zîra onlar, ne İslâm'ı ne de Müslümanları umursamaktadırlar. Hükümet, tıpkı geçmişte yolsuzluğun yayılması ve nizâmın çökmesi sebebine, Pakistan Devlet Başkanının değişimini gerekçe gösterdiği gibi Amerika'ya dostluğuna yeni bir başkanın gelmesini gerekçe göstermeye çalışmaktadır. Sanki mesele, kişilerle alakalı olup nizamlarla alakalı değildir.

Amerikan Başkanının değişmesi, Amerika'nın Müslümanlara dönük politikasından hiçbir şeyi değiştirmeyecektir. Çünkü Obama ile Bush, aynı paranın iki yüzüdür. Zîra 20 Ocak 2009'da Obama'nın Merkez Komutanlığı Başkanı -Bush yönetiminde çalışan- General David Petreaus, Pakistanlı siyasî ve askerî liderler ile bir araya gelerek, -Amerikan kuvvetlerini koruyan- Afganistan-Pakistan arasını ayıran sınır üzerinde bulunan Batı bölgelerindeki Pakistan ordusunu çekip Pakistan'a yönelik Hint tehdidini caydırmak amacıyla Hint sınırına göndermemelerini talep etti. 21 Ocak 2009'da ise Obama, Afganistan'a ek Amerikan kuvveti gönderilmesi vurgusunu içeren dış politikasının özelliklerini açıklayarak Afganistan ile Pakistan'daki durumu, "Güvenliğimiz için en büyük tehdit" olarak tanımladı. Ve şöyle ekledi: "Afganistan sınırındaki güvenliği sağlama sorumluluğu, Pakistanlılara aittir." Obama'nın açıklamalarından onun, kabîleler bölgesindeki kardeşleriyle savaşta binlerce Müslüman askerin yok olduğu Bush'un savaşını sürdürmeye niyetli olduğunu söylemeye gerek yoktur.

Yine 22 Ocak 2009'da Barack Obama, Pakistan ile Afganistan'a yeni özel bir temsilci atayarak Pakistan ile Afganistan'daki durumu, "Çatışmamızın merkezindeki baş cephe" olarak tanımladı. Son olarak 23 Ocak 2009'da projeleri altına kanlı bir çizgi çizmek için yönetimi, ölü ve yaralı olmak üzere birçok Müslümanı kurban eden Pakistan'a yönelik yeni bir saldırı başlattı.

Tüm bunların yanı sıra Amerikan Batı Hadâratı, dünyadaki diğer hadâratlara egemen olacaktır diyerek dinleri hususunda Müslümanlara meydan okuduğu 20 Ocak 2009'da Amerika'ya Başkan olarak atanması konuşmasında Obama şöyle diyordu: "Bizler, yaşam tarzımızdan dolayı özür dilemeyeceğimiz gibi savunma pozisyonunda da olmayacağız. Terörizmi dayatmak isteyenlere deriz ki... Onlara deriz ki artık azmimiz güçlüdür, kırılmayacaktır, bizleri hezimete uğratamayacaksınız ve sizleri mağlup edeceğiz." Bu da hiç garip değildir. Zîra Obama, kokuşmuş Batı özgürlüğünü insanlara dayatması için askerî müdahale de dahil farklı yöntemlerle Amerika'nın başkalarının işlerine müdahale etmesini meşruu kılan "özgür müdahale" okuluna mensuptur.

Obama, Amerika'nın haçlı savaşını durdurmayacaktır. Çünkü Amerika, Afganistan bataklığına bulaşmıştır. Dolayısıyla Amerika, NATO kuvvetlerinden otuz bin (30.000) asker olmasına rağmen Afganistan'da istikrarı sağlamaya muktedir değildir. Kezâ müttefiklerinin Afganistan'a ek asker göndermeyi reddetmesiyle Amerika iyice bataklığa saplanmış ve Amerika'nın sürekli talep etmesine rağmen az da olsa asker gönderme niyetleri olduğuna dair en ufak bir açıklama dahi yapmamışlardır. Aksine Amerika'nın komşusu Kanada gibi Amerika'nın müttefiklerinden bazıları, kuvvetlerini Afganistan'dan geri çekme niyetinde olduklarını ifade etmişlerdir. Nitekim Afganistan'daki İngiliz Kuvvetlerinin Komutanı Peter Wall, Afganistan'da zafer kazanılmasını imkânsız görerek Amerika'nın ek kuvvet gönderilmesi kararını "saptırıcı" bir plan olarak değerlendirmiştir. Yine Alman Hükümeti, kuvvet kapasitesini azaltma niyetinde olduğunu açıklarken, Alman Hükümetindeki iktidar partisi de 22 Ocak 2009'da Afganistan'daki savaşın sona erdirilmesi hakkında bir plan açıklamıştır. NATO kuvvetlerine katılan diğer Batılı devletlerin durumu da aynıdır. Bu nedenle Obama, Afganistan'a yönelik haçlı saldırısını tamamlamak ve Amerika'nın dünyada yıkılan heybetini kurtarmak amacıyla Pakistan ordusunu kullanma uğraşısı için çalışacaktır.

Diğer taraftan Amerikan başkanları arasında diğer milletlere yönelik Amerikan vahşî saldırısını durdurmaya hazır olan birisi olmamıştır. Çünkü onlardan her biri, halkları sömürerek beslenen Sömürgeci bir politikaya sahip Kapitalist bir millettin başını çekmektedir. Zîra İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra Amerika'yı uzletinden çıkaran işte bu politikadır. Böylece kapitalistlerin zenginleşmesi için çok uluslu şirketler vasıtasıyla dünyanın servetlerini yutan yırtıcı bir canavar olmuştur. Dolayısıyla böylesi bir politika, Cumhuriyetçi veya Demokrat veya mevcut Obama yönetimi gibi ikisinin karışımından oluşan karma bir yönetim olması bir yana onu uygulamayı sürdürecek birisine muhtaçtır. O halde sorarız: Eğer Sömürgeci Kapitalist Amerika, ekonomik refah ve bolluk zamanlarında aç gözlü ise, fiilen çökmemiş olsa da çökmeye başladığı böylesi bir zamanda hali ve ekonomisi ne olur Allah bilir?!

Ey Pakistan'daki Müslümanlar!

Rasul [SallAllahu Aleyhi ve Sellem] şöyle buyurarak bizleri sakındırmıştır:

لا يُلْدَغُ الْمُؤْمِنُ مِنْ جُحْرٍ وَاحِدٍ مَرَّتَيْنِ "Mü'min, bir delikten iki kez sokulmaz."

Oysa sizler, geçen altmış sene boyunca Kâfir Amerika tarafından defalarca sokuldunuz. Kâfirler, bu Ümmet'in hayrını istemezler ve onlara güvenmemeliyiz. Bunun yanı sıra onlarla işbirliği yapılmamalıdır. Zîra Kâfirler, bu Ümmet'in hayrını istemezler. Çünkü onlar, şeytanın yolunda savaşmaktalar, İslâmî Ümmet'e tuzak kurmaktalar ve başınıza belaların geleceği günü gözlemekteler. Hatta kendisine müttefik olanlara bile Amerika'nın hiçbir faydası dokunmayacaktır. Zîra rolleri biter bitmez Amerika onları kaldırıp atacaktır. Evet, Amerika'ya güvenmek, şeytana güvenmek gibidir ve ona itimat etmek, asıl düşmanlığı İslâmî Ümmet'e olan kindar bir düşmana itimat etmektir. Mahlukatın yaratıcısı Allahu [Subhânehu ve Te'alâ] şöyle buyurmaktadır:

كَيْفَ وَإِن يَظْهَرُوا عَلَيْكُمْ لاَ يَرْقُبُواْ فِيكُمْ إِلاًّ وَلاَ ذِمَّةً يُرْضُونَكُم بِأَفْوَاهِهِمْ وَتَأْبَى قُلُوبُهُمْ وَأَكْثَرُهُمْ فَاسِقُونَ "Nasıl olabilir ki? Onlar size gâlip gelselerdi, sizin hakkınızda ne bir ahit ne de bir antlaşma gözetirlerdi. Onlar sizi ağızlarıyla râzı ediyorlar, oysa kalpleri (buna) karşı çıkıyor. Çünkü onların çoğu fâsıktır." [et-Tevbe 8]

Ve şöyle buyurmaktadır:

إِنْ يَثْقَفُوكُمْ يَكُونُوا لَكُمْ أَعْدَاءً وَيَبْسُطُوا إِلَيْكُمْ أَيْدِيَهُمْ وَأَلْسِنَتَهُمْ بِالسُّوءِ وَوَدُّوا لَوْ تَكْفُرُونَ "Eğer onlar sizi ele geçirecek olurlarsa, size düşman kesilirler de ellerini ve dillerini size kötülükle uzatırlar. Zaten onlar sizin küfre sapmanızı arzu ederler. " [el-Mumtehine 2]

Allah [Tebarake ve Te'alâ]'ın düşman Kâfirler hakkındaki onca hak kavillerine, basar ve basiret sahibi herkes tarafından Amerika'nın düşmanlığı ortaya çıkmasına rağmen, Müslümanların ajan yöneticileri, Kâfir efendilerine boyun eğmede sizleri kendilerine katılmaya davet etmeyi sürdürmektedirler. Bunun için de Amerika'ya düşman olmak, helak olmaktır veya onların savaşı bizim savaşımızdır, onların barışı bizim barışımızdır veya demokratlar cumhuriyetçilerden daha hayırlıdır veya siyah bir başkan, beyazdan daha iyidir ve benzerleri gibi mazeret üzerine mazeret üretmektedirler.

Ey Müslümanlar!

Çözüm sizlerin ellerinde olup sizler açısından zor da değildir. Bu da Amerikan hegemonyasından kurtulmak, Allah'ın Kitâb'ı ve Nebîsi Muhammed [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in Sünneti ile hükmedecek muhlis bir varlık ikame etmektir ki o, Hilâfet'tir. Zîra Amerika'nın nüfuzunu kökünden sökmeye ve şerlerinden ilelebet kurtarmaya muktedir güçlü bir devlet gölgesinde İslâm ile hükmedecek ve Müslümanların beldelerini birleştirecek olan ancak Hilâfet'tir. O halde sizleri terk edip sizlere hasım kesildikleri gibi sizler de Amerika'nın ajanlarını terk ediniz ve Ümmet'e sadık siyasî bir liderliğe kucak açınız ki onlar, Hilâfet Devleti'ni kuracak olan Hizb-ut Tahrir'in şebâbıdır.

Ey Silahlı Kuvvetlerdeki Müslümanlar!

Artık top sizlerin sahasındadır. Zîra işte Amerika, boğulmakta, çökmekte ve bu, rötuşlamakla telafisi mümkün olmayan bir çöküştür. Zîra bunun nedeni, Kapitalizm yaşam tarzlarıdır. Kapitalizm ise, tüm dünyada insan cesetlerini dişleyen birer canavara dönüştürecek derecede onları alçaltmıştır. Hatta müttefiklerinden onu benimseyenlerin kalpleri düşmanlarına ve kurbanlarına karşı şek ve şüpheyle, kinle dolmuştur. İşte o, Amerikalı Kapitalistleri dünya milletlerinin, hatta ekonomilerinin çökmesine neden olan halklarının kanı üzerinden yaşamaya sevk eden tamahkâr Kapitalizmin bizzat kendisidir.

Muhakkak ki sizler, zayıf değilsiniz ve elinize geçen bu altın fırsatı değerlendirirseniz İslâm ile daha güçlü olacaksınız. Zîra sizler, dünyanın yedinci büyük ordususunuz, üç yüz binden (300.000) fazla silah altında askeri ve beş yüz bin (500.000) yedek askeri olan nükleer silaha sahip İslâmî bir beldenin askerlerisiniz ve kendi saflarınızda savaşmak üzere birkaç ay içerisinde otuz milyon daha asker eğitme imkânına sahipsiniz. O halde Amerika'yı tercih edip onu omuzlarınızda taşıyarak dünyanın zilletine ve Allah [Subhânehu ve Te'alâ]'nın öfkesine maruz kalmaktansa, Afganistan'ı dünyanın dört bir tarafındaki İslâmî Ümmeti birleştirecek olan İslâmî Hilâfet'in irtikaz noktası haline çevirmek dinîniz ve dünyanız için daha hayırlı değil midir? Böylelikle o, dünyanın en büyük ve en güçlü devleti olmaz mı? Bu da günahınıza kefaret olup hesap günü yüzlerinizi aklatmaz mı?

O halde Sömürgeci Kâfirle olan her türlü siyasî-askerî işbirliğini reddediniz, istihbarat bürolarını kapatınız, onları ve ajanlarını sınır dışı ediniz. Vallahi sizler İslâmî Hilâfet Devleti'ni kurarak hem buna muktedirsiniz, hem de Ümmetinizi kalkındırmaya muktedirsiniz. Hani imanda sizleri geçen Sa'd İbn-u Muâz [Radıyallhu Anh]'ı hatırlayınız. O ki Medîne'de ilk İslâmî Devleti'nin kurulmasında Rasulullaha yardım etmiştir. Zîra o, Allah'ın rahmetine kavuştuğunda annesi ağlayınca Rasulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in ona şöyle dediği rivayet edilmiştir:

ليرقأ (لينقطع) دمعك، ويذهب حزنك، فإن ابنك أول من ضحك الله له واهتز له العرش "Elbette göz yaşın dinecek ve hüznün bitecektir. Zîra oğlun, Allah'ın kendisine güldüğü ve kendisi için arşı salladığı ilk kişidir."

Bugün önünüzde böylesi bir fırsat vardır ki o, İslâm ile hükmedecek Hilâfet Devleti'ni kurması için Hizb-ut Tahrir'e nusret vereceğiniz gündür. İşte o zaman Amerika, İngiltere ve müttefikleri gibi düşmanların karşısında engelleyici bir saf olarak duracak devletin gölgesinde Müslümanların tüm beldelerini birleştireceğiz. İşte sadece o zaman hem dünyaya liderlik edebilir, hem de İslâm'ı bir nûr ve adalet risâleti olarak taşıyabiliriz. el-Hak Tebarake ve Te'alâ şöyle buyurmaktadır:

وَاللّهُ غَالِبٌ عَلَى أَمْرِهِ وَلَـكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لاَ يَعْلَمُونَ "Şüphesiz ki Allah, emrine gâlibdir, muktedirdir. Velâkin insanların çoğu bunu bilmezler!" [Yûsuf 21]

 

Devamını oku...

- Basın Açıklaması - Abdullah Gül Mısır'daki Meşum "Gazze Zirvesi"ne Zaten Yahudi Varlığının Güvenliği İçin Gitmişti!

18 Ocak 2009 tarihinde, Mısır'ın Şarm el-Şeyh kentinde, Yahudi varlığı yararına düzenlenen meşum "Gazze Zirvesi"ne Fransa, Almanya, İtalya, İngiltere, İspanya liderleri ile Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Ban Ki-moon'un yanı sıra Cumhurbaşkanı Abdullah Gül de katıldı. Bu toplantı esnasında sömürgeci kafir Batı'nın gayri meşru evladı Yahudi varlığının kimyasal silahlarla gerçekleştirdiği 3 hafta süren kanlı saldırılarına ara verdiği sözde "ateşkes" olarak duyuruldu. Yine bu zirve sonrası Yahudi varlığının Başbakanı Ehud Olmert, İngiltere Başbakanı Gordon Brown, Almanya Başbakanı Angela Merkel, İtalya Başbakanı Silvio Berlusconi, İspanya Başbakanı Jose Luis Rodriguez Zapatero ve Çek Başbakan Mirek Topolanek'i yemeğe davet etmiş, Abdullah Gül'ün ise bu yemeğe çağırılmadığı medyaya yansımıştı.

22 Ocak 2009'da TGRT Haber'in sorularını yanıtlayan Dışişleri Bakanı Ali Babacan Yahudi varlığının yemek daveti hakkında şu açıklamada bulundu: "Davet edilseydik de gider miydik, ben hiç sanmıyorum. Böyle bir ortamda Cumhurbaşkanımız o resmin içine girer miydi, ihtimal vermiyorum. O kadar kan döküldükten sonra, biraz daha vakit geçmesi gerekiyor, İsrail'in somut adımlar atması gerekiyor." Yahudi varlığı ile ilişkilerin seyrine değinen açıklamasında şunlar da yer aldı: "Türkiye'nin Gazze'de yaşananlara verdiği tepki, Türkiye-İsrail ilişkilerini orta ve uzun vadede etkilemeyecektir. Tüm Müslüman ülkeleri içinde İsraillilerin en rahat gezip dolaştıkları ülke Türkiye'dir." Başbakanlık Dış Politika Danışmanı Ahmet Davutoğlu da 23 Ocak 2009'da şöyle söyledi: "İsrail-Türkiye ilişkileri yaşanan tüm gerginliklere rağmen değişmeyecektir. Filistin Kurtuluş Örgütü terörist olarak ilan edilirken Türk Dışişleri ortak resim vermiştir. Türkiye 12 Eylül döneminde İsrail ile ilişkilerini maslahatgüzar seviyesine indirmiştir. Ancak Türkiye-İsrail ilişkileri hiçbir zaman kopmamıştır."

Abdullah Gül'ün Yahudi varlığının yemek davetine çağırılmamış olması, Müslüman kamuoyuna yutturulmaya çalışılan "Filistin'deki Müslümanlar için aktif rol aldı" imajını desteklemek, öte yandan gerçekte Türkiye Cumhuriyeti yöneticilerinin kalleşliğini örtmek içindir. Zaten Abdullah Gül, Şarm el-Şeyh'te meşum zirveye katılmakla Yahudi varlığı için asli görevini yapmıştır. Yemeğe katılmamış olması, kalleşliğini örtmez. Türkiye-Yahudi varlığı ilişkileri hakkındaki sözler de Türkiye Cumhuriyeti yöneticilerinin bilinen karakterini yansıtmaktadır. Efendisi, ister Yahudi varlığını icad eden İngiltere olsun, isterse Yahudi varlığını besleyen Amerika olsun bu zelil yöneticiler nazarında akıtılan Müslüman kanının zerre kadar kıymeti yoktur. Allah onları katletsin, nasıl da döndürülüyorlar!

حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir
Resmî Sözcü Yardımcısı
Türkiye Vilâyeti

Devamını oku...

Hizb-ut Tahrir Hanımlar Kısmı, Müslüman Orduları Gazze'yi Savunmaya Çağıran Bir Konferans Düzenleyecek

Bir taraftan Gazze'ye geçici ateşkes egemen olurken, diğer taraftan mücrim "İsrail" savaş araçlarının arkasında bıraktığı enkazların altındaki kurbanların ceset sayısı giderek artmaktadır. Doğrusu son yaşanan olaylar, başka bir "İsrail" saldırısı yaşanmadan önce Filistin'in tamamının kurtarılmaya ne kadar muhtaç olduğunu ortaya koymuştur.

Hizb-ut Tahrir Hanımlar Kısmının Resmî Sözcü Yardımcısı Sultanah Parvin şöyle dedi: "Konferansta, Gazze halkının savunmasız halde terk edilmesinin nedeni ve Ümmet'in zırhı olup son toplu katliamları işleyenlere karşı Filistin'i savunacak gerçek liderlik olan Hilâfet Devleti'nin kurulması çalışmasına Müslümanların destek vermesine imkan sağlayacak keyfiyet ele alınacaktır."

 

Konferans Tarihi: 25 Ocak Londra'da düzenlenecek olup sadece hanımlara hastır.

Adres: The Stowe Centre, 258 Harrow Road, London W2 5E5

Saat: 11:00-16:00

 

حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir
Britanya
Medya Bürosu

 

Devamını oku...

- Basın Açıklaması - Filistin'in Kurtarılması için Ümmet'in Ordularının, Ajan Yöneticilerini Alaşağı Etmesi ve Hilâfeti Kurması Gerekir

Hizb-ut Tahrir / Bangladeş Hanımlar Kısmı, bugün, Dindar Hanımlar Derneği Salonu'nda "Filistin'e Yönelik Saldırı ve Saldırıya Tepki Verilmesinin Keyfiyeti" başlıklı bir konferans düzenledi. Konferansa Hizb-ut Tahrir üyesi Nusrât Cihân ile Hizb-ut Tahrir'in Bangladeş'teki Hanımlar Resmi Sözcüsü Fehmîde Ferhâna Hânım katıldı ve konferans, Gazze'deki katliam kurbanlarının fotoğraflarının sunumu ile açıldı.

Nusrât Cihân konuşmasında, Yahudi devletinin kurulması için 1948 yılında Filistin'e komplo kuran Müslümanların yöneticilerinin Filistin'e yönelik hıyanet sürecine değindi. İşte o zamandan bu yana onlar, sözde barış anlaşmaları yoluyla mübarek arza çöreklenmelerini sağlamak üzere halklarını Yahudi devletinin gücünün efsanesine ikna etmek için ve Yahudi varlığına karşı her türlü direnişi bitirmek için aldatıcı bir mücadelenin içerisine girdiler.

Medya Temsilcisi Fehmide Ferhâna Hânım'ın konuşmasında ise, Yahudi varlığı üç hafta boyunca Gazze-ti Hâşim'deki erkeklerin, kadınların ve çocukların katledilmesine yoğunlaşırken, ajan yöneticilerin ise Yahudi varlığının cürümleri karşısında sessizliğe büründükleri ve buna göz yumdukları belirtilmiştir.

Ayrıca Yahudi Devleti'nin işlediği cürümün iğrençliğinin, Yahudi varlığına haddini bildirmek ve Filistin'i onlardan kurtarmak için Ümmet'in ordularının birleşmesinin hızlandırılmasının gerekliliğini ortaya koyduğunu teyit etti. Bunun ise İslâmî Ümmet'in zırhı ve kalesi olup onları birleştirerek muazzam ordusunu Yahudi devletine doğru harekete geçirerek dünyayı ona dar edecek Hilâfet Devleti kurulmadıkça imkânsız olduğunu belirtti.

Fehmide Ferhâna Hânım
حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir
Hanımlar Resmî Sözcüsü
Bangladeş

Devamını oku...

İngiliz Hükümeti Bir Taraftan Filistinli Mağdurlara Yardım Etmeyi Önerirken, Öteki Taraftan "İsrail" Terörüne Yardım Etmeye Çalışıyor

İngiliz Hükümeti, bir taraftan Gazze'ye yönelik silah ambargosunun güçlendirilmesinde "İsrail'e" yardım amacıyla deniz gücü temin etme sözü verip Filistinlilere karşı "İsrail'in" işlediği terörist eylemlerde kullanılan silahların satışını sürdürürken, diğer taraftan alaycı bir şekilde daha ilk günü katliam işlenmesinde İngiliz silahlarının katkıda bulunduğu Gazze'deki insanlık sıkıntılarının giderilmesi amacıyla yardım önerisinde bulunmaktadır.

Hizb-ut Tahrir / İngiltere Medya Temsilcisi Tâci Mustafâ şöyle dedi: "Gordon Brown, dün Şarm eş-Şeyh ve el-Kuds'te, Gazze'ye "kara ve deniz üzerinden silah kaçakçılığının durdurulması için elinden gelen her şeyi yapma" sözü verdi. Ayrıca bunun "sorunun aslı" olduğunu belirterek bu yasaklamanın uygulamasına yardım edilmesini önerdi. Bu, "İsrail" terörünün İngiliz Hükümeti tarafından yardım ve teşvik edilmesinden başka bir şey değildir."

"Ayrıca Brown, "İsrail'in" geçen üç hafta içerisinde Filistinli kadın, erkek ve çocuk olmak üzere 1200 küsur kişiyi katlettiği soykırımında İngiltere'nin tedarik ettiği silahları kullandığını itiraf etmeyi reddetmektedir. Bunu ise Hükümet istatistiklerinin onun "İsrail'e" artan bir oranda silah sattığını ortaya koymasına rağmen yapmıştır. Zîra İngiltere, 2007'de 6 milyon Sterlin değerindeki silah ihracatını onaylamış ve 2008'de sadece ilk üç ay içerisinde 12 kez 20 milyon Sterlini bulan ek satışa izin vermiştir. "

"Bu da İngiliz Hükümetinin, "İsrail'in" geçenlerde Gazze'de uyguladığı terörist katliamı anlayışla karşıladığının yanı sıra kıyıma uğrayanlar ve yaralananlar için "üzgün" olduğunu ifade eden söylemleriyle örtüşmektedir."

"İngiliz Hükümeti, bir taraftan "İsrail" terörüne zemin hazırlanmasına ve göz yumulmasına yardımcı olurken, diğer taraftan İngiltere'deki mescitlere mesajlar göndermek yoluyla son derece aldatıcı ve yanıltıcı bir şekilde genel ilişkiler kampanyası yürütmektedir. Yaptıklarına bakıldığında bunun dengeli ve insancıl olduğu sanılır. Buna rağmen hiçbir kimse onların çifte standartlı konuşmalarına aldanmayacaktır."

 

حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir
Britanya
Medya Bürosu

 

Devamını oku...

Ey Müslümanlar! Sizleri İzzetlendirmeye ve Kurtarmaya Ancak Hilâfet'in Muktedir Olup Yöneticilerinizin Sizlerin Değil, Düşmanınızın Hâmisi Olduğunu Hala İdrak Etmenizin Zamanı Gelmedi mi?

  • Kategori Hizb
  •   |  

27.12.2008 günü, sözde Yahudi varlığı, Gazze'ye yönelik vahşî saldırısına başlayarak tahrip etti, katletti... Dahası insanlara, ağaçlara ve taşlara varana kadar her şeyi yakıp yıktı... Sonra da kamuoyuna, dilediği zaman vahşî saldırıyı başlatan ve dilediği zaman bitiren bir güç ve kuvvet sahibi olduğu imajı vermek için 17.01.2009 günü tek taraflı ateşkes ilan etti!

Sözde Yahudi varlığı tüm bunları yaparken, Müslümanların yöneticileri ise, ölüleri, yaralıları saydılar, hatta saymadılar ve aldırış dahi etmediler! Zîra aldatma, saptırma, hıyanet ve komplolarla İslami bir mesele olan Filistin meselesini, önce Arap, ardından Filistin, ardından da "Gazze" meselesine indirgemeyi başardılar! Filistinli örgütler de Filistin'den vazgeçerek onu bir Filistin meselesine dönüştüren Arap ve İslâmî zirvelerinin kararlarını, Filistin'in bayramı yaparak bu hususta onlara katkıda bulundular! Böylece yöneticiler, Filistin'i yüz üstü bırakmalarını, bu bayram üzerine bina ettiler. Bunun içindir ki ister Golan'dan, ister Güney Lübnan'dan, ister Kahire'den, ister Riyad'tan, ister Amman'dan olsun Filistin'e komşu devletlerden, isterse de Yahudi varlığına kadar uzanacak uzun menzilli füzelere sahip İran'dan ve Pakistan'dan olsun Gazze'ye yardım edilmesine yönelik hiçbir cephe açılmamıştır. İşte tüm bunlar da sözde Yahudi varlığının işlediği bir katliama dönüşmüş olsa bile bu bayramın, Filistin halkı tarafından kutlanmasını sağlamak içindir!

Ey Müslümanlar!

Filistin'i gasp eden sözde Yahudi varlığını yok etmede Rablerinin farzını eda etmeleri yerine, yöneticilerinizin tamamının, sözde Yahudi varlığı ile barış veya teslimiyet anlaşması -ki her ikisi de aynıdır- müzakerelerine girişmeleri bir utanç ve ar değil midir?!

Yardım edilmesi için yöneticilerin orduları harekete geçirmeksizin, dahası sözde Yahudi varlığının savaş meydanlarında gerçekleştiremediklerini gerçekleştiren konferanslarda kanlarını pazarlarlarken, Gazze'nin kıyımdan geçirilmesi bir utanç ve ar değil midir?!

Yapılan fedakârlıkların, Yahudi'nin güvenliğini koruyan, ona istikrar kazandıran ve varlığını pekiştiren müzakerelerle ve konferanslarla heder edilmesi bir utanç ve ar değil midir? Fedakârlıklardan kastımız, sözde Yahudi varlığının zafer kazanmadığı halde zafer kazanmış gibi göründüğü savaş meydanlarındaki fedakârlıklardır:

Mısır ordusunun Süveyş Kanalı'nı geçerek sürpriz bir şekilde Bar Lev hattı denilen İsrail cephesini bastığı ve Yahudi ordusunun, azının payını alıp ne yapacağını şaşırdığı 73 harbi, Mısır ile sözde Yahudi varlığını savaştan çıkaran Camp David Anlaşması ile sonuçlanmış ve Mısır'ın sınırlara yönelik ek bir şart sunması, sözde Yahudi varlığının muvafakatine bağlı kalmıştır!

Mısır cihetinden bu varlığın güvenliği, tam bir koruma ile işte bu şekilde gerçekleşmiştir! Ardından bunu Camp David'in izini takip eden ve Ürdün cihetinden Yahudilerin güvenliğini sağlayan Vadi Arabe Anlaşması izlemiştir.

Suriye ordusunun daha savaşın başında Golan mevzilerinden ateş açarak Taberya'nın etekleri ve civarına hakim olduğu 73 savaşı, hala işgal etmesine rağmen sözde Yahudi varlığının Golan'daki güvenliğini tam bir güvenlik ile koruyan Golan Anlaşması ile sonuçlanmıştır!

Direniş füzelerinin "İsrail" mevzilerini yerle bir ettiği ve kalplerine korku saldığı 2006 Lübnan savaşı ise, Gazze halkına yönelik korkunç katliamlara rağmen, sessiz kalacak -oysa bu cephe, en ufak bir harekette ateş almaktadır- derecede Güney Lübnan'da Yahudilerin güvenliğini koruyan 1701 sayılı karar ile sonuçlanmıştır!

İşte bugün Gazze halkının kahramanca tavırları, 1860 sayılı kararın infazına yönelik zelil adımlarla, havada ve karada bu varlığın güvenliğini sağlayan Amerika ile Yahudi varlığı arasındaki güvenlik anlaşmasıyla sonuçlanmıştır! Ardından bunu, Yahudi varlığını destekleyen, güçlendiren, Gazze'ye öncekinden daha ağır şekilde silah ve gıda ambargosu dayatan güvenlik anlaşmasının sonuçlarını şekillendirmek üzere Arap-Avrupa-Türkiye ekseninde Şarm eş-Şeyh Konferansı takip etmiştir... Tüm bunlar da yöneticilerin gözü ve kulağı önünde olmuştur. Dahası bu ambargonun, arkasında kötü ve zararlı izler bırakan eş zamanlı ve peş peşe gelen konferanslar yoluyla gerçekleşmesi ve kesinleşmesi için yoğun uğraş içerisine girdiler.

Ey Müslümanlar!

Yahudi varlığını desteklemeye yönelik güvenlik kampanyaları yürütmesine, hatta beş Avrupa devletinin katılımı ile 18.01.2009'da düzenlenen Şarm eş-Şeyh Konferansı'nın sırf 16.01.2009'daki Amerikan-Yahudi anlaşmasına binaen düzenlenmesine rağmen Amerika, Müslümanların beldelerindeki Amerikan payandası yöneticiler olmamış olsaydı, Müslümanların beldelerine ne barış ne de savaş adına bir şey getiremezdi.

Çocukların çığlıklarını, yakınlarını kaybedenlerin acılarını, yaşlıların matemlerini, imdat dileyenlerin feryatlarını ve binlerce kez " Ey Mu'tasım" nidalarını işitmelerine rağmen bu yöneticiler, صُمٌّ بُكْمٌ عُمْيٌ فَهُمْ لاَ يَعْقِلُونَ "Sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler, onlar akıl da etmezler!"[el-Bakara 171]

Tüm bunlardan sonra bu yöneticilerin, sizlerin değil, düşmanlarınızın hâmisi olduğunu hala idrak etmeyecek misiniz ey Müslümanlar? Filistin meselesi, sadece Filistin, dahası "Gazze" meselesidir fikrinin yerleştirilmesine tek bir kelimeyle bile olsa destek veren herkesin, Filistin'in yok olmasına katkıda bulunduğunu artık idrak etmeyecek misiniz?

Yahudi varlığına savaş açmak, onu hezîmete uğratmak ve varlığını yok etmek üzere orduyu harekete geçirecek bir devlet olmaksızın, Yahudi varlığının yok edilmesi ve bir bütün olarak Filistin'in İslâm diyarına iade edilmesi mümkün müdür?

Ey Müslümanlar! Bu yöneticilerin, başınıza sardığı ve boyunlarınıza doladığı onca musîbetler, zilletler ve aşağılanmalar, size izzetinizi iade edecek ve kendisi ile Allah'a yardım edeceğiniz ve onun da size yardım edeceği Hilâfeti kurmak için ciddiyet ve gayretle çalışmaya azmetmeniz ve karar vermeniz için yetmez mi?

Ya sizler ey Müslümanların ordularındaki askerler! Kâfirleri dost edinen zâlim yöneticilerinize itaat etmeyi, Gazze halkına yardım etmekten geri kalmayı; yöneticilerinize karşı koyarak onları değiştirip Hilâfet için çalışanlara nusret vererek telafi etmeyi ve Rasulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in müjdesinin sizlerin elleriyle gerçekleşerek Allah'ın sizleri şereflendirmesini istemez misiniz?

... ثم تكون خلافةً على منهاج النبوة"Sonra da Nübüvvet Minhacı üzere Hilâfet olacaktır."

Artık bıçak kemiğe dayanmıştır ey Müslümanlar! Dünyanın zillet ve aşağılanmışlık azabı hatta zillet ve meskenet damgası yiyenlerin sizlere saldırıp çullandığı ayan beyan ortaya çıkmıştır!

أَوَلاَ يَرَوْنَ أَنَّهُمْ يُفْتَنُونَ فِي كُلِّ عَامٍ مَّرَّةً أَوْ مَرَّتَيْنِ ثُمَّ لاَ يَتُوبُونَ وَلاَ هُمْ يَذَّكَّرُونَ "Onlar her sene bir kez yahut iki kez imtihân edildiklerini görmüyorlar mı? Sonra da ne tevbe ediyorlar ne de ibret alıyorlar!" [et-Tevbe 126]

Ey Müslümanlar!

Mesele hafife alınmayacak derecede ciddidir ve sizler şu iki seçenek ile karşı karşıyasınız: Ya bu yöneticileri değiştirme karşısında sessiz kalarak yerlerinize çakılıp kalırsınız ki böylece zaferlerinizi, müzakereler ve anlaşmalarla hezîmete dönüştüren yöneticileriniz sayesinde boynunuza dolanan zillet ve aşağılanmışlık devamedegelir. Ardından da bunu, dünyada zillet ve aşağılanmışlık, ahirette de bundan daha büyük olan bir azap takip eder.

وَلَعَذَابُ الآخِرَةِ أَكْبَرُ لَوْ كَانُوا يَعْلَمُونَ "Elbette ahiret azabı, daha büyüktür. Keşke bunu bilselerdi!" [ez-Zumer 26]

Yada bu yöneticileri değiştirmek, kendisi ile korunan ve arkasında savaşılan bir Râşidî Halîfe'yi çıkarmak için yoğun bir gayretle çalışırsınız ki böylece Yahudi varlığını yok edip bir bütün olarak Filistin'i İslâm diyarına iade ederek dünyanın ve ahretin izzetine nail olursunuz.

Hizb-ut Tahrir, sizlere sesleniyor ey Müslümanlar! Sizler ki gerekli yerde kullanıldığında sonuç verecek bir güce sahipsiniz. Zîra askerler, sizlerin evlatlarıdır ve onlar, sizlerin harekete geçmesi ile harekete geçerler. O halde harekete geçmez misiniz?

Hizb-ut Tahrir, sizlere sesleniyor ey askerler! Sizler ki önce Rasulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in, ardından Râşidî Halîfelerin, ardından da diğer Halîfelerin liderlik ettiği insanlar için çıkartılmış hayırlı bir Ümmet olan diri bir ümmettin mensuplarısınız. Ordulara komutanlık eden, İslâmı yayan, fetihler gerçekleştiren, düşmanı kahreden ve onları korkutup kaçıran atalarınızdan olan mücahitleri hatırlayınız.

Ey Müslümanlar! Ey Müslüman Askerler!

Gazze'ye yardım etmekten geri kalmanızı, Hilâfet için ciddiyet ve gayret ile çalışarak telafi ediniz ki hem dünyanın, hem de ahretin izzetine nail olasınız. O halde harekete geçmeyecek misiniz? İcabet etmeyecek misiniz? يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ اسْتَجِيبُواْ لِلّهِ وَلِلرَّسُولِ إِذَا دَعَاكُم لِمَا يُحْيِيكُمْ وَاعْلَمُواْ أَنَّ اللّهَ يَحُولُ بَيْنَ الْمَرْءِ وَقَلْبِهِ وَأَنَّهُ إِلَيْهِ تُحْشَرُونَ "Ey imân edenler! Allah ve Rasulu sizi, size hayat verene çağırdığında icâbet edin. Bilin ki Allah kişi ile kalbi arasına girer ve siz muhakkak O'nun huzurunda toplanacaksınız." [el-Enfâl 24]

Devamını oku...

- Basın Açıklaması - Katliam Haftaları: Yöneticilerin Zavallılıkta Birbirleriyle Rekabet Ettiği Bir Sezondur

Lübnan Hükümeti, idarî, malî ve hukukî dosyaları erteleyip geçen Perşembe günü toplanarak özellikle Gazze olaylarına ve Doha toplantısına ilişkin olarak oturumuna siyasî bir boyut kazandırdı.

Enformasyon Bakanı, bir açıklama yaparak kurban edilen Gazze'de yaşanan katliamlara yönelik Hükümet'in eğilimini aktardı. Zîra formalite ve yapmacık sempatinin ardından Hükümet, devletin, ordusunun, direnişçilerinin ve halkının, yüzüstü bırakılan Gazze halkına yönelik her türlü fiili yardım girişimine karşı olan tutumunu yineledi. Tabiatıyla Hükümet'in bu tutumu, gizli anlaşma yapmak, komplo kurmak ve en azından acziyet göstermek gibi farklı tutumlar sergileyen özellikle komşu devletler olmak üzere Arap nizamları da dâhil İslâmî âlemin geri kalanındaki diğer nizamların tutumlarından farklı değildir.

Ardından aldatma ve saptırma silsilesine bir yenisini eklemek üzere bir grup Arap yöneticisinin Doha'daki toplantısı yapıldı. Zîra gizli anlaşma yapan birer zavallı ve biçare görüntüsü sergiledikleri halde kendilerini Gazze halkına sempati duyar ve besler bir şekilde yansıttılar. Zîra akranları olan yöneticilerle rekabet bağlamında Gazze katliamının istismar edilmesinde yoğun uğraş vererek bölge halklarını aldatmayı umut ettiler. Ancak heyhat ki heyhat! Zîra Ümmet'in, bu yöneticilerin hıyanetlerine karşı bilinci artık böylesi tiyatroların kendilerini aldatmasından daha çok gelişmiştir. Çünkü onlar, Doha'da toplananların tutumlarının, bu nizamlar arasındaki ucuz anlaşmazlık, Batıdaki efendilerine hizmette rekabet ve Gazze halkına yardımın akıllarına gelecek son şey olması eksenine odaklandığına bizzat kendi gözleriyle şahit oldular. Nitekim Lübnan Devlet Başkanı'nın tutumu bunun en çarpıcı örneğidir. Zîra Arap girişiminin "geri çekilmesi" önerisini reddetmesini, Gazze trajedisi ile hiçbir ilişkisi olmayan garip bir esasa dayandırdı ki o, bu girişimin Beyrut zirvesinden yola çıkmış olmasıdır. Sanki girişimin oradan yola çıkmış olması devlet için bir imtiyazmışçasına!

Binaenaleyh sürekli vurguladığımız aşağıdaki noktaları tekrar vurgulamak isteriz:

67 yılında işgal edilen topraklardan çekilmesi karşılığında Yahudi varlığını tanımaya ve ilişkiler kurmaya yönelik Arap Zirvesi Girişimi'nin, hiçbir meşruiyeti yoktur ve herhangi bir siyasî tutuma esas olarak itimat edilmesi caiz değildir. Zîra konumu ne olursa olsun hiçbir beşerin, gaspçı Yahudilere Filistin topraklarının bir karışı üzerinde egemenlik verme hakkı yoktur. Çünkü Filistin arzı, Râşidi Halîfe Ömer İbn-ul Hattap döneminden beri haraç arazi olan İslâmî bir arzdır ve Dâr-ul İslâm'ın bir parçasıdır. Defaatle söyledik, yine tekrarlıyoruz: Bazı nizamların Yahudi varlığını tanımaya yönelik bu ve önceki girişimleri, Allah'a, Rasul'üne ve mü'minlere hıyanettir. Sırf Beyrut'tan alınmasından dolayı Lübnan devletinin Arap girişimini dondurmayı sürdürmesi doğrusu bir garabettir! Zîra siyasî tutumlar, böylesi kıytırık ve kof esaslara dayandırılır mı?! Yapılması gereken bu hıyanet girişimini dondurmak olmayıp bilakis tamamıyla yok etmek ve ihanet müzakereleri döngüsüne nihai şekilde son vermektir. Oysa aklı başında bir kimse, Yahudi varlığının, kökü kurutulmadan-kazınmadan ve Allah'ın emrine icabet edip yok edilmeden bedenin sıhhat bulmayacağı tuhaf kanserli bir varlık olduğunu fark eder.

وَاقْتُلُوهُمْ حَيْثُ ثَقِفْتُمُوهُمْ وَأَخْرِجُوهُم مِّنْ حَيْثُ أَخْرَجُوكُمْ "Onları (size karşı savaşanları) yakaladığınız yerde öldürün. Sizi çıkardıkları yerden siz de onları çıkarın." [el-Bakara 191]

Gazze'deki halkımızın binlercesini katletsin ve binlercesini yaralasın diye onu Yahudi halkı ile baş başa bırakan bu aşağılık zavallılık, tüm kurumlarıyla Lübnan otoritesi de dahil İslâmî âlemdeki mevcut nizamların alınlarında bir utanç lekesidir. Zîra Gazze'de yaşananlara, sanki başka bir âlemde yaşanıyormuş ve başka bir ümmetmiş gibi baktılar. Oysa Gazze halkı, bu Ümmet'in bağrından bir parçadır ve Allahu Te'alâ şöyle buyurmuştur:

إِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ إِخْوَةٌ "Mü'minler ancak  kardeştir." [el-Hucûrât 10]

Dolayısıyla yardımın, Sömürgecinin beldemize yerleştirdiği vatancılık yapısı ölçüsüne binaen olması caiz değildir. Zîra bugün Gazze'nin bombalanması ile 2006 yılında Lübnan'ın bombalanması arasında hiçbir fark yoktur. Çünkü onların arasını ayıran sınır, Sömürgecinin türettiği sınırlardır ve dostluğun bu esasa göre taksim edilmesi caiz değildir.

Lübnan'ın Yahudi varlığına karşı tek başına askerî cepheleşme sorumluluğunu üstlenmekten aciz olduğunu söyleyip durması, Filistin'deki kardeşlerine karşı Lübnan halkını, özellikle de direnme gücü olanları sorumluluktan kurtarmayacaktır. Zîra gaspçı varlığa karşı cephe açılması için bölgenin istisnasız diğer nizamları seslerini bir yükseltmiş ve bir kıyama kalkmış olsalar kesinlikle Lübnan, bu hayatî tarihsel cepheleşmenin bir parçası olacaktır! Nitekim Temmuz 2006 savaşı, Filistin'e mücavir devletlerin en zayıfının bile, yeterli irade olduğu zaman Yahudi varlığını sarsmaya muktedir olduğunu göstermiştir.

Askerî yardım da dahil meşruu olan her türlü araçla Filistin halkına yardım edilmesi, bir şeref ve baş tacı olup Yahudi varlığının ajanları olan bazı marjinal seslerin ifade ettiği gibi değildir. Çünkü Allahu Te'alâ şöyle buyurmuştur:

وَإِنِ اسْتَنْصَرُوكُمْ فِي الدِّينِ فَعَلَيْكُمُ النَّصْرُ Eğer onlar dîn hususunda sizden yardım isterlerse, onlara yardım etmek üzerine borçtur. [el-Enfâl 72]

Yine Rasulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem] şöyle buyurmuştur:

إن سلم الـمؤمِنين واحدة، لا يسالم مؤمن دون مؤمن في قتال في سبيل الله، إلا على سواء وعدل بينهم "Mü'minlerin barışı birdir. Aralarında eşit ve adil şekilde olmadıkça bir mü'min, (diğer) mü'min olmaksızın Allah yolunda savaş hususunda barış yapamaz."

Ve şöyle buyurmuştur:

الـمسلمون تتكافأ دماؤهم، ويسعى بذمتهم أدناهم، ويجير عليهم أقصاهم، وهم يد على من سواهم " "Müslümanların kanları birbirlerine eşittir. Müslümanların (sayıca) en azı (bile) onların zimmetleri uğrunda koşar. Müslümanların en uzak olanı (dahi) onlar adına eman verebilir. Müslümanlar, kendilerinin dışındaki kimselere karşı bir el (hükmünde)dirler. Onların kuvvetli olanı zayıf olana gönderir."

 

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Daily Telegraph Gazetesi'ne ve Martin Bosma'nın İftiralarına Reddiye

Bugün, Furkan Öğrenci Derneği'nin hazırladığı konferansta, Gazze olayları ile Yahudi varlığının çocuklar ve kadınlara karşı işlediği cürüm hakkında bir konuşma yapılması bekleniyordu. Ancak bazı kesimler, bu durumdan rahatsız oldular ve var güçleriyle konferansı engellemeye çalıştılar. Nitekim onlar, hem konferansı, hem de konuşma yapmamı engellediler. Ancak onlar, hak sesini susturmada başarısız oldular. Zîra mesajım yerine ulaştı ve insanlar, Hilâfet kelimesinin hem çocuk ve kadın katillerini, hem de onları müdafaa edenleri korkuttuğunun farkına vardılar.

Her zaman kendi yöntemince Hizb-ut Tahrir'in Yahudi varlığına ilişkin faaliyetlerine odaklanmak için yarışan ve her zaman yalan üretip hakikatleri çarpıtan "Telegraph" Gazetesi, 15.01.2009 tarihinde Hizb-ut Tahrir'in Gazze olayları hakkında bir konuşma yapılması için davet ettiğini ve konuşmacının, çatışmayı sona erdirmenin yegane çözümü olarak Hilâfet Devleti'nin kurulması çözümü önerisini sunmaya kararlı olduğunu yazdı. Ardından gazete, birincisi hanımlar ile erkeklerin arasının ayrılacağı ve ikincisi benim terörist Hizb-ut Tahrir'e üye olduğum olmak üzere iki hususa odaklanarak zehrini akıtmaya başladı.

Hizb-ut Tahrir, terörist bir partidir sözüne gelince; bu söz, yalan dolanın ta kendisidir. Zîra Hizb-ut Tahrir, maddî eylemleri benimsemeyen siyasî bir partidir. Bu nedenle Telegraph Gazetesi'nden bunu kanıtlamasını ve batıl iddiasına kanıt getirmesini istiyoruz. Ayrıca sorarız: Bir kesimin terörist olduğuna karar vermede gazetenin ölçü aldığı kriter nedir? Örneğin masum sivilleri, çocukları ve kadınları katleden Yahudi devleti, ona göre terörist bir devlet midir, yoksa değil midir?

Salonda kadınlar ile erkeklerin ayrılmasına gelince; gazete, buna ayrımcılık ve ırk ayrımcılığı olarak itibar eden "Özgürlük Partisi'nin" Resmî Sözcüsü "Martin Busma'nın" açıklamasında yer verdi. Yine bazı gazeteler, "Busma'nın" meclis üyelerine bu olayı sorduğunu belirttiler. Bu açıklamaya ilişkin reddiyemiz ise aşağıdaki şekildedir:

Birincisi: "Bildiğiniz üzere Hollandaca bir kelime olup İslâmî kültürde bulunmayan" Aparthayd, beyazın siyaha üstünlüğü gibi ırk üstünlüğüne ve mükemmelliğine dayanan bir ayrımcılık demektir. Bizde ise böyle bir mana yoktur. Dolayısıyla erkeğin kadına üstün olduğunu söyleyemeyiz.

İkincisi: Kadınlar ile erkeklerin arasını ayırmak, sadece Müslümanlarda olan şer'î bir hüküm olmayıp aynı zamanda Yahudi diyanetinde de vardır. Bu durumu kendisine açıklaması için Martin Busma, Yahudi bir haham olan arkadaşı "Wilders'e" sorabilir. Kadınlar ile erkeklerin arasının nasıl ayrıldığını veya birçok kez ziyaret ettiği "Tel Aviv'deki" genel "otobüslerde" kadınlar ile erkeklerin nasıl ayrıldığını kendisine açıklaması için yine Wilders'e sorabilir.

Üçüncüsü: Biliyoruz ki medya yaygarasının gerçek sebebi, kadınlar ile erkeklerin arasının ayrılması değildir. Zîra bu, Hollanda'nın birçok yerinde, Müslümanlar ile gayr-i Müslimlerde var olan bir şeydir ve bir makamı, kadınların aktivitelerini denetlemekle yükümlü veya sandalyelerde bir arada oturmayı zorunlu kılan bir kanun yoktur. Çünkü bu, devletle ilgisi olmayan özel nizamî bir düzenlemedir. Gerçek sebebe gelince; konferansın mevzusu olan mesajdan kaynaklanan korkudur ki o: Siyonist varlığın cürümlerine son vermenin çözümü Hilâfet Devleti'dir. Artık bu mesajın binlerce Müslümana ulaştığını addediyoruz ki bu nedenle düzenlenmemiş olsa da konferansımızın başarıya ulaştığını ilan edebiliriz.

 

Okay Pala [Ebu Zeyn]

حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir

Medya Temsilcisi
Hollanda

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER