Pazartesi, 28 Safer 1446 | 2024/09/02
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

- Basın Açıklaması - Fikren ve Ahlâken İflâs Etmiş Filistin Otoritesi, Ahlakî Yozlaşmadan ve Bozulmadan Korunmak (!) Üzere Hizb-ut Tahrir Şebâbını Tutukluyor

  • Kategori Filistin
  •   |  

Filistin Sultası, Bedya eşrâfından ve adamlarından oluşan bir heyet ile, yozlaştırıcı yabancı ajandalara sahip kadın derneklerinden birinin işlediği bir münkeri reddetmesinin ardından Selfît'teki Bedya bölgesinde Hizb-ut Tahrir

şebâbından dördünü tutuklamaya cüret etti. Hizb'in şebâbının öncülük ettiği Beydâ eşrâfından oluşan heyet, gâyet medenî bir üslup ile 12.04.2008'de Belediye'ye giderek Belediye Başkanı'na bu derneğin faaliyetinin tehlikesini, ilgili şer'î hükümleri ve güzel ahlâkı çiğneyişini beyân eden "Bedyâ Şehri Eşrafı" adına bir mektup takdim ederek kapatılmasını talep ettiler.

Ardından Hizb'in şebâbına, aleyhlerinde dava açıldığı haberi ulaştırıldı. Bunun üzerine şebâb ile birlikte şehrin eşrafından oluşan bir heyet, meselenin kamuoyu ile alakalı bir mesele olduğunu açıklamak üzere polis merkezine gitti. Polis ise onlara cevap vermedi, aksine Hizb'in şebâbından dördü orada tutuklandı ve Polis Merkezi Müdürü, "Meselenin, kendi yetkileri kapsamında olmayıp Vâli'nin yetkisinde olduğunu" ifâde etti. Bunun üzerine heyet, vâlinin ofisine gittiğinde onun yerine, kendilerine kulak vermek yerine heyeti tehdit eden ve aşağılayan yardımcısını buldular ki bu da Filistin Otoritesi'nin kötü sıfatlarından biri olan ahlâksızlığı gösteren ilave bir emâreydi. Vâli yardımcısı kendilerine, bu derneğin Filistin Otoritesi'ne bağlı bir kurum olduğunu ve ona saldırılmaması gerektiği söyledi. Neden ortaya çıktığına göre şaşmamak gerek! Açık çıkıyor ki meğer Selfît vâlisi bu kadın derneğinin fahrî başkanıymış!

Yahudi süngüleri altındaki bu zelîl Otorite, dilediği gibi gezip dolaşan casusları ve ajanları serbest bırakmaktadır. Üstelik bir taraftan Yahudiler ve Amerikalılar lehine kendi halkına karşı casusluk yaparken, diğer taraftan ma'rûfu emredip münkerden nehyedenleri tutuklamaktadır. Oysa onlar, kokuşmayı ve yozlaşmayı Ümmetlerinden uzaklaştıran, Kâfirlerin Müslümanların beldelerindeki şerir faaliyetlerini ifşâ eden ihlaslı mü'minlerdir. Aralarında Hizb-ut Tahrir şebâbının da olduğu Ümmetin evlatlarının yaptığı muhlisâne siyâsî çalışmaya karşı koymak için fikirden, hüccetten ve gerekçeden yoksun bir şekilde iflas eden, edince de siyâsî çalışmayı, ma'rûfu emredip münkerden nehyetmeyi dâvâlık bir mesele haline getiren, sonra da ayıplarını ifşa eden şeffaf bir elbiseye bürünen bu aşağılık Otorite'dir.

Bu aşağılık Otorite, biraz olsun utanmalı, yüzü kızarmalıdır. Hem Allah'ın hadlerinin ikâmesi uğrunda çalışan Filistin'in muhlis evlatları önünde, hem de bulundukları toplumun eşrâfı olan saygın insanlar önünde başını pişmanlıkla bükmelidir. Bilmelidir ki insanların eşrâfı -ve bu cümleden Hizb-ut Tahrir şebâbı- bu beldenin gerçek liderleridirler. Elbette Otorite siyâsî görüşünü açıklayan mâsum bir mü'minin kanına girmeye güç yetirebilir, -Annapolis aleyhindeki gösteri sırasında Şehîd Hişâm el-Beradâî'yi katlettiği gibi- herhangi bir mücâhidi hapsetmeye ve katletmeye de güç yetirebilir -sürekli yaptığı gibi- ve sahip olduğu silahlı çetelerle katliam, yağma ve adam kaçırma cürümlerini de işleyebilir... Ancak insanlar arasındaki husûmetleri gideremez, aksine daha da karıştırır. Zaten öyle bir derdi de olmaz, kan akmasını umursamaz. Aksine husûmetlerin giderilmesinde ve akan kanın durdurulmasında eşrâfın gerçekleştirdiği başarılara sahip çıkarak, eşrâfın sulh ve sükunet çabaları sırasında yalancı şahitlik etmek için hazır bulunur. Yahudi ordusu ile görev paylaşımına girerek getirdiği en büyük musîbet de cabası! Öyle ki artık Nablûs gibi şehirlerde "Nablûs gündüz Otoritenin, gece Yahudinin" deyimi insanların dilindedir.

إِنَّ الَّذِينَ يُحِبُّونَ أَن تَشِيعَ الْفَاحِشَةُ فِي الَّذِينَ آمَنُوا لَهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ فِي الدُّنْيَا وَالآخِرَةِ وَاللَّهُ يَعْلَمُ وَأَنتُمْ لا تَعْلَمُونَ "İmân edenler arasında fuhşu yaymayı sevenler var ya, onlar için hem bu dünyada, hem de Âhiret'te elîm bir azap vardır. Allah bilir, ama sizler bilmezsiniz." [en-Nûr 19]

Devamını oku...

- Basın Açıklaması - Hizb-ut Tahrir / Bangladeş, Hâmide Huseyn'e ve Yandaşlarına Meydan Okuyor ve Laik Akîdelerini Savunmaları için Açık Tartışmaya Çağırıyor

Hizb-ut Tahrir'in Bangladeş'teki Hanımlar Resmî Sözcüsü Fehmide Hânım Munnî bugün yayınladığı bir açıklamada, Laik feministler Hâmide Huseyn, Âişe Hânım, Şirin Ahtâr, Hazira Sultana ve diğerleri tarafından İslâm'a ve Ulemâya karşı yapılan hakaretâmiz yorumları kınadı. Açıklamasında, İslâm hakkında gericilik ve baskıcılık şeklinde yorumlar yapılmasının önyargılı olduğunu ve fikren iflas alâmeti olduğunu söyledi.

Sözde "kadını kalkındırma politikası" bahanesiyle Batılı Kapitalistlerin bu ajanları, Kur'ân'I insanların hayatlarından silmeyi arzulamaktadırlar. Onların derdi, Müslüman hanımları mini etekler içinde ve bindilerle [Bindi: Hindu kadınların alınlarının ortasına yaptıkları belirgin benek] görmektir. Laikler ve feministler dünyaya bakış açılarını genişletmeli, özgürlük ve egemenlik sloganları ile kadını, eğlencelik mallar haline getiren Kapitalizmin sonuçları üzerinde derin çalışmalar yapmalıdırlar.

Fehmide Hânım, Hizb-ut Tahrir / Bangladeş'in; Hâmide Huseyn ve hemdertlerine, kendi seçecekleri bir tarihte, mekanda ve zamanda kokuşmuş Laik akidelerini savunmak üzere açık bir tartışma yapmaya çağırarak meydan okuduğunu söyledi. Tâ ki buna cüretleri yoksa, şerir çenelerini kapatsınlar!"

Devamını oku...

- Basın Açıklaması - - Demokrasi ve Diktatörlük İkiz Kardeştir - İshâk Dâr'ın Açıklaması, Mevcut Demokratik Hükümetin Eski Hamamın Eski Tası Olduğunu Kanıtlamaktadır

Önceki hükümetin ayak izlerini takip eden Pakistan Maliye Bakanı İshâk Dâr, Dünya Bankası'nın kapısında dilenmek için Washington'a gitti. Dünya Bankası'nın diktaları altında yayınladığı açıklamasında Dâr şöyle dedi: "Önceki hükümetin politikalarını izleyeceğiz." Bu da Dünya Bankası'ndan başkasına ait olmayan rakamlara göre ülkedeki fakirlik oranının %73'e çıkmasına neden olan Kapitalist politikaların aynı titizlikle sürdürüleceği anlamına gelmektedir. Daha iki gün önce medyada geçen haberlere göre iki aile açlıktan intihar ederek ölürken bir başka işçi de açlıktan öldü. Bunlar, Pakistan'ı uluslararası organ pazarına düşüren aynı Kapitalist politikalardır. Yine de Sömürgecilik çıkarlarını önceleyen mevcut demokrat yöneticiler, bu politikalarda herhangi bir değişim yapmaya hiç niyetli değildirler. Demokrasi tam 15 gün içerisinde gerçek yüzünü gösterdi. Demek ki bu demokratik süreç boyunca da, Veziristan'ın kabileleri, ordu mensupları, kolluk kuvvetleri ve sıradan insanlar, Amerika'nın Haçlı Savaşı'nın kurbanları olmaya devam edeceklerdir. Demek ki kayıpların aileleri ve çocukları, istihbarat servislerinden sevdiklerini bulmalarını istemeye devam edeceklerdir. Demek ki un almaya giden insanların yolu hiç değişmeyecektir. Edepsizlik ve çıplaklık, "aydın ılımlılık" kılıfı altında hüküm sürmeye devam edecektir. Keşmir politikası aynı kalacak... Afganistan politikası aynı kalacak... Sömürgeciye teslimiyet aynı kalacak... Demek ki hiçbir köklü değişim yaşanmayacak! Hikmet ve aydın fikir sahiplerine sesleniyoruz; gerçekte Demokrasi ve Diktatörlük, Sömürgeci sistemi korumanın iki farklı üslubudur. İslâmî Hilâfet 13 asrı aşkın bir müddet boyunca Ümmet'e izzet ve kuvvet kazandırmış iken, diktatörlükler ve demokrasiler bizi hep alçaltmış, hep zayıf düşürmüştür. Demokrasi Batı'nın Laiklik [Dinsizlik] felsefesine dayalıdır ve İslâm'a veya herhangi bir dîne yalnızca ibâdetler ve bazı şahsî alanlarda izin verir. Oysa Hilâfet, yeryüzünde şer'î hükümler tatbikini esas alır ki Şeriat, ekonomiden yönetime, toplumsal hayattan yargıya, dış politikadan eğitime kadar hayatın tüm işlerini düzenleyen nizamlar içerir. O halde, Ey Müslümanlar, daha neyi bekliyorsunuz?

Devamını oku...

Hükümet'in Hindistan'a Teslimiyeti, İslâm'a ve İnsanlara Hıyânettir

Hizb-ut Tahrir / Bangladeş bugün, "11 Ocak Sonrası Senaryo ve Bölgesel Jeopolitik - Bangladeş'i Sömürgeci Müdâhaleden Korumanın Yolu" başlıklı bir yuvarlak masa tartışması düzenledi. Hizb-ut Tahrir'in Bangladeş'teki Resmî Sözcüsü Muhyiddîn Ahmed açış konuşmasını yaparken tartışmayı Resmî Sözcü Yardımcısı Kâdî Murşid-ul Hakki yönetti. Tartışmaya dâvet edilen konuklardan bazıları şunlardı: Bangladeş Sınır Güvenlik Kuvvetleri eski Komutanı Emekli Tümgeneral Fazl-ur Rahmân; Enerji eski Bakanı Mahmud-ur Rahmân; Günlük Inkılâb Gazetesi Kıdemli Editörü Mubeyd-ur Rahmân; Günlük Amar Deş Gazetesi eski Editörü Emânullah Kebir; Bangladeş Milliyetçi Partisi eski Milletvekili, Emekli Tümgeneral Ahtâr-uz Zemân; Müslüman Birliği Genel Sekreteri Atîkullah Hân; Hilâfet Hareketi Genel Sekreteri Mevlânâ Ca'ferullah Hân; İslâmî Anayasa Hareketi Eş Sekreteri Mevlânâ Himâyet-ud Dîn ve meşhur köşe yazarı AbdulĞafûr.

Muhyiddîn Ahmed konuşmasında, Hindistan'ın daima Bangladeş'i baskı altına almayı amaçlayan bir politika güttüğünü söyledi. Sözde 11 Ocak Hükümeti'nin kurulmasından sonra Hindistan, Çittagong limanının kullanımına, geçiş haklarına ve doğalgaz boru hattına ilişkin taleplerini kabul ettirebilmek için Bangladeş'e açıkça baskı yaptı. Fahruddîn Ahmed Hükümeti de Hindistan ile ilişkileri hızla geliştirdi. Bu amaçla Genelkurmay Başkanı Muîn U. Ahmed Hindistan'ı ziyâret etti. Ardından Emekli Yahudi Korgeneral JFR Jacob liderliğindeki Hindu generalleri Bangladeş'i ziyâret etti ve kendileri oldukça sıcak bir şekilde karşılandı. Hükümet, Hindistan'a havadan geçiş hakkı da verdi ve Hindistan donanmasına ait gemileri sözde bir iyi niyet göstergesi olarak Çittagong Limanı'na dâvet etti. Şimdi de ortak askerî tatbikatlar düzenlemeye yönelik anlaşmalar imzalamaktan bahsetmektedirler. Hükümet, Haçlı Amerika'nın emri üzerine Hindistan ile "ilişkileri normalleştirme"ye doğru ilerlemektedir. Aynen hâin Pervez Müşerref'in Keşmir'i teslim etmesi ve hâin Arap yöneticilerin Filistin'i gayri meşru "İsrail" varlığına teslim etmeleri gibi! Muhakkak ki bu, İslâm ve insanlara apaçık bir hıyânettir. Muhyiddîn Ahmed, yalnızca Hilâfet Devleti'nin Ümmet'i birleştirebileceğini ve sömürgeci müdâhalelere karşı koyabileceğini söyledi ve ülkeyi sömürgeci hâkimiyetinden kurtarmak için gerekli askerî adımları sıralayıp konuşmasına son verdi:

  • Güçlü bir dış politika izlemek ve "herkesle dostluk - hiç kimseyle düşmanlık" aptalca politikasından vazgeçmek,
  • Askerî personeli artırmak ve onları gelişmiş silahlarla donatmak,
  • Bölgesel güç dengesi oluşturmak üzere gelişmiş askerî teknoloji düzeyini en üst seviyeye yükseltmek,
  • Ağır sanayi programını başlatmak,
  • İnsanlara, sömürgeciliğin tehlikelerine karşı uyanıklık kazandırmak ve zorunlu askerlik hizmetini yeniden başlatmak.
Devamını oku...

- Basın Açıklaması - Güney Hükümeti, Devlet Gibiymişçesine Davranıyor!

Hükümet, 16 Nisan Çarşamba günü yapılması kararlaştırılan Sudan'daki nüfus sayımı için seken kusur milyon dolar ödenek ayırdı ve sayım işleminin başlamasına sadece iki gün kala Güney Hükümeti, Güney'deki sayım işlemenin belirsiz bir tarihe kadar durdurulmasına ilişkin bir karar yayınladı. Dolayısıyla Hartum'daki işler karıştı, Meclis toplandı, Devlet Başkanlığı Bürosu ile Vatanî Kongre'nin olağanüstü toplanması kararı alındı, Devlet Başkanı Yardımcısı Ali Osman, dün akşam bir basın toplantısı düzenledi ve mateme bürünenler, Güney Hükümeti'nin kararı karşısında Hükümet'in sayımı ileri bir tarihe erteleyerek taviz vermesinden ötürü Nifâşâ için ve isyancı hareket ile Vatanî Kongre arasındaki ortaklığın geleceği için feryat-figan etmeye başladılar.

Güney Sudan Hükümeti'nin bu kararı, Güney'in, üzerinde merkezî hükümetin hiçbir otoritesinin kalmadığı bağımsız bir devlet haline geldiği ve artık bu devleti resmen ilân etmeyi bekledikleri şeklindeki görüşümüzü teyit etmektedir. Gerek merkezî birlik, gerekse birlik hakkında sarf edilen her şey, sırf gözlere kum taneleri serpmek ve tüm Sudan'ın yaşadığı acı vakıayı ortaya çıkaran meşum Nifâşâ'nın ardından tek Sudan hayâline kapılanları uyuşturmaktır. Darfûr'daki öğütücü savaştan tutun, Güney Kurdufan ve Sudan'ın diğer bölgelerindeki kutuplaşma hareketiyle durmak dinmek bilmeyen kabilevî savaşlara ve Ebiyi'de olanlara kadar  yaşanan her şey bunun en net tanığı ve kanıtıdır. Hak ve hayır üzere, yani İslâm üzere binâ edilmeyip bâtıl üzerine binâ edilen ve gün yüzüne çıkan bu acı semereyi verinceye kadar Kâfirin gözetip durduğu böylesi bir anlaşmadan hangi hayır beklenebilirdi ki zaten? Oysa el-Mevlâ [Azze ve Celle] şöyle buyurmaktadır:  أَفَمَنْ أَسَّسَ بُنْيَانَهُ عَلَى تَقْوَى مِنَ اللّهِ وَرِضْوَانٍ خَيْرٌ أَم مَّنْ أَسَّسَ بُنْيَانَهُ عَلَىَ شَفَا جُرُفٍ هَارٍ فَانْهَارَ بِهِ فِي نَارِ جَهَنَّمَ وَاللّهُ لاَ يَهْدِي الْقَوْمَ الظَّالِمِينَ 109 لاَ يَزَالُ بُنْيَانُهُمُ الَّذِي بَنَوْاْ رِيبَةً فِي قُلُوبِهِمْ إِلاَّ أَن تَقَطَّعَ قُلُوبُهُمْ وَاللّهُ عَلِيمٌ حَكِيمٌ  "Binâsını Allah korkusu ve rızâsı üzerine kuran kimse mi daha hayırlıdır, yoksa binâsını yıkılacak bir uçurumun kenarına kurup onunla beraber kendisi de çöküp Cehennem ateşine giden kimse mi? Şüphesiz ki Allah zâlimler topluluğunu hidâyete erdirmez. Nitekim onların yaptıkları binâ, (ölüp de) kalpleri parçalanıncaya kadar yüreklerine devamlı olarak bir kuşku (sebebi) olacaktır. Allah, ‘Alîm'dir, Hakîm'dir." [et-Tevbe 109-110]

İş işten geçemeden gaflet uykusundan uyanınız, yöneticilerinize engel olunuz, tam bir çekiş ile onları hakka çekip tam bir yönelim ile onları İslâm'ın hâkim kılınmasına yöneltiniz, Ey İnsanlar! Hem sizin, hem onların, hem de beldelerimizin, vandalistlerin ve Kâfirlerin tamahından kurtuluşu bundadır, Ey İnsanlar! Yine Nifâşâ'yı ve eklerini ilgâ etmek için çalışınız ve dil, din, ırk, renk ayrımı gözetmeksizin insanlar arasında adaletle hükmedecek, tüm hak sahiplerine haklarını verecek ve işleri dosdoğru kıstaslarla ölçecek Nübüvvet Minhâcı üzere Râşidî Hilâfet'e iktidârı teslim ediniz, Ey İnsanlar!

Devamını oku...

Müreffeh Yemen, Mevcut Nizâmın Gölgesinde Bedbaht Yemen'e Dönüştü

  • Kategori Yemen
  •   |  

İslâm Nizâmı yerine küfür nizâmlarını tatbik eden, Yemen halkının genelini fakirleştiren, yeryüzünde fesat saçaduran ifsatçıları serbest bırakan, ülkeyi her türlü hırsızın ve tamahkârın yağması haline getiren, dizginleri ellerine geçirsinler ve yeryüzünü ifsat etsinler diye yabancı diplomatların, özellikle Amerikan ve İngiliz diplomatlarının ülkenin her tarafında dolaşmalarının ötesinde casusluk yapmalarına, sanki ülkenin gerçek yöneticileriymişçesine ülkeyi sarsarak müreffeh Yemen'i bedbaht Yemen'e dönüştüren, siyâsî ve ekonomik krizler çıkartmalarına izin veren Yemen'deki hâkim iktidar dâhil olmak üzere, tüm İslâmî beldelerdeki Müslümanların başlarına musallat olmuş iktidar çetelerinin hepsinin değiştirilmesi gerekmesine rağmen, köklü değişim hareketleri şer'î hükümler uyarınca olmalıdır, yabancı diplomatların, bilhassa Amerikan sefâretinin tâlimatları uyarınca değil!

Yemen'deki nizâmın; yabancı diplomatların ülkeyi dolaşıp Yemen'in içişlerine müdâhale etmelerine izin vermesi, bilhassa Amerikan büyükelçisinin bölge bölge dolaşmasına göz yumması, siyâsî ve ekonomik çözümler konusunda yabancı diplomatların önerilerine ve Dünya Bankası'nın reçetelerine başvurması ve insanların işleri hakkında dosdoğru riâyetin ortadan kalkması... zaten kötü olan siyâsî ve ekonomik durumun daha da kötüleşmesine, dolayısıyla siyâsî ve ekonomik çöküntünün doruk noktaya ulaşmasına, ordunun ve ümmetin mâsum evlatlarının canlarına kıyan menfur fırkacı-ayrılıkçı homurtuların ve dâhilî fitnelerin zuhûruna... neden oldu.

Meselâ; Amerikan büyükelçisi, Yemen nizâmının bozukluğunu, tüm Yemen halkına ve bilhassa Güney'e yönelik zulmünü ve kötü riâyetini istismâr etmiştir ki Güney'i Kuzey'den ayrılmaya teşvik edebilsin. Amerikan eski büyükelçisi Edmund Hull'ın el-Mukellâ'da "Hadramût, devlet dinamiklerine sahiptir" şeklindeki basından meşhur açıklaması, Amerika'nın Güney'e yönelik yaklaşımına en açık delildir. Öte yandan yönetimde merkezîlikten uzaklaşıp adem-i merkezîyete yöneliş gereğine işaret eden ve "Güney'de, ekonomiyi hızla baltalayabilecek müdafaa şeklinde bir isyanın" baş göstermesi olasılığından bahseden Amerikan raporları da vardır. İki Amerikan kuruluşu olan Heritage Foundation ve Wall Street Journal Gazetesi'nin birlikte yayınladığı ve Yemen'de 30.01.2008 tarihli 181 sayılı el-Vasat Gazetesi'nin alıntıladığı rapor bunlardan biridir, orada şöyle geçmektedir: "Geniş çaplı bir halk isyanının meydana getirilmesinin olası sonuçlarından biri de fakirlik oranının artmasına yol açmasıdır. Bu da güvenlik açısından bir başıboşluk oluşmasına ve bilhassa petrol kaynaklarına sahip bölgelerde tam bağımsızlığa varabilecek bağımsız devletçikler oluşturulması çabalarına neden olabilir."

İngiltere'nin hâlihazırdaki büyükelçisi Timothy Torlot, 16.02.2008 tarihli es-Sahve Gazetesi'ne yaptığı; "İngiliz Hükümeti, bu ülkenin bütünlüğünü yüzde yüz desteklemekte ve bu birliğin, Yemen'in siyâsî ve ekonomik çıkarlarına hizmet ettiğine ve bölgedeki rolünü güçlendirdiğine inanmaktayız" şeklindeki açıklamasına rağmen Yemen, birlik ve bütünlüğünü korumada İngiltere'ye asla güvenemez. Çünkü İngiltere, İslâm'ın ve Müslümanların apaçık düşmanıdır ve öylesine sinsidir ki kendi çıkarlarını korumak için çoğu zaman Amerika'nın yanında yer alırken pek çok kez de krizler sırasında dirsek çevirmiştir. Allah [Subhânehu ve Te'alâ] şöyle buyurmaktadır:

وَلاَ تَرْكَنُواْ إِلَى الَّذِينَ ظَلَمُواْ فَتَمَسَّكُمُ النَّارُ وَمَا لَكُم مِّن دُونِ اللّهِ مِنْ أَوْلِيَاء ثُمَّ لاَ تُنصَرُونَ  "Sakın zulmedenlere meyletmeyin! Yoksa size ateş dokunur. Sizin Allah'tan başka dostlarınız yoktur. Sonra Nusret de görmezsiniz." [Hûd 113]

İşte böylece Amerika, ülkenin kaynaklarına, bilhassa petrol ve doğalgaz gibi servetlerin zengini Güney'e tahakkümünü kolaylaştırmak üzere zayıflaması için ülkede ayrılık ve bölücülük akımlarını tahrik etmektedir.

Ey Yemen Halkı!

Yemen'in birliğini korumak, şer'î bir vecîbedir. Dahası Yemen ile birlikte tüm İslâmî beldelerin birlik ve bütünlüğünü korumak şer'î bir vecîbedir. O halde nizâmın bozukluğu gerekçesiyle ülkenin parçalanmasına çağrıda bulunan liderliklerin peşinden sürüklenmeyiz. Nitekim kimi öyle liderler vardır ki nizâmın bozukluğuna kendi ayrılıkçı düşüncelerini benimsetmek için çatarak doğru bir söz söyleyip bâtıl bir maksat taşımaktadırlar. Gerçekte bu nizâm, hem Kuzey hem de Güney halkına zulmetmiş, mallarını ve topraklarını gasp ederek çevrelerine, yandaşlarına ve şakşakçılarına vermiş, tüm insanlığı sefâlete sürükleyen kokuşmuş Demokratik Kapitalizm nizâmını ısrarla tatbik etmiştir.

وَمَنْ أَعْرَضَ عَن ذِكْرِي فَإِنَّ لَهُ مَعِيشَةً ضَنكًا وَنَحْشُرُهُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ أَعْمَى "Kim de Benim Zikrimden (hidâyetimden) yüz çevirirse şüphesiz onun sıkıntılı bir hayatı olacak ve Biz onu, Kıyâmet Günü kör olarak haşredeceğiz." [Tâ-Hâ 124]

Muhakkak ki insanlardan zulmü kaldırmak, hakları vermek, bu nizâmın münkerlerine karşı koymak ve onu, insanların işlerini İslâmî ahkâma göre sahîh gözetim ile gözetmeye zorlamak için bu nizâma karşı harekete geçilmesi... bütün bunlar Müslümanlara vâciptir. Bununla birlikte Yemen'in, her birinin başına, Kâfirlerin politikalarını yürütecek ve mevcut nizâmın fâsit icraatlarını infâz edecek ajan yöneticiler dikecekleri karton parçalara ve varlıklara ayrılması da câiz değildir. Zaten Kâfirlerin İslâm Âlemi'ni yaklaşık altmış parçaya ayırması, Ümmet'i envâi türde zillete, aşağılamaya, işkenceye mâruz bırakan, bir araya geldiklerinde Müslümanlar aleyhine fısıldaşan, dağıldıklarını birbirlerini boğazlayan, dolayısıyla ülkeleri ve halkları helâk eden ve bu kerîm İslâmî Ümmet'in utanç ve yüz karası olan ajanlarını Ümmet'in başına musallat ettikleri, yetmez mi?!

Ey Müslümanlar!

Hizb-ut Tahrir, Yemen'deki zâlim nizâmı değiştirmek için aranızda ve sizinle birlikte çalışmaktadır. Hem de İslâmî Âlem'de küfür hükümleri ile yönetilen zâlim nizâmların hepsini değiştirmek için çalışmaktadır ki yerlerine tek bir İslâmî Devlet kurarak İslâmî hayatı yeniden başlatabilsin. İşte o, evvelinde Rasûl-il Kerîm [SallAllahu Aleyhi ve Sellem] ve ardından Râşid Halîfelerinin [RadiyAllahu Anhum] tatbik ettiği gibi İslâm'ı kâmilen tatbik edecek, insanlar üzerinden zulümleri ve karanlıkları kaldıracak, hakkı ve adâleti ikâme edecek, ülkeleri ve halkları kapitalizmin şerrinden kurtaracak, yeryüzünün dört bir köşesine hidâyeti ve hayrı taşıyacak ve dünyanın dizginlerini, Kâfir devletlerin elinden çekip alacak Müslümanların Halîfesi liderliğindeki İkinci Râşidî Hilâfet Devleti'dir ki böylece Hilâfet Devleti, insanlığı küfrün karanlıklarından İslâm'ın aydınlığına çıkaracak, Demokratik Kapitalist Küfür nizâmının zulmünü ve bedbahtlığını ilelebet söküp atmak üzere İslâm'ı âleme yayarak devletlerarası sahada birinci devlet mertebesine ulaşacaktır, bi-İznillah. Bunu, Sâdık-ul Masdûk [SallAllahu Aleyhi ve Sellem] müjdelemişken, nasıl olmasın ki?

ثُمَّ تَكُونُ مُلْكًا جَبْرِيَّةً فَتَكُونُ مَا شَاءَ اللَّهُ أَنْ تَكُونَ، ثُمَّ يَرْفَعُهَا إِذَا شَاءَ أَنْ يَرْفَعَهَا، ثُمَّ تَكُونُ خِلاَفَةً عَلَى مِنْهَاجِ النُّبُوَّةِ، "Sonra Zorba Diktatörlük olacaktır. Allah'ın olmasını dilediği kadar olacak, sonra kaldırmayı dilediğinde onu da kaldıracaktır. Sonra (yeniden) Nübüvvet Minhâcı üzere [Râşidî] Hilâfet olacaktır"

O halde çalışanlar işte böylesi bir hayır için çalışsınlar.

وَاللّهُ غَالِبٌ عَلَى أَمْرِهِ وَلَـكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لاَ يَعْلَمُونَ "Şüphesiz ki Allah, emrine ğâlibdir, muktedirdir. Velâkin insanların çoğu bunu bilmezler!" [Yûsuf 21]

Devamını oku...

İşgâlden Hiçbir Hayır Gelmez, Aksine O Bütünüyle Şerdir!

Allah düşmanı Bush, 09.04.2003'te diktatör rejiminin düşmesi ve Irak'ın işgali edilmesi ile askerî operasyonların sona erdiğini ilân etti ve İslâmî Hilâfet'in başkenti Bağdat, istilacı güçlerin eline esir düştü. O günden beri ülke, istikrarsız kapkaranlık bir sürece girdi ve işgalci kâfir, dünyada eşi benzeri görülmemiş kin, nefret, fitne ve fesat içeren tehlikeli bir projeyi infâz etmeye başladı! Aldatılmış halklarının şeffaflığa açık(!) iktidar koltuğuna getirdiği ümitsiz mücadele ile övünen bir zümre de bu hususta ona yardımcı oldu. Dolayısıyla kendi işinin sahibi olmayan bu halkın karşısına daha fazla kaostan, krizlerden ve haram kanların akıtılmasından başka bir şey çıkmadı... Zîra onlar, en barizi "teröre karşı savaş" olan çeşitli mazeretlerle Müslümanın katlini meşrulaştırdılar, iğrenç tâifecilik ve menfur ırkçılık rûhunu canlandırmak için çalıştılar ve Rasulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in şu kavlini unutmuş yahut kendilerine unutturulmuş olan Irak'ın Müslüman evlatlarını birbirleri ile savaşmaya sevk ettiler:  إذا التقى المسلمان بسيفيهما فالقاتل والمقتول في النار "İki Müslüman kılıcı ile karşı karşıya geldiğinde, katil de maktul de ateştedir." Ve şu kavlini:  لا ترجعوا بعدي كفارا يضرب بعضكم رقاب بعض "Sakın Benden sonra birbirlerinizin boynunu vurarak Kâfirler olarak gerisin geriye dönmeyin!" Oysa bu yöneticilere yaraşan, Allahu Te'alâ'nın şu kavline icabet ederek halklarının saflarını birleştirmek ve silahlarının namlularını istilacı düşmanlarının alınlarına doğrultmak olmalıydı:  وَقَاتِلُواْ فِي سَبِيلِ اللّهِ الَّذِينَ يُقَاتِلُونَكُمْ وَلاَ تَعْتَدُواْ إِنَّ اللّهَ لاَ يُحِبِّ الْمُعْتَدِينَ "Sizinle savaşanlarla siz de Allah yolunda savaşın ve sakın ha aşırılık yapmayın. Muhakkak ki Allah aşırıları sevmez." [el-Bakara 190] Bu düşman, İslâm'a savaş açmış, ülkeyi parçalamış, namusları çiğnemiş ve Müslümanlara envâi türde işkence yapmış iken servetlerin yağmalanmasına ve kaynakların hortumlanması üzerindeki hararetli çatışma, bu yöneticilere dinlerini, ahiretlerini, dahası işgâlci kâfir düşmanın safında yer almak üzere uzaklaştıkları Ümmetlerini dahi unutturdu. Böylece kayıpları daha da arttı; çünkü Ümmetin işlerini üstlenmek bir emanettir, Kıyâmet günü bir zillet ve bir nedâmettir.

Ey Müslümanlar! Artık işgâlcinin ve kuyruklarının ayıbı gün yüzüne çıkmıştır. Kısır döngü içerisinde geçen beş senenin sonucu, sloganlarının sahteliğine ve vaatlerinin yalancılığına dair kesin bir delil ve apaçık bir burhandır. Onlar ganimetler peşinde koşarlarken, sizin bakışlarınız hapisler, katliamlar ve sürgünler ile doldurmuştur. Dolayısıyla bugünden sonra gâfil ve câhil için bir özür, onlara topluca karşı koyarak Irak'ı ve Müslümanların diğer beldelerini Sömürgeci Kâfirlerin pençesinden, murdar hadaratlarından ve kof demokrasilerinden temizlemekten ve ardından da Allah'ın dosdoğru Şeriatının hâkim kılınması için samimiyetle çalışmaktan başka bir kurtuluş ümidi kalmamıştır... Zîra Nübüvvet Minhâcı üzere Râşidî Hilâfet'in gölgesi dışında ne bir güvenlik, ne bir izzet, ne bir zafer, ne de bir saadet vardır. Allahu Te'alâ ne de doğru söylemiştir:  بَشِّرِ الْمُنَافِقِينَ بِأَنَّ لَهُمْ عَذَابًا أَلِيمًا 138 الَّذِينَ يَتَّخِذُونَ الْكَافِرِينَ أَوْلِيَاء مِن دُونِ الْمُؤْمِنِينَ أَيَبْتَغُونَ عِندَهُمُ الْعِزَّةَ فَإِنَّ العِزَّةَ لِلّهِ جَمِيعًا "Münâfıklara kendileri için elîm bir azâb olduğunu müjdele! Mü'minleri bırakıp da kâfirleri dost edinenler, onların yanında izzet (güç ve şeref) mi arıyorlar? Oysa izzetin tamamı şüphesiz Allah'a aittir." [en-Nîsa 138-139]

Devamını oku...

Düşmana Karşı Kazanılan "Onur" Muharebesinden, Düşmana Hizmet İçin Ortak Eğitimin Yapıldığı Özel Operasyon Komutanları Konferansına!

Ürdün'deki Özel Operasyonlar Kuvvet Komutanı, geçen hafta Amman'da düzenlenen Özel Operasyon Kuvvetleri Fuarı ve Konferansı'nda (SOFEX - Uluslararası Savunma Sanayi Fuarı) şöyle dedi: "Yeni tesisin amacı, bölgede ve dünya çapında, anti-terör birimlerinin ortak eğitimi için bir merkez olarak hizmet vermektir. Ürdün, bu deneyimi başkalarıyla paylaşacaktır, dinleri, dilleri veya siyasî arka planları ne olursa olsun." Başbakan Nâdir ez-Zehebî'nin konferans açılışında yaptığı konuşmada geçtiği gibi Kral Abdullah ise şöyle dedi: "Her türlü küresel terörizme karşı muhârebe, bu ortak düşmanı hezimete uğratmak için ortak çalışma yoluyla kazanacağımız bir muhârebedir." Ayrıca Kral Abdullah alışılmışın dışında Onur Muhârebesi'nin 40. yıldönümü kutlamalarında da şöyle demiştir: "Bu muhârebeden çıkarılması, hem dünyanın, hem de Filistin meselesinde çatışma taraflarının anlaması gereken ders, bu meselenin savaşlarla ve herhangi bir kuvvet dayatması ile çözülmeyeceği ve sona ermeyeceğidir."

1.   Ürdün Nizâmı, alenen kendisini kâfirlerin çıkarlarına hizmet etmeye ve sömürgecilik tamahlarını gerçekleştirerek İslâm'a ve Müslümanlara karşı savaşlarında onlara yardım etmeye adamıştır. Bu da Ürdün'ün kaynaklarını ve evlatlarını bu kâfirlerin hizmetine seferber etme girişimi ile olmaktadır. Oysa Ümmetin düşmanları ile savaşılması, Müslümanların beldelerinin kurtarılması ve işgâlden arındırılması meselesi gündeme gelince Ürdün Nizâmı, "çözümün savaşlarla olmayacağını" söylemektedir. Yine Müslümanların evlatları ile savaş ve terörizme karşı mücadele gerekçesi altında peşlerine düşülmesi meselesi gündeme gelince, Ürdün Nizâmı deneyim, teçhizat ve en modern askerî tekniklerle donanımlı özel operasyonlar ile yetinmeyerek şöyle demektedir: "Özel operasyonların gücü, muhârebede oldukça hayatîdir... Ancak askerî güçler, sadece bu muhârebede silahlarımızın bir parçasını oluşturmaktadır... Bize düşen terörizmi tetikleyen ve destekleyen unsurun ne olduğunu araştırmak, anlamak ve bu tehlikeleri kökünden kazımaktır."

2.   Ürdün Nizâmı, Kâfir Batılı kuvvetlerin Müslümanlara ve beldelerine karşı hareket etmesi için ülkenin topraklarının açılması ve şerefinin çiğnenmesi, dahası Amerika'nın ve Yahudilerin müttefiki İslâmî âlemdeki mevcut nizamlar tarafından saptırılmış ve seferber edilmiş Ümmetin evlatlarından binlerce neferin eğitilmesi pahasına da olsa yönetimdeki bekâsı çıkarını gerçekleştirmekten başka hiçbir şeyi umursamaz. Kezâ Ürdün Nizâmı, kendisine şerefini kazandıracak köklü çözümü düşünme fırsatı bulmasın diye sübvansiyonları kaldırmak, zamları ve yolsuzluğu şiddetlendirmek ve vergileri yükseltmek yoluyla Ümmet'in evlatlarını açlıktan kıvrandırmayı ve daha fazla insanı fakirlik sınırının altına itmeyi de ihmâl etmez.

3.   Dünyanın dört bir tarafındaki diğer Müslümanlar gibi Ürdün'deki Müslümanlar da Allah yolunda şehit olmak, savaşmak ve Ümmete izzetini, onurunu kazandıracak, evlatlarını dokusuna döndürecek, beldelerini kâfir Amerika'dan, Yahudilerden ve diğerlerinden kurtaracak "onur muharebesi" için yanıp tutuşmaktadır.

İşte bu nedenle; Hizb-ut Tahrir, Ürdün'deki Müslümanlara seslenerek onları, bu nizâmı alaşağı etmeye, Ümmetin düşmanları ile anlaşmalarına son vermeye, Müslümanlara hıyânet etmeyi ve onları sıkıntılı bir hayata sürüklemeyi sürdürmesini engellemeye çağırmaktadır. Yine onları, Ürdün'ün bir parçası olacağı İkinci Râşidî Hilâfet Devleti'ni kurmak için kendisi ile birlikte çalışmaya teşvik etmektedir ki izzetlerini, şereflerini kendilerine iade etsin ve Allah yolunda savaşmak için özleyedurdukları Cihâdın kapılarını açsın da Yahudi ve Kâfir Batı düşmanları için değil, Allah'ın ve Müslümanların düşmanlarına karşı savaşsınlar!

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER